DEĞERLİ VE OKUNMASI GEREKEN BİR KİTAP’TAN “OLTADAKİ BALIK TÜRKİYE” VE KURNAZ BALIKÇI

DEĞERLİ VE OKUNMASI GEREKEN BİR KİTAP’TAN
“OLTADAKİ BALIK TÜRKİYE” VE KURNAZ BALIKÇI

Naci Kaptan / 02.01.2022


ABD başkanı Eisenhower, Ortadoğu için yeni doktrin oluşturmak ve Türkiye’ye güç sağlamak istiyordu. Petrol zengini ünlü Rockefeller ailesinden Nelson Rockefeller Eisenhower’a 1956’da mektup yazdı ve Türkiye için şöyle söyledi:

“Oltadaki balığın yeme ihtiyacı yoktur.”

‘1950’li yıllarda ABD Kongresi’nde Marshall Planı çerçevesinde bazı üyeler komünizme karşı direnen Türkiye’ye yapılan yardımların artırılmasını ısrarla istiyorlardı. Bunları dinleyen dönemin Dışişleri Bakanı John Foster Dallas, üyelere hiçbir şey anlamadıklarını söyleyip bir örnek veriyordu.

Bir kişi nehire balık avlamaya giderken oltasına bir yem koyar.

Oltaya takılan balığa yeniden yem vermenin anlamı yoktur. Eğer balık oltadan kurtulmak isterse siz de çubuğu sallayarak balığın hem kurtulmasını önlersiniz, hem de boğazının parçalanmasına yardımcı olursunuz. Yok eğer balık uslu durup problem yaratmıyorsa siz de yaşaması için arada bir yem verebilirsiniz.

İşte Türkiye bizim için oltaya takılan bir balıktır. Sürekli yem vermeye gerek yoktur. Türkiye bizden kurtulmak isterse olta ile boğazının parçalanmasını sağlarız. Yok eğer uslu durursa biz de ona yaşaması için gerekli olduğu ölçüde ve bizim çıkarlarımıza hizmet edecek şekilde yardımcı oluruz.’’


GELELİM HİKAYEYE

Balıkçılıkta bir yöntem vardır;

Tecrübeli balıkçılar özellikle sarp denize kavuşan kayalıklı
ve derince olan yerlerde, balıkları KANDIRMA yöntemi uygularlar…

Ol hikaye şöyledir;

Kurnaz ve ustalaşmış balıkçı hep aynı yerde olta atarmış. taze midyelerden oltasına taktığı yemler, lezzetli olduğu için oltası hiç boş gelmez, akşam sahile dönerken balık sepeti dolu olurmuş…

Gel zaman git zaman balıkçı hep aynı yerde avlandığı için, Yem de hep aynı yem, midye içi olduğundan, Balıklar da birazca akıllanmış ve oltaya yaklaşmaz olmuşlar. Balıkçının sepeti dolmaz olmuş, kazancı azalmış…

Birgün yine avlanırken oltasına büyük bir balık takılmış.
Oltadan çıkartılıp tam sepete atılacakken balık dile gelmiş;

“Ey usta balıkçı, hayatımı bağışlarsan senin çok balık tutmana yardım ederim!!!

“Nasıl yardım edeceksin?”

“Bu kayalığın dibinde bir hafta süre ile denize karidesi yem olarak serp fakat olta atma, Bu arada ben diğer balıkları burada çok besin var diye getireceğim. Bol ve taze karideslere alışacaklar. Bir hafta sonra hem karides hem de midye at balıklar buraya dolacak ve diğer yemleri yerken oltana da yakalanacaklardır. İğnelerinde karides olursa ona daha çok rağbet ederler.”

Böylece kendi nesline ihanet eden balık ve kurnaz balıkçı işbirliği yapmışlar. İşbirlikçi yancı balık diğer balıkları yem sahasına kayalığın doğusundan, batısından sürekli çağırarak balıkçıya destek vermiş. bedavadan beslenmenin yolunu bulmuş. Saf ve hayatın farkında olmayan balıklar midyeden daha güzel olan karideslere rağbet ederek oltaya yakalanmışlar.

Kıssadan hisse;

Kurnaz balıkçının attığı yemlere ve işbirliği yapan yancı balıklara dikkat etmek gerek.
Yancı balık/lar bilerek veya bilmeyerek destek görevlerini yaparken, inanır ve aldanarak en güzel görünümlü, lezzetli gibi gözüken yemleri yerseniz, Balıkçının hilesini ve ırkına ardını dönen yancı balıkları sorgulamazsanız, Kancaya yakalanır ve balıkçının sepetini boylarsınız. Uyanık olmak gerek… Her duyduğunuza, okuduğunuza inanmayın. Lezzetli yemler arasına serpiştirilmiş kötü gerçek olmayan yemlere dikkat edin.

İşte öylesine bir pazar hikayesidir.
Aydınlık günlere erişmek dileği ile

Naci Kaptan

Posted in ABD - AB - EMPERYALIZM | Leave a comment

ŞİİR MOLASI * ÜÇ DİL – BEDRİ RAHMİ EYÜBOĞLU

            ÜÇ DİL


En azından üç dil bileceksin
En azından üç dilde
Ana avrat dümdüz gideceksin
En azından üç dil bileceksin
En azından üç dilde düşünüp rüya göreceksin
En azından üç dil
Birisi ana dilin
Elin ayağın kadar senin
Ana sütü gibi tatlı
Ana sütü gibi bedava
Nenniler, masallar, küfürler de caba
Ötekiler yedi kat yabancı
Her kelime arslan ağzında
Her kelimeyi bir bir dişinle tırnağınla
Kök sökercesine söküp çıkartacaksın
Her kelimede bir tuğla boyu yükselecek
Her kelimede bir kat daha artacaksın

En azından üç dil bileceksin
En azından üç dilde
Canımın içi demesini
Kırmızı gülün alı var demesini
Nerden ince ise ordan kopsun demesini
Atın ölümü arpadan olsun demesini
Keçiyi yardan uçuran bir tutam ottur demesini
İnsanın insanı sömürmesi
Rezilliğin dik alası demesini
Ne demesi be
Gümbür gümbür gümbür demesini becereceksin

En azından üç dil bileceksin
En azından üç dilde
Ana avrat dümdüz gideceksin
En azından üç dil
Çünkü sen ne tarih ne coğrafya
Ne şu ne busun
Oğlum Mernus
Sen otobüsü kaçırmış bir milletin çocuğusun.


BEDRİ RAHMİ EYÜBOĞLU

Posted in EDEBİYAT - ANI - ÖYKÜ - ŞİİR | Leave a comment

BEL KÜNDESİ..

Serendip Altındal – 01.01.2022
serendipaltindal@gmail.com

BEL KÜNDESİ..


Ülkeyi paket halinde teslim etmesi, kendisine emperyalist bir misyon olarak verilmiş ve bu misyonu önce kendi güvenliği nedeniyle de tamamlaması beklenen Erdoğan’ı, artık milli siyasa da muhatap almak abesle iştigaldir. Çünkü 20 yılda yaptığı, çekip gidinceye dek neler yapacağının da açık bir bilançosudur. Ne var ki 2002’den beri ülkemin karşısında kaldığı bu açmazı her vesilede ifade etmeye çalışmıştım. O halde Türkiye’miz, müstevli tarafından derdest edilip uluslararası Patronlara açık Pazar halinde teslim edilmeden, Erdoğan ve şeriklerinden acilen kurtulmak tek zorunluk haline gelmiştir.

Ya da her halükârda ve her şeyden önce ucube tek adam Başkanlık sistemi sorgusuz sonlandırılmalıdır. Esasen ucube Başkanlık biterse AKP filan da kalmaz artık geride. Ya da AKP kendi içinde bu revizyonu yapar da Erdoğan’ sız, meclise ve liyakat sistemine dönük temiz ve bağımsız bir siyasa anlayışı ile kendini yenileyip seçimlere girerse, bilinsin ki dip yapmış şansını da arttırabilir. Hatta kendini revize etmiş Kılıçdaroğlu’nun Cumhurbaşkanlığına onay verdiği bir CHP ile kurulacak ve ülkeyi ellerinden tutarak düşürüldüğü çukurdan çıkaracak yeni bir milli koalisyon Hükümetinde, yer alabilme şansına bile sahip olabilir. Çünkü Türkiye’nin bundan sonraki geleceği de ancak zorunlu Kemalist bir milli kalkınma ile mümkün olabilecektir.

Hele de buna yeni algı operasyonları, Dolar, faiz aldatmacaları ve genel seçimler asla bahane olmamalıdır. Burada betimlemek istediğim tek husus, Türkiye’mizin yeniden kurucu reformlarına dönerek huzur bulması ve BM de ki layık olduğu mümtaz yerine dinamik olarak yeniden kavuşmasıdır. Çünkü bilinsin ki aklı başında bütün Türkiye vatandaşları aynı şeyleri hissetmekte ve istemektedirler. Sadece çağdaş bir Kemalizm’e hep birlikte ulaşmak dahi bizim ve Dünyamız için muhteşem bir gelecek olacaktır. Zira yeni bir Dünya Harbine neden olabilecek tek jeopolitik ülke Türkiye’mizdir.

