TÜRKİYE CUMHURİYETİNİN ONUR TAPUSU LOZAN * ALİ NACİ KARACAN’IN GÖZÜYLE LOZAN KONFERANSI ve İSMET PAŞA * Bölüm II

1923’te ülkenin dışişleri bakanı olan İsmet Inonu’nun yönettiği Türk heyeti 24 Temmuz 1923’te İsviçre’deki Lozan’daki meslektaşlarının yanı sıra Lozan Antlaşması’nı imzaladı. (Wikimedia Commons)

Değerli okur,

24 Temmuz 2022 tarihi LOZAN KONFERANSINDA Türkiye’nin rüştünü ispat ederek, cephelerde kazanmış olduğu şanlı zaferleri, masada işgalci İngiltere, Fransa, İtalya ve Yunanistan’a karşı diplomasi ile ONAYLATARAK kurulan yeni Türkiye Cumhuriyetini tescil ettirdiği büyük kazanımın  99. yıl dönümüdür. KUTLU OLSUN…

Devlet adamı İsmet İnönü cephelerde savaşmış ve üniformasını çıkartarak bu önemli diplomasi masasına zamanın en büyük ve güçlü devletlerinin en yetkin, deneyimli diplomatlarına  karşı Türkiye’yi temsilen gelmişti. Bunu benzetmek gerekirse zamanın en güçlü 4 satranç oyuncusuna karşı İnönü tek başına satranç oyununa oturmuştu. Çok dikkatli oynamalı ve rakiplerinden daha fazla öngörülü olmalı ve rakiplerinden daha çok  hamleleri hesaplamalı idi. Ve İsmet İnönü bu büyük satranç oyununu  kazanarak İngiltere’yi, Fransa’yı, İtalya’yı, Yunanistan’ı ve perde arkasında olan ABD’yi MAT ETTİ…

Zaman geçti, devran döndü ve AKP isimli AB/ABD/İSRAİL destekli bir siyasi parti İslam dinini kullanarak mütedeyyin seçmeni kandırarak iktidara geldi.

Günümüz Türkiye’si yine içten ve dıştan saldırı ve işgal altındadır. Bu kez düşman/lar, önce işbirlikçiler yaratmış ve onların sağladığı kolaylıklar ile ülkemiz kapalı ve gizli bir işgale açılmıştır. Bir ülkeyi çökertmek için önce yoksullaştırarak borçlandırmak,  ekonomik varlıklarını ele geçirmek, Anayasasını değiştirerek ülkeye koruma sağlayan temel yapısını değiştirerek zayıflatmak, Güçler ayrılığını yok etmek, Parlamentoyu işlevsiz kılmak,  işbirlikçiliği kolaylaştıracak  tek bir adamın otokratik yönetimini ele geçirmek, Adaleti ve Yargıyı yok etmek, Ulus Devleti parçalamak , Ulusal Orduyu yok etmek gerektir. Ne yazık ki ülkemiz bu evreleri yaşamaktadır.

Bir ülkenin, halkının tarih ve kültür kök bağlarını zayıflatarak  yok etmek için geçmişinden kopartmak gerektir. Bu da öncelikle eğitimin çağdaşlıktan, bilimden, kopartılması ile gerçekleşiyor. Toplumu kökünden kopartmak için tarihinin de çarpıtılması gerektir. Günümüz iktidarı bu nedenle tarih kitaplarından Atatürk’ü, aydınlanma devrimlerini, inkilâp tarihini kaldırıyor, siliyor. Gerici kalkışmaları ve bunları yapan yobazları da gözden kaçırıyor ve bu yobazları yüceltecek yalanları tarih kitaplarına ekliyor. CUMHURİYET Tarihimizi de çarpıtıyor, karalıyor. Bu çarpıtmadan LOZAN ZAFERİMİZ DE payını alıyor. Bu nedenlerle TARİHİN GERÇEKLERİNE not düşmek ve yeni kuşaklara TARİHİMİZİN GERÇEKLERİNİ aktarmak bir görev oluyor.

LOZAN KONFERANSINI gözlemleyen ve bu konuda “LOZAN”  Kitabını yazan Gazeteci Ali Naci Karacan’ın bu kitabının makalesini yazan  Yrd. Doç. Dr. Fatih TUĞLUOĞLU’nun çalışmasını, konunun akışını bozmadan özetleyerek okumanıza ve arşivinize sunuyorum.

