Mehmet Ali Güller / 15 Temmuz 2019 Pazartesi
S-400: Tercih mi, zorunluluk mu?
S-400’ler nihayet geldi… 12 Temmuz 2019 tarihi,
Türk- Amerikan ilişkileri açısından artık bir “milat”tır.
Türkiye elbette kısa vadede ABD yaptırımlarından olumsuz etkilenecektirancak daha önceki yazılarımızda da belirttiğimiz gibi orta ve uzun vadede Türkiye kazançlı çıkacaktır:
S-400’lerin askeri boyutu
Türkiye silah envanterini çeşitlendirerek tek ülkeye bağımlılığı kıracaktır ve S-400’leri milli füze savunma sistemi inşa etmenin ara aşaması olarak değerlendirecektir.
ABD’nin S-400’lere karşılık Türkiye’yi F-35 programından çıkarması, aslında bir yaptırım değil, Türkiye’ye iyilik olacaktır. 6 Haziran 2019’da bu köşede belirttiğimiz gibi yüzde 85 oranında ABD’ye bağımlı hava kuvvetlerimiz F-35 ile yüzde yüz bağımlı olacaktır ve yazılımı ABD’nin elindeki bu uçakların en kritik zamanda “kullandırılmayabileceği” riskiyle hep karşı karşıya olacağız! Askeri ambargonun, örneğin 1975’te Türkiye’ye orta ve uzun vadede nasıl kazançlara (Aselsan) dönüştüğü ortadadır.
S-400’lerin siyasi boyutu
11 Mart 2019’de bu köşede belirttiğimiz gibi S-400’lerin Türkiye yararına şu iki siyasi sonucu olacaktır: 1. Türk-Amerikan ilişkilerine eşitlik ve denge gelecektir. 2. Türk-Rus ilişkilerinin seviyesi yükselecek, Astana formatı kurumsallaşacak ve bölge merkezli dış politika uygulama koşulları gelişecektir. Özetle 25 Şubat 2019’da bu köşede altını çizdiğimiz gibi S-400’ler ABD’ye bağımlılığın panzehridir.
“ABD yerine Rusya’ya bağımlı oluruz” endişeleri yersizdir; zira birincisi Rusya “bağımlı olunabilecek” bir süper güç değildir; ikincisi temel hedef milli füze savunma sistemi kurmaktır ve Rus füze savunma sistemi, teknoloji transferi boyutuyla bu temel hedefin aşamasıdır. Türkiye’nin S-400 alabilmesi de, bir yönüyle ABD hegemonyasının inişe geçmesiyle ilgilidir zaten.
Milli egemenlik meselesi
Burada esas sorun, AKP hükümetinin S-400’lere bakışıdır. Erdoğan’dan Çavuşoğlu ve Akar’a kadar AKP yönetimi S-400’lerin alımını “bir tercih değil, zorunluluk” olarak nitelemektedir. Kendi ifadeleriyle AKP S-400’leri tercih etmemiş, Obama yönetimi Patriot vermediği için almak zorunda kalmıştır!
O nedenle S-400’ler AKP için kendi ajandasını uygulayabilmenin bir enstrümanı; Rusya’yla kendisine alan açan bir anahtar, ABD’yle pazarlıkta elinde tutacağı bir karttır. (Kuşkusuz AKP’nin niyetinden bağımsız olarak S-400’lerin alınması Türkiye için çok yararlı olmuştur.)
Oysa AKP’nin “tercih değil zorunluluk” gördüğü S-400’ler, Türkiye’nin çıkarları için siyasi bir tercih, güvenlik ihtiyacı ve ABD’ye karşı milli egemenlik meselesidir aslında!
Yeri gelmişken önemle belirtelim: ABD’yle 1964’teki krizin ardından 1967’de SSCB ile anlaşan ve 1974’teki krizin ardından, 1975’te İncirlik başta 21 ABD üs ve tesisini kapatan Süleyman Demirel’di, ancak o dönem hiçbir muhalefetin aklına Demirel’i antiemperyalist ilan etmek ve Amerika’yla savaştığını iddia ederek desteklemek gelmedi!