Yoksa durum bilin ki hepimiz için çok vahimdir. Bu bağlamda kendi adıma güvencem ise her şeyden önce Türk Milletidir. Yoksa işler kötü giderse ve milli defans seçimle İktidar olmayı beklerken, manipülatör atı kapıp yine Üsküdar’ı arkada bırakamamalıdır. Artık kayıplardan bir şeyler öğrenilmiş olmalıdır. Aynı bağlamda 3 büyük monopolün milliyetçiler hesabına kazanılan seçimleri, bize umut vermektedir. Yoksa İstanbul Kanalında yüzen kotralardakilerin kadehlerine iç geçirmeye, Michigan gölüne dönen Karadeniz’e ayağımızı bile sokmaya hiç niyetimiz yoktur. Ayrıca bu bizden önce, Rusya’nın ve Arkasındaki Çin’in ve koca Asya’nın da hiç hafife alınamayacak hayati bir sorunudur. Ki bu sorun bile önündeki bütün dağları devirmeye yeter. Ve hatta bağlamında, III Dünya harbine bile gerek kalmadan.

Ya da artık sözümüzü dinleyip; Türkiye de okuyan Afrikalı gençleri bizim başarıları tavan yapmış; ama yine de mülakatlarda işsiz bıraktıkları gençlerimize tercih ettiğini açıkça itiraf eden Erdoğan’ın, Afrika’da kendi Devletçiğini kurmak üzere pılını pırtısını toplayıp Türkiye’den ayrılması nasip olur ve biz de söylediklerimizi unuturuz. Veya mağdur ettikleri kendi seçmenlerinin bile sorularına cevap vermemek üzere, Parti kapılarına da kilit vurmak zorunda kaldıklarında, o binalardan daha çıkarken seçmenlerinin, kendi yakalarına yapışacağını da sakın unutmasınlar. Bütün bu gelişmelere rağmen Erdoğan yine de inatla uzatmalara devam ederse ülkemiz, her ağzını açtığında daha da fakirleşecektir. Bu nedenle vatana olan ve kabaran borcunuzun sizi ne hale getireceğini idrak edin artık bilhassa da önce siz, ey AKP’nin mümin geçinenleri.

Yeni yılda yapılması muhtemel olacak seçimlerde de şayet Erdoğan adaylığını koyarsa, olabilecek yeni Afrika kariyeri bile daha başlamadan bitecektir. Çünkü seçimi kaybetmesi şahsım İktidarını da bitirecek ve çanlar artık kendisi için çalmaya başlayacaktır. Türk Lirasının Dolara endekslemesi dahi Türkiye’yi USA mandası yapmaz. Çünkü işgal olmadan bir ülke hele de koca Türkiye Cumhuriyeti, nominal parasının senyoraj hakkını asla kaybetmez ve parasını istediği anda çoğaltmaya devam eder. İşgali ise USA, AB ikilisinin bile yapacak güçleri yoktur. Çünkü Dünya harbini gerektiğinde çıkarabilecek tek gücün, Doğu da olduğunu kendileri de bilmektedir. Ki bu da nefsi müdafaa veya kabul edilemez bir provokasyon nedeniyle olabilir kuşkusuz.

Nitekim Rusya, Çin ve diğer Asya müttefiklerimizin bu uyarlamalara sessiz kalacağı beklenemez. Ruslarında Erdoğan ve AKP İktidarına olmasa da yakın akrabası olan Kemalist Türk milletinin saldırmazlık paktına itimadı tamdır. Çünkü bu aynı bağlamda kendi güvenliklerinin de teminatıdır. Ayrıca yakın Avrasya Türkleri de hanidir bildikleri durumu ve komşuda oynanan filmin sonunu dikkatle beklemektedirler. Ve çok iyi bilirler ki Türkiye nasıl olsa şimdi de Türkiye’yi manda yaptığı sanrısıyla misyonunu tamamlamış olduğunu sanan Erdoğan ve şeriki AKP müstevli semerinden de yakında silkinip kurtulacaktır.

Eksi bakiyesi yakın ileride ortaya çıkacak olan Erdoğan tipi yanlış ekonomi modelini bırakalım da son spekülatif Dolar oyunlarının kimleri daha da zengin yaptığını sorgulayalım şimdi. Bunun da cevabını nasıl olsa mevcut Hükümetten alamayacağımıza göre, el mahkûm yakında olması mukarrer olacak İktidar değişikliğinden sonra, çaldım-kaçtım servetlerine el konacak olanlara, yenilerinin ekleneceğini de bilelim.

Millet en hayati ilaçlarına bile erişemezken, artık pantolonunu bile tek başına giyemeyen ve Sarayda tam teçhizatlı şahsım hastanesi bile olan Erdoğan’ı, her gün kozmetikleyip bir iki yaş daha genç ve sağlıklı göstererek sahneye sürenler, kendisinden artık devrilinceye kadar nemalanmaktan başka çarelerinin kalmadığını da ortaya koyuyorlar. Tabi bunlara ilave olarak çakma seçmen sayılarını sergileyen istatistiklerin de nasıl yapılmaya başlandığını söylemeye, bilmem gerek kalıyor mu? Peki sonra ne mi olacak? İktidar değişikliğinden sonra etrafındaki bütün leş yiyici sırtlanların birini bile arayın ki bulasınız.

Son Dolar manipülasyonunda ‘yalnız küçük yatırımcılar kaybetti’ diyen çakma Maliye Bakanı, acaba neden hangi büyük yatırımcıların kazandırıldığını, bütün sorulara rağmen cevaplandıramıyordu. Erdoğan ve AKP’sinden doğan sorularına kısa; ama doğru cevaplar bekleyen, lakin alamadığı cevaplara ancak ortaya sürülen sahte gündemlerle kendisi cevap bulmaya çalışan vatandaş karşısındaki Erdoğan’a gelince: Defalarca vatandaştan yediği bel kündeleriyle mindere yapışarak, aynı şekilde üst üste açık düşerek mağlup olan bir pehlivanın şaşkın durumundaydı. Hani ne derler bilirsiniz. Yenilen pehlivan güreşe doymazmış. İşte bitmeyen inadı da bundandır. İyi de yettin garı artık…

Vatandaş Nebati, ‘batarsak hepimiz batarız’ demedi mi? İş adamısın firmaların var, risk senin, batarsan sen bat deme lüksümüz yok mu şimdi bu seriden yapay siyasilere. Sözüm ona sen aynı bağlamda Devletin ve milletin de sorumluluğunu taşımıyor musun? O halde risk taşımayan, başkalarının sırtında menfaat aramayan mütevazı vatandaşın neden batsın! Ona göre konuş ve davran. Sınıf yaratma! Sosyal ol ki hiç olmazsa vatandaş gibi yaşayabilmeyi hak edebilesin aynı topraklarda. Yalnız AKP soygunlarının Allah’ın emri olduğunu Şeytanlaştırmaya devam ederseniz daha önce başınıza neler gelebilir hiç bilinmez hani. Çünkü artık o zaman gerçek Müslümanlardan az da olsa oy alabilmeniz dahi sıfır yazacaktır.

Siyasi ilişkide olması gereken Devletlerle sırf kendi megalosu nedeniyle uzlaşma sağlayamayan bir Devlet adamının bırakın siyaset yapabilmesini, diğer insanlarla birlikte yaşayabilmesi bile mümkün değildir. Çünkü önce insan olması gerektiğini de unutmuştur artık böylesi. Bazıları da ağızları olduğu için konuşuyor; ama bunların ağızları kıçlarıyla yer değiştirmiştir. Ve konuştukça da ağır kokarlar. İnanın ki burada küfür ediyorlar demiyorum. Çünkü Almanlar bile ‘Schimpfen ist der Stuhlgang der Seele’ yani küfür ruhun büyük abdestidir derler. Burada kastettiğim, ağızlarını açtıktan kapatıncaya kadar yalan söyleyenlerdir. Ki onlar da kendini bilir esasen.

Sayın okurlarıma, dost ve yakınlarıma, doğruya sahip oldukları halde kararsız kalıp hala doğruyu bulacağını sananlara, lakin yine de Kemalce düşünenlere, ayrıca bütün fikirdaşlarıma, yeni yılda sevdikleriyle birlikte huzurla uzlaşmış, doğayla yeşermiş sabırlı günler diliyorum…

Serendip Altındal

serendipaltindal.blogspot.com

Posted in Politika ve Gundem | Leave a comment

Yılın milleti

Yılmaz Özdil – Sözcü, 31 Aralık 2021

Yılın milleti


2021’de yılın milleti, Türk milletidir. Çünkü, 2021 yılında dünyada hiçbir milletin başına, bu milletin başına gelenler gelmedi.


– Millete yardım edeceklerine iban numarası verip üste para istediler, millet SMA’lı bebekler için kendi kendine yardım toplamak istedi, “kirli kampanya” dediler.

– Soma’da milletin çocuklarını katletmişlerdi, Soma katliamının patronunu kurtardılar, güya 7 bin 500 yıl hapsi istenmişti, katledilen işçi başına sadece 6 gün yattı, yırttı.

