CUMHURİYETİ İLAN EDEN KANUNU ATATÜRK SÖYLEDİ BEN YAZDIM.

CUMHURİYETİ BİZ KURDUK ONU YÜCELTECEK SİZSİNİZ
—–MUSTAFA KEMAL ATATÜRK


CUMHURİYETİ İLAN EDEN KANUNU ATATÜRK SÖYLEDİ BEN YAZDIM.

Cumhuriyetin ilanı büyük bir rejim değişikliğidir. Milli Kurtuluş Savaşımızı büyük bir zaferle bitirdiğimiz zaman eski rejimin taraftarları mutlaka vardı ve bunlar karşı çaba sarfetmişlerdir. Cumhuriyet’in imparatorluk idaresinden esaslı farkı yalnız memleketin idare şeklinde değildir. Devletin başkentinin de Ankara’ya gelmesidir. Onun için Ankara’nın başkent olmaktan çıkarılması İstanbul hükümetleri için bir ümit olarak beslenmiştir. Bu ümidin tahakkuk etmemesi karşı çaba teşebbüslerini çok kırmıştır.
Bizim Cumhuriyetimiz esaslı bir noktada daha başka Cumhuriyet ilanlarından ayrılır. Diğer memleketlerde Cumhuriyet ilanlarının ilk Heyecan fırtınası geçtikten sonra, kısa bir zaman içinde restorasyonlar Cumhuriyetten evvelki rejimin iadesi teşebbüsleri takip etmiştir. Hiçbir ciddi Tesirli restorasyon teşebbüsü, tasavvuru veya hazırlığı karşısında bulunmadık. Bu bakımdan Cumhuriyet sağlam bir temele oturmuş demektir.
Biz 28 Ekim 1923 akşamı Çankaya’da Atatürk’ün yanında ufak bir toplantı halinde bulunduğumuz bir zaman da Cumhuriyet fikri olgun haldeydi. İmparatorluk iadesinin başkent İstanbul’un Kurtuluş Savaşımız karşısındaki tutumu, düşmanla işbirliği onun devamını düşünülür halden çıkarmıştı. O akşam Atatürk Cumhuriyet ilan olunacağını bildirdikten sonra herkes ayrıldı. Cumhuriyet Lozan antlaşmasının başarıyla imzasından sonra, genel olarak Zihinlerde oluşmuş haldeydi. Cumhuriyetin aleyhinde bulunanlar bile bunu Açıktan söyleyemiyorlardı.
“ Büyük Millet Meclisi Hükümeti “ şeklinin devamını kurtarmaya çalışıyorlardı.Tek ümitleri buydu. Atatürk bunu önlemek için kesin karar vermişti. Fethi bey krizi hükümet buhranı oldu ve Fethi bey, hükümet teşkil edemedi. Ciddi bir sıkıntı doğdu. Herkes bir an evvel bir hal çaresi bulunmasını istiyordu. Bu bakımdan Çankaya’daki o toplantıda Cumhuriyet’in lüzumu hususunda bir tartışma bahis konusu değildi. Onun için Atatürk, ertesi gün Cumhuriyet ilan olunacağını söylediği zaman orada bulunan arkadaşların zaten bildikleri, yürekten inandıkları, gerçekleştirilmesine çalışacakları bir konuyu söylüyordu.
Onları kısaca selamladıktan sonra biz bize kaldık. Bir masanın başına geçtik. Geç vakitlere kadar çalıştık. Ertesi gün çıkarılacak kanunu yazdık. O’ söyledi ben yazdım.
Atatürk bu kanunu ertesi gün nasıl çıkaracaktı? Kesin kararlıydı. Mutlaka çıkaracaktı. Sonuçtan kuşkusu yoktu. Belirttiğim gibi, Cumhuriyet esasen genel vicdanda olgun bir hale gelmişti. Yalnız usul oyunlarıyla Büyük Millet Meclisi Hükümeti vaziyetinin sürüklenmesine
