KÖY ENSTİTÜLERİNİN TOPRAĞINDAN DOĞAN AYDINLANMA SAVAŞÇISI VE EDEBİYATÇI TALİP APAYDIN’I KAYBETTİK … UĞURLAR OLSUN *** Alın Teriyle Yazılan Destan * KÖY ENSTİTÜLERİ * Talip Apaydın’dan bir anı * KÖY ENSTİTÜLERİNİN KAPATILMASI

KÖY ENSTİTÜLERİNİN TOPRAĞINDAN DOĞAN AYDINLANMA SAVAŞÇISI
VE EDEBİYATÇI TALİP APAYDIN’I KAYBETTİK … UĞURLAR OLSUN.
..

Anadolu’nun bozkır toprağınla harmanlanan , çamurunla yoğrulan , sıcaktan kuruyarak çatlayan topraklarda aydınlanma destanına harç ve su taşıyan , Köy enstitülü , öğretmen , eğitimci , şair , yazar Talip Apaydın’ı da ışıklara uğurladık .Savaş yıllarında yokluk ve yoksulluk yaşanırken Atatürk’ün güçlü ve aydınlık Türkiyesinin temeline tuğla koyanlardan birisi oldu Talip Apaydın.

Aydınlanma savaşçıları beyaz taylara binerek gelmişlerdi.
Beyaz atlarına binerek bir bir gidiyorlar.

Saygı ve sevgiyle
uğurlar olsun Apaydın…

Talip Apaydın’ı sonsuzluğa uğurlarken seneler önce paylaşıma sunduğum Talip APAYDIN tarafından yazılarak 1967 yılında yayınlanan ”Karanlığın Kuvveti” kitabında yer alan “Bayramlarda çalışırız bayramlar için” isimli anısını yine bir kurban bayramı arifesinde paylaşmıştım.Bu kez de değerli Talip Apaydın’ın yaşamla vedalaşması yine kurban bayramı öncesine geldi.

Bu nedenle Apaydın’ın yaşamını ve de aynı öykü anıyı sizlerle tekrar paylaşıyor ve Köy enstitülerinin işlevini anlatmak yönünden “Alın teriyle yazılan destan” ve “Köy enstitülerinin kapatılması ” konusunu da takrar anımsatmayı yararlı gördüm.

Naci Kaptan
30 Eylül 2014

***

Susuzluk

Bozkırlar ortasında
Kurudu dudaklarım
Çağırmayın gelemem
Bir tas su uzatın
Çabuk olun biraz
Beni kurtarın

Talip Apaydın

Türkiye’nin toplumcu yazarlarından Talip Apaydın (d. 1926, Ankara Polatlı- ö. 27 Eylül 2014),

Hikâye ve roman yazarı, şâir. Polatlı’ya bağlı Ömerler Köyü’nde doğdu. İlk eğitimini Beypazarı’nda yaptı. Daha sonra Çifteler Köy Enstitüsü (1943) ve Gazi Eğitim Enstitüsü Müzik Bölümü’nü bitirdi. Çeşitli okullarda öğretmenlik yaptı.

İlk şiir ve hikâyelerini Köy Enstitüleri Dergisi’nde yayınladı (1945-1946). 1948-1950 yılları arasında Yücel, Varlık, Edebiyat Dünyası, Fikirler, İmece, Yeni Ufuklar vs. gibi dergilerde çıkan hikâyelerinden sonra romancılığa başladı.

Köy Edebiyatı akımının temsilcileri arasında yeraldı. İlk romanı Sarı Traktör ile tarımda makineleşme konusuna bir umut olarak yaklaştı. Yarbükü’nde ise köylüler arasında toprak ve su paylaşımı ile ilgili çekişmelerin olduğu zorlu yaşam koşullarını anlattı. Öykü ve romanlarında doğa betimlemeleri ve insan ilişkilerini tüm doğallığı ile yansıttı. Anı, oyun, çocuk edebiyatı türlerinde de eserler verdi.

Eserlerinde Yaşar Kemâl, Kemâl Tahir ve Orhan Kemâl’in etkisi görülür.

27 Eylül 2014 tarihinde vefat etmiştir.


Okula böyle geldiler

Talip Apaydın Eserleri

Şiir
Susuzluk (1956).

