DENİZLER VE DENİZCİLER 3 * BİR DENİZCİNİN NOT DEFTERİNDEN

BİR DENİZCİNİN NOT DEFTERİNDEN

17 Mart 1884 / Sayfa 1
Beni bu hayatta iyi kötü canlı hissettiren tek şey bu bucaksız deniz. Dişlerimi döken, gözlerimi kan çanağına çeviren karşılığında bana bu temiz havayı bahşeden bu deniz, benim hayatımı oluşturuyor. Yıllarını bir geminin içinde savrularak geçirirsen; karada geçirdiğin her an senin için bir kabusa dönüşür. Ben ve benim gibileri dışarıda pek göremezsin belki liman kenarında yaşıyorsan karşılaşmış olabilirsin. Hepimiz toprağa adım attığımız andan itibaren bir ölüden farksızız.
Anlatacak birçok  ilgi çekici yaşanmış anılarımız var. Ve birçok da deniz, denizci öykülerimiz. Gemilerde çalışmaktan yorgun, yıpranmış vücudumuz, uzun bakımsız saç ve sakalımız, Uzunca zamandır yıkanmamış kirli, yamalı elbiselerimiz   ve de üzerimize yapışan tuzlu su kokusu yüzünden etrafımızdan geçen insanlar bizden uzaklaşır, bar sahipleri bize servis yapmak istemez. Kimimiz bu gerçek ile yüzleşmekten kaçınmaya çalışır. Ardından o kadar sert darbe alır ki kaderine razı olur. Ben de bir dönem senin ve arkadaşlarının arasına karışmaya çalıştım; senin gibi eğlenebileceğime hatta görünebileceğime gençken gerçekten inanıyordum. O günleri eşelediğimde sadece aklıma bana takılan lakapları bulabiliyorum. Hortlak, ucube, şarlatan” ve daha niceleri…
Ben ve benim gibiler hayata doğarak başlamaz. Çünkü yaşadığım yerde eğer denize açılacak cesaretin yoksa hayatta olmanın da bir anlamı yoktur. Üzerimdeki et ve kemik beni ben yapan şeyler değil. Kendimi gerçekleştirmek için acil mürettebat arayan bir gemi ile yola çıkmalı, rüzgâr ve dalgalar yardım ederse en az sekiz ay denizde olmalı, mürettebata paylaştırılan yemek artıklarıyla karışık  şeyleri yemeliyim. Gemideyken bir yandan sonra günler ve saatler birbirine geçer. Çoğu zaman kaç saattir, kaç gündür ayakta olduğumu hatırlamam bile ama saatim beni asla yanıltmaz. Saatim bana “Haydi eski püskü, ıslak ve yamalı giysilerini giyip çalışmaya başla.” der. Ben de saatimin emrine uyup güverteye çıkarım. Emir almak benim kurtarıcılarımdan biri.
Kürek çekmemiz söylendiğinde ise, hızlıca aşağıya koşarız. Belki de binlerce kez karşılaşmamıza rağmen ani fırtınalar asla sağlıklı bir şekilde yönetilemez. Bu rüzgarlar bir gün beni herkesin bildiği “canlı” hayattan savurup beni gecenin kardeşi denizin dibine atacak. Herkesin yerine yerleşip kürekleri tutmasını izliyorum. İnsanların yaratmış olduğu “acele” kavramı kendini sessizliğe bırakıyor. Sessizlik yavaşça boynumuzda solumaya, kirli ceketlerimizin içini önce soğukla, ardından suyla doldurmaya, göğüs kafesimize oturup öksürük olmaya başlıyor. Ona eşlik eden “haydi çek!” sesleriyle tamamen kayboluyor. Dalga ve rüzgârın etkisiyle buradaki aydınlık tamamen yok olacak. Elimdeki kürek, mürettebat git gide daha da siyahlaşacak. Öyle siyah bir hal alacak ki karanlığın bile ötesine geçecek. Bilinen yaşanmış bütün huzursuzluklarımız en gerçek halini alacak.

02 Nisan 1884 /  Sayfa 2
Arkadaşlarım karanlığın gözümüzden daha derine işlemesini geciktirmek için şakalaşıyorlar. Oysa hepsinin her denize açıldığında, her fırtınada korktuklarını biliyorum. Bizim için çalışmak ölümle, kazayla kola kol yürümek kadar doğal. Fakat bizi korkutan ölüm değil, ondan sonra yaşanacaklar, bir denizcinin mezarı olmaz, cesedi çürümeye başladığında onu denize atmak zorunda kalırız. Yeniler hariç ardından ağlayan, ağıt yakan bile olmaz. Hayatımıza kaldığı yerden devam ederiz. Dalga gemimize son tokatlarını atarak bizi olmamız gerektiği yere götürdü. Sanılanın aksine rotadan sapmamak için fırtınada kürek çekmeyiz. Çabamız tamamen alabora olmamak üzerinedir.
Deniz tamamen durulunca, tekrar güverteye çıktım. Geminin kıçından, deniz dipsiz bir kuyu gibi gözüküyor. Eğer ayaklarım böyle yere basmasaydı, kendimin bir gemide değil, denizin dibinde olduğumu hayal ederdim. Geminin diğer ucunda en yakın oda da aletlerimiz mevcut. Bir kısmımız fırtınanın etkisinden daha kurtulamadı. Kurtulanlar olarak odaya gidip bezlerimizi ve sopalarımızı alıyoruz. Dünyadan bu kadar uzak, aynı zamanda dünyanın büyük bir kısmını dolaşmak çok garip. Artık burada soluduğumuz şey havadan ibaret değil. Burnumu her çektiğimde ciğerlerimdeki tuz ile karışan deniz kokusu beni daha çok rahatsız ediyor. Bu koku bana hep sidik kokusundan farksız gelmiştir. Hem acı hem ekşi olan hava ciğerlerimiz üstünde gümüş bir nişan gibi duruyor.
Eğer şanslıysak, güvertede temizlenecek tek şey kumdur. Eğer şanslı değilsek, bütün güverte balık bağırsağı ve yosun ile dolmuştur. Onları tahtadan kazımak o kadar zordur ki, bir yandan sonra ellerin yavaşça kanamaya ve parçalanmaya başlar. Ellerin parçalandıkça daha hızlı kazımaya başlarsın, fakat o yosun orada durmaya devam eder. Bir yandan sonra daha öfkeyle, daha sert kazımaya başlarsın bu aşamadan sonra ellerinin acısını fark etmezsin bile. Bu yüzden temizlik yaparken sinir krizi geçirenlere çok şahit oluruz. Bu öfke dışarı çıkıp, elini salladığında o kişinin hemen etrafında toplanırız. Parçalanan ellerini sıkıca sarar, ağlamasının dinmesini bekleriz. Tüm gün sidik soluyan, çöpten çıkartılmış yemekleri yiyen, ölüm kokan insanların güvertenin temizliğine neden bu kadar önem verdiğini asla anlamadım. Bu benim işim değil, daha önceden yazdığım gibi emir almak benim kurtarıcılarımdan biri.

23 Nisan 1884 / Sayfa 3
Kıç kasarayı kabaca temizledikten, sonra çömelip zemine yapışan artıkları inceledim. Gördüklerim beni şaşkına çevirdi, denizlerde görebileceğim her şeyi gördüğümü düşünürdüm. Fakat bu siyah yosunumsular ile ilk defa karşılaşıyorum. Burada benimle beraber dört kişi çalışacak. Herkes birbirine bakıp onayladıktan sonra zemini kazımaya başlıyoruz. Bu şeyler hem yumuşak hem sert. İlk hamlemde önümde sert bir şey olduğunu düşündüm, ikinci vuruşumda ise paramparça oldular. Zaman geçtikçe etraftaki nefes ve hışırtı sesleri ile ritim tutmaya başlıyorsun. Çalışmaya devam ettikçe koku yayılıyor, soluduğum şey kesinlikle bahsettiğim sidik kokusundan farklı ve ne yazık ki daha rahatsız edici. Daha ağır ve gittikçe daha da ağırlaşan görünmez bir ağırlık. Evet bu beni işimden alıkoymuyor ama sanki bu şey beni her seferinde boğarak öldürmeye çalışıyor gibi hissediyorum. Ben bu denizin içinde olmama rağmen her an avlanabilecek küçük bir hayvanım. Her darbemde bir nefes alıyorum bir korku dışarı veriyorum. Bir sonraki nefesim diğerinin var olmama korkusuyla ciğerlerimin arkasına sığınıyor. İçerideki bu kokunun bir rengi olsaydı herhalde kömürden bile siyah olurdu. Bedenimde dolaşılacak yer bırakmayan bu siyah koku beni takip etmeyi ne zaman bırakacak onu da bilmiyorum. Etrafımda dört bir yana dağılmış üş kişinin her vuruşunu duyuyorum. Darbeleri zemine değil doğrudan göğüs kafesime vurarak içimdeki ölüm korkusunu çınlatıyor. Bu baskı hepsinden daha kötü. Bedenimden çıkmaya çalışan iğrenç sesi susturup çalışmaya devam etmeliyim.

