Mezhepçi terörün 70 yıllık hikayesi * Bölüm 1-2-3

Hüsnü Mahalli
02 Ağustos 2015 Pazar
Yeniçağ

Mezhepçi terörün 70 yıllık hikayesi

ABD Başkanı Roosevelt’in, 2. Dünya Savaşı sonunda komünizme karşı en sadık müttefiki Suudi Kralı Abdülaziz El Suud oldu. Kral, tüm varlığıyla hizmete hazırdı, ABD de ‘Allahsız komünistleri’ yok edecekti. Dinci terörün adımları böyle atıldı…

İkinci Dünya Savaşı sonrasında toplanan Yalta Konferansı ile dünya Batı ve Doğu olarak iki bloğa ayrıldı.

Sovyetler Birliği liderliğinde Doğu ve ABD önderliğinde kapitalist ve emperyalist Batı. Doğu’ya karşı savaş planları ile ülkesine dönen Başkan Roosevelt yolda kendine müttefik aramaya başladı.O müttefik de onu bekliyordu. Hicaz Kralı Abdülaziz El Suud. Ülkeyi bile kendi adına tapulayıp adını Suudi Arabistan Krallığı yapmıştı. Elbette dönemin patronu İngiltere ile anlaşarak.

İngilizler çok bonkördü. Osmanlıya ayaklanan Suud ailesine Suudi Arabistan ve Haşim’i ailesine Ürdün diye ülkeler vermişlerdi. Ama artık Batı’nın patronu Amerikaydı. Başkan Roosevelt, Abdülaziz ile 14 Şubat 1945’te Kızıl Deniz’de Amerikan Zırhlısı Quincy’de buluştu. Yüzlerce poz verdiler. Bedevi kralı kandırmak çok kolaydı. İngiliz üretimi olan adam bundan böyle ABD himayesine girecek karşılığında da sonsuza dek ABD’nin hizmetinde olacak.

Petrol parası ve dini ile. Belki de din değil, sapkın ‘Selefi Vahabi mezhebi’ demek gerekir. Din ve mezhep ABD ve müttefiklerinin hizmetinde olacaktı. Suud Hazretleri de öyle yaptı. 1947’de ABD’nin Filistin topraklarında Yahudiler için İsrail devletini kurmasına ses çıkarmadı.

İhanet öyle başlamıştı
Kral Hazretleri Filistin’e sahip çıkanları da arkadan vurdu.Çünkü onlar anti-emperyalist, anti-Siyonist üstelik milliyetçi ve devrimciydi. Abdülaziz Hazretleri bu kavramlardan hiç hoşlanmazdı.ABD’liler ona ‘Bu devrimciler ve Milliyetçiler komünist ve komünistler Allahsız’ demişti.

ABD; Abdülaziz ile de yetinmemişti.
Nisan 1946’de Missouri Zırhlısını İstanbul’a göndererek İslam alemimin en önemli ülkesi Türkiye’ye de çengel atmış ve Menderes’in yolunu açmıştı. İkinci önemli ülke Şii İran çantada keklik idi.Hep beraber İsrail’in dostu olarak ABD’nin hizmetine girmişlerdi. Tek ağızdan : ‘Allahsız Komünistler yok edilmeli’ diyorlardı.

En etkin silah: Din
Üstelik Sünni Türkiye’nin yanında Şii Iran var ve her ikisinin müttefiği Sünnîlerin en hakikisi Suudi Arabistan var.’En hakiki’ diyorum çünkü Amerikalılar onları çok seviyordu.Seviyordu çünkü adamların Mekke ve Medine’sinin yanı sıra çok petrolü vardı. Petrol demek para demek. Komünistleri ve tüm müttefiklerini yok etmek için çok paraya ihtiyaç vardı.

İşte hikaye böyle başladı. Suudiler İslam dinini yozlaştırmak, içini gerçek değerlerinden boşaltmak ve dini emperyalizmin hizmetine sunmak için her yola baş vurdu. IŞİD bu gerçeğin çok doğal ve kaçınılmaz sonucudur.

Suudi deyince CIA anlaşılmalıdır
Bu amaçla Suudiler dünyanın neresinde olursa olsun her türlü İslamcı parti, örgüt, dernek, cemaat, okul, cami ve kişilere milyarlarca dolar dağıtmaya başladı. Yani sürekli adam satın aldılar. Bu gerçek bilinmediği süreç bugün IŞİD’i anlamak olanaksız. Son 70 yılda bu coğrafyada din adına yaşanan tüm kanlı olayların arkasında ve içinde mutlak olarak Suudi parası ve parmağı vardır.