Naci Kaptan / 25 Temmuz 2022


Lozan konferansının Türkiye’ye sağlamış olduğu büyük kazanımları anlayabilmek için yukarıda, Osmanlı’nın son döneminde imzalanmış olan teslimiyet antlaşmasına, BÖLÜNEN TÜRKİYE- SEVR HARİTASINA BAKMAK YETERLİDİR.

TÜRKİYE CUMHURİYETİNİN ONUR TAPUSU LOZAN * ALİ NACİ KARACAN’IN GÖZÜYLE LOZAN KONFERANSI ve İSMET PAŞA * Bölüm I – https://nacikaptan.com/?p=91698
TÜRKİYE CUMHURİYETİNİN ONUR TAPUSU LOZAN * ALİ NACİ KARACAN’IN GÖZÜYLE LOZAN KONFERANSI ve İSMET PAŞA * Bölüm II – https://nacikaptan.com/?p=91737
TÜRKİYE CUMHURİYETİNİN ONUR TAPUSU LOZAN * ALİ NACİ KARACAN’IN GÖZÜYLE LOZAN KONFERANSI ve İSMET PAŞA * Bölüm IIIhttps://nacikaptan.com/?p=91804

ALİ NACİ KARACAN’IN GÖZÜYLE LOZAN KONFERANSI ve İSMET PAŞA * Bölüm II

Yrd. Doç. Dr. Fatih TUĞLUOĞLU∗

MUSUL MESELESİ
Türkiye’nin Irak sınırının nasıl çizileceğine dair görüşmeler Lozan’da tarafların en iyi hazırlandıkları ve karşı tarafı ikna etmek için en etkin argümanları kullandıkları tartışmalardır. Musul meselesi açık olarak Lozan Konferansının 23 Ocak 1923 tarihli toplantısında görüşülmeye başlanmıştı
İlk olarak İsmet Paşa, Musul Vilayeti’nin Türkiye’ye bağlı olmasının ırki, siyasi, tarihi, coğrafi, ekonomik ve askeri nedenlerini anlatmış ve bölgeye ait nüfus rakamlarını vermiştir. Tarafların orta noktada buluşmaması üzerine Lord Curzon Musul Meselesinin Konferansın sonuna ertelendiğini fakat 12 ay içinde çözülmez ise meselenin bir hakeme havale edilmesini teklif etmiş ve bu hakeminde de Milletler Cemiyeti olacağını, İngiliz Hükümetinin Milletler Cemiyetinin vereceği kararı kabul edeceğini açıklamıştı.
Türk heyetinin Musul’un geleceği konusunda olduğu gibi Müttefikler tarafından önerilen tekliflerin kabul etmemesi üzerine Konferansın daha fazla devam edemeyeceğini şeklinde yorumlar yapılmaktaydı. Lord Curzon, Bombard ve Marki Garroni ile görüşerek şimdiye kadar yapılan görüşmelerden elde edilen kazanımların tespit edilerek kayıt altına alınmasını ve ortaya çıkan hükümlerin bir antlaşma projesi halinde Türk heyetine verilerek kabul edilmesi hususunda ortak bir karara varmışlardı. Konferansta, yapılan görüşmelere karşın çözülmesi imkânsız gibi görünen üç konu bulunmaktaydı.
– Musul Meselesi;
– Kapitülasyonların geleceği
– Türkiye’de yaşayan Müttefik tebaasının uğradığı zararının tazminatı

