DOĞADAN ARMAĞAN BİR PAZAR YAZISI * Birbirine mahkûm âşıklar: Ardıç ağacı ile ardıç kuşu

DOĞADAN ARMAĞAN BİR PAZAR YAZISI

Naci Kaptan / 13 haziran 2021 pazar


Karatavuk kuşu, Zeytin ağacına sevdalıdır. Ardıç kuşu ise Ardıç ağacına. Biri, diğeri olmadan yaşayamaz, üreyemez, büyüyemez. Bu aşkın yöneticisi ise Doğa anadır. Yaşamın mimarı, dünyamızı güzelleştiren, renklendiren, bizleri yaşatacak besinlerin ana kaynağıdır doğa ana.  Canlılarla, kuşlarla ağaçlar arasında görev bölümü yapandır. her bir cinsin kuşu doğduğunda görevi genetik kodlarına işlenmiştir.  Neyi, nasıl yapacağını bilirler. Tıpkı çiçekten çiçeğe dolaşan arılar gibi.

Mesela kuşlar mevsimleri, mevsim dönümlerini belki de insanlardan daha iyi bilir. Soğuklar gelmeden sıcak diyarlara göç etmek için hazırlıklarını yaparlar. Yavrularının uzaklara uçabilecek gibi güçlenmelerini sağlarlar. Binlerce kilometre uçarlar. haritaları, pusulaları yoktur ama, kimselere adres sormadan  menzillerine on binlerce kez kanat çırparak varırlar. Sulak yerlerde konaklarla, beslenir, dinlenirler, göç önderinin çağrısıyla tekrar yola koyulurlar.

Sizlere kuşlar üzerine bir öykü anlatarak, kalemi hikayecibaşı Gül Çetin’e bırakacağım. O da enfes yazısı ile “ARDIÇ AĞACI İLE ARDIÇ KUŞUNUN” aşkını anlatacak.


ÖYKÜ

Kuşlar,göç zamanı geldiğinde on binlercesi bir araya gelerek uçmaya başladıklarının üçüncü gününde ve okyanusun üzerindeki aynı yerde, varacakları yere gitmekten vaz geçerek daireler halinde dönmeye başlıyorlar ve bir süre sonra yorgunluktan denize düşerek ölüyorlardı. Kendini bu döngüden kurtarabilen kuşlar yorgun ve güçsüz olarak uçmaya çalışıyordu.

Bu durum bir kuş bilimcinin dikkatini çekti… Acaba kuşlar her sene aynı yerde neden göçlerini durdurarak dönüyorlar ve denize düşerek ölüyorlardı. Araştırmalarında o bölgede yaşayan yaşlı bir balıkçıya denk geldi. Balıkçının büyük dedesinde aktarılmış olan öyküyü dinledi. Öykü şöyle idi;

“Denizin bu bölgesinde adacıklar vardı. Buralarda medeniyetten uzak yaşayan insanlar balıkçılıkla geçinirdi. Bu adalarda tatlı su ve besin kaynakları vardı. Kuşların göç yolu üzerinde olan bu adalar göçmen kuşların dinlenme ve beslenme yerleri idi. Belki de 150 yıl önce bu bölgede meydana gelen bir deprem nedeniyle bu adalar battı. Balıkçıların çok azı kurtulabildi. “

Aradan 150 sene geçmiş olmasına rağmen göç eden kuşların bu genetik bilgiyi taşıdıkları düşünülüyor. Kuşların batan adaların üzerine geldiklerinde inmek istemelerine rağmen olmayan adalar nedeniyle dönerek denize düştükleri öğrenildi.

Doğa ananın bilemediğimiz daha ne büyük sırları var.

İyi pazarlar dilerim.

Naci Kaptan / 13 Haziran 2021 pazar


Birbirine mahkûm âşıklar:
Ardıç ağacı ile ardıç kuşu

Birgün – Gül Çetin


Benim de bir dileğim var. Maalesef ardıç ağaçlarının soyları tükeniyor. Kuşlar ardıç ağacının meyvelerini yiyerek beslenmektense, şehirlerimizde gittikçe büyüttüğümüz çöplüklerden beslenmenin daha kolay olduğunu keşfettiler… Dilerim insanlığın doğa ve toprak sevgisini unuttuğu gibi, ardıç kuşları da sevdalısı ardıç ağaçlarını unutmaz.

Yaprakları var iğnecikli,
kozalakları var kahverengi,
ağaç desem tam değil,
çama benzer ama çam değil.

