GERÇEKLER ÖLÜMSÜZDÜR Kim Amerikancı kim değil * KIBRIS MESELESİ , İNÖNÜ ve JOHNSON MEKTUBU

Sözcü / 11 Ekim 2018
Soner Yalçın

GERÇEKLER ÖLÜMSÜZDÜR

Kim Amerikancı kim değil

Erdoğan, rahmetli İnönü’yü yine diline doladı: “İşte görüyorsunuz, elindeki bayrağa dikkat edin Türk bayrağı değil. Elindeki bayrak Amerika; bu da İnönü. Bunların geçmişi hep böyle…”

Fotoğrafı eline verip konuşma metnini kim yazdı ise Erdoğan’ı yine kandırmış!

Anımsar mısınız: “Erdoğan kandırılıyor” tespitini ilk yapan rahmetli Rauf Denktaş oldu. Yıl, 2004 idi. Mevzu; Kıbrıs’a “çözüm getiren” Annan Planı idi.

ABD-AB tarafından hazırlanan, Türkiye’nin garantörlüğünü sonlandıran, Mehmetçiği adadan kovan ama Yunan üslerini koruyan “Birleşik Kıbrıs” planını, Erdoğan destekledi. (O dönem her “çözüm sürecinin” üzerine atladılar!)

Kalp ameliyatı geçiren Rauf Denktaş’a hasta yatağında planı imzalatmak istediler, başaramadılar. (Ergenekoncu ilan ettiler!)

Plan yeni değildi: Kıbrıs sorununu sözde çözmeye yönelik ortaya konulan tüm planlar ABD icadıydı: Acheson Planı… Cuellar Belgesi… Gali Fikirler Dizisi… Annan Planı… Ve bugünlerde Guterres Çerçevesi…

ABD-AB’nin niyetine tek örnek yeterli:

-Annan Planı’na referandumda “hayır” demesine rağmen Güney Kıbrıs’ı AB’ye aldılar.

-Annan Planı’na -Erdoğan’ın baskısıyla- “evet” demesine rağmen KKTC’ye ambargoya devam ettiler!

Peki tüm bunların…

İnönü’nün elinde Türk-Amerikan bayrakları alarak, 26 Ağustos 1962’de ABD Başkan Yardımcısı L.B Johnson’u karşılamasının ne ilgisi var?

Johnson’un ziyaretinin öncelikli amacı “Kıbrıs’ta çözüm” idi.

İNÖNÜ’DEN RET OYU

Kıbrıs…

Osmanlı’nın adayı ele ge­çirdiği 1571’den beri Türk ve Rumların, kardeşçe yaşadığı ada. Makarios’un 1950’de Kıbrıs Rum Ortodoks Kilisesi Başpiskoposu seçilmesi ve ardından Rum faşist örgütü EOKA’nın kurulması adada huzur bırakmadı.

21 Haziran 1955’den itibaren Türklere saldırıl­maya başlanıldı. 5 Aralık 1957’de üç Türk katledildi. 28 Ocak 1958’de “Kıbrıs’ta taksim” isteyen Türk gös­tericiler üzerine ateş açıl­dı; yedi Türk öldü.

Bu arada İngilizler, Makari­os’u Kıbrıs’tan sürdü.

Ve fakat:

Türkiye’de de “Ya Taksim Ya Ölüm” mitingleri yapı­lırken, Menderes ve Kara­manlis, -taksimi reddeden- (TBMM’de CHP/İnönü’nün aleyhte oy verdiği, büyük tartışmalarla kabul edilen) “Kıbrıs Cumhuriyeti” anlaş­masını 1959’da imzaladı.

Ardından… Makarios adaya döndü ve cumhurbaşkanı seçildi!

Olaylar yine başladı:

Sadece ölümler, bombala­malar olmadı…

1981 yılından beri Kıb­rıs’ta “Kayıp Şahıslar Komitesi” görev yapıyor. Bugüne kadar 492 kayıp Türk’ten 232 kişinin cesedi­ne ulaşıldı. Bunlardan biri de Taşkent Köyü’nden Ahmet Cemal Hergüne idi. 68 köylüsüyle birlikte otobüslere doldurulup götürüldü. Bir daha haber alınamadı. Ta ki:

İncir ağacı bulunmayan yerdeki bir koca incir ağacının dikkatleri çekmesine kadar! O ağaç, Ahmet Cemal’in mi­desindeki incir çekirdeğinden doğmuştu! Toprak kazıldı; üç kişinin cesedine ulaşıldı!

İnönü’nün elindeki bayrakla­rı unutmadım…

İNÖNÜ’YE SUİKAST

ABD Başkan Yardımcısı Johnson gelmeden sekiz yıl önce…

Mısır’da Nasır’ın Süveyş Kanalı’nı devletleştirmesi, Kıbrıs adasını İngiltere açısından önemli hale getirdi.

