MAHŞERİN DÖRT ATLISI * ELEKTRONİK SAVCI ve İSRAİL YAZILIM ŞİRKETİ “NSO”

Mahşerin dört atlısı savaş, pandemi, açlık ve ölüm son yıllarda çok hareketli. Zamanla mahşerin dört atlısına 1930’larda faşizm, 21. yüzyılda iklim krizi eklenmişti. Ne yazık ki bir yenisi gündemde: Totalitarizmin hizmetinde yapay zekâ.

İzleme gözetleme, “büyük veri” kapitalizminin 2022’de özellikle yapay zekâ alanındaki gelişmelerle daha da derinleşeceğini, siber savaşlar, otonom silahlar alanındaki yarışı hızlandıracağını söylemek yanlış olmaz. Yıl kapanırken korkutucu iki örnekle karşılaştım.

Birincisi, South China Morning Post’a göre Çin devleti, yapay zekâ ile çalışan, yüzde 97 oranında “doğru” karar verebilen bir elektronik savcı üretmiş. Böylece sıradan suçlara bakan savcıların yükü azalacakmış.

İkincisine de Times of Israel gazetesinin “Dehşet verici siber silah” başlıklı yazısında rastladım. İsrail’de siber izleme ve casusluk yazılımları üreten NSO adlı şirket, hedef aldığı bilgisayarlara, bilgisayar sahibinin hiçbir işlem (adrese tıklamak, bir resim indirmek ya da dosya açmak gibi) yapmasına gerek kalmadan girebiliyormuş. Uzmanlar, bu casus yazılım karşısında şimdilik hiçbir savunma aracının olmamasını dehşetle karşılıyorlarmış. Uluslararası Af Örgütü’nün bir araştırması, NSO’nun yazılımını özellikle insan haklarını savunan yolsuzlukların üzerine giden gazetecileri susturmak isteyen hükümetlerin satın aldığını gösteriyor.

Mahşerin atlılarının toynakları altındaki uygarlığın ürettiği “büyük veri” üzerinde, Elon Musk’ı bile korkutan bir hızla gelişen “yapay zekâ”nın, kontrolden çıkma riski 2022’de daha da artacak.


Ergin Yıldızoğlu “Mahşerin atlıları çoğalıyor” 30 Aralık 2021 yazısından bölüm alıntısı

Posted in Bilim ve Teknoloji, BİLİŞİM - İNTERNET - | Leave a comment

Devlet eliyle soygun düzeni kuruldu

Ekonomistlerden rezerv tepkisi:
Devlet eliyle soygun düzeni kuruldu

ANKA – 030 Aralık 2021


Türkiye Cumhuriyet Merkez Bankası (TCMB), brüt döviz rezervlerinin geçen haftaya göre 5 milyar 812 milyon dolar, net rezervlerin ise 3 milyar 535 milyon dolar düşmesi üzerine ekonomistlerden, “Veriler, kur korumalı TL mevduatı hesabına söylenildiği gibi katılımın olmadığını, devlet eliyle soygun düzeni kurulduğunu gösteriyor” yorumu geldi.

TCMB’nin net rezervleri 24 Aralık haftasında düşüş yaşamaya devam etti. Net rezervler 12,2 milyar dolardan 8,6 milyar dolara geriledi.

TCMB verilerine göre, kur korumalı TL mevduat enstrümanın devreye girdiği 24 Aralık haftasında brüt rezervler 110,8 milyar dolara geriledi. Bir önceki hafta bu rakam 116,5 milyar olarak kaydedilmişti.

TCMB rezervlerinin düşmesini değerlendiren ekonomist Evren Devrim Zelyut ve iktisatçı Prof. Dr. Tahsin Bakırtaş, Merkez Bankası’nın açıkladığı bürüt ve net döviz rezervlerindeki düşmeyi tek tek anlattı.

Prof. Dr. Tahsin Bakırtaş şu değerlendirmeyi yaptı:

Prof. Dr. Tahsin Bakırtaş, Merkez Bankası brüt döviz rezervlerinin geçen haftaya göre 5 milyar 812 milyon dolar, net rezervlerin ise 3 milyar 535 milyon dolar düşmesinin, ekonomi yönetiminin iddia ettiği gibi kurun sert düştüğü gece halkın döviz satmadığını gösterdiğini söyledi.

“DEVLET ELİYLE SOYGUN DÜZENİ KURULDU”

Bakırtaş, “Çok açık o gece halk döviz satmamış. Merkez Bankası rezervleri kullanılarak kur düşürülmüştür. Bu devlet eliyle soygun düzeni kurulduğunu gösteriyor. Şimdi de altın havuzu kullanılarak aynısı yapılmaya çalışılıyor. Bunlar palyatif çözümlerdir ve uzun vadeli değildir. Ocakta gelecek enflasyon verisinin ardından yeniden bir kur fırtınasıyla karşılaşılabilir. Tüm dünya faiz oranlarını yükseltirken bizim indirim yapmamız kuru ve tahvil faizini arttırır” ifadelerini kullandı.

”ÇOK DA DESTEK VERMEDİ”

Kur korumalı mevduat hesabında yararlanamayan tüzel kişilerin düşük kuru alım fırsatı olarak gördüğüne dikkat çeken Evren Devrim Zelyut de şunları söyledi: 

“24 aralık haftasında yurt içi yerleşiklerin döviz mevduatı 1,2 milyar dolar artmıştır. Arındırılmış rakamlara baktığımızda tüzel kişilerde 1,6 milyar dolarlık artış, gerçek kişilerde 136 milyar dolarlık düşüş görülüyor. Bu rakamlar bizlere 2 şey söylüyor; 1’incisi hane halkının açıklanan lansmanı yapılan ürüne, kur korumalı mevduat hesabına çok da destek vermediğini görüyoruz.

İkincisi, ürünün dışındaki tüzel kişilerin kur düştükçe durumu bir alım fırsatı olarak gördüklerini değerlendiriyorum. Zaten 170 milyar dolarlık kısa vadede borcu olan tüzel kişiler düşük kuru bir alım fırsatı olarak görmüş ve döviz biriktirmektedirler.”


https://www.cumhuriyet.com.tr/ekonomi/ekonomistlerden-rezerv-tepkisi-devlet-eliyle-soygun-duzeni-kuruldu-1896625

Posted in Ekonomi, YOLSUZLUKLAR, YOZLAŞMA - AHLAKSIZLIK | Leave a comment

KİM BUNLAR?