Hikâye
Ateş Düşünce (1967),
öte Yandaki Cennet (1972),
Koca Taş (1974),
0 Güzel İnsanlar (Çocuklar için hikâyeler, 1978),
Yolun Kıyısındaki Adam (1979),
Duvar Yazılan (1981),
Kökten Ankaralı (1981),
Yangın (Çocuklar için, 1981).

Roman
Sarı Traktör (1958),
Yarbükü (1959),
Emmioğlu (1961),
Ortakçılar (1964, 1974),
Ferhat ile Şirin (Halk için roman, 1965),
Toprağa Basınca (Çocuklar İçin, 1966),
Define (1972),
Yol Duvar (1973),
Toz Duman İçinde (1974),
Tütün Yorgunu (1975),
Kente İndi İdris (1981),
Vatan Dediler (1981).

Hâtırat
Bozkırdaki Günler (1952),
Karanlığın Kuvveti (1967).

Tiyatro
Bir Yol (1966).

Radyo oyunu
Yapılar Yapılırken,
Otobüs Yarışı (Basılmadı).

Ödülleri
Tütün Yorgunu 1976 Madaralı Roman Ödülü
Köylüler 1992 Orhan Kemal Roman Armağanı
Yapılar Yapılırken ve Otobüs Yarışı 1975 TRT Yayınlanmamış Radyo Oyunları Sanat Ödüller
i

***

Naci Kaptan
17 Nisan 2013

* Köye eğitim hizmeti 1936 da başlamış ve bu tarih de 35.000 köyde ilkokul yoktur. 16 Milyon nüfusun 12 milyonu köylüdür. Bunlardan erkeklerin yüzde 76.7’sı kadınların ise yüzde 91.8’i okur-yazar değildir.

* “Biz,istiklal mücadelesinden itibaren sosyal hayatımızda yaptığımız büyük devrimleri köylere götürecek adam yetiştirmek isteriz. Çünkü, ümmet devrinin böyle bir adamı vardır. Bu, imamdır. İmam, insan doğduğu vakit kulağına ezan okuyarak, vefat ettiği vakit mezarının başında telkin verene dek, doğumundan ölümüne kadar bu cemiyetin manen hâkimidir. Bu manevi hâkimiyet, maddi tarafa da intikal eder. Çünkü köylü hasta olduğu vakit de sual mercii imam olur. Biz imamın yerine,köye devrimci düşüncenin adamını göndermeyi isteriz.” (Milli Eğitim Bakanı Hasan Âli Yücel)

“Öyle bir köy öğretmeni tipi yaratmalıyız ki o, yalnız köylünün inançlarını işlemek, toplumsal kurumlarını etkilemekle kalmasın; köyün yüzünü ve ekonomik hayatını da değiştirsin.”

“Gözettiğim amaç, köy okulu talebelerinin Kemalist, yurtsever uluscul birer fert, kamuğasıyı (toplum çıkarlarını) özel düşünce üstünde tutan, ekonomik birer unsur olmasıdır.” (1935 TBMM Kültür bakanı Saffet Arıkan’ın konuşmasından)

Değerli okur,

Köy Enstitüleri Türk Halkının elinden kaçırdığı büyük bir eğitim devriminin öyküsüdür.

Türkiye’nin dokusunu tümüyle değiştirecek olan çok değerli bir eğitim projesinin başlangıç tarihi 17 Nisan 1940 yılıdır.Bundan tam73 yıl önce dünyanın hayranlıkla izlediği,ülkemize gelerek incelemelerde buluduğu KÖY ENSTİTÜLERİ kurulmuştu.

Civar köylerden eğitilmek üzere toplanan çocuklar, dağlardan sular taşıyarak, yemeklerini kendileri yaparak, yollar ve köprüler kurarak, eğitim binaları, yurtlar, aşevleri, işlikler inşa ettiler. Ve sonunda kendilerinin inşa ettikleri bu okullarda okudular.

Nedir köy enstitüsü aydınlanması ?

*Bize özgü,Türk insanının, eğitimcilerinin yaratıcılığının bir ürünüdür.yetiştirdiği öğretmen niteliği hala aşılamamıştır.

*Bu kurumlar, anadolu insanın bağnazlıktan kurtarıldığında nasıl yaratıcı ve üretici yurttaşlar olabileceğinin kanıtıdır.

