Ukrayna, Karadeniz Deniz Güvenliği ve Türkiye
Cumhuriyet – Cem GÜRDENİZ – 17 Mayıs 2021 Pazartesi
Karadeniz, asırlardır her sahildarına değişik özelliklerde bir güvenlik perspektifi sunmuştur. Balkan, Kırım, Anadolu yarımadaları ile Kafkaslar bölgesi arasındaki bu deniz, Avrasya’nın deniz kalpgâhını (maritime heartland) oluşturuyor.
Türk boğazları ile Almanya’ya kadar uzanan Tuna Nehri ulaştırma sistemi ve bölgedeki Rusya ve Ukrayna’ya ait iç suyolları Karadeniz’e ayrı stratejik önem yüklemektedir. Rusya’nın stratejik petrol ihracatı dahil dış ticaretinin yüzde 60’ı bu deniz ve Türk boğazları üzerinden yapılmaktadır.
Karadeniz jeopolitiğinde, şüphesiz en önemli enstrüman, 1936 tarihli Montrö Boğazlar Sözleşmesi’dir. Sadece Türk boğazlarından geçişi düzenlemekle kalmayan, aynı zamanda Karadeniz’de deniz güvenlik rejimi tesis eden Montrö Boğazlar Sözleşmesi bugüne kadar İkinci Dünya Savaşı, Soğuk Savaş ve 11 Eylül 2001’e kadar devam eden Soğuk Barış dönemi ile 2001 sonrası ABD güdümündeki terörle mücadele dönemini başarıyla atlatmıştır.
Son olarak, Montrö Boğazlar Sözleşmesi’nin hükümlerine hassasiyetle uyan Türkiye’nin soğukkanlı diplomasisi sayesinde, 2008 yazında yaşanan Gürcistan-Rusya ve 2014 baharında yaşanan Ukrayna-Rusya krizlerinde, denizde bir gerilim ve çatışma yaşanmamıştır.
DENGELEYİCİ ETKİN ROL
Cumhuriyet dönemi boyunca Karadeniz’de Türk dış politikasının temelini iyi komşuluk ve bölgesel işbirliği prensipleri teşkil etti. Türkiye, boğazlar üzerine 1945 ve 1946 Sovyet notalarına rağmen Soğuk Savaş dönemi boyunca karşı ittifak grubunda olmakla birlikte Montrö Boğazlar Sözleşmesi’ni titizlikle uyguladı. Karadeniz’de hiçbir zaman gerilimin tırmanmasına yol açacak, istismar yaratacak oldubittilere ve Atlantik kışkırtmalarına izin vermedi. Türkiye, böylece Karadeniz’in askeri yayılma açısından Basra Körfezi veya Doğu Akdeniz’e dönüşmesini önleyebildi.
Türkiye’nin NATO üyesi olmasına rağmen Soğuk Savaş döneminde, Karadeniz’de NATO tatbikatına izin vermemesi onun güvenilir arabulucu (honest broker) rolünü daha da güçlendirdi. Bu güven duygusu, 2001 yılında Türk Deniz Kuvvetleri’nin girişimi ile başlatılan Karadeniz Deniz İşbirliği Görev Grubu’nun (BLACKSEAFOR) altı sahildar ile başarılı bir şekilde kurulmasını sağladı.
ABD’nin Soğuk Savaş sonrası ve özellikle 11 Eylül sonrasındaki dönemde, NATO’nun Karadeniz’de sürekli operatif kimliği ile varlık gösterme girişimleri, 2004-2005 yıllarında zirve yaptı. Akdeniz’de süren NATO’nun Etkin Çaba Harekâtı’nı (Active Endevaour) Karadeniz’e genişletmek üzere Türkiye üzerinde ciddi baskı uygulandı.
ŞAŞIRTAN ÖNCÜ KATILIM
Türkiye, bu baskılara BLACKSEAFOR’un dönüşümü ve Karadeniz Uyumu Harekâtı (KUH) ile cevap verdi. Her iki girişime 2004 yılında açık katılım daveti yapan Türkiye’ye ilk müspet cevap veren ülke, çok ilginçtir, Turuncu Devrim döneminde NATO yanlısı Yuşçenko yönetimine rağmen, Ukrayna oldu. Arkası geldi. Rusya ve Romanya da daha sonra KUH’a katılma kararı aldı.
Böylece NATO Etkin Çaba Harekâtı’nın Karadeniz’e çıkışı engellenmiş oldu. Türkiye’nin BLACKSEAFOR ve KUH girişimleri dışında 2006 yılında başlatılan “Karadeniz Sahildar Ülkeler Sahil Güvenlik İşbirliği Forumu”na da en büyük desteği Ukrayna vermiştir.
Diğer taraftan Ukrayna liderliğinde 1993 yılında başlatılan, AGİT (Avrupa Güvenlik ve İşbirliği Teşkilatı) kapsamında, Karadeniz’de Deniz Kuvvetleri Alanında Güven ve Güvenlik Artırıcı Önlemler Girişimi (CSBM in the Naval Field) 2002 yılında altı sahildar tarafından onaylandı ve yürürlüğe girdi.
MÜKEMMEL BİR ÖRNEK
Bu şekilde dünyada ilk kez deniz kuvvetleri arasında karşılıklı tatbikat bildirimlerini, üs ziyaretlerini, gözlemci görevlendirmeleri ve daha birçok güven ve güvenlik artırıcı önlemleri içeren bir rejim, tüm dünyaya örnek olacak şekilde Karadeniz’de uygulanmaya başlandı. ABD, Ukrayna üzerinden bu girişimi önlemeye çok çalıştı.