KİM BUNLAR?


Alfred Kantorowicz,
Philipp Schwartz
Hans Reichenbach
Walther Kranz
Von Aster
Albert Eckstein
Zuckmayer,
Holzmeister
Carl Ebert
Paul Hindemith
Dessauer
Rudolf Nissen
Erich Frank
Von Hippel
Von Mises
Fritz Arndt
Finlay Freundlich
Freundlich
Dessaur
Kessler
Kantorowicz
Igersheimer
Ernst Hirsch
Bruno Taut
Curt Kosswig
Fritz Baade
Clemens Bosch

Kimdi bu insanlar?

Hitler’in iktidara gelmesinden sonra
Toplama kampına gönderilen
Yüzlerce bilim insanlarından bazıları…

Kampta ölüme terk edilmişlerdi.
Sonra bir gün.
Serbestsiniz dediler, ülkeyi terk ediyorsunuz.

Şaşırdılar, anlamadılar,
Ne olmuştu?
Bu bir mucizeydi.

Aslında mucize değildi..
İşin arkasında bir isim vardı.
Mustafa Kemal Atatürk.

*Çünkü bu isimlerin hepsi
Kendi alanlarında çok büyük isimlerdi*..

O sırada
Türkiye’de sadece bir üniversite vardı.
Milli Eğitim Bakanı
Reşit Galip Almanya ile anlaşma imzaladı*.
*Tarih 6 Temmuz 1933 dü. *

Hans Reichenbach matematiksel mantığı,
Walther Kranz filoloji, latince ve yunancayı
Von Aster felsefe tarihini
Albert Eckstein çocuk sağlığını
Zuckmayer müziği
Holzmeister mimariyi
*Carl Ebert ve Paul Hindemith * klasik müzik, opera ve baleyi
Dessauer ve Erich Frank, doktorluğu ve fizik tedaviyi
Fritz Arndt kimyayı
Von Mises istatistiği
Freundlich astronomiyi
Kantorowicz diş hekimliğini
Igersheimer Göz hastalıklarını,
Ernst Hirsch hukuk ve kütüphaneciliği
Bruno Taut modern mimariyi,
Zoolog Curt Kosswig Manyas Kuş Cennetini,
Fritz Baade, Kırşehir’deki şifalı suları ve akik taşını

Türkiye’de yaşadılar ve
Eğitimler verdiler,
Yüzlerce, binlerce genci eğittiler.

Mustafa Kemal Atatürk
Hitler’in zulmünden 150’ye yakın bilim adamını kurtardı.
O insanlar da her şeylerini bu ülkeye verdiler.

Muhteşem ötesi bir şey..

Daha fazlası
Ahmet Özgür Türen tarafından hazırlanan “Atatürk’ün Ülkesine Sığınanlar”
kitabında var. Ne kadar saygı duysak azdır.
Bu, Ata’mızın bazılarımızın bildiği; bazılarının da hiç bilmediği bir yönü…

Posted in ATATURK, EĞİTİM | Leave a comment

ALLAH VE ŞEYTAN

Posted in YOBAZLIK - GERİCİLİK | Leave a comment

AFORİZMALAR * AHLÂK

Posted in AFORİZMALAR | Leave a comment

TARİHİN İÇİNDEN * Ankara nasıl başkent oldu

EskiTürkiye.net – Ankara Tren Garı – 1913

Ankara nasıl başkent oldu

Atilla Dirim


“Cumhuriyet Müesseseleri” Matbaacılık ve Neşriyat Türk Anonim Şirketi tarafından 1932 yılında İstanbul’da yayınlanan Hayat Ansiklopedisi’nin Ankara maddesi, başkentin Anadolu’ya taşınmasının nedeni ve bunun kimin fikri olduğuna dair şu bilgiyi verir:

“Cihan harbini müteakip Osmanlı saltanatının yıkılması ve İstanbul’un müstevliler tarafından işgali üzerine, yeni neslin idealistlerini, çalışabilecek faziletli unsurlarını Anadolu yaylalarının açık havasına çıkarmak ve burada yeni devletin temellerini atmak lüzumunu hisseden, tatbik eden ve tahakkuk ettiren Büyük Reisimiz olmuştur.”

Bu bilgi Türkiye’de okula gitmiş olan hiç kimseye yabancı değildir. Daha ilkokuldan başlayarak Ankara’nın başkent yapılmasının sadece ve sadece Mustafa Kemal’in eseri olduğu, üstelik sadece Ankara’nın başkent yapılmasının değil, “yedi düvele” karşı verilen savaştan sonra “bağımsız Türk devletinin” kurulmasının tümüyle onun yetenekleri ve kararları sayesinde gerçekleştiği, bugün sahip olduğumuz her şeyi ona borçlu olduğumuz bıkıp usanmadan tekrar tekrar anlatılır.

Kemalist tek parti rejiminin bilhassa 1930 yılından sonra kurgulamaya başladığı ulusal kurtuluş mitolojisinin merkezinde Mustafa Kemal bulunmaktadır. Mustafa Kemal her şeyi tek başına başarmış bir deha, bir büyük önder, kahraman bir savaşçı, kendisini iyiliğe ve güzelliğe adamış bir ilerlemecidir. Zaten Nutuk‘ta “1919 senesi Mayısı’nın 19. günü Samsun’a çıktım” sözleriyle kendisi de bunun altını çizmektedir. O, tek olandır, bir şeyler başarmak sadece ona mahsustur. Diğer tarihsel figürler, güçlerini ve ışığını ondan alan figüranlardır. Bu bağlamda Ankara’yı başkent yapma fikri de elbette sadece ona aittir.

