Seçimlerin görünmeyen galibi “cami cemaati”

Ordu’nun Çamaş ilçesinde bulunan bir caminin içerisinde ise sofra kurularak Cumhur İttifakı’na destek çağrısı yapıldı. “Ben gerek yurt içinde gerek yurtdışında AKP’nin cami cemaatinin güçlü olduğu yerlerde durumunun oldukça güçlü olduğunu görüyorum.” (Foto: BirGün gazetesi/Onur Durmuş)

Seçimlerin görünmeyen galibi “cami cemaati”

Nuri Çolakoğlu / 01 Haziran 2023, Perşembe

İki adım geri çekilip daha sakin bir kafayla durum değerlendirmek istendiğinde insanın gözünün önüne seçim sonuçlarının haritası geliyor.

Ege ve Akdeniz kıyıları, Türkiye’nin Avrupa’ya komşu illeri dışında Eskişehir ve kısmen Ankara gibi iki şehir dışında orta ve kuzey Anadolu’nun neredeyse tamamı sapsarı – AKP’nin rengi. Yurtdışı oylara da baktığınızda tahmin edildiği gibi Almanya, Hollanda, Belçika gibi ülkelerde AKP ciddi anlamda önde. Amerika, İngiltere, Kanada gibi ülkelerde ise muhalefet çoğunlukta.
Cami cemaati etkisi
Baktığımızda ben gerek yurt içinde gerek yurtdışında AKP’nin cami cemaatinin güçlü olduğu yerlerde durumunun oldukça güçlü olduğunu görüyorum. Ve bu bana makul geliyor, çünkü buralarda yaygın bir cami etkisi var. Diğer yerlerde böyle bir durum ya yok ya da etkili değil.
Siz dört beş yılda bir görüp size bir şeyler anlatanlara mı inanır, güvenirsiniz yoksa günde beş defa ya da en azından iki defa o da olmadı. Haftada bir iki karşılaşıp sohbet ettiğinize mi?
AKP iktidara geldiğinden beri Diyanet İşleri Başkanlığına ciddi yatırım yaptı, Diyanet bütçesini en büyük bütçe kullanan kamu kuruluşlarından biri haline getirdi, Ayasofya’yı yıllar sonra ibadete açtı. Diyanet kadrosunu büyük ölçüde artırdı. Elbette bu çabaların bir karşılığı olacaktı. Bunu güçlü mahalle örgütlenmesinin yanına getirince Recep Tayyip Erdoğan’ın 2023 seçimde istediği sonucu almasına şaşmamak gerekir.
Geleneksel iletişim kanalları
Elbette Türkiye’de hepimizin tanık olduğu modernleşmenin, dışa açılmanın, dünya ile daha yaygın bir iletişime geçilmesinin de bir etkisi olacaktı. Bunu da zaten AKP’nin oylarının giderek azalmasında görüyoruz. Ama hala geleneksel iletişim kanalları çok güçlü. Çoğunluğun yüzlerce yıllık bir geçmişi olan düşünce ve inançları üzerinden daha etkili oluyor.
Modernleşme ile bu bağlar gevşese de hala sürüyor. Bu sonuçlar da gösteriyor ki, yıllardır olduğu gibi cami cemaati seçim sonuçları üzerinde etkili olmaya devam ediyor ve daha bir süre bu sürecek. Bunun daha kapsamlı değerlendirmesi de elbette sosyolog arkadaşlarımızdan gelecek.
Posted in DİN-İNANÇ, Politika ve Gundem, SEÇİM - SEÇSİS | Leave a comment

SEÇİM SONUÇLARINI İRDELEMEK * Kılıçdaroğlu neden ve nasıl kaybetti?

Değerli Dostlarımız,

Mayıs’ın 14 ve 28. günü yapılan genel ve cumhurbaşkanlığı seçimlerinde
CHP’nin durumunu irdelediğim makalemi aşağıda bilgilerinize sunarım.

Saygılarımla,
Haluk Dural


Kılıçdaroğlu neden ve nasıl kaybetti?

Haluk Dural – 30.05.2023
İçinde bulunduğumuz Mayıs ayı içinde yapılan 14 Mayıs milletvekili genel seçimleri ve cumhurbaşkanı seçimleri ile 28 Mayıs’ta yapılan cumhurbaşkanı 2. Tur seçimleri, net sonuçları itibariyle, CHP Genel Başkanı Kemal Kılıçdaroğlu ve Millet İttifakı’nın seçimleri kazanamaması ile sonuçlandı. Seçimlerin kaybedilmesi üzerine özellikle CHP içinde eleştirel seslerin artarak yükseldiği, kurultay ve Kemal Kılıçdaroğlu’na istifa çağrılarının arttığı görülmektedir. Seçim sonuçları üzerine pek çok aydın, gazeteci, akademisyen; televizyonlarda, gazetelerde ve sosyal medyada inceleme, araştırma ve değerlendirmelerde bulunmaktadır.

Giriş: Bir hatırlatma

İsveç’te yerleşik Orta Asya-Kafkas Enstitüsü Amerikan Johns Hopkins Üniversitesi Atlantik Ötesi Araştırma ve Politika Merkezi ile ortaklaşa Ekim 2008 tarihli “’Yırtılmış’ Bir Türkiye İçin Beklentiler: Laik ve Üniter Bir Gelecek mi?” (Prospects for a ‘Torn’ Turkey: A Secular and Unitary Future?) isimli bir rapor hazırlar.[[1]]

Anılan raporun 72 sayfasında verilen Demokratik Uzlaşma başlıklı iki nolu Senaryo’da;

“…. Nihayet Deniz Baykal Cumhuriyet Halk Partisi Genel Başkanlığı’ndan istifa etmeye ikna edilince, yerine 2008 yılında AKP ileri gelenleri arasındaki yaygın yolsuzluğun ortaya çıkarılmasına katkıda bulunarak kamuoyunun dikkatini çeken Kemal Kılıçdaroğlu getirilir.
CHP, modern, Avrupa tarzı bir sosyal demokrat merkez parti olarak yeniden ortaya çıkar. Yeniden şekillenen parti –hem de toplumsal laikliği güçlendirerek– Avrupa partileri, AB kurumları ve Avrupa sivil toplum dernekleri tarafından çokça desteklenir.
Dindar muhafazakâr burjuvaziye, güneydoğudaki Kürtlere ve sağ eğilimli laiklere hitap eden bir merkez sağ parti ile sol laiklere hitap eden bir sosyal demokrat alternatif, muhafazakâr seçmenin bir parçası olan ekonomik olarak savunmasız olanlara eşit derecede özen gösterirken cumhuriyetin yüzüncü yılında, demokratik uzlaşmayı gösteren ve istikrarı güvence altına alan bir siyasi denklemle donatılır.”
Bilindiği üzere, 10 Mayıs 2010’da Deniz Baykal CIA/FETÖ kaset operasyonuyla ikna edilerek, CHP genel başkanlığından istifa etmiş, yerine 22 Mayıs 2010’da Kemal Kılıçdaroğlu genel başkan olmuştur.
Kemal Kılıçdaroğlu;
– 2007’de İstanbul II. Bölgeden seçildiği halde, kendisini “Dersim milletvekili” olarak tanıtmaya özen göstermiştir.
– CHP’ni yukarıdaki raporda belirtildiği gibi “Avrupa tarzı sosyal demokrat bir merkez partiye” çevirme çalışmalarına başlayan Kılıçdaroğlu; 2011, 2015 Haziran ve Kasım ile 2018 genel seçimlerinde, anılan rapordaki tanımlamaya uygun olarak partideki bütün “Kemalist”, ulusalcı, Atatürkçü milletvekillerini tasfiye etmiştir.
– Geçen zaman içinde Gölge CIA olarak anılan Stratfor’un TR 705 kodlu haber elemanı Sezgin Tanrıkulu, Binnaz Toprak, Mehmet Bekaroğlu vb. CHP ile hiçbir bağları olmayan kişileri milletvekili yaptı, parti yönetimine getirdi. FETÖcüleri, Sorosçu neoliberalleri, PKK yancılarını, Atatürk karşıtlarını milletvekili listelerine doldurmuştur.
– Ekim 2011’de Van’da bölgenin baro, dernek gibi kuruluşların temsilcilerinin katıldığı basına kapalı toplantıda; Kürtçenin okullarda seçmeli ders olması, Avrupa Yerel Yönetim Özerklik Şartı Sözleşmesi’nin bütün çekincelerini kaldırma, Hakikatleri Araştırma Komisyonu kurulması gibi sözler vermiştir.
– 16 Haziran 2014 seçimlerinde Mısır doğumlu, 27 yaşında Türkiye’ye gelmiş, Mustafa Kemal için katli vacip fetvası veren ve 1922’de bir İngiliz gemisiyle Mısır’a kaçan son şeyhülislam Mustafa Sabri’nin yakını olan bir ailenin çocuğu Ekmeleddin İhsanoğlu’nu cumhurbaşkanı adayı yaptı. Tepki gösteren partililere “tıpış tıpış gidip oy vereceksiniz” diyerek aşağılamıştır.
– Ulus devletleri parçalamak için hazırlanmış, BM İkiz Sözleşmeleri diye anılan ve ortak olan birinci maddelerinde “halkların kendi kaderini tayin hakkı” bulunan ve TBMM’de oylanarak kabul edilip, anayasanın 90ıncı maddesine göre iç hukukumuza dahil edilen;
“Kişisel ve Siyasal Haklara İlişkin Uluslararası Sözleşme (International Covenant on Civil and Political Rights) ve “Ekonomik, Sosyal ve Kültürel Haklara İlişkin Uluslararası Sözleşme” (International Covenant on Economic, Social and Cultural Rights) adlı iki sözleşme hakkında bugüne kadar tek bir kelime söylememiştir.
– CHP milletvekili Prof. Dr. İbrahim Kaboğlu eşgüdümünde (3 Ocak 2018-7 Mayıs 2018) tarihleri arasında “Uzmanların Katılımıyla CHP-HDP-İyi Parti ve Saadet Partisi Temsilcileri Tarafından Hazırlanan Çerçeve Metin, İnsan Haklarına Dayanan Demokratik Hukuk Devleti İçin Anayasal İlkeler” başlıklı bir çalışma yaparak, anayasanın ilk üç maddesini koruyan ama kendisi korumasız olan 4üncü maddesi olmayan bir ortak anayasa ilkeleri hazırlanmıştır.
– CHP’nin kurucusu ebedi önderimiz Gazi Mareşal Mustafa Kemal Atatürk’ün, dünyada hiçbir sosyolog ve siyasetçiye nasip olmamış bir bilgelikle “Türkiye Cumhuriyeti’ni kuran Türkiye halkına Türk Milleti denir” şeklindeki veciz millet tarifine aykırı olan “Eşit yurttaşlık” diye bir kavramı, CHP belgelerine işletmiş ama eşit yurttaşlığın ne olduğunu ve kastettiğini hiçbir zaman açıklamamıştır.
– “Kürt sorunu” Mecliste çözülmelidir demiş ama Kürt sorunun ne olduğunu hiçbir zaman açıklamamıştır.
– Kırk yıldır on binlerce güvenlik görevlimizin şehit olduğu terörle mücadelede, kırk binin üzerinde insanımızı katleden PKK’ya her türlü silah, mühimmat, istihbarat, eğitim, ikmal, siyasi destek, uyuşturucu ticaretine yardım sağlayan batılı emperyalist ülkeler; Amerika, İngiltere, Fransa, Almanya, İsrail, Yunanistan, İsveç gibi ülkelerin bulunduğu gördüğü, bildiği halde hiçbir zaman açıklamamış, kınamamıştır.
– 1921 anayasasının gerekçesi olan, Mustafa Kemal tarafından hazırlanıp, Mecliste oy birliği ile kabul edilen bir savaş ilânı olan Halkçılık Beyannamesi’nde “halkın egemenliğini gasp eden kapitalizm ve emperyalizm” düşman olarak tanımlandığı halde, hiçbir zaman ağzından “emperyalizm” diye bir söz çıkmamıştır.
– Amerikan PEW vakfı her yıl çeşitli ülkelerde yaptırdığı kamuoyu araştırmalarında “Amerikan karşıtlığını” ölçer. Türkiye’nin dahil edildiği son veri 2019 olup, en yüksek karşıtlık %73 ile Türkiye’dedir. (Trump’ın aşağılayıcı mektubu sonrasında bir daha Türkiye verisi yayınlanmamıştır.) Bu durumda Amerikan sevicileri %27 olup, muhtemelen İstiklâl Harbi dönemindekine benzer şekilde; dinci tarikatlar, bayraksız solcular ve liberal entellerden oluşur. Bu %73’ün içinde ise parti farkı olmaksızın; PKK’yı tepelerken şehit düşen oğlunun cenazesi geldiği zaman “vatan sağolsun” diyen Anadolunun vatansever halkının olduğunu bildiği halde hiçbir zaman dile getirmemiştir.
– Batı kaynaklı propagandalarla orta sınıfların aydın kesimlerine yerleştirilen “milliyetçilik=şövenizm=ırkçılık=faşizm” tekerlemesini benimseyen; tarihine, kuvâyı milliye köklerine yabancılaşan CHP yönetimi, ayağına çarık bile bulamayan, açlığına aldırmadan vatanı uğruna şehit olmak için cepheye koşan; aç susuz, çarıksız ayaklarıyla Dumlupınar’dan koşarak dokuz günde işgalci Yunanı denize döküp, İzmir’i kurtaran Anadolu halkının milliyetçiliğinin “vatanseverlik” olduğunu kavrayamamıştır.
– Milletin en güvendiği kurum olan Türk Ordusuna CIA casusu FETÖ terör örgütü tarafından kumpas davalar açıldığı, başta Deniz Kuvvetleri olmak üzere, Türk Ordusunun en güzide komutanları sahte delillerle yargılanıp, yıllarca hapislerde esir edildiğinde, zorunlu emekli edilip Orduyla ilişkileri kesildiğinde hiçbir destek vermemiştir.
– Ege Denizi’nde bir kısmı Türkiye’ye ait olan ve aidiyeti belirsiz ada ve kayalıklar Yunanistan tarafından işgal edilirken, Lozan antlaşmasına göre gayrı askeri statüde olan adalara Yunanistan’ın asker çıkarması, üs kurması hakkında hiçbir tepki vermedi. Tam tersine, Kurultay’da seçilmemiş olan ancak kadın kontenjanından göreve atadığı eski büyükelçi Ünal Çeviköz’ün CHP teşkilatlarına “Ege konusunda susun” talimatı vermesini onaylamıştır.
– Türkiye’nin Libya’da ne işi var diye sorarken, Libya’da işi olan Türkiye ile Libya arasında imzalanmış olan “Deniz Yetki Alanları” anlaşması konusunda hiçbir zaman destek açıklamamıştır.
– Türkiye’nin doğu Akdeniz’deki petrol ve doğalgaz zenginlikleri üzerindeki hak ve menfaatlerine sahip çıkmadı, bu konuda AKP iktidarının arama faaliyetlerini durdurması hakkında hiçbir eleştiri yapmamıştır.
– ABD’nin Türkiye’yi bölmeye yönelik Büyük Ortadoğu Projesi-BOP hakkında tek bir cümle kullanmamıştır.
– Türkiye’nin Suriye’de ne işi var diye sorarken, Amerikanın Suriye’de ne işi var diye bir kere bile sormamıştır.
– 16 Nisan 2017 anayasa referandumunda oy verme işlemleri devam ederken, 2,5 milyon mühürsüz zarf ve oyları kabul edeceğini açıklayarak kanunu çiğneyen, sahte oylarla millete ait olan egemenliği “tek adama” devrederek Anayasayı ihlâl suçu işleyen YSK üyeleri hakkında Cumhuriyet savcılığına suç duyurusu yaptırmamış, sadece Yargıtay ve Danıştay başkanlıklarına YSK üyeleri hakkında soruşturma yapılması talebinde bulunarak, olayı geçiştirmiştir.