Mısır’da 1952’den sonra Nasır’a karşı ayaklanan ya da ayaklandırılan Müslüman Kardeşlerin arkasında Suudiler vardı.

Suriye’de 1976-1982’de Baba Esad’a karşı ayaklandırılan Müslüman Kardeşlerin arkasında Suudiler ve bölgesel müttefikleri vardı. Türkiye dahil bu coğrafyada din adına yaşanan tüm rezaletlerin arkasında Suudiler vardı.

Usame Bin Ladin Pakistanlı bir gazeteciye röportaj verirken

Ama Suudilerin arkasında ve içinde bulunduğu en önemli hikaye Kaide ve Taliban örgütleridir. Kissinger ve Brzezinski’nin Sovyetler Birliği’ni dağıtmak için kurguladıkları Yeşil Kuşak projesinin emrinde çalışacak örgütler. Nitekim de öyle oldu. Suudi ve Pakistan istihbaratı ile birlikte CIA bu işi de becerdi.

Önce Pakistan ve Afganistan İslamcıları hazırlandı ve onlara Mücahit denildi. Onlar için özel Rambo filimler bile çekildi. Batılı emperyalistler İslamı ve Müslüman Mücahitleri çok sevmişti.

Onlar da Batı’yı ve büyük patron ABD’yi.

Yani CIA’yı…

Usame Bin Ladin ve adamlarını bulup Kaide efsanesini yaratan zeka bu kadar olurdu. Görev de hazırdı : ‘Önce Afganistan’da savaşın sonrasına birlikte bakarız.

Gerekirse Çeçenistan ve Bosna’ya gider orada İslamı perişan edebilirsiniz.Bazen ABD işbirlikçileri tarafından yönetilen Arap ülkelerini de karıştırabiliriz.Örneğin Cezayir’i. Ama Suudi Arabistan ve Körfez ülkelerinin kral, emir ve şeyhlerine dokunmak yok. Bize hizmet ettiğiniz sürece dost kalır birlikte çok iş yaparız. Arkanızda hep bizim gücümüz ve Suudi parası olacak. Kimin olursa olsun ve kaynağı ne kadar karanlık ve pis olursa olsun yeşil sermaye hep yanınızda olacak.

Yaklaşık iki trilyon dolar. Çalmak, çarpmak, hırsızlık yapmak, rüşvet almak ve her türlü yolsuzluk mübah .

Din adına bazen de mezhep.

Keşke şu İran Devrimi olmazsaydı da hep birlikte tıkır tıkır iş yapmaya devam etseydik. Zamanı gelince o işi de kendi bildiğimiz yönde kullanırız.Sovyetler ve komünistler yok olunca yeni düşman bulmamız gerekecek. Sünniler’in düşmanı Şii’ler. Bu da yetmezse her ikisini düşman belleriz. Bu konuda bize yardım edecek çok kişi buluruz. Allah razı olsun Suudi dostlarımızdan. Biraz da provakasiyon yaptık mı iş tamam’.

CIA tarafından kandırılmak
Bu dalga aynı dönemlerde Türkiye’ye uğramıştı. Ama ortada bir sorun vardı : Mızmızlanmaya başlayan Usame. CIA tarafından kandırıldığını düşünüyordu. Adamlar ona ‘ Şu Afganistan işinde bize yardım et biz de sana söz Filistin sorununu çözeriz. Bu da yetmezse gıcık aldığın Arap iktidarları devirme konusunda da sana yardım ederiz’ demişler.Zavallı Usame de saf saf buna inanmış, ama sonunda kendini açıkta bulmuş.Baktı olmuyor intikam almanın peşine düşmüştü.

2-3 sataşmadan sonra 11 Eylül’e gelindi.
Hepsi Suudili 19 ruh hastası ‘kahramanca’ emperyalizmin sembollerine saldırmıştı. Öncesinde Taliban ruh hastaları dünya uygarlığını bir parçası olarak tarihi Buda heykellerini parçalamıştı.

IŞiD’e giden yol

Ama, İslamcı Taliban ve Kaide ele ele vermiş eski patron ABD’ye kafa tutuyordu. Çok kızmış gibi görünen Patron aslında bundan çok hoşlanmıştı. Yeni düşman arayışında sıkıntı çeken Patron komünistlerden sonra bu kez Müslümanlar’ı düşman ilan etmişti. Herkesin gündeminde ‘İslami terör’ vardı. Terör olunca sektörü de geliştirilmeliydi. Yüz milyonlarca kamera dünyanın her tarafına yerleştirildi. Herkes herkesi görür ve dinler oldu. ‘İslamcı teröristler’ hariç!