– Milletin gözbebeği Boğaziçi Üniversitesi’nin kapısına kelepçe taktılar, kayyum rektör atadılar, pırıl pırıl gençlerimize “terörist” dediler, gözaltına aldılar, yerlerde sürüklediler, tutukladılar.

– Yunan işgalini alkışlayan, bu milleti sırtından hançerleyen, vatan haini İskilipli Atıf’a anma töreni düzenlediler.

– Bu yıl tarım ithalatında Cumhuriyet tarihinin rekorunu kırdılar, dünyanın en çok buğday ithal eden ülkesi olduk, dünyanın en çok ayçiçeği yağı ithal eden ülkesi olduk, biz bize yeteriz dediler, kendi kendine yeten ülkemizi bu hale getirdiler, ithal ineği ithal samanla beslediler, alay eder gibi, ay’a gidiyoruz dediler.

– Sınırötesi operasyon düzenleyeceklerini adeta davul zurnayla duyurdular, Gara’da faciaya sebep oldular, altı yıldır rehin tutulan evlatlarımız için kıllarını bile kıpırdatmamışlardı, katledilmelerine yol açtılar.

– Salgın var diye milletin dükkanlarını kapattılar, kendileri spor salonlarını “lebaleb” doldurdular, millete maskesinin kenarından burnu görünüyor diye ceza kestiler, kendileri maskesiz halay çektiler.

– Parasını ödediğimiz F35’lerimizi bu yıl da alamadılar, parasını ödediğimiz S400’leri bu yıl da ambalajından çıkaramadılar, Türk Deniz Kuvvetlerine ait gemimiz Yunan F16’ları tarafından açıkça taciz edildi, gıklarını çıkarmadılar, Doğu Akdeniz’deki haklarımızı koruyamadılar, Doğu Akdeniz’i millete unutturmaya çalışıyorlar.

– Güya Fransız markalarını boykot ediyorlardı, gizli gizli masaya oturup Fransa ne istiyorsa yaptılar, güya katil Sisi diyorlardı, katil Sisi’yle gizli gizli temas kurdular, İsrail’e “eyyy” filan diye atıp tutuyorlardı, İsrail’le cankuş oldular, Birleşik Arap Emirliklerine “şerefsiz” diyorlardı, “15 Temmuz darbesini bunlar yaptı” diyorlardı, Birleşik Arap Emirlikleri’ni onur konuğu yaptılar, avuç açtılar, milletin malını mülkünü Birleşik Arap Emirliklerine satıyorlar.

– Cougar tipi askeri helikopter Şırnak’ta düşmüş, biri tümgeneral 13 askerimiz şehit olmuştu, Tbmm’de araştırma önergesi verilmişti ama, gündeme bile almamışlardı, lütfedip cevap bile vermemişlerdi… Bu yıl aynı Cougar tipi askeri helikopter Bitlis’te düştü, biri korgeneral 11 askerimiz şehit oldu.

– Tarikatçı cübbeli amiralin sırtını sıvazlarken, aman Montrö’yü esnetmeyin diye uyaran liyakat sahibi emekli amirallerimizin ayağına elektronik pranga taktılar.

– Feto kumpasıyla açılan sahte belgeli, sahte tanıklı davayla, varlığıyla onur duyduğumuz Çetin Doğan’ın da aralarında bulunduğu, 80 yaş üstündeki emekli generallerimizi hapse attılar.

– “İrticaya bulaşmamış olma” şartını kaldırdılar, Cumhuriyet’in harp okullarının, astsubay okullarının kapılarını tarikatlara açtılar.

– Onur konuğu olarak ağırladıkları, Türkiye seninle gurur duyuyor diye alkışladıkları Barzani, pul bastırdı, pulun üstündeki haritada Kars’tan Sivas’a, Erzurum’dan Hatay’a, Ağrı’dan Gaziantep’e, Türkiye’nin neredeyse üçte birini Kürdistan’a dahil etti.

– Türk alerjisi olan tarikat-cemaat koalisyonu, hukuku eğdi büktü, Andımız yasaklandı… Okullarımızda bu milletin çocuklarının “Ne Mutlu Türküm Diyene” demesini yasakladılar.

– Bu milletin kadınlarını rahat rahat öldürsünler diye İstanbul Sözleşmesini feshettiler.

– Milletin Gezi Parkı’na el koydular, tabela vakfına devrettiler.

– Geçmediğimiz köprüye, girmediğimiz tünele, uçmadığımız havalimanına, görmediğimiz otoyola, para ödetiyorlar, yetmedi… Milletin istemediği Kanal İstanbul’a devlet garantisi verdiler.

– Yandaş müteahhitlerin parasını sokağa çıkma yasağında bile tıkır tıkır ödediler, yandaş müteahhitlerin vergisini ertelediler, ama, esnafın kapatmak zorunda kaldığı dükkanının kirasını ödemediler, üstüne, vergisini, elektriğini, suyunu tıkır tıkır ödettiler.

– Bu milletin pırıl pırıl gençleri işsizlikten kırılırken, işsiz gençlerimize “kalitesiz” denilirken, “nankör” denilirken… Bir yandan din-iman-rabia tweetleri atan, beri yandan kumar fişleriyle, revü kızlarıyla, elinde kadehle jakuzide poz veren, henüz 20’li yaşlarda olmasına rağmen lüks otomobil koleksiyonu yapan arkadaşın, Akp genel merkezinde çalıştığı ve elektrikli süpürge hortumu gibi kokain çektiği ortaya çıktı.

– Akp’li belediyelerin hizmet pasaportlarıyla resmen insan kaçakçılığı yapıldığı ortaya çıktı, Türkiye’yi dünyaya rezil ettiler, milletin gerçek pasaportlarını şaibe altında bıraktılar.

– İçişleri bakanıyla fotoğrafları olan kriptocunun, milleti iki milyar dolar dolandırıp, yurtdışına kaçmasına gözyumdular.

– Çiftlikbank’ın tosunu gibi dolandırıcılara af çıkardılar, ceza indirimi getirdiler.

– Bu milletin ticaret bakanlığını emanet ettikleri bakan, milletin parasıyla, kendi kocasının şirketinden kendi bakanlığına dezenfektan satın aldı.

– Bu devleti yöneten kişi, vatan toprağını arsa’ya arazi’ye benzetti, “bayrakları bayrak yapan üstündeki kandır, toprak eğer uğruna ölen varsa vatandır, ben bunu hep şuna benzetiyorum, arsa var, arazi var, araziyi arsaya dönüştürmek için belli bir bedel ödemek gerekiyor, aksi taktirde arazinin hiçbir anlamı yok” dedi!

– ABD başkanı sözde soykırımı tanıdı, Türk milletini soykırımcı ilan etti, bu ülkeyi yönetenlerin gıkı bile çıkmadı.

– Milletin kahraman kurumu MKE’yi anonim şirket haline getirdiler, tank fabrikamız gibi satılmasının önünü açtılar.

– Şehirlerimizi betonlaştırdılar, güya çevreci oldukları için Çamlıca kulesini lale şeklinde yaptılar, 369 boyunda beton lale diktiler!

– Suriyelileri vatandaş yaptılar, üç milyon filan denirken, savunma bakanı açıkladı, Türkiye’de dokuz milyon Suriyeli olduğu ortaya çıktı.

– Sınırları kevgire çevirdiler, Afganlar yürüye yürüye Türkiye’ye girdi.

– Birleşmiş Milletler’in terörist listesinde yeralan Taliban heyetini, VIP’ten Türkiye’ye soktular.

– Plastik atık ithalatını yeniden serbest bıraktılar, Türkiye’yi Avrupa’nın çöplüğü haline getirdiler.

– Doğa suratımıza tükürdü, Marmara Denizimiz salyayla kaplandı.

– Sırf sarayda 13 tane özel uçak varken, bir tane bile yangın söndürme uçağı almadılar, ormanlarımız kül oldu, 250 bin futbol sahası büyüklüğünde ormanlarımız cayır cayır yandı.

– Türk Hava Kurumu’na dört milyon dolar vermediler, ormanlarımız cayır cayır yanarken Somali’ye 30 milyon dolar hibe ettiler.

– Hes’lerle doğanın akışını bozdular, Karadeniz’de sel baskınına sebep oldular, çok daha fazla insanımızı kaybettiğimiz halde, 82 kişi öldü dediler.

– Yangınzedelerin, depremzedelerin, selzedelerin suratına “al keyif çayı iç” diye çay poşetleri fırlattılar.

– “Toki yirmi yıl ödemeli evler yapacak, evleri yanmayan vatandaşlar keşke bizim evimiz de yansaydı diyecek” dediler.

– 83 yaşındaki duayen sanatçımız Genco Erkal’a cumhurbaşkanına hakaret iddiasıyla 4 yıl 8 ay hapis istemiyle dava açtılar.

– Türkiye’nin en saygın sanatçılarından Ferhan Şensoy öldü, “meyhaneci öldü” diye yazdılar.

– Aralarında ABD ve Almanya’nın da bulunduğu 10 ülkenin Ankara büyükelçisi, Türkiye’yi hukuka uymaya davet etti… “Hepsini kovacağız” diye esip gürlediler, hepsi hâlâ Ankara’da!

– Bu milletin diyanet işleri başkanlığı “baldızla yatabilirsin, teyzenle halanla evlenebilirsin” diye fetva verdi.