Almanların düşünceleri

Oysa gerçek tam olarak öyle değildi. Başkent’in İstanbul’dan Anadolu’ya kaydırılması fikri, 1800’lü yılların sonlarından itibaren yoğun bir şekilde tartışılıyordu. Osmanlı ordusunda yapılması planlanan reform kapsamında II. Abdülhamid tarafından Prusya’dan istenilen ve 1882’de gelen askerî heyetin komutanı Otto von Kähler’in ölümü üzerine, 1885 yılında bu heyetin başına getirilen Wilhelm Colmar von der Goltz, ya da bilinen ismiyle Goltz Paşa, başkentin Asya’ya taşınması konusunda görüş bildiren isimlerden biriydi. Goltz Paşa, 1895 yılına kadar askerî okullar müfettişliği vazifesinde bulundu. Seferberlik, ordu harekâtı, harekât planları ve askerî haritalar konusunda çalıştı. Alman harp okulları örneğinde ders programları hazırladı ve Berlin Harp Akademisi’ni örnek aldı. Sonraki yıllarda bazı kısımları bizzat kendi kaleminden çıkan ve toplam 4000 sayfaya ulaşan ders kitapları hazırladı. Ayrıca hizmet, sağlık, yemek vakitleri ve doğru beslenme, dayak yasağı alanlarında düzenlemelere girişti.

Goltz Paşa, tüm bunları yaparken ordunun silâh alımlarında Almanya’nın tercih edilmesinde etkili oldu. Bin adet ağır topun Krupp şirketine sipariş edilmesine, yüz binlerce mavzerin satın alınmasına, Boğazlar’ın savunması için Schichau Tersanesi’nde bir torpido gemisinin yapımına önayak oldu. Aynı zamanda konunun siyasî ayağına da el atarak, 1895 yılında yayınlanan “Osmanlı İmparatorluğu’nun Güçlü ve Zayıf Yönleri” başlıklı makalesinde Asya’da kalan topraklarının Osmanlı İmparatorluğu’nun çekirdeğini teşkil ettiği, bu bölgelerin daha fazla ihmal edilmemesi ve başkentin İstanbul’dan Asya’ya nakledilmesi gerektiği görüşünü ortaya koydu.

Daha sonra, 1913 yılında Neue Freie Presse gazetesinde yayınlanan bir makalesinde bu görüşlerini tekrarladı:

“Osmanlı başkentinin taşınması gerektiğini sık sık söylerim. Tabii ve siyasî durum onu gerektiriyor. Hükümet, İstanbul’da kaldığı sürece gözlerini hep Avrupa’ya çevirecektir. İstanbul, azimle ve gayretle çalışmaya elverişli bir yer değildir. Ilıman iklimi, olağanüstü doğal güzelliği ve Boğaz’ın iki yakasıyla körfeze [Haliç’e] serilmiş durumu ile insanları gevşetir. İnsanları egemenliği altına alır. Oysa hükümet, çevresine ve kendisine egemen olmak durumundadır. Merkezi İstanbul’da bulunan hiçbir hükümet uzun süre sağlıklı ve güçlü kalamadı. Aklıselim tarihçiler, Türk ihtişamının yıkılışının gizli başlangıcını Fatih Sultan Mehmed’in İstanbul’da kalmaya karar verdiği zamana götürüyor. Taşınmak gerçekten çok zor. Yöneticiler, büyükler, tacirler, diplomatlar ve parlamentonun büyük çoğunluğu ‘yeryüzünün cennetini’ terk etmemek, Halep ve Şam’a taşınmamak için direnebilir.”

Almanya’nın Türkiye büyükelçisi Wangenheim ise Goltz Paşa ile aynı görüşte değildi. Ona göre İstanbul bir Avrupa şehri olarak başkent sıfatını korumalı, ancak Asya’da ikinci bir merkez teşkil edilmeliydi: “İstanbul hâlâ bir Avrupa şehridir ve günümüzde Avrupa’nın dev siyasî ve ticarî hayatına telgraflar, demiryolları ve vapur bağlantılarıyla sımsıkı bağlıdır. Başkentin Asya kıtasına kaydırılması, Türkiye’ye olan ilgiyi derhal önemli ölçüde azaltacaktır ve İran, Fas seviyesine düşürecektir… İstanbul, imparatorluğun merkezi olarak kalmalı. Şüphesiz vatandaşlarına daha yakın olabilmek için Sultan’ın ara sıra gidebileceği, Asya’da ikinci bir merkez (başkent) oluşturulmalı. Buna, ilk anda Arap dünyasını etki alanına alabilmek için konumu müsait bulunan Halep aday görülebilir.”

Osmanlı cenahı

Osmanlı cenahında ise genel olarak başkentin İstanbul olarak kalması görüşü hakimdi. A. Ziver isminde bir yazar 1913 yılında Payitahtın Nakli Meselesi, En Can Alacak Nokta adlı bir kitap yayınladı. Ziver’in naklettiğine göre, İstanbul’da Ermenice yayınlanan Jamanak  gazetesinde Goltz Paşa’nın başkentin İstanbul’dan taşınması konusunda söylediklerine şöyle cevap veriliyordu:

“İstanbul başkent yapılmakla Osmanlı Devleti zayıflamamış, tersine güçlenmiştir. Bir ülkenin ucundan ziyade ortasından daha iyi yönetileceği düşüncesi sakat bir görüştür. Çünkü Avrupa’nın pek çok başkenti ülkelerin ortasından daha uzaklara kurulmuşlardır.”

Ancak sonradan Ankara Hükümeti’nde bakanlık da yapacak olan Ahmet Ferit (Tek) Bey gibi bazı isimler, yeni bir başkentin gerekli olduğunu söylüyordu. Ahmet Ferit Bey, İfham gazetesinde yayınlanan “Konstantiniye’den Osmaniye’ye” başlıklı yazısında şöyle diyordu: “Payitahtın İstanbul gibi bir şehirden uzaklaştırılması güç bir meseledir. Hisse, ananeye aykırı bir teşebbüs, fakat ne yapalım?

Eğer bu nakil millet ve memleket selameti için lüzumlu ise. Payitahtın vatanın merkezine, milletin kalbine kurulması, yerleşmesi lazımdır. Payitaht bir devletin başı demektir. Düşmana baş uzatılmaz, baş saklanır, kollarla ayak onu müdafaa eder. Hudut bu kadar yaklaştıktan sonra İstanbul’da rahat oturmanın imkânı yoktur; idare merkezi bu gibi tehlikelerden masum olmak icap eder. Şimdiye kadar İstanbul’da tehlike yalnız Boğazlar cihetinden idi. Şimdi buna bir de karadan bir tehdit ilave olundu. Üç taraftan tehlikeye maruz bir noktada payitaht kurulamaz…”

Ahmet Ferit Bey, Osmanlı İmparatorluğu dağıldıktan sonra ortaya çıkan millî ülkenin; uçları Hopa, Kerkük, Rodos ve İstanbul’dan oluşacak dörtgenden kurulacağını söylüyordu. Yeni ülkenin başkentinin de bu dörtgenin ortasında Kayseri yakınlarında Osmaniye adıyla yeni kurulacak şehir olması gerektiğini söylüyordu.