Burada bir parantez açarak Musul Konusunu bir başka sayfadan okuyalım;
Konu 2. Abdülhamid’in 1888 ve 1898’de Bağdat ve Musul’daki
petrol sahasını Hazine-i Hassa mülkü yapmasıyla başlatılabilir.
Bu tarihten sonra İngiliz ve Alman şirketleri arasında petrol arama imtiyazı alabilmek için büyük bir yarış başlamıştı. İlk imtiyazı, 1904’te Deutche Bank’ın finanse ettiği bir Alman şirketi aldı. İki yıl sonra şirket battı. Bu kez İran petrolünün imtiyaz haklarını Şah’ı ikna ederek eline geçirmiş İngiliz D’Arcy’nin girişimleri başarısız oldu.
1913 yılında İngiliz Savaş Bakanı Winston Churchill, İngiliz donanma gemilerinin yakıtının kömürden petrole dönüştürülmesi kararını çıkardıktan sonra İngiliz siyaseti İran’dan sonra Osmanlı’daki petrol yataklarının imtiyazını almak için seferber oldu. 1914’de Alman ve İngiliz şirketler rekabeti bırakıp anlaştılar ve çoğunluk hisseleri D’Arcy grubuna ait olmak üzere Turkish Petroleum Company (TPC) yani Türk Petrollerini kurdular. (D’Arcy’nin İran’daki şirketinin adı da Anglo-Persian’dı, daha sonra BP adını aldı)
Osmanlı’nın zor yıllarıydı. Baskılar sonucunda 1914’te TPC’ye Maliye Nezareti’nden “imtiyaz belgesi verilmesi uygundur” belgesi verildi. Bu bir imtiyaz değildi ama İngilizler savaştan sonra bu imtiyazmış gibi davrandılar.
1916’da Britanya ve Fransa arasında gizlice imzalanan Sykes-Picot anlaşmasında Bağdat’ı alan İngilizler, petrol imtiyazını alarak Musul’u Fransızlara bırakmıştı. Sykes-Picot, 1917 Ekim Devrim’inden sonra anlaşmanın ortaklarından Moskova’da iktidarı ele geçiren Bolşevikler tarafından yayınlanıp, deşifre edildi.
Bu hazırlıklar savaş sonrası Orta Doğu’daki paylaşım savaşında geri kaldığını düşünen bir ülkeyi harekete geçirdi. ABD, önce 1918’de Orta Doğu’da koloniler kurmaya hazırlanan müttefiki İngilizlerin ve Fransızların hiç hoşuna gitmeyen, her millete çoğunlukta olduğu bölgelerde egemenlik hakkı verilmesini isteyen “Wilson Prensipleri”ni açıkladı.
27 Eylül 1919’da ise ABD’nin büyük şirketleri öncülüğünde düzenlenen bir toplantıyla savaşın galibi İngilizlerin Orta Doğu’daki bütün petrol kaynaklarını ele geçirip tekelleşmesini engellemek için Standart Oil liderliğinde harekete geçmeye karar verdi.
Nisan 1920’de Britanya ve Fransa arasında imzalanan ve Musul’u İngilizlere bırakan San Remo ve Ağustos 1920’de Osmanlı topraklarının bölüşümü için imzalanan Sevr Anlaşmaları, ABD yönetiminin savaş sonrası kurulan yeni dünyada geri kalma telaşını artırdı.
İstanbul’a ABD heyetleri gelip gitmeye başlamıştı. King-Crane Komisyonu, Amiral Bristol heyeti, Harbord heyeti… Bu heyetler, Ankara’ya da geçiyor, Ankara hükümetiyle de görüşmeler yürütüyordu. Amerikalılar, muhataplarına İngilizler gibi emperyal hevesleri olmadan, Türkiye ile ekonomik iş birliklerine hazır olduğu mesajını veriyor, imtiyaz anlaşmaları imzalanıyordu.
Ankara hükümeti de İngilizlere karşı Amerikan hükümetinin desteğini arkasında hissetmekten memnundu. Erzurum Kongresi’nden ad vermeden Amerikan desteğine selam gönderilmiş, Sivas Kongresi’ne gelen General Harbord başkanlığındaki 40 kişilik ABD heyeti Mustafa Kemal ile uzun görüşmeler yapmıştı. Sivas Kongresi’nden, ABD Kongresi’ne bir teşekkür mektubu gönderildi.
Lozan’a doğru giderken ABD ile Britanya arasında Musul petrollerinin imtiyaz hakları için soğuk bir savaş ve pazarlıklar yaşanıyordu. Britanya 1914 belgesine dayanarak imtiyaz hakkına sahip olduğunu söylüyor, ABD ise açık kapı adlı siyasetle, bu imtiyazı reddediyor ve ortaklık teklif ediyordu.
Lozan’da ABD heyetinin korkusu Britanya ve Türkiye’nin Musul konusunda bir anlaşmaya varmasıydı. Lord Curzon’un öyle olmadığını iddia etse de Lozan’da aklındaki en öncelikli konu Musul’du.
Lozan’a İngiliz petrol şirketi TPC’nin tuttuğu adamlar gelip gidiyor, Türk heyetiyle görüşmeler yaparak anlaşmanın yollarını arıyordu. Türk heyetindeki doktor Nihad Reşet’in aracılık ettiği heyetler içinde ‘Kut Zaferi’nde Halil Paşa’nın esir aldığı ve uzun yıllar İstanbul’da yaşamış İngiliz General Townshend ve 1919’da Mustafa Kemal’e Samsun vizesi veren İngiliz istihbaratçı Bennett gibi isimler vardı.
Ankara da boş durmadı. Konferans sırasında Polonya asıllı olan Osmanlı’nın ilk Washington Büyükelçisi ve Ankara’daki Meclis’in üyesi Ahmet Rüstem Belinski, TPC yetkileriyle gizlice anlaşmak için Londra’ya gönderildi. Bunu duyan Lord Curzon, İsmet Paşa’ya bir nota verdi. İsmet Paşa “Müzeleri gezmeye gittiler” diye cevap verince Lord Curzon, Paşa’yı “Bir dahaki sefere haber verirseniz British Museum’u bizzat gezdirmekten memnuniyet duyarım” diye cevapladı. [*]