Güvenli bölge sorunu
AKP’nin “tercih değil zorunluluk” şeklindeki bakışı, iki önemli risk taşımaktadır:
Birincisi, yine AKP yönetiminin belirttiği gibi Patriot almak istemeleridir. S-400 aldıktan sonra Patriot da almak güvenlik ihtiyacı ile değil, AKP’nin iktidarda kalmak için ABD tekellerini memnun etme zorunluluğuyla açıklanır ancak!
İkincisi, S-400’lere ve ondan kaynaklanacak ekonomik yaptırımlara karşılık AKP’nin Suriye’nin kuzeyinde ABD’ye taviz verme potansiyelidir.
Bu konuda endişeliyiz. Zira S-400’lerin Türkiye’ye gelmesinin ardından Hulusi Akar ile ABD Savunma Bakan Vekili Mark Esper arasında yapılan telefon görüşmesinden sonra Milli Savunma Bakanlığı’ndan yapılan yazılı açıklamada kullanılan şu ifade endişemizin kaynağıdır: “Görüşmede, Suriye’de güvenli bölge oluşturulması konusunda önümüzdeki hafta bir ABD heyetinin acilen Ankara’ya gönderilmesi konusunda mutabakata varıldı.”
Nedir bu aciliyet? Hem de S-400’lerin hemen üstüne!
ABD’nin uygulayacağı yaptırımlar değil, asıl tehdit Suriye’de güvenli bölgedir!
http://www.cumhuriyet.com.tr/koseyazisi/1487876/
Olaylar ve Görüşler / 15 Temmuz 2019 Pazartesi
S-400’ler barış iklimi yaratabilir mi?
Irak, Suriye ve Doğu Akdeniz’deki gelişmeleri hesaba katarsak, S 400’lerin bir savaş ortamında Avrupa, Asya ve Ortadoğu için stratejik değer taşıması da oldukça önemlidir.
19. yüzyılda Avrupa’daki büyük devletlerin çıkar çatışmalarından faydalanarak yeri geldiğinde toprak dahil tavizler vererek bir denge politikası takip eden ve varlığını sürdürmeye gayret eden Osmanlı Devleti Goeben (Yavuz) ve Breslau (Midilli) savaş gemilerinin 29 Ekim 1914’te Odessa ve Sivastopol limanlarını bombalamasıyla Rusya’ya savaş açarak kendini Birinci Dünya Savaşı’nda buluyordu. Türkiye Cumhuriyeti Devleti de Rusya ile yapmış olduğu ticari anlaşma sonrası bir asırı geçen süre sonunda 12 Temmuz 2019’da Ankara’da Mürted Askeri Havaalanı’na S-400’leri indiriyordu.
Genel tavır
Bu iki zaman dilimi arasında Türkiye Cumhuriyeti’nin izlediği politikalar iktidarlara göre zaman zaman sapmalar göstermiş olsa da, temelinde Atatürk’ün Birleşmiş Milletler tarafından da kabul gören, “Yurtta sulh cihanda sulh” öngörüsü yatıyordu. Bu süreçte uluslararası anlaşmalar çerçevesinde Hatay sınırlarımıza dahil edilmiş, hem Türkiye’nin hem de Kara-deniz’in güvenliğini gözeten Montrö Boğazlar Sözleşmesi imzalanmış ve kazanımlar elde edebileceğimiz fikrinde bulunulmuş olmasına rağmen sınırlarımıza kadar dayanmış olan İkinci Dünya Harbi’nde tarafsız kalma başarısı gösterilebilmiştir.