Zira dünyanın en büyük deniz kuvvetinin sahibi olarak, kendisini sınırlamaya sokabilecek her türlü girişime karşı çıkmayı, jeopolitik bir gereksinim olarak algılıyor. Montrö rejimi ile zaten kısıtlı bir alan olan Karadeniz’de ikinci bir rejimin uygulanması, çıkarları ile örtüşmediği gibi, böylesine bir rejim dünyanın diğer sahildarları arasında uygulanmaya da mükemmel bir örnek teşkil ediyor.
KRİZ DENİZE YANSIMADI
Ancak Ukrayna, bu girişimden vazgeçmedi ve başardı. Karadeniz’de devam eden Ukrayna-Rusya krizine rağmen AGİT çerçevesinde yürütülen girişimin (CSBM in the Naval Field) toplantıları devam ediyor. En son 11 Aralık 2020’de Viyana’da yapılan toplantıya sahildarlar tam olarak katıldı.
Türkiye de bu sürece başından bu yana büyük destek veriyor. Sahildarlar 24 Nisan 2017 tarihinde Deniz Kuvvetleri Komutanlığı ev sahipliğinde bir araya geldi. Karadeniz’in deniz güvenliğinin sahildarlar tarafından eşgüdüm ve işbirliği içinde sağlanması ile karasal kriz alanları ve donmuş krizlerden deniz alanlarının etkilenmemesi prensiplerinin öne çıktığı seminerde, en önemli kazanım şüphesiz Rusya’nın Mart 2014 Kırım ilhakından sonra ilk kez Rus ve Ukrayna taraflarının bir araya gelmesi oldu.
ÇATIŞMAYI ÖNLEYEN İKİ UNSUR
2004 ile Kırım ilhakının yaşandığı 2014 yılları arasında Karadeniz’de deniz güvenliği alanındaki en önemli denge unsuru Türkiye ile Ukrayna olmuştur. NATO ve AB’ye girmiş olmanın dayanılmaz hafifliği ve sorumsuzluğu içindeki Romanya, Bulgaristan ve onların dümen suyundaki Gürcistan ile NATO ve AB tarafından kuşatılmışlık endişesi içindeki Rusya Federasyonu arasındaki dengeyi, Türkiye ve Ukrayna sağlamıştı.
21 Kasım 2013 tarihinde Ukrayna’nın AB ile ortaklık anlaşmasını askıya almasıyla başlayan, ABD ve AB tarafından kışkırtılan iç karmaşayı kısa süre sonra Başkan Yanukoviç’in istifası ve 18 Mart 2014 tarihinde Kırım’ın Rusya tarafından ilhakı takip etti. Halen doğuda Donetsk ve Luhansk bölgelerinde Rus yanlısı ayrılıkçılar ile Ukrayna arasında silahlı mücadele devam ediyor.
Ancak bu kriz, Batı’nın her türlü kışkırtmasına rağmen 2018 kasımında Azak Denizi’nde ve Kerç Boğazı’nda yaşanan birkaç olay dışında denize yansımadı. Ukrayna’nın Kerç Boğazı’nı kullanabilmesi ve Azak Denizi’nin batı kıyılarında bulunan limanlarına erişimi artık Rusya kontrolünde. Zira Kerç’in iki yakası da Rusya’nın de facto egemenliğinde.
GERÇEKÇİ YAKLAŞMALI
Rusya’nın NATO ile büyük bir savaş yaşayıp yenilmediği sürece Kırım’dan ayrılmayacağını söylemek gerçekçi bir tahmindir. Zira Rusya tarih boyunca Kırım’ı Avrupa’daki deniz gücünün merkez üssü ve anavatan Rusya’nın Karadeniz’deki en önemli savunma kalesi olarak görmüştür.
Dolayısıyla, yaşadığımız nükleer çağda, Ukrayna’nın yanına AB ve NATO’yu da alsa 1854-1855 arasında yaşanan Sivastopol kuşatması benzeri bir harekât ile Kırım işgali mümkün değildir. Ukrayna, zor günler geçirmesine rağmen bu gerçeği görebilmektedir.
Diğer yandan ülkede karada yaşanan krizin, İkinci Dünya Savaşı’ndakine benzer şekilde Türkiye’nin deniz çıkarlarını etkileyecek şekilde denize yansıma olasılığı çok düşüktür. Rusya Federasyonu’nun ekonomik, tarihsel, jeopolitik, sosyal ve kültürel etki alanı içinde yaşamanın ve karşılıklı uzlaşma seçeneklerinin varlığı Ukrayna tarihinde ispatlıdır.
1941 VE 1943 DERSLERİ
Ukrayna’nın, küresel egemenlerin demokrasi aldatmacası ve kenar kuşağın jeopolitik konsolidasyonu için bir bölünme sürecini yaşamaması dileğimizdir. Ukrayna’nın Finlandiya’dan öğreneceklerinin olduğuna inanıyorum.
NATO, ABD ile AB’nin coğrafyanın, tarihsel geçmişin ve Türk-Rus ilişkilerinin zamanın ruhu içindeki değerlendirmesini göz önüne alarak Ukrayna’daki askeri varlık ve faaliyetlerinin tatbikatlardan öteye geçmemesinin çıkarlarına olacağını söyleyebiliriz.
Türkiye’nin de bu süreçte 1941 ile 1943 arasında yaşananlardan ders çıkarmasını bilecek birikimde olduğunu varsaymak isteriz.