Diğer meselelerde bir orta yol bulunmuş veya taraflar birbirlerine karşı uzlaşmacı bir tavır takınmışlardı. Müttefikler, Konferansın sonuçsuz bir şekilde dağılmasından endişe ettikleri için daha önce Paris’te hazırladıkları projeyi Türk Heyetine vermişlerdi. Ali Naci Karacan’a göre Lord Curzon, konferansın kesilmesinin sorumluluğunu üzerine almadan son bulduğunu açıklamakta ve Türk heyetine projeyi incelemeleri için bir süre vererek bir savaş tehlikesini önlemeye çalışmaktaydı.
30 Ocak 1923’de Türk heyetine teslim edilen antlaşma projesi 150 sayfa, 160 madde ve 9 bağlı projeden oluşmaktaydı. Karacan, bu projenin Türkiye’nin her çeşit egemenliğini elinden alan bir belge özelliği taşıdığını söylemekteydi. Ayrıca belge incelendiğinde fark edilmekteydi ki o zamana kadar hiç görüşülmemiş meseleler de antlaşma metnine yerleştirilmişti. Durum değerlendirmesi yapan İsmet Paşa’ya göre
…burada geçirdiğimiz iki buçuk ay, bütün o münakaşa ve müzakereler bir komedyadan ibaretmiş. Nihayet bize Konferanstan daha evvel hazırlamış oldukları teklifleri dermeyan ediyorlar. Lozan Konferansı 13 İkinciteşrinde toplanacaktı. Müttefikler, Lozan Konferansından evvel Paris’te bir içtima aktettiler… Burada uzun uzadıya teklifler, mukabil teklifler münakaşalar cereyan etti. Bütün bunların bir sahne oyunundan başka bir şey olmadığını şimdi anladım. Çünkü verdikleri bu muahede ile Lozan Konferansının müzakereleri arasında büyük bir münasebet yoktur…”
Konferansın dağılmak üzere olduğuna herkes inanmış ve son oturumun 31 Ocak Çarşamba günü yapılmasına karar verilmişti. Son toplantıda Müttefik ülkelerin Baş delegeleri barışı ne kadar arzu ettiklerini ve bu amaçla yapılan fedakârlıkları anlatmışlardı. Türk heyetine sekiz gün süre vererek barışın olup olmayacağı bu sürenin sonunda belli olacağını açıklamışlardı.
Müttefiklerin Projesi ve Konferansın Kesilmesi
Kasım ayından itibaren devam eden müzakerelerde zaman zaman kritikleşmiş ve iplerin kopma noktasına geldiği anlar olmuştu. Türk heyetinin Misak-ı Milli konusundaki hassasiyeti ve bu konuda geri adım atmak istememesi nedeniyle Müttefik delegeleri konferansın uzamasından şikâyet etmeye başlamışlardı. Ocak ayının son günlerine doğru Müttefikler daha önceden hazırlayıp Türk tarafına barış projesi olarak sunmak için tüm heyetleri 31 Ocak günü Chateau d’Ouchy Oteline davet etmişlerdi. Lord Curzon’un bir oldu bitti yaratarak “vaktimiz yok, antlaşmayı imza ediniz !” sözüne karşı Türk heyeti teklif edilen projenin tam 26 noktasına itiraz edecekti.
Kabul edilmeyen en önemli husus Musul’un geleceği konusuydu. Yunanistan’dan tazminat talebi, Düyun-ı Umumiye, imtiyazlar, Trakya ve Gelibolu’da bulundurulacak asker sayısı ve Türkiye’de yaşayan yabancıların tabi olacakları adli usul de diğer anlaşmazlık konularını oluşturmaktaydı
Müttefiklerin Projesi ve Konferansın Kesilmesi
