LİYAKATLİ BİR DEVLET ADAMI NASIL OLUR ? * Atatürk’e diktatör diyenlere tokat gibi bir anı * Atatürk’e BAŞKANLIK teklif edildiğinde ne cevap verdi ? * “Ben herşeyi bilemem ki!” * Şaşarım o efendilerin aklı perişanına!

Doç.Dr.Orhan Çekiç

“Ben herşeyi bilemem ki!”

Sene 1930. Gazi’nin ricasıyla Cumhuriyet Halk Fırkası’nın karşısında, bir muhalefet partisi olarak “Serbest Fırka”’nın henüz kurulduğu günler. Amerika’da başlayan 1929 Dünya Krizinin dalgaları bütün dünyayı sarmış, en güçlü ekonomiler bile büyük sarsıntılar içinde. Yıllardır süren savaşlar ve işgaller nedeniyle yakılmış, yıkılmış, ekim görmemiş-hasat vermemiş Anadolu, baştan başa çorak bir bozkır halinde.

Köylü perişan. Eli sapan tutacak güçte olanlar ise, ya o toprağın altındalar, şehitler, yada sakatlar, iş göremez haldeler. Ülkede tepeden tırnağa her şeyin yokluğu her çevreyi derinden etkiliyor. O nedenle de tüm gözler hükümete, daha doğrusu Başbakan İnönü’ye çevrili vaziyette. Sanki bu sonuçlar onun yönetim başarısızlığının bir sonucuymuş gibi algılanıyor.

Bütün bunların yanı sıra Gazi, halkın yaygın hoşnutsuzluğunun doğurduğu muhalefet yetmiyormuş gibi, bir de Meclis’teki muhalefet kanadını oluşturan “bağımsızların” yanında bir muhalefet partisinin yer alması için büyük gayret gösteriyor. Ali Fethi Okyar’ın genel başkanlığında Serbest Fırka böylece kuruluyor.

Atatürk “Başkanlık” rejimine karşı.

Aynı günlerde doğrudan Atatürk’e yönelik bir takım yazılar gazetelerde görülmeye başladı. Bu gazetelerden biri, güya Fethi Bey’in Atatürk’e “yaşam boyu” cumhurbaşkanlığı önerdiğini yazmıştı. Tamamen uydurma olduğu anlaşılan bu haber derhal tekzip edilmiş, fakat yankıları sürmüştü. Gazetelerin Ankara temsilcileri bu vesileyle ve kamuoyunu aydınlatmak için Atatürk’ü ziyaret ettiler. Sordukları soru şuydu:

“Farzedelim ki size böyle bir teklif yapıldı. Yanıtınız ne olurdu?

Atatürk şu yanıtı vermişti:

“Bana ötedenberi bu ve buna mümasil tekliflerde bulunanlar çok olmuştur. Siz ve efkârı umumiye bilmelisiniz ki, bu yoldaki teklifler hoşuma gitmemiştir ve gitmez. Benim gayem Türkiye’de, Yeni Türkiye Cumhuriyeti’nde millet hakimiyetini egemen kılmak ve ebedileştirmektir. Dediğiniz gibi bir teklifi, benim idealimi cidden rencide eden bir manada telakki ederim. Bu noktada şu veya bu tefsirlere giden sözlerin manasını, beni iyi tanımış olan Türk Milleti, benden daha iyi takdir eder.”

Atatürk bu ifadesiyle, kendisine hilafet hatta saltanat hakkında yapılan önerileri nasıl şiddetle reddettiğini anımsatmak istiyordu. Kendi kurduğu partinin ölünceye kadar başkanı olması yolunda yapılan teklifi de aynı düşünceyle reddetmişti.

27 Nisan 1931’de yeni seçimin sonuçlanması üzerine, ulusa bir beyanname yayınlamış ve yeni seçilenleri kutlamıştı 4 Mayıs günü de üçüncü kez cumhurbaşkanı seçilmiş, kabineyi de İsmet Paşa’nın kurmasını istemişti.

Bu vesile ile Akşam gazetesi başyazarına demeç verirken, sözün arasında,“ …Eğer İsmet Paşa, hükümeti kurmayı kabulden kesin olarak çekinmiş olsaydı, başvekilliği bizzat üzerime almaktan başka çare kalmazdı: Ya ben, ya İsmet Paşa.” demişti.

Bu demeç basında derhal, acaba bizde de A.B.D.’ndeki gibi “başkanlık sistemi mi kurulacak” şeklinde yorumlara yol açtı. Bunun üzerine Atatürk, İsmet Paşa’yı, Fethi Bey’i, Serbest Fırka’nın Genel Sekreteri Nuri Conker’i ve bazı milletvekillerini davet ederek, onlara şu açıklamayı yapmak gereğini duymuştu:

“Arkadaşlarımız içinde başvekillik yapacak zevat çoktur; fakat bütün bu arkadaşlarım da dahil olduğu halde, milletin umumi temayülü (eğilimi), benim şu veya bu zaruret karşısında başvekil olmamı icap ettirirse, bu vazifeyi kemalî tevazu ve minnetle yapmaya hazırım. Bu takdirde benim aynı zamanda Reisicumhurluğu üzerimde bulundurmamın elbette kanunî imkânı yoktur. Benim alacağım bu yeni vaziyeti muhtelif tarz ve manalarda kötüye yorumlamak…hiç de makul ve mantıkî değildir.

Amerika sistemini memleketimizde tatbik etmeyi hiç hatırıma getirmedim; sistemsiz ve kanunsuz tarzda, Reisicumhurlukla Başvekâleti birleştirmeyi düşünmedim ve düşünecek adam olmadığım bütün milletçe malûmdur zannederim. Bugünkü şartlar içinde, bir hükümetin millet ve memleket menfaati için takviyesine masruf herhangi sözümü, bin türlü malayanilerle istismar etmeye kalkışmak isteyenler, çok bedbaht adamlardır. Akşam gazetesi başmuharririne söylediğim sözler, benim ağzımdan çıkmıştır ve icabında daima tekrar olunacak sözlerdir.”

Atatürk bu sözleri aslında tam da günümüz için söylemiş. O’na diktatör yakıştırması yapan Atatürkofobi hastası kimi günümüz yazar-çizer tayfası, O’nun basına verdiği bu demeçten haberdar mıdır acaba?

Böyle bir demeç vermek zorunda kalmasının nedeni şuydu:

Ülkenin her şeye ihtiyacı vardı, buna karşılık olanaklar kısıtlydı. Hükümet bir taraftan çok önemli yatırımlara girişiyor, demiryolları projesi büyük bir hızla sürüyordu, bunun için gereken finansmanı sağlamak için ise, halkın sırtına takatinin üzerinde vergi yükleniyordu. Adeta en büyük yatırımlar, bir neslin sırtından çıkarılmaya çalışılıyordu, çiftçi perişandı.

Paris’ten izinli geldikçe Fethi Bey’in Atatürk’e en büyük yakınması, hükümete yönelik en büyük eleştirisi de işte bu noktada toplanıyordu. Şimdi artık Parti Başkanı olan Fethi Bey, İnönü’ye gene bu noktadan yükleniyordu.