Haçlı Seferi ilan edildi ve hemen peşinden Afganistan işgal edildi. Müslüman ülke bu kez eski hamisi tarafından işgal edilip perişan edilmişti.Patron iş tutmuşken Irak’ın da icabına bakıldı. Dönemin Dışişleri Bakanı Colin Powell Eylül 2003’te ‘ Sırada önce Suriye sonra da diğer ülkeler olacak’ demişti.

Hiç kimse onu ciddiye almamıştı. Oysa adam planını bile hazırlamıştı. Haziran 2004’te bildik oyunun ilk adımı atılmıştı. BOP, yani Büyük Ortadoğu Projesi. Üstelik Ankara’da Suud dostu İslamcı bir iktidar vardı ve bu iktidarın başındaki kişi, BOP’un ‘Eş Başkanı’ olmaktan dolayı çok sevinçliydi.

Adnan Menderes de Türkiye’de yolu açtı

11 Eylül’e doğru…

1988’de Sovyetler Afganistan’dan çekilince CIA’nin Mücahit grupları birbirini boğazlamaya başladı. Bu da çok normal çünkü hemen hemen hepsi din adına iktidar peşindeydi ve tümü ruh hastasıydı. Öyle olmasaydı bugün ortalıkta görünürledi.

Durum karışınca CIA; Suudi ve Pakistan istihbaratçıları ile birlikte Taliban’ı kurup Eylül 1996’da Kabil’de iktidara taşıdı. Bu arada Afganistan’dan ayrılan Bin Laden, Arap ülkelerinde İslamcı karşı-devrimlerin peşine düşmüştü. Adamları 1988-1989’da Cezayir’de az kaldı iktidarı ele geçiriyordu. Hem de demokratik seçimle. CIA ve Suudi parası beyinlerin yakınması ve toplumların karanlıklara sürüklenmesi yolunda çok iyi iş yapıyordu.

Siyasal İslamcılık Arap ve Müslüman ülkelerde moda olmuştu.

BÖLÜM 2

HÜSNÜ MAHALLİ
03 Ağustos 2015 Pazartesi
Yurt Gazetesi

Eski dost düşman olmaz

Müslüman Kardeşler kökenli AKP iktidarı Batı’yı çok umutlandırdı. Nihayet aklı başında İslamcılar aracılığıyla bölge kan gölüne dönüştürülebilirdi. ‘Arap Baharları’ başlatıldı…

Müslüman Kardeşler kökenli AKP iktidarı Batı’yı çok sevindirip umutlandırmıştı.Nihayet ‘aklı başında’ İslamcılar bulundu.Üstelik bölgede herkesin dostu gibi davranıyordu. Alevi Esad, Şii İran, Sünni Mübarek ve klasik olarak zengin olan tüm kral, emir ve şeyhler.Her şey iyi gidiyordu.Batı ‘modeli’ bulmanın ve bölgeye pazarlamanın hazırlık ve heyecanını yaşıyordu.

Obama harekete geçti
Başkan seçilen Obama ilk dış seyahatini Nisan 2009’da Türkiye’ye yaptı.Haziran’da önce Suudi Arabistan’a uğrayıp Kral Abdullah’tan som altın nişanını aldıktan sonra Kahire’ye gidip ‘demokrasi ve değişim’ istedi. Plan çok iyi işliyor ve ‘Arap Baharı’ hazırlıkları gayet iyi gidiyordu.

AKP ile dost olan Arap İslamcılarına ‘ iktidara hazır olun’ denilmişti. Tunus, Libya, Yemen, Fas, Cezayir, Suriye ve en önemlisi Mısır. Müslüman Kardeşler Örgütü’nün kurulduğu ve hep emperyalizmin hizmetinde olduğu ülke.Suudi Kral ve Körfez’in zengin diğer kral, emir ve şeyhleri milyarlarca doları bu ülkelerdeki İslamcılara transfer etmeye başladı.Hemen hemen herşey Türkiye üzerinden kurgulanıp uygulanıyordu.Yani Hilafet ve saltanatın başkenti İstanbul’da. Sünni alemin kalesi.

ABD Başkanı Obama’nın en büyük destekçisi Suudi Arabistan Kralı Abdullah oldu. Birlikte bölgeyi kan gölüne çevirdiler.Irak’ın Şii’lerin eline geçmesini önlemek gerekçesiyle Suudiler işgale ve Şii’lere karşı savaşan Sünni Kaide’cilere ve onların dolaylı-dolaysız müttefiklerine sınırsız destek veriyordu. Yani namı-değer Zarkavi ve adamlarına.Bağdadi henüz ortalıkta yoktu. Belki de sırasını bekliyor ya da bekletiliyordu.