*Köy enstitülerinde iş içinde, iş aracılığıyla, iş için eğitim anlayışı egemendi.bu anlayış doğaya duyarlı, insana duyarlı, yaşamla bütünleşen, ders kitaplarını ezberleyen anlayıştan uzak, yaşamın içinden kaynaklanan bir eğitim anlayışının tanımıdır.

*Köy enstitülerinde verilen eğitim sonunda yaşamı değiştiren, dönüştüren ,bunu yaparken de kendisi de değişen, insanca değerlerle bezenen, insanca bir dünya yaratmaya kurgulayan yurttaşlar yetiştirmeyi amaçlamıştır ve bunu da başarmıştır.

*Köy enstitüleri, türk insanının eğitim yoluyla kulluktan yurttaşlığa geçiş arayışlarının önemli bir kilometre taşıdır.

*Köy enstitüleri, ilkel tarımdan modern üretime yönelme arayışlarının, çağdaş demokrasiye geçebilmek için özgür yurttaşlar yaratma projesinin adı, yüzyılların karanlığında kalan anadolu köylüsüne insan olduğunun hatırlatılması, cumhuriyet yurttaşı yaratmanın projesiydi. ortaçağı yaşayan anadolu köylerinde uygarlık yaratmanın öyküsüydü.

*Tüm dünyada faşizm rüzgarlarının estiği 1940’lı yıllarda anadolu topraklarında iyiyi, güzeli, insana özgü zenginlikleri ortaya çıkarmanın adıydı köy enstitüleri.

*Tüm eğitim süreçlerinde demokratik tartışma süreçlerinin yaşandığı, katılımcılığın yaşayarak yaşandığı, özümsendiği cumhuriyet okullarının adıydı köy enstitüleri.

*Köy enstitüsü eğitim modeli; yönetime katılma, sorgulama ve sorma bilincine, eleştirel düşünme yeteneğine sahip, dünyadaki gelişmeleri izleyip yorumlayabilen, sorunlar karşısında çözüm yolları arayışında hep aklı ve bilimi kullanan çağdaş insanları yetiştirme projesiydi.

*Köy enstitüleri dönemi aynı zamanda anadolu aydınlanmasının yaşandığı bir dönemin adıdır.klasiklerin türkçe’ye çevrildiği, ansiklopedilerin yayınlandığı, konservatuarın kurulduğu, özerk üniversite için adımların atıldığı bir dönemin adıdır.*1*

Cumhuriyet 17.04.2013

Alın Teriyle Yazılan Destan

Mahmut YAĞMUR/Köy Enstitülü Eğitimci, Yazar

Yeryüzünü, “İkinci Dünya Savaşı”nın alazları sarmıştı. Ulusal gelirimizin tümüne yakını, askersel giderlere ayrılmıştı. Vurguncuların acımasızlıkları iyice artmıştı. Yaşamsal nesneler, karanlık koruncaklara (depo) saklanmıştı. Tencereler aşsız, pencereler camsız, koşum hayvanları nalsız, bebekler zıbınsız, sayrılar emsiz (ilaç) kalmıştı.

Türkiye Cumhuriyeti 17 yaşına basmıştı. Devlet Baba, binlerce köye uğrama olanağı bulamamıştı. Milyonlarca köylü yoksul, bilisiz ve yazgıcıydı. Yiyecekleri, yavan bulgur aşı ve kuru bazlamaydı. Tarım gereçleri, ağzı körelmiş orak, dişi kırılmış kazma, ilkel karasabandı. Taşıtları, Hititlerden kalma kağnıydı. Duygularını dile getiren ezgi, ağıt ve bozlaktı. Nüfusumuzun yüzde 85’i köylüydü. Köylerin üzerine, zifiri bir karanlık çullanmıştı. Köylüler bilisizlikten, köyler karanlıktan kurtarılmazsa, gönence ve erince kavuşmamız olanaksızdı. Bu yalın gerçek, yıllarca sonra algılanmıştı.

