EDEBİYAT – KİTAP * Yitik Kültüre Ağıt – Çat’tan Çağlayan’a Bir Türkmen Köyünün Romanı

Hasan Ali Çelik
Yitik Kültüre Ağıt – Çat’tan Çağlayan’a
Bir Türkmen Köyünün Romanı


Yukarıdaki kitabı okuyunca, Türkiye köylerinin son altmış yılda, nasıl olup da toplu göç yapıp boşaldığını daha iyi anlıyorsunuz. Genç insanların büyük şehirlere göçüp, ata soylarının yıllarca emek verdikleri bağ, bahçe, tarla, el sanat ve canlı hayvan üretimi gibi türlü yaşam kaynaklarını nasıl ve neden terkettiklerini görüyoruz. Geride kalan ihtiyar anne ve babaların köylerde terk edilmiş oldukları bu yıllarda, binlerce yıldır süregelen kültür de eriyip gitti. Kitapta, türlü üretim şekilleri ve toplumun yaşamının temeli olan kültürel etkenlikleri, ağıt gibi yazılmış, adeta canlı, hikayelerin içinde işlendiğini görüyoruz.

Kitabın yazarı Hasan Ali Çelik, çok çocuklu gariban bir köy ailesinin evladı olup, köydeki ilkokuldan sonra İvriz Köy Enstitüsüne girebilip eğitim görme olanağı bulan bir kişidir. Çelik’in, köyünde anne ve babasının geçim çabalarına küçük yaştan itibaren verdiği destek eğitim yılları boyunca da devam etmiş; yaz tatillerinin tümünde babası ile birlikte, köyünde üretilen malları uzak köylere, eşek ve katır gibi yük hayvanları ile seyyar satıcı olarak taşıyarak çalışmıştır. Böylece, sadece kendi köyünü değil, ticaret için gidip geldiği yetmişten fazla köyün de yaşamını gözleyebilmiştir. Köylerin yitip giden gelenek, görenek ve her türlü üretim kaynaklarını da biz bu kitapta, hikayelerin içinde buluyoruz. Bu kitap, köylerin bugün boşalmış ve üretime hiçbir katkı yapamaz olmalarına yol açan nedenleri daha iyi kavramamıza yardımcı oluyor.

Yitik kültüre ağıt

Konya’nın Bozkır ilçesine bağlı Çat köyünde yıllar önce Seleci Ali, sele örerken onu seyreden komşu çocuğuna okulda neler öğrendiklerini sorar. Çocuk anlatınca, pek hoşlanmaz. “Bunlar neye yarar? Keşke kelam, dua öğrensen de ölünce, bana da bir hayır dua okuyuversen” der.

Der ama sonradan bir üzüntüye kapılır. Sessiz kalan çocuğu boş yere üzdüğünü düşünür. Boğuklaşan sesiyle hem kendi kendine konuşur, hem örer.
“Ulan Seleci Deli Ali, bacak kadar çocuğun, ne okuyup öğrendiğine bahane bulup aşağılarsın! Ya sen kendin ne yaparsın? Öldüğün zaman arkandan dua edecek kimin kimsen yok. Bu fani dünyada, bu kadar çaba niye? Göçüp gidince dünyadan kime ne eser bırakacaksın?”

İşi gücü bırakır, eline bir kazma bir kürek alarak, kimseye de bir söz söylemeden, dağların yolunu tutar.

Yayla yolunda daima nemli olan yerleri kazmaya başlar. Suyun kaynağını bularak künk döşeyecek, çeşme yapacaktır. Niyetini öğrenen köylüler, onu takdir eder; çeşitli hediyeler getirirler. Biri künkleri yapmayı vaat eder, biri evindeki felek demiri denen külüngü getirir, biri çimento verecektir, biri kazması körelince bedava yüleceğini (yenileme) bildirir.

Sonunda çeşme tamamlanır. Ancak Ali Usta durmaz. Yeni çeşmeler yapmaya devam eder. Ardından civar köylerden talep gelir. O her çağrılan yere koşar, yeni çeşmeler yapar. Artık o seleci değil, Sucu Ali Usta diye anılır.

*

Köyün nüfusu kalabalıktır ama toprağı pek azdır. Kimi topraktan testi, çömlek yapar, kimi demircilik. Her evde hayvan vardır. Erkeklerin çoğu, yılın büyük bir kısmında, başka şehirlere çalışmaya gider. Yabana gidene ‘yabancı’ denir.

Onlardan biri Şükrü’dür. Küçük yaşta yetim kalan Şükrü gurbete çıkar. Beden işçisi olarak çalışmak yetmez. Türlü işler öğrenir. Maharetlidir. Kendine has bir tatlı üretir, dilim dilim satar. Sonra gazoz üretmeye kafayı takar. Gazozlarını pazar ve kahvelerde satar. “Konyalı Şükrü Usta” diye nam salmıştır. Dama oyununda da ustadır.