Adam ile ilgili çok şey yazıldı anlatıldı.
2004’te Amerikalıların 26 bin tutukluyu doluşturduğu Boka kampında özel bir odada tutuluyor ve aşırı ilgi görüyordu. 2009’da serbest bırakıldıktan kısa bir süre sonra Kaide’nin Irak lideri olmuştu.Önemli bir kişi olacağı belliydi.

ABD Başkanı Obama, kanlı planın tezgahı için ilk ziyaretini Türkiye’ye yapmıştı.’Arap Baharı’nın merkezinde Suriye vardı. Suriye olmasaydı bu hikayenin bir anlamı olmazdı. Çünkü Mısır, Tunus, Cezayir, Fas ve Libya’da ‘kafir Alevi ve Şiiler’ yoktu. Onlar da olmayınca savaşın bir anlamı olamazdı. Onlar olmayınca motivasyon ve aksiyon çok eksik olurdu.

70 yıllık hikayenin sapkın beyinleri ve kanlı elleri işlevsiz kalırdı.  Suudiler tekrar devreye girdi.Bu kez yanlarında ‘Sünni hilafetin mirasçısı Safavi düşmanı AKP’ vardı.
Türkiye’yi, Türkleri, cumhuriyeti ve Osmanlıyı hiç sevmezlerdi ama iş iştir deyip engin ufuklara doğru birlikte yürüdüler.Suudi Arabistan’da yağmur yağmıyordu ama yine de beraber ıslandılar Arap çöllerinde. Nasıl olsa AKP de aynı kaynaktan beslenmiş ve o kaynağın paralarını çatır çatır yemişti.

Plan çok iyi hazırlanmış ve uygulanmaya konulmuştu.Suudi ve Körfez’in paraları ile ‘baş belası’ Esad’tan kurtulmak için her şey seferber edildi. 70 yıldır hazırlanan karanlık kafalar iş başı yaptırıldı. Türkiye ve Ürdün üzerinden silah ve para gönderildi. Bir anda her yerde terör saldırıları başladı başlatıldı.

Teröristlerin tank, top, füze ve her türlü ağır ve hafif silahı vardı. Devlet karşı koyunca Esad için ‘halkını öldüren katil’ dediler ve Suriye’nin üzerine çullandılar. Dünya tarihi böylesi aşağılık ve kanlı saldırıyı görmemişti.

Yüz ülke sınırsız olanakları ile Suriye’yi yok etmek için harekete geçmişti.Suudi ve Körfez’in çağ dışı, ilkel, bağnaz ve rezil kral, emir ve şeyhleri Suriye’ye demokrasi ve özgürlük getirecekti.Ve buna inanan geri zekalılar Suriye düşmanı kesilmişti.Ne kadar da büyük bir rezillik.

Böylesi gaddar bir iç ve dış saldırıya karşı kendini savunan Suriye devleti birden bire herkesin düşmanı ilan edilmişti.Ama ortada bir mucize yaşanıyordu.Yüz ülkenin saldırısı karşında Suriye halkı, ordusu ve Esad direnmiş ve herkesi çılgına çevirmişti.Suriye’nin yani Şam topraklarının sosyal, kültürel, dinsel, siyasal ve belki de genetik tarihini bilmeyenler bunun neden ve nasıl olduğunu asla anlayamaz.

Çok net söylüyorum: 5 bin PKK militanı ile 30 yıl uğraşan Türkiye, Suriye benzeri bir durumla karşılaşmış olsaydı belki de bugün darmadağın edilmişti. Dünyanın neresinde olursa olsun hiç bir ülke ve halk Suriye gibi direnmemiştir. Direndiği için her türlü senaryo yazılıp uygulandı.

Erdoğan, önce ailecek çok yakın dost olup görüştükleri Esad’a, Büyük Ortadoğu Projesi başlar başlamaz düşman kesildi.

Merkez Türkiye
En fantastik olanı kuşkusuz: Din ve mezhep içerikli olanlardır.  Bunu da en iyi CIA tedrisatından geçmiş Kaide’ciler yapabilirdi.  Üstelik Mayıs 2011’de Bin Laden öldürülmüş ve yeni isim ve figürler için alan açılmıştı. Batılı istihbaratçılar da bu işten çok hoşlanmıştı. Bir taşla 3-5 kuş vuracaklardı. Hem kendi ülkelerindeki radikal islamcılardan kurtulacak hem de Esad’ı devirmenin olanaklarını artıracaklardı.