Öte yandan da bu ve benzeri yatırımlara hızla yönelmek gerekiyordu. Devletin önemli bir ihraç kalemi yoktu. Henüz hiçbir ülkeden uygun kredi alınmamıştı. Kendi yağımızla kavrulmak zorundaydık. İyi ama kavrulmak için gerekli olan yağ bile yoktu memlekette..

Bu nedenle ülkede iki farklı fikir oluşmuştu:

1. Vergiler ödeme gücünün üstündeydi. Bazı teşebbüsler zamansız ve yersizdi. Bunların finansmanı tek bir nesilden çıkartılmaya çalışılmamalıydı.2. Hükümet ve taşradaki yöneticiler halka karşı sert davranıyorlardı. Özgürlükler kısıtlanıyordu. Halk genel olarak mutsuzdu.

Çözüm olarak varılan ortak görüşe gelince, en iyisi Atatürk fiilen işin başına geçmeliydi. Hükümeti fiilen o yönetmeliydi. İcraatın içinde olmalı, tüm vekâletleri hergün dolaşıp denetlemeli,işlerin nasıl geliştiğini yakından izlemeliydi. O zaman işler yoluna girerdi.

Halk böyle düşünüyor, basın da bunu haber yapıyordu. Oysa ekonomi yönetimi farklı bir şeydi. Fakat buna rağmen Gazi’ye o kadar güveniyordu ki halk, O’nun her sorunu çözeceğinden emindiler.

İşte bu genel istek üzerine, başbakanlığı kabul edebileceğini ama o takdirde aynı zamanda cumhurbaşkanlığını da üzerinde katiyen tutmayacağını, bunun yasalara aykırı olduğunu söylüyordu. ABD’nin Başkanlık sistemini ise eleştiriyordu.

Üstelik bu tartışmalar basında bile yer alıyordu. Bunları elbette İsmet Paşa da okuyordu. Şimdi de karşısına Fethi Bey çıkarılmıştı. Bütün bunlar İsmet Paşa’yı geriyordu.

Şaşarım o efendilerin aklı perişanına!

Tek çıkar yolun, Devlet Başkanının aynı zamanda fiilen Başbakanlık görevlerini de üzerine almasından geçtiğine ilişkin yazıları Atatürk görmezden geliyordu ama bir gün Genel Sekreter Hasan Rıza Soyak bu konuyu açtı ve görüşünü sordu.

Soyak’a döndü ve bu tür “tek adam” yönetimlerini katiyen onaylamadığını, bunun kadar budalaca bir düşünce olamayacağını söyledi. Sonra da devam etti:

“ Şaşarım, o efendilerin aklı perişanına. Hep biliyoruz ki, memleketimizin başına gelen felaketlerin çoğu şahsî idareden gelmiştir. Bu kadar geri kalmamızın başlıca amillerinden biri de budur. Biz öteden beri, böyle bir idareyi bertaraf etmek için mücadele ettik. Şimdi nasıl olur da benim aynı yola gitmekliğim, yeniden devlet hayatında tarafımdan böyle bir çığır açılması istenebilir.

Hadi diyelim ki ben de bu gaflete düştüm!

“Hadi diyelim ki ben de bu gaflete düştüm. Vekâletlerin yürütmekte oldukları işlerin büyük kısmı bilgi ve ihtisas isteyen konular olduğuna göre, ben Hariciye ve Milli Müdafaa Vekâletlerinden başka yerde nasıl faydalı olabilirim? Bu iki vekâlette, yüksek dış siyasetimizin idaresi ile, yurdun müdafaası esbabını hazırlamak işlerinde zaten sorumluluk mevkiindeki arkadaşlarla daimi temas halindeyiz. Bu arkadaşlara aklımın erdiği kadar yardım etmeye, faydalı olmaya çalışıyorum.

Diğer sahalarda pek açık olan ihtiyaçlara, durmadan ilgililerin dikkatini çekiyorum. Meselâ, ‘umumi kültürü yükseltmek, bir taraftan memlekette ziraat işlerini yeni vasıta ve usûllere göre düzenlemek, verimi arttırmak, diğer yandan da ölçülü bir programla muhtaç olduğumuz sanayi kurmak lâzımdır’ diyorum.

Bunları imkân nispetinde süratle tahakkuk ettirmek, tamamen mesuliyet ve ihtisas sahiplerinin işidir; oralarda benim ortaya atacağım yanlış mütalâalar vazife sahibini şaşırtabilir, tereddüte düşürür. Bu suretle mutlaka aksi tesir yaparak, memlekete fayda yerine zarar getirir. Ben her şeyi bilemem ki!.

Cumhurbaşkanlığından ayrılmayı düşünüyor…

Atatürk’ün çok iyi niyetle başlattığı ve ülkemiz demokrasisinin gelişimi açısından son derecede önemli olan bu proje, ne yazık ki başarılı sonuçlanmadı. Aksine söz ayağa düşmüş, memleket baştan başa çalkalanır olmuştu. Tüm köy kahvelerinde partililer birbirine giriyor, tüm ülkeyi bir dedikodu dalgası sarıyordu.

Gazi bu sonuca çok üzülmüştü. Genel Sekreteri Soyak odasına girdiğinde, her zaman yaptığı gibi, “Ne haber?”diye sormuştu. Soyak,birçok yerlerde tekkelerin süpürülüp temizlendiğine, fesler ısmarlandığına, daha bu gibi gerilik kımıldanışlarına dair gelen telgraf haberlerini arzetmiş, arkasından da sormuştu:

“Şimdi ne olacak, Paşam?”

Bu son derecede kritik bir soruydu. Gerisini Soyak’tan dinleyelim.

“Bana sükûnetle yanıt verdi:

“ İki taraftaki arkadaşlar benim gibi düşünseler ve benim sözlerimi dinleselerdi, bu sonuç vasıl olmazdı; fakat bir kere olan olmuştur, çocuk. Şimdi biz işimize bakalım… Yapacağımız şey basittir; Devlet Reisliğinden ayrılmak ve Parti’nin başına geçmek. Karşı taraftaki arkadaşlarla birlikte, ilkin beliren anarşi ve gerilik istidatlarını ortadan kaldırmak, ondan sonra da sükûnetle, samimiyetle yolumuza devam etmek…Belki bu suretle gayeye daha çabuk, daha kolay vasıl oluruz.”

“Ya onlar iktidara gelirse?”

“Olabilir. Biz hiçbir zaman,daima iktidarda kalacağız diye bir iddiada bulunmadık ki.