Ot bitmeyen bozkırlarda, ıssız yaylalarda Köy Enstitüleri açılmıştı. Uzun süre, yöneticiler, öğretmenler, öğrenciler, ustabaşılar çadırlarda barınmışlardı. Köy Enstitüleri, benzeri olmayan eğitim ve öğretim kurumlarıydı. Yöneticileri, öğretmenleri, ustabaşıları yetkin, özverili, sevecen, insancıl, gözüpek devrimcilerdi. Öğrencileri, yoksulluğun sıkmacında (pres) ezilmiş, acıların harlı ateşinde pişmiş, dirençli köy çocuklarıydı. Uygulanan eğitim ve öğretim dizgesi, yerli, özgün, kılgın, köktenci, bölüşümcü ve özgürlükçüydü.

Deneme evresinde olan eğitim ve öğretim dizgesi (sistem), beklentiyi gerçekleştirmişti. Köy çocuklarının yetilerini, yeteneklerini, gizilgüçlerini devinime geçirmişti. Bu eşsiz güç, ot bitmeyen bozkırları, ıssız yaylaları canlandırmıştı. Sökülen çadırların yerlerinde, çağcıl yapılar yükseltmişti. Çıplak toprağa, yemyeşil bir giysi giydirmişti.

Abartmıyorum:Köy Enstitülerinde çalışmak,okumak, bir değer üretmek tapınçtı.Sözlüklerden,“kaytarmak”,
“savsaklamak”, “usanmak”, “yorulmak” sözcükleri çıkarılmıştı. Gece gündüzle, kış yazla birleştirilmişti. Yıl boyunca tarlalarda, işliklerde, dersliklerde, eğitim ve öğretim yapılmıştı. Alın teriyle, kafa ve kol gücünün destanı yazılmıştı.

Unutulmasın diye yineliyorum: Köy Enstitülerinin açılması, eğitim tarihimizin en köklü bir atılımıydı. Çünkü Köy Enstitüleri, “Devlet Baba”ya yük olmadan, iyeliklerindeki kıraç toprakları derinlemesine işlemişlerdi. İşledikleri topraklara, nitelikli fidanlar dikmişler ve tohumlar ekilmişti. Dikilen fidanlar ve ekilen tohumlar, binbir özenle büyütülmüştü. Aracılardan (kabzımal) bir tadımlık meyve ve göveri (zerzavat) alınmamıştı. Kirazı dalından, salatalığı (hıyar) kökeninden kopararak yemenin mutluluğu yaşanmıştı. Her deyirgi süremi (hasat mevsimi), “emek ve üretim bayramı” olarak kutlanmıştı.

İşliklerde, “iş” sözcüğü gerçek anlamına kavuşmuştu. İş giysileri, kıvanç duyularak giyilmişti. Körükler, türkü söyleyerek çekilmişti. Balyozlar, örslerin üstüne yıldırım hızıyla indirilmişti. Ateş kusan demirler, evire çevire dövülmüştü. Hızarlar, testereler coşkuyla dişenmişti. Tomruklar boy boy doğranmış, kalaslar ince ince dilinmişti. Her yer, üretimi artıracak, yaşamı kolaylaştıracak araç ve gereçlerle donatılmıştı. Öğrencilerin bileklerine, altın bilezikler takılmıştı.

Tarihsel gerçekler
Dersliklerde, insan olmanın ve insanca yaşamanın kuralları kavratılmıştı. Usa vurulan zincirler kırılmıştı. Öğrencilerin beyinleri, boşinanlardan (hurafe), yürekleri yoz duygulardan arındırılmıştı. Bilinçleri ve istençleri (irade) kılağılanmıştı. Yargılama, sorgulama, kuşku duyma, düş kurma, hak arama yetilerine kanat takılmıştı. Türk Ulusal Kurtuluş Savaşı’nın evreleri, Mustafa Kemal Atatürk’ün devrimlerinin önemi, tümce tümce anlatılmıştı. Bilimsel ve tarihsel gerçekler anlaklara kazınmıştı.

Yasak sözcüğü yasaklanmıştı
Yineliyorum: Köy Enstitülerinde, “yasak” sözcüğü yasaklanmıştı. Özgür düşünce zindandan çıkarılmıştı. İnaksal (dogmatik) düşünce çöp sepetine atılmıştı. Her konunun korkusuzca irdeleneceği ve tartışılacağı bir ortam yaratılmıştı. Öğrencilere, bilinçli bir okuma alışkanlığı kazandırılmıştı. Kitap; hava, su, ekmekle özleştirilmişti. Toplumsal,sanatsal, bilimsel içerikli kitapların, azık çıkınlarına girmesi gerçekleştirilmişti.