Gelelim son seçimlere

CHP Genel Başkanı Kemal Kılıçdaroğlu’nun girişimiyle İyi, Deva, Gelecek, Refah ve Demokrat partilerin katılımlarıyla başlatılan 6’lı Masa çalışmaları, Millet İttifakı adı altında birleşmiştir. Uzun çalışmalar sonunda partilerin programları arasındaki farklılıklara rağmen ortak metinler üzerinde anlaşmaya varılmıştır. Ancak CHP Genel Başkanı Kemal Kılıçdaroğlu ve parti yönetimi tarafından;
– İttifakın resmen üyesi olmasa da HDP ile cumhurbaşkanı adayı çıkartmamaları konusunda anlaşmaya varılmıştır.
– Mecliste temsil edilsin veya edilmesin, Atatürk ilke ve devrimlerini, anayasanın ilk 4 ve 66ncı maddelerinin değişmezliğini savunan bütün partilerle, DİSK, Türk-İş ve ilerici sendikalar, ADD, ÇYDD ve diğer demokratik kitle örgütlerini ziyaret etmek, işbirliği yaparak, muhalefet cephesini genişletip, bir Türkiye İttifakına dönüştürmek gerekirken, yapılmamıştır.
– İktidara talip, cumhurbaşkanlığına aday olan CHP genel başkanı; Amerika, İngiltere, Almanya’yı ziyaret etmiş ama küresel jeopolitikte yaşanan hızlı dönüşümlere rağmen Rusya, Çin, İran ile Azerbaycan ve diğer Türki devletleri ziyaret etmeyerek önemli bir hata yapmıştır.
– Seçim propagandası için hitap edilecek kitle seçimi ise tamamen hatalıdır.
15 Haziran 2018 genel seçimlerinde; AKP %42,56, CHP %22,64, HDP %11,70, MHP %11,10, İYİP %9,96 ve SP %1,34 oy almışlardır. Diğer bir deyişle Cumhur İttifakı %53,66 ve Millet İttifakı %33,94 artı HDP %11,70 (toplam %45,64) ve diğer %0,7 şeklinde bir oy dağılımı mevcuttur. İYİP, MHP ve AKP’den oy almıştır.
AKP seçmenin yaklaşık 18 puanlık kısmı kemikleşmiş gerici kesimler, 24 puanlık kısmı, 1950’den beri CHP’ne oy vermeyen DP, AP, DYP, ANAP çizgisindeki dindar ama Atatürk ve Cumhuriyetle barışık bir kitledir. Bunun da yarısı ticari ilişkileri nedeniyle 20 yıllık AKP iktidarı ile bütünleşmiş sayılabilir. Ancak kovit salgını ve sonrasında yaşanmakta olan ekonomik kriz nedeniyle çoğu büyük kentler dışındaki çiftçi, serbest meslek erbabı, tüccar, esnaf vb. olan bu kesimler de sıkıntıya düştüğünden, AKP’den kopması beklenebilecek seçmen yaklaşık 15-16 puan büyüklüktedir. CHP’nin oy almak için hitap edeceği kesim AKP tabanındaki bu seçmendir.
– 1973 genel seçimlerindeki oy dağılımına göre CHP %33,30, AP %29,82, Demokratik P. %11,89, MSP %11,80, Güven P. %5,26, MHP %3,33, Birlik P. %1,10, Millet P. %0,70 ve bağımsızlar %2,75 oy almış, CHP-MSP koalisyon hükümeti kurulmuş, 1974’de Kıbrıs Barış Harekâtı gerçekleştirilmiştir.
– 1977 genel seçimlerine gelindiğinde CHP oylarını %41,40 düzeyine yükselterek birinci parti olmuştur. AP %36,9’a yükselirken, MSP’nin oyları %8,6’ya, Demokratik P. %1,9’a ve Güven P. %1,9’a inmiştir.
CHP genel Başkanı Bülent Ecevit bu yükselişi nasıl başarmıştır?
o Bülent Ecevit Kıbrıs Fatihi olarak halkın milli duygularını yükseltmiştir. O yıl sağ-sol sokak çatışmalarında sadece üç kişi ölmüş, genç yaşlı bütün erkekler gönüllü yazılmak için Askerlik Şubelerinin kapılarına yığılmışlardır.
o Ecevit 1971 darbesi sonrası kurulan Nihat Erim hükümetinin ABD baskısıyla koyduğu “afyon ekim yasağını” kaldırmayı vadetmiş ve kaldırmıştır.
o Temel slogan olarak “toprak işleyenin su kullananın” diyen Ecevit, CHP-MSP koalisyon döneminde “Toprak Reformu” müsteşarlığı kurarak uygulamaya başlamış, topraksız köylüye toprak dağıtmıştır. Böylece, Adalet Partisi’nin çoğunlukta olduğu Ege, İç Anadolu, Doğu Anadolu, Akdeniz, Karadeniz bölgelerindeki genellikle tutucu birçok ilde Süleyman Demirel’in Adalet Partisi’ni ya geçmiş ya da eşit hale gelmiştir.
– CHP için “1930’ların CHP’si değil” diyen Kılıçdaroğlu ve kurmayları partinin geçmişinden koparak, partinin geçmiş birikimlerinden yararlanmayarak, hitap edeceği AKP tabanındaki kesimlerin sosyolojik yapısı, özlem ve milli duygularını hiçbir şekilde görmeyerek, seçim kampanyalarını zaten CHP’ne oy veren kesimlerin benimseyeceği “hak, hukuk, adalet” sloganına sarılmış, “patates, soğan” ile kristalleşen söylemlerden medet ummuştur.
– Türk Milletinin büyük çoğunluğunun milliyetçiliği “vatanseverliktir”; ırkçılık, şövenizm, Turancılık değildir. Yani CHP’nin 6 Ok’undan birisi Milliyetçilik olduğu halde halkın bu duygularına hiçbir zaman hitap etmemiştir.
– Ağzından Selo ve Kavala lafını düşürmemiştir. Oysa Selo; “Öcalan’ın heykelini dikeceğiz. PKK terör örgütü değildir” diyen bir PKK sempatizanıydı, HDP Başkanıydı. HDP’nin Öcalan tarafından kurulduğunu kendi ağzından söylüyordu. Toplumun PKK’ya nefretini bildiği halde hiçbir zaman dikkate almamıştır. İzmir’de düzenlenen iktisat kongresine Sırrı Süreyya’yı çıkartıp Atatürk’e hakaret ettirmişlerdir.
– FETÖcüleri, Sorosçu neoliberalleri, PKK yancılarını, Atatürk karşıtlarını milletvekili listelerine doldurmuştur.
– Vatanın bütünlüğünün tehdit altında olduğunu, tehdidin ABD ve AB destekli bölücü PKK teröristlerinden geldiğini bilen ve gören vatandaş için “hak, hukuk, adalet, demokrasi, özgürlük” lâflarının, hattâ pahalılık, işsizlik ve fukaralığın hiçbir önemi olmadığını, ezelden beridir hür yaşamış Türk halkı için üzerinde hür yaşayacağı bir vatan yoksa gerisinin teferruat kabul edildiğini hiçbir zaman görmemiştir.
– Söylediklerinin doğruluğundan emin olan kişi yemin etmeye gerek duymaz. Yanlış bir konuşma üslubuyla, çok sık olarak “vallahi, billahi” diye bir yemin kullanmıştır. Muhataplarını söylediklerine inandırmak için kullanılan bu yemin duyanlarda, duyduklarına inanmak yerine sadece “kuşku” uyandırır.
Kılıçdaroğlu’nun konuşurken sık kullandığı bir diğer ibare “Allah aşkına”dır. Bu yalvarma, halkta acizlik ve eziklik ifadesi olarak algılanır.
– Görüntülü propaganda eksikliği:
o AKP başkanı Erdoğan, mitinglerde sahte ve yalan “Kılıçdaroğlu+Kandil” videoları gösterirken,
o BOP haritası eşliğinde Erdoğan’ın BOP Eşbaşkanı olduğunu itiraf ettiği videoları,
o TBMM Onayı olmaksızın, Anayasayı ihlal suçu işlenerek, 29 Ekim 2014 günü Habur’dan ülkemize giren silahlı Peşmerge (PKK’lılar) ile ilgili videolar,
o Kandil’i koruyan, PKK’ya destek veren Barzani, Şivan Perver gibi Kürtlerle şarkı söyleyen, kucaklaşan RTE videoları,
o 4 Temmuz 2003 günü Süleymaniye’de askerlerimizi esir alan, başlarına çuval geçiren Amerika’ya nota veremeyen, “müzik notası mı” diyen RTE videoları,
göstermemiştir.
– Yunanistan tarafından işgal edilen aidiyeti belirsiz ada ve kayalıklar ile Lozan’a göre “gayrı askeri” adaların silahtan arındırılmasına 20 yıldır ses çıkarmayan R. Tayyip Erdoğan ve AKP iktidarı olduğunu açıklamamıştır.
– Yunanistan’ın Ege Denizi’nde karasularını 6 milin üzerine çıkartma girişimlerine karşı alınmış olan TBMM’nin “savaş sebebi sayarız” kararını uygulayacağını açıklamamıştır.
– KKTC’nin “Bağımsız bir Devlet” olarak tanınması için gereken her türlü adımın atılacağı açıklamamıştır.
– Libya ile imzalanmış olan “Deniz Yetki Alanları” anlaşmasının benzerlerinin Mısır, Suriye ve İsrail ile de imzalanacağını, Akdeniz’de “Münhasır Ekonomik Bölge” ilanı yapılacağı açıklamamıştır.
– “Türkiye’yi Çin’e bağlayacağız. Tarihi İpek Yolu’nu canlandıracağız. Hızlı, yeni bir ticaret ve taşıma koridoru açacağız. Bu proje herkesin kazanacağı bir proje” derken, Azerbaycan’ı devre dışı bırakan bir harita göstererek, kardeş ülkenin tepkisini çekmiştir.
– Oy almak için hitap etmesi gereken kitlelere CHP’lilerin bile anlamadığı şekilde Amerikalı Rifkin ağzıyla “yeşil enerji, blokchain vb. zırvaları vadetmek yerine, hangi fabrikaları kuracağını net söylemekten kaçınmıştır.
– Türkiye’nin gerçek beka sorunu olan, halkın vergilerinden beslenen, onların işlerini elinden alan her türlü sağlık hizmetinden öncelikle ve bedava yararlanan on milyondan fazla “sığınmacılar” konusunda hiçbir şey söylememiş, 2. Tur seçiminden önce Zafer Partisi Genel Başkanı Ümit Özdağ ile kerhen bir protokol imzalayarak yarım ağızla sığınmacıları ülkelerine göndereceklerini söylemiştir.

Sonuç olarak

Birinci Dünya Savaşı sonrasında topraklarımızı işgal eden emperyalist İngiltere, Fransa, İtalya ve onların kölesi Yunanistan’ı askerî olarak yenip, ülkemizi düşmandan temizlediğimiz İstiklâl Harbimizi zaferle taçlandıran, Gazi Mareşal Mustafa Kemal Atatürk ve silah arkadaşlarının kuvayı milliye ruhuyla ilân ettikleri cumhuriyetten elli gün önce 9 Eylül 1923 günü kurdukları Cumhuriyet Halk Fırkası (Cumhuriyet Halk Partisi), sömürgeci emperyalistlere karşı bütün dünyada bağımsızlık için ayağa kalkan milletlerin meşalesi olan bir partidir.
Bu parti, millet egemenliğini kayıtsız ve şartsız savunan, aynı kuvacı ruha sahip milyonlarca Atatürkçünün inatla savunduğu “tam bağımsız, lâik, ülkesi ve milletiyle bölünmez bir bütün olan Türkiye” uğruna yüz yıldır mücadele eden bir partidir. Bu nitelikleri yüzünden, emperyalist ABD ve müttefiki AB ülkelerinin, Büyük Ortadoğu Projesi-BOP ile Türkiye’nin doğu ve güneydoğusundan toprak kopartarak, bölgede bir Kürdistan devleti kurmak, böylece Ortadoğu petrollerine tamamına el koymak, Rusya’yı güneyden kuşatmak, Türkiye’nin Asya’daki ata topraklarındaki akrabalarıyla ilişkisini kesmek, Sevr’i yeniden inşa etmek emellerinin önündeki en büyük engeldir.
Bu engeli aşabilmek için uygulamaya konulan uzun vadeli plan ise yazımızın en başındaki Giriş’te açıklandığı gibi CHP’ni dönüştürmektir. Bunun için parti bayrağındaki 6 Ok eski genel başkan Deniz Baykal tarafından aşındırılmaya başlamış, şimdiki genel başkan Kemal Kılıçdaroğlu tarafından ise tamamen terk edilmiştir.
2010 yılından bu yana yapılan ve CHP’nin oy oranlarının hiç büyümediği bütün seçimlerde milletvekilleri ve parti yönetimindeki Atatürkçü/ulusalcı kadrolar tasfiye edilmiş, milletvekilleri ve parti yönetimi, CHP’li olmayan ikinci cumhuriyetçi, kürtçü, Atatürk karşıtları ile doldurularak partinin söylemleri cılız, kendi kitlesinin beklentilerini karşılamaktan uzak hale getirilmiş, tabanın kuvayı milliyeci ruhu söndürülmeye, tabanda umutsuzluk ve yılgınlık oluşturularak, direnme gücünün kırılması yönünde sistemli bir çaba gösterilmektedir.
Bu çabanın son aşamasında ise 14 Mayıs seçimlerinde belki toplam oy oranları %1’in altında olan AKP iktidarının ekonomi ve dış politikasında ülkeyi dert içinde bırakan DEVA (Ali Babacan) ve Gelecek Partisi (Ahmet Davutoğlu) yanısıra Saadet Partisi (Temel Karamollaoğlu) ve Demokrat Parti (Gültekin Uysal) Millet İttifakı içine alınarak seçim barajına takılmaları önlenmiş, DEVA Partisi’nin seçime ayrı girmek isteği Kılıçdaroğlu tarafından önlenmiş, bu partilere CHP içinden 70 civarında milletvekili kontenjanı verilmiştir.
Seçim sonuçlarına göre %25,35 oranında oy alarak 169 milletvekili çıkartabilen CHP’nin içinden, toplam oyları %1’den az olan DEVA 14, Gelecek 10, Saadet 10, DP 3, İYİP 1 ve Değişim Partisi 1 olmak üzere 39 milletvekili Meclise girmiş, CHP’nin milletvekili sayısı 130’a düşmüştür.
Bu başarısız seçim sonuçları nedeniyle Cumhur İttifakı; AKP (268), MHP (50) ve YRP (5) toplam 323 milletvekili çıkarmıştır.
Anayasanın 4üncü maddesinin kaldırılacağı, 3üncü maddesindeki “Millet ve ülkenin bölünmez bütünlüğünün” değiştirilerek federasyon yolunun açılacağı, 66ncı maddedeki Türk tanımının değiştirileceği bir anayasa değişikliği yapılması için gerekli en az 330’luk çoğunluğa, DEVA (14), Gelecek (10) ve Yeşil Sol (61) partilerinin katılmalarıyla kolaylıkla ulaşılacaktır.
2010 yılından beri CHP’de yaşanan bütün bu gelişmelere bakıldığında;
– Yaşananlar, CHP’nin eritilip, direncinin kırılması için sistemli şekilde yürütülen uzun vadeli bir planın uygulanmasıdır.
– Yaşananlar hata ve başarısızlık değildir. Hata bir kere yapılır, ders çıkarılmadan aynı türden hataların yapılmasına devam edilirse, bu bir görevin yerine getirilmesidir.
– CHP’nin vefakâr, sadık ve yenilmez Atatürkçü kitlesi, parti yönetimini değiştirmeli yerine, yazımızda açıkladığımız konulardan uzak, bu konulara hiç değinmemiş ama “genç olmakla, popüler olmakla övünen”, adayların gelmesine de izin vermemelidir.

https://www.academia.edu/102689391/K%C4%B1l%C4%B1%C3%A7daro%C4%9Flu_neden_ve_nas%C4%B1l_kaybetti

[[1]] : Prospects for a Torn Turkey: A Secular and Unitary Future?” https://www.silkroadstudies.org/resources/pdf/SilkRoadPapers/2008_10_SRP_CornellKaraveli_Turkey.pdf
BU rapor, iki İsveçli uzman tarafından ziyaret edilen CHP Dış İlişkilerden sorumlu genel başkan yardımcısı Sayın Onur Öymen’e verilmiş, raporu inceleyen Öymen, derhal genel başkana konuyu aktarmış, raporun CIA tarafından yazıldığını, bir operasyon hazırlığı yapıldığı konusunda kendisini uyarmasına karşın, Baykal raporu ciddiye almamış, ancak 18 ay sonra, bir kaset ile istifaya ikna edilmiştir.
Posted in Politika ve Gundem, SEÇİM - SEÇSİS, SİYASİ TARİH | Leave a comment

GÖÇMENLER, MÜLTECİLER, SIĞINMACILAR PLANLI BOP PROJESİDİR – SESSİZ İSTİLA * Bölüm 1-2-3 * Göçlerin temelinde BOP ve Türkiye’nin istikrarsızlaştırılarak zayıflatılması, ekonomisinin ve demografik yapısının bozulması, ekonomik olarak fakirleşmesi vardır. AKP iktidarı ABD ile işbirliği yaparak kendi ülkesinin demografik yapısını değiştirmektedir.