İttihat ve Terakki

Osmanlı İmparatorluğu’nu 1914 yılında Almanya saflarında savaşa sokan İttihat ve Terakki Cemiyeti, olası bir yenilgi durumunda neler yapılacağına dair planlar da yapıyordu. Bu işle Teşkilat-ı Mahsusa görevlendirilmişti. Başta Kuşçubaşı Eşref Bey’in Salihli’deki çiftliği olmak üzere, çeşitli merkezlere silah ve para depolanıyordu. İstanbul’un işgal edilmesi durumunda başkentin Ankara, Sivas, Konya veya Kayseri’ye nakli öngörülüyordu, hatta padişahın bile kaçırılarak Ankara’ya getirilmesi ve direnişin buradan sürdürülmesi hesaplanıyordu. Bu maksatla İstanbul’dan Ankara’ya silah ve insan kaçıracak birimler oluşturulur, ayrıca haberleşmenin sağlanması için İstanbul- Ankara arasında “Kuşçu Telgraf Hattı” olarak bilinen gizli bir telgraf hattı kurulur.

Ankara’da 1915 yılının savaş koşullarında yapımına başlanan İttihat ve Terakki Kulüp Binası da, bu planın bir parçası olarak kabul edilebilir. Bina, Enver Paşa’nın emriyle Evkaf (Vakıflar İdaresi) mimarı Salim Bey tarafından projelendirilmiş ve projeyi yürütme görevi, dönemin İttihat ve Terakki Fırkası Ankara temsilcisi Memduh Şevket (Esendal) Bey’e, proje yapım işi ise Kolorduda görevli olan askerî mimar Hasip Bey’e verilmişti. Enver Paşa temel atma törenine bizzat katılmıştı:

“Tanin gazetesinin özel muhabiri Mehmet Muhsin’in bildirdiğine göre Ankaralılar, Paşayı taşıyan özel trenin gelmesine daha üç saat varken Hükümet Konağı ile İstasyon arasındaki geniş alanı doldurmuşlardı. İstasyon önü o kadar kalabalıktı ki, muhabirin ifadesiyle ‘adeta şehirde insan kalmamış denecek kadar emsali gayr-ı meşhûd bir izdiham ile muhât idi’.

Karşılamada halkın yanı sıra şehirdeki askerî ve mülkî erkân, eşraf, memleketin muteberleri, ulema, dinî ve ruhanî reislerle birlikte bir bölük asker, polis, jandarma efradı, Mekteb-i Sultani, Darülmuallimin ve Ziraat Mektepleri talebeleri yer alıyordu. Bu arada Vali Bey, Paşa’yı Ankaralılardan önce karşılamak üzere Sincan’a gitmiş ve orada trene binerek Enver Paşa’ya ‘hoşgeldiniz’ demişti.

Törenden sonra istasyon dışına çıkan Paşa, ilk önce talimgâhı ziyaret etmek istemişti. Bu yüzden kendisi için hazırlanan özel ata binerek ve çevrede birikmiş halkı selamlayarak atının üzerinde hareket etti. Talimgâhın denetlenmesinden sonra vali ile birlikte hükümet konağına geçen paşaya ‘vazife-i hoş-amedî’ etmek üzere vilayetin önde gelen adlî, idarî, askerî, dinî görevliler ile eşraf da konağa geçmişlerdi.

Hükümet konağındaki törenden sonra Enver Paşa, Vali Mazhar Bey’in bağ konağına birlikte gittiler. Sonrasında ise aynı gün Kırşehir’e gitmek üzere hareket etmiştir.” (Tanin, 29 Nisan 1330, s. 3.)

Tam olarak bitirilemeyen İttihat ve Terakki Kulüp Binası’nın inşaatı Ankara Hükümeti tarafından tamamlandı ve bina 23 Nisan 1920 tarihinde Büyük Millet Meclisi, yani Birinci Meclis olarak kullanılmaya başlandı.

Anadolu Hükümeti

Osmanlı İmparatorluğu’nun Birinci Dünya Savaşı’ndan mağlup olarak çıkmasından sonra, Mustafa Kemal önderliğinde Ankara’da yeni bir örgütlenmeye gidildi. Bu çabaların daha önce yapılan planlara uygun şekilde yürütüldüğü düşünülebilir. İstanbul ise işgal edilmişti ve özellikle İngiliz tarafı, İstanbul’un artık başkent olarak kalamayacağını ve başkentin Anadolu’ya taşınması gerektiğini ifade ediyordu.

Heyeti Temsiliye Başkanı Mustafa Kemal, bu duruma tepki göstererek, 8 Ocak 1920 günü Ankara’dan Üçüncü Kolordu Komutanlığı’na şu şifreli telgrafı gönderdi: “İngiltere Hükümeti Başbakanı Lloyd George’un, İstanbul ve Boğazlar’ın milletlerarası hâle getirileceği, Türk Hükümeti’nin yeni merkezinin Anadolu’da olacağı ve İstanbul’un yalnız halifelik merkezi ve dinî bir başkent olarak kalacağı yolunda barış konferansına teklifte bulunacağı gazetelerde görüldü. Millî geleneklerimize ve dinimize aykırı olan böyle bir kararın milletimizce asla kabul edilmeyeceği doğaldır. Yabancı temsilcilere bu yolda sert protestolarda bulunulması ve gönderilecek protestoların bir örneğinin de bilgi için Heyeti Temsiliye’ye tellenmesi rica olunur”.

Ancak 1921 yılından itibaren Büyük Millet Meclisi’nde başkentin taşınmasıyla ilgili tartışmalar yaşanmaya başlamıştı. 31 Ocak tarihinde hükümet, Meclis’e bir başkent komisyonu kurulması önerisinde bulundu ve İstanbul’un artık siyasî başkent olarak düşünülmediği anlamına gelen bir kararname sundu. Kararname oy çokluğuyla reddedilince, 1921 Teşkilat-ı Esasiye Kanunu’nda başkent ile ilgili bir hüküm yer almadı.

