DENİZLER VE DENİZCİLER 3 * BİR DENİZCİNİN NOT DEFTERİNDEN

BİR DENİZCİNİN NOT DEFTERİNDEN

17 Mart 1884 / Sayfa 1
Beni bu hayatta iyi kötü canlı hissettiren tek şey bu bucaksız deniz. Dişlerimi döken, gözlerimi kan çanağına çeviren karşılığında bana bu temiz havayı bahşeden bu deniz, benim hayatımı oluşturuyor. Yıllarını bir geminin içinde savrularak geçirirsen; karada geçirdiğin her an senin için bir kabusa dönüşür. Ben ve benim gibileri dışarıda pek göremezsin belki liman kenarında yaşıyorsan karşılaşmış olabilirsin. Hepimiz toprağa adım attığımız andan itibaren bir ölüden farksızız.
Anlatacak birçok  ilgi çekici yaşanmış anılarımız var. Ve birçok da deniz, denizci öykülerimiz. Gemilerde çalışmaktan yorgun, yıpranmış vücudumuz, uzun bakımsız saç ve sakalımız, Uzunca zamandır yıkanmamış kirli, yamalı elbiselerimiz   ve de üzerimize yapışan tuzlu su kokusu yüzünden etrafımızdan geçen insanlar bizden uzaklaşır, bar sahipleri bize servis yapmak istemez. Kimimiz bu gerçek ile yüzleşmekten kaçınmaya çalışır. Ardından o kadar sert darbe alır ki kaderine razı olur. Ben de bir dönem senin ve arkadaşlarının arasına karışmaya çalıştım; senin gibi eğlenebileceğime hatta görünebileceğime gençken gerçekten inanıyordum. O günleri eşelediğimde sadece aklıma bana takılan lakapları bulabiliyorum. Hortlak, ucube, şarlatan” ve daha niceleri…
Ben ve benim gibiler hayata doğarak başlamaz. Çünkü yaşadığım yerde eğer denize açılacak cesaretin yoksa hayatta olmanın da bir anlamı yoktur. Üzerimdeki et ve kemik beni ben yapan şeyler değil. Kendimi gerçekleştirmek için acil mürettebat arayan bir gemi ile yola çıkmalı, rüzgâr ve dalgalar yardım ederse en az sekiz ay denizde olmalı, mürettebata paylaştırılan yemek artıklarıyla karışık  şeyleri yemeliyim. Gemideyken bir yandan sonra günler ve saatler birbirine geçer. Çoğu zaman kaç saattir, kaç gündür ayakta olduğumu hatırlamam bile ama saatim beni asla yanıltmaz. Saatim bana “Haydi eski püskü, ıslak ve yamalı giysilerini giyip çalışmaya başla.” der. Ben de saatimin emrine uyup güverteye çıkarım. Emir almak benim kurtarıcılarımdan biri.
Kürek çekmemiz söylendiğinde ise, hızlıca aşağıya koşarız. Belki de binlerce kez karşılaşmamıza rağmen ani fırtınalar asla sağlıklı bir şekilde yönetilemez. Bu rüzgarlar bir gün beni herkesin bildiği “canlı” hayattan savurup beni gecenin kardeşi denizin dibine atacak. Herkesin yerine yerleşip kürekleri tutmasını izliyorum. İnsanların yaratmış olduğu “acele” kavramı kendini sessizliğe bırakıyor. Sessizlik yavaşça boynumuzda solumaya, kirli ceketlerimizin içini önce soğukla, ardından suyla doldurmaya, göğüs kafesimize oturup öksürük olmaya başlıyor. Ona eşlik eden “haydi çek!” sesleriyle tamamen kayboluyor. Dalga ve rüzgârın etkisiyle buradaki aydınlık tamamen yok olacak. Elimdeki kürek, mürettebat git gide daha da siyahlaşacak. Öyle siyah bir hal alacak ki karanlığın bile ötesine geçecek. Bilinen yaşanmış bütün huzursuzluklarımız en gerçek halini alacak.