– “Salgınla mücadelede destan yazdık” denirken, vaka sayısında nüfusa oranla dünya birincisi olduğumuz ortaya çıktı, gerçek vefat sayılarımızı gizledikleri, en az üç katı olduğu ortaya çıktı.

– Dünyada sadece bu milleti tek başına Çin aşısına mecbur ettiler.

– Çin aşısının yüzde 100 etkili olduğunu söylediler.

– Biontech’in işe yaramadığını, Almanya’nın Çin aşısını kıskandığını söylediler.

– Millet ölürken, milletten önce kendileri aşı oldular.

– Fahrettinden masallar Çin aşısını öve öve bitiremedi, “infaktif yöntemle üretilen Çin aşısı daha güvenlidir, Biontech gibi mrna aşıları yapaydır, bu ülkenin güzide vatandaşlarına en iyiyi temin ettik” dedi. Bilahare… Çin aşısı işe yaramadığı için, iki doz Çin aşısı olan vatandaşlara iki doz Biontech aşısı yapmak zorunda kaldılar.

– Hidroksiklorokin ilacını dünyada en yaygın kullanan ülkenin Türkiye olduğunu övüne övüne anlattılar, millete kullandırdılar, bu ilacın işe yaramadığı, aksine insanları daha çok öldürdüğü ortaya çıktı, gümbür gümbür başlatmışlardı, sessiz sedasız durdurdular, kaç vatandaşımız öldü, kaçı felç oldu, açıklamadılar.

– Milletin üniversite hastanelerinde milletin soyulduğu ortaya çıktı, Sayıştay raporuna göre, 450 liraya ithal edilen kanser ilaçlarının, 21 bin 500 liradan fatura edildiği, 2 bin liralık kalp pilinin, 14 bin liradan fatura edildiği anlaşıldı.

– Milleti ilaçsız bıraktılar… Millet eczane eczane dolaştı, 645 kalem ilacı bulamadı, romatizma, ağrı kesici, ateş düşürücü, tansiyon, hormon, kalp ilaçlarını bulamadı.

– Son kullanma tarihi geçmiş yoğurdu bile almıyoruz ama, son kullanma tarihi geçmiş aşıları millete yaptılar.

– Bu milletin seçtiği belediye başkanlarını görevden aldılar, milletin seçtiği milletvekillerini hapse attılar, milletin seçtiği muhalefet partilerine “tecavüz partisi” dediler, “terör yandaşı” dediler, bu milletin seçtiği partiye kapatma davası açtılar, bu milletin seçtiği parti genel başkanlarına “cibilliyetsiz, terörist, ahlak yoksunu kadın, zillet, kuduz, boş teneke, beyni sulanmış, kafaları basmaz” dediler, “anırsalar da anırmasalar da” dediler. Bu milletin seçtiği Ekrem İmamoğlu’na ellerini arkadan bağlamak suretiyle türbeye saygısızlık yaptığı gerekçesiyle soruşturma açmaya kalktılar. Sırf Ekrem İmamoğlu’na iftira atmak için, sokak köpeği Boji’ye bile kumpas kurdular, bok atarken suçüstü yakalandılar. İstanbul büyükşehir belediyesinde çalışanlara “terörist” damgası yapıştırdılar.

– Bu mübarek memlekete, servetinin kaynağı belirsiz oligarkları, küresel kaparacıları, ithal mafyayı doldurdular, uyuşturucu gemileriyle, narkotik baronlarıyla, kirli siyasetçilerle, çantacı gazetecilerle doldurdular.

– Milletin malını mülkünü, bankalarını, fabrikalarını, limanlarını, barajlarını, santrallarını, madenlerini, hatta toprağını sattılar.

– Bütün hükümetlerin toplamından yedi kat fazla borç yaptılar.

– Bu milletin milyarlarca dolarını 175 ülkeye bağışladılar, hibe ettiler, saçıp savurdular.

– 50 milyon dolarımız yok diyerek bu milletin tank fabrikasını Katar’a sattılar, 50 milyon dolarımız yok derken, bu milletin milyar dolarını harcayarak, Rusya’ya kubbesi altın varaklı cami yaptılar, ABD’ye hamamlı-restoranlı cami yaptılar, taaa Cibuti’ye karada yer kalmamış gibi denizi doldurarak cami yaptılar, Etiyopya’da türbe yaptılar.

– Kendi fakir fukarasının fitresine yapa yapa anca bir lira zam yaparken, bu milletin parasıyla Afrika ülkelerinin borcunu ödediler.

– Millete maske dağıtamadılar, elalemin ülkelerine özel uçaklarla maske gönderdiler.

– 17/25 kepazeliğinde istifa ettirilen şehircilik bakanı Erdoğan Bayraktar dobra dobra itiraflarda bulundu, “reis beni hırsız çuvalına koydu, ben Rıza Sarraf’ı tanımam, benim dosyamda hırsızlık yok, tapeler doğru, a’dan z’ye hepsi doğru, bende para yakalanmadı, beni öbür bakanlarla aynı çuvala koyunca beni de hırsız diye tasvir ediyorsun” dedi.

– Bu milletin Merkez Bankası’ndaki 128 milyar dolar nereye gitti, izah edemiyorlar, hesabını sorana küfür ediyorlar.

– Karadeniz’de dünya dengelerini değiştirecek miktarda doğalgaz bulduk dediler, habire milletin doğalgazına zam yaptılar.

– Benzine zam, elektriğe, tüpe, una, yağa, şekere, gübreye, iğneden ipliğe zam yaptılar. Sonra da milletin haliyle alay eder gibi… “Paranız yoksa, başınızı kaldırın, şu yolların güzelliğine bakın, gözünüz gönlünüz açılır” dediler.

– “Ekonomik sıkıntı çekiyorsan, iki kilo yerine yarım kilo et al, domatesi iki kilo alma, iki tane al” dediler.

– “Zam yapılıyor ama mini mini yapılıyor” dediler.

-“Kombiyi kıs” dediler.

– “Benzin istasyonlarındaki kuyruklar benzin zamları yüzünden değil, zam kuyruğu yok, otomobil sayısı fazla, o yüzden kuyruk var” dediler.

– Enflasyonu uydurma hesaplarla düşürdüler, “Türkiye İstatistik Kurumu’na güvenmeyeceksin de, masada oturup içki içerken fikir söyleyen adamlara mı güveneceksin” dediler.

– Faiz sebep enflasyon neticedir teorisiyle, doları patlattılar.

– Dolar 18 lirayken, “dolar kurunun yükselmesi Türkiye’nin faydasına oluyor, bilerek yükselttik” dediler, “Çin gibi ihracat ülkesi olacağız” dediler, “yeni ekonomi modeline geçtik” dediler, 18 lirayı alkışladılar.

– Sonra, geceyarısı operasyonuyla doları 11 liraya düşürdüler, “dolar kurunun düşmesi Türkiye’nin faydasına oluyor” dediler, halay çektiler.

– “Küçük yatırımcı çarpıldı” diye sevindiler.

– Türk lirası mevduata dolar garantisi getirdiler, güya dolar’a karşıydılar, Türk lirasının tamamını dolar haline getirdiler.

– Aradaki kur farkını milletin parasıyla, millete ödetecekler.

– Milletin parasını korumaya çalışan liyakat sahibi ekonomistlere “mandacı” dediler.

– Müslüman olduğumuz için faizi düşürüyoruz dediler, faizi patlattılar, mevduat faizini yüzde 25’lere, ticari kredi faizlerini yüzde 50’ye çıkardılar, faizin belini kıracaklardı, faize milletin belini kırdırdılar.

– Esnafı komaya soktular, sanayiciyi komaya soktular, işçiyi memuru emekliyi açlık sınırının altına düşürdüler, kendileri ejder meyveli smoothie içerken, milleti ucuz ekmek kuyruklarına mahkum ettiler.

Bu ülkenin kurucusu, bu milletin önderi, bu milletin ortak değeri Mustafa Kemal Atatürk’e lanet okudular.

Sadece 2021 yılında bile bu milletin başına gelenler, başka milletlerin başına yüz yılda bile gelmiyor.

Bu milletin sadece 2021 yılında bile maruz kaldıklarını, başka milletler kabuslarında bile görmüyor.


https://www.sozcu.com.tr/2021/yazarlar/yilmaz-ozdil/yilin-milleti-6859101/

Posted in DURUM VAZİYETİ, SİYASİ TARİH, Yılmaz Özdil | Leave a comment

YENİ NESİL SİLAHLAR * Gibka-S Çok Kısa Menzilli Hava Savunma Sistemi

Gibka-S Çok Kısa Menzilli Hava Savunma Sistemi

Ercan Caner, Sun Savunma Net, 26 Aralık 2021


Rus ordusu gelecek yıl Gibka-S VSHORAD (Very Short Range Air Defense – Çok Kısa Menzilli Hava Savunma) Sistemlerini envanterine alıyor.

Rus Silahlı Kuvvetleri taktik hava savunma Komutanı Korgeneral Alexander Leronov, savunma bakanlığına ait Krasnava Zvezda gazetesine verdiği demeçte; KBM tarafından seri üretimine başlanan Gibka-S sistemlerinin 2022 yılında Rus birliklerine verilmesine başlanacağını açıklamıştır.

