Diktatörlük Nedir? Kime Diktatör Denir?
Tarihte her milletin bazı dönüm noktaları vardır. Bu dönüm noktası olaylardan bazıları, yaşanıldığı dönemde çok büyük olaylar gibi gözükmese de yıllar sonra sonuçlarına bakıldığında tarih açısından değeri net şekilde görülür.
Bu yanılgı en çok diktatörlerin yönetiminde görülür. Bu güne kadar hiçbir diktatör kendisine ‘’Ben diktatörüm’’ dememiştir. Tam aksine tüm diktatörler, diktatör olduklarını reddederler.
Onlara göre kendileri halkın sevdiği kişilerdir ve hiçbir diktatör, yönetimi ele geçirdiğinde ‘’Ben darbe yaptım’’ diye açıklamamıştır. Çünkü diktatörlük rejimi açıkça ilan edilmez. Yaşanarak öğrenilir. Öğrendikçe nasıl bir çukurun içine düştüğünüzü anlarsınız. Ancak iş işten çoktan geçmiş olur.
Diktatörlük rejimleri, insan haklarının askıya alındığı, hukukun değil bir kişinin keyfi yönetiminin olduğu rejimlerdir.Bir diktatörün ülkesinde hukuk değil diktatörün kuralları geçerlidir ve bu kuralların hepsi diktatörü halka karşı koruyan kanunlardır. Yani her diktatör, halkın kendisini çok sevdiğini iddia etse de gerçekte halkın bir gün uyanıp kendisine karşı ayaklanmasından korkarlar.
Bu nedenle halkın gerçekleri göreceği gün gelmeden önce kendilerini olası bir halk isyanından korumak için halkı sindirebildikleri kadar sindirmeye çalışırlar. Baskıyla, şiddetle, korkuyla halk üzerinde tahakküm kurarak iktidarlarını sağlamlaştırmaya çalışırlar. Bu nedenle tüm diktatörleri yaratan halkın korkaklığıdır.
Diktatörlük konusunda toplumun yanlış bir algısı var. Bu yanlış algının bir nedeni cehalet, diğer nedeni ise diktatörlüğün doğru şekilde anlaşılmaması için yaratılan yanlış algıdır. Bir kişinin iktidara geliş yöntemi onun diktatör ya da demokrat olduğunun kriteri değildir. Halk üzerinde sürekli diktatörlük, askeri darbeyle eş tutulmaktadır.
Bu sapkın toplum psikolojisi, diktatörün şahsının devlet ile bütünleşmesine neden olur. Zaman içinde diktatörden nefret edenler bile devlete bağlılığın, diktatöre bağlılık olduğunu kanıksar. Devletin diktatörün şahsında vücut bulduğunu, o olmazsa devletin yıkılacağına kendisini inandırır.
Eric Fromm bu psikolojiyi Nazileri örnek göstererek şöyle açıklamaktadır:
“Öyle gözüküyor ki ortalama bir insan için hiçbir şey, daha büyük bir grupla özdeşleşmemiş olma duygusuna katlanmaktan daha zor değildir. Alman vatandaşlarının NE kadarı Nazizm ilkelerine karşı olursa olsun, eğer yalnız kalma ve Almanya’ya ait olma duygusu arasında bir seçim yapmak zorunda kalırlarsa, insanların çoğu sonuncuyu seçecektir. Birçok durumda, Nazi olmayan insanların bile Nazizmi yabancıların eleştirilerine karşı savundukları gözlenebilir, çünkü Nazilere yönelik bir saldırıyı Almanya’ya yönelik bir saldırı gibi hissederler. Yalıtım korkusu ve ahlak ilkelerinin göreceli zayıflığı, bir parti, devletin gücünü bir kez ele geçirdikten sonra o partinin halkın büyük bir kesiminin bağlılığını kazanmasına yardım eder.”( Eric Fromm ‘Özgürlükten Kaçış’, Çev. Selçuk Budak, Payel Yayınlan, İstanbul, 1993 s.200)
Devletin varlığının diktatörün şahsıyla bütünleşmesi bir kez kanıksandığı zaman o halk için felaketin başlangıcıdır. Diktatöre muhalif olanlar bile, eğer ülkenin başındaki diktatör olmazsa devletin yıkılacağına kendisini inandırırsa ve yabancılara karşı diktatörüne sahip çıkmaya başlarsa o milletin uyanması için toplumsal felaketten başka bir yol yoktur
Ne kadar güçlü olursa olsun, isterse halk önünde secde etsin tüm diktatörler, milletine felaket yaşatarak yıkılırlar. Bu yıkım devlet ve millet için çok şiddetli olsa da eğer ders çıkarılırsa demokratik bir rejimin sağlam temeller üstüne oturtulmasına da neden olabilir.
İşte bu yüzden her millet, günün birinde bir diktatör tarafından yönetilmek istemiyorsa cesur olmalı ve kendisini yönetecek olan yöneticileri aklını kullanarak seçmelidir. Bu da ancak aydınlanmış bir toplumla mümkündür. Aydınlanmasını gerçekleştirmeyen milletlerde sandık sadece bir tiyatrodur ve bu tiyatro sahnesinde her zaman halkı kandıran demagoglar başrolde oynar. Bir gün ise bu demagogların içinden bir diktatör çıkması kaçınılmazdır.