Türk heyeti, Müttefiklerin projesine karşın kendi projesini hazırlamış ve 4 Şubat Pazar günü Müttefiklere ulaştırmıştı. Müttefikler, Türk projesini incelemiş ve bazı konularda değişiklik talep etmişlerdi. İsmet Paşa tarafından kabul edilmeyen değişiklik taleplerinin ardından Lord Curzon, daha fazla görüşmeye vakit olmadığını söyleyerek İsmet Paşa’nın kesin cevap vermesini istemişti. Fakat İsmet Paşa, Türk hâkimiyetine aykırı hiçbir kaydı kabul etmeyeceği söyleyerek Müttefik önerisini reddetmişti.
Konferans 4 Şubat Pazar günü Lord Curzon’un Lozan’dan ayrılması ile fiilen kesilmişti. Fakat bu gerçeğe karşı kimse Konferansın kesintiye uğradığını kabul etmek istememekteydi. Karacan’a göre Konferansın kesilmesinin en önemli nedeni Fransızlar’ın imtiyaz meselesinde ısrar etmesiydi.
Lord Curzon’un ardından Fransız delegeler de Lozan’ı terk etmişlerdi. 5-6 Şubat gecesi Konferansın Genel Sekreteri Massigli, İsmet Paşa’dan dönüşünü ertelemesini istemiş fakat Paşa, teklifi kabul etmeyerek Lozan’da beklemenin mümkün olmadığını söylemişti. Türk heyetinin Ankara’ya dönme kararı almasını bir siyasi manevra ve blöf olarak yorumlayanlar bulunmaktaydı.
Müttefiklerin düşüncesini Karacan şu şekilde yorumlamaktaydı; Curzon, Bombard ve Garroni’nin Lozan’dan ayrılmasına karşı İsmet Paşa’nın Lozan’da kalmaya devam etmesini ve önerdikleri barış teklifini kabul etmesini beklemekteydiler. Paşa’nın, Lozan’dan ayrılmasına ihtimal verilmemekteydi. Böylece Türk heyeti, Konferansın tekrar başlaması için bir fedakârlık yapmaya zorlanacaktı. Fakat İsmet Paşa, Müttefiklerin bu oyununu fark ederek barış “…istiyorsan bizi tekrar oraya çağır !” şeklindeki çağrıları geri çevirerek 7 Şubat sabahı Lozan’dan ayrılmış, zorlu kış şartları nedeniyle 16 Şubat 1923 günü İstanbul’a ulaşmıştı.
İsmet Paşa İstanbul’da yaptığı ilk açıklamada Konferansın tatile girdiğini, savaş tehlikesinin belirme ihtimali nedeniyle hiç kimsenin kapanma sözünü etmediğini söyleyerek heyetten bir kişinin Lozan’da bırakıldığını ifade etmiştir. Barış için her türlü fedakârlığın yapıldığını fakat herkesin kendi isteğine göre bir antlaşma istediği için anlaşılamadığını söylemişti.
[Konferansın herhangi bir sonuç almadan dağılmasını Cemil Bilsel, Lord Curzon gibi diplomat ve devlet adamı için başarısızlık olduğunu, tüm sorumluluğun Türk tezini anlayamayan devletlere ait olduğunu ifade  etmektedir. Konferansın kesintiye uğraması Türkiye’de gazetelerde şu şekilde yorumlanmıştı: 6 Şubat 1923 tarihli Hakimiyet-i Milliye Gazetesi “cihan sulhunu temin için fevkalade mühim mesaidatta bulunduk, fakat sulh istemediler” 7 Şubat 1923 tarihli Vakit Gazetesinde ise “Lozan Konferansında sulhe vasıl olmak için sarfettiğimiz fevkalade mesaiye rağmen hiçbir netice hasıl olmamıştır”  Şevket Süreyya Aydemir’e göre İsmet Paşa Müttefiklerin barış projesini kabul etseydi Türk İstiklali Harbinin sonuçlarını memleket aleyhine kullanmış olacak, kabul etmese aylardan beri sürüp giden barış konferansı sona erecek ve belki arkasından savaş bile başlayacaktı.]