Dünyanın dört bir yanından on binlerce ruh hastası, sapık ve katil Türkiye üzerinden Suriye’ye taşındı.Yani bunlar Suriye’ye demokrasi ve özgürlük getirecekti.Hem de Suudi Arabistan, Katar, Körfez ülkelerinin parası ve AKP’nin koordinasyonu ile.Yaklaşık 80 ülkeden 50 bin kadar cihatçı radikal Suriye’ye taşındı, silahlandırıldı, eğitildi ve para ile desteklendi.

Alevi ve Şiiler yok edilmeli
Düşman hemen tesbit edildi.
‘Sünni hilafeti engelleyen kafir Esad ve ona destek veren Şii İran, Hizbullah ve Iraklı Şii’ler. Ruslar ve Çinliler Alevi ve Şii değildi ama ‘komünist artığı’ oldukları için onlar da kafir’di. Yani katli vacipti.

Suudilerin o yetmiş yıldır beslediği ideolojiler hemen devreye sokuldu. Camiler, din adamları, televizyonlar, gazeteler, karanlık ve köhne beyinler  ve tabii ki siyasi figürler.Krallar, emirler, şeyhler, cumhurbaşkanları, başbakanlar, bakanlar. Koro halinde ve tek ağızdan ‘Alevi ve Şiileri yok edelim’ modundaydılar.

Alt yapı çoktan hazırdı.
Irak, işgal edilmiş ve işgale karşı koyanlar her nedense Amerikan düşmanlığından daha çok Şii düşmanlığı yapıyordu.Örneğin 2004-2011 döneminde Kaide’cilerin gerçekleştirdiği 5 bin kadar intihar saldırılarının yüzde 85’i Şii’leri hedef almıştı.

Sanki Irak’ı ABD değil Şii’ler işgal etmişti. Eski dost Kaide bir kez daha ABD’ye hizmet ediyordu. Peki kimin yardım ve desteği ile? ABD müttefiği Suudiler.


Cihatçı terör örgüt militanlarının beyinleri ‘cennet’le kandırılıyordu.

Cennet vaadi
Ne kadar da ilginç: Tunus, Libya, Fas, Suudi Arabistan ve Çeçenistan’dan gelen 15 bin katil, Suriye’yi Alevi Esad’tan kurtaracaktı. Hiç kimse de ‘Yahu bunların ne işi var Suriye’de ‘ demedi, diyemedi. Diyenler de Esad’çı, Baas’çı ya da Suriye ajanı olmuştu.

CIA , Mossad ve bölgesel ve uluslararası istihbarat örgütlerine uşaklık edenler ‘ özgürlük savaşçısı’ ilan edilmişti.Hem de din ve mezhep adına. Bağdadi tam da bu işin adamı.Çok iyi eğitilmiş, beyni karartılmış ve harika hazırlanmıştı. 70 yıllık hikayenin süzme figürü.Suudi’lerin İngiliz ve Amerikan patentli Selefi Vahabi ideolojisi yeniden görev başında.

Üstelik dünyada bu ideolojiden hoşlanan ve onunla dayanışma içinde olanların sayısı milyonları aşmıştı. ‘Kafir Alevi ve Şiileri’ öldürmek onlar için cennete gitmenin ilk şifresi olmuştu.Cennette ise onları on binlerce huri ve cariye bekliyordu.Suriye yolunda Osmanlı topraklarına uğrayıp ‘kutsal’ Mesir Macunu almak işe yarayabilirdi.

BÖLÜM 3
04 Ağustos 2015 Salı
Yurt

‘Herkes Ankara’nın bütün karanlık ve pis işlerini biliyor’

Suriye ve Irak’ın bugünkü durumundan AKP yönetimindeki Türkiye sorumlu. Kanıtları Erdoğan, Davutoğlu, Özel ve Fidan’ı dinleyenlerin kasalarında duruyor. Yani herkes Ankara’nın bütün karanlık ve pis işlerini biliyor.

Bu ve sonraki bölümlerde okuyacağınız herşey radikal dinci terör örgütlerinin ve teröristlerin sayısı on binleri bulan sosyal medya hesaplarında, gazete, radyo ve onlara destek veren emperyalist, Siyonist ve gerici televizyonlarında yayınlanmıştır.

Örneğin Mayıs 2011 sonlarına doğru Antakya’da kurulan Özgür Suriye Ordusu.Libya ve Tunus’tan taşınan 200 kadar ruh hastası ile beslenen bu çete 9 Haziran günü Cisr Elşuğur kasabasına saldırdı ve 120 memuru feci bir şekilde öldürdü.

Ölenlerin görüntüleri herkes tarafından paylaşılıyor ve Suriye halkı üzerinde korku ve terör estiriliyordu. Elcezire, Elarabiye, BBC, CNN ve benzeri yüzlerce kanal TV olarak değil birer CIA-Mossad operasyon merkezi olarak çalışıyordu.