Bir gün Ankara’da yolu bir kahveye düşer. Bir masa etrafında toplananlar, iddialı bir damayı seyretmektedirler. Oyunculardan biri iyi bir taşı feda ederek damaya çıkınca seyirciler ah çeker. Seyircilerden biri “Bu oyun burada bitmiştir. Konyalı Şükrü Usta bile bu damayı kesemez” der. Şükrü bunu duyunca dayanamaz, “Sol kanattaki ikinci taşı yedirirsen o dama kesilir” der.

Herkes ona bakar ama kimse tanımaz. Oyuncu dediği gibi yapar, hasmının damasını keser. Diğer oyuncu “”Sen niye karışıyorsun?” diye çıkışır. “Kusura bakma arkadaş” der Şükrü, “Benim karışmam farz oldu. Çünkü Konyalı Şükrü Usta benim.”

*

Bu anlattıklarımız, o köyde doğup büyüyen, köyde yüksek tahsile giden ilk çocuk Hasan Ali Çelik’in kitabı “Yitik Kültüre Ağıt, Çat’tan Çağlayan’a” adlı kitaptan.

Romandan çok belgesel olarak niteleyebileceğimiz bu değerli eser, son yüz yıldaki köklü değişim üzerine kurulu. Bilhassa köylerdeki hayat tarzının, yarım asır öncesiyle bile hiç benzerlik göstermediğini; ihtiyaçların, alışkanlıkların, kültürün, üretim ve tüketim biçiminin tamamen değiştiğini o kadar tatlı bir üslupla anlatıyor ki… Hangisi daha iyi sorusuna cevap bulmak zorlaşıyor.

Kitabın editörü Prof. Dr. Caner Arabacı, sunuşunda şöyle söylüyor: “Gidenlerin yeri, daha güzel, daha ilerisi ile doldurulamamıştı. Binlerce yıllık toplum kültürünün atalardan, Türkistan coğrafyasından getirdiği birikim; modernleşmenin, şehirleşmenin çarkları arasında eridi, tabir yerinde ise bozuk para gibi harcandı. Buna ölenlerin götürdükleri; yıkılıp kaybolanların koynunda alıp götürdükleri de eklenmeli.”

*

Birbirinden çarpıcı hikâyelerle dolu olan kitapta komşu köylerden biriyle yaşanan gerginliğin bitirilmesi muhteşem bir hadisedir.

Çömleklerle yüklü eşeklerle o köyden geçmek zorunda olan satıcılara çocuklarını saldırtıp taşlatırlar. Çömleklerin hepsi kırılır, satıcıların kafaları yarılır. Muhtar, kaymakama gittiğinde “Sen o suçluları yakalayıp getir, ben cezasını vereyim” der. O köyün ağası ile kaymakam yakınlık içindedir çünkü.

Muhtar köylülerini toplayıp komşu köyün arazisine gizlice zarar verince, kaymakam onu çağırır. Muhtar aynı cümleyi ona söyler: “Siz o suçlu olanları bulup getirin, ben hepsinin cezasını vereyim.”

Böylece sulh sağlanır. O günden sonra köylüler birbirine zarar vermekten vazgeçer.

*

Hasan Ali Çelik, çok çocuklu, gariban bir köy ailesinin evladı olarak, anne ve babasının geçim çabalarına küçükten itibaren destek vermiş. Çalışkanlığı, zorlukları yenme azmi, eğitim hayatına da yansır. El bebek gül bebek büyümemiştir. Daha onlu yaşlarda yaylaya un çuvalları taşımış, dağ-tepe demeden gece gündüz bazı kırk, elli kilometreyi aşan yollarda yürüyerek uzak köylere satış yapmaya gitmiştir.

Ankara’ya talebe olarak gittiğinde, günlük onlarca kilometre yol yürümüş, devletin verdiği yol parasını İngilizce kursuna ayırmış ve dil öğrenmiştir. Aileden harçlık gelme ihtimali olmadığı için İngilizce ders vererek harçlık kazanmıştır. ABD’ye gitmiş, matematik profesörü olmuştur. Kaliforniya’da yaşamaktadır.

Caner Hoca, bu konuyu “beyin göçü” çerçevesinde değerlendirmenin yanlış olduğunu belirtir ve şöyle sorar: “Dağlar arasındaki köyden çıkıp, bir yerlere gelebilme azim ve çabası açısından bakmak gerekir. Bozkır köylerinde satıcılık, şehir pazarlarında pazarcılık yapan birisi olarak mı kalmalıydı?”

This entry was posted in EDEBİYAT - ANI - ÖYKÜ - ŞİİR, Yeni Kitaplar. Bookmark the permalink.

Leave a Reply

Your email address will not be published. Required fields are marked *