02 Mayıs 1884 / Sayfa 4
Çalışmaya başlamamızın üzerinden tam olarak yarım saat geçti. Sanırım herkes on adımlık yer temizlemiştir. Gözlerim yorgunluktan kapanıp açılmaya başladı. Durup etrafıma baktığımda, diğerlerinin durumunun en az benim kadar kötü olduğunu gördüm. Böyle yerlerde düzenli olarak etrafını kontrol etmek zorundasın. Deliren bir insan kendisinin delirdiğinin farkında olmaz. Eğer çevrendekiler senin gibi ise işine devam edebilirsin. Saatlerce kafa derisine işleyen güneş burada çok fazla insanın delirmesine sebep olur. Delirenlere, cesetlerle yaptığımızın aynısını yaparız. Kokmaya, delilikleri yayılmaya başladığında onları denize fırlatırız. Eğer burada hayatta kalmak istiyorsan olağandışı her şeyin denizin dibini boylamasını sağlamalısın. Çok susadım, ceketimden mataramı çıkarttığımda güverteden bir patlama sesi duyuluyor. Büyükçe bir gümbürtü bu, sallanışımızda bir o kadar büyük ve hissedilir. Birkaç saniyeden uzun sürmeyen bu ses ve sarsıntı herkesin var gücüyle önüne gelen ilk şeye sarılmasına yetiyor. Sanki yelken direğini bıraktığım an bu gemi paramparça olacak.
Nefes bile almadan havayı dinliyoruz, daha doğrusu ses duymayı ya da birisinin bize ne olduğunu anlatmasını bekliyoruz. Gözetleme direğinden inen kişi bize gelmeye başladı. İkisi de nefes almadan öksürüp bir yandan da konuşmaya çalışıyorlar. Daha yaşlı olan kendine gelip soluklandıktan sonra ” Yaratık bu geminin peşinde gözlerini gördüm. Bu gemiyi parçalayana kadar peşimizi bırakmayacak. ” Yaşlı adam konuştukça daha çok rahatlamaya başladım. Bir seferde en fazla iki kişinin sıyırdığına şahit oldum. Çok geçmeden birisini bulmuştuk ve ben hala oldukça normaldim. Bu demek oluyor ki denize en azından delirdiğim için atılmayacağım. Etrafındaki insanların acıyan gözlerle baktığı yaşlı adam, bir süre daha bağırmaya devam etti. Ne yazık ki, “yaratık” hikayesine başka inanan olmadı. Herkes çalışması gereken yere döndü ve işine kaldığı yerden devam etmeye başladı. Kendi alanımı bitirdim ve ardından denizi izlemeye başladım. İlk seferlerimden beri benim için rutinleşen bu eylem artık hiçbir anlam ifade etmiyor. Denizlerde görülmesi gereken her şeyi gördüm ve senin aksine bunun huzur getirdiğini düşünmüyorum. Güverte tarafından geçen ki patlamamadan çok daha şiddetli bir ses duyuldu. Ne olduğuna bakmak için arkamı döndüğüm an ayaklarım yerden kesildi.
Posted in DENİZ VE DENİZCİLİK | Leave a comment

Emperyalizmin tuzağı

Emperyalizmin tuzağı

CUMHURİYET – Örsan K. Öymen – 11 Kasım 2024

Serbest ve özgür koşullardaki bir seçimi kazanamayacağını anlayan AKP ve MHP, yine demokrasi dışı kaba ve kurnaz yöntemlerle seçimleri kazanma yolunu seçti. Terör örgütü PKK “açılımı” ve belediyelere kayyum atamaları bu yolun unsurlarıdır.

AKP ve MHP bu yolla şunları amaçlamaktadır:
1) Kürt kökenli vatandaşları provoke etmek.
2) Terör örgütü PKK içindeki farklı oluşumları provoke etmek.
3) Ülkeyi şiddet ve terör sarmalına sürükleyip, sahte ve yapay bir “beka” söylemiyle seçim kazanmak.
4) CHP’yi “Kürt sorunu” ve DEM üzerinden bölmek.
5) DEM’i Edirne, İmralı ve Kandil üzerinden bölmek.
6) CHP’yi DEM ile aynı cephede göstermek, bunun üzerinden CHP’yi hedef almak.
7) Türkiye’nin gerçek gündemini, ekonomik, siyasi, sosyal sorunları örtbas etmek, yapay gündem üretmek.
Başka bir deyişle AKP’nin ve MHP’nin “Kürt sorununu” ve/veya terör sorununu çözmek gibi derdi yok.

Bu oyunu bozmak ve tuzağa düşmemek CHP’nin ve DEM’in elinde olsa da her iki parti de bu tuzağa düştüler.
DEM, “Kürt sorununu” siyasetin gündemine soktu; CHP yönetimi de bu konuda DEM’in peşinden sürüklendi; CHP yönetimi hukuk dışı kayyum atamalarına karşı çıkarken DEM ile arasına mesafe koyacağına, DEM ile aynı kürsüleri paylaşarak DEM ile birlikte hareket etti.
Bu kürsülerden birisinde, Mardin’de, DEM Eş Genel Başkanı Tuncer Bakırhan, “Kürt halkının ve Türkiye halklarının”, Şeyh Sait ve Seyit Rıza “ne yaptılarsa, onu yapacaklarını” söyledi!
Şeyh Sait ve Seyit Rıza kimdir? Türkiye Cumhuriyeti’ni tanımayan, Cumhuriyet devrimlerine karşı çıkan, Britanya emperyalizmiyle işbirliği yapan, vatan haini, feodal aşiret reisleri!
Şeyh Sait hem dincidir hem de bölücüdür. Amacı İslamcı bir Kürdistan kurmaktır.
Şeyh Sait ve Seyit Rıza, terör eylemleri gerçekleştirmiş, köy, kasaba, şehir, karakol, devlet dairesi basmış, köprü uçurmuş, askerleri ve sivilleri katletmiş insanlardır.
Celal Bayar’ın başbakan olduğu dönemde, Seyit Rıza çetesinin devlet tarafından bastırılması sürecinde, güvenlik güçlerinin binlerce masum sivil vatandaşı da katlederek yanlış uygulamalar içine girmiş olmaları, Seyit Rıza’nın bir Cumhuriyet düşmanı, feodal toprak ağası ve vatan haini olduğu gerçeğini değiştirmez.

Tuncer Bakırhan’ın, anti emperyalist ve sosyalist bir mücadele vermiş olan Deniz Gezmiş’i aynı konuşmada aynı kategoride anması ise çelişkidir, şizofrenik bir durumdur, cehalettir.
Tuncer Bakırhan televizyonda yaptığı bir açıklamada da, neoliberaller gibi Cumhuriyeti sayılara bölmüş ve “birinci cumhuriyetin” “tekçi” olduğunu, DEM’in ise “tüm sınıfları kapsayıcı” olduğunu iddia etmiş, bu sınıfları da “Alevi, Kürt, Türkmen, Ermeni, Süryani, Arap” gibi etnik kimliklere ve mezheplere indirgemiştir.
Oysa sol ideolojide sınıflar, din, mezhep ve etnik kimlikle değil, ekonomik üretim biçimleriyle açıklanır. Cumhuriyetle ilgili olarak sözünü ettiği “tekçilik” de vatandaşlıkla ilgili bir durumdur, din, mezhep ve etnik kimlikle ilgili değildir.
DEM, bir Türkiye partisi olmadığı gibi, bir sol parti olmadığını da bir kere daha göstermiştir.