“Alın Teriyle Yazılan Destan”ı, özet olarak anlattım. Anlattıklarımın kesinkes doğru olduğuna Köy Enstitülerinin yıkıntılarının başında ağlaşan ulu çınar ağaçları tanıktır!.. *2

“Bayramlarda çalışırız bayramlar için”

Talip APAYDIN’IN 1967 yılında yayınlanan ”Karanlığın Kuvveti” adli kitabında yer alan anısı, tam da bu bayram gününde okunmaya değer bir anı..

“…Kurban bayramı tam kışın ortasına rastlıyordu. O günler bir soğuktu, bir soğuktu… Kar, fırtına, tipi… Eskişehir ortalarında papaz harmanı savruluyordu. Göz gözü görmüyordu dışarılarda. Sular donmuştu hep. Seydi Suyu iri buz parçaları akıtıyordu. Santral kanalı kapandığından, elektriklerimiz kaç gündür doğru dürüst yanmıyordu. Akşam seminerlerinde kitap okuyamıyorduk, ders çalışamıyorduk. Lambalar ikide bir usulca sönüveriyordu. Dersliklerimizde pelerinlerimizle oturuyorduk da, gene de ısınamıyorduk. Musluklarımızdan su akmıyordu. Ellerimizi yüzlerimizi yıkamak için dere kıyısına gidiyorduk. İçme suyumuz yoktu.

Üç gün bayram iznimiz vardı, ama bu soğukta nereye gidecektik? Köyü yakın olanlar gitti ancak. Bayram sabahı kampana çaldı. Dışarıda toplanılacak dediler. Başımızı gözümüzü sararak, büzülerek çıktık. Müdürümüz Rauf İnan merdivende bizi bekliyordu. üstünde palto bile yoktu. Ellerini arkasına bağlamıstı. Boz urbaları içinde, yağsız çehresiyle bir heykel gibiydi. Savrulan karlardan gözlerini kırpıştırıyordu. O halini görünce usulca pelerinlerimizin yakalarını indirdik. Ellerimizi cebimizden çıkardık.

“Arkadaşlar !” diye başladı. Bir canlıydi sesi, bir heybetliydi. önce yılgınlık psikolojisinin zararlarını anlattı. Korkan insanın muhakkak yenileceğini ve korktuğuna uğrayacağını söyledi. Bu hava soğuk evet, fakat siz isterseniz üşümezsiniz, dedi. Olduğumuz yerde birkac kez sıçramamızı ve kuvvetli tepinmemizi istedi. Dediğini yaptık. Birden ısınmıştık sanki. Hoşumuza gitmişti. Bugün bayram, dedi. şimdi birbirimizi tebrik edeceğiz. Sonra yapacağımız iki iş var:

Ya tekrar içeri girip sıralara büzülmek, mıymıntı mıymıntı oturmak, bu üç günü böyle faydasız, hatta zararlı geçirmek, can sıkıntısından patlamak. Boşuna içlenmek. Üstelik üşümek. Yahut da kazmayı, küreği alıp, santral kanalını temizlemeye gitmek. Emin olun gidenler, kalanlar kadar üş ümeyecektir. Çünkü, inanarak çalısan insan ne soğukta üşür, ne sıcakta yanar.

O; yücelten,dirilten, kuvvetli kılan bir heyecan içinde her türlü güçlüğün üstüne çıkmıştır…Onu hiçbir karşı kuvvet yolundan alıkoyamaz. Yeter ki bir insan yaptığı iş in gereğine inansın.

-Ben şimdi kazmamı küreğimi alıp kanala gidiyorum, dedi. çünkü kanal açılınca elektriklerimiz yanacak. Elektrik yanınca okulun i şleri yoluna girecek. Kitap okuyabileceksiniz, ders çalışabileceksiniz. Sularınız akacak, yıkanabileceksiniz. Size şunu söyluyorum, bizim asıl bayramımız, yurdumuz bu gerilikten, bu karanlıktan kurtulduğu gün ba şlayacaktır. şimdilik bize düş en milletçe çalısmak, çok çalışmaktır. Parolamız şu olmalıdır:

“Bayramlarda çalışırız bayramlar için”.
Ben gidiyorum. Gelmek isteyenler gelsin.

