YÖNETİCİLERİMİZ ve BİZ

Erdal Akalın
14.12.2017

Yöneticilerimiz ve Biz !..

Montaigne, “ Bizi yöneten, dünyayı ellerinde tutan kimselerin bizim kadar akıllı olması yetmez.  Bizden çok üstün değillerse bizden aşağı da sayılırlar.  Çok şeyler vaat ettikleri için çok şeyler yapmak zorundadırlar”, diyor Denemeler adlı ünlü eserinde.

Son günler de ülkemizi yönetmek savı ile seçilmiş başımızdakileri izleyince, bu tanımın dışına taşılmış olduğunu düşünmekten öteye başka yorumumuz yoktur.  Amaçlarını ülkeye hizmet olarak değil de “ hasat toplamak “ üzerine kurgulamışlar mıdır diye mi sorarsınız; yoksa demokrasimizin “ akıl dişlerini” yerinden oynatmak sevdasına mı düşmüşlerdir?!.

Hele, ağzından “ toplumsal mutabakat” sözcüklerini eksik etmeyen ama kendi fikri dışındaki mutabakat eylemine tahammülü olmayan yöneticilerimize ne buyurulur.   Mutabakatı sadece oy çokluğu olarak anlayan ve bunu tahakküm şeklinde algılayan başımızdakiler, herhalde yazımızın ilk cümlesini bize sıkça anımsattıklarının farkına varamıyorlar!

Öncelikle mutabakat sözcüğünü yerine oturtmak ve baştakilere hatırlatmak gereklidir.  Mutabakat, karşı görüşteki kişilerin “ hiç olmazsa asgari müşterekte birleşmeleri“ anlamında kullanılması gereken bir sözcüktür.  Özellikle siyaset alanında her daim olması gereken bir bütünleşme ve normali makulde aramak noktasına işaret eder.

Oy çokluğunu ifade ederek, bunu mutabakat olarak sunmak ise olsa olsa dayatmacılıktır.  Siyasilerimizin anlayacağı söylemle tahakküm etmektir.  Bu yaklaşımın uzlaşı kültürü ile de ilgisi asla yoktur.

Sayın Tayyip Erdoğan’ın yaşam biçimini irdelemek bize asla düşmez ama çalışma stili ve yönetim anlayışı dikkate alınırsa halen uzlaşmacı bir yapıda görünmemektedir.  Muhtemelen kendi dünya görüşü ve ruhani yapısı biat kültürüne yakın olduğundan, birlikte çalıştığı her bireyden kendisine biat edilmesini beklemekte olduğu anlaşılmaktadır.  Bunun doğal sonucu olarak eleştirilere açık değildir ve hatta tahammülsüzdür.

2002 yılından bu yana kendisine yakıştırılan “ Kasımpaşalılık “ benzetmesinden hoşlandığı ve bu kimliği politika yaşamında gerek yurtiçi ve de gerekse yurtdışı söylemlerine yansıttığını izlemekteyiz.  Beden dilini sertçe kullanması ve ciğerden fırlayan nağmeler şeklinde ses tonunu tercih etmesi kanımca temsil ettiği makamın tabiatına ters düşmektedir.  Bir de, çoğu zaman kontrol edemediği sinirlilik halini eklersek, Sayın Tayyib Erdoğan’ın siyasi portresini bir şekilde yeniden gözden geçirmesi gerekmektedir sonucuna varabiliriz.

Bu arada çok önemli bir nokta da, seçilmiş olmak ve atanmış olmak üzerinde yoğunlaşan karmaşadır.  Atanmış kişiler olarak kabul edilenler devletin bürokrat kadrosudur.  Seçilmişlerin kendi yorumlarına göre bu kişilerin kıymet-i harbiyesi de yoktur.  Önemli olan sandıktan çıkanlar, yani seçilmişlerdir.  Hâlbuki devletin bürokrat kadrosunun devletimizin gerçek hafızası olduğu gerçeğinin kabul edilerek önemsenmesi gerekmektedir.  Örneğin; yılların öğretim, eğitim ve deneyim süzgecinden geçirilmiş dış işleri bürokratları, kendilerine ‘monşer’ denerek küçümsenmekte ve hatta yok sayılabilmektedirler.  Buna bağlı olarak önemli yanlışlar yapılabildiğini de üzüntü ile izliyoruz.

Benzeri ve hatta daha önemli bir sorunumuz yargı sistemi üzerine kurulan tahakkümdür.  Yargının savcısı da yargıcı da nerede ise seçilmişlerin dudakları haline getirilmiştir.   Yargı, devletin ana unsurudur ve üzerinde oynanmaması zorunluluktur.

Benzeri yanlışlar askerler üzerinde de yapılmış ve sonunda da olanlar olmuştur.  Hataları düzeltmek ise muhtemelen birkaç kuşak zamana gereksinim duyacaktır.

En ağır darbenin ise ‘ötekiler’ yorumu ile yapılmakta olduğunu esefle izliyoruz.  Toplum ayrıştırılmış ve kelimenin tam anlamı ile millet bütünlüğü zedelenmiştir.

Son haftalar içerisinde Sayın Başbakan başta olmak üzere, tüm siyasilerimizin bizden daha akıllı ve bizlerden daha uzlaşmacı olduğunu görebilmek ihtiyacımız artmaktadır.   Hele Sayın Erdoğan’ın medya başta olmak üzere muhalif gördüklerine karşı tepkileri bilinmelidir ki, halkımızı ve ne taraftan olursa olsun taban kitlelerini germektedir.  Bir noktadan sonra bu gerilme büyük bir kargaşaya neden olabilir!  Başımızdakilerin böyle bir haklarının olmadığı hatırlamaları için zaman bitmiştir.  Unutulmaması gereken tarihi ders “ rüzgar ekenlerin fırtına biçmek “  zorunda kaldıkları yakın geçmişimizdir !..

Kıssadan hisse:   Bu bölümü merhum Cahit Sıtkı Tarancı’ya bırakıyorum;

“Memleket isterim / Ne başta dert / Ne gönülde hasret olsun / Kardeş kavgasına / Bir nihayet olsun!”

This entry was posted in AKIL FİKİR YAZILARI, Politika ve Gundem. Bookmark the permalink.

Leave a Reply

Your email address will not be published. Required fields are marked *