Değerli arkadaşlar,
 2022 senesinin son günü, 31 Aralık tarihinde paylaşmış olduğum aşağıdaki GÖÇMENLER/ MÜLTECİLER/ SIĞINMACILAR konusunu irdeleyen yazıyı yine güncelleyerek paylaşıp, gittikçe artan beka sorunu olan bu önemli konuyu ve  YARATMIŞ OLDUĞU TEHLİKELERİ tekrar hatırlatarak dikkat çekmek istedim.
Türkiye’mizin rejimini, laik demokratik Cumhuriyeti sona erdirebilecek olan çok önemli bir seçimin arifesindeyiz. Ülkemiz var olup, olmamak eşiğine getirilmiştir. Erdoğan/ AKP iktidarı işbirlikçi taşaron olarak görev yaptılar ve bu süreç içinde ülkemiz ne yazık ki toplumun yarısının farkına varmadığı bir işgale uğradı.  İlk adımda anayasa değiştirilmiş, parlamento yok edilmiş, yargı tek bir adamın yönetimine girmiştir. Hukuk içinde suçlulara hesap sorulamamaktadır. Tüm kamu denetim kadroları kaldırıldı. Neo Sultan hiç kimseye hesap vermeden tüm kamu kaynaklarını tüketmekte ve koltuğunu kaybetmemek için hazineyi çevresine ulufe olarak dağıtmaktadır. Ülkemiz ekonomik olarak teslim alınmıştır. Yokluk, yoksulluk, enflasyon gittikçe derinleşmektedir.
Toplum bölünerek kavgalaştırılmaktadır. Baba oğula, amca yeğene siyaseten düşman kılınmıştır. Camiler bile bölünmüştür. Radikal terörist gruplar Erdoğan tarafından TBMM’ye taşınmıştır. HİZBULLAH’ın ardılı olan hüda-par devlet yönetimine gelmiştir ve bunların sorumlusu Tayyip Erdoğan’dır.
Erdoğan ABD+AB ile anlaşarak Türkiye’nin tüm sınırlarını Ortadoğu, Afrika ve Afganistan’lı mültecilere açmıştır. Bu planlı bir BOP operasyonudur. Orta Asya ve Ortadoğu ülkelerinde yaratılan ve ucu Türkiye’ye açık tutularak bağlanan mülteci koridoru ile ülkemiz sayısı tam bilinmeyen fakat 10 milyon civarında olan bir mülteci işgali altındadır. Bu operasyonun amacı Türkiye’nin demografik yapısını bozmak, ekonominin çöküşünü hızlandırmak, sosyal yaşam dengelerini değiştirmek, Türkiye’de farklı bölgelere gizli, uyuyan terör örgütleri konuşlandırmak ve gerektiği zamanda bunları harekete geçirmektir.

Hatırlatayım…Sayın  Banu Avar, “Zemberek” adlı kitabında “Harvard Üniversitesi’nde yapılan ‘Bir savaş silâhı olarak tasarlanan göç olgusu’ başlıklı araştırmada, mülteciler olgusunun hedef ülkelerde savaş ve barış zamanlarında stratejik bir silâh olarak kullanılabileceği ve bunu kontrol eden devlete yarar sağlayacağı tespiti yapılıyor” notunu düşmüştü…”
Kelly Greenhill, Sivil Savaş/İç Savaş dergisinde (Civil Wars journal) daha 2008’de yayınlanan incelemesinde, mülteciler hakkında “en etkili silâh” ifadesi kullanmış ve etki alanı olarak tespit edilen yeni topraklara gelen göçmenlerden veya mültecilerden meydana getirilen, yıkıcı terör eylemlerini yürütmek kapasitesine sahip “küçük gerilla grupları”nı teşvik etmekten bahsetmişti. Afganistan’dan yurda girenlerin neredeyse tamamı savaş tecrübesine sahip gençlerden oluşuyor. Zaten bir kısmı Afgan ordusu askeri… Suriye’den gelenler arasında ise her türlü örgütten ve servisten eleman var.
Ülke ve toplum olarak gittikçe artan zorluklarla boğuşuyoruz. Derin istikrarsızlık, demokrasi ve insan haklarının yok sayılması, siyasal islamcı teokrasi, çıkarcı, talancı, rüşvetçi siyasetçiler, Liyakat yerine nepot kurşun askerlerin kamu düzenine gelmesi, derin yoksullaşma, pahalık, dünya rekoru kıran enflasyon, toplum önderlerinin, muhalif aydınların, değerli komutanların hapishanelerde zulüm görmesi, partileşen yargı, YSK, Yargıtay, Anayasa Mahkemesi, partili savcı ve yargıçlar. TBMM ve Parlamento askıda. Ülkenin yer altı ve yer üstü tüm kaynakları küresel talana açılarak masada. Türkiye’nin en akıllı beyinleri gençler ülkelerinde yaşam alanı bulamadıkları için yurt dışına gidiyor.

Özetle Türkiye çökertiliyor. Taşıyıcı ana direk çatırdıyor

Yukarıdaki paragraf aslında çok eksiklidir. AKP/Erdoğan’ın 20 senelik iktidarı yakın zamanda ülke tarihinde siyasal islamcı/talancı/İşbirlikçi ve patromonial sultanlık olarak yerini alacak ve gelecek kuşaklar TEK BİR ADAMA ülkeyi/devleti teslim edenlerden hesap soracaktır.
Gittikçe çağdaşlaşan, 5. sanayi devrimine yol alan dünyada, Türkiye Taliban zihniyetli politikalarla ancak kağnı arabasında yol alıyor. Akıl ve bilimden kopartılarak dinselleştirilen eğitim kendisine cami, medrese, kuran kurslarında yer buluyor. Buralarda çocuklara hem tecavüz ediliyor hem de beyinleri uyuşturuluyor. Tarikat ve cemaatler kamu yönetimini pay ediyorlar.
Biliyorum sıkıldınız;
Yaklaşan seçimde yukarıda satır başlarını hatırlattığım karadelikten çıkmak için kenetlenerek, omuz omuza, tüm gayretimizle görev yapmak gereği var. Ancak O zaman CUMHURİYETİN 100. yılını kutlamak hakkımız doğacak.
Tüm arkadaşlara sağlık, esenlik diliyorum
Naci Kaptan / 31 Aralık 2022 – 21 Mayıs 2023

Bağlantılı yazı; https://nacikaptan.com/?p=108595 – EMPERYALİZM VE BOP * Türkiye’yi fiilen işgal ettirdiler ! * “Stratejik Göç Mühendisliği” * “Suriyeli sığınmacılar”
=============================================

SESSİZ İSTİLA * GÖÇLER PLANLI BOP PROJESİDİR – Bölüm 1-2-3

Göçlerin temelinde BOP ve Türkiye’nin istikrarsızlaştırılarak zayıflatılması, ekonomisinin ve demografik yapısının bozulması, ekonomik olarak fakirleşmesi vardır. AKP iktidarı ABD ile işbirliği yaparak kendi ülkesinin demografik yapısını değiştirmektedir.
““Kilis artık bizim değil. Azınlık kaldık. Kilis esnafı, vergiye tabi olmayan Suriyeli esnafa yenildi. Tek tek kapandılar. Burada artık ticaret Suriyelilerin eline geçti. Kilis eğitimde iller arasında 4. Olmuştu. Şimdi eğitim kalitesi sıfırlandı. Okullar Arap okulu oldu. Çocuklarımız eğitim alamıyor. Suriyeli gençler 30’lu gruplar halinde geziyor. Kilisliler kızlarını, eşlerini eve kapattı. Dışarı çıkmaya, çıkarmaya korkuyorlar.” (Zahide Uçar)
Değerli okur,
Bir konuya dikkatinizi çekmek isterim; araştırma yazısı içinde bulunan SESSİZ İSTİLA isimli görseli muhakkak izleyiniz ve izlettiriniz. Mülteciler/göçmenler emperyalizmin planlı operasyonları ile Türkiye’ye gelmeleri sağlanmıştır. İşgaller artık böyle yapılıyor. Tank, füze, roket yerine işgaller ülkelerin ekonomik kaynaklarını taşaronlar aracılığıyla ele geçirerek ülkeler yoksullaştırılıyor,
Ülkelerin sosyal ve demografik yapısını bozmak için de mülteciler kullanılıyor. ABD’de yapılan think-tank çalışmalarında her bir mülteci/göçmen, hedefine vuran BİR MERMİ olarak tanımlanıyor. Tayyip Erdoğan’ın defalarca eşbaşkanı olduğunu söylediği BOP operasyonları ile ve AKP yönetiminin işbirliği ile Türkiye (ABD-İSRAİL-AB) tarafından işgal edilmiştir.
NOT; Yeniçağ yazarı değerli gazeteci Arslan Bulut “Bu şartlarda seçime gidilir mi? “- 31 Aralık 2022 tarihli
https://www.yenicaggazetesi.com.tr/bu-sartlarda-secime-gidilir-mi-613623h.htm köşe yazısında aşağıdaki yazıma atıfta bulunmuştur.
Naci KAPTAN – 16 Temmuz  2022 / Güncellendi 31 Aralık 2022

GİRİŞ;
Devletimizin iyi yönetilmesi ve varlığını sürdürebilmesi için bilime inananan, zeki ve akıllı , liyakatlı, kültürlü, bilge, temsil kabiliyeti olan, görgülü, kendi tarihini-bölge ve dünya tarihini çok iyi bilen, bölge insanlarını çok iyi tanıyan, uzmanlığa saygılı, öğrenmeye ve tartışmaya açık ve danışan, ortak karar alabilecek olgunlukta, ardında kirli dosyalar olmayan ve çok daha önemlisi olan ÖDÜNSÜZ YURTSEVER yöneticilere ihtiyaç vardır. Biz bu saygın kişilere DEVLET ADAMI diyoruz.
Ülkemizin son 20 senedir yaşamakta olduğu kırılma ve erimelerin, bozulan ekonominin, askıya alınan demokrasi ve insan haklarının, yok edilen hukuk ve adaletin,  derin yoksulluğun, işsizliğin, pahalılık ve önlenemeyen enflasyonun temelinde devleti yönetebilecek yetkinlikte kadroların olmaması ve var olan kadroların emperyalizmle işbirliği yapıyor olmalarıdır. Göçlerin temelinde BOP ve Türkiye’nin istikrarsızlaştırılarak zayıflatılması, ekonomisinin ve demografik yapısının bozulması, ekonomik olarak fakirleşmesi vardır. AKP iktidarı ABD ile işbirliği yaparak kendi ülkesinin demografik yapısını değiştirmektedir.
Bu işbirliği başbakan/cumhurbaşkanı Erdoğan tarafından yapılmış olan ” BİZ BOP BÖLGE EŞBAŞKANIYIZ” açıklaması ile  ortaya çıkmıştır.  Bu yazıda BOP tanımının içerdiği SİLAH OLARAK KULLANILAN GÖÇ KONUSU irdelenecektir.

Türkiye sistematik ve planlı olarak YÖNLENDİRİLEN MÜLTECİLER aracılığı ile işgal edilmektedir. Dünyada her bir milletten yaklaşık 7.9 milyon yabancının büyük kısmını kayıtsız ve kontrolsuz olarak kabul eden Türkiye’den başka bir ülke yoktur. Birleşmiş Milletler Mülteci Yüksek Komiserliği’nin (UNHCR), yayınladığı 2020 yılı ‘’Küresel Eğilimler’’ raporunda, dünyada en fazla mültecinin kabul edildiği ülkenin Türkiye olduğunu açıklandı. Raporda, Türkiye’nin aralıksız olarak son yedi yıldır en fazla mülteci nüfusa ev sahipliği yapan ülke olduğu belirtildi.
Suriye, Irak, Afganistan ve Pakistan’dan gelen sığınmacılar yeterince denetilmeyen sınırlarımızdan kontrolsuzca geçerek Türkiye’ye girmekte ve ülkenin dört bir yanına dağılmaktadırlar. Özellikle son dönemlerde Afganistan ve Pakistan’dan gelen sığınmacıların tamamı erkektir ve yaşları gençtir. Bazı sığınmacı kafileleri binlerce kişiden oluşan gruplar halinde ülkemize girmektedir. Gelenlerin Taliban mensubu olmaları mümkündür. Teröristler el ve kollarını sallayarak ülkemizde uyuyan terörist grupları olarak görev emirleri gelinceye kadar bekleyecektir.
2011 yılında o gün Suriye’den 252 kişilik ilk sığınmacı kafilesi Hatay’ın Yayladağı sınırında tel örgüyü aşarak Türkiye’ye girmişti. 2022 yılı itibariyle Türk vatandaşı olan Suriyeli göçmen sayısı açıklandı. Bakan Süleyman Soylu, açıklamasında şu ifadeleri kullandı:
“31 Aralık 2021 tarihine kadar 84 bin 152’si çocuk olmak üzere 193 bin 293 Suriyeli Türk vatandaşı oldu. Bunun içinde 2011 öncesi olanlar da var. Türkiye’de 700 binin üzerinde Suriyeli çocuk doğdu. 3 milyon 700 bin civarında Türkiye’de geçici koruma statüsünde Suriyeli var. 3 milyon 700 bin Suriyeliden 2020’de 37 bin 418 kişi   2021’de 50 bin 231 kişinin suça karıştığı belirlendi”
Ülkelerinin demografik yapılarını, kültürünü, sağlığını, ekonomisini, sosyal yaşamı ve toplumsal barışı düşünen ülkeler mültecilerin kimliklerini, geçmişlerini araştırarak kayda alıyor. Terör geçmişi olanları ve teröre eğilimli olanları geri çeviiriyor. Eğitim seviyesi iyi olanları ve topluma kültürel uyum sağlayabilecek olanları kabul ediyor.  Bizde olduğu gibi ELEK gibi olan denetimsiz sınır geçişlerine izin vermiyor.
İngiltere, ülkeye yasa dışı yollardan gelen göçmen ve mültecileri, ‘işlemleri’ tamamlanıncaya kadar Ruanda’ya gönderecek. Ruanda, Birleşik Krallık’a yasa dışı yollardan giden göçmenlerin kendi topraklarında tutulmasına ilişkin anlaşmayı imzalandı. Yeni plan kapsamında ülkeye gelen göçmen ve mültecilerin, iltica başvuruları ve kabul süreci tamamlanıncaya kadar yaklaşık 7 bin km ötede, ülke dışında tutulmaları öngörülüyor.
Göçmenleri denizaşırı bir noktada tutma uygulaması Avustralya tarafından da yapılıyor. Avustralya’daki aşırı sağcı, göçmen karşıtı hükümet, gelen göçmen ve mültecileri, iltica başvuruları tamamlanana kadar ülke dışındaki bazı adalarda tutuyor. Mülteciler, işlemleri tamamlanıncaya kadar Papua Yeni Gine ya da Güney Pasifik’teki Nauru Adası’nda kurulan kamplarda tutuluyor. Ancak muhalefet ve insan hakları aktivistleri, hükümeti inceleme sürecini yıllara yayarak kasten uzun tutmakla eleştiriyor. Bazı kişilerin dosyalarının kabulü yıllar sürdüğünden Avustralya hükümeti, yoğun eleştiri alıyor.

Sayın Zahide Uçar şöyle yazdı;
BOP çok yol aldı. Ülkemiz BOP’ne göre bölünecek 22 ülkeden biriydi. Türkiye’ye Irak, Suriye, Libya gibi açıktan saldıramadılar. Önce işbirlikçi bir iktidar buldular. İşbirlikçi ortakları için baston görevi yapan muhalefeti de oluşturdular. Cemaat görünümlü ajanlarını ülkemizin sinir ucu görevi yapan kurumlarına, yargıya, emniyete yerleştirdiler.
9 Milyon Suriyeli Türkiye’ye sürülerek yumuşak işgal sağlandı. Sınır mayınları bu proje için temizlendi. Sınıra mayın temizleme kılıfıyla İsraillileri yerleştireceklerdi. O dönem gösterilen direnç nedeniyle başaramadılar. Kendi askerlerimiz mayınları temizledi. Kayıplar verdik. Sonra ABD ile birlikte Doğu sınırımızdaki mayınlar temizlendi. Afgan göçüne hazırlandı… Afganistan’dan gelen genç erkekler ABD’nin birlikte çalıştığı Afganlılardı. Ailelerine ABD maaş ödüyordu. Şimdi Pakistanlılar geliyor…
Bunlar sığınmacı falan değil! ABD derin devleti ile yapıldığı anlaşılan gizli bir anlaşmanın uygulamaya konmasıdır! Suriyeliler gelmedi. Türkiye’ye kovalandı. Vaatler verildi. Onlar geçici sığınmacı olsaydı, bu kadar saldırgan olabilirler miydi? Kilis’te, İstanbul’un göbeğinde Türkçe konuşun” diyenlere, Suriyeli hastaya Türkçe konuş diyen doktora;
“Siz Arapça konuşun” diyebilirler miydi? Silahlarıyla İstanbul’un göbeğinde poz verebilir miydi?
Belli ki özel sözler verilmiş. Belli ki kuracağız dedikleri Astrika Devletinin dili Arapça olacak açıklaması Suriyeli Emperyalist lejyonerlere de fısıldanmış. Belli ki dönüşüm için görev de verilmiş. İşte o söz ve göreve güvenerek Türk Milletini aşağılayacak kadar cesur olabiliyorlar.
“Kilis artık bizim değil. Azınlık kaldık. Kilis esnafı, vergiye tabi olmayan Suriyeli esnafa yenildi. Tek tek kapandılar. Burada artık ticaret Suriyelilerin eline geçti. Kilis eğitimde iller arasında 4. Olmuştu. Şimdi eğitim kalitesi sıfırlandı. Okullar Arap okulu oldu. Çocuklarımız eğitim alamıyor. Suriyeli gençler 30’lu gruplar halinde geziyor. Kilisliler kızlarını, eşlerini eve kapattı. Dışarı çıkmaya, çıkarmaya korkuyorlar.”
İşte size açık bir ihanet tablosu… Bu mandacı kafalar, bile, isteye ülkemizi işgal ettirdiler. Basının satılık kalemleri, lejyoner askerleri, Türk düşmanı devşirmeler bu işgale karşı çıkanları “faşist” olmakla suçlayıp, bastırmaya çalışıyor. Mütareke basını, devşirilmiş kalemler görevini yapıyor. Türk düşmanlıklarını, yani faşist duygularını “hümanist” ayaklarıyla kapatmaya çalışıyorlar. Bunlar Turuncu Darbenin kiralık askerleri, küresel çetenin lejyoner kalemleridir!. Sakın susmayın!. Düşmana asker olan hainlerin karşısına gururla dikilin!.
Aşağıdaki videoyu dikkatle izleyiniz

