Arşivden gündeme Doğan Kuban yazısı * Kim Kimle, Ne Neyle Çatışıyor? * İletişimsiz çağların insanları bilgisizlik mutlusuydular. Şimdilerde insanlar ‘desinformation’ mutsuzu oldular. Herkesin elinin başkasının cebinde olduğu ve parmakları silahlarının tetiğinde olan devletlerin ve çetelerin yaşadığı bir dünyada yaşıyoruz.

Doğan Kuban

Kim Kimle, Ne Neyle Çatışıyor?

Bir aydın yazarımız, Türkiye’nin dünyadaki konumu ve ilişkileri ile ilgili bir soruyu, Türkiye’nin temel sorunlarının kendi içinde olduğunu söyleyerek yanıtlamış. Oysa dış dünyasız Türkiye’de kuş uçmuyor. Kuşkusuz her ülkenin temel sorunlarının kendinden kaynaklanan nedenleri var. Fakat dışarıdan neredeyse paketlenmişe benzer bir ülkede bu tavır zor savunulur.

Türkiye’nin dış dünyada kimsenin önem vermediği bir statüsü var. Ödemekte zorlandığı borcu var, açlık tehlikesi, enerji sıkıntısı var. Artık okullarda örgütlenen cehaleti ve bu sıkıntıları bizden iyi bilenlerle birlikte saz çalan anti-aydınları var. Bunlar bizim gerçek sorunlarımızdır.

Ekonomide, düşüncede, ideolojik tavırlarda, politikada olan mücadelelerin dış bileşenleri çok daha ağır basıyor. Ortadoğu, Birinci Dünya Savaşı’ndan bu yana dış müdahalelerin paradigmatik vatanı. Halkı aldatmamak için dış bileşenlerin boyutunu doğru tanımlamak uygar bir aydın sorumluluğudur. Kaldı ki dış dünyanın uydurma övgülerini muska gibi taşıyan bir toplumda yaşıyoruz.

Türkiye’de kimilerinin, ülke sorunları bağlamında klişeleşmiş yanıtlarına yabancı değiliz. Bunların en büyük uğraşları yakın tarihi didiklemek. Bunun bile ülke dışını da yakından ilgilendirdiğini, paralel düşünceleri yabancı dergi ve gazetelerde faz farkı ile okuduğumuz zaman anlıyoruz.

İletişimsiz çağların insanları bilgisizlik mutlusuydular. Şimdilerde insanlar ‘desinformation’ mutsuzu oldular. Herkesin elinin başkasının cebinde olduğu ve parmakları silahlarının tetiğinde olan devletlerin ve çetelerin yaşadığı bir dünyada yaşıyoruz.

DÜNYANIN TABLOSU AÇIK

Bir tarafta sömüren zorba güçlüler var, öte yanda dayak yiyen ve sömürülen güçsüzler. Irak’ta Amerikalı güçlü, Iraklı güçsüz; Çeçenya’da Rus güçlü, Çeçen güçsüz; Çin’de Çinli güçlü Uygur ve Tibetli güçsüz. Geri kalmış her ülkede iktidar güçlü ve zorba, muhalefet güçsüz. Bu koşullarda halkların dış bağımlılıklarının ayırdına varmaları sömürülmemeleri için zorunludur. Ama her ülkede sömürü ulakları var.

Bu çerçevede uygarlıklar çatışması, yabancı zorbaların uydurduğu bir yalandır. Kaldı ki insanlar Batı uygarlığı denilen şeyi anlamadıkları için, sempati beslemeseler bile, kapitalizm de dahil, dışarıdan gelen her şeye, hele markalara hayranlar. Tüketmek için birbirlerini yiyorlar.

Dünyanın egemen güçlerinin uygarlıklar savaşı dediği savaş aslında politik ve ekonomik sömürge savaşıdır. Halklar, bilinçli ya da bilinçsiz, sömürüye karşı savaşıyorlar. Fakat her ülkede yabancı sömürünün el ulakları var. Fakir ve cahil uluslar günlük yaşamlarında nedenini anlamadan çektikleri sıkıntılara karşı yaptıkları mücadele ve savaşları uluslararası bir sömürü ağına karşı verdiklerini yeterince bilinçlendiremiyorlar.

Çatışmanın bir yanında her zaman Avrupa ve Amerika var. Burada Hıristiyan dünya görüşü egemendir. Öte yanında Müslümanlar ve Asya’nın monoteist olmayan üç milyar halkı var. Bu çatışmaların içinde Türkiye dahil bazı Müslüman ülkeler Amerika ve AB’nin yanındadır. Ne var ki uygarlık çatışması bazı aklıevvellerin söylediği gibi Türkler arasında değildir.

LAİKLİK, İSLAM VE UYGARLIK

Uygarlık mertebesinde Halk Partili ile AKP arasında bir derece farkı yok. Laik ve Müslüman Türkler arasında uygarlık çatışması da bir saptırmadır. Türkiye’deki iktidar kavgasına bu adı veren Amerikalılardır. Kavramın isim babası da bir Amerikalı profesördür.