Haddi zatında çözüme kavuşturulma gayretleri çerçevesinde garantör ülke sıfatıyla Kıbrıs’a Barış Harekâtı’da icra edilmiştir. Montrö Boğazlar Sözleşmesi’ni 20 Temmuz 1936 yılında Sovyet Sosyalist Cumhuriyetler Birliği (SSCB)’nin de imzalamış olduğu dikkate alındığında;
1936-1945 savaş öncesi krizler ve İkinci Dünya Savaşı, 1945-1990 Soğuk Savaş dönemi, 1990-2003 ABD hâkimiyetindeki tek kutuplu dünya düzeni, 2003- 2009 ABD’nin Irak’ı işgali ve Ortadoğu’daki düzenin bozulması, 2009- 2016 Ortadoğu’da, Karadeniz’de ekonomik ve siyasi kaos, yaşanmış olmasına rağmen 3. ülkelerin çabalarına karşın SSCB (Rusya) ile münferit birkaç olay dışında ciddi anlamda karşı karşıya gelmemiz söz konusu olmamıştı.
Özellikle ‘Montrö Boğazlar Sözleşmesi’ne her daim sahip çıkan Türkiye’nin kararlı duruşu ile Karadeniz’de ABD ve Rusya arasında güç dengesiyle sağlanan barış ikliminin, S 400’lerin ülkemizde konuşlandırılmasıyla birlikte Balkanlar, Ortadoğu ve Kafkaslar’a kadar genişleyebileceği de olasılık dahilindedir.
Kısmen iyileştirme
S-400’leri almamızı dikte eden nedenleri irdelediğimizde 1980 yılında başlayan 8 yıl süren ve kazanımı olmadığı gibi 1 milyon insanın ölümüyle de sonuçlanan kanlı İran ve Irak savaşından bugüne kadar geçen süreci değerlendirmemiz gerekir. Kaldı ki, Ortadoğu’da bugün yaşananların tetikçisi de bu savaştır.
ABD Başkanı Trump’ın G20 toplantısında, Türkiye’nin hava savunmasını güçlendirecek şekilde arayış içerisinde bulunmasını makul bir seviyede karşılaması gündemdeki yerini korurken, bu savunma silahının konuşlandırılmasının, başta ABD Kongresi olmak üzere AB, NATO ve diğer ülkeler nezdinde tepkisel söylem ve eylemlere neden olabileceği gibi ülkemizi ekonomik, askeri ve siyasi baskılara da maruz bırakabilecektir. Irak, Suriye ve Doğu Akdeniz’deki gelişmeleri, bilhassa İran’ın hızla geliştirdiği füze kabiliyetini de hesaba katacak olursak, NATO’nun en büyük ikinci askeri gücü ve ittifakın güney kanadının en kilit ülkesi konumunda olan Türkiye’nin stratejik hava savunmasındaki zafiyet S-400’ler sayesinde nispeten giderilmiş olacaktır.
Stratejik fırsat
1964 yılında Jonson’un “Kıbrıs’a yapılacak bir harekatta, Türkiye Amerikan Silahlarını Kullanamaz” mektubunun hemen akabinde Time dergisine verdiği bir röportajda “Yeni şartlarda yeni bir dünya kurulur ve Türkiye de bu dünyada yerini bulur.” diyen İsmet İnönü’nün açıklaması hafızamızda yankılanırken S-400’lerin bir savaş ortamında Avrupa, Asya ve Ortadoğu için stratejik bir değer taşıması da oldukça önemlidir.
Soğuk Savaş’ın sona ermesiyle birlikte eski Varşova Paktı ülkeleriyle yeni bir çehre kazanan NATO’nun ABD çıkarları doğrultusunda Rusya’yı yavaş yavaş çevreler duruma gelmesi bağlamında; Rusya’nın S-400’leri Türkiye’ye teslim etmesiyle de ulusal güvenlik politikalarında daha barışcıl bir politika izleyebileceği de muhtemeldir.
Nihayetinde; Montrö Boğazlar Sözleşmesi’yle Karadeniz’de sağlamış olduğu barış iklimini, Türkiye bu sefer de S-400’leriyle Balkanlar, Ortadoğu ve Kafkaslar boyutunda neden sağlamasın!
N. İsmet HERGÜNŞEN
Emekli Deniz Kurmay Albay