Ali Naci Karacan’a göre Türk Heyetinin karşı teklifi olarak Müttefiklere verilen proje, Türklerin iki projeyi birbirine yaklaştırma çabasının ürünüydü. Müttefikler, Türk projesini notasını aldıktan sonra Londra’da görüşme yapmaya ve Türkiye’ye karşı cephe birliği sağlamlaştırmaya çalışmışlardı.
28 Mart’ta cevap vererek 23 Nisan 1923’de Lozan’da toplanmayı önermişlerdi. Konferansın zamanı ve mekânı konusunda anlaşılınca İsmet Paşa, önceden beraberinde Lozan’a giden heyetten bir kısmını bırakıp yeni isimlerle 18 Nisan 1923 Çarşamba günü İstanbul’dan Şark Ekspresiyle Lozan’a hareket etmişti. Türk heyeti üç gün süren yolculuğun ardından Lozan’a ulaşmıştı.
Lozan Palas Otelinde Konferans Sekreteri Massigli ile yapılan ilk görüşmede Pazartesi günü Konferansın başlama ihtimali olduğu anlaşılmış ayrıca İngiltere’nin Lord Curzon’un yerine İstanbul Büyükelçisi Horace Rumbold’u, Fransa’nın ise İstanbul’da bulunan Fevkalade Komiser General Pelle’yi görevlendirdiği öğrenilmişti. İtalya ise Marki Garroni’nin vazifesini Montagna’ya vermişti.
Bu değişiklikler Karacan’a göre Türkiye’nin karşısına Türkiye’nin şartlarını daha iyi bilen daha uysal insanları göndermekle Müttefiklerin bir antlaşma istediklerinin bir delili olabilirdi.72 Fakat Roma Büyükelçisi Celalettin Arif Bey, Milano’dan Lozan’a gelirken Paris Gazetelerinde Konferans ile ilgili çıkan haberleri değerlendirmiş ve Fransızların her konferans öncesinde yaptıkları gibi kötümserlik propagandası yapacaklarını böylece bezginlik yaratmaya amaçladıkları şeklinde yorumlamıştı.
Fransız Dış İşleri Bakanlığının fikirlerine tercüman oldukları iddiasıyla yayınlanan haberlerde Türkiye aleyhinde şu haberlere rastlanmaktaydı;
“…Türkiye hükümeti birkaç ay evvelinden şüphesiz daha zayıftır. Bugünkü meclisin vaziyeti muvakkattir. Yeni meclis ise şimdikinden daha iyi olmayacaktır. İsmet Paşa yeni meclisin tesiri altında müzakereleri idare edecektir. Türkler, Yunan ordusuna karşı taarruza geçecek kudrette değildirler. Bu hal Türk murahhaslarını Lozan’da bir hal çaresi aramaya mecbur edebilir…”