Kıbrıs, 24 Eylül 1954’te resmen BM gündemine gelmesiyle uluslararası sorun oldu. “James Bond”/Ian Fleming gibi İngiliz ajanlar, adanın kontrolünü kaybetmemek için İstanbul’da 6-7 Eylül 1955 olaylarını bile tertipledi! Ama…

Süveyş krizinin en önemli sonucu, Avrupa devletlerinin zayıflığını göstermesi oldu. İngiltere ve Fransa’nın artık ABD’nin askeri desteği olmadan hareket edemeyeceği ortaya çıktı.

Türkiye’nin safı belliydi: ABD!

15 Ekim 1961 seçimini kazanıp 11 yıl sonra iktidara gelen İnönü, Kıbrıs konusunda ABD’ye güvendi. İlk darbeyi de Kıbrıs konusunda yedi!

Metin Toker, “İnönü’nün Son Başbakanlığı/ 1961-1965” adlı kitabında şöyle yazdı:

-İsmet Paşa, müttefikliğin gereğini beklediğimiz ilk sorun/Kıbrıs’ta Amerika’nın böylesine cılk çıkacağını bilmiyordu.

-Amerika’nın davranma şeklinin kendisi için bir sürpriz bir hayal kırıklığı oluşturduğunu bizzat İsmet Paşa sonradan itiraf etmiştir…

Sonuçta:

İnönü, ABD’nin hep oyaladığını anladı.

Adada katliamlar devam ediyordu. İnönü, 25 Aralık 1963’te Türk uçaklarını Kıbrıs hava sahasına gönderip uyarı uçuşu yaptırdı. TBMM’den Türk Ordusu’nu sınır ötesinde kullanma yetkisi aldı.

O sıcak süreçte İnönü’ye 21 Şubat 1964’de suikast girişimi yapıldı.

İnönü Kıbrıs’ta taviz vermeme kararını sürdürdü.

-J.F. Kennedy suikastı sonucu – ABD Başkanı olan Johnson, 5 Haziran 1964’te İnönü’yü tehdit eden mektup gönderdi.

Dört gün sonra İnönü’nün tepkisi sert oldu:

“Yeni bir dünya kurulur Türkiye de orada yerini alır!”

İnönü telaşla 22 Haziran’da ABD’ye davet edildi. Metin Toker gezi sonucunda şunu yazdı:

“Johnson, İsmet Paşa’ya bir teşhis koydu: Amerika Türkiye’de İsmet Paşa’nın yerini alacak bir başbakan aramaya başladı.

Sonrası malum; İnönü iktidardan düşürüldü.
Kim Amerikancı, kim değil tarih mutlaka yazar!

https://www.sozcu.com.tr/2018/yazarlar/soner-yalcin/gercekler-olumsuzdur-2673338/

Johnson Mektubu’nun tam metni

ABD Başkanı Lyndon B. Johnson tarafından Türkiye Başbakanı İsmet İnönü’ye 5 Haziran 1964 tarihinde gönderilen mektup şöyle:

Sayın Bay Başkan,

Türkiye hükümetinin Kıbrıs’ın bir kısmım askeri kuvvetle işgal etmek üzere müdahalede bulunmaya karar vermeyi tasarladığı hakkında Büyükelçi Hare vasıtasıyla sizden ve Dışişleri Bakanınızdan aldığım haber beni ciddi şekilde endişeye sevk etmektedir. En dostane ve açık şekilde belirtmek isterim ki, geniş çapta neticeler doğurabilecek böyle bir hareketin Türkiye tarafından izlenmesini, hükümetinizin bizimle evvelden tam bir istişarede bulunmak hususundaki taahhüdü ile uyuşur saymıyorum. Büyükelçi Hare, görüşlerimi öğrenmek üzere kararınızı birkaç saat geciktirmiş olduğunuzu bana bildirdi.

Yıllar boyunca Türkiye’yi en sağlam şekilde desteklediğini ispat etmiş olan Amerika gibi bir müttefikin, bu şekilde neticeleri olan tek taraflı bir kararla karşı karşıya bırakılmasının hükümetiniz bakımından doğru olduğuna gerçekten inanıp inanmadığınızı size sorarım. Bundan ötürü böyle bir harekete girişmeden Önce, Birleşik Amerika Devletleriyle tam istişarede bulunmak mesuliyetini kabul etmenizi hassaten rica etmek mecburiyetindeyim.