Yine aynı günlerde Ankara’ya gelen Amerikalı gazeteci Clarence K. Streit, Mustafa Kemal ile yaptığı mülakatta başkent tartışmaları hakkında da sorular sormuştu. Daha çok kısa bir süre öncesine kadar başkentin taşınmasını “millî geleneklere ve dine aykırı” gören Mustafa Kemal’in cevabı, bu defa farklı olmuştu:

“İstanbul bizim geleneksel başkentimizdir ve öyle kalmalıdır. Ama dünya savaşı bize bir ders verdi ve tecrübe kazandırdı; saltanat ve halifelik İstanbul’da kalacaksa da gerçek hükümetin, millî hükümetin merkezi Anadolu’da olacak; yani İstanbul’dan daha iyi korunan yurdun orta yerinde bulunacaktır. Meclis elbette zaman zaman İstanbul’a gidebilir. Ama sürekli hükümet merkezi İstanbul’da olmayacaktır. Henüz kesin karar verilmiş değildir, konu görüşülmektedir. Başkent olabilecek yerler arasında Kayseri, Sivas ve Yozgat aklımızdan geçiyor. Başkentimizi kurmak amacıyla bir komisyon bu merkezî bölgeyi inceleyecektir. Başkent olarak seçilecek yerin ormanı, akarsuyu, kısacası doğal güzelliği olacaktır.”

Yeni başkent: Ankara

Gelişen olaylarla birlikte Lozan Antlaşması’nın TBMM tarafından onaylanmasından sonra, İstanbul 23 Eylül 1923’ten itibaren tahliye edilmeye başlandı. 6 Ekim 1923’te İstanbul’un işgal kuvvetleri tarafından boşaltılması tamamlandı. İşgal kuvvetlerinin İstanbul’dan ayrılması, hükümet merkezinin neresi olacağı konusunun daha da alevlenmesine neden oldu. Nihayetinde İsmet Paşa (İnönü) hükümet üyesi olmakla beraber, Ankara’nın başkent oluşunu öngören önergeyi 9 Ekim 1923’te on dört arkadaşı ile birlikte, Malatya Milletvekili olarak Meclis’e sundu. Uzun görüşme ve tartışmalardan sonra, 13 Ekim’de tek maddelik kanun teklifi kabul edildi: Türkiye Devleti’nin başkenti Ankara’dır.

Görüldüğü üzere, başkentin Anadolu’ya taşınması ihtiyacını hisseden, kabul ettiren ve uygulayan tek başına Mustafa Kemal değildir. Mesele on yıllar boyunca sert bir şekilde tartışıldıktan sonra karara bağlanmış ve güçlü bir muhalefete rağmen Ankara yeni devletin başkenti olmuştur.


http://www.altust.org/2020/01/ankara-nasil-baskent-oldu/

Posted in ATATURK, GEÇMİŞİN İÇİNDEN YAŞAM, Tarih | Leave a comment

EMPERYALİZM * Kusursuz yalnızlık!

Mine G. Kırıkkanat – 26 Aralık 2021 Pazar
kirikkanat@mgkmedya.com

Kusursuz yalnızlık!


Temel özelliğidir, emperyalizm bölüşmeyi sevmez. En güçlü, en büyük payı alır ve gerideki küçüklerin onuruyla, gururuyla hiç ilgilenmez. Ama çok hırpaladıklarına pansuman yapar.


Örneğin Avustralya ile Fransa arasında “Nükleer denizaltılar anlaşması” vardı. Hem de milyarlarca dolarlık. ABD devreye girdi, anlaşma iptal edildi. Fransa eli böğründe, kalakaldı. Tepkiler, gücenmeler de yanına… Tabii bir pansuman yapmak gerekti. Küçük müçük, ne de olsa Fransa önemli bir müttefikti.

Anlaşmayı bozan Baba Emperyalist, Doğu Akdeniz’de Türkiye’ye karşı Fransa’yı yedeğine aldı.

Avustralya’ya sattırmadığım uçakları, gemileri Yunanistan’a sat; benim yaptığım gibi ikili savunma anlaşmaları yap, zararının bir bölümünü karşıla, gerisini düşünme” dedi. Geçen 14 Aralık günü, Atina’yı ziyaret eden Fransa Senatosu Başkanı Gerard Larcher de Atina’ya gidip “Doğu Akdeniz Türk denizi değildir” dedi ve ekledi: “İşbirliğimiz sürecek.”

KİM DOST, KİM DÜŞMAN?

ABD’ye gelince… Yunanistan ile artık hiç çekinmeden, neredeyse günaşırı yeni bir “savunma anlaşması” yapıyor. Son olarak geçen hafta, ABD Sahil Güvenliği ve Yunan Sahil Güvenliği kurumları arasında kapsamı geniş, ucu açık sözleşmeler imzalandı. Kaçmaya çalışan göçmenleri, yanlışlıkla karasularına giren Türk balıkçıları, artık ABD Sahil Güvenlik kovalayacak, iyi mi?

Karşı cephede olan bitenlere gelince…

Putin, Rusya’nın batısında yeni Gürcistan’lar istemiyor. Bu bölgede özellikle Ukrayna, Putin’i arızalı radyolar gibi rahatsız ediyor. Devamlı parazit yapıyor.

Bu konu bizim medyada “Rusya girdi girecek, savaş çıktı çıkacak” diye diye o kadar işlendi ki “Kadıköy-Üsküdar” vapur seferlerine benzedi.

ÇAKARALMAZ KARŞITLIKLAR

Oysa…

Benim öngördüğüm kadarıyla, Ukrayna’da savaş olmayacak. Yani Rusya, Ukrayna’yı işgal edemeyecek. Evet, sınırlarda binlerce Rus askeri topuyla ve tüfeğiyle bekliyor. Beri taraftan üstat Çehov: “Duvarda tüfek varsa oyunun sonunda mutlaka patlar” diyor. Üstelik bu sahnede binlercesi var.

Neden patlamaz ya da Putin bunu göze alamaz?

Çünkü Rusya, ekonomik olarak çok zorda. Ve Putin, Batı’dan kendisini rahatsız eden ülkelerin NATO’ya üye olmayacaklarına dair güvence istedi. Başta ABD ve AB, Rusya’ya böyle bir güvence vermez. Olayı zamana bırakacaklar ve Putin, Rus halkına dönüp “Nasıl da efeleniyorum Batı’ya” havaları basacak ki biz bu havayı yakından tanırız.