Bu kavram 1980’den sonra darbe yapan generallerle Özalcıların ortaklığı zamanında yerleşmiştir. Yani otuz yıllık bir tarihi var. O zamandan bu yana Türkiye’deki her olay Batılıların gölgesinde oluyor. Avrupa Birliği’nin ya da Amerikan büyükelçisinin sömürge valisi gibi davranması 1980’den önce söz konusu değildi.

Türkiye’yi 1950’den bu yana kapitalist iktidarlar idare ediyor. İkide bir ordunun işlere karıştığını söyleyenler, ordu ile ilişkilerini gençliklerini yaşadıkları 1980’den sonra Özal ortağı generaller zamanında kurdular. Acı çektilerse o zaman çektiler. Onlar Evren Paşa’nın gazileridir.

Türkiye’de laik devlet denilen şey de, yakaya katılan bir rozetten ibarettir. Ülkede Menderes’ten bu yana yüz bin cami yapıldı. Dindar olmanın laikliğe aykırı olmadığını aptallardan başka herkes biliyor. Fakat curcuna devam ediyor. İtalya’da devletin dini yoktur, ama Papalığa, Katolik kilisesine bir şey olduğu yok. Amerikalı Obama’yı başkan seçti ama istatistiklere göre %85 Amerikalı laikliği tutmuyor. Sadece Amerikan anayasası dinin devlet işlerine karışmasını engelliyor.

David Hume “Biz ancak yeni deneylerden kaynaklanan özgün kavramlar kullandığımız zaman doğru düşünürüz” diyordu. Hume kavramsal konuşan ya da yazanların çoğu kez, deneye dayanmadıkları için, iç boş şeyler söylediklerini vurgular. Bu gözlem bizim aydınlarımıza çok uygun. Türkiye boş kavram söylemcilerinin panayırıdır. Bu kavramları ayıramayan cahiller ve aptallar, ne yazık ki reklam nitelikli bu çapraşık ve boş söylemlerin kurbanlarıdır.

BÜTÜN SORUNLARIMIZ BAĞIMLI

Yineleyelim ve unutmayalım: Türkiye’nin dünyadan bağımsız hiçbir sorunu kalmamıştır. Ekonomisi IMF ve Dünya Bankası’na bağlı. Enerji için dışarıya bağımlı. Serumla yaşayan bir hastayı anımsatıyor. Petrol ve gaz hatları kesilirlerse kent yaşamının kararması için bir hafta yeterli. Bunu sayın devlet büyüklerimizden öğrendik.

Türkiye karnını doyurmak için ithalat yapmak zorunda. Türkiye dış borcunu ödemek için yıllık gelirin yarısın borç faizine yatırıyor. Bu ‘borç yiğidin kamçısı’ atasözüne uyuyor. Bugün liberalizm gösterisi olmalı! Türkiye’nin Ermenistan, Kürdistan, Kıbrıs sorunları var. Türkiye’nin yabancı uyruklu bakanları var. Hocaları Amerika’da yaşayan güçlü bir cemaat var. Almancıların sorunları ise evlere şenlik. Bunları sayarken Türkiye’ye özgü ne var diye sorunca, kimilerin aklına ordu geliyor olmalı.

Bu ilişkilere duyarsız olanlar ya da görmezden gelenler ülke ile ilgili hiçbir doğru görüşe sahip olamazlar. Yakın gelecek için dinci-laik kavgasına mı, yoksa bilimsel düşünceye dayalı enerji üretimine mi yan çıkacaklar?

Uluslararası iplere gerilmiş bu ülkede yaşadığımızı düşündüğüm için Batı’dan bağımsız cehalet ve fakirlikten başka neyimiz olduğuna karar veremiyorum. ‘Ulusal onurumuz’ diyeceğim ama kimileri bu ulusal sözcüğüne de fena tutuluyor.

Yine de nereye koyacaklarını bilemedikleri şu demokrasi gereği, halk doğruları bilmelidir: Türkiye’nin dış dünyada kimsenin önem vermediği bir statüsü var. Ödemekte zorlandığı borcu var, açlık tehlikesi, enerji sıkıntısı var. Artık okullarda örgütlenen cehaleti ve bu sıkıntıları bizden iyi bilenlerle birlikte saz çalan anti-aydınları var. Bunlar bizim gerçek sorunlarımızdır. Türkiye’nin en büyük derdi yakın geçmişin çöplüğünden konu derleyip, önümüzdeki çukuru göstermemeye çalışanlardır. Bunlara Ziya Paşa ‘acemi müneccimler’ derdi.

Türkiye’nin iyi beslenen ‘desinformation’ ortamı bir aydın tipi yetiştirdi. Bunlara, anti-madde gibi anti-aydın denebilir. Görevleri öteki aydınları horlamak, söylediklerini saptırmak ve toplumun ilgisini ölümcül sorunlardan uzaklaştırmaktır.

This entry was posted in AKIL FİKİR YAZILARI, ARŞİV SANDIĞI. Bookmark the permalink.

Leave a Reply

Your email address will not be published. Required fields are marked *