1960 tarihli Garanti Antlaşması hükümleri gereğince, böyle bir müdahalenin caiz olduğu kanaatinde bulunduğunuz intibaındayım. Bununla beraber, Türkiye’nin düşündüğü müdahalesinin, Garanti Antlaşması tarafından açıkça yasaklanan bir çözüm olan taksimi gerçekleştirme amacına yönelmiş olacağı yolundaki anlayışımıza dikkatinizi çekmek zorundayım.

Ayrıca söz konusu antlaşma teminatçı devletler arasında istişareyi gerektirmektedir. Birleşik Amerika bu durumda bilcümle istişare “olanaklarının hiçbir şekilde tüketilmediği ve dolayısıyla tek taraflı harekete geçme hakkının henüz kullanılamayacağı inancındadır.

Diğer taraftan Baş Başkan, NATO vecibelerine de dikkatlerinizi çekmek mecburiyetindeyim. Kıbrıs’a vaki olacak Türk müdahalesinin Türk- Yunan kuvvetleri arasmda askeri bir çatışmaya götüreceği konusunda zihninizde en ufak bir tereddüt olmamalıdır. Dışişleri Bakanı Rusk, Lahey’da yapılan son NATO Bakanlar Kurulu toplantısında Türkiye ile Yunanistan arasında bir savaşın kelimenin tam anlamıyla düşünülemez olarak kabul etmesi gerektiğini söylemişti. NATO’ya iltihak esası icabı olarak, NATO memleketlerinin birbirleriyle savaşamayacaklarını benimsemek demektir. Almanya ve Fransa, NATO’da müttefik olmakla 100 yıllık husumet ve düşmanlıklarını gömmüşlerdir. Aynı şeyin Yunanistan ve Türkiye’den de beklenilmesi gerekir. Ayrıca Türkiye tarafından Kıbrıs’a yapılacak askeri bir müdahale Sovyetler Birliği’nin meseleye doğrudan doğruya karışmasına yol açabilir. NATO müttefiklerinizin, tam rıza ve muvafakati olmadan Türkiye’nin girişeceği bir hareket neticesinde, ortaya çıkacak bir Sovyet müdahalesine karşı Türkiye’yi savunmak mükellefiyetleri olup olmadığım, müzakere etmek fırsatım bulmamış olduklarım takdir buyuracağımız kanaatindeyim.

Diğer taraftan Bay Başkan, Bir Birleşmiş Milletler üyesi olarak Türkiye’nin vecibeleri dolayısıyla da endişe duymaktayım. Birleşmiş Milletler Ada’da barışı korumak için kuvvet temin etmiştir. Bu kuvvetin görevi zor olmuştur, fakat geçen son birkaç hafta zarfında Ada’daki şiddet hareketlerinin azaltılmasında tedrici bir şekilde başarılı olmuşlardır. Birleşmiş Milletler arabulucusu henüz işini bitirememiştir. Hiç şüphe yok ki, Birleşmiş Milletler üyelerimn çoğunluğu, Birleşmiş Milletler gayretlerini baltalayacak olan ve bu zor meseleye Birleşmiş Milletler tarafından makul ve barışçı bir çözüm bulunmasına yardım edebilecek herhangi bir ümidi yıkacak olan, Türkiye’nin tek taraflı hareketine en sen bir şekilde tepki gösterecektir.

Aynı zamanda Bay Başkan, askeri yardım alanında Türkiye ile Birleşik Devletler arasında mevcut iki taraflı anlaşmaya dikkatinizi çekmek isterim. Türkiye’yle aramızda mevcut temmuz 1947 tarihli anlaşmanın 14. maddesi mucibince, askeri yardımın veriliş amaçlarından gayri gayelerle kullanılmaması için, hükümetinizin Birleşik Devletlerin onayım alması gerekmektedir. Hükümetiniz bu şanı tamamen anlamış bulunduğunu muhtelif vesilelerle Birleşik Devletlere bildirmiştir. Mevcut şanlar altında Türkiye’nin Kıbrıs’a yapacağı bir müdahalede Amerika tarafından temin edilmiş olan askeri malzemenin kullanılmasına Birleşik Devletlerin muvafakat edemeyeceğini size bütün içtenliğimizle bildirmek isterim.

Düşünülen Türk hareketinin fiili neticelerine gelince, böyle bir hareketin Kıbrıs Adası üzerinde on binlerce Kıbrıslı Türk’ün öldürülmesine yol açabileceği keyfiyetine en dostane bir şekilde dikkatinizi çekmek mecburiyetini duyuyorum. Tarafınızdan böyle bir harekete girişilmesi kızgınlık doğuracak ve girişeceğiniz askeri hareketin himaye etmeye çalıştığımız kimselerin pek çoğunun toptan yok edilmesini önleyecek derecede etkisi olması olanaksızlaşacaktır. Birleşmiş Milletler kuvvetlerinin mevcudiyeti böyle bir faciayı önleyemeyecektir.