Bu sefer bir bilmeceyle karşılıyorum sizi. Cevabı: “ardıç ağaççığı”. “Ağaççık” diyorum çünkü çam ağaçlarına çok benzese de boyu onlardan kısa. Acaba çam ağaçları ardıçlarla “Bodur, boduur…” diye alay ediyorlar mıdır, iğneli yaprakları onlara iğneli sözler söyletiyor mudur? Belki de bu duruma şahit olan ardıç kuşları onlar için üzülmüştür ve o yüzden dost olmuştur bu ağaçlarla… Belki de bu yüzden ardıç kuşları, ardıç ağaçlarını neşelendirmek için yüzden fazla müzikal dizi içeren bir şarkı repertuarına sahip, kim bilir?

Ardıç ağacı, ardıç kuşu… Aynı isme sahip bir ağaç, bir kuş… İsimlerinin aynı olması “sadece bir tesadüftür” diye düşünenler, yanılıyorsunuz. Aralarında çok acayip bir bağ var.

“Bu sırada Zacharian’ın gözüne yerde duran, üzüm büyüklüğünde ve renginde bir şey çarptı. Eline alıp incelemeye başladı… “Bu nedir?” diye sordu elindekini göstererek. Yorgan Dede gözlerini hafifçe kısarak Zacharian’ın parmaklarının arasındaki şeye baktı ve gözlüklerini düzeltti.

“O bir ardıç ağacı tohumu,” dedi.

“Bu kadar irili ufaklı taş toprak arasında gözüme çarptığına göre bir anlamı olmalı. Onu kaldığımız binanın önüne ekmemde bir mahsur var mı?” dedi Zacharian. “Benim için hiç mahsuru yok. Ama onu ekersen sadece toprak altındaki hayvancıkları beslemiş olursun. Filizlenmez…

“Neden filizlenmesin? Bir tohum değil mi sonuçta?” “Doğa sürprizlerle doludur Bay Zacharian… Elinde tuttuğun tohumu bir ardıç kuşu yutup sindirmez ve dışkı olarak atmazsa o tohum filizlenmez. İşte bu yüzden onu bir ağaca çevirmek istiyorsan, bir de ardıç kuşu yakalamalısın” dedi tok bir kahkaha atarak…

Orhan Bahtiyar’ın “İdeon-Tanrıların Yolu” kitabında geçen bu satırlar bize doğanın mucizesini öyle güzel anlatıyor ki… Yabani bir ağaç olan ardıç ağacını tohumdan filizlendirmek ya da çelikleme ile üretmek çok ama çok zor… Tohumlarını döken ardıç ağacı, yöresel adıyla “cırık” veya “culluk” olarak da bilinen ardıç kuşlarının gelmesini bekliyor sabırla. Ardıç kuşu gelip bu tohumları yediğinde, sadece o kuşun midesindeki hidroklorik asit sayesinde açılıyor tohum kabukları. Sindirimin son aşamasında, dışkılama gerçekleştiğinde toprağa karışan tohumlar, ancak o zaman çimleniyor, çoğalıyor.

Şiirleri ve yaşam öyküsü ile beni etkileyen Emily Dickinson’a ait dizelerle selamlıyorum ardıç kuşlarını…

“Bir kalbi kırılmaktan koruyabilsem,
Yaşamış olmayacağım boşuna.
Bir hayatı acıdan kurtarabilsem,
Bir ağrıyı dindirebilsem ya da
Ya da bayılan bir ardıç kuşunu
Koyabilsem yeniden yuvasına
Yaşamış olmayacağım boşuna.”

Ardıç, servigiller (Cupressaceae) familyasından Juniperus cinsine ait iğne yapraklı ağaç. Yetiştiği bölgeye göre hem çalı formunda, hem de büyük ağaç formunda olabilir. Ardıç ağaçları yetiştikleri ortama göre gri, sarı, pembe renklerde de olabiliyor ve menekşe gibi mis kokuyor. Dünya üzerinde altmışa yakın türünün olduğu bilinen ardıçların, Türkiye’de sekiz farklı türü yaşıyor. Bu türlerin bazıları; boz ardıç, kokulu ardıç, diken ardıç ve servi ardıç türleri… Ardıçlar ülkemizde; çoğunlukla Sivas, Elazığ, Siirt, Tunceli, Burdur, Adıyaman ve Erzurum şehirlerimizde bulunur. Ama en yaşlı ardıç ağacı Konya, Taşkent, Alata (Balcılar)’da ömrünü sürdürüyor. Kaç yaşında olduğuna inanamayacaksınız! Tam tamına 2300 yaşında! Türkiye’nin en yaşlı, dünyanın ise ikinci en yaşlı ağacı unvanına sahip.

Ardıçlar zorluklara göğüs geren bir ağaç; soğuk, kıraç, kayalık ve susuz ortamlarda bile derinlere kadar inen kökleri ile her türlü çevre şartlarına uyum sağlıyor. Ardıç ağaçları dağların zirvelerine yakın yerlerde bile korkusuzca yaşayabiliyor.