PKK ile müzakere, geçmişte olduğu gibi yine bir faciayla sonuçlanır.
IRA ve ETA örneklerinin verilmesi saçmadır. Çünkü İrlanda ve İspanya, Türkiye kadar stratejik öneme sahip ülkeler değillerdir. Ortadoğu’da cirit atan emperyalizm, PKK’yi Türkiye’ye karşı kullanmaktadır.
PKK artık homojen bir yapı da değildir. İmralı’da PKK’nin kurucusu, Kandil’de Irak’ın ve İran’ın koruması altındaki PKK yönetimi ve Suriye’de PKK’nin kurup ABD’nin desteklediği PYD/YPG, farklı oluşumlardır.
PKK terörü sorunu İmralı ile çözülemeyecek kadar karmaşıktır.
Posted in ABD - AB - EMPERYALIZM, Bölücü KÜRTÇÜLÜK, BOP, Politika ve Gundem, SEÇİM - SEÇSİS, SİYASİ PARTİLER | Leave a comment

FEYM Grubu ve AYAcademy Bilgilendirme Bülteni (11 Kasım 2024)

FEYM Grubu ve AYAcademy
Bilgilendirme Bülteni
(11 Kasım 2024)


1. Ermeni Meselesi / Ermeni Haberlerindeki İddialar / Azerbaycan ile İlgili Gelişmeler:
a. Ürdün, Azerbaycan’dan gelen baskılar sonrası, 97. Akademi Ödülleri’nde En İyi Uluslararası Uzun Metraj Film için resmi olarak hazırlanan Sareen Hairabedian’ın belgeseli My Sweet Land’ı geri çekti. Belgesel, 1980’lerden beri Azerbaycan ve Ermenistan arasındaki şiddetli anlaşmazlığın merkezinde yer alan Dağlık Karabağ’da dişçi olmayı hayal eden 11 yaşındaki Ermeni çocuk Vrej’i konu alıyor. Ürdün’ün bu filmi ödül için öneri olarak seçmesi, savaş nedeniyle yerinden edilen Ermenilere ilişkin sempatik anlatımının açıkça Azerbaycan karşıtı bir duruş sergilediği düşünülerek Azerbaycan’da tartışmalara yol açmıştı.  https://www.panorama.am/en/news/2024/11/09/Jordan-Oscar-entry/3076252
b. Nobel ödüllü Daron Acemoglu, Türkiye’de çalışıyor olsaydı bu ödülün ulaşılamaz olacağını söyledi. Ermeni kökenli Türk-Amerikalı ekonomist Daron Acemoglu, akademik kariyerini Türkiye’de sürdürseydi Nobel Ekonomi Ödülü’nü kazanamayacağını söyledi. https://www.panorama.am/en/news/2024/11/09/Daron-Acemoglu/3076241
c. Trump’ın destekçisi Evanjelik Kilisesi üyesi ABD-Ermenistan bağlarını güçlendirmeyi amaçlayan bir rol üstlenecek. Evanjelik Kilisesi üyesi ve ABD Başkanı seçilen Donald Trump’ın destekçisi Joel Tenney, Trump yönetiminde ABD ile Ermenistan arasındaki ilişkileri güçlendirmeyi ve ilerletmeyi amaçlayan bir rol üstlenecek. Tenney, “ABD ile Ermenistan arasındaki ilişkileri güçlendirmeye ve ilerletmeye adanmış bir rolü resmen üstleneceğim. Göreve başladıktan sonra daha fazla ayrıntı vereceğim. Bu yolculuk boyunca yanımda duran ve ailemi ve beni bu kadar nezaketle destekleyen herkese derinden minnettarım. Tanrı iki ulusumuzu kutsasın, onları doğruluğunda yönetsin ve kalıcı refah bahşetsin.” diye yazdı. https://www.panorama.am/en/news/2024/11/09/Trump-ally-Armenia/3076267
ç. Ermenistan Dışişleri Bakanı Ararat Mirzoyan, İsveç’e çalışma ziyaretinde bulunacak. Dışişleri Bakanı Mirzoyan, “Ermenistan, İsveç ile siyasi diyaloğu ve ortaklığı hem ikili olarak hem de AB dahil olmak üzere farklı formatlarda daha da geliştirmekle ilgileniyor. Sağlam bir temel oluşturduk ve ekonomik iş birliğini artırmak da dahil olmak üzere yeni iş birliği fırsatları görüyoruz. Stockholm’deki görüşmeleri dört gözle bekliyoruz.” dedi.  https://en.armradio.am/2024/11/10/armenian-fm-to-pay-working-visit-to-sweden/
d. İsveçli iklim aktivisti Greta Thunberg yakın gelecekte Ermenistan’ı ziyaret etme planlarını açıkladı. Thunberg, “Ermenistan’a gidip aktivistler ve vatandaşlarla tanışmayı ve son yıllarda yaşadıkları dehşetler hakkında daha fazla şey duymayı dört gözle bekliyorum. Dünyanın Ermenileri ve mücadelelerini uzun zamandır unutmuş olması ve birçok durumda sadece seyretmesi yürek parçalayıcı. Şimdi COP Azerbaycan’da düzenleniyor, Azerbaycan rejimi büyük ihtimalle bunu kullanacak ve bunu suçlarını ve Ermenilere yönelik etnik temizliğini aklamak için bir yeşil fırsat olarak kullanıyor. Dünya sadece kenarda durup bunun olmasını seyredemez.” dedi.  https://en.armradio.am/2024/11/09/exclusive-the-world-cannot-just-stand-by-and-watch-azerbaijan-greenwash-its-crimes-against-armenians-greta-thunberg/
e. Ermenistan-NATO iş birliğinin beklentileri Erivan’da görüşüldü. NATO Müttefik Avrupa Kuvvetleri Yüksek Karargahı’ndaki (SHAPE) Ortaklıklar Müdürlüğü Genelkurmay Başkan Yardımcısı Koramiral Gunnstein Bruåsdal (Norveç) liderliğindeki heyet, Ermenistan’a çalışma ziyareti gerçekleştirdi. Görüşmelerde Ermenistan-NATO iş birliğinin ilerlemesi ve beklentileri ele alındı. Ermeni tarafı NATO heyetine Ermenistan’da uygulanmaya devam eden savunma reformları hakkında bilgi sundu.

Prospects of Armenia-NATO Cooperation Discussed in Yerevan

f. Rusya, Rusya-Azerbaycan-Ermenistan arasındaki anlaşmalara dayalı ortaklık yardım sağlamaya hazır olduğunu bildirdi. Rusya Büyükelçiliği’nin açıklamasında “Bakü ve Erivan arasındaki müzakerelerin başarılı bir şekilde tamamlanması için Rusya, daha önce olduğu gibi, 2020-2022 yıllarında Rusya, Azerbaycan ve Ermenistan liderlerinin üçlü anlaşmaları temelinde, her iki tarafın talep edeceği biçim ve hacimde ortaklık yardımı sağlamaya hazırdır” denildi. https://news.am/eng/news/851654.html
g. Prof.Dr. Serap Taşdemir’in “Hilâfet Sevdası Karşısında Milli Hâkimiyet Mücadelesi” kitabına yönelik açıklamaların yer aldığı “HİLAFET SEVDASI KARŞISINDA MİLLİ HÂKİMİYET MÜCADELESİ” başlıklı makalesine aşağıdaki linkten erişim sağlayabilirsiniz. https://dergipark.org.tr/tr/download/issue-file/19037
h. FEYM Grubu Başkanımız Em.Kur.Alb. Doç.Dr. ve Kıbrıs Gazisi Sn. Ömer Lütfi Taşçıoğlu’nun konuşmacı olduğu “Tarihte Türk-Yunan ilişkileri, Yunanistan’ın asılsız tarih iddiaları, Yunanistan’ın gayri askeri statüdeki adaları silahlandırması, Yunan isyanlarında Türklere karşı yapılan Yunan mezalimi ve katliamlar, GKRY’nin Kıbrıs Adası’nın tek siyasi otoritesi gibi davranması ve Ermeni iddiaları” konularında yayınlanan programa aşağıdaki link üzerinden erişim sağlayabilirsiniz.