Putin’in tek kartı, Batı’ya verdiği doğalgaz. İyi de, yeter mi? Sanmıyorum. Üstüne bir de Rusya’nın altından kalkamayacağı askeri harcamalar var. Önümüzdeki günlerde, Putin’in pes perdeden atıp tutacağını izleyeceğiz.

EKMEK ARASI TÜRKİYE

Dedeağaç’a bakacak olursak, ABD Kara Kuvvetleri ile, Deniz Kuvvetleri, Hava Kuvvetleri’yle buraya sağlam demir attı.

Bizim muktedirler, Kanal İstanbul projesini ABD ve Rusya başta Karadeniz ülkelerinin gemileri daha çok, daha rahat geçecek diye güzellerken muhalifler de “Montrö Antlaşması deliniyor” diye eleştiriyor. Ama görünüşe bakılırsa, ne ABD ne NATO ne de Rusya’nın böyle bir kanala ihtiyacı var; ilk ikisinin savaş gemileri çoktan Karadeniz’de. Rusya da zaten Karadeniz’deydi, Akdeniz’e inmek istiyordu, Suriye’de muradına erdi.

Romanya ve Bulgaristan ise çoktandır AB üyesi. Dedeağaç’ta da devasa yığınakları var. Daha ne isterler?

İHANETİN COĞRAFYASI

Türkiye, Kırım konusunda “İlhaka karşıyız” diye mahcup mahcup karnından konuşuyor. Oysa öyle bir zaman gelir ki “Arkadaş, sen NATO üyesi değil misin? Hem Ukrayna hem Kırım hem Rusya’ya mırıldanmak ne iştir” derler. O zaman neresiyle konuşur bilemem, ama Dedeağaç’ın ne hale geldiğini daha net görebiliriz.

Halen Ukrayna – Dedeağaç – Trakya üçgenindeyiz, Farsi – Arap coğrafyası ile de komşuyuz. Arap coğrafyası, Mağrıp’a da uzanır. Bir bakarsınız Saddam, bir bakarsınız Kaddafi, döner bakarsınız Bin Ali’dir. Kendi ülkelerine, emperyalistlerle işbirliği içinde tuzak kuranların coğrafyası; ihanetin tarihidir.

Ben bu olacakları Destina*da yazmıştım. Daha okumadıysanız zamanıdır, diyorum.


YALNIZLIĞA ÇAĞIRMA

Yıldızdan dalgalar döllemek gibiydi
seninle geçen geceler.
Sabahları ışıklar içinde
Bembeyaz limanlara giriyorduk.
Küçük kasaba âdeti buralarda.
Erkenden başlıyor hazırlıklar
yeni yılın sarhoş adayları geçiyor.
Kavuşmalara koşuyor dalgalar.
Ortak ol onlara.
Herkesi yalnızlığa çağırma.
Uzun çok uzun bir yaz rahatlığıyla
kalk masalardan.
Gökyüzüne bak.
Hayatlar da uçuyor, umutlar da
Ne kadar arkada kalırsa kalsın
eski sevdalar.
Yıldızdan dalgalar döllemek gibiydi
seninle geçen zamanlar…

A.Kadri Ergin

* Destina/Kırmızı Kedi, 4. Basım, 2021


https://www.cumhuriyet.com.tr/yazarlar/mine-g-kirikkanat/kusursuz-yalnizlik-1895458

Posted in ABD - AB - EMPERYALIZM, YUNANİSTAN - EGE SORUNU | Leave a comment

KARAkatür * DURUM BUDUR

Posted in İrtica, KARİKATÜR, YOBAZLIK - GERİCİLİK | Leave a comment

İNTERNET, BİLİŞİM, TEKNOLOJİ * ‘Etsiz et, Web 3.0, fidye yazılımı’… 2022’de bizi bekleyen teknolojik trendler neler?

‘Etsiz et, Web 3.0, fidye yazılımı’…
2022’de bizi bekleyen teknolojik trendler neler?

euronews • 29/12/202


Teknoloji dünyası hızla geliştikçe son yıllarda hayatımıza
metaverse ve Web 2.0 gibi yeni terimler girdi.

2022’de de bir dizi teknolojik trendin yaşamımız üzerinde etkilerini devam ettirmesi bekleniyor. ‘Etsiz et’, Web 3.0, fidye yazılımı, ‘büyük teknoloji savaşları’ karşımıza en çok aranan terimler olarak çıkabilir.

“Etsiz et”

Bitki bazlı ürünler kullanarak ‘et’ yapımı özellikle ABD’de yaygın hale gelmeye başladı.  Çevreyle ilgili endişeler bu ürünlere talebin daha da artacağını gösteriyor. Ürün kalitesinin iyileşmesi ve fiyatların düşmesi de bu duruma katkı sağlıyor.

Birleşmiş Milletler verilerine göre, gıda için hayvanların yetiştirilmesi, insan kaynaklı sera gazı emisyonlarının yüzde 14,5’inden sorumlu. Research and Markets’ın raporuna göre, bitki bazlı etlerin küresel pazar değerinin 2020’e kıyasla 13,5 milyar dolardan 2027’de 35 milyar dolara çıkması bekleniyor.

ABD danışmanlık firması Fabernovel’in başkanı David Bchiri, “2022, bitki bazlı proteinlerden yapılan gıdaların taç giyme yılı olacak. Ana akım haline gelecekler.” dedi.

‘Web 3.0’ ve kripto

İnternetin ilk aşaması, Yahoo, eBay ve Amazon gibi şirketlerin ortaya çıkmasının yolunu açan web siteleri ve blogların oluşturulmasıydı.

Bir sonraki adım, Facebook ve YouTube gibi sosyal medya aracılığıyla kullanıcılar tarafından oluşturulan içerikler olarak tanımlanan “Web 2.0” oldu. Bunun bir sonraki aşaması internetin blokzincir destekli, kişiselleşmiş halini ifade eden ‘Web 3.0’ olarak adlandırılıyor.

Silikon Vadisi’nden uzmanlaşmış bağımsız analist Benedict Evans, bu platformlar için “para kazanın ve kontrol edin, kendi platformlarında size izin veriyorlar” diyor. Evans, “platformda bir kooperatifin çalışmasına benzer şekilde “kullanıcılar, yaratıcılar ve geliştiriciler hisselere ve oylara sahip olacak” ifadesini kullanıyor.