Heyecanlanmıştık, üşümemiz geçmişti.
-Hepimiz geleceğiz! diye bağırmıştık.

-Bayramda çalışırız bayramlar için!
-Bayramda çalışırız bayramlar için!

Altı yüz kişi böyle bağırdık. Sonra da kazma kürekleri koyduğumuz işliğe doğru bir koşuşma başladı. İnsanların böyle canlanması, bir amaca doğru saldırması belki sadece savaşlarda görülür. Santral havuzundan başlayarak onar metre arayla su kanalına dizildik. çıplak Hamidiye Ovası ayaz. Kırıkkız Dağı’ndan doğru zehir gibi bir rüzgar esiyor. Pelerinlerimizin etekleri uçuşuyor. Kazmayı vurdukca yüzlerimize buz parçaları fırlıyor. Bazı yerlerde kar heryeri doldurmuş, kanal dümdüz olmuş. Nereyi kazacagız belli değil.

Müdürümüz, öğretmenlerimiz başımızda dört dönüyorlar. Bir o yana koşuyorlar, bir bu yana. öyle çalışıyoruz ki, boyunlarımızdan buğu çıkıyor. Bazen adam boyunda buz parçalarını elleyip çıkarıyoruz kıyıya. Kimisi bağırıyor, kimisi kazmalara tempo tutuyor. Bir gürültü gidiyor kanal boyunca. Yeşilyurt köylüleri evlerinin önune çıkmıs, bize bakıyorlar. Böyle çalısmamıza alışkınlar ama, bayram günü, bu soğukta nasıl donmadığımıza şaşıyorlar.

Yeşilyurtlu arkadaşımız Azmi, – köyü yakın oldugu için izinli ya! – bize evlerden bazlama ekmek taşıyor. Köylü ekmeğini özlemişiz, aramızda kapışıyoruz. Yukarılardan, aşağılardan ikide bir sesler yükseliyor:

-Bayramda çalışırız bayramlar için!

Koca ova çınlıyor. Taa uzaktan Hamidiye’nin, Mesudiye’nin köpekleri ürüyorlar. Bu kış günü böyle seslere anlam veremiyorlar herhalde. Ayaz ovanın ıssızlığı yırtılıyor. O gün o kanalın yarı yerini açtık. Bir buçuk metre derinliğinde, uzun, derin bir çukur karları yara yara gitti. Ertesi gün taa bende kadar tamamladık. Sonra merasimle suyu saldık.

Nazlı bir gelin getirir gibi önünden ardından yürüyerek, türküler marşlar söyleyerek getirdik ve geç zamanda, santral havuzuna döndük,sonra bir baktık,okulumuzun balkonuna çakılı “Ç K E” yandı… (Çifteler Köy Enstitüsü).

O zamanki sevincimizi nasıl anlatmalı? Üşümüş ellerimiz alkıştan ısındı. “Yaşa var ol” seslerimiz ufukları kapattı. Dünyanın en içten gelen, en coşkun bayramı oldu belki.

Hiç unutmam bir arkadaşımız kendi ellerini öpüyordu. “Aferin ulan eller, diyordu, bu elektiriğin yanmasında senin de hissen var, yaşasın.” Sevinçten gözlerimiz yaşarmıstı. Müdürümüz bir tümseğe çıktı. Birkaç kelimeyle başarımızı tebrik etti. Her nokta koyuşta “sağ ool!” diye bağırıyorduk.

– Şimdi, dedi, depomuza su dolacak, banyoyu yakacagız. Yıkanın ve çalışıp başarmış insanların huzuru içinde uyuyun. Işte gördünüz, inanarak çalışan yapar! Amacına ulaşır! Bu heyecanla çalışmaya devam edersek, biz Türkiye’yi de yükseltebiliriz!

– Yükseltecegiz!, diye bağırdık.

-Bayramda çalışırız bayramlar için!

-Bayramda çalışırız bayramlar için!

Içeri girdik, musluklardan şarıl şarıl sular akıyordu.