“ Ya inkılâp esaslarından saparlarsa?…”

“Haaa! Bak, işte bu olamaz. Sen, ben ve inkılâpların hayatî kıymetini ve hedefini kavramış olanlar, bu gibileri her zaman bertaraf etmeye ve inkılâp esaslarını muhafazaya muktedir olacaktır. “

“Reisicumhur kim olacak Paşam!…”

“Tabii TBMM en münasip zatı intihap eder; zaten biliyorsun, bu makama Anayasamızda büyük selahiyetler verilmiş değildir…”

Sonra gülerek latife eder:

“İşte Nuri Bey (Conker) var ya! Zaten öteden beri Reisicumhurluğa istekli…Onu yaparız; partisinden istifa eder, tam tarafsız bir devlet başkanı olur.” İşte, bilge kişiliği tüm dünyayı yakından etkilemiş bir devlet adamı olan Atatürk bile “başkanlık” rejimini bir “tek adamlık” olarak görüyor ve eleştiriyor; bu makamdaki bir kişinin, iyi niyetle de olsa, vereceği yanlış bir kararın, sonunda felaketlere yol açabileceğine işaret ediyordu. Yakın zamandaki Hitler, Mussolini ve benzeri örnekler, O’nu nasıl da haklı çıkarıyor ve insan işte bu durumda düşünmeden edemiyor:

“Eğer Cumhurbaşkanımız Erdoğan, “başkan” olsaydı, biz şimdi Suriye’nin nerelerine kadar girmiş, nerelerinde takılıp kalmış, nerelerindeki bataklıklardan çıkmaya çalışıyor olurduk ?” Her bir birey, bu soruyu kendine sormak ve yanıtını bulmak zorundadır.

Posted in ATATURK, SİYASİ TARİH | Leave a comment

ANAYASA’DA LAİKLİK OLMAZSA…* Demişler ki… Osmanlının topraklarında zengin madenler ve petrol var bu yüzden Osmanlıyı aramızda paylaşalım…Tabi Osmanlı o dönemde sanayi devriminde uzak kalıp seferlere çıkamayıp…Memleketi borçla idare etmeye de çalıştığı için ekonomi kötü durumda…

Nusret KEBAPÇI
08–05–2016

ANAYASA’DA LAİKLİK OLMAZSA…

Doğrusunu isterseniz bir süredir nabız yoklama çalışmaları devam etmektedir…

Hem zaten adetleridir…
Önce bir sert çıkış…Baktılar ki meydan boş devamını getiriyorlar.Son günlerde anayasa’dan laikliliğin çıkarılması veya dindar bir anayasa konusu sık sık gündeme getiriliyor ya…

Sizce amaçlanan şey ne olabilir?
Türkiye’de dindar olmanın ya da olmamanın önünde herhangi bir engel mi bulunuyor?

Elbette hayır.
Asıl amaç farklı…
Daha doğrusu bu iş…

Emperyalizmin yüz yıl önce yapamadığı Mustafa Kemal ATATÜRK sayesinde yarım bırakmak zorunda kaldığı Türkiye’nin sömürgeleştirilmesi projesinin devamıdır…

Biliyorum kafanız karıştı ama biraz sabrederseniz size konuyu dilimin döndüğü,
kalemimin yettiğince açıklamaya çalışalım…

Hanı birileri bir süredir Osmanlı sözü eder oldular ya…
Biz de o yüzden Osmanlı’nın son döneminden başlayalım…

Hatta biraz daha öncesinden
Birinci Dünya Savası yılları…
Batılı büyük devletler çoktan karar vermiş…

Demişler ki…
Osmanlının topraklarında zengin madenler ve petrol var bu yüzden Osmanlıyı aramızda paylaşalım…Tabi Osmanlı o dönemde sanayi devriminde uzak kalıp seferlere çıkamayıp…Memleketi borçla idare etmeye de çalıştığı için ekonomi kötü durumda…

Doğru dürüst sanayi, işletme falan da yok. Olanlar da zaten yabancıların…O dönemle ilgili şunu söylemek bile mümkün…Hani yerli ve mili olmak deniyor ya işte o yıllarda yerli ve milli banka olmadığı gibi…

Devletin merkez bankası bile bulunmuyor.Neyse lafı uzatmayalım Birinci Dünya Savaşı’nda Almanya ile birlikte yenilmemizin ardından…Önce Mondros…Ardından da Sevr anlaşmasıyla Osmanlı hakkında idam kararı veriliyor… Sonrasında da memleketin her köşesi bil fiil işgal ediliyor… Tam her şey bitti, “Türk Milleti diye bir milleti tarihten sildik” dedikleri anda bir adam…

Mustafa Kemal ATATÜRK, Samsun’dan başlayan bir uzun yürüyüşün ardından memleketi düşmanlardan kurtardığı gibi…Çeşitli etnik ve dini kimliklerden oluşan halkı da birleştirerek bir ulus meydana getiriyor…

Tabi ardından da yerli ve milli bir sanayi kurmayı da ihmal etmiyor.İşte bu durum emperyalistlerin hiç hoşuna gitmiyor ve yaklaşık 100 yıldır da fırsat kollamaktadırlar Ve mevcut iktidar sayesinde de amaçlarına yaklaşmış konumdalar…

Neden mi?

Bir kere mevcut iktidar, ulus devlet ve kimlik değil ümmet ideolojisi taşımaktadır…
Dolayısıyla milli değil.Bu nedenle ;

ulus, vatan…
Bağımsızlık…
Ekonomik kalkınma,
sanayileşme

gibi herhangi bir dertleri de yok…Hem olsa memleketin taşı toprağı en stratejik olanı da dahil olmak üzere “babalar gibi” satılır mıydı?

Diyeceksiniz ki tamam da laikliğe hiç değinmedin, Anayasa’da olsun mu olmasın mı?

İşte vatan, bağımsızlık, ekonomik kalkınma, yani sanayileşme ancak ulus olmakla mümkün olabiliyor…Ve ulus olabilmenin de ilk şartı laiklik…

İsterseniz bir de tersten söyleyelim…
Laik olabilirseniz, ulus olabiliyorsunuz
Ulus olunca toprak, vatan oluyor…
Vatan olunca bağımsızlık…
Emperyalizme karşı mücadele anlam kazanıyor…

Demek istediğim işin nirengi noktası laiklik…O olmazsa bırakın kalkınmayı, gelişmeyi, demokrasiyi falan, yurttaş bile olamıyorsunuz…

Posted in ANAYASA, ATATURK, CUMHURİYET - DEMOKRASİ - ÇAĞDAŞLIK, DEMOKRASİ-ÖZGÜRLÜK | Leave a comment

YOBAZLIK * ŞARAP VE SEKS

Posted in İrtica, YOBAZLIK - GERİCİLİK | Leave a comment

DÜNYADAKİ EN ZEHİRLİ MANTAR TÜRÜ BİLİMİ VE AKLIN YOLUNU KABUL ETMEYEN KAFALARDIR

Posted in DİN-İNANÇ, İrtica, YOBAZLIK - GERİCİLİK | Leave a comment

CLEAN SHEET * Sümeyye’den sonra Bilal Erdoğan da geçmişini sildiriyor!

abcgazetesi.com 09.05.2016

Sümeyye’den sonra Bilal Erdoğan da geçmişini sildiriyor!

İnternette hakkından çıkan haberleri sildirmek için harekete geçen Sümeyye Erdoğan’dan sonra Bilal Erdoğan da ‘geçmişini sildirmek için’ harekete geçti.

Cumhurbaşkanı Recep Tayyip Erdoğan’ın kızı Sümeyye Erdoğan’ın bir şirketle anlaşarak geçmişte özel hayatıyla ilgili olarak internette çıkan haberleri sildirdiği ortaya çıkmıştı.Sümeyye’nin ardından Bilal Erdoğan da geçmişini sildirmek için aynı dirma ile anlaştı.