2. Yunan Sorunları / Yunan Haberlerindeki İddialar “” işareti içinde gösterilmiştir / Kıbrıs ile İlgili Gelişmeler:
a. Yunan/Ermeni Haberleri “Türkiye, GKRY’nin İsrail için askeri üs olarak hizmet ettiğine dair istihbaratı ortaya koydu. Türkiye, devam eden İsrail saldırılarında GKRY’nin rolüne dair son iddiasında, GKRY’nin İsrail’in Gazze Şeridi’ndeki operasyonlarını desteklemek için askeri üs olarak hareket ettiğini söyledi. Hakan Fidan, “İstihbaratta sürekli olarak Güney Kıbrıs Rum Yönetimi’nin Gazze’yi hedef alan operasyonlarda belirli ülkeler için bir üs olduğunu görüyoruz. Bunu gündeme getirdiğimizde, Avrupalı mevkidaşlarımız aniden burayı bir lojistik üs olarak ilan ettiler.” dedi. https://www.middleeastmonitor.com/20240626-turkiye-reveals-intelligence-that-cyprus-serves-as-military-base-for-israel/
b. KKTC Dışişleri Bakanlığı, AB Yüksek Temsilcisi Josep Borrell’in KKTC’nin Türk Devletleri Teşkilatına olan üyeliğinden rahatsız olduğuna dair açıklamasına net bir cevap verdi. KKTC Dışişleri Bakanlığı tarafından yapılan açıklamada, Borrell tarafından yapılan bu açıklamanın “KKTC’nin yeni vizyonunun zemin bulmasından duyulan hazımsızlığın bir tezahürü” olarak değerlendirildiği aktarıldı. Bakanlık açıklamada şu ifadelere yer verdi: “Bu gibi mesnetsiz söylemler, egemen eşitlik ve eşit uluslararası statü gibi özden gelen hakları çerçevesinde ve kendi kaderini kendi tayin etme hakkını kullanarak kurduğu Kuzey Kıbrıs Türk Cumhuriyeti’nin Ada’daki iki devletten biri olduğu gerçeğini asla ortadan kaldıramaz. Yaptığı bu talihsiz açıklamayla Kıbrıs meselesinde tarafsız olamayacağını bir kez daha teyit etmiş olan AB’yi, bu yanlı ve yanlış tutumuna bir an önce son vermeye ve Rum tarafının sözcülüğünü yapmaktan vazgeçmeye davet ediyoruz.” https://www.qha.com.tr/turk-dunyasi/kktc-disisleri-bakanligindan-ab-ye-tepki-497640
c. Yunan Haberleri “Pek çok kişi, Trump’ın seçiminin arkasında, her şeyin ötesinde, muhtemelen Trump’ın ilk döneminde eski Dışişleri Bakanı olan Michael Pompeo’nun Türkiye ile kötü ilişkilerinin yattığını düşünüyor.”  https://www.pentapostagma.gr/politiki/7274802_exaitias-toy-erntogan-pige-koyba-i-kybernisi-mitsotaki-me-tin-symmetohi-toy-pompeo
3. AYAcademy Bülteni
“Sanal Vatan ve Aidiyet Sorunu” başlığı ile yayınlanan akademik makaleye ilişkin bilgiler ve erişim linki AYAcademy’nin aşağıdaki sosyal medya kanal linklerinde yayınlanmaktadır.
https://www.instagram.com/ayacademy.org.tr/
https://www.facebook.com/ayacademy.org.tr/
https://www.linkedin.com/company/ayacademy/
https://www.threads.net/@ayacademy.org.tr
https://www.tiktok.com/@ayacademy.org.tr
https://twitter.com/ayacademy_tr
https://t.me/AYAcademyTelegram
https://www.youtube.com/@AYAcademy_TR

Saygılarımla,

Serkan KORKMAZ

Posted in ERMENİ SORUNU, FEYM GRUBU ÇALIŞMALARI | Leave a comment

Bir yıldızın yükseliş anları * Fethet ve vergi al dönemi çoktan bitmiş, ulus devletler dönemi başlamış, yeni emperyalizm, sanayi, bilim ve teknoloji devrimleri ve büyük varlıklar ortaya çıkmıştı. Sömürge çağının paylaşımlarının ardında çok güçlü bir birikim vardı, Osmanlı’da asla olmayan.

Bir yıldızın yükseliş anları

CUMHURİYET – Orhan Bursalı – 10 Kasım 2024

………………………………………….

Osmanlı hanedanlığını Atatürk ve arkadaşları çökertmedi, yıkmadı. Osmanlı dört bir taraftan sarılmıştı ve büyük bir çatırtı ile kendi içine-üzerine yıkıldı. İstilacılar da gelip teslim aldılar padişahı. İmparatorluk zamanını çoktan doldurmuş, her tarafından dökülen bir köhne eve dönüşmüştü.

Kuruluşunu ve giderek ayakta kalışını fethedilen topraklardan akan altınlara ve rüşvetlere borçlu olan imparatorluk, kendini yeniden üretmeyi ve var olmayı gerçekleştirememiş, tamamen dışarıya bağımlı kalmış ve Birinci Dünya Savaşı bahanesi son darbe olmuştu.
YENİ İLE ESKİNİN BÜYÜK ÇARPIŞMASI
Aslında 1500-1600’lerden itibaren durmadan yükselen bir güç ile 1600-1700’lerden itibaren durmadan gerileyen ve çöken iki farklı dünyanın uzun süreye yayılan bir transatlantik çarpışmasını izledik. Batı transatlantiği yeni fikirlerle, bilimle, Aydınlanma ile, felsefe ile, büyük düşüncelerle donatılmıştı, Osmanlı transatlantiği ise boş, koftu.
Fethet ve vergi al dönemi çoktan bitmiş, ulus devletler dönemi başlamış, yeni emperyalizm, sanayi, bilim ve teknoloji devrimleri ve büyük varlıklar ortaya çıkmıştı. Sömürge çağının paylaşımlarının ardında çok güçlü bir birikim vardı, Osmanlı’da asla olmayan.
Yani son, çoktan belirlenmişti.
KENDİNİ İNŞA EDEN LİDER
1850’lerden itibaren de Osmanlı aydınları “kurtuluş reçeteleri” arayışına başlamıştı. “Türk ve dil” yeni arayışların temelini oluşturuyordu. Çağın milletlerinin iki ayırt edici ve birleştirici özelliği inşa edilmeye başlanmıştı.
Bütün bunlar olurken kendisine Atatürk soyadı verilecek genç subay, daha Selanik’ten itibaren ülkenin kara bahtını değiştirecek düşünce, plan, program ve siyasi arayışlar içindeydi. Selanik’ten itibaren, Mustafa Kemal’in tüm siyasi, düşünsel ve askeri arayışları, girişimleri, savaşları, bir liderin kendini adım adım ve durmadan yükselerek inşa etmesinin tarihidir. Bu süreçte yaşadıklarının hepsi büyük başarının ve zaferin, kurtuluş ve kuruluşun halkalarıdır. Tüm adımları, ilerleyişleri, geri çekilişleri, yeni ileri atılımlara ve bir üst aşamaya geçişi sağlamıştır.
Bir lider durup dururken doğmaz.
İstanbul’dan, Osmanlı’nın yurtsever bürokratları onu, “Bir şey mi yapacaksın, Kemal” sözleriyle ve büyük bir umutla Anadolu’ya uğurlarken o, “Evet, bir şey yapacağım” diyecekti ve tüm umutları, sevgileri Samsun’dan Anadolu’ya yayacaktı.
BÜYÜK DEVRİMCİ KİŞİLİK
İleriye bakmak ve Anadolu’nun ayakta kalmasının ancak yeni ve çağdaş bir oluşumla, bir millet ve devletle mümkün olabileceğini görebilen böyle bir düşünceyle, felsefe ve özgünlükle donanmış başka kimse yoktu.
O hiçbir maceraya kalkışmadı, gücünü asla şurada burada tüketmedi. Kurtuluşa, kuruluşa odaklandı sadece. Bu özellik büyük dâhilere, yaratıcılara özgüdür.
23 Nisan 1920, yeni devletin ve ülkenin, milletin kayıtsız ve şartsız egemenliği ve bu egemenliğin de kayıtsız şartsız milletin meclisi ile icra edileceğinin ilanı, Atatürk’ün devrimci ve yenilikçi bir kişiliğinin zorunlu bir sonucuydu.
19. ve 20. yüzyılın ve çağımızın en büyük ve sürükleyici liderinin bu topraklarda doğmuş olması ve kendi şansını tamamen kendisinin yaratması, olağanüstü bir serüvendir.
İyi ki var oldu. Tüm silah arkadaşlarıyla birlikte altın harflerle tarihe yazıldı. En büyük eserinin içinde yaşıyoruz. Çok güçlü bir temel attı, bu millet bu temel üzerinde yeniden yükselecektir.
Posted in ATATURK, CUMHURİYET - DEMOKRASİ - ÇAĞDAŞLIK, DEVRİM VE KARŞI DEVRİMLER, TARİHE - AYDINLANMAYA - CUMHURİYETE NOT DÜŞENLER | Leave a comment

Atatürk ve karşıdevrim

Atatürk ve karşıdevrim

CUMHURİYET – Alev Coşkun – 10 Kasım 2024

Atatürk’ün sonsuzluğa gidişinin üzerinden 86 yıl geçti. Gerçekçi bir lider olan Atatürk şöyle demişti: “Benim naçiz (değersiz) vücudum elbet bir gün toprak olacaktır. Ancak Türkiye Cumhuriyeti ilelebet yaşayacaktır.”