Birbirimizi tebrik ediyorduk.
Unutulmaz bir bayramdı.”*3*


Kinyas Kartal (solda)

KÖY ENSTİTÜLERİNİN KAPATILMASI* Van milletvekili Kinyas KARTAL şöyle anlatır

Sabri Tığlı, toprak ağası milletvekili Kinyas Kartal’a soruyor:

“Ağa, sen bilirsin. CHP, Türkiye’ye komünizmi getirmek için mi kurmuştur Köy Enstitülerini?”

Moskova Harp Akademisi mezunu toprak ağası ünlü milletvekili Kinyas Kartal cevap veriyor:

Yok canım. Onlar (yani CHP demek istiyor) komünizmi benim kadar bilmezler.Bak ben sana bunun aslını anlatayım ;

“Benim köylülerimin işlerini ilçe merkezlerinde, il merkezlerinde benim adamlarım yapar.Benim köylülerim devlet kapısını bilmezler.Askere mektubu benim adamlarım yazar, gelen mektupları da benim adamlarım okur.
Muhtarın kararlarını benim adamlarım yazar, doğum, ölüm kararlarını benim adamlarım doldurur.Ücretlerini de alırlar.Bu işler böyle sürerken, benim köylerimden ikisine Akçadağ Köy Enstitüsü çıkışlı iki öğretmen geldi.Altı ay sonra bu köyler bana biat etmekten çıktılar.”

Biz Doğulu ağalar oturduk, düşündük.Eğer bu Köy Enstitüler on yıl devam ederse Doğu’daki ağalık ölecek.
Diyeceksin ki:

Sen köylülerin uyanmasını istemez misin?” İsterim istemesine ama, ben sağlığımda ağalığımın öldüğünü görmek istemiyorum.İşte bunun üzerine biz Doğulu ağalar, Demokrat Parti ile pazarlık yaptık.”Köy Enstitülerini kapatmaya söz verirseniz, oyumuzu (yani köylülerimizin oylarını demek istiyor) size vereceğiz” dedik.Söz verdiler.Oyumuzu verdik, Köy Enstitülerini kapattırdık” *4*

Kinyas Kartal’ın farklı bir kaynakta açıklaması ;

Ben kapattırdım köy enstitülerini. Ben toprak ağasıyım. 200’e yakın köyüm var. Bu köylerdeki halk bana tapar. Ne işi varsa bana sorar. Evlenecek, boşanacak, askere gidecek, mahkemesi, nesi varsa gelir bana danışırdı. Ama köy enstitüleri açıldıktan sonra 5 köyüme köy enstitüsü mezunu geldi ve bu köylerden artık kimse bana gelip danışmamaya başladı. Ben düşündüm 200 köyümün hepsine köy enstitüsü mezunu gelirse benim ağalığım ne olur, sıfıra düşer! Böyleyse benim harekete geçmem gerekir dedim ve doğudaki bütün ağalara telefon ettim onları topladım.

Bir de batıdan buldum Eskişehir’den Emin Sazak. Sonra Menderes’le pazarlığa gittik. (Yıl 1950 seçimlerin olacağı zaman) Dedik ki köy enstitülerini kapatırsan şu gördüğün doğudaki tüm toprak ağaları ve batıdan Emin Sazak’ın oyları sana. Kapatmazsan oy yok ve Menderes’te 1950’de iktidara gelir gelmez köy enstitülerinin temelini sarsmaya başladı.

***

1946 seçimlerinde kurulan Recep Peker hükümetinde Hasan Âli Yücel yerini koruyamadı.Milli Eğitim Bakanlığı’na, Köy Enstitülerine kuruldukları günden beri karşı olduğu bilinen Reşat Şemsettin Sirer getirildi.Sirer, Köy Enstitülerinin kurucusu ve “baba”sı olarak tanınan İsmail Hakkı Tonguç’u İlköğretim Genel Müdürlüğü görevinden aldı.Milli Eğitim Bakanı’na göre: Tonguç, önce eski Milli Eğitim Bakanı Yücel’i ve sonra Cumhurbaşkanı İnönü’yü “kandırmıştı!”

Enstitülerde büyük bir kıyım yarattı. Komünist veya solcu olduklarını iddia ettiği -kendi açıklamalarına göre- 500 kişilik kadrodan 400 zararlı olanı “temizlemişti!”