Hande Karacasu – SESSİZ İSTİLA
GÖÇLER – TÜRKİYE’Yİ PLANLI “İSTİKRARSIZLAŞTIRMA ” OPERASYONLARI
BÖLÜM I
Göç “büyük insan topluluklarının yerlerini, yurtlarını bırakarak daha elverişli yaşam koşulları bulacakları yerlere gitmesi” (Türk Dil Kurumu, 2000, s. 397) olarak tanımlanmakta ve insanlık tarihi içerisinde sürekli gündeme gelmektedir.
Türkiye, Avrupa’dan gelenleri mülteci olarak tanımlarken Avrupa dışından Türkiye’ye gelenleri ara formül olarak ürettiği mültecilik durumu incelenen geçici koruma sağlanan kişileri ifade eden sığınmacı olarak tanımlamaktadır.
Uluslararası hukukta kabul edilen 1951 Cenevre Sözleşmesi kabul edilen mülteci tanımının önemli bir eksiği olarak görülen coğrafya ve zaman sınırlamaları 1967 New York protokolü ile kaldırılmıştır. Türkiye Cenevre Sözleşmesi ve 1967 Cenevre protokolünü bölgedeki siyasi karışıklığın mülteci akınına neden olacağı ve Avrupa’nın Türkiye’yi tampon bölge olarak kullanma ihtimali nedeniyle coğrafi sınırlama şerhi koyarak kabul etmiştir. Gelişmeler Türkiye’nin çekincelerini haklı çıkarmıştır. Ancak Türkiye şerhe rağmen göç hareketlerinin önüne geçecek etkili önlemleri almamış ve hatta sınırları göçmen geçişlerine açmıştır. Acaba neden?
Türkiye ve AB arasında Geri Kabul Anlaşması imzalanmış ve buna göre Türkiye, toprakları üzerinden AB ülkelerine yasadışı yollarla gitmiş olan diğer ülkelerin vatandaşlarını geri alacaktır (Avrupa Birliği Bakanlığı, 2013).
Türkiye ile AB ülkeleri arasında yapılan Geri Kabul Anlaşması’na göre Danimarka ve İrlanda dışındaki tüm AB ülkelerine kaçak yollarla giren göçmenlerin Türkiye’ye gönderilebilmesi öngörülmektedir. Anlaşmanın son aşamasında vatandaşlık bağına bakılmaksızın Avrupa, Türkiye üzerinden kendi topraklarına giren istemediği her göçmeni Türkiye’ye gönderebilecektir. Türkiye geri kabul anlaşmasıyla üçüncü ülke vatandaşlarını veya vatansızları kabul etmeyi taahhüt etmiştir (Resmi Gazete Sayı 29076 2 Ağustos 2014). Türkiye, Avrupa’nın Türkiye’yi göçmenler önünde bir baraj olarak görmek istediğini düşünmekte (Deutsche Welle Türkçe, 2016) ve coğrafi çekincenin kaldırılması halinde ortaya çıkacak mali külfetten endişelenmektedir. Bu durumda Türkiye ekonomik destke karşılığı Avrupa’nın GÖÇMEN DEPOSU olmayı kabul etmiş ve milyonlarca göçmenin Türkiye’ye getireceği her türlü olumsuzluğu kabullenmiştir. Bu kabulleniş, Türkiye’nin geleceğini ipotek etmekle eş değerdir.
Suriye’de çatışma 2011’de başladığından beri Türkiye, Suriyeli mültecilere koruma sağlamıştır. Suriyelilerin kendi bölgelerine gelmesine izin verip onlara yardım etmek için finansal kaynaklar ve sosyal hizmetler tahsis eden diğer komşu ülkelerde olduğu gibi toplum, olumsuz ekonomik ve sosyal etkilere maruz kalmıştır. Türkiye diğer sığınmacılara olduğu gibi Suriyelilere de ücretsiz sağlık hizmeti yanında gıda, barınma, mesleki eğitim ve örgün eğitime erişim sağlamaktadır. Suriyeliler yarım kalmış eğitimlerini her seviyede tamamlama imkânına sahip olmaktadır.
Göç hareketleri özellikle nüfusun etnik, kültürel, dini ve dilsel bileşimini doğrudan değiştirerek toplumsal kimliği ve kültürü tehdit ettiği için bir noktaya kadar göçün getirdiği kültürel çeşitlilik kabul edilir ancak bir noktadan sonrası sorun haline gelmektedir. İşsizliğin nedeni olarak göçmenlerin gösterilmesi göçmen/mülteci karşıtlığını körükler.
Avrupa ülkelerinde yabancıların temel insan haklarından yararlanamaması normal görülebilmektedir. Yine ekonomiye katkısı olmayanlara kapıları kapatan Avrupa, mültecilere sağladığı sağlık hizmetlerini de içine alan faaliyetlerini ücretlendirmektedir.
Gelişmiş ülkelere yönelik göç hareketleri incelendiğinde ise göçün temel nedeni, gelişmiş ülkelerdeki işgücü ihtiyacının uluslararası göç ile karşılanmasıdır. Yaşlanan nüfus sorununun üstesinden gelmek için, birçok İktisadi İşbirliği ve Gelişme Teşkilatı (OECD) ülkesi göçü, işçi ihtiyacını telafi etmek için potansiyel bir çözüm olarak görmektedir. Bu ülkeler yatırım yapmadan, yetişmiş ve ucuz işgücü sağlayarak önemli avantaj oluşturmaktadır. Çünkü gelişmiş ülkeler aldıkları mültecileri ihtiyaçlarına göre belirlemekte, çaresizliği fırsata dönüştürmek suretiyle ekonomilerine ivme kazandırmayı amaçlamaktadır.
Uluslararası birçok alanda olduğu gibi göç politikaları da Batı’nın kendi şartlarına göre oluşturduğu ve batı merkezli çözümler öneren bir süreci öngörmektedir. Aslında Avrupa’nın uyguladığı göç politikası işgücü pazarıdır. İhtiyaç duyduğu kadar göçmenleri istihdam eden Batı, kriz dönemlerinde işten ilk önce göçmenleri çıkarmaktadır. 1980’lerden itibaren batılı ülkeler işgücüne ihtiyaçları kalmadığını ilan ederek yasal göç hareketlerini imkânsız hale getirmiş ve yasa dışı göçlere zemin hazırlamıştır Yani göç hareketleri yine yaşanmış ancak bu durum insanların can güvenliği açısından daha tehlikeli hale gelmiştir.
Dünyada yaşanan çatışma, şiddet ve zulüm nedeniyle yer değiştirmek zorunda kalan insanların sayısı rekor seviyeye ulaşmıştır. Türkiye, dünyada en fazla mülteciye ev sahipliği yapan ülke olmaya devam etmektedir (United Nations Refugee Agency [UNHCR], 2021b). Mültecilerin komşu ülkelerin kapılarına dayanması gerçeği Türkiye’de de yaşanmış, Arap Baharından sonra Arap ülkelerinden Türkiye’ye yönelik yoğun bir mülteci akımı oluşmuştur. Gelen sığınmacıların büyük bir bölümü yasal olmayan yollarla gelmeyi tercih etmektedir.
Göç olgusu, göç veren ülkeleri ilgilendirdiği kadar göç alan ve transit ülkeleri de ilgilendirmektedir. Uluslararası Göç Örgütünün açıkladığı 2020 yılı raporunda 272 milyon uluslararası göçmen vardır ve bu dünya nüfusunun % 3.5’idir. Günümüzde göçler, hayat seviyesinin daha yüksek olduğu güvenlik risklerinin minimize edildiği coğrafyalara, diğer bir ifadeyle istikrarsızlıkların yaşandığı ülkelerden Avrupa’ya yönelmektedir.
Sovyetler Birliği’nin dağılmasından sonra başlayan küreselleşme aşamasında, uluslararası emperyalizm bütün dünya çapında bir büyük ayaklanmayı zaman içerisinde dolaylı yollardan örgütleyerek, bütün dünya ülkelerinde yaşamakta olan halk kitlelerini çeşitli nedenlerle ayağa kaldırarak bunların yeni ülkelere ya da bölgelere doğru yönelmelerini sağlamıştır. Çeşitli olumsuz koşulların ortaya çıkması ya da birikmesi üzerine birçok geri kalmış ülkedeki yoksul ve aç halk gruplarının ayağa kalkarak, başka ülkelere ya da bölgelere göç ettikleri görülmektedir.
Durduk yerde hiç kimsenin doğduğu toprakları terk etmesi ya da her şeyini satarak başka bir ülkeye doğru göçe yönelmesi mümkün olmayacağına göre ya uluslararası konjonktürde yeni rüzgarların esmesi ya da ülkesel ya da bölgesel olumsuz koşulların ortaya çıkarak mazlum halk kitlelerini rahatsız etmesi gibi durumların söz konusu olabildiği aşamalar da dünya sahnesinde göç olgusu ve beraberinde getirdiği olaylar dizisi öne çıkmaktadır. Bugün gelinen aşamada dünya tarihinin en büyük göç olayları ile dünya karşı karşıya gelmiştir.
Göç hareketleri bir anlamda, nüfusun bir kısmının yer değiştirmesi ya da bir ülkeden diğer ülkeye giderek sahip olunan vatandaşlık bağının, bir başka ülke üzerinden gündeme getirilmesi olarak görülmektedir. Dünya tarihi incelendiğinde insan topluluklarının sürekli bir göç halinde olduğu ve zaman içinde doğal koşullara ve ihtiyaçlara dikkat edilerek, yer değiştirme hareketlerinde bulunulduğu anlaşılmaktadır. Yıllar geçtikçe nüfusun artması insan gruplarının yer değiştirmesine yol açtığı gibi, göçler aracılığı ile ortaya çıkan yeni durumlara göre de yeryüzü kıtalarının üzerinde yeni yerleşim ve devletleşme olguları da birbiri ardı sıra öne çıkmıştır.
Genel olarak bireylerin ya da grupların, yaşamak, yerleşmek ve çalışmak gibi hedefler doğrultusunda, bir yerden başka bir yere hareket etmesi olarak göç olgusu tanımlanmaktadır. Göçler sadece bir yer değiştirme hareketi değildir ve aynı zamanda toplumsal bir değişim süreci olarak da ele alınabilir. Normal durumlarda göçler doğal değişim sürecine göre biçimlenmektedir. Ne var ki, insanların yer ve ülke değiştirmesi sadece doğal koşullara göre değil, daha çok ekonomik, sosyal ve siyasal koşulların ya da düzenlerin geçirdiği değişim süreçleri içinde, ortaya çıkan yeni durumlara göre daha çok halk kitlelerinin ya da belirli etnik, dinsel ya da kültürel toplulukların topluca ülke değiştirmeleri olarak da ele alınabilir.
göç alan ülke fırsatlar yanında ciddi tehlikeyi de beraberinde barındırmaktadır. Sığınmacılar, sığındıkları ülkelerde eski statülerinden daha aşağıda yer bulduklarında kendilerine saygıları azalmaktadır. Ayrıca dil farklılığı hem mülteciler hem de göç alan ülkelerin iç yapısı içinde sıkıntılar oluşturmaktadır. Göç edenlerin etik değerleriyle göç alan ülkelerin etik değerleri uyuşmamaktadır. Gittikleri ülkelerde sığınmacıların yerli halk tarafından dışlanması en sık görülen vakalardandır. Göçmenler kültürel ve psikolojik etki yanında coğrafi ve iklim özelliklerinden de doğrudan etkilenmekte yeni bir dil öğrenme ve içine girdiği toplumun kültürüne adaptasyonda güçlükler yaşamaktadır.
Dil sorunu hemen her alanda hizmetlerden yararlanılmasına engel oluşturmaktadır. Ayrıca “dost-düşman olarak” yapılan sınıflandırmada yabancı olarak değerlendirilmekte ve dost gözükmediği için düşman kategorisinde yer verilmektedir. Yani yabancılar potansiyel düşman olarak görülebilmektedir. Bu durum bir anlamda ötekileştirme ve insanları birbirinden uzaklaştırmadır. Çünkü insanlar farklı oldukları düşüncesiyle, kendilerinin iyi tarafta karşısındakilerin de kötü tarafta olduğu varsayımıyla hareket ederken, karşılıklı anlayış ve iyi ilişkiler geliştirememektedir.
Barış içinde yaşamın getirdiği güvenceler sayesinde, devletler varlıklarını sürdürebilirler ve böylece vatandaşlarının her türlü gereksinmelerini doğal yollardan karşılayabilirler. Ne var ki, böylesine bir düzenin kurulamadığı aşamalarda, yeryüzü aç ve yoksul insanların yollara düştüğü ve kendilerine yeni bir vatan aramaya başladıkları kargaşa ortamına doğru sürüklenmektedir. Bu tür oluşumlar açısından göç olgusu ele alındığında barış, savaş, düzen ve güvenlik gibi kavramların yardımlarıyla göç olgusunun ne olduğu ne gibi sosyal, siyasal ve ekonomik sorunlardan kaynaklandığı açıklığa kavuşturulabilir.
Her devlet kendi anayasal düzenini kurarken, hukuk devletinin gereklerini yerine getirmeye çalışmakta ve göç, mübadele ve sığınma gibi nüfus olaylarını uluslararası hukukun kuralları doğrultusunda kontrol etmeye çalışmaktadır. Konu ile ilgili olan Cenevre sözleşmeleri ile uluslararası insan hakları ilkelerine, Birleşmiş Milletlere üye olan her devletin dikkat etmesi dünya düzeni ve evrensel barış açısından gereklidir.
Avrupa Birliği ve Amerika Birleşik Devletleri gibi zengin batı bölgelerinin üst düzey devlet yapılanmaları göçmenleri sınır kapılarında bekleterek, daha sonra geri göndererek bu saldırılardan kurtulmaya çalışmışlar ama geri kalmış Asya ve Afrika ülkelerinden binlerce göçmen ve sığınmacının göç etmek istemeleri üzerine, batılılar iyi okumuş yüksek tahsil sahipleri ile yabancı dil bilen ve dünyayı izleyebilen entellektüelleri vatandaş olarak almaya öncelik vermiş, dil bilmeyen ve okumamış cahil düzeydeki insanları geri göndermeye çaba göstermişlerdir.
Türkiye’nin emperyalizmin ilgi odağı olmasının ardında, kendi ülke zenginlikleri dışında Avrupa’dan Asya’ya ve özellikle zengin petrol kaynaklarının olduğu Ortadoğu ülkelerine giden köprü yolunda ve enerji hatları aktarım geçişinde bulunuyor olması vardır.
Ortadoğu bölgesi içerdiği zengin petrol kaynakları ve gittikçe önem kazanan zengin tarım alanlarına sahip olması, Fırat ve Dicle gibi akarsuların bulunuyor olması ,güçlü işgalci devletleri bu bölgede egemenlik arayışına ve güç gösterisine yönlendiriyor.
Ortadoğu bölgesi I. Dünya Harbinden bu yana emperyal devletlerin öldürücü ve yok edici savaş alanı olmaya devam ediyor. Bu nedenle bölgemizde bulunan tüm ülkeleri planlı ve sistematik olarak dönüştürmeye egemenlikleri altına almaya çalışıyorlar.
Dünyada gelinen noktada ise göçmenler adeta sratejik bir savaşın unsuru gibi kullanılmaya başlamıştır. Türkiye’nin yakın çevresinde ortaya çıkan gelişmeler Türkiye’deki düzensiz göçmenlerin sayısının artacağını göstermektedir. Özellikle Suriye’deki gelişmeler Türkiye üzerinde baskı aracı olarak kullanılmaya çalışılmaktadır. Binlerce kilometre uzaktan gelen güçler hak iddia edebilirken Türkiye’nin güvenlik endişeleri görmezlikten gelinmeye çalışılmaktadır.
BÖLÜM II
DEVLET ADAMLIĞI ve LİYAKAT
Bölgemiz ülkelerini yönetenlerde devlet adamı vasfı ve liyakati olmazsa, bu yöneticiler yurtsever, bilge, kültürlü olmazsa, işbirlikçi olurlarsa bugünlerde aynen ülkemizde olduğu gibi ülkeler ve toplumlar küresel emperyalist tuzaklara düşecek, kendilerine ait olmayan kaos ve savaşların içine sürüklenecektir. Ne yazık ki AKP iktidarının BOP görevi nedeniyle  Türkiye bu tuzağa düşürülmüş olup, Türkiye kendisine ait olmayan çatışmalara, savaşa, istikrarsızlığa ve bölünmeye sürüklenmektedir. Buna BOP görevde diyebiliriz.
Ortadoğu Bölgesinde çıkar çatişmalarında Emperyalizmin kullandığı üç ana kaldıraç var ;
1* Aynı ülkenin insanlarını ETNİSİTE İLE BÖLEREK KAVGALAŞMA/ÇATIŞMA yaratmak
2* Aynı ülkenin insanlarını DİN / İNANÇ / MEZHEP FARKLILIĞI ile ÇATIŞTIRMAK.
3* Ülkelerin yönetimine ABD ve İsrail’in politikalarına bağlı ve uyumlu olabilecek, bagajı dolu siyasetçileri görev başına getirmek ve bu ülkeyi ekonomik bağlamda borçlandırarak emir alır konuma getirmek.
CIA VE SÜNNİ Şİİ ÇATIŞMASI
Amerikan Merkezi İstihbarat Teşkilatının (CIA) eski yetkililerinden Michael Scheuer’in 2015 yılında yaptığı açıklamalar sosyal medyanın gündemine geldi. Söz konusu kayıtta ABD’deki bir TV kanalının canlı yayınına konuk olan Scheuer;
Orta Doğu’dan Batı’ya yönelik tehditlerin geldiğini savunan Scheuer, bunu kaynağında durdurmak gerektiğini altını çiziyor. CIA’da 22 yıl ajanlık yapan Scheuer, “Ne biz Amerika olarak ne Batılı güçler oralara kendi askerimizi göndermek istemiyoruz. Sayın Obama ve Sayın Cameron (İngiltere eski Başbakanı) ve çoğu Batılı liderler, kendi kara kuvvetlerini göndermek yerine Sünnileri ve Şiileri, birbirleriyle, kanları kururcasına savaştırmak fikrine hayran kalacaklar gibi görünüyor. Şu an en büyük ümidimiz Sünniler ve Şiiler arasında bir savaştır” diyor.
Özellikle İslam ülkelerinde asırlardır oynanan küresel oyunun temeli budur. İşte bu durumdaki ülkeler artık küresel düzenin kölesi olmak üzere olabildiğince zayıflatılarak ehlileştirilmiştir. İstanbul’un işgalinde İngiliz komiser Ryan’ın yazdığı gibi “Ülkeyi yönetenler müslüman gözükecekler fakat bize hizmet edecekler” deyişi günümüzde de geçerlidir.
ORTADOĞU GÖÇLERİNİN ANA NEDENİ ; BOP VE GOP
7.8.2003 tarihli Washington Post gazetesinde o tarihte ABD’nin güvenlikten sorumlu danışmanı olan Condoleezza Rice şöyle diyor:
BOP ile Türkiye Dahil 22 Ülkenin Sınırları Değişecek
Condoleezza Rice’ın 7.8.2003 Washington Post gazetesinde yayınlanan “Transforming The Middle East – Ortadoğu’yu Dönüştürmek.” Başlıklı yazısında Fas’tan Basra körfezine kadar Ortadoğu’da bulunan 22 devletin rejiminin, sınır ve haritalarının değiştirileceğini, Türkiye’nin de bunların içinde olduğunu açıkça ifade ediyor.
2006 yılında ise ABD’li bir albay BOP dahilinde sınırlar değiştirilirken parçalanacak devletler ile yeni kurulacak devletleri gösterir ayrıntılı bir harita çiziyor ve bu haritanın kapsam ve gerekçelerini ABD Silahlı Kuvvetler Dergisi’nin Haziran 2006 baskısında ayrıntılı olarak anlatıyor.
E.Albay Erdal Sarızeybek bu konuda şöyle diyor:
BOP Haritasını çizen Amerikalı bir asker Ralph Peter’s’dir. Çizdiği harita ve bu haritaya ek gerekçeleri “Kanlı Sınırlar, Daha İyi Bir Ortadoğu” başlığı altında açıklamış ve bu ABD Silahlı Kuvvetler Dergisi’nin Haziran 2006 baskısında yayınlanmıştır. BOP haritası öylesine açık yazılmıştır ki “bu planın uygulanması sonucunda Türkiye’nin kaybedeceği” vurgusu da uluslararası ilişkiler açısından hiçbir kaygı duyulmaksızın yapılmıştır.
BOP Haritasını çizen Amerikalı Albay Ralph Peter’s 2006 yılında çizdiği BOP haritasının ABD açısından stratejik öneminin izahını yaparken Türkiye ve bölgemiz için şunları söylüyor:
“Balkanlar ve Himalayalar arasındaki adaletsizliği ile ünlü topraklardaki en göz alıcı haksızlık bağımsız bir Kürt devletinin yokluğudur. Orta Doğu’da bitişik bölgelerde yaşayan 27 ile 36 milyon arasında Kürt vardır (bu rakamlar muğlaktır zira hiç bir devlet dürüst bir nüfus sayımı yapılmasına müsaade etmemiştir). Günümüz Irak nüfusundan daha büyük olan bu grup, düşük nüfus tahminini bile göz önünde bulundurduğumuzda Kürtleri dünyanın kendine ait bir devleti olmayan en büyük etnik grubu yapmaktadır.
Amerika Birleşik Devletleri ve koalisyon ortakları Bağdat’ın düşmesinden sonra bu haksızlığı düzeltmek için ellerine geçen muhteşem fırsatı görememişlerdir. Uyumsuz parçaların birbirlerine Frankenştayn canavarını andıran şekillerde dikilmesinden oluşan bir devlet olan Irak, o anda üç küçük devlete bölünmeliydi. Korkaklık ve vizyon eksikliğinden bunu başaramadık ve Iraklı Kürtleri yeni Irak hükümetini desteklemeleri konusunda zorladık – ki bunu iyi niyetimize karşılık olarak isteyerek yapıyorlar. Ancak özgür bir halk oylaması gerçekleştirilecek olsaydı, hiç şüpheniz olmasın ki Irak Kürtlerinin neredeyse %100’ü bağımsız olmak için oy verirlerdi.
Ankara’nın önünde bulunan Kürt sorunu son on yıl içerisinde bir miktar kolaylaşmış olmasına rağmen baskı yakın tarihlerde tekrar yoğunlaştı ve Türkiye’nin doğusundaki beşte birlik bölümü işgal edilmiş bir bölge olarak görülmelidir. Suriye ve İran Kürtleri de mümkün olsa bağımsız bir Kürdistan’a katılmak isterlerdi. Dünyanın meşru demokrasilerinin Kürt bağımsızlığını muzaffer kılmayı reddetmeleri medyamızı sık sık heyecanlandıran beceriksizce yapılan hafif günahlardan çok daha kötü bir insan hakları ihmalidir.
“Ayrıca Diyarbakır’dan Tebriz’e kadar uzanan bağımsız bir Kürdistan, Bulgaristan ve Japonya arasında en Batı yanlısı devlet olacaktır. “ Son cümleye dikkat: “Ayrıca Diyarbakır’dan Tebriz’e kadar uzanan bağımsız bir Kürdistan, Bulgaristan ve Japonya arasında en Batı yanlısı devlet olacaktır.”
Condoleezza Rice “BOP ile Türkiye Dahil 22 Ülkenin Sınırları Değişecek” açıklaması yaparken ve BOP Haritasını çizen Amerikalı Albay Ralph Peter, haritasının gerekçesini ““Kanlı Sınırlar, Daha İyi Bir Ortadoğu” olarak tanımlarken Türkiye de çok anlaşılmaz ve akıl dışı bir açıklama günün başbakanı R.Tayyip Erdoğan tarafından yapılıyordu, Erdoğan şöyle diyordu; BEN “BOP”un BÖLGE EŞBAŞKANIYIM”. Hangi ülkenin yöneticisi amacı Ülkesinin sınırlarını ve yönetimini kanla değiştirmeyi hedefleyen emperyalist bir projenin eş başkanı olmayı kabul eder? Emperyalizmin peşine takılan AKP, Türkiye’yi çökertecek, rejimi değiştirecek, Cumhuriyet ve laikliği tasfiye edecek karanlık bir yola girmişti.