Atatürk’ün Türkiye Cumhuriyeti’nin sonsuza kadar yaşayacağını belirten bu yargısı çok önemlidir. Atatürk’ün askeri bir deha, büyük bir kumandan olduğu bilinmekle birlikte bu husus dünya askerlik tarihine de geçmiştir.
Asker Mustafa Kemal’den daha üstün olan, toplumsal devrim ve dönüşümleri gerçekleştiren, devrimci Atatürk’tür. Ortaçağ koşullarında yaşayan bir toplumun çağdaş uygarlık düzeyine taşınması için Atatürk’ün önderliğinde yapılan devrimler, tarihte benzeri olmayan toplumsal dönüşümlerdir.
Aydınlanma Devrimleriyle laiklik ilkelerine dayalı, çağdaş uygarlık düzeyine ulaşmayı hedefleyen toplumsal dönüşümler yapıldı. 1923-1938 yılları arasındaki 15 yılda birbiri ardına ortaya konan devrimler çok önemliydi. Dünyadaki en etkin sosyal bilimciler bu değişimleri 20. yüzyılın en önemli toplumsal hareketi olarak değerlendiriyorlar. Atatürk’ün yaşama veda edişinin üzerinden 86 yıl geçtiği halde bu devrimler yaşamaktadır.
Atatürk öldüğü zaman bütün dünya Türkiye’de bir karmaşa bekliyordu. Kimileri de en fazla beş yıl içinde Atatürk’ün kurduğu rejimin yıkılacağını, karşıdevrim hareketleri ile Aydınlanma Devrimlerinin son bulacağını düşünüyorlardı. O günleri yaşamış olan Yakup Kadri Karaosmanoğlu şöyle diyor:
“Yalnız düşmanlarımız değil, dostlarımız bile ‘O gidince ne yapacaksınız’ diyorlardı. Bu endişenin sebebi, Atatürk’ün kurduğu rejimin diktatörlüklerle karıştırılmış olmasıdır. Bilindiği gibi bütün diktatörlükler şahsi yönetimlerdir. Başa geçen bu diktatörlerin şahsi kuvvetlerinden başka bir kuruma dayanmazlar, onun için diktatörün ölümüyle birlikte kurdukları şahsi yönetim de sona erer. Oysaki Atatürk bir diktatör değil, devrimci bir devlet kurucusu idi.”
Özellikle son yıllarda, Atatürk Devrimlerinin yıpratıldığını, hatta devrimlerin tersine döndürüldüğünü ileri süren Cumhuriyetçiler ve Atatürkçüler olacaktır. Kuşkusuz, özellikle son 20 yıldır karşıdevrimcilerin aldıkları mesafe karşısında onlara hak vermemiz gerekiyor. Ancak şunu bilmeliyiz ki karşıdevrim hareketi son 20 yıldır değil, Cumhuriyet kurulduğu gün Meclis içinde başlamıştı.
Milli Mücadele’nin başlangıcında Atatürk’le birlikte olan kimi yakın arkadaşları Cumhuriyetin kuruluşunda ona karşı çıkmışlardı. 1946’da başlayan çok partili sistem, karşıdevrimcilere demokratik yolları ve usulleri kullanarak laik Aydınlanma Devrimlerine karşı çıkma olanağı tanıdı. Karşıdevrimciler çoğulcu demokrasinin getirdiği olanaklardan yararlanarak Aydınlanma Devrimlerini bir bir söndürmek, ortadan kaldırmak ya da etkisiz hale getirmek istiyorlar. Bu durum kuşkusuz demokratik sistemin hatası değildir. Karşıdevrimciler yukarıda belirtildiği gibi çoğulcu demokratik sistemin temel kurallarından yararlanarak Aydınlanma Devrimlerine karşı çıkmak olanağını buluyorlar.
Tüm bunlara karşın Cumhuriyetçiler, Atatürkçüler, özellikle gençler, Aydınlanma felsefesine inanmış önemli bir kitle bunlara karşı çıkıyor, engel olma mücadelesi veriyor.
Son 20 yıl, karşıdevrimcilerin siyasal iktidarı ele geçirdiği ve her olayda Atatürk Devrimlerine karşı çıktıkları bir zaman dilimi olarak tarihe geçecektir.
Ancak son 20 yılın bir diğer önemli sonucu ılımlı İslam yönetiminin içeriğinin anlaşılmasıdır. Son 20 yıl, din ideolojisini öne çıkaran siyasal iktidarın yönetim karakterini ortaya koymuştur. Önemli sonuçlarından birisi de bu yönetim biçiminin Türk halkının çoğunluğu tarafından anlaşılması, giderek bu dine dayalı ideolojiye karşı çıkılmasıdır.
Yazımızı Atatürkçülerin sloganı ile bağlıyoruz: Atatürkçüler ölmez, Kuvayı Milliyeciler tükenmez.
Posted in ATATURK, CUMHURİYET - DEMOKRASİ - ÇAĞDAŞLIK, DEVRİM VE KARŞI DEVRİMLER, İrtica | Leave a comment

DENİZLER VE DENİZCİLER 2 * DENİZCİLERİN ORTAK DİLİ LINGUA FRANCA

Akdeniz’de Kullanılan Lıngua Franca Dili


Bağlantılı yazı; https://nacikaptan.com/category/deniz-ve-denizcilik/
DENİZLER VE DENİZCİLER 1 * ESKİ DENİZCİLİKTE BATIL İNANÇLAR