Ali Naci Karacan’a göre; bu görüşler Fransızların resmi görüşlerini oluşturmaktaysa konferansın toplanmasına ve Türkiye’nin katılması gereksizdi. Fransızların görüşmeler öncesinde gündemi değiştirmek için dedikodu yaptıklarına inanmaktaydı. Ona göre İsmet Paşa asgari şartlarından fedakârlık yapmayacaktı. Bu düşünceyi güçlendiren en sağlam dayanak ise Türk ordusunun memleketin bağımsızlığı konusunda giderek artan gücü idi.
İkinci dönem toplantıları 23 Nisan pazartesi günü saat 17’de Chateau d’Ouchy’ de başlamıştı. İkinci dönem toplantılarında Amerikan heyetinin daha aktif olacağı delege Joseph Grew’in sözlerinden anlaşılmaktaydı. Amerikan delegesi, ABD’nin Türkiye ile savaş halinde olmadığını fakat ABD’yi ilgilendiren birçok meselede yetkili olarak söz söyleyeceklerini beyan etmekteydi. ABD’nin etkinliği artırma çabalarının nedeni olarak Chester Projesi akla gelmekteydi. 1914 yılına ait meselenin Fransızları ve ABD’yi karşı karşıya getireceği hatta bu konuda ısrar edilirse Fransa’ya karşı ABD’nin Türk heyetin yanında hiç de ihmal edilemeyecek bir kuvvet olabileceği düşünülmekteydi.
İngiltere’yi temsil eden Rumbold’un konuşmalarından Curzon’a göre daha mutedil olacağı, ikinci dönemde Fransa’ya ekonomik ve mali meselelerde sınır bir şekilde yardım edeceği ve savaştan kaçınacağı tahmin edilmekteydi. Konferansın ilk döneminde İngiltere’nin etkisiyle en çok sınır ve arazi meseleleri konuşulmuş ilen bu dönemde en esaslı konuyu mali ve ekonomik meseleler oluşturmaktaydı. Karacan’ın bir Fransız gazetesinden aktardığına göre konferans “…beynelmilel bir konferanstan ziyade büyük bir şirketin idare meclisi görüşmelerini…” andırmaktaydı.
Fransızlarla Borçlar Meselesi
İkinci dönemin ilk görüşmeleri, asıl mücadele başlamadan önce iki tarafın birbirini yoklaması gibi devam etmekteydi. Gerçek mücadelenin öncesinde ve taraflar bütün güçleriyle Düyun-ı Umumiye tartışmalarına yüklenmeden adeta hazırlık yapmaktaydı. Zaman ilerledikçe Fransa’nın üzerinde ısrar ettiği meseleler de belirginleşmeye başlamaktaydı. Fransa Heyeti, Türkiye’de faaliyet gösteren ecnebi şirketlerin savaş sırasında görmüş oldukları zararı Türkiye’nin kabul etmesini ve ödemesini, 1914’den önce verilen ancak henüz uygulamaya geçmemiş imtiyazların ve sözleşmelerin yeni mali ve iktisadi şartlara göre tasdik etmesini ayrıca Türkiye içinde bulunan demiryolu hatlarından Müttefik tebaasının ilgilenmediği veya karlı olmayan hatların Türk devleti tarafından istimlâk edilmesini daha sonra bu hatların yabancı şirketlere kiralanmasını istemekteydi.
Ekonomik ve mali meselelerin tartışıldığı oturumlarda söz mutlaka kapitülasyonlara gelmekte ve Türkiye’nin 1914’den itibaren tek taraflı olarak kaldırdığını açıkladığı kapitülasyonların devam etmekte olduğunu Türk heyetine kabul ettirmek için Fransız ve İtalyanların çaba sarf ettiği görülmekteydi. Müttefikler, Türk heyetinin direnmesi karşısından kelime oyunlarına başvurmaya çalışarak zabıtlara kapitülasyonların ilga edildiğine dair ifadeyi yazdırmak istememekteydi.