02 Nisan 1884 /  Sayfa 2
Arkadaşlarım karanlığın gözümüzden daha derine işlemesini geciktirmek için şakalaşıyorlar. Oysa hepsinin her denize açıldığında, her fırtınada korktuklarını biliyorum. Bizim için çalışmak ölümle, kazayla kola kol yürümek kadar doğal. Fakat bizi korkutan ölüm değil, ondan sonra yaşanacaklar, bir denizcinin mezarı olmaz, cesedi çürümeye başladığında onu denize atmak zorunda kalırız. Yeniler hariç ardından ağlayan, ağıt yakan bile olmaz. Hayatımıza kaldığı yerden devam ederiz. Dalga gemimize son tokatlarını atarak bizi olmamız gerektiği yere götürdü. Sanılanın aksine rotadan sapmamak için fırtınada kürek çekmeyiz. Çabamız tamamen alabora olmamak üzerinedir.
Deniz tamamen durulunca, tekrar güverteye çıktım. Geminin kıçından, deniz dipsiz bir kuyu gibi gözüküyor. Eğer ayaklarım böyle yere basmasaydı, kendimin bir gemide değil, denizin dibinde olduğumu hayal ederdim. Geminin diğer ucunda en yakın oda da aletlerimiz mevcut. Bir kısmımız fırtınanın etkisinden daha kurtulamadı. Kurtulanlar olarak odaya gidip bezlerimizi ve sopalarımızı alıyoruz. Dünyadan bu kadar uzak, aynı zamanda dünyanın büyük bir kısmını dolaşmak çok garip. Artık burada soluduğumuz şey havadan ibaret değil. Burnumu her çektiğimde ciğerlerimdeki tuz ile karışan deniz kokusu beni daha çok rahatsız ediyor. Bu koku bana hep sidik kokusundan farksız gelmiştir. Hem acı hem ekşi olan hava ciğerlerimiz üstünde gümüş bir nişan gibi duruyor.
Eğer şanslıysak, güvertede temizlenecek tek şey kumdur. Eğer şanslı değilsek, bütün güverte balık bağırsağı ve yosun ile dolmuştur. Onları tahtadan kazımak o kadar zordur ki, bir yandan sonra ellerin yavaşça kanamaya ve parçalanmaya başlar. Ellerin parçalandıkça daha hızlı kazımaya başlarsın, fakat o yosun orada durmaya devam eder. Bir yandan sonra daha öfkeyle, daha sert kazımaya başlarsın bu aşamadan sonra ellerinin acısını fark etmezsin bile. Bu yüzden temizlik yaparken sinir krizi geçirenlere çok şahit oluruz. Bu öfke dışarı çıkıp, elini salladığında o kişinin hemen etrafında toplanırız. Parçalanan ellerini sıkıca sarar, ağlamasının dinmesini bekleriz. Tüm gün sidik soluyan, çöpten çıkartılmış yemekleri yiyen, ölüm kokan insanların güvertenin temizliğine neden bu kadar önem verdiğini asla anlamadım. Bu benim işim değil, daha önceden yazdığım gibi emir almak benim kurtarıcılarımdan biri.

23 Nisan 1884 / Sayfa 3
Kıç kasarayı kabaca temizledikten, sonra çömelip zemine yapışan artıkları inceledim. Gördüklerim beni şaşkına çevirdi, denizlerde görebileceğim her şeyi gördüğümü düşünürdüm. Fakat bu siyah yosunumsular ile ilk defa karşılaşıyorum. Burada benimle beraber dört kişi çalışacak. Herkes birbirine bakıp onayladıktan sonra zemini kazımaya başlıyoruz. Bu şeyler hem yumuşak hem sert. İlk hamlemde önümde sert bir şey olduğunu düşündüm, ikinci vuruşumda ise paramparça oldular. Zaman geçtikçe etraftaki nefes ve hışırtı sesleri ile ritim tutmaya başlıyorsun. Çalışmaya devam ettikçe koku yayılıyor, soluduğum şey kesinlikle bahsettiğim sidik kokusundan farklı ve ne yazık ki daha rahatsız edici. Daha ağır ve gittikçe daha da ağırlaşan görünmez bir ağırlık. Evet bu beni işimden alıkoymuyor ama sanki bu şey beni her seferinde boğarak öldürmeye çalışıyor gibi hissediyorum. Ben bu denizin içinde olmama rağmen her an avlanabilecek küçük bir hayvanım. Her darbemde bir nefes alıyorum bir korku dışarı veriyorum. Bir sonraki nefesim diğerinin var olmama korkusuyla ciğerlerimin arkasına sığınıyor. İçerideki bu kokunun bir rengi olsaydı herhalde kömürden bile siyah olurdu. Bedenimde dolaşılacak yer bırakmayan bu siyah koku beni takip etmeyi ne zaman bırakacak onu da bilmiyorum. Etrafımda dört bir yana dağılmış üş kişinin her vuruşunu duyuyorum. Darbeleri zemine değil doğrudan göğüs kafesime vurarak içimdeki ölüm korkusunu çınlatıyor. Bu baskı hepsinden daha kötü. Bedenimden çıkmaya çalışan iğrenç sesi susturup çalışmaya devam etmeliyim.