Dilbilimciler birbirlerinden farklı diller konuşan, kendi anadilleri ile anlaşmayı sağlayamayan birden fazla grubun kendi aralarında iletişim kurmak için kullandıkları dilleri ifade etmeyi PIDGIN olarak isimlendirirler.
Lingua franca veya geçer dil, ortak bir dili veya lehçeyi paylaşmayan insanların birbiriyle iletişim kurmak için kullandığı ortak dildir. Lingua franca insan tarihi boyunca çoğunlukla denizciler tarafından kullanılmakla birlikte  ticari, kültürel, dinî, yönetimsel veya diplomatik gereklilikler dolayısı ile gelişmiş, farklı milletlere mensup bilim insanları ve akademisyenler arasındaki iletişimi sağlamak için de kullanılmıştır.
Terimin ismi Orta Çağ’da denizciler ve tüccarlar tarafından 11. yüzyıldan 19. yüzyıla kadar konuşulmuş, Latin dili bazlı olan Akdeniz Lingua Francası’ndan almıştır ve lingua franca, İtalyancada Frenk dili anlamına gelmektedir.
Eskiden karışık toplumlar bir arada yaşarken kendi aralarında farklı diller kullanırken aynı zamanda birbirleri ile iletişim kurabilmek içinde mecburen ortak dil kullanılırdı. Eskiden başka ülkeleri sömürge olarak kullanan devletler, bu devletler ile anlaşmak için zorunlu olarak kendi dillerini kabul ettirirlerdi. Bunun sonucunda da ortaya melez diller ortaya çıkıyordu.
Akdeniz’de kullanılan Lıngua Franca dili bu ortak olarak kullanılan dillerden biri olmaktadır. Aslında bu dil diğerlerinden çok daha farklı ve özel bir dildir. Çünkü bu dil 11. yy’den 19. yy’e kadar Akdeniz kıyılarındaki denizcilerin ortak diliydi.
Anlamı Frenk Dili olan bu kavram İtalyanca olan bir kelime olmakta ve Avrupa kökenli olan tüm melez diller için ortak kullanılan bir dildir. Bu dil günümüzde halen birçok kültürde rastlayabileceğimiz son derece köklü ortak melez dillerden biridir. Sabir olarak da bilinen bu dil geçmişte Akdeniz’in daha doğrusu Akdeniz’deki denizcilerin ortak diliydi.
Roma İmparatorluğunun bölgeye hâkim olduğu dönemlerde burada halkın genelinin hâkim olduğu dil Latinceydi. Latince bölge için son derece önemli bir ticaret diliydi. Bölge için bu dil o kadar önemliydi ki, İmparatorluğun çöküşünden yıllar sonra dahi hala bölgede kullanılıyordu. Tabi zamanla farklı gruplar ve bölgeler arasında farklı lehçeler ortaya çıkmıştı. Akdeniz’in ortak dili olan Lıngua Franca, Latincenin etkisi ile ortaya çıkmış yeni bir dildi.
Lıngua Franca ilk olarak XI. yy başlarında Venedik, Pisa ve Ceneviz ticari kolonileri sayesinde Doğu Akdeniz’de yayılmaya başlamıştır. Bu dil ilk olarak Gallo-İtalik diller olan Lombartça, Venedikçe ve Ligurca ile İber-Roman dilleri olan Oksitanca ve Katalanca dillerinin karışımından oluşan bir dildi.
Sonrasında dilin yapısına ayrıca Portekizce, İspanyolca ve Fransızca dillerinin bazı unsurları da dahil olmuştur. Bu ortak dilin gelişimi XIII. yy. gerçekleşen Haçlı Seferleri sırasında da daha da fazla gelişmiştir. Dile katkı sağlayan yepyeni diller ortaya çıkmış ve gelişimi devam etmiştir. Bu diller Türkçe, Yunanca, Berberice ve Arapça olmaktadır. Bu ortak dilden günümüze kadar gelen birçok sözcük Türkçe ve Arapça kökenliydi. Hatta bugün modern İtalyancada yer alan birçok kelimenin Arapçadan geçtiği bilinmektedir.
Lıngua Franca gün geçtikçe Akdeniz’in hem diplomatik hem de ticari olarak resmi haline gelmişti. Dönemin koşullarında özellikle Hristiyan olan renegodalar, forslar, esirler ve korsanlar arasında çok fazla kullanılan bir dildi. Müslümanlar bu dile genellikle Lisan’ül-Efreng ismini vermekteydi.
Dilin en önemli özelliği İtalyanca ve İspanyolca söz dağarcıklarının basitleştirilmesi ve Arap cümle yapısına uyarlanmış olmasıydı. Akdeniz’in batısında konuşulan dilde İspanyol aksanı fazlasıyla belirgindi. Burada konuşulan dil de ayrıca dönemin şartlarında İspanya’dan sürülen Yahudilerin kullandığı Ladino dilinin etkileri de vardı. Tüm bu unsurlara rağmen yine de İtalyanca ağır basıyordu. Bunun en önemli nedeni o dönem Müslümanlar tarafından İtalya’nın güneyinden gelen çok fazla esir alınan forsların olmasıydı. Esir alınan forslar zamanla gittikleri yerlere bu dili beraberinde götürmüş ve bölgelerde yayılmasını sağlamıştır.
12. Yüzyılda Trablusgarp Tunus ve Cezayir de yaşayan ve imtiyaz sahibi olan Hristiyan azınlıkların temsil edilebilmeleri için ülkeleri tarafından konsolos atanırdı. Konsolosun görevleri arasında bölgede yaşayan yerli halka noterlik hizmeti verme yetkisi de vardı. Ancak dönemin şartlarında tüccarlar ve denizciler için uğrak bir liman olan yerlerde kişilerin resmî belge ve evraklarda ortak bir dil kullanması gerekiyordu. Bu sebeple o dönem neredeyse tüm resmi yazışmalarda Lingua Franca ortak dil olarak kullanılırdı. Hatta bu ortak dilden türemiş olan birçok cümle kalıbı ve unvan bulunmaktaydı.
Osmanlı İmparatorluğu ile etkileşime geçtikten sonra 17. Yüzyıl sonlarına kadar Avrupa’nın genelinde Turquerie ismi verilen Türk modası hâkim olacaktı. Yaklaşık 200 yıl boyunca Türkler ile ilgili her şeye ilgi duyulmaya başlayacaktı.
Bu modanın başlangıcı 1669 yılında dönemin Osmanlı elçisi olan Müteferrika Süleyman Ağa’nın Fransa kralı olan XIV. Louis’in önüne çıkması olmuştu. Daha sonra dünyaca ünlü Fransız oyun yazarı Molière’in Kibarlık Budalası isimli oyununda da bu etkinin devam ettiği görülmüştür.
Cezayir’i 1731 yılında gezen Charles Etienne de la Condamine bölgede Lingua Franca dilinin son derece yaygın olarak kullanıldığını belirtmiştir. Ayrıca dilin batıda ve doğuda farklı versiyonlarının konuşulduğunu da belirtmişti.
Lingua Franca dili XIX. Yüzyıla değil limanlarda halen tüccarlar ve korsanlar tarafından kullanılan ortak bir dil olma özelliğini koruyordu. Öyle ki 1805 yılında Cezayirli korsanlar tarafından esir alınan Milanlı rahip Don Felice Caronni, sonradan yayınladığı anılarında dile ilişkin önemli örnekler vermişti. Sonrasında 1817 yılında yine Cezayirli korsanlar tarafından esir alınan Floransalı yazar Filippo Pananti sonrasında kaleme aldığı eserinde de korsanların ve tüccarların İspanyolca, İtalyanca ve Mağrip dillerin karışımından meydana gelen bir dil kullandığını belirtecekti.
Lingua Franca o dönem o kadar yaygın olarak kullanılan bir dildi ki, Batılı gezginler için rahat iletişim kurabilmeleri için Dictionnaire de la Longue Franque ismi verilen bir sözlük yayınlanmıştı. 1830 yılında Marsilya’da basılan bu sözlüğün Lingua Franca hakkında oldukça önemli bilgileri içerdiğini söyleyebiliriz. Sözcükte yer alan bazı gündelik konuşmalar ve anlamları şöyledir;
• que hablar in citta? (Şehirde ne konuşuluyor?)
• guerra, con que nazion? (Savaş mı, hangi ülkeyle?)
• genti hablar tenir guerra. (İnsanlar savaş çıkacak diyorlar.)
Dönemin şartlarına göre yer verilen bu diyaloglar aynı zamanda Cezayir’i bekleyen son derece önemli bir tehlikenin de göstergesi olmuştu. Zira o sene Cezayir Fransızlar tarafından işgal edilmişti. Bu işgalin ardından Cezayir’de kullanılan ortak dilin yapısı da değişmişti. Tatilde daha çok Fransız etkisi görülmeye başlamıştı. Buna rağmen dilde İspanyolca, İtalyanca ve Arapça unsurlar hala baskın olarak vardı.
Cezayir’in işgali sonrasında 1881’de gerçekleştirilen Tunus’un işgali ile değişim ve dildeki farklılaşma süreci devam etmişti. 1912 yılında İtalyanlar tarafından işgal edilen Trablusgarp ile bir taraftan dil ekstra önemli hale gelmişti. O dönem yerli halk işgalci devletler ile iletişim kurabilmek için bu dili kullanmaya başlamıştı. Tabii zamanla işgalci devletler bölgelerde kendi okullarına açıklarından dolayı yerel halka zorla kendi dillerini öğrenme ve konuşma baskısı yapmaya başlamıştı.
Halkın sömürgeci devletlerin kültürünü ve dilini öğrenme çabası günümüzde hala bazı bölgelerde devam etmektedir. 20 yüzyıla gelindiğinde yüzyıllarca Akdeniz’de kullanılan ortak dil olan Lingua Franca yerine Fransızca ve daha sonra da İngilizce geçmişti. Bu son derece önemli ve gerekli ortak dil ise yerel halk arasında halen çeşitli bölgelerde kullanılan dil olarak kalmıştı. Tabii zamanla ve şartların değişmesi ile dilde birtakım değişimler olmuştu.
Günümüzde denizciler arasında Lingua Franca yerine kullanılan ortak dil İngilizce olmaktadır. Ancak denizcilikte kullanılan birçok terim Akdeniz’de kullanılan ortak dilin bir parçası olarak halen hayatımızda yer almaktadır. Akdeniz’de kullanılan Lingua Franca dili aktif olarak denizler arasında kullanılmasa da etkileri günümüze kadar fazlasıyla devam etmektedir. Kullanılan terimler incelendiğinde birçoğunun kökeninin bu dile dayandığı görülmektedir. Sömürge sistemi olmasaydı belki de bu dil halen günümüzde denizcilerin ortak dili olmaya devam edecekti.
Posted in DENİZ VE DENİZCİLİK | Leave a comment

AKIL FİKİR YAZILARI * 86 Yıldır Onu Arıyoruz” Fakat inanç açısından onun filozofluğunu, hayata bakışını, zihinsel özgürlüğe verdiği önemi anlayamıyoruz.

86 Yıldır Onu Arıyoruz” Fakat inanç açısından onun filozofluğunu,
hayata bakışını, zihinsel özgürlüğe verdiği önemi anlayamıyoruz.


Her ne kadar Tanrının tek (ve sınırsız güce sahip, yoktan var edebilen) bir yaratıcı olduğuna inanılsa da, (bir yığın irili ufaklı “kabile tanrıları” yanında) dünya nüfusunun büyük kısmına hükmeden üç tane “semavi” tanrı bulunduğu söylenebilir. Uzlaşamamaları, kavgalı ve rekabet içinde bulunmaları, onlara inanan insanların davranışını da olumsuz yönde belirlemektedir.
Günümüzde bunun en somut örneğini, İsraile aniden saldıran islami terör örgütlerine karşı yürütülen korkunç soykırım savaşında görmekteyiz. En büyük ve orantısız bedeli masum çocuklar, kadınlar, yaşlılar ödemektedir. Yahudilerin tanrısı bu sıralar diğer ikisine göre daha öfkeli, gaddar ve acımasız bir tutum içindeymiş gibi görünmekte.
Orta çağlardaki duruma baktığımızda, uzun yıllar süren kanlı din savaşlarını, kadınların “cadı” olma suçlamasıyla diri diri yakıldığını, yoğun bir bilim düşmanlığının hüküm sürdüğünü görürüz. Dünyanın yuvarlak olup güneşin etrafında döndüğünü savunan Galileo kilise tarafından ağır şekilde cezalandırılmak istenmiştir. Ancak yakın geçmişte Papa onun haklı olduğunu kabullenerek özür dileme gereğini duymuştur.
Günümüz Papası Francis’in bilime ve akılcılığa diğer din adamlarından daha fazla önem verdiği şu sözünden anlaşılmaktadır: “Kendi yarattığı insanları yakmak için bir cehennem tasarlayacak kadar tutarsız ve insafsız olabilecek bir tanrı düşünülemez!” Birbiriyle çatışan dinleri icat ederek, doğa dengelerini bozarak, dünyanın kaldırabileceğinden çok daha fazla (hiçbir güvencesi bulunmayan) nüfus üreterek insanoğlu kendi cehennemini bizzat kendisi yaratmaktadır.
Bütün bu tanrılar arasında M. Kemal Atatürk’ün kendine özel, farklı bir tanrıya sahip olduğu inancındayım. Diğerlerinin nerelerde gizli olduğu pek bilinmese de göklerde bulunduğuna inanılır. Oysa, Atatürk’ün tanrısı insanın beynindedir, yani her insan kafasının içinde kendi tanrısını taşır. Onu bilimle, özgür ve gerçekçi, cesur düşüncelerle besleyip geliştirdiğimiz zaman “en hakiki yol gösterici” olur, bizi doğru şekilde yönlendirir; böylece anlam ve değer taşıyan bir yaşam tarzına belki sahip olabiliriz.
Kemal Rastgeldi – 30.10.2024
Posted in AKIL FİKİR YAZILARI | Leave a comment

Mustafa Kemal Atatürk * “Shakespeare yazdı, Einstein düşündü, Atatürk yaptı.”