Esad 3 ay içinde gidecekti
Onlara ve Ankara’daki stratejistlere göre Esad en geç üç ay içinde devrilecekti.Bunun için Antakya, Kilis, Gaziantep ve İstanbul’da sürekli toplantı yapılıyordu.Baş koordinatör ise ABD’nin eski Şam Büyükelçisi Robert Ford idi. Türkiye, Suudi Arabistan, Katar, Ürdün, Mısır, Tunus, İngiltere, Fransa, Almanya’nın istihbarat örgütleri onun emrindeydi.

Esad direndikçe işleri karışıyordu.
Bu arada canı sıkılan bir çete kurup ‘islam adına’ cihat ilan ediyordu. Bir ara bu çetelerin sayısı 1600’ü geçmişti. Ford ve işbirlikçileri için bu hem iyi hem kötüydü. Esad’a ne kadar zarar verilirse iyiydi ama durumu kontrol etmek de zorlaşıyordu.

Rusya ve Çin işi bozuyordu
Hep birlikte ‘işi büyütelim’ dediler ‘Suriye Dostları Grubu’nu kurdular. 100 ülkenin yer aldığı grup her alanda Suriye’ye çullanmaya başladı. BM, İslam Konferansı, Arap Birliği, AB, NATO ve aklınıza gelen tüm karanlık örgütler. Geriye bir tek BM Güvenlik Konseyi vardı ve orada Rusya ve Çin oyunu bozuyordu.

Emperyal savaş bir türlü bu engeli aşamadı. Aşsaydı bugün Suriye diye bir ülke olmayacak ve tüm coğrafya orta çağın zifiri karanlığında boğulacaktı. Emperyal güçler ve yerel işbirlikçileri çok sinirleniyordu. Esad engelini aşmak için her yola baş vurmaya karar verdiler.

Ortak hedef: Suriye’yi yok edin
‘Allahu Ekber’ diye bağıran herkese destek vermeye başladılar. Onlardan istedikleri tek bir şey vardı: Esad, yandaşı Alevi ve Şiiler ve onlarla dayanışma içinde olan herkesi öldürün ve Suriye’yi yok edin.

Kin ve nefretin boyutu hiç bir yerde bu kadar yaşanmamıştır. Mezhepsel provokasyon ve kışkırtma hiç bir zaman bu kadar derinleştirilip yaygınlaştırılmamıştı.İslam adına Müslümanlar yok edilmeliydi. İhanet ve hıyanet aranır bir özellik olmuştu. Suudiler yeniden göreve çağrıldı.

Suudi Arabistan, Katar ve Körfez ülkelerinin milyarları Suriye halkını ve ülkesini yok etmek için görev başındaydı. Milyarlarca dolar katillere ve onlara destek veren istihbarat örgütlerine ve o örgütlerin hükümetlerine ulaştırılıyordu.

Ayrım yoktu. Önemli olan Alevi ve Şii düşmanı olmak, Alevi Esad, Hizbullah, İran ve Irak Şiilerine karşı savaşmaktı.

Batı ve İsrail ile kol kola
Hem de ‘Haçlı Batı’ ve ‘Yahudi İsrail’ ile birlikte. Hiç kimse onlara yani ‘Allah adına savaşanlara’: ‘İyi de 70 yıldır hep Müslüman öldürüyorsunuz ama din düşmanınız Yahudi İsrail’e dokunmuyorsunuz’ demiyordu, diyemiyordu.

İsrail de bu jestleri karşılıksız bırakmıyordu. Teröristlere her alanda sınırsız destek veriyor ve yaralıları alıp hastanelerinde iyileştiriyordu. Aynı işi ‘Müslüman AKP’ yönetiminde Ankara da yapıyordu.

AKP yönetiminde Ankara’nın tüm teröristlere verdiği desteği anlatmak için kitaplar bile yetmez. Bu destek ve yardımlar her alanda, her yerde ve her düzeyde vardı. O sıralar AKP yönetimindeki Ankara, çeteler arasında ayrım yapmıyordu. Herkes baş tacı ediliyor ve Esad karşıtı cephenin içine çekiliyordu.