Sözlerimi pek fazla sert bulabilir ve bizim Kıbrıs meselesinde Türkiye’nin ilgisine karşı, ilgisiz olduğumuzu düşünebilirsiniz. Durumun böyle olmadığını size temin etmek isterim. Gerek açıkça gerek Özel olarak, Kıbrıslı Türklerin güvenliğini sağlamakta ve Kıbrıs meselesinin kesin çözümünün konuyla doğrudan doğruya ilgili tarafların rızasına dayanması hususu üzerinde ısrar etmekte gayret gösterdik. Amerika Birleşik Devletlerinin sizin lehinize yeter derecede faaliyet sarf etmediği hissini taşımanız mümkündür.

Fakat herhalde bilirsiniz ki politikamız Atina’da en sen biçimde kızgınlığa yol açmış (Bizim aleyhimizde orada nümayişler yapılmış) ve Amerika Birleşik Devletleriyle Başpiskopos Makarios arasında, esaslı bir uzaklaşma doğurmuştur. Daha birkaç hafta önce, yaptığımız görüşme sırasında, Dışişleri Bakanınıza da söylediğim gibi, Türkiye’yle olan ilişkilerimize çok büyük değer veriyoruz. Sizi kendisiyle temel olarak menfaatlerimiz olan büyük bir müttefik saymışızdır. Sizin güvenlik ve refahımız Amerikan halkı için ciddi bir ilgi konusu olagelmiş ve bu ilgimiz en pratik şekillerde ifadesini bulmuştur. Siz ve biz, komünist dünyasının ihtiraslarına karşı koymak üzere birlikte dövüştük. Bu dayamşmanm bizim için çok büyük bir anlamı vardır ve bunun hükümetiniz ve halkımız için de aynı derecede bir anlam taşıdığım ümit ederim. Kıbrıs’la ilgili olarak Türk toplumunu tehlikede bırakacak herhangi bir çözümü desteklemeyi düşünmüyoruz. Kesin bir çözüm yolu bulmaya muvaffak olamadık, zira bunun dünyadaki en karışık meselelerden biri olduğu açıklar. Fakat Türkiye ve Kıbrıslı Türklerin menfaati konusunda, ciddi şekilde ilgilendiğimizi ve ilgili kalacağımız hususunda sizi güvendirmek isterim.

Nihayet Bay Başkan, en ciddi meseleyi, Savaş mı, barış mı, meselesini öne sürmüş bulunuyorsunuz. Bu meseleler Türkiye ve Birleşik Amerika arasındaki iki taraflı ilişkilerin çok ötesine giden meselelerdir. Bunlar sadece Türkiye ve Yunanistan arasında bir savaşı kesin olarak doğurmakla kalmayacak, fakat Kıbrıs’a tek taraflı bir müdahalenin doğuracağı önceden kestirilemeyen neticeler nedeniyle daha geniş çapta çarpışmalara yol açabilecektir. Sizin, Türkiye hükümetinin Başbakanı olarak sorumluluklarınız var, benim de Birleşik Amerika Başkanı olarak sorumluluklarım mevcuttur. Bu sebeple en dostane şekilde size şunu bildirmek isterim ki, bizimle yeniden ve en geniş ölçüde danışmaksızın böyle bir harekete girişemeyeceğinize dair bana güvence verdiğiniz takdirde, meselenin gizli tutulması hususunda Büyükelçi Hare’den isteğinizi kabul etmeyecek ve NATO Konseyiyle, Birleşmiş Milletler Güvenlik Konseyi’nin acele toplantıya çağrılmasını istemek mecburiyetinde kalacağım.

Bu mesele hakkında sizinle şahsen görüşebilmemizin mümkün olmasını isterdim. Ne yazık ki mevcut Anayasa hükümlerimizin icabı dolayısıyla, Birleşik Amerika’dan ayrılamamaktayım.

Ayrıntılı görüşmeler için, siz buraya gelebilirseniz bunu memnuniyetle karşılarım. Genel barış ve Kıbrıs meselesinin sağduyu ve barış yoluyla çözümü hususlarında, sizinle benim çok ağır bir sorumluluk taşımakta olduğumuzu hissediyorum. Bu nedenle aramızda en geniş ve en içten danışmalar da bulununcaya kadar, sizin ve meslektaşlarınızın tasarladığınız her türlü karan geri bırakmanızı rica ederim.

Saygılarımla,
Lyndon B. Johnson

http://www.cumhuriyet.com.tr/haber/turkiye/708491/

This entry was posted in DIŞ POLİTİKA, KIBRIS, SİYASİ TARİH, SONER YALÇIN yazıları. Bookmark the permalink.

Leave a Reply

Your email address will not be published. Required fields are marked *