BÖLÜM III
Dini köktenciliğin, laik toplumlarda yaratığı korkular, Afganistan ile en üst düzeye çıktı.
Ülkemiz yönetimini elinde bulunduran siyasal İslam’ın, Taliban ile kurabileceği ilişkilerin, ülkemize nasıl yansıyacağı, konusundaki korkular yükseldi. Afganistan’dan gelen mültecilerin, Suriye’den gelen mültecilerin gittikçe artıyor olmasının, verdiği iki korku var.
Birincisi, işini ekmeğini kaybetme korkusu, bu genellikle bedeni ile çalışan kesimlerde, ekmek korkusu, gelecek korkusu olarak ortaya çıkıyor. Bir diğer bir korku var ki, korkuların korkusu diyebiliriz.
Suriye’den gelen kimselerin kökten dinci yaşam anlayışları ve iktidarın da giderek, laiklik konusunda takındığı olumsuz tavır ve yönetim anlayışının, her gecen gün, daha çok kökten dinci anlayışa doğru kayması, korkuların tavan yapmasına sebep oldu. Cumhuriyet hepten yıkılır ve Taliban gibi kadına vahşice davranan bir anlayışla, karşı karşıya kalırsak, ne yapacağız?
Diyelim ki ulusumuz, Taliban gibi yönetimle yönetilmeye başladı. Afganistan’da olduğu gibi Cumhuriyet bitti. İslam Emirliği kuruldu. Ülkenin yarısı, Avrupa’ya veya başka yerlere kaçtı. Yani yaklaşık 20-30 milyon kişi gitti. Kalan laikler ile kökten dinciler, birbirleri ile çatışıyor.
Böyle bir ortamda ne kökten dinci kalır ne laiklik kalır ne de yaşanacak bir ülke kalır. Böyle bir duruma ne Avrupa, ne Rusya ne da başka bir ülke seyirci kalır. Türkiye Afganistan değil. Bundan yirmi yıl önce böyle düşünceler, bırakınız aklımızdan geçmesini, ülkemizdeki kökten dinciler bile, böyle bir iktidara varmayı, düşünemezdi.
II Abdülhamit ile başlayan kökten dinci bir anlayış geldikten sonra, Osmanlının içinde laiklik ve Cumhuriyet fikirleri ateşlenmişti. İttihat Terakki, arkasından Kurtuluş Savaşı ve Kuvayı Milliye ortaya çıktı. O zaman bile, kökten dinci bir düşüncenin tahakkümüne rıza göstermemiş halkımızın, Cumhuriyet deneyimini yaşadıktan sonra, Taliban gibi bir yönetim anlayışına rıza göstereceğini hiç sanmıyorum.
Elbette kökten dinciler, kadınımızı kara çarşafın içinde ki karanlığa sokmaya çalışacaktır. Nihai amaçlarının Taliban gibi bir yönetime ulaşma olduğunu biliyoruz. Korkmak ve korkuları çoğaltmak yerine, sahip olduğumuz Cumhuriyet ve onun imal ettiği insanımızın, böyle bir yönetimi, asla kabul etmeyeceği düşüncesiyle direnmek gerekir.
“Suriyeliler bir beka tehditidir”
Kültürlerarası İletişim Uzmanı Bahadırhan Dinçaslan, Suriyeli sığınmacılara ilişkin önemli açıklamalar yaptı. Dinçaslan, terör örgütlerinin göçten beslendiğini belirterek, Suriyeli sığınmacıların Türkiye için bir beka tehditi oluşturduğunu ifade etti.
Suriyelilerin neden olduğu toplumsal gerginlik gündemde her geçen gün daha fazla yer tutmaya başladı. Yurt dışında yaşayan Suriyelilerin Türk Bayrağı ve Atatürk resmine hakaret ederek hazırladıkları propaganda görselleri, özellikle sosyal medyada tartışmaların fitilini yeniden ateşledi.
Tarikatler ve mafyöz yapıların yanında örgütler de “göç”ten beslenirler. PKK’nın Doğu ve Güneydoğu Anadolu’da menfur faaliyetlerine başlamasını takip eden süreçte batı illerine yönelen Kürt göçü, bu illerde hem tarikatleri, hem mafyayı beslemiş, hem de özellikle 2000’li yıllarda PKK’nın hazır bir “şehir gerillası” kitlesine sahip olmasına neden olmuştu. İç göç nedeniyle hayata “sıfırdan” başlamak zorunda kalan Kürtler, ekseriyetle kentlerin “varoş”unu teşkil etmiş, gettolara hapsolmuş, bu varoşlarda da mezkur yapılar ava çıkmışlar ve yukarıda sayılan sebeplerden masun olmayan Kürtler üzerinde tesir sahibi olmuşlardır.
Radikal’de vaktiyle çıkmış bir dosya vardı, “PKK’nın Z Nesli ve Füzyon Radikalleşmesi”. Mutlaka okumanızı öneririm. Özellikle varoşta doğan ve klasik köy hayatının gelenek ve teamüllerinden tamamen kopuk, ancak kentli düzen içerisinde de kendine yer bulamamış Kürt gençleri, PKK’nın hareket ve düşünce pratiğini dahi etkileyen bir işlev üstlenmişlerdir.
Dr. Alex P. Schmid, Uluslararası Anti-Terör Merkezi (ICCT) için kaleme aldığı “Terörizm ve Göç Arasındaki İlişki” başlıklı çalışmasında, çok önemli hususların altını çizmiş. Buna göre, Sivillere yönelik terör faaliyetleri bazen kasti olabiliyor. Bu faaliyetler ne kadar şiddet içeriyorsa, göç oranı o kadar artıyor. Bu göç, çoğunluğu gelişmekte olan (ekonomisi ve standartları görece zayıf) ülkelerde yer alan mülteci kamplarının doğmasını sağlıyor.
Terör örgütleri bu kampları daha sonra militan devşirme sahaları olarak kullanıyorlar. İç savaş ya da terör sebebiyle göç eden insanların yerleştiği ülkeler, yeni terör faaliyetlerinin planlandığı üsler haline geliyorlar. Göçmenlerin bu ülkelerde doğan çocukları, kimlik karmaşaları sebebiyle, ait oldukları ülkenin teröristlerini kendilerine ikon olarak seçmeye meyyal oluyorlar. Göçmenler terörist, teröristler göçmen olabiliyor. Çok sayıda göçmen alan ülkelerde, doğru yönetim uygulanmazsa, hem uluslararası terörist faaliyetleri artıyor, hem de “yerli” teröristlerin etkinliğinde artış gözlemleniyor.
Şu halde, tarihi örneklere ve yapılan çalışmalara bakılınca, yaklaşık 5 milyon gibi devasa bir sayıya ulaşmış Suriyeli göçmene ev sahipliği yapan Türkiye, ekonomik, sosyal ve siyasi sorunların yanında, doğrudan güvenliğini tehdit eden bir beka tehdidiyle karşı karşıyadır. Halihazırda iç göçün dinamiklerinin doğrudan ve dolaylı olarak beslemesi nedeniyle kronikleşmiş terör ve “paralel yapı” sorunlarıyla uğraşan Türkiye, her gün giderek artan bir “Suriyeli radikalleşmesi” tehlikesine karşı politika üretmemektedir.
Kurulu düzeninden kopmuş, aile bağları zayıflamış, yeni bir düzen içerisinde varlık edinmeye çalışan Suriyelilerin hem çete/mafya yapılarına, hem yeni paralel devletler yaratacak tarikat tuzaklarına, hem de yerli ve uluslararası terör örgütlerine karşı yumuşak karın teşkil ettiği şüphe götürmez. Üstelik Türkiye’de doğan ve aynı “PKK’nın Z Nesli” gibi daha marjinal olması beklendik olan Suriyeli çocuklar gerçeği var. Bu veçhile, Suriyelilerin Türkiye’den gönderilmesini savunmak, yalnızca ideolojik Türk milliyetçiliğinin değil, ülkenin geleceği ve güvenliği ile ilgili kaygı duyan herkesin ajandasının bir numaralı maddesi olmalıdır.
Halihazırda etnik ve ekonomik çalkantıların sürekli kaşınmasından beslenen bir PKK ve kentlileşemeyen Müslümanın zaaflarını sömüren bir FETÖ örneği elimizde varken, hem tarikat, hem terör yapılarının (hatta iki yapının da özelliklerini tevhid eden El-Kaide, IŞID gibi yapıların) yeşermesi için elverişli bir petri kabı manzarası arz eden 5 milyon insanın varlığının savunulmasının hiçbir akli ciheti olmadığı gibi, hem Türklerin, hem Suriyelilerin selameti açısından çokça dile getirilen “insani” cihetten de, Suriyelilerin ülkelerine dönmeleri en doğru yol gibi görünüyor.