AKP’nin pis işleri biliniyor
Özetle bugün Suriye ve Irak’ın içindeki durumdan tek başına AKP yönetiminde Türkiye sorumludur. Bu sorumluluğun tüm belge ve kanıtları Gül, Erdoğan, Davutoğlu, Genel Kurmay Başkanı Özel ve MİT Müsteşarı Fidan’ı dinleyenlerin kasalarında bulunuyor. Yani herkes AKP yönetiminde Ankara’nın kiminle neler yaptığını ve ne tür pis ve karanlık işlere bulaştığını biliyor. Herkes Türkiye’yi sıkıştırmak için uygun zaman kolluyor. AKP’nin ABD uçaklarına İncirlik ve diğer askeri havaalanlarını kullanma izni vermesi belki de böyle bir hesabın sonucudur.

Türkiye olmasaydı hiç bir emperyalist ülke ya da kral, emir ve şeyh Suriye’ye bu ölçüde müdahale etme cesaretini bile göstermezdi. Türkiye; emperyal ve işbirlikçi tüm güçlerin toplamı durumundaydı.

Ama bu da yetmedi. Emperyal ve gerici güçlerin ekstra bir güce gereksinimi vardı. Suudilerin karanlık ideolojisi.Kaide. Adamlar serseri mayın gibi ortalıkta dolaşıyordu. Öldürmeye programlandıkları için emir bekliyorlardı.

Emir vermek işin en kolay tarafı idi. Emirle birlikte milyarlarca dolar, her türlü silah ve destek ve koruma. Daha fazla Alevi ve Şii öldürdükleri zaman ikramiye bile alıyorlardı. Türkiye’de toplanıp kutlama bile yapıyorlardı. TRT ve AA onların sözcülüğünü yapıyordu. Çetelerin askeri komutan ve siyasi liderlerini uluslararası ve bölgesel istihbarat örgütleri paylaşmıştı.

Hepsi de yalancı, sahtekar, hırsız, dolandırıcı, ruhunu şeytana satmış hainlerdi. Hainin kime hizmet ettiği ya da ne amaçla güdüldüğü hiç önemli değil. Önemli olan emirleri en iyi şekilde yerine getirmesi ve hedeflere maksimum zarar vermesidir.

Onlar da bu görevi en iyi şekilde yerine getiriyorlardı. Ama ortada yine de bir sorun vardı: Her istihbarat örgütü kendi adamlarını kolluyor ve bu örgütler kendi aralarında ganimet kavgasına tutuşuyordu.

Kavga başlıyor

Esad ve Suriye halkı direndikçe düşmanlar daha da saldırganlaşıyordu. Daha fazla kan onları provake ediyordu. AKP yönetiminde Ankara tüm olanaklarını seferber ederek en kısa zamanda sonuç almak istiyordu. Onun için kimin ne olduğu hiç önemli değildi.

Her gün onlarca TIR Suriye’de savaşan terör gruplarına silah ve askeri malzeme taşıyordu. Terörist yaralıları taşımak için Suriye’ye sokulan ambulanslar bile bu iş için kullanılıyordu. Dünyanın dört bir yanından Türkiye’ye taşınan binlerce fanatik elini kolunu sallayarak Suriye’ye geçiyordu. Müthiş bir örgütlenme ve organizasyon içinde gelenler 2012’nin başında kurulan Nusra ve diğer gruplara katılıyordu.

Nusra’yı kuran Colani Bin Ladin’in ölümünden sonra Kaide lideri olan Mısır’lı Eymen Zavahiri’ye bağlı olduğunu söylüyordu. Zavahiri ise Bağdadi’ye ‘Sen de Irak işlerini yürüt’ diyordu.

AKP yönetiminde Ankara için hiç bir şey fark etmiyordu. Onun için tek bir amaç vardı, o da: ‘hilafet ve saltanat’ hayallerini engelleyen Esad’ın ortadan kaldırılması.

Irak ve Suriye kolu ile Kaide de Esad’tan nefret ettiğine göre birlikte savaşmanın sakıncası yoktu. Ankara öyle yaptı ve Kaide ya da Suudi ideolojine mensup olmasına bakmaksızın herkese yardım etti. Bu yardım sayesinde ÖSO, Nusra ve daha sonra IŞİD adını alacak olan gruplar Türkiye’den yola çıkarak Suriye’nin sınırdaki köy, kasaba ve şehirlerini işgal ettiler.

Tıpkı Rakka ya da Cerablus’ta olduğu gibi. Bu işgallerin planları Urfa, Kilis, Hatay ve Gaziantep’te yapıldı ve oradan yönetildi. Hep birlikte kardeşçe Suriye insanını öldürüyorlardı.

İntihar saldırıları, kafa kesmeler, toplu infazlar, canlı canlı gömmeler, yürek sökmeler ve daha neler neler.En önemlisi bütün bunların görüntülerini tüm dünyaya göstermek. Hem de büyük haz alarak. Adamlar ruh hastası ve sapık. Görüntüleri gören sapıklar akın akın Suriye’ye gelmeye başladı.