Tabii bununla yetinmedi Sirer. Hasanoğlan Yüksek Köy Enstitüsü’nü ve eğitim kurslarını kapattı.Öğrencilerin meslek edinmelerini sağlayan derslere son verdi.Sirer bu uygulamalara başlar ve gerçekleştirirken partisi CHP’nin yanı sıra muhalefetteki DP’nin de desteğini aldı.

Sirer, Adnan Menderes’le CHP’den ayrılmadan önce Köy Enstitüleri konusunu görüşmüş, -1951’de TBMM’nin kapalı oturumunda açıkladığına göre- Menderes’e “Tonguç’un etrafını aldattığını… Bütün iyi niyetlileri iğfal ettiğini ve Tonguç’u def ederken hiçbir mukavemetle karşılaşmadığını… 400 kişiyi ayırırken hiçbir güçlük görmediğini… Bu süreçte DP’li arkadaşlarından da yardım gördüğünü…” söylemişti.

İsmet İnönü’nün yaşamını anlatan kitabında; Köy Enstitüleriyle ilgili aydınlatıcı bilgiler veren Prof. Şerafettin Turan, tek cümleyle hazin manzarayı gözler önüne seriyor:

“… Sirer’in kapalı oturumda yaptığı bu konuşmayı (Köy Enstitülerine cumhurbaşkanlığı döneminde sahip çıkan, desteleyen ve teşvik eden) İnönü ve CHP milletvekilleri sessizce dinlemişlerdi…”

Prof. Şerafettin Turan şunları yazıyor:

“… 1938-40 yıllarında Köy Enstitülerini, ilköğretim sorununu kesin olarak çözecek ve köyü kalkındıracak; köylüyü aydınlatacak bir sistem olarak uygulamaya koyan, onu savunan Milli Şef İnönü ve CHP yöneticilerinin 1946’dan sonra (çok partili demokrasiyle birlikte) adım adım sistemi kaldırmaya yönelme karşısında sessiz ya da etkisiz kalmaları, kuşkusuz ki Türkiye aydınlanmasını olumsuz yönde etkilemiştir.”

SONRA…

1950’den önceki İnönü’nün Cumhurbaşkanı olduğu yıllarda, CHP’nin Şemsettin Günaltay başkanlığındaki son hükümetinde Milli Eğitim Bakanı Tahsin Banguoğlu, Sirer’in açtığı yolda ilerledi.Enstitülere sadece köy çocuklarının alınmasından vazgeçildi. Karma öğrenime son verildi. Kız öğrenciler öğretmen okullarından toplandı.

Türkiye’yi aydınlığa taşıyacak olan yolculuk Bağnazların ve toprak ağalarının baskısıyla Köy Enstitülerinin kapatılmasıyla sonlanmıştır.Demokrat Parti iktidara geldikten sonra 27 Ocak 1954’te çıkarılan kanunla Köy Enstitüleri kapatılarak günümüze ve geleceğe ışık saçacak güneşimiz resmen batırıldı.

***

Köy Enstitülerinin 73. kuruluş yıl dönümünde Enstitülerin temelini atmış olan Atatürk’ü,Eğitim bakanı (zamanın Kültür Bakanı) Saffet Arıkan’ı,İsmail Hakkı Tonguç’u,Eğitim Bakanı Hasan Ali Yücel’i saygı ve minnetle anmak Yurtseverlerin vefa borcudur.

Naci Kaptan – 17 Nisan 2013
Güncellendi 30 Eylül 2014

KAYNAKÇALAR ;

*1* http://keeaum.sdu.edu.tr/tr/koy-enstituleri/koy-enstituleri-hakkinda-3037s.html
*2* Cumhuriyet 17.04.2013 Mahmut Yağmur ALIN TERİYLE YAZILAN DESTAN
*3* Talip APAYDIN’IN 1967 yılında yayınlanan ”Karanlığın Kuvveti” kitabından
*4* (Mustafa Aydoğan, “Köy Eğitim Sistemleri ve Köy Enstitüleri” isimli kitabından)

This entry was posted in DEVRİM VE KARŞI DEVRİMLER, EDEBİYAT - ANI - ÖYKÜ - ŞİİR, EĞİTİM, Genel Kultur, KÖY ENSTİTÜLERİ. Bookmark the permalink.

Leave a Reply

Your email address will not be published. Required fields are marked *