Gibka-S, Rusya tarafından imal edilen ilk araca monteli ilk Kısa/Çok Kısa Menzilli Hava Savunma sistemidir. Sistem, 2019 yılında muharebe sahası testlerini başarıyla geçmiştir. Üzerinde dört adet Igla, Igla-S veya Verba füzesi bulunmaktadır.

Gibka-S, alçak irtifada uçan uçaklar,  helikopterler, dronlar (İHA-İnsansız Hava Araçları), seyir füzeleri ve yüksek hassasiyetli füzelere karşı günün her saatinde ve düşük görüş şartlarında etkili olarak kullanılabilmektedir. Gibka-S çok kısa menzilli hava savunma sistemi Tigr-M (9A332 muharebe aracı) zırhlı araçlar üzerine monte edilmiştir. Araç, Gibka-S hafif hava savunma sisteminin yanı sıra omuzdan atılan hava savunma füzeleri taşıyan nişancıları da taşıyabilmektedir. Araç üzerinde kullanıma hazır dört füze ve yükleme sonrası atılabilecek dört olmak üzere toplam sekiz adet füze bulunmaktadır. Dört mürettebatı (komutan, sürücü ve iki silahçı) olan Tigr-M modeli taktik araç üzerinde füze uzaktan kontrol birimi ve bir elektro-optik izleme ve hedefleme sistemi de bulunmaktadır.

Rusya’nın güneyinde bulunan Kapustin Yar test sahasında 2019 yılı sonlarında yapılan testlerde başarılı olan sistemin, sabit ve hareket halindeki birliklerin, gündüz ve gece yakın hava savunmasında kullanılması planlanmaktadır.

Araç üzerinde bir fırlatma rampasına yerleştirilen infrared güdümlü Igla-S (9M336, 9M342, 9M39) portatif satıh-hava füzeleri, 72,2 mm çapında, 1,690 mm uzunluğunda ve 11,3 kg ağırlığındadır. Igla-S füzeleri 3.500 metre irtifaya kadar 400 m/sn hızla uçan hava hedeflerini vurabilmektedir.

Sistem, 6.000 m mesafedeki hedeflere angaje olabilmekte ve üzerindeki optik arayıcı füzeyi hedefe yönlendirmektedir. Igla-S füzesi yüksek infilaklı parça tesirli hassas ve çarpma tesirli harp başlığına sahiptir.

Verba 9M336 füzesi, 72 mm çapında Igla-S füzesine benzer irtifa ve menzil özelliklerine sahip bir hava savunma füzesidir. 2.5 kg ağırlığında bir harp başlığı bulunmaktadır.


Gibka-S Çok Kısa Menzilli Hava Savunma Sistemi

Posted in SUN SAVUNMA NET, YENİ NESİL SİLAHLAR | Leave a comment

SOYLU ŞEYTANA PABUCU TERS GİYDİRDİ

Engin Uçar – 31.12.2021
z_eucar@yahoo.com.tr

SOYLU ŞEYTANA PABUCU TERS GİYDİRDİ


Basında yer alan haberlere göre İç İşleri(!) Bakanı Süleyman soylu;
“Biz kendimiz yapmıyoruz. Bize yaptıran Allah’tır” demiş…

İslam inancına göre Şeytan Allah’a isyan etti. Adem’e secde etmedi. Kıyamete kadar lanetlendi ama insanları yoldan çıkartmak için de ruhsat aldı. Lanetlenmesinin nedeni: Secde etmediği için kovulunca; “Sen yaptırdın. Senin yazdığın kaderden be mi sorumluyum?” deyip nefsini temize çıkarmasıdır.

Hz. Adem ‘de cennette yasak elmayı yedi ama o bu hatayı nefsine yükledi. Tanrı’dan af diledi. Af dileği kabul edildi. Adem(insan sıfatıyla) dünyaya gönderildi. Bunların din-iman dillerinden düşürmüyor ya? Madem ki Müslümanız diyorlar. O zaman hatırlatalım. Soylu’nun savunması tamamı ile şeytanın savunmasıyla aynıdır.

Şeytan şimdi  Tanrı’ya;

“Ben bir defa isyan edip suçumu sana yıktım. Lanetlendim.  Bunlar her gün benim yaptığımın 10 katını yapıyor. Şimdi gerçek şeytan kim?” Diye soruyor olabilir?…

Sosyolog ve psikologların yorumlaması gereken bu açıklamayı duyunca aklıma bir kıssa geldi. Köyün birinde köylünün biri elma bahçesine gitmiş. Bakmış ki tanımadığı bir adam elmalarını topluyor. Bağırmış; “Ne yapıyorsun sen? Utanmıyor musun başkasının elmalarını toplamaya?”

Elmaları çalan adam gayet rahat bir şekilde bahçe sahibine;
“Allah’ın adamı Allah’ın bahçesine girip Allah’ın elmalarını topluyor. “ Demiş.

Elmaların sahibi eline bir kızılcık sopası almış, üst üste indirmiş hırsızın sırtına. Kızılcık sopasını sırtına, kafasına yiyen adam can havliyle bağırmış; “ne yapıyorsun be adam?”

Sopalayan bahçe sahibi cevabı yapıştırmış; “Allah’ın adamı, Allah’ın sopasıyla, Allah’ın bahçesinden Allah’ın elmalarını çalan adamı dövüyor.”

Soylu dua etsin de elinde Allah’ın sopası olan bir Allah’ın adamına çatmasın.

Bir de tanık olduğum bir hikaye var.

Tanıdığım bir ailenin Ortaokula giden uyanık bir kızı vardı. Aile de inançlı bir aile. Bunu bilen kız çocuğu ailenin kızdığı bir şey yapınca, “bana Allah yaptırıyor” diyormuş. Anne –baba ses çıkartamıyor. Bir gün evlerine bir aile dostları gelmiş. Çocuk gene aynı bahaneye sığınınca aile dostları yüzüne hafif bir tokat vuruyor. Çocuk donup kalmış. Öğretmen anne şaşkın ama tokatı vuran çocuğa; “Yavrum, ben yapmadım, Allah yaptırdı” deyince, bizim uyanık ufaklık bir daha böyle bir bahaneye sığınamamış.

Ülke açık hava tımarhanesine döndü. Engizisyon papazları zamanda ışınlanarak bizim ülkemizde yeni bir vücut buldu. Sağlıklı insanları tımarhaneye kapatın, ne kadar zaman sağlıklı kalabilir. Denir ki;

Sizin kültür ortalamanız görüştüğünüz en yakın 3 kişinin ortalamasıdır.
Tele-vizyonları ve bu siyasileri o üç kişi yerine koyarsak, ülkenin kültür ortalaması da ortaya çıkıyor.

Bir devlet bu kadar kolay bu hale getirilebiliyorsa buradan tek bir sonuç ortaya çıkar;

T.C. Devletinin yıkılması için Müesses Nizam anlaşmış demektir. Aklını koruyabilenler konuşacaksa, bu gerçeği konuşmalı, rüzgara ters yönde yelken açmak yerine, yelkenleri rüzgara göre şişirip, onların istediği limana değil, kendi istediğimiz limana demirlemek ve oyunu bozmak olmalıdır. Bunu başarmak için de aklı ve cesareti birleştirip güç oluşturmak, akıl ve bilimsel gerçekler üzerinden bir yol haritası çizip, varılmak istenen hedefi  planlamak gerekir. Planlanan hedefe varma iradesini ortaya koymak ilk adımdır.

Bizler şifası olmayan hastalığa yakalanmış ölümü bekleyen zavallılar değiliz. Bu gerçeği asla unutmayalım!

Zahide UÇAR (31. 12. 2021)

Posted in İrtica, Politika ve Gundem, YOBAZLIK - GERİCİLİK, YOZLAŞMA - AHLAKSIZLIK | Leave a comment

YILBAŞI ARMAĞANI * O.Henry’den bir öykü * SEVGİ EN GÜZEL HEDİYEDİR

Yazar O. Henry’nin  noel kutlaması için sevgi üzerine yazdığı öyküsünü
YILBAŞI ARMAĞANI olarak okumanıza sunuyorum;

YENİ YILINIZ KUTLU OLSUN

Naci Kaptan / 31.12.2021


SEVGİ EN GÜZEL HEDİYEDİR


Noel’e  bir kaç gün kalmıştı, Della küçük kutuda biriktirdiği paraları çıkartarak saydı; Tam bir dolar seksen yedi senti vardı. O kadar, ne bir sent eksik, ne bir sent fazla!..

Bunun da altmış senti penni’den ibaret ufaklıktı. Bu penni’leri teker teker bakkal, kasap, manavla çekişe çekişe pazarlık ederek ve her defasında satıcıların cimrilik sözleri karşısında utancından kıpkırmızı kesilerek biriktirmişti. Della paraları üç defa saydı. Bir dolar seksen yedi sent, o kadar!

Della Kendisini odadaki eski divanın üzerine atıp hıçkıra hıçkıra ağladı. Kocasının kazancı onları zorlukla geçindiriyordu. Çok yoksuldular. Fakat birbirilerini çok seven bir çifttiler.  Della ve James henüz 3 yıllık evli idiler.  haftalığı sekiz dolara tutulmuş çok eski bir binada oturuyorlardı.