umut bağlayanlar vardı. Bu da, oyunla olabilirdi. Bu oyunu önlemek lazımdı. Atatürk’ün kuşkusu bundan ibaretti. Kanunu yazdıktan sonra ertesi gün olacak safhayı bir iki kelimeyle aramızda gözden geçirdik ve müzakereyi bekledik.
Müzakere kabul edilmiş bir emr-i vaki’in kanunla kararlaştırılması şeklinde geçti. Atatürk yeni hükümeti kurma görevini bana verdi. Küçük bir fasılayla, Cumhuriyet’in o ilk yılları Başbakan olarak çalıştım.
Ben Başbakan olduğum zaman Lozan anlaşmasının en iyi benim bildiğim içyüzü ve bütün tesirleri üzerimde tazeydi. Onun tesiri altındaydım. Bize para vermeyeceklerdi. Dışarıdan istikrar diye bir muamele yapamayacaktık. Harap bir vatan devralıyorduk. Bu vatan kalkınma ve imar bekliyordu.
İstiklal mücadelesi aslında İngilizlere ve İngiliz tertiplerine karşı yapılmıştır. İstiklal mücadelesinin başarısı da esasında İngilizlerin barışa karar vermesi ve diğer müttefiklerini bunu kabule mecbur etmesiyle olmuştur. Harbi onlarla yaptık ve sulhu onlar kararı verdikten sonra sağladık. Diğer devletler kapitülasyonlar gibi, duyunu umumiye gibi Türkiye’yi sömürme bahsinde, İngilizlere güvenerek, onları perde yaparak, daha çok ısrarlı, hırslı ve inatçıydılar. Toprak alma bahsinde ne kadar yumuşaksalar imtiyazların devamı konusunda o kadar katıydılar.
Fakat İngiltere’nin harbe, askeri savaşa devam imkanları yoktu. Bir defa iç politikaları itibariyle yoktu. Ondan sonra dominyonlarında aleyhte bir hava esiyordu. “ Bu Türkler nihayetinde ne istiyorlar? Bağımsız yaşamayı…” deniyordu. Tekrar başlatılacak askeri harekatın başarı şansı ne olacaktı, o da belli değildi. İngiltere Türkiye’yi dize başka yollarla da getirebileceği inancı içinde barıştan yana vaziyet aldı. Başbakan olunca bunu ve İngiliz başdelegesi Lord Curzon ile yaptığım bir görüşmeyi aklımdan hiç çıkarmadım.
Lord Curzon Amerikan delegesinin de bulunduğu konuşmamızda şöyle dedi:
“ Lozan’dan hiç memnun ayrılmıyoruz. Bir dediğimizi yaptıramadık. Her şeye itiraz ettin. Harap bir memleket alıyorsunuz. Bunu imar etmeyecek misiniz? Neyle yapacaksınız? Geleceksiniz, para isteyeceksiniz. Diz çökeceksiniz. Ben şimdi, bütün taleplerimi cebime koyuyorum. Geldiğin zaman bunları tekrar tekrar cebimden çıkaracağım ve sana vereceğim.”
Ben şu cevabı verdim :
“ Bizim burada istediğimiz, takip ettiğimiz müstakil bir devlet olarak, medeni bir toplum olarak yaşama şartlarımızı sağlamaktır.. Bunu temin edelim, barış olsun, ondan sonra sana gelirsem, sen de cebindekileri çıkartıp bana vermeyi sakın ihmal etme.”
İSMET İNÖNÜ

Davut Arslantürk’e teşekkürler
This entry was posted in ATATURK, CUMHURİYET - DEMOKRASİ - ÇAĞDAŞLIK, DEMOKRASİ-ÖZGÜRLÜK, DEVRİM VE KARŞI DEVRİMLER. Bookmark the permalink.

Leave a Reply

Your email address will not be published. Required fields are marked *