Bilal Erdoğan, merkezi Karaköy’de bulunan Clean Sheet isimli hukuk firmasıyla anlaşarak geçmişte özel hayatıyla ilgili çıkan haberleri arşivlerden sildirmeye çalışıyor. Bu konuda yayın organlarına ulaşan firma, “Clean Sheet olarak Bilal Erdoğan’a online itibar konusunda hizmet vermekteyiz” ifadeleriyle kendisini tanıtıyor.

“HABERLERİ KALDIRIN” MESAJI

Firma, Bilal Erdoğan’la ilgili geçmişte çıkan haberlerle ilgili olarak internet siteleriyle iletişime geçerek haberleri kaldırmalarını rica ediyor. Firmanın hukuk departmanı haberin yayından kaldırılmaması durumunda dava da açıyor.

Firmanın ‘online itibar’ diyerek kastettiği, bir kişinin ya da firmanın geçmişte hakkında çıkan ve bugün yaşamını olumsuz etkilediğini iddia ettiği haber ile yorumlar. Clean Sheet firması kendi çalışma alanını “İnternet ortamında eskilerinizden kurtulun. Clean Sheet sizin yerinize dijital ortamlarda istemediğiniz tüm içerikleri kaynağından temizler” ifadeleriyle anlatıyor.

Clean Sheet, ABC Gazetesi’ne de ulaşarak Bilal Erdoğan’la ilgili yayınlanan 3 haberin yayından kaldırılmasını istedi.

İşte firmanın yayından kaldırılmasını istediği o 3 haber.

-Bilal Erdoğan’a İtalya’da kara para soruşturması!

-Bilal’in okulunun duvarına ‘Katil Erdoğan’ yazdılar

– ‘Bu yaşta nasıl bu kadar zengin oldun?’

Posted in YOLSUZLUKLAR, YOZLAŞMA - AHLAKSIZLIK | Leave a comment

Türkiye’den şeref madalyası alan tarihçi ödülü iade etti * “Siyaset, yargı, medya, üniversiteler ve yurttaşlar fiili bir diktatörün oyuncağı, etrafındaki zümreler haline geldi. Temel özgürlüklerin ve yasaların gerçekte var olmadığı bir noktada, böyle bir ülke artık Avrupalı değildir”

[Haber görseli]

cumhuriyet.com.tr

09.05.2016

Türkiye’den şeref madalyası alan tarihçi ödülü iade etti

Zürcher, Türkiye tarihi üzerine yaptığı bilimsel çalışmalar sebebiyle 2005 yılında ‘Yüksek Şeref Madalyası’na layık görülmüştü. Zürcher törende Türkiye’nin Avrupa Birliği’ne (AB) giderek daha çok yaklaştığını söylemişti.

Hollanda’nın önde gelen gazetelerinden NRC’nin internet sitesinde bir makale kaleme alarak iade gerekçelerini açıklayan Zürcher, “Siyaset, yargı, medya, üniversiteler ve yurttaşlar – her ne kadar Avrupa’da yaşıyor olsalar da – fiili bir diktatörün oyuncağı, etrafındaki zümreler haline geldi. Temel özgürlüklerin ve yasaların gerçekte var olmadığı bir noktada, böyle bir ülke artık Avrupalı değildir” diye yazdı.

‘AB’ye üyelik mümkün olmayabilir’

12 yıl önce üyelik sürecinin Türkiye’yi AB’ye yakınlaştıracağı öngörüsünde yanıldığını ve Türkiye’deki seküler yurttaşların uyarılarına kulak asmadığını belirten Hollandalı tarihçi, “Türkiye Avrupa’ya doğru ilerlemedi, Avrupa’nın çok uzağında. Üyelik mümkün olmayabilir” dedi.

‘AKP 10 seçimle diktatoryal yönetime ulaştı’

Yazısında ‘Bu suça ortak olmayacağız’ başlıklı bildiriye imza attıkları için haklarında ‘cadı avı’ başlatılan akademisyenleri ve çözüm sürecinin ‘buzdolabına kaldırılmasını’ hatırlatan Zürcher, AKP’nin kazandığı 10 seçimle gelinen noktayı ‘diktatoryal yönetim’ diye niteledi.

‘İmam bulmak daha kolay’

Zürcher, Türkiye’de İslami değerlerin yükselişine de değindi: “AKP, gücünü toplumda giderek belirleyici hale gelen İslami norm ve değerlerin yayılması için kullandı. Şimdi birçok yerde imam bulmak, içki satan bir yer bulmaktan daha kolay.”

(Kaynak: Diken)

Posted in AB | Leave a comment

PANAMA WIKILEAKS * PANAMA BELGELERİ * Kara para aklamak – vergi kaçırmak * Erdoğan’ın damadı Berat Albayrak ile AKP Sözcüsü eski bakan Ömer Çelik de listede * Türkiye’den önemli isimler ve tam liste * Panama belgelerinde Suudi Kral’dan İsrail Başbakanı’na 80 milyon dolar

[Haber görseli]

abcgazetesi.com

08.05.2016

Ömer Çelik’in ismi de ‘kaçakçılar’ listesinde!

Panama Belgeleri sızıntısında çok sayıda iş adamı ve şirketin yanında siyasilerin de isimleri yer alıyor. Bunlardan birisi Erdoğan’ın damadı Berat Albayrak’ken bir diğeri de AKP Sözcüsü Ömer Çelik.

Panama belgelerinin, 200 binden fazla hesabın ayrıntılarını içeren ikinci kısmı yayınlandı. Belgeler arasında Türkiye’den 101 şirketin 684 kişi ve 21 aracının isimleri de bulunuyor.

Dünya bilgi çağının en büyük sızıntısı Nisan ayının başında yaşanmıştı. 2.6 terabayt büyüklüğünde 11.5 milyon belge yayınlandı. Kayıtlar ise 214 bin şirket, 128 politikacı, 12 dünya liderinin gizli hesap ve şirketleriyle bağlantılı. Belgelerin 40 yıllık bir arşivi kapsadığı belirtiliyordu.

Panama belgeleri bazı zenginlerin offshore hesaplarını kullanarak vergi sorumluluklarından kaçındığını göstermişti. Belgeler Panama merkezli avukatlık şirketi Mossack Fonseca’dan kimliği belirsiz bir kaynak tarafından sızdırılmıştı.

Bu gece ise yayınlanan belgelerin ikinci kısmı açıklandı. 200 binden fazla hesabın ayrıntılarının açıklanan ikinci bölümde aktarıldığı belirtilirken, açıklanan hesaplar arasında Türkiye’den de şirketler yer alıyor.

omer.png

Türkiye’den çok sayıda ‘saygın’ isimin de yer aldığı vergi kaçakçıları listesinde dikkat çeken siyasi figürler de var. Bunlardan birisi Cumhurbaşkanı Recep Tayyip Erdoğan’ın damadı, Enerji ve Tabii Kaynaklar Bakanı Berat Albayrak. Albayrak’ın ismi Ahmet Davutoğlu’ndan boşalacak Başkabakanlık koltuğu için de geçiyordu. Bir diğer isim ise AKP Sözcüsü Ömer Çelik. Çelik’in ismi de ulurlararası vergi kaçakçıları sızıntısının Türkiye ayağında yer alıyor.