SONUÇ
Türkiye BOP KISKACINDADIR. Ülkemiz top ve tüfekle, füze ve bomba ile değil, yumuşak geçiş ile işgal ediliyor. Önce yönetime siyasal islamcı ve işbirliğine yatkın kişiler getirildi. Ardından  demokrasi, insani yardım, insan hakları, AB üyeliği, yeni vakıflar v.b. söylemleriyle gizli işgal başladı. Anayasa taslakları ABD’den geldi ve buna uygun anayasa yapıldı. Parlamento, Güçler ayrılığı tasfiye edildi. Başkanlık rejimi hileli bir referandum ile kabul edildi. Meclis işlevsiz oldu. Sarayda paralel bir devlet yönetimi kuruldu. 
Çöken ekonomi, 500 milyar dolar olan dış borç, Fare düşse başı yarılacak bom-boş eksiye düşmüş bir devlet hazinesi, derin yoksulluk, çöken tarım ve hayvancılık, Dünyanın en büyük enflasyon ve pahalılığı,  milyonlarca işsiz, ülke aydınlarının, yazarların, gazetecilerin, akademisyenlerin tutuklanması, iktidarın sopası haline gelen yargı, yok olan demokrasi,  hukuk ve adalet, milyonlarca göçmen ile kabuk değiştiren, demografik yapısı bozulan Türkiye, AKP/ERDOĞAN’nın  başarısızlığı ve iş bilmezliği değildir. Tüm bunlar planlı, programlı olarak yapılan  TÜRKİYE’yi çökertme operasyonudur. Ve bunun adı BOP’tur.

Naci KAPTAN 16 Temmuz 2022 / Güncellendi 31 Aralık 2022 / Güncellendi 21 Mayıs 2023
https://nacikaptan.com/?p=99685

KAYNAKLAR
https://dergipark.org.tr/en/download/article-file/1790059 – Göç Olgusunun Çok Boyutlu Etkileri ve Türkiye’ye Yansımaları – Ayşegül GÜLER
https://tr.euronews.com/2022/04/05/ingiltere-ulkeye-gelen-gocmenleri-islemleri-tamamlan-ncaya-kadar-ruanda-ya-gondermeyi-plan
https://nacikaptan.com/?p=99600 – İŞGAL VE ŞİDDET – Zahide UÇAR – 29. 04. 2022
https://nacikaptan.com/?p=71958 – GÖÇLER – TÜRKİYE’Yİ PLANLI “İSTİKRARSIZLAŞTIRMA ” OPERASYONLARI
https://nacikaptan.com/?p=92449 – Bülent ESİNOĞLU 21 Ağustos 2021 – Afganistan ve yarattığı korkular
https://nacikaptan.com/?p=92272 – Prof. Dr. Anıl ÇEÇEN – GÖÇLER ARACILIĞI İLE ULUS DEVLET TASFİYESİ
https://nacikaptan.com/?p=71850 – Bahadırhan Dinçaslan / 26.07.2019 – “Suriyeliler bir beka tehditidir”
https://nacikaptan.com/?p=108595 – EMPERYALİZM VE BOP * Türkiye’yi fiilen işgal ettirdiler ! * “Stratejik Göç Mühendisliği” * “Suriyeli sığınmacılar”
Posted in ABD - AB - EMPERYALIZM, BOP, DIŞ POLİTİKA, İHANET VE YABANCI YANDAŞLAR, KÜRESEL POLİTİKALAR, ORTADOĞU ÜLKELERİ, PKK TERÖRÜ, Politika ve Gundem, SİYASAL İSLAM, TERÖR | 3 Comments

DİN’ci İHSAN ŞENOCAK’TAN PALAVRALAR; “Kesik başını koltuğu altına alarak türbeye giden Seyyit Bilal”

Posted in İrtica, ŞERİAT - İRTİCA - KARANLIĞIN AYAK SESLERİ, YOBAZLIK - GERİCİLİK | Leave a comment

FEYM BÜLTENİ – 124/2023 * Ermeni Faaliyetleri – 31 Mayıs 2023

FANATİK ERMENİ YALANLARINA KARŞI
FEYM BÜLTENİ – 124/2023 *
Ermeni Faaliyetleri – 31 Mayıs 2023


FEYM Grubunun kuruluşunu müteakip bir süre üyemiz olan saygıdeğer Sevgin Oktay’ın vefatını üzüntü ile öğrenmiş bulunuyoruz. FEYM Grubu üyeleri olarak kendisini sevgi, saygı ve rahmetle anıyor, Ailesi fertlerine ve sevdiklerine başsağlığı ve sabırlar diliyoruz.


1.. Slovenya Ulusal Meclisi Başkanı “Azerbaycan’ın eylemleri yapıcı diyaloğu engelliyor”… 30 Mayıs’ta Slovenya Ulusal Meclisi Başkanı Urska Klakocar Zupancic resmi ziyarette Ermenistan’da bulunuyor. Zupancic, Ermensitan Ulusal Meclisi Başkanı Alen Simonyan ile görüşme sırasında şunları söyledi; “Ülkemizde Ermenistan egemen topraklarında Azerbayca’nın yaptığı saldırgan eylemleri dolayısıyla meydana gelen durumunu takip ediyorlar ve Laçin koridoru krizini tanıyorlar.” Zupancic’in sözlerine göre barış Slovenler için önemli ve yaşamsal bir değerdir, Azerbaycan saldırganlığı ise endişe veriyor ve kınanması gerekiyor, yapıcı diyaloğu engelliyor.” https://www.ermenihaber.am/tr/news/2023/05/31/Ermenistan-Slovenya/249405

2. Paşinyan’ın Artsakh’ı (sözde Karabağ Ermeni devletini) Azerbaycan’a teslim etmesi hükümsüzdür… California Courier Yayıncısı Harut Sasunyan’ın yazısı özetle şöyle; “Başbakan Nikol Paşinyan, 2020 Artsakh Savaşı’ndan bu yana, Artsakh’ın Azerbaycan’ın bir parçası olduğunu defalarca ima etti. Bu yıllardır onun konumu olmuştur. Bir gazeteci olarak, iktidara gelmeden çok önce Artsakh’ın Ermenistan’a yük olduğunu düşünüyordu. Paşinyan, Nisan 2022’de Ermenistan Parlamentosu’na uluslararası toplumun Ermenistan’ı ‘Artsakh’ın statüsü konusundaki çıtayı düşürmeye çağırdığını’ söyledi. Geçenlerde Paşinyan’ın partisinin bir milletvekili şu bozguncu açıklamayı yaptı: Artsakh’taki 120.000 kişi için üç milyon Ermeni’yi riske atamayız.” Paşinyan’ın ifadesinde birkaç ciddi sorun var: (1) Paşinyan, Artsakh’ı Azerbaycan topraklarının bir parçası olarak tanımakta yanılıyor. Artsakh tarihsel olarak Azerbaycan’ın bir parçası değildi. (2) Paşinyan Azerbaycan topraklarını tanırken, Aliyev, Ermenistan’ın toprak bütünlüğünü hiçbir zaman kabul etmedi…..” https://www.panorama.am/en/news/2023/05/31/Pashinyan-Artsakh-surrender/2844495

3. AİHM, Azerbaycan’a tutuklu 2 Ermenistan askeri hakkında bilgi vermesi için 6 Haziran’a kadar süre verdi… Avrupa İnsan Hakları Mahkemesi (AİHM) Azerbaycan’a tutuklu iki Ermeni asker hakkında bilgi vermesi için 6 Haziran’a kadar süre verdi. AİHM, Ermeni hükümetinin daha önce sunduğu dilekçeye dayanarak karar vermiş ve Azerbaycan’dan 6 Haziran’a kadar iki Ermeni askerin Azerbaycan’ın kontrolü altında tutsak mı, yoksa başka bir statüde mi olduğuna dair bilgi vermesini talep etmişti. https://news.am/eng/news/762929.html

4. ANCA liderleri ABD Senatosu Dış İlişkiler Komitesi Başkanı Robert Menendez ile istişare ediyor… Amerika Ermeni Ulusal Komitesi’ (ANCA) nin liderleri ve destekçileri geçen hafta ABD Senatosu Dış İlişkiler Komitesi Başkanı olan ABD Senatörü Robert Menendez ile ‘Federal Hükümeti Artsakh Cumhuriyeti’ndeki yerli Ermenilerin kendi kaderini tayin hakkını desteklemeye teşvik etmesi için görüştüler… https://tr.armradio.am/2023/05/31/anca-leaders-consult-with-us-senate-foreign-relations-committee-chairman-robert-menendez/

5. Tarihte ilk kez Ermenistan’a doğrudan yabancı yatırım hacmi yaklaşık 1 milyar doları buldu… Parlamentoda yapılan bütçe görüşmeleri sırasında Ermenistan Ekonomi Bakanı Vahan Kerobyan, 2022’de Ermenistan’daki doğrudan yabancı yatırımların hacminin yaklaşık bir milyar dolar olduğunu belirtti. Bakan Kerobyan, “Yatırımlarla ilgili olarak, ara verilere göre, geçen yıl toplam 1 trilyon 845 milyar dram birikimimiz oldu ve Ermenistan tarihinde ilk kez doğrudan yabancı yatırım hacmi 1 milyar dolara ulaştı. Bu da GSYİH’mızın yüzde 5,13’üne tekabül ediyor” ifadesini kullandı. https://tr.armradio.am/2023/05/31/tarihte-ilk-kez-ermenistana-dogrudan-yabanci-yatirim-hacmi-yaklasik-1-milyar-dolari-buldu/

6. ABD, demokrasiye bağlılığın Ermenistan’ı bölgede parlak bir nokta haline getirdiğini söylüyor, desteğini ifade ediyor… ABD Büyükelçisi Kristina Kvien 2’nci toplantıda yaptığı açıklamada, “ABD’nin daha açık, hesap verebilir, müreffeh ve güvenli bir geleceğe giden yolculuğunda Ermenistan’ın yanında olduğunu” söyledi. Kvien, Cumhurbaşkanı Khachaturyan, Başbakan Paşinyan ve diğer hükümet yetkililerinin katıldığı forumda, “Demokrasi için bu ikinci yıllık forumu düzenledikleri için Freedom House’a ve Bilgili Vatandaşlar Birliği’ne içten tebriklerimi iletmek istiyorum.” dedi. https://www.armenpress.am/eng/news/1112208.html

7. Paşinyan: Aliyev “Brüksel Anlaşmalarından vazgeçiyor, açıklama istiyor… Başbakan Nikol Paşinyan, Azerbaycan Cumhurbaşkanı İlham Aliyev’in anlaşılmaz açıklamalarda bulunduğunu söyledi. Aliyev’in son açıklamasının Brüksel anlaşmalarından vazgeçip çekilmediği konusunda açıklama gerektirdiğini belirtti. https://massispost.com/2023/05/pashinyan-aliyev-is-abandoning-brussels-agreements-demands-clarification/

8. Diyarbakır’da Sempozyum: “Osmanlı İmparatorluğu’nda Ermeniler”…Türkiye Ermeni Katolik Patrikliği ve Diyarbakır Dicle Üniversitesi işbirliğiyle 2 Haziran Cuma günü Diyarbakır’da “Osmanlı İmparatorluğu’nda Ermeniler: Bilim Kültür ve Sanat” konulu akademik bir sempozyum düzenlenecek. Sempozyum 2 Haziran’ da Diyarbakır’da Sur’da, Surp Hovsep Ermeni Katolik Kilisesi’ndeki Dicle Üniversitesi Kültür ve Sanat çalışmaları Uygulama ve Araştırma Merkezi’nde gerçekleşecek. https://www.agos.com.tr/tr/yazi/28694/diyarbakir-da-sempozyum-osmanli-imparatorlugu-nda-ermeniler

9. AB’nin Ermenistan ve Azerbaycan mesajı: “Barış sürecini riske atabilecek adımlardan kaçınılmalı” … Yazılı açıklama, AB Dış İlişkiler ve Güvenlik Politikası Yüksek Temsilcisi Josep Borrell’in ofisinden yapıldı. Taraflar arasında normalleşme yolunda yakalanan pozitif ivmenin sürmesi gerektiği belirtilerek, bu yöndeki çabalar için taraflara destek sunulması konusundaki kararlılığa dikkat çekildi. Açıklamada, “Barış sürecini riske atabilecek adımlardan kaçınmak önemli. AB’nin geçen ay Ermenistan ve Azerbaycan arasındaki normalleşme sürecinde kaydedilen ivme memnuniyet verici. Bu tarihi ivmeyi korumak ve düşmanca söylemler de dahil olmak üzere barış sürecini riske atabilecek adımlardan kaçınmak önemlidir” denildi. https://avimbulten.org/tr/Bulten/AB-NIN-ERMENISTAN-VE-AZERBAYCAN-MESAJI-BARIS-SURECINI-RISKE-ATABILECEK-ADIMLARDAN-KACINILMALI

Orhan Tan – FEYM GRUBU
Posted in FEYM GRUBU ÇALIŞMALARI | Leave a comment

“EMNİYET, CEMAAT VE TARİKATLARIN ARKA BAHÇESİ OLMUŞTUR”

CUMHURİYET – Beste Çelik – 15 Haz 2023

“2016’DAN SONRA ÇOK SAYIDA
PARTİLİ KOMİSER YARDIMCISI ALDILAR”

2016 yılından sonra yaşanan süreci değerlendiren Bakan, “Bunu sadece bu polis memurlarına düşünmemek lazım, rutin olarak Türkiye’nin her yerinde yaşanıyor. Özellikle 2016’dan sonra çok sayıda partili komiser yardımcısı aldılar, dolayısıyla aldıkları partili komiser yardımcıları bir parti devleti gibi ülkenin olmasını arzu ettiklerinden, hepsi bir siyasi partinin referansı ile geldikleri için özellikle eski polis memurlarına ciddi anlamda baskı uyguladılar” dedi.

“POLİS PARAMİLİTER YAPILARI
SÜRÜLMEKTEN KORKTUĞU İÇİN SORGULAYAMIYOR”

Bakan, paramileter yapıların türediğini öne sürerek “İktidarın gücüyle polisin soru soramadığı insanlar var. Ak Gençlik Ocakları, Osmanlı Ocakları gibi bir sürü paramiliter yapı türedi. Bu paramiliter yapılar bile güç kazandılar, polis bunları sorgulayamıyor. Çünkü sürülmekten, ceza yemekten, işinden, mesleğinden olmaktan korkuyor. Dolayısıyla tek adamın gücünü aşağıdan kullanan birtakım yapılar bile polisin işini yapmasını engeller duruma geldi” açıklamasında bulundu.

“EMNİYET, CEMAAT VE TARİKATLARIN ARKA BAHÇESİ OLMUŞTUR”

Emniyet-cemaat ilişkisine değinen Bakan, “Emniyet teşkilatı siyasallaştı, liyakat ortadan kalktı. Özellikle tayinlerde ve terfilerde cemaat aidiyetinin her şeyin önüne geçti. Süleyman Soylu’nun Fethullah Gülen Cemaati ile olan ilişkileri dolayısıyla çok eleştirilmişti. Bakan olduktan sonra da bu cemaat sevdası bitmedi. Menzil, Nur Cemaati’nin okuyucu yazıcı gibi kolları, Kurtoğlu Cemaati, Nakşibendi Tarikatının Erzincan grubu gibi yapıların emniyet ve jandarmanın içine yapılanmasına izin verdi. Dolayısıyla emniyet, tarihinde olmadığı kadar siyasallaşmış, tarikat ve cemaatlerin arka bahçesi olmuş durumda. Polis memurlarının, bir hatırlı kişi, AKP’den bir milletvekili ya da bakan bulmadan tayin edilmesini ya da hak ettiği rütbeyi almasının imkanı yok” diyerek sözlerini noktaladı.
Posted in İrtica, Politika ve Gundem, SİYASAL İSLAM, YOBAZLIK - GERİCİLİK | Leave a comment

ARTIK ACI GERÇEĞİ GÖRELİM Mİ? * Sevgili Türkler, uzaktan kumandalı, içerideki öncü işgal güçlerinin yataklık ettiği, iç savaşa ve dolayısı ile NATO’nun müdahalesine imkan verecek bir bombanın üzerine oturtulduk. Partiler bizleri oyalıyor. Gerçekleri görmemizi engelliyor. Seçmenini kontrol altında tutuyor.

Türkiye Cumhuriyeti Devletine son 21 yılda yapılan ve insanin içini çok acıtan kötülükleri bir bir anlatan bu yazısı dolayısıyla Sn. Zahide UÇAR’a teşekkür ediyorum. Bu yazıyı bir “Tarihi Belge” olarak arşivime aldım. Siyasetle doğrudan ilişkili olmasam da, Atatürk sevgisiyle büyütülmüş bir Asker kızı olarak, Milletçe bütün bu kötülükleri nasıl önleyemedik diye derin derin düşünüyorum. Üstelik bu dönemde Ülkemiz, “diplomasi olmadığı” iddia edilen bir lider tarafından yönetilirken ! Sosyologlar bu 21 Yılın bir analizini mutlaka yapmalılar. Bir tek adama karşı koskoca bir Türk Milleti ! Böyle nasıl esir alındık ?
Size Saygılar Sn.Zahide Uçar,
Aynur Uluatam Sümer

ARTIK ACI GERÇEĞİ GÖRELİM Mİ?