Yüzlerce yıl yaşayabilen ardıç ağacının tarihi, çok eskiye dayanıyor. O kadar eski ki, tarihin ilk yerleşim yerlerinden olan Çatalhöyük’te, evlerin ortasından yükselen direğin ve çatı sisteminin ardıç ağacından yapıldığı biliniyor. Ardıç ağaçlarına, tarih boyunca kadim kültürler saygı duymuşlar. Önemli kişilerin mezarları başında bir ardıç ağacı olurmuş. Halen Şaman Türkleri ve Alevi-Bektaşiler ardıç ağaçlarına özel bir önem veriyor. Hacı Bektaş’ın Hırka Dağı’nda ardıç ağacının altında gizlenip kırk gün çile çıkarttığı biliniyor. Alevi-Bektaşi inancına bağlı halk ozanımız Aşık Dertli, saza “şeytan işi” diyenlere cevap verdiği ünlü taşlamasında hangi ağaç geçiyor…

“… İstanbul’dan çıkar teli
Ardıç ağacından kolu
Be Allahın sersem kulu
Şeytan bunun neresinde…”

Ardıç ağaçlarının şifasından bahsetmeden olmaz. Üzüme benzeyen, küçük, parlak ve mor-siyah renklerde meyveleri büyüdükçe kozalağa dönüşüyor. Dalları, yaprakları, meyveleri ve kozalakları ile farklı şekillerde ve farklı amaçlarla tüketildiği için, yüzyıllardır halk arasında tam bir şifa kaynağı. Ardıç meyveleri bol miktarda C vitamini barındırıyor ve kötü nefes kokularını yok ediyor. Meyve olarak tüketilebileceği gibi, toz haline getirilip soğuk suyla karıştırılarak da içilebiliyor.

İdrar söktürücü, kas ağrılarını dindirici ve antiseptik özelliği nedeniyle bazı deri hastalıklarını iyileştirici özelliğe sahip. Biliyor musunuz, ardıç ağacı bir Hitit efsanesinin başrolünde yer alıyor. Hazırsanız başlıyoruz:

Anadoludayız, Tunç Çağı’ındayız. Milattan önce 1600’ler… O dönemde kullanılan çivi yazısı ya da hiyeroglif ile hikâyeme devam ettiğimi hayal ediyorum. Hitit Fırtına Tanrısının oğlu, Tanrı Telipinu bir tarım tanrısı. Yani tarlaların ekiminden sulanmasına, hasadına her aşamadan sorumlu. Ama arada bir Tanrı Telipinu ardında hiç bir iz bırakmadan kayboluyor. Çoğu zaman da insanlara kızdığı için kayboluyor. Arkasından maalesef kuraklık ve kıtlık başlıyor. Açlıkla baş etmekte zorlanan Hititler, Tanrı Telipinu geri gelsin diye “Eya (ardıç)” ağacına çaputlar bağlayarak dileklerini, bazen de onun için hazırladıkları küçük hediyelerini asıyorlar. Bir süre sonra Telpinu tekrar ortaya çıkıyor ve Tarım Tanrısı gelirgelmez kendisiyle beraber bolluk ve bereket de getiriyor, kuraklık bitiyor. Bugün Anadolu’nun birçok yerinde yaşlı ardıç ağaçlarına bez bağlayarak dilek tutma geleneği hâlâ devam ediyor.

Benim de bir dileğim var. Maalesef ardıç ağaçlarının soyları tükeniyor. Kuşlar ardıç ağacının meyvelerini yiyerek beslenmektense, şehirlerimizde gittikçe büyüttüğümüz çöplüklerden beslenmenin daha kolay olduğunu keşfettiler… Dilerim insanlığın doğa ve toprak sevgisini unuttuğu gibi, ardıç kuşları da sevdalısı ardıç ağaçlarını unutmaz!


Yararlanılan kaynaklar

https://www.martidergisi.com/bir-ardic-kusu-ile-agacinin-hikayesidir/
https://listelist.com/ardic-kusu-ve-ardic-agaci/
https://oya.fisek.net/masallari/kus-masallari/ardic-agaci-ile-ardic-kusu/
http://www.mehmettahirikiler.com/ardic-kusu-sevdalisini-copluge-tercih-etti-/
https://insanvehayat.com/ormanini-en-son-terk-eden-kaptan-ardic-agaci/
https://mitolojikagaclar.com/ardic/


https://www.birgun.net/haber/birbirine-mahkum-asiklar-ardic-agaci-ile-ardic-kusu-327309

This entry was posted in DOĞA - ÇEVRE, Doga - Cevre - Ekoloji - Tarim, DOĞAL YAŞAM. Bookmark the permalink.

Leave a Reply

Your email address will not be published. Required fields are marked *