Aşağıda antrede, içine tek bir zarf bile sığdırmaya imkan olmayan bir mektup kutusu ile ölümlü bir elin asla çaldıramayacağı kırık bir zil vardı. Kapıda da “Mr. James Dillingham Young” ismini taşıyan bir kart asılı idi.

Gözyaşları dindikten sonra Della pencerede durarak apartmanın o kasvetli arka avlusundaki bulut rengi bir parmaklık üzerinde yürüyen sarı kediyi aptal aptal seyretti. Ertesi günü Noel’di. Eşine bir hediye alabilecek yalnız bir dolar seksen yedi senti vardı. Aylardan beri birer birer biriktirdiği  paranın şimdi hiçbir işe yaramadığını görüyordu.

Pencereden uzaklaşarak kendini aynanın önüne attı. Gözleri pırıl pırıl yanıyordu, ama yirmi saniye içinde yüzünün rengi uçuvermişti. Saçlarını çözerek omuzlarının üzerine döktü. Della’nın saçları altın renkli bir çağlayan gibi parlayarak ve dalgalanarak dizlerine kadar döküldü ve bir elbise gibi vücudunu örttü. Bununla beraber Della, saçlarının uzun müddet böyle kalmasına müsaade etmedi. Sinirli ellerle hemen topladı.

James Dillingham Young Ailesi’nin iftihar ettikleri iki şeyleri vardı. Birisi Jim’in babasından kalan ve aslında büyük babasına ait aile yadigârı  olan bir altın saat, diğeri ise Della’nın saçları idi.

Della eşinin uzun zamandır bu değerli saatine bir köstek zincir almak istediğini de biliyordu. Dışarı çıkmadan önce dillere desten güzellikte ve uzunlukta olan saçlarına aynada baktı ve kararını verdi.

Gözyaşı kurumadan kahverengi ceketini kapıp aynı renkteki şapkasını başına geçirdiği gibi, eteklerini savurarak kapıdan fırladı. Merdivenleri inip sokağa çıktı. Hızla yürüdü ve “Madam Sophie Peruk ve Saç malzemeleri” yazan bir dükkanın önünde durdu. Kapıyı açarak içeri girdi.

İçeride iriyarı, süt beyaz, soğuk yüzlü bir kadın vardı.”Madam Sophie siz misiniz” Kadın “Evet” deyince;

– Saçlarımı alır mısınız? diye sordu.
Kadın Della’nın altın gibi uzun ve pırıltılı saçlarına dikkatle bakarak;
– Çok güzel saçlarını var 20 dolara alırım.

Della dükkandan çıktığında artık o güzel saçları yoktu fakat cebinde sevgili eşinin saatine alacağı altın köstek zincir için 20 doları vardı. Hızla giderek saatçiden eşinin değerli saatine yakışacak olan köstek zinciri aldı ve hediye paketi yaptırdı. Cebinde son kalan 3 dolar ile de noel gecesi için hindi ve yiyecekler aldı. Eve dönerken çok heyacanlı ve mutlu idi.

Akşam kocası eve döndüğünde acaba saçları için ona kızacak mıydı? İçinde korkular vardı. Hindi pişmiş, sofra hazırlanmıştı ve Della hediye paketini vermek için sabırsızca bekliyordu.

Kapıda anahtar döndü, kapı açıldı ve James içeri girdi. Della’ya baktı, yüzü bir anda sarardı, gözleri büyüdü öylece kaldı;

– Saçların, saçların nerede, ne oldu?

Della arkasında sakladığı hediye paketini uzatarak, uzandı James’i öptü ve;
– İyi noeller seni çok seviyorum. Paketi aç ondan  sonra söyleyeceğim.

James elleri titreyerek paketi açtı ve içinden altın saatine çok yakışacak altın bir köstek zincir çıktı.

Della; – Bu zinciri alabilmek için saçlarımı kestirdim ve sattım. Saatine çok yakışacak. Saçların ise yine uzarlar, bana kızmadın değil mi?

James Della’ya sıkıca sarıldı ve gözlerinde yaş akarken cebinden çıkarttığı paketi uzattı; – Seni çok seviyorum…

Della paketi açtı ve içinden , önünden geçtiği mağazanın vitrininde duran ve aklının kaldığı fildişi ayna ve fildişi tarak çıktı. Della bu tarağı uzun zamandır alabilmek istiyordu fakat eşine söylememişti.

– Bunu almak istediğimi nasıl bildin?

– Vitrinin önünden geçerken her seferinde bu ayna ve tarağa baktığını farkındaydım fakat biliyorsun bunun için paramız yoktu. Ben de Ailemden kalan altın saati satarak sana bu fildişi ayna ve tarağı aldım.

Birbirlerine sarılarak ağladılar.


SEVGİ EN BÜYÜK HEDİYEDİR.

MUTLU SENELER..

Naci Kaptan

Posted in EDEBİYAT - ANI - ÖYKÜ - ŞİİR, HAYATIN İÇİNDEN | Leave a comment

NOEL İLE YILBAŞINI KARIŞTIRANLARA KISA BİLGİ

Bizim de kullanmakta olduğumuz takvime göre; 1. Ocak. 2022 günü, içinde bulunduğumuz
2021 yılının tamamlanarak sonlandığı ve içine gireceğimiz yeni yılın ilk günüdür.

Yılbaşı, İsa’nın doğum günü olarak kabul edilen 25 Aralıkta kutlanan Hristiyanların Noel Bayramı ile karıştırılmamalıdır. Yılbaşının, dini ve kutsal bir yanı bulunmamaktadır.

Bunu karıştıran bazı dini kesim, biz Hristiyan değiliz, Müslümanız, yeni yılı kutlamayız diyerek, yılbaşı kutlamalarına ve kutlayanlara eleştirel bir gözle yaklaşmaktadırlar. Bu değerlendirme ve yaklaşım yanlıştır.

Yılbaşı bir bayram değildir, bir takvim olayıdır.

İçinde bulunduğumuz 2021 yılının bittiği günü, yeni 2022 yılının ilk gününe bağlayan 31. Aralık gecesi; insanların, evlerinde veya evlerinin dışındaki eğlence mekanlarında, masalar kurarak ve özel olarak hazırlanan yemekleri yiyip içkiler içerek eğlendikleri, yeni yılı kutlayarak karşıladıkları, yeni yıla mutlu bir şekilde girdikleri, bir gelenek ve kültürü yaşayıp yaşattıkları bir gecedir.

Güner Yiğitbaşı

Posted in HAYATIN İÇİNDEN | Leave a comment

20 YILLIK GELECEĞİ İPOTEK EDİLMİŞ OLAN BİR ÜLKE NASIL SOYULUR? * HALKINA TL KULLANMAYI ÖNEREN ERDOĞAN “YAP-İŞLET-DEVRET” PROJELERİNİ NEDEN DOLAR İLE YAPTI? * ‘yap işlet devret’ projeleri dış basında *

Türk Lirası’ndaki değer kaybının ardından
‘yap işlet devret’ projeleri dış basında


Bu projelerde döviz cinsi gelir garantisi verildiğini ve Prof. Dr. Uğur Emek’in hesaplamalarına göre, verilen garantilerin yaklaşık 20 yıllık dönem için yaklaşık 150 milyar dolar oldu.

Açıldığı 2016’da 109 TL, şu an 336 TL olan Osmangazi Köprüsü’nden tek geçişin maliyeti, 2022 başındaki yeni fiyatla 600 TL’yi aşacak Bu rakamın bir kısmını vatandaş doğrudan ödüyor, bir kısmını da Hazine karşılayacak.


The Economist’in son sayısında, ‘Türkiye’nin kamu özel işbirlikleri vaat edilenden daha pahalı’ başlıklı bir yazı yayınladı. Analizde, Türk Lirası’ndaki değer kaybının Erdoğan’ın mega projelerinin maliyetini artırdığına dikkat çekildi. TL’deki değer kaybının ‘yap işlet devret’ projeleri ile Hazine’ye etkisi, dünyanın gündeminde.

Ünlü İngiliz ekonomi dergisi The Economist’in son sayısında yer verilen ‘Türkiye’nin kamu özel işbirlikleri vaat edilenden daha pahalı’ başlıklı yazıda, TL’deki değer kaybının Erdoğan’ın mega projelerinin maliyetini artırdığına dikkat çekildi.

KARŞILANAMAZ HALE GETİRDİ

Sözcü’nün haberine göre, 2016 yılında açılan Osmangazi Köprüsü’nün örnek olarak anlatıldığı yazıda, Türkiye’deki kur krizinin, birçok Türk için söz konusu köprüden geçişi karşılanamaz hale getirdiği vurgulandı.

Köprüden her gün geçiş yapan bir sürücünün ödeyeceği bedelin, asgari ücretin iki katı olduğu aktarılan yazıda, 2022 yılı başında köprüye yeniden zam geleceği belirtildi.