DAMADIN YÖNETİCİLİK YAPTIĞI ÇALIK HOLDİNG DE LİSTEDE

Cumhurbaşkanı Recep Tayyip Erdoğan’ın, başbakan adayları arasında adı geçen damadı ve Ekonomi Bakanı Berat Albayrak’ın uzun yıllar yöneticilik yaptığı Çalık Holding de Panama belgelerinde yer aldı.

Çalık Holding‘e önce Halk Bankası kredisiyle Sabah grubu satın aldırılmıştı. Sabah ve ATV zarar edince sattırılmış ve Çalık Holding’in sahibi olduğu Aktifbank’a “Passolig” kıyağı çekilmişti.

TÜRKİYE’DEN PANAMA BELGELERİNDE YER ALAN İSİMLERİN TÜM LİSTESİNİ GÖRMEK İÇİN LİNKİ TIKLAYINIZ ;

http://www.cumhuriyet.com.tr/haber/turkiye/530530/Panama_belgeleri…_iste_Turkiye_den_onemli_isimler_ve_tam_liste.html

cumhuriyet.com.tr

09.05.2016

Panama belgeleri… Suudi Kral’dan İsrail Başbakanı’na 80 milyon dolar

Panama belgeleri dünya gündemini sarsmaya devam ediyor. Suudi Arabistan ile İsrail pek de saklama gereği duymadıkları gizli ittifaklarını her geçen gün derinleştirirken, Suudi Kral Salman’ın İsrail Başbakanı Benyamin (Bibi) Netanyahu’nun seçim kampanyasını finanse ettiği ortaya çıktı.

Cumhurbaşkanı Tayyip Erdoğan’ın da stratejik ortağı haline gelen Salman’ın, Bibi’nin seçim kampanyası için geçen yıl 80 milyon dolar verdiği ortaya çıktı. Dünya çapında onlarca liderin de karıştığı yolsuzluk, vergi kaçırma ve kara para aklamayle ilgili Panama Belgeleri’ni kaynak gösteren İsrail İşçi Partisi Genel Başkanı ve milletvekili Isaac Herzog, Suudi Kralı Salman bin Abdülaziz’in Netanyahu’nun seçim kampanyasını finans ettiğini duyurdu.

300 ekonomistten dünya liderlerine Panama Belgeleri mektubu

Virgin Adaları üzerinden 11 milyon dosyalık Panama Belgeleri’ne göre Salman, Mart 2015’te hem Suriye hem İspanya vatandaşı olan Muhammed Eyad Kayali aracılığıyla Netanyahu’ya 80 milyon dolar ulaştırmış. Para, İsrail liderine ulaştırılmak üzere İsrailli milyarder Teddy Saggi’nin Britanya’ya bağlı Virgin Adaları’ndaki bir şirketinin hesabına yatırılmış.

GEÇEN AY DA BİRÇOK İSİM AÇIKLANMIŞTI

Geçen ay açıklanan belgelerde belgelerde, İngiltere Başbakanı David Cameron, Rusya Cumhurbaşkanı Vladimir Putkin, Ukrayna Cumhurbaşkanı Petro Poroşenko, Arjantin lideri Mauricio Macri, Arjantinli futbol yıldızı Lionel Messi, ünlü aktör Jackie Chan ve İspanyol yönetmen Pedro Almodovar’ın isimleri geçmişti.

TÜRKİYE’DEN 101 ŞİRKET YER ALIYOR

Panama belgelerinin ikinci dalgasında Türkiye’den 101 şirketin yer aldığı hesaplar da ilk kez dünya kamuoyuna açıklandı.

 

Posted in DÜNYA ÜLKELERİ, Ekonomi, KAPİTALİZM - LİBERALİZM, YOLSUZLUKLAR | Leave a comment

PANAMA PAPERS * Panama belgelerinde ikinci sızıntı… İşte Türkiye’den önemli isimler

[Haber görseli]

cumhuriyet.com.tr

09.05.2016

Panama belgelerinde ikinci sızıntı… İşte Türkiye’den önemli isimler

Panama belgelerinin, 200 binden fazla hesabın ayrıntılarını içeren ikinci kısmı yayınlandı. Belgeler arasında Türkiye’den 101 şirketin de ortaya saçılan belgeler arasında ismi geçtiği anlaşıldı.

TÜRKİYE’DEN ÖNEMLİ İSİMLER

Ve Panama belgelerinde yer alan Türkiye’deki isimler de açıklandı. Zorlu Enerji, Çalık Enerji, Sembol İnş, Rixos, Koç Holding şirketleri, Ağaoğlu, Sabancı, Ulusoy aile üyeleri listede…

Listede ilk belirlemelere göre Ömer Sabancı, Vuslat Doğan Sabancı, Mehmet Emre Zorlu, Olgun Zorlu, Vakkas Altınbaş, Hüseyin Altınbaş, İmam Altınbaş, Nurettin Çarmıklı, Erol Çarmıklı, M. Oğuz Çarmıklı, Eski Galatasaray Spor Kulübü başkanı Adnan Polat, eski Beşiktaş başkanı Serdar Bilgili, Tuncay Özilhan, Mehmet Hattat, isimleri yer alıyor.

ERDOĞAN’IN ÇOCUKLARINA BURS VEREN GÜR DE LİSTEDE

Panama belgelerinde Cumhurbaşkanı Recep Tayyip Erdoğan’a yakınlığıyla bilinen ve çocuklarına burs veren işadamı olan Gürmen Group’un sahibi Remzi Gür de var. Remzi Gür, Erdoğan’ın çocuklarına burs veren iş adamı olarak tanınıyor.

Dünya bilgi çağının en büyük sızıntısı Nisan ayının başında yaşanmıştı. 2.6 terabayt büyüklüğünde 11.5 milyon belge yayınlandı. Kayıtlar ise 214 bin şirket, 128 politikacı, 12 dünya liderinin gizli hesap ve şirketleriyle bağlantılı. Belgelerin 40 yıllık bir arşivi kapsadığı belirtiliyordu.

Panama belgeleri bazı zenginlerin offshore hesaplarını kullanarak vergi sorumluluklarından kaçındığını göstermişti. Belgeler Panama merkezli avukatlık şirketi Mossack Fonseca’dan kimliği belirsiz bir kaynak tarafından sızdırılmıştı.

Bu gece ise yayınlanan belgelerin ikinci kısmı açıklandı. 200 binden fazla hesabın ayrıntılarının açıklanan ikinci bölümde aktarıldığı belirtilirken, açıklanan hesaplar arasında Türkiye’den de şirketler yer alıyor.

Türkiye’den 101 şirketin yer aldığı hesaplar da ilk kez dünya kamuoyuna açıklanıyor. Panama belgelerinde vergi ödememek adına off shore hesabı açan şirketleri ve o hesapların sahiplerinin isimleri yer alıyor. Belgelere, offshoreleaks.icij.org adresinden ulaşılabiliyor ve isimlerle arama yapılabiliyor.