Sayın Azmi Güran aşağıdaki MUSTAFA KEMAL ATATÜRK yazısını https://www.quora.com/Why-Mustafa-Kemal-Ataturk-is-a-great-leader link bağı ile paylaştı. Yazıyı Google ile tercüme ederek orjinal ingilizcesi ile birlikte okumanıza sunuyorum.

Naci Kaptan – 10 Kasım 2024


Mustafa Kemal Atatürk


Dünya tarihinde Herkülvari görevleri bu kadar kısa sürede başarabilen ender tek lider.
Atatürk, 100 yıldır kendi başına bir ceset olarak var olan yozlaşmış İmparatorluğun kalıntılarını liberal demokratik idealleri benimsemiş laik, ilerici bir devlete dönüştüren 20. yüzyılın en büyük devlet adamlarından biriydi.
Atatürk, 1. Dünya Savaşı’nda Türk komutan olarak hiç yenilgiye uğramayan tek generaldi. Müttefikleri küçük düşüren başarısız Gelibolu taarruzunda cesurca savaştı ve 1918’deki Osmanlı yenilgisine kadar hem Avrupa hem de Suriye cephelerinde savaştı.
Daha sonra Kurtuluş Savaşı sırasında Atatürk halkını toplayarak Türkiye’yi Sevr Antlaşması’ndan kurtardı. Yalnızca Fransızları, İngilizleri, Yunanlıları ve Ermenileri yenmekle kalmadı, aynı zamanda Osmanlı-Rus Savaşı sonrasında verilen Osmanlı toprak imtiyazlarını da tersine çevirdi.
Daha sonra galip gelip Türkiye Cumhuriyeti’ni kurduktan sonra, yeni oluşan devletin sorunlarını çözmeye girişti. Eski Osmanlı Halifeliğinin geri kalmışlıklarının, yeni laik Türkiye vizyonuyla bağdaşmaz olduğunu fark etti. Ve karşılaştığı neredeyse tüm zorluklara rağmen galip geldi.
Başarılarından bazıları şunlardır:
Eski Arapça temelli alfabenin yerine yeni bir alfabe oluşturuldu ve 3-5 ay içinde tamamen uygulamaya konuldu
Laik, bilimsel bir sistem yaratmak için eyaleti genelinde eğitimi – özellikle matematik ve fen bilimlerini – teşvik etti. Bunun sonucunda binlerce Türk eğitim gördü. Türk erkek nüfusunun yalnızca yüzde 7’si, kadın nüfusunun ise yüzde 0,5’i okuryazardı. Bugün Atatürk Türkiyesi’nde okuma-yazma oranı %95’tir.
Halife unvanını alması yönündeki baskılara rağmen hem İslam Halifeliğini hem de Osmanlı Saltanatını kaldırdı. Bu başlı başına büyük bir başarıdır. Bunu yaparak sembolik olarak Türkiye’yi laik sistemin parlak bir örneği haline getireceğine söz verdi.
Milleti laikleştirdi, dini kanunları kaldırdı ve tüm Türk vatandaşlarına kanun önünde eşitlik sağladı. Hukuk sistemini Fransız, İsviçre ve İtalyan hukuk yapısına eşledi.
Türklerin egemenlik sahibi olabileceği bir Türk vatanı kurdu. Osmanlı İmparatorluğu, özellikle 19. yüzyıldan sonra giderek Avrupalılaşmış ve Türkler de dahil olmak üzere birçok tebaasını ihmal etmeye başlamıştı. Atatürk, Anadolu’da bir Türk vatanı kurarak Türk milliyetçiliğinin kurucusu olmuştur.
Kadın haklarını sağlamak. Atatürk, “Dünyada gördüğümüz her şey kadınların yaratıcı eseridir” diye yazmış ve kadın haklarının geliştirilmesi için şunları yapmıştır:
Fransa’dan yaklaşık 20 yıl önce kadınlara oy kullanma hakkı verildi
Kara çarşafı yasakladı
Kadınlara kanun önünde eşit haklar tanıdı
Çok eşlilik yasaklandı
Yeni ve medeni boşanma ve miras yasaları çıkartıldı
Kadınların eğitimine ve karma eğitime destek verildi
Kur’an-ı Kerim’i Türkçeye çevirerek Kuran’ın anlayarak okunmasını sağladı.
Bu, Türk milliyetçiliği açısından önemli bir adımdı.
Atatürk’ü büyük bir lider yapan şey, parçalanmış bir milleti tamamen, zamanının tek istikrarlı Ortadoğu ülkesine dönüştürmesiydi. Onun unvanı olan Atatürk veya Türklerin Babası, Türk milletine yaptığı muazzam katkıların simgesidir. Bu nedenle tarihin en saygın kişilerinden biridir.

“Shakespeare yazdı, Einstein düşündü, Atatürk yaptı.”


https://www.quora.com/Why-Mustafa-Kemal-Ataturk-is-a-great-leader

Mustafa Kemal Ataturk

The only leader, rare in the world history, who accomplished Herculean tasks in such a short period of time.
Ataturk was one of the greatest statesmen of the 20th century, transforming the remnants of a degenerate Empire that had existed as a corpse of itself for the last 100 years into a secular, progressive state that embraced liberal democratic ideals.
As a Turkish commander in WW1, Ataturk was the only general to have never suffered a defeat. He fought bravely in the failed Gallipoli offensive that humiliated the Allies, and fought in both the European and Syrian theaters until the Ottoman defeat in 1918.
Then, during the Turkish War of Independence, Ataturk rallied his people and liberated Turkey from the Treaty of Sevres. Not only did he defeat the French, the English, the Greeks, and the Armenians, he reversed the Ottoman territorial concessions that had been made after the Russo-Turkish War.
Then, after emerging victorious and creating the Republic of Turkey, he went about to fix the new nascent state’s issues. He realized that the backwards ways of the old Ottoman Caliphate were irreconcilable with his vision for a new, secular Turkey. And in spite of virtually all of the challenges he faced, he prevailed.
Some of his accomplishments include:
Created a new alphabet to replace the old Arabic-based one and fully implemented it within 3–5 months
Promoted education – particularly mathematics and the sciences – throughout his state to create a secular, scientific system. As a result of this, thousands of Turks were educated. Only 7% of the Turkish male population and 0.5% of the Turkish female population was literate. Today, Ataturk’s Turkey has a literacy rate of 95%.
Abolished both the Islamic Caliphate and Ottoman Sultanate despite pressure to take the title of Caliph for himself. This in itself is a huge accomplishment. By doing this, he symbolically promised to make Turkey into a shining example of secularism.
Secularized the nation, abolishing religious laws and giving all Turkish citizens equality before the law. He based his legal system off of that of the French, Swiss, and Italians.
Established a Turkish homeland, where Turks could have sovereignty. The Ottoman Empire, especially after the 19th century, had become increasingly Europeanized and began neglecting most of its subjects, including its Turkish ones. By establishing a Turkish homeland in Anatolia, Ataturk was the founder of Turkish nationalism.
Providing women’s rights. Ataturk wrote,”Everything we see in the world is the creative work of women,” and did the following to advance women’s rights:
Gave women the right to vote, some 20 years before France
Banned the hijab
Gave women equal rights before the law
Banned polygamy
Universalized divorce and inheritance laws
Supported women’s education and coeducation
Translated the Quran into Turkish, giving Turks the ability to read a non-Arabic book of religion. This was an important step in Turkish nationalism.
What made Ataturk a great leader was the fact that he completely changed a broken nation into the only stable Middle Eastern country of its time. His very title – Ataturk, or Father of the Turks – is symbolic of the tremendous contributions he’s made towards the Turkish nation. For this reason, he is one of the most respected people in history.