Cinsel sapıklar

Bir de işin fantezisi vardı: Ağırlıklı olarak Tunus ve Faslı kızların heyecan verici Cihat Nikahı. İmam nikahı ile yataktan yatağa dolaştırılıyorlardı. İşin içine kızlar girince kavga başladı. Anlaşılan cennetteki huriler yetmiyordu.

İlk kavga Ekim 2013’te başladı. Bağdadi’nin adamları Colani ve müttefiklerinin Reyhanlı karşısında bulunan silah depolarına saldırdı ve her şeyi alıp götürdüler.Kaide’nin iki adamı artık düşman olmuştu. Irak Şam İslam Devleti’ni ilan eden Bağdadi; Colani’ye ‘bana biat et’ dedi.

Araplara göre Şam yalnızca Suriye’nin başkenti olarak bilinmez aynı zamanda Suriye, Lübnan, Ürdün ve Filistin demektir. Yani Bağdadi kendini buraların emiri ilan etmiş ve Mayıs 2014’te Kaide lideri Zavahiri’ye de ’emrimin altına gir’ demişti.

Kavga giderek kızışıyor ve dışardan gelen radikaller cihatçıların büyük bölümü Bağdadi’yi tercih ediyordu. Bu kavgada on bin kişi birbirini boğazladı.Üstelik her iki taraf Sünni ve onlara destek veren ülke, istihbarat örgütü, din adamı ve medya da Sünni idi.

Bağdadi giderek uluslararası bir üne kavuşuyordu. Çünkü hem Suriyeli Alevilere hem de Iraklı Şii’lere karşı savaşıyordu. Adamları ise çok daha gaddardı. Bölgesel ve uluslararası medya da onu çok daha kolay pazarlıyordu. Özellikle diğer gruplar karşısında üstünlük sağlamaya başladığında.

Bağdadi’nin adamları Suriye’nin bir çok yerinde Nusra ve müttefiklerini temizleyip her şeye el koyuyordu. Karşılıklı ölüm fetvaları havada uçuşuyordu. Her iki taraf ‘En hakiki Müslüman benim’ diyor ve bunu ayet ve hadislerle kanıtlamaya çalışıyordu. Oysa her iki tarafın gerçek dinle hiç bir ilişkisi yoktu.

Her iki tarafa inanarak Suriye ve Irak’a gelen on binlerce dincinin durumu çok daha ilginçti. Arapça bilmeyen bu tiplerin ezici çoğunluğu kendilerini Arapça devam eden derin bir kavganın içinde buldular ve sorgusuz sualsiz öldürmeye devam ettiler. Kavga eden ‘ruhani liderleri’ ise petrol ve talan edilen tarihi eserleri Türkiye üzerinden pazarlıyordu. Adamlar paraya para demiyordu. Şii’lere ve İran’a karşı savaştıkları için Suudiler onları çok seviyordu. Suudiler çok sevince bölgedeki Sünni ülkeler ve aşiretler de çok seviyordu.

Merkez İstanbul

Örneğin Irak Cumhurbaşkanı eski yardımcısı Tarık Haşimi. Adam Iraklı bazı Sünni Aşiretler adına İstanbul’dan IŞİD ile koordinasyonu yürütüyordu.Ankara’da herkes onun çok samimi dostuydu. Sünni aşiretlerin ağaları, Musul’u IŞİD’e teslim eden Vali Esil Nuceyfi ve kardeşi parlamento başkanı Usame Nuceyfi’nin AKP’de dostu çoktu. Herkes IŞİD için çalışıyordu. O da bunu fırsat bilerek saldırı başlattı.

9 Haziran günü Irak’ın ikinci büyük şehri Musul’u ele geçirdi. Hem de savaşmadan ve bir adam kaybetmeden.

Çünkü Saddam’ın eski general ve askerleri ile iş tutan IŞİD bölgedeki Sünni aşiretleri de yanına çekebilmişti. Suudi Arabistan, Katar, Ürdün ve Türkiye ona yardım etmişti. ABD ve Batılı müttefikler Müslümanlar’ı birbirine kırdıracak ve bölgeyi daha da eğlenceli hale getirecek bu ilginç gelişmelerden az da olsa mutlu olmuştu. Onlar her zaman karanlıktan hoşlanırlar

This entry was posted in ABD - AB - EMPERYALIZM, Dizi Yazilari, ORTADOĞU ÜLKELERİ, RADİKAL İSLAM, SİYASİ TARİH, TERÖR. Bookmark the permalink.

Leave a Reply

Your email address will not be published. Required fields are marked *