İngiltere Başbakanı Cameron’dan Panama itirafı

Geçen ay açıklanan belgelerde belgelerde, İngiltere Başbakanı David Cameron, Rusya Cumhurbaşkanı Vladimir Putkin, Ukrayna Cumhurbaşkanı Petro Poroşenko, Arjantin lideri Mauricio Macri, Arjantinli futbol yıldızı Lionel Messi, ünlü aktör Jackie Chan ve İspanyol yönetmen Pedro Almodovar’ın isimleri geçmişti.(Kaynak: Odatv)

Offshore şirketleri

Offshore şirketleri yasadışı değil ancak paranın geldiği yer ve sahiplerini saklamak, ayrıcı vergi ödememek için kullanılıyorlar.

11,5 milyon belgeden oluşan 2,6 terabaytlık veri tabanı ilk olarak geçen yıl Alman gazetesi Sueddeutsche Zeitung’a verilmişti.

Gazete belgeleri ICIJ’la paylaşmış, aralarında BBC muhabirlerinin de bulunduğu yüzlerce gazeteci üzerinde çalışmış ve bilgiler geçen ay kamuoyuyla paylaşılmıştı.

Dünyayı sarsan belgeler… 7 soruda Panama Papers İzlanda’da halk sokaklara döküldü, Başbakan istifa etti Panama Belgeleri’nde adı geçen Arjantin Başbakanı hakkında soruşturma

Posted in KAPİTALİZM - LİBERALİZM, YABANCI BASIN, YOLSUZLUKLAR | Leave a comment

DURUM VAZİYETİ 09.05.2016 Cumhuriyet * Erdoğan’ın arkasındaki şebeke * Ahmet Sever: Trol’lerin talimatları Saray’dan geliyor

cumhuriyet.com.tr

Ahmet Sever: Trol’lerin talimatları Saray’dan geliyor

Cumhuriyet / 09.05.2016
Selin Ongun

[Haber görseli]

Brüksel Üniversitesi’inde uluslararası ilişkiler okuyan Ahmet Sever, gazeteciliğe 23 yaşında Milliyet’te başladı. Uzun yıllar Brüksel temsilciliği yapan Sever, imzası AB ile özdeşleşen bir gazeteci. 12 yıl başdanışmanlığını yaptığı 11. Cumhurbaşkanı Abdullah Gül ile tanışması da habercilik mesaisinden kaynaklı. Refah Partisi milletvekili iken, Avrupa Konseyi Parlamenterler Meclisi’ndeki Türk parlamento heyetinde yer alan Gül ile Sever’in tanıştığı tarih 1991. Sever’in gazeteci şapkasını çıkarıp, Gül’ün daveti ile “Başbakan Basın ve İletişim Başdanışmanlığı”nı kabul ettiği tarih ise 2002.

Abdullah Gül ile çalıştığı yılları “yaşadım, gördüm, yazdım” şiarıyla kaleme alan Sever’in geçen yıl haziran ayında yayımlanan kitabı sadece tartışma öznesi olmadı, rekor oranda korsan baskı da yaptı. İki yıl önce Gül’ün danışmanlığını noktalayan Sever, söyleşi boyunca not düştü: “Sözlerimin ardında

Sayın Gül’ün olduğuna dair spekülasyon yapılıyor. Artık Sayın Gül ile çalışmadığım için ne söylüyorsam kendi adıma söylüyorum.” Sever ile yaptığımız söyleşinin AK Parti’yi olağanüstü kurultay sürecine götüren gelişmelere dair bölümü için buyrun. Söyleşimiz yarın da devam edecek.

 -Davutoğlu bırakırken, kongreye gidilirken o Pelikan bildirisi ne anlama geldi şimdi?

Davutoğlu’nun çevresi ile Cumhurbaşkanı Erdoğan’ın çevresi arasında perde arkasında yaşanan bir çekişme vardı zaten. O çekişmenin bir kısmı kamuoyuna yansıyordu, bir kısmı ise hiç yansımıyordu. Pelikan hadisesi aradaki çekişmenin geldiği noktayı gösterdi. Fakat bence “o mu yazdı, bu mu yazdı” tartışmasının önemi yok.

Pelikan’a izin en yukarıdan

-Neden önemi yok?

Orada işler talimatla yapıldığı için önemli olan ona yeşil ışık yakılması, yazılanlara izin verilmiş olması, “böyle bir şey yapın” denilmiş olması. Önemli olan kimin yazdırdığı.

-Kim yazdırdı?

 En yukarıdan gelen bir şey, çok bariz.

-Bir yandan da bilmediklerimiz varmış, onları öğrendik Pelikan’dan. Mesela Abdullah Gül’ün temayül yoklamasından birinci çıktığını bilmiyorduk. Acaba Gül kendisi biliyor muydu?

Tabii ki, o dönemde kendisinin yanında çalıştığım için ben de biliyordum. Abdullah Gül’e çıkan destek yüzde 76’ydı. Ahmet Davutoğlu’na çıkan destek de yüzde bir civarındaydı. Arada korkunç bir uçurum var. İşin tuhaf tarafı da orada. Tabanın görüşü bizim için çok önemli, deyip tabanın görüşünü dikkate almadan bildiğini okumak ancak bu kadar olur.

-Pelikan bildirisine Gül nasıl baktı?

Onu kendisi ile konuşmadık. Burada altını çizmek istediğim bir konu var. Evet, 12 yıl Sayın Gül ile çalıştım. Fakat iki yıldır birlikte çalışmıyoruz. Elbette belirli aralıklarla görüşüyoruz. Ancak benim çeşitli vesilelerle sarf ettiğim görüşlerim Sayın Gül ile irtibatlandırılıyor, sözlerimin ardında Sayın Gül’ün olduğuna dair spekülasyon yapılıyor. Ben artık Sayın Gül ile çalışmadığım için ne söylüyorsam bunu kendi adıma söylüyorum. Sözlerime farklı bir anlam yüklememek gerekir.

-12 yıl o harekette yaşananların tanığı olarak soralım size; içinde bulunduğumuz günlerin adı nedir sizce?

Ben AK Parti dönemini ikiye ayırıyorum. Çok başarılı bir ilk dönem var. Peş peşe demokratik reformların yapıldığı, AB’ye üyelik yolunda önemli adımlar atıldığı, Türkiye’nin ilgi ve hayranlıkla izlendiği bir dönem. Nüfusunun çoğunluğu Müslüman bir Türkiye, İslamın demokrasi, laiklik ve çoğulculukla bağdaştığını gösteren bir model sunuyordu dünyaya. Bu yüzden, sadece Batı değil, İslam dünyasında da umut ve heyecan uyandırıyordu. Bu, küresel anlamda bir fırsattı. Maalesef ikinci dönemde bu fırsat ve model çöktü.

-Bunu nasıl somutlarsınız?

Bugünü AK Parti’nin ilk dönemi ile kıyaslarsak şunları rahatlıkla söyleyebiliriz. Bugünkü Türkiye, AB ile müzakerelere dahi başlayamazdı. Müzakerelerin önkoşulu olan Kopenhag siyasi kriterlerinden olağanüstü şekilde geriye dönüldü. Hatırlayın, Avrupa Konseyi Parlamenterler Meclis Başkanı bugünkü Dışişleri Bakanı Mevlüt Çavuşoğlu’ydu. Bugün seçim olsa Çavuşoğlu’nun ya da başka bir Türk’ün oraya seçilmesi söz konusu bile olamaz. Yine hatırlayın, Türkiye, BM Güvenlik Konseyi’ne 153 ülkenin desteğini alarak seçilmişti. Bugün seçilmesi imkânsız. İslam dünyası ile ilişkilerde de bunu görebiliriz.

