Ya düşman içerideyse? Ya içeriden biri aileyi, halkı, ülkeyi sevmiyorsa?

Mine Söğüt / 12.Nisan.2019
minesogut@gmail.com

İçimizdeki düşman içimizdeki şeytan


Ya düşman içerideyse?
Ya içeriden biri aileyi, halkı, ülkeyi sevmiyorsa?

İnsanların ve devletlerin -neye yaradığı çok tartışmalı- sınırları vardır.
O neye yaradığı tartışmalı sınırlar aslen içeriyi dışarıdan ayırmak için çizilir. Başkasının, yabancının, düşmanın, tehdidin içeriye girmesini engellemek için, içeriyi güvenli kılmak için.

Pozitif bir önyargıyla içerisi tehlikesiz sanılır,
ve negatif bir yargıyla tehlikeli olan hep dışarısıdır.

Atakların hep sınırların ötesinden sınırlara doğru yapıldığı düşünülür. Saldırı normal şartlarda “dışarıdan” gelen bir şeydir. Refleksler, insanda da devlette de içeriyi dışarıdan korumak için gelişir.

Düşman dışarıda kalır, düşman dışarıdan gelir, düşman dışarıdadır. Sınırların gerekliliğine, içerisinin güvenliğine ve birliğine inanan iyimser ve şuursuz iradeler dışarıdan gelecek saldırılara hazırlıklıdır. Dış düşmana birlik olup direnebilirsiniz, dış düşmanla savaşabilirsiniz;

neticede dış düşmanı yenebilir ya da dış düşmana yenilebilirsiniz. Ama düşman içerideyse… İşte o zaman aile, halk, devlet… hem düşmanı fark etmekte gecikir hem de onunla nasıl savaşacağını kavramakta zorlanır. Bir de, aile de halk da devlet de içindeki düşmanı yense bile yenilir, fena yenilir, defalarca her yönden yenilir.

Kendisini dışarıdan korumak için içine, dışına, ülkesine sınırlar çeken insan kendisini içeriden de koruması gerektiğini çok zor, çok geç ve çok isteksiz öğrenir;

İçindeki düşmanla içindeki şeytanın aynı kişi olduğunu fark ettiğinde çoğu kez iş işten geçmiştir. Şu anda bu ülke bunu öğreniyor. Daha önce defalarca öğrendiği gibi. Ama bu kez “iç düşman” fazla içeride, ülkenin tam kalbinde.

Ülke kendi meclisi tarafından tehdit ediliyor… Ülke kendi hukuku
tarafından tehdit ediyor… Ülke kendi basını tarafından tehdit ediliyor.

Bundan önceki seçim sonuçlarına duyulan güvensizliği, kendisi kazandığı sürece “sistem sağlam, hile imkânsız” diyerek başından savuşturan ve tüm sandıkların başını bizzat tutuğu halde bu kez sandıktan muhalefet zaferle çıkınca, bizzat çamura yatarak ülkenin hukukunu ve kurumlarını bu seçim sonucunu boşa çıkarmak için seferber eden bir iktidar zihniyeti bu ülkeye düşman ve şeytan değildir de nedir? Bugün bu sınırların içine…

Kızının şüpheli ölümü araştırılsın, cinayet olasılıkları değerlendirilsin, katiller korunmasın diye çığlık çığlığa haykıran bir baba herkesin gözü önünde akıl hastanesine yatırılıyorsa…

KHK ile işinden atılmış insanlar resmen belediye başkan adayı olabiliyor ama seçimi kazanınca belediye başkanı olmaları KHK’li oldukları bahanesiyle engelleniyorsa…

Siyasi sebeplerle tekrar hapse girme korkusu olan pırıl pırıl bir üniversite öğrencisi yasadışı yollarla ülkeden kaçmaya çalışırken denizde boğularak ölüyorsa…

İktidar partisi ve cumhurbaşkanı bir olup seçimi resmen kazanan muhalif adayları belediye başkanı yapmamak için hukuku hiçe sayıp her yolu deniyorsa…

Ve insanlar hukuka güvenemeyeceği kaygısıyla yaşıyor… ya da ölüyorsa…
İçerideki sınırları ihlal eden ve ülkeye bizzat düşmanlık besleyen şeytani bir iktidarla başımız fena dertte demektir.

İşte bu “ahval ve şerait” içinde, ne diploması ne de tarafsızlığı hukuken bir türlü sorgulanamayan bir cumhurbaşkanının ne anlama geldiğini bir daha düşünün.

http://www.cumhuriyet.com.tr/koseyazisi/1341729/

This entry was posted in Politika ve Gundem, YOLSUZLUKLAR, YOZLAŞMA - AHLAKSIZLIK. Bookmark the permalink.

Leave a Reply

Your email address will not be published. Required fields are marked *