Bu adım, bilgisayar programlarının binlerce veya milyonlarca bilgisayarın ağında çalıştığı blokzincir (blockchain) teknolojisi ile mümkün olabiliyor.

Şimdiye kadar blokzincir, bitcoin gibi kripto para birimlerinin ve daha yakın zamanda değiştirilemez jetonlar NFT’ler gibi benzersiz dijital nesnelerin yükselişini sağladı. Bitcoin gibi dijital paralar 2021’de rekor değerlere ulaştı. Miami ve New York’ta başlatılan yeni sürümlerle piyasaya çok sayıda oyuncu girdi.

Fidye yazılımı

2021’de rekor seviyeye ulaşan fidye yazılımı saldırıları ve veri sızıntılarının 2022’de de devam etmesi bekleniyor.

Siber soygunlarda, verileri şifrelemek için bir kurbanın ağına giriliyor ve ardından kilidini açmak için genellikle kripto para birimiyle ödenen bir fidye talep ediliyor.

Kripto para birimlerinin yükselen değeri, kurbanların ödemeye istekliliği ve yetkililerin saldırganları yakalamadaki zorlukları gibi bir dizi etkenin bu eğilimi artırdığı belirtiliyor.

Siber güvenlik şirketi SonicWall, ekim ayı sonunda: “Şu ana kadar 495 milyon fidye yazılımı saldırısı kaydettik. 2021, kaydedilen en maliyetli ve tehlikeli yıl olacak.” açıklaması yaptı.

Diğer bir siber güvenlik firması Mandiant’ın Başkan Yardımcısı ve Küresel İstihbarat Başkanı Sandra Joyce, ‘kazançlı’ olduğu için 2022’de fidye yazılımı sorunlarının devam edeceğini söyledi.

‘Büyük Teknoloji’ savaşları

2021’de büyük teknoloji şirketleriyle (Big Tech) ilgili başlatılan bir dizi yasal düzenleme için girişimler 2022’de gündemde olacak.

Amerika Birleşik Devletleri’nde, Federal Ticaret Komisyonu’nun Facebook’a karşı açtığı anti-tröst davası, sosyal medya devi için gerçek bir tehdit olarak görülüyor. Yeni dönemde Facebook aleyhine daha fazla dava ve soruşturma bekleniyor.

Facebook’un internetin sanal gerçeklik versiyonu metaverse’ü gerçekleştirmeye yönelik büyük çabasının yıllar süren eleştirilerin ardından konuyu değiştirme çabası olarak değerlendiriliyor.

Fortnite, kendi uygulama içi ödeme sistemini başlatarak politikalarını ihlal ettiği gerekçesiyle Apple uygulanmalarından kaldırıldı.

Avrupa Birliği’nin kabul ettiği zararlı ya da yasadışı içeriklerin sıkı denetimini sağlalayacak Dijital Hizmetler Yasası’na benzer yeni adımları atması da gündemde.

Ek kaynaklar • AFP
Posted in Bilim ve Teknoloji, BİLİŞİM - İNTERNET - | Leave a comment

YUNANİSTAN VE İSRAİL PETROLÜMÜZÜ ÇALIYOR, BEDELİNİ TÜRK MİLLETİ ÖDÜYOR !…

AÇIKLAMA VE  TEŞEKKÜR;

Ege Denizinde Yunanistan tarafından İŞGAL edilerek yerleşime açılmış olan ve Lozan Antlaşması gereğince Türkiye’ye ait olan adaların izini sürerek kamuoyunu bilgilendiren ve bu çalışmaları yaptığı için geçmiş ve görevde olan Gen.Kur.Başkanları tarafından takdir edilmesi gerekirken TSK’ya ait olan orduevlerine girmesi yasaklanmış olan sayın emekli Kur. Albay Ümit Yalım bu kez de Ülkemize ait KARASULARINDA petrol platformları kurarak ÜLKEMİZE ait ekonomik alandan/karasularımızdan her gün 25.000 varil petrol ve ayrıca doğal gaz çıkartan Yunanistan’a karşı bireysel olarak ULUSAL HAKLARIMIZI korumaya çalışıyor. Bu konuda kaynaklar göstererek toplumu bilgilendiriyor.

Sayın Ümit Yalım’a bu çok önemli çalışmaları için bir yurttaş olarak teşekkür ederim.

Ege Denizindeki  adalarımızın İŞGAL EDİLMESİNE ve karasularımızdan petrol çalınması/çıkartılmasına karşı AKP iktidarı ve bu iktidarın yöneticisi taraflı cumhurbaşkanı Erdoğan  ve bu süreç içinde görev yapmış ve yapmakta olan başbakan, Gen.Kur.Başkanları, M.S.Bakanları sessiz kalarak bu işgallere onay vermişlerdir.  Bu anayasal bir suçtur. Ege denizindeki 18 adamız 17 yıldır fiilen Yunanistan’ın işgali altında.

Erdoğan 7 Aralık 2017 tarihinde Yunanistan’a yapacağı geziye saatler kala Yunan televizyonu Skai TV’ye verdiği demeçte “Aslında, dünyada tüm yapılan anlaşmaların zamanın akışı içerisinde güncellenmesi gerekir. Lozan’ın da bu şekilde tüm bu gelişmeler karşısında bir güncellenmeye ihtiyacı var. Bu güncellenme, sadece Türkiye için değil Yunanistan için de faydalı olabilir”

Diyerek Ege Adalarını Lozan ile birlikte gözden çıkardığı mesajını vermiştir. Adalarımız işgal ediliyor, iktidar sahipleri ise susuyor. Yunan cumhurbaşkanı kendi adamızdan bize meydan okuyor yine ses yok, kimse sesini çıkarmıyor. Bunun kabul edilebilir hiçbir tarafı yok. Bu konuda gerekenin yapılmaması, Yunan tarafını bu konularda cesaretlendiriyor.

Seçimden sonra iktidar değiştiğinde yeni hükümetin ilk işlerinden birisi de adalarımızın hangi gizli anlaşma ile, NEDEN, KİM/LER tarafından verildiği konusu açığa çıkartılmalı ve sorumlular yargılanarak  cezalandırılmalıdır.