Zahide UÇAR – 13. 06. 2023

Seçimler bitti. Millet ittifakı kaybetti. Nedenleri çok konuşuldu. Hala konuşuluyor. Belli toplamalardan çıkarımlar yapılıyor. Bunlarla kafanızı yormayacağım. Zaten yeterince dinlediniz, dinliyorsunuz.
İlk düğme yanlış iliklendi, hem de muhalif(!) dediğiniz particikler sayesinde… Dolayısı ile artık doğru bir sonuç beklemeyin. 2017 yılında rejim değişikliği için referandum yapıldı. Cumhuriyeti el birliği ile yıkıp, monarşiyi getirdiler. Monarşilerde gerçek bir seçim olmaz.
-Atatürk, AKP’nin bir benzeri olan Terakkiperver Cumhuriyet Fırkası’nı kapattırmıştır. Atatürk ile röportaj yapan Amerikalı bir gazeteci Terakkiperver Cumhuriyet Fırkası’nın neden kapatıldığını sorduğunda Atatürk şu kısa yanıtı verir:
‘Bu fırkayı kuran kişilerde Cumhuriyetçi bir kişilik yoktu ve Cumhuriyetin varlığını halk oylamasına götürebileceklerini zannettiler. Cumhuriyetin varlığı oylanamaz.’
T.C. Devletiyle sorunlu ailelerin çocukları parti başkanı, vekil, bürokrat, gazeteci, yazar, akademisyen kimliği ile bir araya gelip T.C. Devleti ve kurucu unsur olan Türklere savaş açtı. Milli bayramlarımız bile yasaklandı. Bir ülkenin milli bayramlarını ancak işgal güçleri yasaklar. Önce bu gerçeği idrak edeceğiz. Tabii, onurumuzla özgürce yaşayacağımız bir vatan derdimiz varsa…
2017 yılında T.C. Devletinin rejimini değiştirdiler. Hem de el birliği ile… Kılıçdaroğlu; “ Ben Dersimli Kemal” dediği gün aslında devletle sorunlu bir ailenin çocuğu olduğunu da açıklamış oldu. Sonra, “iktidar olunca Dersim arşivlerini açacağım” dedi. Ne gariptir ki, AKP Genel Başkanı Erdoğan’da Türk Milletini; “ben de Dersim arşivlerini açarsam” diye tehdit etmiştir. Bu tehdidin arkasından AP’nda Dersim soykırım dosyası açılmıştır. Bir iftira daha…
Düşman mı arıyorsunuz? Buyurun size düşmanlık!.. Türkiye Cumhuriyeti Devletini yargılatmak için Avrupa Parlamentosu’nda bir dosya açılmasını sağladılar…
T.C. Devleti hem içeriden, hem dışarıdan kuşatılıyor. Gazi Mustafa Kemal Atatürk ve silah arkadaşlarının 100 yıl önce bozduğu oyun yeniden sahneye kondu: “Anadolu’da Türk varlığına son verme projesi bütün uyanışları sönümleyecek bir algı operasyonuyla” Türkleri sarıp kuşatıyor.
Tuzağı görmeyelim diye de yandaş kanallarda Türklerin kahramanlık dizileri oynatılıyor. Türkler devleti koruyan aksakallılar diye (hiç olmayan) bir yapıya inandırılıyor. İnansınlar ki, devleti koruyan arka yüz bir derin devlet var deyip rehavete kapılsınlar. Türkiye’de derin devlet yoktur. Türkiye’de ABD’nin kullandığı çakal sürüsü devletin derin gücü diye pazarlanıyor. O güç 1980 öncesi aynı silahla sağcı-solcu gençliği birbirine kırdırdı. Vatan diyen gençliği kırdırıp, seccademi serdiğim yer vatanımdır diyen vatansızlara bir yol değil, bir otoban verdi.
Günümüze gelirsek;
Türk Ordusu ne durumda, gücü nedir bilmiyoruz. İnsan insana istihbaratı çok iyi olan Jandarma ABD’nin de isteği ile Ordudan kopartılıp kır polisi yapıldı. Jandarma, Ordunun kulağıdır, bacaklarıdır. Ordunun insan insana istihbaratına darbe vuruldu. Bacakları kesildi, İçişleri Bakanlığına takma ayak yapıldı. Okulları kapatıldı. Hastaneleri kapatıldı. Artık dünyada hastanesi olmayan tek ordu bizim ordumuzdur. Kendi ordusunun hastanesini kapatan güdümlü akıl, deprem bölgesine AB-D ordusunun askeri sahra hastanelerini davet etti. Kimse güvenlik sorunu da doğuracak bu rezil durumdan utanmadı.
Üniversiteden asker yetişmez! Subay adayları liseden itibaren askerlik eğitimi alırken aynı zamanda birbirlerini tanıyor, kocaman bir aile oluyorlardı. Bu aileyi parçaladılar.
Afganistan’dan sayısını bile bilmediğimiz Amerikan askerleri hazır kıta olarak ülkemize sokuldu. ABD Suriye’de PYD/PKK devletini ilan edecek. Türk Devleti karşı çıkarsa bu lejyoner ABD askerleri harekete geçirilecek. Türkiye Şeyh Sait isyanında olduğu gibi iç karışıklıkla uğraşırken PYD/PKK devleti ilan edilerek, oldu bittiye getirilecek. ABD Dedeağaç’a yığınak yaptı. Hem de silahlandırılması yasak olan bir yere, sınırımıza. AKP’nin sesi çıkmadığı gibi, muhalefetin de sesi çıkmadı. Amerikan savaş gemisi Bizans Bayrağı takarak Ege Denizinden geçti. Hamdolsun, Türkiye Cumhuriyeti Devletinden kimse görmedi(!).. İşgal edilen Ege Adalarımıza sadece Yunan Ordusu değil, ABD askerleri de yerleşti. Bizim kurmalı hükümet görmedi. Kurmalı muhalefet görmedi. Ne yazık ki Ordu mensupları da görmedi. Karadeniz’den gaz çıkarttık diyen AKP, Ege’de Türk Kıta sahanlığı içinde bulunan bölgeden Amerikan ortaklı Yunan Şirketinin petrol çıkarmasına, yani petrolümüzü çalmalarına göz yumdu. Emekli Albay Ümit Yalım sayesinde bu işgal ve peşkeşi öğreniyoruz.
On milyondan fazla geçici sığınmacı Suriyeli ülkemizin her tarafına dağıtıldı. Suriyeli geçici sığınmacılara akıl almaz imkanlar sağlanıyor. İşledikleri suçların kayda alınmadığı iddiası var. Birlikte karakola düşerseniz, her durumda Suriyeli kayrılıyor. Belli ki emniyetin kulağı bükülmüş. İş yeri açtıklarında vergi alınmıyor. Vergi veren Türk vatandaşı esnaf bu haksız rekabet karşısında ayakta kalamıyor. Yavuz sonrası devşirme devletine dönüşen Osmanlı’nın Türklere yaptığı zulmün bir benzerini devşirmelerin varisi olan Yeni Osmanlıcılar yapıyor. Zaten Atatürk düşmanlığının asıl nedeni Türk Düşmanlığıdır. Çünkü son Türk Kağanı olan Atatürk bir Türk Devleti kurmuştur.
T.C. Devletinin bütün varlıkları yağmalandı. Küresel şirketlere peşkeş çekildi. Türk Milleti Osmanlı’da olduğu gibi fakirleştirildi. Cumhuriyet ayağı çıplak çocukları alıp okuttu. Doktor, avukat, öğretmen, müzisyen, ressam, bilim adamı yaptı. Artık fakirleşen Türklerin çocuklarını okutabilmesi mümkün değildir. Türk Çocukları küresel ve yandaş şirketlere boğaz tokluğuna marabalık yapacak duruma düşürüldü.
Köyler çeşitli hileli yasalarla boşaltılıyor. İnsanlar köylerinde kendi arazisine ev yapamıyor. Ev yapabilmesi için arazinin yanından kayıtlı yol geçmesi gerekiyor.. Boncuk misali evler yola dizilecek!? Komedi gibi. Kaç arazinin yola kıyısı olabilir ki? Köyler boşalmalı ki, vatan kavramı da toprakla birlikte yok olsun. Ortada küresel sisteme uyumlu, vatansız şebekler kalsın.
Bir makaleye sığdıramayacağım kadar ihanet el ele işleniyor. Türklerin ölçüsü alındı, tabut hazırlanıyor. İç Anadolu Türkleri (Haham Başının ben kurdum dediği) tarikatlarda vatansızlaşıyor, mankurtlaşıyor. Ve benim güzel(!) insanım;
YCHP’nin seçimi nasıl kaybettiğini tartışıyor.
2. Cumhuriyetçilerin ele geçirdiği YCHP, referanduma katılarak meşrulaştırdığı, TEK ADAM rejimine yol verdiği gün bütün seçimleri kaybetmiştir. Millet İttifakı aldığı oyların %50’sini de KERHEN verilen oylardan aldı. Kurulan tahterevalli oyununda iki ittifaktan birine oy vermeye zorlanan, hatta mecbur bırakılan seçmen, AKP’den kurtulmak için oyunu kerhen Millet İttifakına verdi. Konuştuğum birçok eğitimli insan şunu söyledi;
“Önce bu yağmacı, karanlık yapıyı gönderelim. Millet İttifakı kazanınca yargı bağımsız olursa, bunlarla mücadele etmek çok daha kolay olur.”
Yani Millet İttifakına oy verenlerin önemli bir kesimi Millet İttifakına bağımsız yargı için oy verirken, Millet İttifakı gayri milli uygulamaya giderse mücadele etmek, karşısında durmak için oy verdi.
Bu günkü meclis aritmetiğine bakarsak, YCHP ve İYİP’in de katkıları Cumhuriyet, Atatürk ve Türk düşmanı gericilerin sayı üstünlüğünü ele geçirdiğini görürüz. Bu durum da göz ardı edilmesin! TBMM Meclis-i Mebusan’a dönüşmüştür. Meclis-i Mebusan’ın vekillerini artık okuyanlar araştırsın.

Sevgili Türkler, uzaktan kumandalı, içerideki öncü işgal güçlerinin yataklık ettiği, iç savaşa ve dolayısı ile NATO’nun müdahalesine imkan verecek bir bombanın üzerine oturtulduk. Partiler bizleri oyalıyor. Gerçekleri görmemizi engelliyor. Seçmenini kontrol altında tutuyor.

Ermenistan sınırından başlayarak sınırlarımızdaki mayınlar temizlendi. Ülkemiz her türlü girişe açık hale getirildi. 21. Yüzyılın savaş yöntemi, hedef ülkelere taşımalı teröristleri sokarak iç savaş çıkartmaktır. Libya, Suriye gibi ülkeleri bu yöntemle karıştırıp parçaladıklarını unutmayalım.
Gazi Mustafa Kemal Atatürk T.C. Devletini dönme-devşirme meclisi olan Meclis-i Mebusan ile kurtarıp kurmadı. Türk Milleti ile birlikte kurdu. Bütün vatanseverler bir araya gelmezsek, ülkemize sokulan katiller, hilafet isteyen yerli misyonerler, İŞİD kalıntıları ayaklanıp(ki, hepsi silahlandı), bir kıyıma başlayabilir. HÜDAPAR yeşillik olsun diye meclise sokulmadı.
İzmir ve Eskişehir gibi Cumhuriyet rejimini benimsemiş insanların çoğunluk olduğu illerde ilk ve orta eğitim okullarına imamların, Kur’an Kursu hocalarının görevlendirilmesi Rehber İmamlık rejiminin ön denemesidir. Pedagoji eğitimi almayan, dünyayı tek renkle okuyan bu insanların görevlendirilmesi İzmir ve Eskişehirli veliler tarafından reddedilmelidir.
Türk Milleti partiler üstü bir birliktelik sağlayıp, vatanına, devletine, şerefine, namusuna sahip çıkmalıdır. Bu birliktelik bölen görevi yapan, cambaza bak oyunuyla halkı kontrol eden partilerin güdümünden çıkmadan BA-ŞA-RI-LA-MAZ!

NOT: YCHP Genel Başkanı Kılıçdaroğlu ve İYİP Genel Başkanı Akşener’in istifasını beklemek konuya Fransız kalmak demektir. Partilerin başına kendileri mi geldi de kendileri gidecek? Onları halkı oyalayıp Erdoğan’ı başta tutmaları için hangi üst akıl görevlendirdi ise, ancak o üst akıl izin verirse istifa ederler. Kendileri otursalardı zaten bu kadar rezil olmazlardı.
Kafesteki kuş sahibi kapısını açmadan asla uçamaz.
Posted in Zahide Uçar | Leave a comment

Rothschildler

Rothschildler

Yusuf BESALEL Perspektif
6 Temmuz 2022 Çarşamba

Rothschildler 18. yüzyılın sonlarına doğru bankacı Mayer Amschel Rothschild (1744-1812) tarafından kurulan ve Avrupa´nın çeşitli merkezlerinde bankalar kuran Frankfurt merkezli Yahudi bankacı bir aileydi.

Rothschild soyadı ‘kırmızı kalkan’ anlamına gelir. Rothschild Ailesi, küresel bazda (özellikle Monako, Lüksemburg, Fransa, İsviçre, Lihtenştayn, Birleşik Krallık ve Cayman Adalarında) bankacılık faaliyetleri gösterdi. Aile, 1816 yılında Habsburg İmparatoru II. Francis tarafından miras yoluyla geçen baronluk ünvanı ile Avusturya soylusu ilan edildi. Ailenin İngiliz ayağı da, Kraliçe Victoria’nın izniyle, Avusturya’da sahip oldukları baron unvanını İngiltere’de de kullanma olanağına kavuştu.
Frankfurt’un Judengasse denilen Yahudi gettosunda doğan Mayer, beş oğlunu farklı Avrupa kentlerine gönderdi:   Amsehel Mayer Rothschild (Frankfurt),  Saloman Mayer Rothschild (Viyana), Nathan Mayer Rothschild  (Londra),  Calmann Mayer Rothschild (Napoli), Jacob Mayer Rothschild (Paris). 1819’da antisemit şiddet Almanya’nın birçok yerinde patlak verdi fakat farklı merkezlere dağılmış haldeki Rothschild servetine zarar gelmedi. Bu yöntemi zamanla birçok Yahudi ve Yahudi olmayan finansörler de izledi. Mayer Rothschild, servetin ailede kalması için evliliklere dikkat ediyordu. Fakat 19. yüzyılın sonlarından itibaren, neredeyse bütün Rothschildler, genellikle diğer finansal hanedanlar ve aristokrasi içinden olmak kaydıyla aile dışından evlilikler yaptı.
Nathan Mayer Rothschild
Rothschildler, Napolyon Savaşları (1803-1815) başlamadan evvel de servet yapmıştı. Nathan Rothschild, Londra’da İngiliz savaş giderlerinin tümünü finanse etti; kurduğu altın taşımacılığı ağıyla finansal ve siyasal bir istihbarat ağı da geliştirdi. Nathan, bu ağla Wellington’un Waterloo Savaşı’ndaki zaferini devletin resmi elçisinden bir gün evvel haber verdi. Nathan, zaferden sonra ekonominin toparlanması için çıkartılan devlet bonolarının değerleneceğini ön görerek, mubayaa etti ve en tepede yüzde 40 kârla sattı.
Nathan, ilk işini 1806’da Manchester’de, 1811’de Londra’da kurdu. 1818’de Prusya devletine 5 milyon pound borç sağladı; 1825’te ise İngiltere’de bir finans krizi çıkmayacak düzeyde piyasayı fonlayabilecek düzeye gelmişti.
Rothschildlerin zenginliği dillere destan oldu; adları filmlerde, müzikallerde, romanlarda yer aldı, meşhur Damdaki Kemancı Filmi’nde Yidiş dilinde ‘Ah bir Rothschild olsam’ tabiri yankılandı, ailenin zenginliğinin nesiller içinde oluştuğu ise J. W. Goethe tarafından yorumlandı.
Yeni nesiller
Yaşlı Meyer hayatta olduğu zaman, beş erkek çocuğunun firmaları arasındaki dayanışma süregeliyordu. Fakat üçüncü nesil Fransa, İngiltere, Almanya, İtalya’da yüksek sosyeteye karıştı, sanat ve moda alanlarına daldılar. 1870’lerde artık müşterek bir Rothschild bankası yoktu; ulusal firmalar mevcuttu. Ailenin tüm genç mensupları, I. Dünya Savaşı yıllarında dâhil oldukları ülkelerin selameti için uğraştı3.
1847’de Lionel Rothschild’in Londra’da parlamentonun bir üyesi olarak kabul edilmesinden itibaren4 Rothschildlerin Napolyon Savaşları’nda ve Kırım Savaşı’nda finansman açısından İngiltere’nin hep arkasında durduğunu biliyoruz. Rothschildlerin bu prestiji, Kasım 1917’de İngiltere Dışişleri Bakanı Lord Balfour’un British Zionist Federation’un Başkanı Lord Rothschild’e gönderdiği ve Balfour Deklarasyonunu içeren mektuba dek uzanmakta. Bu mektupta majestelerinin hükümetinin Filistin’de Yahudi halkı için ‘ulusal bir yurdun’ kurulabilmesini uygun gördüğü, çok dikkatli bir üslupla dile getiriliyordu. Aslında İngiltere’deki Lloyd George kabinesinin Filistin’de bir Yahudi Commonwealth (İngiliz Uluslar Birliği) olasılığını hiç de devre dışı bırakmayı niyeti yoktu5.
Osmanlı döneminde Filistin topraklarına YafaHayfa vb. alanlara özellikle Rusya’dan gelen ilk göçmenler (I. Aliya), başarılı olamadı. Osmanlı Devleti sürekli yerleşim ve arazi mubayaasına sıkı tahditler getiriyordu; arazi verimsizdi ve gelenler çevreye uyum sağlayamadı. Bu aşamalarda Baron Edmond de Rothschild (1845- 1934) çay, pamuk ve tütün gibi ürünlerin dikimi için uzmanlar gönderdi, moşav denilen yerleşim birimlerinde ziraat gelişti. Baron, şarap, tütün ve tekstil ürünlerinin işlenmesi için fabrikalar kurdu. Baron’un buradaki yatırımlarının, diğer yatırımlarının 20 misli olduğu varsayılıyor. Bu şekilde Eretz Yisrael’deki yerleşim projesi ve başka yerleşimcilerin tutunabilmesi mümkün oldu. 1903’te Yahudiler 100 bin dönüm arazi satın almış, 23 zirai yerleşim birimi kurmuş ve kentlerde ticaret, bankacılık ve zanaatta, kültürel etkinliklerde boy göstermeye başlamıştı6.