DÖVİZ CİNSİ GELİR GARANTİSİ

Cumhurbaşkanı Erdoğan’ın ülkeyi yeni köprüler, tüneller, hava limanları ve hastanelerle donattığını, bu projelerin çoğunun kamu özel işbirliği modeliyle yapıldığını, şirketlerin inşaatları ve işletmeyi üstlendiğini, müşterilerden ya da devletten ödeme alındığını aktaran dergi, TL’deki değer kaybının, vergi mükellefleri için bu projelerin maliyetini dramatik bir şekilde artırdığına dikkat çekti.

Bu projelerde döviz cinsi gelir garantisi verildiğini ve Prof. Dr. Uğur Emek’in hesaplamalarına göre, verilen garantilerin yaklaşık 20 yıllık dönem için yaklaşık 150 milyar dolar olduğunu aktaran dergi, 2021 yılı başında 1,1 trilyon TL’ye denk gelen bu paranın, aralık sonunda 1,7 trilyon TL’ye ulaştığını belirtti.

BEDELİ AĞIR OLACAK

Söz konusu projelerin inşaat şirketlerine teknik beceri ve sermaye sağladığını, projelerin hızlı tamamlandığını, salgının hemen öncesinde birçok hastane açıldığını ancak büyük projelerin hep aynı şirketlere verildiğini belirten dergi, eski Hazine yöneticisi M. Coşkun Cangöz’ün “Kamu özel işbirliği projelerine aşırı bağımlılık var. İşler daha az şeffaf şekilde yapılıyor” görüşüne de yer verdi.

Erdoğan’ın bu projelerden siyasi fayda sağladığını, sarayında bu projelerin törenlerinde kullanılan 800’ün üzerinde makas ve kurdeleyi sergilediğini aktaran dergi, bu projelerde maliyeti özel şirketler üstleniyor gibi gösterildiğini ancak Erdoğan ekonomiyi tekrar rayına oturtmazsa, Türklerin onun harcama çılgınlığının bedelini ağır ödeyeceğini belirtti.

TEK GEÇİŞ MALİYETİ…

Köprü ve otoyol geçiş ücretlerini 2022’de hem dolar kurunun hem de ABD enflasyonunun vuracağını sozcu.com.tr de sık sık gündeme getiriyor.

Açıldığı 2016’da 109 TL, şu an 336 TL olan Osmangazi Köprüsü’nden tek geçişin maliyeti, 2022 başındaki yeni fiyatla 600 TL’yi aşacak Bu rakamın bir kısmını vatandaş doğrudan ödüyor, bir kısmını da Hazine karşılayacak.

Şu an Osmangazi Köprüsü’nden tek geçiş maliyeti 147,5 TL. 188,5 TL’lik maliyeti ise Hazine şirkete ödüyor.

Günlük 40 bin araç geçiş garantisi verilen Osmangazi Köprüsü’nde araç başına verilen garanti bedeli 2016 yılında 35 dolar artı KDV idi ancak ABD enflasyonuna paralel olarak rakam 2021’de 42 dolar artı KDV oldu.

ABD’de kasım enflasyonu yüzde 6,8 ile 39 yılın zirvesine çıkarken, 2022’de KDV dahil rakamın yaklaşık 48 dolar olması muhtemel.

Dolar cinsi rakam TL’ye çevrilirken 2 Ocak 2022 tarihli kur dikkate alınacak ancak kur bugün 13 seviyesinde ve 48 doların karşılığı 624 TL’ye denk geliyor.


https://www.cumhuriyet.com.tr/dunya/turk-lirasindaki-deger-kaybinin-ardindan-yap-islet-devret-projeleri-dis-basinda-1896589

Posted in Ekonomi, YOLSUZLUKLAR, YOZLAŞMA - AHLAKSIZLIK | Leave a comment

Geronimo: Son Kızılderili İsyancı * Bir kabile şefi değildi; gerçekte işi insanları iyileştirmek olan bir şamandı. Fakat yazgısı onu en tanınmış Kızılderili şeflerinden biri olmaya sürükleyecekti.

Geronimo: Son Kızılderili İsyancı

Geronimo Bir kabile şefi değildi; gerçekte işi insanları iyileştirmek olan bir şamandı. Fakat yazgısı onu en tanınmış Kızılderili şeflerinden biri olmaya sürükleyecekti.

Serenti | 10 Mart 2019


Kızılderililer, Beyaz Adam kıtalarına ayak basıncaya değin gerçekten de barış içinde yaşıyorlardı. Ataları bu topraklarda hep huzurlu bir yaşam sürmüş, tek kaygıları Yüce Ruh’un isteklerini yerine getirmek olmuştu. Kötü talihin ilk başlangıcı, 1492 yılında Kristof Kolomb’un Hindistan yerine yanlışlıkla Amerika’yı keşfetmesi oldu. Sonra ardından Amerigo Vespuçi geldi ve XVII. yüzyılda beyaz adamların kolonileri…

Amerika kıtasının keşfi ile Beyazlar, “Yeni İngiltere” adını verdikleri bu topraklara akın ettiklerinde, karşılarında kırmızı derili bembeyaz yürekli insanlar buldular. Kızılderililer, ellerindeki tüm olanakları çok uzak topraklardan gelen yeni konukları için seferber etti. Çünkü bu topraklar alabildiğince zengin, herkesi doyurmaya yetecek kadar bereketliydi. Oysa bilmedikleri, açgözlü Beyaz Adam’ın bu toprakları Kızılderililerle paylaşmaya hiç mi hiç niyeti yoktu.

Beyaz Adam yıllar boyunca işgal ettiği toprakların gerçek sahiplerini acımadan katletti, topraklarına el koydu, oradan oraya sürüp durdu. Beyaz adam toprak için kendi arasında da hiç durmadan savaşıyordu ama konu Kızılderilileri katletmek olunca hem Meksika ordusu hem de ABD ordusu birlikte hareket ediyordu. 1870’li yıllara gelindiğinde Kızılderili soykırımından kurtulup direnmeyi sürdüren yalnızca birkaç bin Kızılderili kalmıştı. Beyazları o yıllarda en çok uğraştıran kabilelerin başında ise “Apache” kabilesi geliyordu. Ve bu kabile içinden bir isim, adını direnişle özdeşleştirmeyi başaracaktı: Geronimo.

Geronimo Kimdir?
Goyathlay ya da Beyazların ona verdiği adla Geronimo, 1829 yılında o zamanlar Meksika sınırları içerisinde kalan Arizona’da dünyaya gelmişti. Kızılderili dilinde anlamı “Esneyen Adam” olan Goyathlay, Apachelerin Bedonkohe kabilesine mensuptu. Tam bir Apache gibi yetiştirilmiş, 17 yaşında iken hayatı boyunca yapacağı toplam 9 evlilikten ilkini yaparak komşu kabileden Alope ile evlenmiş ve bu evlilikten üç çocuğu olmuştu. Bir kabile şefi değildi; gerçekte işi insanları iyileştirmek olan bir şamandı. Fakat yazgısı onu en tanınmış Kızılderili şeflerinden biri olmaya sürükleyecekti.

5 Mart 1851’de (bazı kaynaklarda 1858 olarak belirtilir) ellerindeki buffalo ve geyik derilerini yiyecek karşılığı Beyazlarla takas etmek için kabilenin diğer erkekleriyle birlikte Janos kasabasına indiklerinde kamplarına José María Carrasco önderliğinde Meksikalı askerler saldırmış; annesi, üç çocuğu ve karısı da dahil olmak üzere nerdeyse kamptaki herkes askerler tarafından katledilmişti.

Bu tarih onun yazgısında bir dönüm noktası olmuştu.

İleride kendi biyografisinde o akşam kamplarına döndüğünde gördükleri için “Her şeyimi kaybettim” diye yazıyordu. Yüreği beyazlara karşı artık intikam ateşiyle yanıyordu. Geronimo o gecenin ardından her yerde Meksikalı askerlere saldırılar düzenlemeye başladı. Saldırılar öylesine ani ve beklenmedik ve bir o kadar kusursuzdu. “Çok fazla Meksikalı öldürdüm. Kaç tane olduğunu bilmiyorum. Bazıları saymaya bile değmezdi” diyecekti ileride.

Fakat 1848 yılında ABD-Meksika Savaşı’nın sona ermesi ve Guadalupe Hidalgo Antlaşması’nın imzalanmasıyla birlikte bölgenin dengesi de değişmişti. Savaşı ABD’nin kazanmasıyla Arizona bölgesi artık ABD’nindi ve ABD hükümeti Arizona’nın altınla dolu topraklarını göçmenler arasında yavaş yavaş paylaştırmaya başlamıştı. Şimdi düşman yalnızca Meksikalılar değil aynı zamanda Amerikalılardı. Fakat bu toprakları Kızılderililerden almak öyle kolay olmayacaktı…

Arizona’daki Chiricahua Apacheleri sınır bölgesine yerleşen göçmenlere ve karargahlara ani baskınlar düzenlemeye, yağmalar yapmaya başladı. Chiricahua Apachelerinin yaşadığı topraklar o dönemde, direnen Kızılderililerin adeta sığınağı haline gelmişti. Washington’a gönderilen mesajlarda sık sık bölgenin çok tehlikeli olduğu vurgulandı ve sonunda ordu duruma el koydu.