02 Mayıs 1884 / Sayfa 4
Çalışmaya başlamamızın üzerinden tam olarak yarım saat geçti. Sanırım herkes on adımlık yer temizlemiştir. Gözlerim yorgunluktan kapanıp açılmaya başladı. Durup etrafıma baktığımda, diğerlerinin durumunun en az benim kadar kötü olduğunu gördüm. Böyle yerlerde düzenli olarak etrafını kontrol etmek zorundasın. Deliren bir insan kendisinin delirdiğinin farkında olmaz. Eğer çevrendekiler senin gibi ise işine devam edebilirsin. Saatlerce kafa derisine işleyen güneş burada çok fazla insanın delirmesine sebep olur. Delirenlere, cesetlerle yaptığımızın aynısını yaparız. Kokmaya, delilikleri yayılmaya başladığında onları denize fırlatırız. Eğer burada hayatta kalmak istiyorsan olağandışı her şeyin denizin dibini boylamasını sağlamalısın. Çok susadım, ceketimden mataramı çıkarttığımda güverteden bir patlama sesi duyuluyor. Büyükçe bir gümbürtü bu, sallanışımızda bir o kadar büyük ve hissedilir. Birkaç saniyeden uzun sürmeyen bu ses ve sarsıntı herkesin var gücüyle önüne gelen ilk şeye sarılmasına yetiyor. Sanki yelken direğini bıraktığım an bu gemi paramparça olacak.
Nefes bile almadan havayı dinliyoruz, daha doğrusu ses duymayı ya da birisinin bize ne olduğunu anlatmasını bekliyoruz. Gözetleme direğinden inen kişi bize gelmeye başladı. İkisi de nefes almadan öksürüp bir yandan da konuşmaya çalışıyorlar. Daha yaşlı olan kendine gelip soluklandıktan sonra ” Yaratık bu geminin peşinde gözlerini gördüm. Bu gemiyi parçalayana kadar peşimizi bırakmayacak. ” Yaşlı adam konuştukça daha çok rahatlamaya başladım. Bir seferde en fazla iki kişinin sıyırdığına şahit oldum. Çok geçmeden birisini bulmuştuk ve ben hala oldukça normaldim. Bu demek oluyor ki denize en azından delirdiğim için atılmayacağım. Etrafındaki insanların acıyan gözlerle baktığı yaşlı adam, bir süre daha bağırmaya devam etti. Ne yazık ki, “yaratık” hikayesine başka inanan olmadı. Herkes çalışması gereken yere döndü ve işine kaldığı yerden devam etmeye başladı. Kendi alanımı bitirdim ve ardından denizi izlemeye başladım. İlk seferlerimden beri benim için rutinleşen bu eylem artık hiçbir anlam ifade etmiyor. Denizlerde görülmesi gereken her şeyi gördüm ve senin aksine bunun huzur getirdiğini düşünmüyorum. Güverte tarafından geçen ki patlamamadan çok daha şiddetli bir ses duyuldu. Ne olduğuna bakmak için arkamı döndüğüm an ayaklarım yerden kesildi.
This entry was posted in DENİZ VE DENİZCİLİK. Bookmark the permalink.

Leave a Reply

Your email address will not be published. Required fields are marked *