Yahudi dünyasına destek
Rothschildlerin Yahudi dünyasına desteği uzun yıllar süregeldi. 1967’deki 6 Gün Savaşı sırasında Fransa Yahudileri İsrail lehinde önemli maddi ve manevi destekte bulundu. Bunların arasında Guy de Rothschild, özel bir fon oluşturan organizasyon komitesinin yönetim kurulu başkanıydı7. Keza Londra’da doğan Nathaniel Charles Jacob (d.1936), bankerlik ve sosyal kişiliği ile tanınmıştı. 1964’te bankaya katıldı ve servetini arttırdı, Rothschild Trust’ı kurdu ve Lordlar Kamarası’nda bağımsız olarak yer aldı, Kudüs’ün fahri hemşerisi oldu, Kudüs Üniversitesinden fahri doktora aldı ve 1990’da Institute of Jewish Affairs’in başkanı oldu8.
Baron Edmund James de Rothschild’in Filistin topraklarındaki ilk kolonileri finanse etmesi, Rothschildler ile ilgili olarak Osmanlı’nın çökmesini hızlandırıcı olumsuz bir algı yaratılmasına neden oldu. Hâlbuki Osmanlılarla Rothschildler arasındaki temaslar, oldukça eskiye dayanmakta. Yunan tazminatından kesinti yapılması konusu ile Rothschildlerin Viyana grubunun bu işi izlediği, Viyana Büyükelçisi Ahmet Fethi Paşa’nın 1837’de gönderdiği mektuptan anlaşılmakta. Ayrıca Osmanlı Devleti’nin içinde bulunduğu zorluklar anlatıldıktan sonra Sadrazam Mehmet Emin Rauf Paşa, Padişah II. Mahmut’a Avrupa sarraflarından Rothschildleri önerdi. Mustafa Reşit Paşa’nın telkinleriyle 1855’te ilk kez Rothschildlerden borç alındı; en büyük miktar da Kırım Savaşı devam ederken silah tedarikçisi için alındı. Borç tahvillerinin tazminatı da aracıların girişimiyle Rothschildlerden alındı. Savaştan sonra da Osmanlı Devleti güçlükle de olsa İngiltere ve Fransa’nın kefaletleriyle Rothschildlerden uzun vadeli borç alınabildi. Borçlanmalar birbirini kovaladı; Mustafa Reşit hükümeti adeta Osmanlı’nın kaderini      Rothschildler ile birleştirmek istedi. Ancak bu kronik borçlanma iflas ile sonuçlanmış, Ekim 1875’te Mahmut Nedim Paşa’nın sadrazamlığında gazetelerde Osmanlı’nın beş sene boyunca faiz ve itfaları yarıya indirdiği yayınlandı.
Theodor Herzl’in Filistin’de Yahudi yerleşimine karşı çıktığı bilinen II. Abdülhamit  zamanında Rothschildlerden borç alındı. Mart 1891’de, 1877’de ihraç edilmiş 4.285.360 sterlin tutarındaki ve tedavülde bulunan ‘Muhafaza-i Hukuk Osmaniye İstikrazı ve Mısır Vergisi’ karşılık gösterilerek Rothschildler ve Osmanlı Bankası arasında Maliye Nazırı Agop Kazazyan yönetiminde anlaşmaya varıldı. İstikraza ilişkin hususlara bizzat Sultan Abdülhamit’in eklediği maddelerle Rothschildler arasında bir Borç Mukavelesi yapıldı, taksitler saptandı. Sultan, Rothschildlerden 1894’te ikinci defa borç aldı ve detaylı mukavele oluşturuldu. Alınan borç, Mısır vergisiyle teminatlandırılmış 8.212.340 İngiliz liralık Tahsilat-ı Osmaniye’dendi ve Saray’ın onayı alınmıştı; yılda yüzde 3,5 faiz getirecek ve 15.10.1955’e dek bedeli ödenecekti9.
II. Abdülhamit döneminde Osmanlı’nın Filistin ve Rothschildlerle ilişkisi, Parisli Baron Edmond de Rothschild  (1845-1934) etrafında gelişti. Baron, bankacılıkla ilgilenmemiş, ömrünü ve servetini, Rusya’da Yahudilere uygulanan pogromlardan sonra dindaşlarına ayırmış ve Osmanlı’nın ihmal edilmiş Filistin’i kapsayan sancaklarında Rişon le ZionZihraYa’akovEkron el Betty gibi kolonileri kurarak, toprak almaya başlamıştı. Fransa’dan buralara diplomalı hekim ve mühendisler getirtmiş, bataklıkları kurutmuştu. 1900 yılında Filistinlilerden satın alınan topraklar, 250 bin dönüme ulaşmıştı. Yahudilere yeni bir yurt bulma yolunda, 16 Haziran 1896’da ‘Ecânibe Toprak Satışı’nı düzenleyen kanun, Rothschild Ailesinin işini çok kolaylaştırdı. Buna göre yabancılar, Hicaz Vilayeti dışında kalan Osmanlı ülkesinde mülk edinebilecekti. Rothschild, Filistin’deki ilk araziyi 1882’de aldı. 1918’de Yahudilerin elinde 418 ila 650 bin arası dönüm tarıma elverişli arazi oluşmuştu. 1880’lerde bu satın alma işinde Osmanlı ile Rothschildler arasında bir anlaşmazlık yoktu.
Ancak bu rakamlar II. Abdülhamit’i endişelendirdi ve bu tür işlemleri kesinlikle yasakladı. Dahiliye Nezareti’nin yerleşim ve arazi satışını kısıtlayan 16 Ağustos 1892’deki tebliğine karşın Mutasarrıf, yasak olmasına rağmen Baron Rothschild’in ve Baron Hirsch’in adamlarının Yafa ve Hayfa’da arazi satın aldığını hükümete bildiriyordu. Hükümetin aldığı tedbirler üzerine bu kez muhacir Yahudiler konusuna Almanya, Avusturya ve İtalya konsoloslukları müdahil oldular. Edmond Rothschild, vekili tarafından Padişah’a yazılan bir yazıda, Rothschildlerin arazisine yerleşmiş muhacirlere Osmanlı vatandaşlığı verilmesi talep ediyordu. 1893’te Baron Rothschild’in muhacirler için yaptırdığı ve inşaatı durdurulan binalara serbesti geldi.
Mutasarrıfın muhacirler konusundaki olumsuz öngörüsü Babıali tarafından kabul görmedi, kendisi de görevden alındı. Rothschildlerin vekilleri de mahalli makamlara icabında rüşvet vererek arazi alımı ve muhacir yerleştirme işine usulsüz olarak devam etti. Rothschildler, müşkülatla karşılaştıklarında vekilleri aracılığıyla Sadaret’e müracaat ediyordu. Kasım 1894’te Sadrazam, Rothschildlere zorluk çıkarılmamasını Kudüs Mutasarrıflığı’na, Beyrut ve Suriye Valiliklerine tebliğ etti. Ancak konuyla ilgili olarak Saray’a ihbar mektupları geliyordu ve Sadrazam Ahmet Cevat Paşa, Rothschildlerle iş birliği yapmakla suçlandı. Babıali, bu uzak bölgedeki kadrolarıyla meseleye yeterince eğilemiyor, hatta çelişkili tebliğler neşrediyordu, bir taraftan da emirleriyle hareket etmeyen görevlileri azlediyordu; 1897’de ise ülkeye gelen yabancıların pasaport veya mürur tezkireleriyle en fazla bir ay kalabilecekleri kararı alındı. Rothschildler, Cezayirli Emir Abdülkadir’in paraya büyük ihtiyacı olmasından yararlanarak, 30 bin dönümlük arazi satın alıp bunu diğer arazilerine katmaya çalıştılarsa da devlet mani olmayı başardı.
Bu alanda Rothschildlerin icraatı ve hükümetin bocalayan men edici icraatı hakkında sayısız misaller verilebilir. Rothschildler, Suriye’de Padişah ve çocuklarına ait Hazine-i Hassa arazilerini dahi satın alabilmişlerdi. İttihat ve Terakki döneminde ise, liderliğini Rothschildlerin üstlendiği Filistin’deki Siyonist harekete karşı bulunulduğu, Emniyet ve Teşkilat-ı Mahsusa belgelerinden ortaya çıkar.
Sonuç olarak Doğu Avrupa’dan kitlesel Yahudi göçlerine karşı hükümet, yasakların çiğnendiği anlatan birçok rapora rağmen ciddi adım atamamış; Filistin’de yaşayan yerli ve yabancı Yahudilerin toprak satın almalarına izin vermiş, bu suretle Filistin’e yerleşen Yahudiler, Rothschildlerin kolonilerinde yaşamaya, tarım yapmaya ve yeni bir yurt kurmaya başlamıştı. II. Abdülhamit’in tahta çıktığı 1876’dan II. Meşrutiyet’in ilan edildiği 1908’e dek Filistin’deki Yahudi nüfusu üç kat artarak 80 bine ulaştı. İlgi çekici bir husus da II. Abdülhamit’in Rothschild Ailesiyle yakın ilişkiler kurmaya özen göstermiş olmasıdır; ailenin Paris grubunun lideri Mayer Alphonse de Rothschild’e (1827-1905), kızı Betina Caroline de Rothschild’e şefkat nişanları, Baron Edmond James de Rothschild’in adına Givat Ada Kolonisini kurduğu Adelheid de Rothschild’e (1853-1935) birinci ve ikinci dereceden şefkat nişanı verilmişti.
Rothschildler, Kudüs’te ve Safed’de hastaneler yaptırmış, Osmanlı Yahudilerinin modern okullara kavuşmasına katkıda bulunmuştu; Darüşşafaka’ya para yardımı ve Balkan Harbi’nde bağış yapmışlar, Şam’da ve İzmir’de cereyan eden kan iftiralarında Yahudi cemaatlerine yardımcı olmaya çalışmışlardı. Baron Edmond Rothschild, Filistin’e birkaç kez gelmiş, İstanbul’a da uğramıştı Baron, 1888’de II. Abdülhamit ile de görüşmüştü. Basındaki bir habere göre Sultan, Anadolu Demiryolları’nın yapımının Rothschildler tarafından üstlenilmesini teklif etti; ancak aile bu teklife yanaşmadı10. İttihat ve Terakki dönemindeyse, Cemal Paşa’nın itirazlarına rağmen Almanya’nın siyasi çıkarları doğrultusunda Talat Paşa, Filistin’de filizlenecek bir Yahudi yerleşimi için arzu edilen Osmanlı desteğini ifade eden bir deklarasyon yayınladı11.
Bu durumda, Rothschildler ile Sultanların samimi olduğu, nişanlar takdim edildiği, defalarca borç alındığı, Filistin’de toprak alımlarına müsamahakâr davranıldığı gibi ayrıntılı bir şekilde anlatılan bu ana nedenlerin ışığında, Osmanlı’nın yıkılışını Filistin’de Rothschildlerin toprak alımına ve Yahudi muhacirleri yerleştirmelerine bağlamak bir anlam ifade etmediği gibi; hadise, Osmanlı’nın nezaretinde cereyan etti. Osmanlı’nın çöküşü yüzyıllardır gereken iktisadi ve sosyal reformların yapılamaması, akılcı bilime bağlanılmaması, sanayi devriminin gerçekleşmemesi ve 1683’teki Viyana bozgunundan, 1916’da Osmanlı Ortadoğu’sunun Fransızlar ve İngilizler arasında Sykes-Picot Anlaşması ile paylaşmasına dek sürekli toprak kaybı yaşanmasıyla oluştu12.

Kaynakça

1      Wikipedi, Rothschild Ailesi
2      Who is Who in Jewish History, The Rothschild Family
3      The Course of Modern Jewish History, Howard M. Sachar, Vintage Books, S. 138
4       A.g.e., S. 117
5       A.g.e., S. 449
6      Encylopedia of Jewish History, Jerusalem, S. 138, 139
7      The Course of Modern History, … S. 656
8      Judaica, 1980-1990 cildi, S. 326
9     Rothschildler ve Osmanlı İmparatorluğu, Prof. Dr. Mustafa Bakıoğlu, Prof. Dr. Sezai     Balcı, Erguvanı, 2021, S. 48- S. 186
10   A.g.e., S. 210- S. 493
11   Yahudilik, Yusuf Besalel, Gözlem Gazetecilik, 2021, S. 459
12   A.g.e., S. 611
Posted in ABD - AB - EMPERYALIZM, KAPİTALİZM - LİBERALİZM | Leave a comment

Kemal Kılıçdaroğlu’na Açık Mektubum

Sayın Kılıçdaroğlu,
22 Mayıs 2010 tarihinde yapılan 33. CHP Olağan Kurultayı’nda Cumhuriyet Halk Partisi Genel Başkanı seçildiniz. Kısacası, tam onüç yıldır CHP Genel Başkanısınız. Tek bir başarıya imza atmadınız. Kaybettiğiniz her seçim “göreceli bir ilerleme”, “daha iyi bir geleceğin habercisi” olarak pazarlandı. Danışmanlarınızdan hiç biri, Batı demokrasilerinde ardarda seçim kaybeden liderlerin çekildiklerini siz söylemek cüretini gösteremedi.
Seçim usulsüzlüklerine vurgu yapıldı ancak bunları önleyecek önlemler bir türlü alınamadı. Cumhurbaşkanı adaylığınızı da bütün bu başarısızlıklarınızı unutturacak bir olay olarak kurguladınız. Bunun için akla gelebilecek gelemeyecek her tavizi verdiniz. Ve benim gibi binlerce, onbinlerce kişi “elim kırılsın, bu defa son” dedi ve yine sizin seçmene karşı kullandığınız yakışıksız deyiminizle “tıpış tıpış gidip” size oy verdi.
Üstelik bir iktidar değişikliğini gerekli kılacak en ehven koşulllarda. Ama olay bitti. Çünkü ne kendiniz ne de etrafınız güven ve umut kaynağı olmayı başaramadınız. Partinizin kimliğini değiştirdiniz. Verilen oylar da aslında bir “lider” olarak size verilmedi, sadece bir rejim değişikliği ümidine verildi. Ama en üzücü olan şu ki, halkımız Kurtuluş Savaşımızın Kahramanı, Türkiye Cumhuriyeti’nin Kurucusu, dünyanın saygı duyduğu ilerici bir devlet adamı olan aziz Atatürk’ümüzün kadrini de bilemedi. Elbette o benim için çok daha derin bir acı.
Size diyeceklerimde inanın uzun meslek hayatımın bana öğrettiği üslubun dışına çıkmamaya, birikmiş düş kırıklıklarımı, kırgınlığımı, öfkemi baskılamaya çalışıyorum. Ama şu kadarını söylemeden de edemeyeceğim: Partinizin çöküşüne, içine düştüğü çelişkilere, parti içi demokrasinin yok edilişine sonsuz katkı yapan o sözde danışmanlarınızı, geleceklerini sadece sizin başta kalmanıza bağlamış kadrolarınızı de alın ve bir daha asla dönmemek üzere bu defa da sizler “tıpış tıpış” gidin bu halkın başından. Belli ki hala buna niyetiniz yok ama iyi düşünün.
Zira siz artık ümidin değil ümitsizliğin sembolüsünüz. Türkiye’nin ise Atatürk devrimlerine mutlak sadakate, laikliğin ihyasına, ilerici Kemalist gündemlere, gerçek sosyal demokrat partilere, onların çabalarıyla yeniden inşa edilecek bir hukuk devletine, demokrasiye ve halka yayılacak bir refaha, kıcasası kökten bir değişime ihtiyacı var. Ne siz ne de partiniz bu beklentilere cevap verme yeteneğine sahip değilsiniz. Bugüne kadar öğrenemediğiniz başarısızlığı kabullenme ve çekilme olgunluğu nedir öğrenin ve lutfen gidin artık.
Saygılarımla.
Emekli Büyükelçi Ali Tuygan
Posted in Politika ve Gundem, SEÇİM - SEÇSİS, SİYASİ PARTİLER | Leave a comment

DIŞ GÜÇLER ERDOĞAN’IN SEÇİLMESİNDEN MEMNUN!!! (Acaba neden?)

Posted in ABD - AB - EMPERYALIZM, DIŞ POLİTİKA, SEÇİM - SEÇSİS | Leave a comment