“Shakespeare wrote, Einstein thought, Ataturk built.”

Posted in ATATURK, CUMHURİYET - DEMOKRASİ - ÇAĞDAŞLIK, DEMOKRASİ-ÖZGÜRLÜK, DEVRİM VE KARŞI DEVRİMLER, TARİHE - AYDINLANMAYA - CUMHURİYETE NOT DÜŞENLER | Leave a comment

Atatürk’ün Ardında Bıraktığı Miras: 86 Yıldır Onu Arıyoruz

Atatürk’ün Ardında Bıraktığı Miras: 86 Yıldır Onu Arıyoruz

İbrahim ORTAŞ, iortas@cu.edu.tr

Ölümünden 86 yıl sonra, ilkeleri ve düşünceleri bu denli önemsenen, halen dikkate alınan çok az lider kalmıştır dünyada. Yirminci yüzyıla başarıları ve çok yönlü kişiliği ile damgasını vurmuş olan Atatürk, yalnızca toplumumuzda değil, dünyanın dört bir yanındaki mazlum milletler tarafından da sevgi ve saygıyla anılmaktadır.
Bir insanın, düşünceleri, önerileri ve öngörüleriyle sürekli anılması, onun evrensel bir öneme sahip olduğunu gösterir. Bu nedenle, her yıl 10 Kasım, kuru bir anma günü olmaktan çok ötededir; toplumun içtenlikle kutladığı, Atatürk’ün düşüncelerinin önemini daha iyi anladığı bir gündür. Atatürk’ün kısa sürede gerçekleştirdiği işler ve miras olarak bıraktığı eserler, bugün dahi önemi hakkında yapılan konuşmalar ve tartışmalarla canlılığını korumaktadır.

Peki, Atatürk’ün insanlığa ve toplumumuza bıraktığı miras nedir?

Her şeyden önce, dünyanın merkezinde yer alan heterojen ve çok kültürlü bir topluma bağımsız, laik ve demokratik bir Cumhuriyet bırakmıştır. Dünyada pek çok ülke kadın haklarını gündemine dahi almazken, Atatürk, kadın-erkek eşitliğini toplum yaşamına kazandırarak insanların yasalar önünde eşit olduğunu göstermiştir. Belki de hepsinden önemlisi, onun “biricik mirasım” olarak nitelediği “bilim ve aklın yol göstericiliği” ilkesidir.
Aydınlanmanın temeli, egemenliğin kan bağı ile babadan oğula geçen yönetimden, halkın seçme ve seçilme özgürlüğüne dayalı bir yönetim anlayışına geçiştir. Bu anlayış, toplumun her alanda eşit yurttaş olarak ülkenin iradesinde etkin olmasını ve düşünce ile inançlarının serbestçe ifade edilmesini sağlar. Aydınlanmacı yaklaşım, aynı zamanda ülkenin tam bağımsız olmasını, başka ülkelerin etkisinden uzak kalmasını ve özgürlüğünü içerir.
Atatürk, “Benim temel mirasım, aklın ve bilimin temel yol gösterici olarak kabul edilmesidir” demiştir. Aklın ve bilimin yol göstericiliği metodolojisi benimsendiğinde, diğer sorunlar daha kolay çözülebilir. Eğer bireyin zihinsel altyapısı aydınlanmacı felsefeye göre şekillenmişse, insanı insan olarak görmekte ve akıl ile bilimin yolunda analitik düşünceyle sorunların çözümünü kavramışsa, bu kişi uygarlaşma ve gelişme yolunda ilerliyor demektir. Bu yol, aklın özgürleşmesini sağlayan aydınlanma felsefesiyle kavranmaktadır.
Atatürk, bir düşünce ve eylem insanı olarak çağının sorunlarını iyi analiz etmiş ve toplum olarak kaçırdığımız Rönesans ve Sanayi Devrimi’nin yarattığı aydınlanmanın kapısını eğitim yolu ile açmıştır. Bu, özellikle Batı Asya ülkeleri içinde yalnızca Türkiye için büyük bir kazanımdı. Bu nedenle Atatürk, yüzyılın devlet adamı olarak dünya liderleri arasında çok saygın bir yere sahiptir. Bazı uzmanlara göre halen geçen yüzyıldan günümüze liderler arasında açık ara en etkili ve çok yönlü lider konumdadır.

Özetle Atatürk’ün mirası temelde;
Sömürgeciliğe ve emperyalizme karşı bağımsızlığı,
Eşitsizliğe karşı yasalar önünde eşitliği,
Akıl ve bilimin insan yaşamında ve kamu yönetiminin yöntem olarak benimsenmesini,
Eğitim ve bilime dayalı sanayileşmeyi, kalkınmayı ve refah toplumu olmayı,
Öngörü, cesaret, yenilik ve kültür sahibi olmayı,
Otoriterliğe, totaliterliğe ve saltanata karşı “Egemenlik kayıtsız şartsız milletindir” ilkesini vurgulayarak demokrasiyi ve bağımsızlığı anayasal cumhuriyet yolunda tesis etmeyi miras bırakmıştır.
Atatürk’ün bize bıraktığı mirasın farkına vararak ve bu mirası gelecek nesillere aktararak, bağımsız, demokratik ve bilim temelli bir Türkiye inşa etme sorumluluğunun bilinci ile her 10 Kasım’da onun ilkelerini bir kez daha hatırlamak ve anmak büyük bir önem taşımaktadır.

Ölümünün 86’ci Yılında Halen Onu Arıyoruz

Ancak, coğrafyamızdaki insanların bu kazanımın gelişme ve yaşam kalitesini artırma açısından ne kadar önemli olduğunu tam olarak kavradıkları söylenemez. Atatürk ve arkadaşları, ülkenin en önemli sorununun eğitim yetersizliği olduğunu görerek eğitimi temel amaç olarak belirlemişlerdir. Eğitim birliğinin sağlanması ve alfabenin değiştirilmesiyle eğitimin yaygınlaşması sağlanmış; Türk Dil ve Tarih Kurumlarının kurulması, sanayileşme ve tarımsal kurumların geliştirilmesi gibi pek çok yenilik gerçekleştirilmiştir.
Atatürk’ün 14 yıllık aktif yöneticilik döneminde attığı temeller, bugün önemini daha da iyi hissettirmektedir. En önemlisi, aklın ve bilimin yol göstericiliğini topluma rehber olarak sunması, Cumhuriyetin geleceğini gençlere, TBMM’nin geleceğini ise çocuklara emanet etmesi, kurumsal bir sahiplenmeyi göstermektedir. “Egemenlik kayıtsız şartsız milletindir” ifadesinin tüm toplumca anlaşılması dileğiyle, Atatürk’ün anısını derin bir saygıyla yad ediyoruz.
Posted in ATATURK, CUMHURİYET - DEMOKRASİ - ÇAĞDAŞLIK, DEVRİM VE KARŞI DEVRİMLER, TARİHE - AYDINLANMAYA - CUMHURİYETE NOT DÜŞENLER | Leave a comment

“Sezar, İskender, Napolyon ayağa kalkınız, büyüğünüz geliyor…”

Atatürk

Atatürk’ün Selanik’ten çocukluk arkadaşı olan ve 45 yıl boyunca dostluk bağları hiç kopmayan Asaf İlbay’ın anılarından ;

Atatürk’ün çocukluk arkadaşı Asaf İlbay, son bir kez Ata’yı görmek için 20 Ekim 1938 günü, Dolmabahçe Sarayı’na gider. Ancak Seryaver Celal Bey’den artık görüşmeye izin verilmediğini öğrenir. Büyük bir keder ile saraydan ayrılır ve ertesi gün Oğlu Nahit’in tahsili için İsviçre’ye gitmek üzere yola çıkar. Oğlunu üniversiteye kaydettirir ve Paris’te tedavi olur.

İtalya üzerinden yurda dönerken Milano’da “Glararipa de Campari” gazinosunda “Atatürk, 10 Kasım 1938 günü saat dokuzda, gözlerini hayata kapamış, ebediyete kavuşmuştur” anonsu acı acı haykırılır.

İlbay İstanbul’a gitmek için derhal tren biletini alır . Bu arada istasyonda karşılaştığı bir Türk vatandaşı, sabah çıkan gazetelerden birisinde, bir İtalyan profesörünün Atatürk’e dair yazdığı bir yazıyı tercüme eder:

Yazı başlığı şöyledir :

“Sezar, İskender, Napolyon ayağa kalkınız, büyüğünüz geliyor…”


İZLEYİNİZ ;

https://www.youtube.com/watch?v=AJ4f7-N6KYQ&feature=youtu.be 

Posted in ATATURK, DÜNYA ÜLKELERİ | 1 Comment