Naci Kaptan / 29 Aralık 2021

YUNANİSTAN VE İSRAİL PETROLÜMÜZÜ ÇALIYOR,
BEDELİNİ TÜRK MİLLETİ ÖDÜYOR !…

Ümit YALIM – Milli Savunma Bakanlığı eski Genel Sekreteri


*Akaryakıt fiyatları sürekli olarak artıyor.  Motorin fiyatları, İstanbul’da 11,51 TL, Elazığ’da 11,68 TL, Hakkari’de 11,85 TL oldu. Çiftçi’nin traktörde kullandığı motorin’in fiyatı 11 TL’yi geçti. Akaryakıt fiyatlarının artması ile başta tarım olmak üzere bütün sektörler zor günler geçiriyor. Pazar ve marketlerdeki ürünlerin fiyatlarına da sürekli olarak zam geliyor. 

Prinos – Kavala Basin (improved version published after Kiomourtzi et al., 2007 [3]).  

*Vatandaşlarımıza yüksek fiyatla akaryakıt satılırken Yunanistan ve İsrail, hiç bir engelle karşılaşmadan petrolümüzü çalıyor. Hem de gözümüzün içine baka baka.

YUNANİSTAN VE İSRAİL, BUGÜNE KADAR 10 MİLYON VARİL PETROLÜMÜZÜ ÇALDI !…    

*Yunanistan, toplam 11 petrol kuyusundan günde 4 bin varil petrol çıkartıyorBölgede, Türkiye’ye ait 111 milyon varil petrol rezervi var. Türk Karasuları’ndaki petrol kuyularını 6,5 yıldır işleten Yunanistan ve İsrail bugüne kadar 10 milyon varil petrolümüzü çaldı ve hiçbir engelle karşılaşmadan petrolümüzü çalmaya devam ediyor.

KUZEY EGE ADALARININ HUKUKİ STATÜSÜ

*1914 Altı Büyük Devlet Kararı ve Lozan Antlaşması’nın 12. maddesi ile Yunanistan’a, Kuzey Ege Adalarının egemenliği değil, sadece kullanma hakkı yani zilyetlik (possession) hakkı verildi. Kuzey Ege’de bulunan Taşoz, Semadirek, Limni, Midilli, Sakız, Sisam, Ahikerya, İpsara ve Bozbaba adalarının mülkiyeti ve egemenliği ile birlikte deniz yetki alanları ve hava sahası Türkiye’de kaldı.

1987 TAŞOZ KRİZİ’NDE NE OLDU ?

*Yunanistan, 1987 yılında, Bern Mutabakatı’nı ihlal ederek kendi karasularının ötesinde Taşoz Adası Türk Karasuları’nda petrol arama ve sondaj çalışmaları başlattı.

*Yunanistan’ın Taşoz Adası Türk Karasuları’nda petrol arama ve sondaj çalışmalarına devam etmesi halinde birlikler havadan yapılacak idari intikal ile Kuzey Ege adalarına giderek adaları geri alacak ve Yunanistan’ın adaları kullanma yetkisine son verilecekti.

*Özal Hükümeti ile TSK’nın kararlı tutumu karşısında Yunanistan, adalardaki kullanma hakkını kaybetmemek için petrol arama ve sondaj çalışmalarını durdurdu. Yunanistan, Bern Mutabakatı’na uymak zorunda kaldı.

AKAR VE GÜLER PETROLÜMÜZÜN ÇALINMASINI NEDEN ENGELLEMEDİ 

*Yunanistan, 2015 yaz aylarından itibaren Taşoz Adası Türk Karasuları’nda petrol kuyuları açarak petrolümüzü çalmaya başladığında Hulusi Akar Genelkurmay Başkanı, Yaşar Güler de İkinci Başkan olarak görev yapıyordu. Akar ve Güler, Türk Savaş Gemilerini Taşoz’a göndermedi, petrolümüzün çalınmasına ve Bern Mutabakatı’nın ihlal edilmesine seyirci kaldı.

*1987 Taşoz Krizi’nde Necdet Üruğ Genelkurmay Başkanı, Necip Torumtay da İkinci Başkan olarak görev yapıyordu. Üruğ ve Torumtay Türk Savaş Gemilerini Taşoz’a göndererek Yunanistan’ı engelledi. 1987’de Üruğ ve Torumtay Türkiye Cumhuriyeti’nin denizlerdeki hak ve menfaatlerine sahip çıkarken 2015’de Akar ve Güler denizlerdeki hak ve menfaatlerimize sahip çıkmadı.

DAVUTOĞLU, PETROLÜMÜZÜN ÇALINMASINI ÖNLEMEK İÇİN TSK’YA NEDEN HÜKÜMET DİREKTİFİ VERMEDİ ?

*Yunanistan, 2015’de Türk Karasuları’ndaki  petrolümüzü çalmaya başladığında Ahmet Davutoğlu Başbakan olarak görev yapıyordu. Davutoğlu, Bern Mutabakatı’nı ihlal eden ve petrolümüzü çalan Yunanistan’ı engellemek için TSK’ya Hükümet Direktifi vermedi.

*1987 Taşoz Krizi’nde Turgut Özal Başbakan olarak görev yapıyordu. Özal, kriz sırasında yurt dışında olmasına rağmen yerine vekalet eden Kaya Erdem’e talimat vererek TSK’ya Hükümet Direktifi verdi. 1987’de Özal Türkiye Cumhuriyeti’nin denizlerdeki hak ve menfaatlerine sahip çıkarken 2015’de Davutoğlu denizlerdeki hak ve menfaatlerimize sahip çıkmadı.

TÜRKİYE NE YAPMALI ?

*Türkiye, petrolümüzün çalınmasını önlemek için Taşoz Adası Türk Karasularındaki toplam 11 adet petrol kuyusuna el koymalıkuyular TPAO tarafından işletilmeli ve milli petrolümüz vatandaşlarımızın kullanımına sunulmalıdır.

Konu ile açıklamalarım ve belgeler ek dosyalarda gönderilmiştir.

Saygılarımla,

Ümit YALIM – Milli Savunma Bakanlığı eski Genel Sekreteri

Posted in DIŞ POLİTİKA, İHANET VE YABANCI YANDAŞLAR, Politika ve Gundem, YOLSUZLUKLAR, YOZLAŞMA - AHLAKSIZLIK, YUNANİSTAN - EGE SORUNU | Leave a comment