Ekmeleddin İhsanoğlu İslam Konferansı Örgütü’nde iki kez üst üste genel sekreterlik yaptı. Bugün oraya genel sekreter dahi seçtiremeyecek durumdayız. Türkiye’nin öyle bir gücü ve imajı kalmadı. Bir başka önemli nokta: Türkiye o dönem soft power-yumuşak güç işlevi görüyordu. Dünyada sorunları olanlar “arabuluculuk yapın” diyerek Türkiye’nin kapısını çalıyordu. Afganistan-Pakistan belirli aralıklarla Cumhurbaşkanı düzeyinde Türkiye’nin arabuluculuğunda toplantılar yapıyordu.

Bosna-Hersek, Sırbistan ve Hırvatistan aralarındaki sorunların çözümü için Türkiye’ye geliyordu. Çok anlamlı bir örnek daha var. Türkiye, Netahyahu ile Esad arasında arabuluculuk yaptı. Üstelik başarılı olunuyordu, son anda olmadı. Ayrıca Filistin Devlet Başkanı Abbas’ı ve İsrail Cumhurbaşkanı Şimon Peres’i Türkiye aynı anda davet edip onların ellerinin birbirine kenetleyip, Meclis’te arka arkaya konuşturabilen bir Türkiye vardı. Böyle bir ağırlıktan bütün dünyayla kavgalı bir Türkiye’ye gelindi. Çok yazık oldu.

Yüzde 99 biat yetmez

-Sadece dünyayla kavgalı değil, kendi içinde de kavgalı bir Türkiye…

Kesinlikle öyle. Kendi içinde herkesi kucaklayan, iç barışı sağlayan, içeride güçlü olan Türkiye zaten o gücü dışarıya yansıtıyordu. Bugün maalesef Türkiye’nin yarısı kendisini, kendi ülkesine yabancı hissetmeye başladı. İktidar, özellikle Kürtlerin, liberallerin, laiklerin ülkelerine olan aidiyet duygusunu yok ediyor. Bu, insanları kendi ülkelerine karşı yabancılaştırıyor. Belki de meselenin en vahim ve tehlikeli kısmı bu. Cumhurbaşkanı Erdoğan, Türkiye’nin yarısını depresyona soktu.

-AK Parti’nin içinde de aidiyet duygusunda zayıflama var mı sizce?

Elbette orada da var. İnsanlar çıkıp açıkça konuşamıyorlar. Bir korku ve çekinme hali var. Bu, bence iki nedenden kaynaklanıyor. 1) Bazı insanlar menfaatlarından, elde ettikleri kazanımlardan, imtiyazlardan dolayı olup bitene kuşkulu ve kaygılı baksalar da bunu dillendiremiyorlar. 2) “Davaya ihanet eden adam, arkadan hançerleyen adam” etiketi yememek için susuyorlar.

-AK Parti’nin dava temasına nasıl bir parantez açarsınız

Dava filan kalmadı. Neyin davası? Menfaat, çıkar davası.

-Başkanlık davası?

Şu anda zaten Tayyip Erdoğan fiilen başkan. Recep Tayyip Erdoğan ne istiyor da bu ülkede olmuyor? Hangi dediğine karşı çıkılıyor? Sözünü nereye geçiremiyor? Başkan olduktan sonra daha ne olacak? Bu sorulara da cevap vermek lazım.

-Davutoğlu’nun başına ne geldi sizce?

Davutoğlu ne bekliyordu ki, az önce temayül yoklamasındaki oranlardan bahsettik. Zaten temayülden yüzde bir almış, bir kişinin iradesiyle ve kendisini seçenin bir dediğini iki etmeme şartı ile o makama gelmiş.

Cumhurbaşkanı yüzde yüz biat istiyor. Yüzde 99 biat yetmiyor. Dediklerinin yüzde 99’unu yapıp birini yapmazsanız bitiyorsunuz gözünde. Davutoğlu bu süreçte pek çok sınavdan geçti ve aslında hepsini kabullendi. MKYK ve Bakanlar Kurulu oluşturulurken, neredeyse tamamını Cumhurbaşkanı belirledi. Dolayısıyla bunları içine sindirip bugün olanlara şaşırması tuhaf.

İstişareden istihareye

AK Parti’nin vardığı nokta, diyerek soralım?

Cumhurbaşkanı Erdoğan’ın şöyle bir yöntemi var. Eziyor, korkutuyor, bir anlamda karşısındakinin kişiliğini değersizleştiriyor ve sonra kendisine bağlıyor. Temel unsur sindirme ve korkutma. Bu yöntem sadece kendisine oy vermeyen çevrelere yönelik olarak işlemiyor. Sindirme ve korkutma kendi örgütüne, çevresine dönük olarak da çalışıyor. Söyleşinin başında sözünü ettiğim o ilk dönemde herkesin görüşünü anlattığı istişare toplantıları yapılırdı.

Artık iş öyle bir noktaya gelmiş ki, MKYK toplantısına katılan bir kişiden dinledim. Recep Tayyip Erdoğan’ın başbakan olduğu dönemde bir MKYK toplantısında üyelerden biri şunu söylemiş: “Efendim bizim istişareye ihtiyacımız yok bizim istihareye ihtiyacımız var. Siz istihareye yatacaksınız, gelip bize söyleyeceksiniz. Biz de onu harfiyen yerine getireceğiz.” Bu örnek bugün AK Parti’nin geldiği noktayı anlamamız bakımından çok şey ifade ediyor.

-Davutoğlu’nun yetkilerini elinden alan MKYK’deki 47 imzalı önergeden hareketle kitabınızdan alıntılayarak soralım: “Gül’ü ikna etmek için partiden ziyarete gelen bakan ve milletvekilleri çok fazlaydı, ama o ikili oynayanları biliyordu.” Gül’ün kararında ikili oynayanlar nerede durur acaba?

Çekilme kararı almasındaki faktörlerden biri de o zaten. O ikili oynayanları gördükçe güvensizlik oluştu. Haklı olarak “İkili oynayanlarla mı yola çıkacağım” duygusuna kapıldı. Haksız değildi.

-Şimdi o ikili oynayanlar siyasetin sahasında mı?

Öyle.

-Davutoğlu veda ederken “Son MKYK’deki yöntemi yol arkadaşlığıyla bağdaştıramadım” dedi. Doğrudan Erdoğan’ı hedef almadı ama Erdoğan’ın MKYK’sinin yol arkadaşlığına uygun davranmadığını söylemiş oldu. Tarih tekerrürden mi ibaret oldu?

Kendisi zamanında Abdullah Gül’e karşı öyle mi davranmış?

-Burada o soru var: Partinin abileri son Davutoğlu resmine nereden bakarlar?