Açılıştan itibaren geçen bir hafta içinde Konferansta yoğun görüşmeler yaşanmış ve alt komitelerdeki çalışmalar hızlanmıştı. Fransızları ilgilendiren Osmanlı borçları ve yabancı şirketlerin geleceği gibi esas meseleler üzerinde anlaşılır ise antlaşma imzalanabilirdi. Bu mesele konusunda görüşmeler tüm hızıyla devam etmekteydi. Fransız hükümeti Türkiye’de iş yapan şirketlerin doğrudan Ankara hükümetiyle görüşmelerini tavsiye etmiş, Şirketler ise Ankara hükümeti ile aralarındaki antlaşmazlıkları konferansın gidişatına göre ve konferansın varlığından yararlanarak çözmeye çalışacaklardı. Bu süreçte ekonomik komitenin toplantısında 94. Madde olarak bilinen imtiyazlar konusu gündeme gelmiş, hazırlanan taslak metinin 94. Maddesinde Türk hükümetinin 1914 öncesinde kabul ettiği imtiyazların tasdik edilmesi Fransızların gösterdikleri ısrara karşın İsmet Paşa’nın itiraz sonucu daha sonra görüşülmek üzere ertelenmişti.
Konferans görüşmeleri düzenli olarak devam ederken Karacan’a göre iki önemli gerçek ortaya çıkmaktaydı. İsmet Paşa, artık fedakârlık yapmak niyetinde görünmemekteydi ve Müttefikler arasında verilmek istenen görüntünün aksine bir cephe birliği bulunmamaktaydı. Karacan’ın ifade ettiği şekliyle bu durumun sebepleri şunlardı: İngiltere ve Türkiye arasında antlaşmazlığa sebep olan konular Konferansın birinci döneminde gündeme gelmiş ve çözüm yoluna girmişti. Sıkıntılı ve halen çözümlenmemiş maddeler nedeniyle İngiltere’nin Türkiye’yi savaşla tehdit etmesi mümkün
görünmemekteydi.
Konferansın ikinci döneminin en aktif tarafı olan Fransa ise Türkiye’ye isteklerini kabul ettirebilmek için İngiltere’yi kullanamayacağını fark etmiş, Türkiye ile görüşülecek meselelerde İtalya ve Yunanistan’ı kendi tarafına çekmeye çalışmaktaydı. İtalyanlar Meis Adası, Yunanlılar ise Anadolu tahribatının tazminatı meselesinden dolayı sıkıntılı durumdaydılar. İtalya ve Yunanistan da İngiltere’den ümitlerini kesmişler ve kendi başlarına hareket etmek niyetindelerdi. Türkiye’yi fedakârlığa razı etmek için Fransızları kullanmak yerine Yunanistan, diğer Müttefiklerden farklı olarak uysal olmayı tercih edecekti.
Osmanlı borçlarının ne şekilde ödeneceği konusu Konferans gündemine geldiğinde meselenin ne kadar çetrefilli olduğu ortaya çıkmıştı. Borçların alacaklısı olan Fransız şirketleri borç faizlerinin altın ile ödenmesini isterken Türk heyeti faizlerin frank ile ödenmesini önermekteydi. Bunun yanı sıra Türk heyetinin sık sık gündeme getirdiği İstanbul ve Çanakkale’nin ne zaman boşaltacağı sorusu sürüncemede kalmaya devam etmekte ve Müttefik delegelerince belirsiz tarihler verilmekteydi.
Rumbold antlaşmanın imzasının ardından boşaltma işlerinin başlayacağını söylemekte fakat Fransızlar ise bu meseleyi de borç faizleri meselesinde kullanmak istedikleri için tahliye davasında ilerleme olmamaktaydı. Fransızlar ayrıca Yunanistan ile Türkiye arasındaki antlaşmazlık konularına da faiz meselesinin bir parçası gibi bakmaktaydı. Türk heyeti Osmanlı borçlarını ayrılan imparatorluk bakiyeleri arasında paylaştırılmasının ardından Türkiye’nin hesabına düşen borçların altınla ödememek için çaba sarf etmekteydi. 82. İsmet Paşa faizlerin altın para ile ödenmesi halinde Türkiye’nin mali bağımsızlığının ortadan kalkacağını düşünmekteydi.

Yrd. Doç. Dr. Fatih TUĞLUOĞLU – Ankara Üniversitesi Türk İnkılâp Tarihi Enstitüsü Atatürk Yolu Dergisi – S 53, (Lozan Antlaşması Özel Sayısı), 2013, s. 285-328 – https://dergipark.org.tr/tr/download/article-file/590450
[*] https://serbestiyet.com/yazarlar/amerikali-diplomatin-gunluklerindeki-lozan-22509/

Naci Kaptan – Bölüm II sonu – Devam edecek
This entry was posted in ABD - AB - EMPERYALIZM, ATATURK, CUMHURİYET - DEMOKRASİ - ÇAĞDAŞLIK, DEVRİM VE KARŞI DEVRİMLER, DIŞ POLİTİKA, SİYASİ TARİH, TARİHE - AYDINLANMAYA - CUMHURİYETE NOT DÜŞENLER. Bookmark the permalink.

Leave a Reply

Your email address will not be published. Required fields are marked *