3 Mayıs 1876’da bölgedeki temsilciliğe gönderilen emirle, Chiricahua bölgesindeki Kızılderililerin San Carlos’a götürülmesi istendi. Temsilci John Clum istemeye istemeye bu emri Apache reisi Cochise’ye iletti. Artık Beyazlarla savaşmaktan yorulan barış yanlısı şef, kabilesi için en iyi olduğunu düşündüğünden beraberindekilerle göçe başladı.

Ancak kabilenin neredeyse yarısı bu zorunlu tutsaklığı kabul etmedi. Yüzlerce kişi gruplar halinde Meksika sınırını geçerek özgür yaşamı seçti. Ordunun amansız takibine rağmen sınırı geçmeye çalışanlar içinde Geronimo da vardı.

1877 Mart’ında Geronimo’nun yaşadığı Ojo Caliente’ye bir grup Amerikan askeri geldi. Geronimo ve diğer isyancı şef Victorio görüşmek için kasaba merkezine çağrıldı. Bundan sonrasını Geronimo, kendi yaşam öyküsünde şöyle anlatıyor: “Bize ne istediklerini söylemediler, ama dostça bir tutum içindeydiler. Toplantı istediklerini sandık ve onlarla gittik. Kasabaya girer girmez askerler çevremizi sardılar ve silahlarımızı aldılar…”

Geronimo Tutuklanıyor
Geronimo: Son Kızılderili isyancı Bu Geronimo’nun ilk tutuklanışıydı. Kendisini bir mahkemede savunma hakkı verilmeksizin doğrudan hapishaneye atıldı. Demir parmaklıklar arkasında 4 ay geçirdi ve tıpkı tutuklanışında olduğu gibi yine hiç bir açıklama yapılmadan salıverildi. Ancak artık dışarıda da kendisini bekleyen bir özgürlük yoktu.

Beyaz adam Kızılderililerin tamamına yakınını kamplara doldurmuştu. Geronimo da bir süre San Carlos’ta yaşamak zorunda kaldı. Ancak fazla dayanamadı. 1881 Eylül’ünde 70 silahlı arkadaşıyla birlikte kamptan kaçtı.

Sierra Madre’deki eski üsleri onları bekliyordu. Adamlarıyla birlikte 6 aylık bir hazırlık döneminden sonra yeniden savaş alanlarına döndü. Beyazlar korkuyla da olsa artık Kızılderililerin de insan olduğunu anlamışlardı. Duygularıyla oynandığında onlar da sert tepkiler verebiliyordu.

GERONİMO İLE GENERAL CROOK’UN bir araya geldiği toplantı

Amerikan birliklerinin komutanı General Crook, Geronimo’ya adamlarıyla birlikte teslim olması durumunda ömür boyu baskısız ve savaşsız bir ömür vaat etti. Geronimo adamlarını toplayana kadar generalden süre istedi. Aldığı onayın ardından 8 ay içinde, Meksika’nın öte yanındaki tüm Apacheleri topladı. 1884 Şubat’ında beraberindeki yüzlerce kadın ve çocukla birlikte sınırı geçti.

Apacheler yeniden zincirlerle yaşamamaya yeminliydi. Sınırın ötesinde kurulan pusulardan, göçmen birliklerinden ve ordudan kaçarak birkaç ay yaşadılar. Bölgede girişilen her türlü yağma faaliyetinin sorumlusu olarak Geronimo gösteriliyordu. Oysa o yalnızca kaçmaya ve zincirlerden uzak bir hayat sürmeye çalışıyordu. Artık 57 yaşındaydı ve savaşlardan, kaçıp kovalamalardan çok yorulmuştu. General Crook bir kez daha Meksika sınırını geçti ve Geronimo’yu aramaya başladı. Amansız bir takip yürüten General Crook Apachelerin de saygısını kazanmış ve bir de lakap almıştı: “Nantan Lupan” yani Şef Kurt. 1886 Mart’ında general ve Apache şefleri yeniden masadaydı.

General, şeflerden kayıtsız şartsız teslim olmalarını istedi. Geronimo hapis cezasına razıydı. Yalnızca mahpus günlerinin bitiminde rezervasyonda yaşamayacağına dair garanti istiyordu. Washington’u bu konuda ikna edebileceğine inanan General Crook, söz verdi. “Sana teslim oluyorum” dedi Geronimo; “Bana ne istersen yap. Bir zamanlar fırtına gibiydim, oysa şimdi her şey bitti…”

Geronimo’nun Son Yılları
Ancak bitmemişti. Onlara içki satarak para kazanan bir asker, Geronimo’nun kulağına, Meksika sınırını geçtikten sonra kendisinin ve adamlarının öldürüleceğini fısıldadı. Götürüldüğü Bowie Kalesi’ne çok kısa bir mesafe kala Geronimo, gecenin karanlığından yararlanıp adamlarıyla birlikte kaçmayı başardı.

Geronimo’nun firarı General Crook’un da görevden alınmasına neden oldu. Washington bu sefer, Apache bölgesine, yükselme hırsıyla her şeyi yapabilecek olan yeni bir komutanı, General Nelson Miles’ı atadı. Miles’ın ilk işi Geronimo ve adamlarının peşine düşmek oldu. Bu amaçla başlarında Yüzbaşı Henry Lawton’ın olduğu özel bir birlik oluşturdu ve sınırı geçti. Onları bulmak bu birlikteki askerlerden Charles Gatewood’a kısmet oldu.

Gatewood, Geronimo’dan Generale güvenmesini ve teslim olmasını istedi. Geronimo ona inandı ve son kez silahını bıraktı. Tarih 4 Eylül 1886’ydı ve artık herkes rahat bir nefes almıştı. Çünkü Sonora Valisi’nin raporuna göre, Geronimo ve adamları yalnızca son 5 ay içinde 500 ya da 600 kişiyi öldürmüştü!

General Miles’ın yanına götürüldüğünde aralarında şöyle bir konuşma geçti.

General: Sizi devlet korumasına aldıracağım. Gönderileceğiniz topraklarda hep alıştığınız kadar çok suyu, toprağı ve yeşili bulacaksınız.

Geronimo: Bizimle konuşan komutanlar hep bu sözleri verdiler. Artık bana masal gibi geliyor. Doğrusu size inanmakta çok zorlanıyorum.

General: Ben hayatta oldukça ne yaparsan yap bir daha tutuklanmayacaksın.

Geronimo: Bundan sonra hep barış içinde yaşamak istiyorum ve buna söz veriyorum.

General: Geçmişte yaptığın her şey artık silindi, hepsi önemsiz. Bundan böyle yepyeni bir hayata başlıyorsun.

Karşılıklı sözler, vaatler, yeminler ve teslimiyet. Beyazların karşısında direnen son kale düşmüştü. Apachelerin son isyancı reisi Geronimo teslim olmuştu.

Sonra uzun esaret yılları başladı. Geronimo 1894 yılına kadar Pickens Kalesi’nde hapis kaldıktan sonra savaş suçlusu olarak Sill Kalesi’ne gönderildi. 1903 yılında Katolikliği seçen Geronimo artık yaşlanmış, geçimini fotoğraflar ve yaptığı elişlerini satarak sağlayan bir ihtiyara dönüşmüştü. Daha sonra Omaha ve Buffalo sergilerinde ve ardından 1904 St. Louis Dünya Fuarı’nda “Vahşi Batı”nın simgesi olarak halka teşhir edildi. 1905 yılında S. M. Barrett adında bir öğretmen, ABD Başkanı Roosevelt’den kopardığı özel bir izinle Geronimo’nun hayatını onun ağzından dinledi ve kaleme aldı. Yine aynı yıl Başkan Roosevelt’ten doğduğu topraklara geri dönmek için af istedi ama hâlâ kendisinden korkulduğu için bu isteği kabul edilmedi.

İsyanla, mücadeleyle dolu bir yaşamı rezervasyonda sona erdiğinde, hâlâ savaş tutsağı kabul ediliyordu. 1909 yılının karlı bir Şubat günü atından düştü. Ancak ertesi gün bulunduğunda çok kötü üşütmüş ve zatürreye yakalanmıştı. Yaşlı bedeni yalnızca altı gün dayanabildikten sonra 17 Şubat 1909’ta 79 yaşında yaşamını yitirdi.

Ölümünün üzerinden yıllar geçmesine karşın, Geronimo adı hep yaşadı. Kimi ona “dönek” dedi, kimi “cani”’; ancak Geronimo, Kızılderili isyanının sembol isimlerinden biri olarak tarihe geçti.

Geronimo’nun öyküsü hâlâ dilden dile dolaşır. Amerika’nın gerçek tarihini araştıran herkes onun adını saygıyla anar. Kaleme aldığı belgelerde hem kendi hayatını hem de de Kızılderililerin tarihini aktaran ve Geronimo ile aynı yıl ölen Dakota Siularının lideri Kızıl Bulut, onun şu sözlerini aktarır:

“Bize birçok sözler verdiler. Anımsayamayacağım kadar çok. Biri dışında hiçbirini tutmadılar. Topraklarımızı alacaklarını söylediler ve aldılar.”


Geronimo: Son Kızılderili İsyancı

Posted in ABD - AB - EMPERYALIZM, FAŞİZM, KIZILDERİLİLER | Leave a comment