Partide abi mi kaldı? Kimi tasfiye edildi, kimi de kendi isteğiyle çekildi. O kurmay kadro partide değil neredeyse. Dolayısıyla abiler dışarıdan nasıl bakıyorlar sorusu daha uygun. Orada da “davaya ihanet eden kişi” durumuna düşmemek için çoğu suskun kalmayı tercih ediyor.

Troller ve kurucu abiler

-“İhanet eden” yakıştırmaları abilerin psikolojisinde de etkili oluyor mu?

Tabii ki etkili. Recep Tayyip Erdoğan’ın o sindirme, korkutma yöntemini desteklemek, etkinleştirmek için bir troll sistemi kuruldu. Bülent Arınç’ın, Abdullah Gül’ün, Hüseyin Çelik’in, Sadullah Ergin’in başına gelenlere bakmak gerek. En küçük eleştirinin ardından hemen harekete geçiliyor, bir mitralyöz gibi kurşun yağmuruna tutuluyor. Öyle bir yapı kurulmuş ki, pek çok insan konuşmayı göze alamıyor. Çünkü ağzını açıp tek kelime ettiğinde müthiş bir saldırıya hedef oluyorsun.

-2014 yazında “Abdullah Gül AK trollerin peşinde” haberleri çıkmıştı. Haberler özetle şöyleydi: “Gül hakkında karalama kampanyası yürüten ve AKP içinden yönetildiği iddia edilen Twitter hesaplarını Köşk deşifre etti.” Doğru muydu bu haberler?

Doğru, evet. Şu kadarını söyleyebilirim. Kim oldukları, kimler tarafından yönlendirildikleri belli. Öğrenildi. Bugün de baktığınız zaman AK trollerin İstanbul’da değişik yerlerde büroları var. Merkez olarak oralar kullanılıyor. Ve Saray’dan yönlendiriliyor bu AK troller. Talimatlar oradan geliyor. Edindiğim bilgiye göre de bütün bu operasyonu yürüten Cumhurbaşkanı Başdanışmanı Mustafa Varank.

-Bu konu Erdoğan ile Gül arasında masaya getirildi mi?

O dönem bunu Sayın Gül’ün dillendirdiğini söyleyebilirim. Bunu bir şikâyet olarak kendisine ilettiğini biliyorum.

-2014 yazından bahsediyorsunuz.

Daha sonra da iletti.

‘Saray’dan işaret verildiği an troller işbaşında’

-Sadece Gül değil, Bülent Arınç’tan Hüseyin Çelik’e ve son olarak Ahmet Davutoğlu da trollerden nasibini aldı.

Saray’dan işaret verildiği, hedef gösterildiği anda troller gereğini yapıyor. Trollerin başvurdukları yöntem ortada. Yalan, iftira, linç, şantaj, tehdit, hakaret… Dinin yasakladığı her yola dindar adı altında başvuran bir troll şebekesi ile karşı karşıyayız. Ve bundan rahatsız olmayan bir parti yönetimi var.

-Davutoğlu genel başkanlık koltuğuna oturduğu andan itibaren kendi tutarlılık çizgisini koruyan ve çıtayı yükselten bir profil izleseydi akıbeti ne olurdu?

Belki bir süre daha kalırdı. Ama finaldeki resim değişmezdi. Bence Tayyip Erdoğan, Davutoğlu dönemini bir geçiş süreci gibi kurdu. Şimdi yerine kimi getirecek ise onu o zaman getirmenin partide çok kabul görmeyeceğini düşündü.

-27 Ağustos’taki vefa kongresinde Davutoğlu konuşurken neredeyse tüm teşkilatı selamlamıştı…

Bir kişi hariç; Abdullah Gül.

-O kongreden 22 Mayıs kongresine nasıl tecelli etti siyaset oyunu?

Yerine gelen de herkesi selamlayacak ama onu selamlamayacak. Ya da adını laf olsun diye anacak.

-Yerine kim geçecek, kısmında 3B toto oynanıyor Ankara kulislerinde. 1) Bekir Bozdağ 2) Berat Albayrak 3) Binali Yıldırım? Bir de hangisinin olacağı önemli değil, diyenler var?

Ben de ne önemi var, diyenlerdenim. Çünkü gelecek olan yüzde yüz biat ile gelecek.

-Plan ne?

Tek adamlığı sonuna kadar götürmek. Yetkiye ve güce doymayan bir Recep Tayyip Erdoğan var. Tek adamlığını her alanda tamamen ete kemiğe büründürmek

-Erdoğan oyunu MHP’deki gelişmelere göre de kuracak, yorumlarına katılır mısınız?

MHP’deki gelişmeler AK Parti açısından da hayati önemde. O yüzden bu kadar yakından takip ediyorlar. Erdoğan büyük ölçüde Bahçeli çizgisine geldi bugün. Bahçeli’nin açmazı biraz oradan kaynaklanıyor. Kendi görüşlerinin uygulanması politik anlamda onu bir tutarlılık sınavına sokuyor.

YARIN: Abdullah Gül ne düşünüyor? AK Parti’lilerin ve ulusalcıların ortak nefret objesi nedir? Reisçiler ve hocacılar ayrımı ne kadar sahici?

Posted in DURUM VAZİYETİ, FAŞİZM, Gundem, Haber, SİYASİ PARTİLER | Leave a comment

AKP ekonomik adaletsizliğin de dibine vurdu: Çok çarpıcı rakamlar * Türkiye 2014 yılı itibariyle Ekonomik adaletsizliğin ve gelir eşitsizliğinin tavana vurduğu tabloda Türkiye, Rusya’nın ardından ikinci sıraya yerleşti.

Cumhuriyet
09.05.2016

AKP ekonomik adaletsizliğin de dibine vurdu: Çok çarpıcı rakamlar

1
CHP Tekirdağ Milletvekili Faik Öztrak, Twitter hesabından ekonomiye ilişkin çarpıcı veriler paylaştı. AKP döneminde ekonomik adaletsizliğin tavan yaptığını gösteren veriler, Türkiye’deki servet dağılımındaki bozukluğu gözler önüne seriyor.
Haber görseli
2
Öztrak’ın ilk paylaştığı tabloda “Türkiye’de en zengin %1’in toplam servetten aldığı pay” ile ilgili veriler yer alıyor. Tablo AKP’nin iktidara gelmesinden hemen önce başlıyor. 2000 yılında yüzde 38,1 olan bu oran, 2014 yılı sonu itibariyle yüzde 54,3 olarak hesaplanmış.
Haber görseli
3
Türkiye bu sıralamada 2000 yılında, Endonezya’nın ardından 15’inci sırada bulunuyordu. AKP’nin iktidara gelmesinden hemen önceki bu rakamlar, AKP iktidarıyla birlikte çarpıcı bir değişiklik yaşıyor.
Haber görseli
4
Aynı tabloda Türkiye 2014 yılı itibariyle ikinci sıraya yükseldi. Ekonomik adaletsizliğin ve gelir eşitsizliğinin tavana vurduğu tabloda Türkiye, Rusya’nın ardından ikinci sıraya yerleşti.Oran ise yüzde 54,3 olarak hesaplandı.
Posted in Ekonomi, YOLSUZLUKLAR | Leave a comment