SAĞLIK * ALZHEİMER HASTALIĞI NASIL DÜZELTİLİR

ALZHEİMER HASTALIĞI NASIL DÜZELTİLİR


Amerika Birleşik Devletleri’nde, Alzheimer hastalığı yaşayan yaklaşık 5,4 milyon insan teşhis edilmiştir. Bu rakam yaşlanan nüfus ile hızla büyüyor.

Onlardan biri Steve Newport’du. Karısı Mary Newport bir doktordu. Mary kocasının ciddi Alzheimer hastalığı olduğunu öğrendi. Doktor kocasını hastanede muayene ettiğinde, Steve’den bir saat çizmesini istedi. Bunun yerine, birkaç daire çizdi ve daha sonra mantıksız birkaç figür çizdi. Hiç bir saat gibi değildi!

Doktor onu bir kenara çekti ve şöyle dedi:
“Kocanız çoktan Alzheimer hastalığının eşiğinde!”

Bir kişinin Alzheimer hastalığı olup olmadığının bir testi olduğu ortaya çıktı. Mary o sırada çok üzgündü, ama bir doktor olarak, sadece pes etmeyecekti. Hastalığı incelemeye başladı. Alzheimer hastalığının beyine glikoz eksikliği ile ilişkili olduğunu keşfetti. Araştırması şunları söylüyor:

“Yaşlıların demansı kafasına diyabet gibi geliyor! Birisi Diyabet veya Alzheimer hastalığı semptomlarına sahip olmadan önce, vücut zaten 10 ila 20 yıl boyunca problemleri vardı.”

Dr. Mary’nin çalışmasına göre Alzheimer hastalığı Tip 1 veya Tip 2 diyabetlere çok benzer. Nedeni aynı zamanda insülin dengesizliğidir. İnsülinin bir sorunu olduğu için, beyin hücrelerinin glikozu emmesini önler. Glikoz beyin hücrelerinin beslenmesidir. Glikoz olmadan, beyin hücreleri ölür.

Sonuç olarak, bu yüksek kaliteli proteinler vücudumuzu besleyen hücrelerdir.
Ama beyin hücresimizin beslenmesi glikozdur. Bu iki çeşit yiyeceğin kaynağına hakim olduğumuz sürece, kendi sağlığımızın ustalarıyız!

Bir sonraki soru, nerede glikoz bulmak için? Mağazadan aldığımız hazır glikoz olamaz. Üzüm gibi meyvelerden değil. Alternatif arayışına başladı. Beyin hücreleri için alternatif besinler, ketonlardır. Ketonlar beyin hücrelerinde gereklidir. Ketonlar vitaminlerde bulunamaz.

* Hindistan cevizi yağı * trigliserit içerir. * Hindistan cevizi yağı * içindeki trigliseritler tüketildikten sonra karaciğerde ketonlara metabolize edilir. Bu beyin hücreleri için alternatif besin!

Bu bilimsel doğrulamanın ardından Dr. Mary, kocasının yemeğine * hindistan cevizi yağı * ekledi. Sadece iki hafta sonra, resim ve saat testleri yapmak için tekrar hastaneye gittiğinde, ilerleme inanılmazdı.

Mary şöyle dedi: “O zaman, Tanrı’nın dualarımı duyduğunu mu sandım? Hindistan cevizi yağı işe yaramaz mıydı? Ama başka yolu yok. Her neyse, * hindistancevizi yağını almaya devam etmek daha iyi”.

Dr. Mary artık geleneksel tıp pratiğinin bir parçasıydı. Geleneksel tıbbın yeteneklerini açıkça biliyordu. Üç hafta sonra, onu bir akıllı saat testi yapmak için üçüncü kez aldı, performans son kez daha iyi oldu. Bu ilerleme sadece entelektüel değil, aynı zamanda duygusal ve fizikselti.

Mary şöyle dedi: “Koşmasını yapamadı ama şimdi koşabiliyor. Bir buçuk yıldır okuyamadı, ama şimdi üç ay boyunca * hindistan cevizi yağı * aldıktan sonra tekrar okuyabiliyor.” Kocasının hareketleri zaten değişmeye başlamıştı. Sabahları konuşmadı. Şimdi pek çok değişiklik fark etti: “Şimdi kalktıktan sonra, ruhludur, konuşuyor ve gülüyor. Suyu içiyor ve kendi başına eşyaları alıyor.”

Yüzeyde, bunlar çok basit günlük görevlerdir, ancak sadece kliniğe gelen veya evde akraba olan akrabaları sevinçle karşılaşabilirler: Böyle bir ilerlemeyi görmek kolay değildir!
Hindistan cevizi yağında yeşil soğan ve soğanları kızarttıktan sonra, hindistan cevizli kekler yaptıktan sonra, 2-3 çorba kaşığı hindistan cevizi yağı alındıktan sonra, 2-3 ay sonra gözler de normal olarak odaklanabilir.

Çalışmaları, * hindistancevizi yağının * yaşlılarda demans problemini gerçekten gerilettiğini kanıtladı. Ekmeğe * hindistancevizi yağı * uygulayın. Hindistan cevizi kreması kullanıldığında, tat beklenmedik şekilde iyidir. Gençler ayrıca sağ lığı korumak ve önleme için kullanabilir ve bunama belirtileri varsa düzelebilirler.

Demans, besinlerin beyin hücrelerine taşınamadığı ve besinlerin insülin ile beyinden beyne geçmesi gerektiğinden kaynaklanır. Özellikle diyabetik hastalar için insülin salgılanması kolay değildir. “Beslenme beynine ulaşamaz. Beyin hücreleri açlıktan ölünce, zekadan mahrum kalırlar. ”

* Hindistan cevizi yağı *

* insülin kullanmadan beyne besin sağlayabilen orta zincirli trigliserit içerir.
* Böylece Alzheimer hastalığını ve Parkinson hastalığını iyileştirebilir *.

Posted in Saglik | Leave a comment

İRTİCA * GERİCİ KALKIŞMA * Menemen Olayı; ‘Cumhuriyetin başını kesmek’ * Laik Türkiye Cumhuriyeti’ni tarikatlara, cemaatlere teslim edenler, Cumhuriyeti daha doğarken boğmaya çalışan tarikat isyanı Menemen olayını da unutturmak istiyorlar. Peki ama 94 yıl önce Menemen’de gerçekten ne oldu? Kubilay neden ve nasıl şehit edildi?

Menemen Olayı;
‘Cumhuriyetin başını kesmek’

CUMHURİYET * Sinan Meydan * 25.12. 2024


“Bu ne haldir! Bu, Cumhuriyetin ve bizim başımızı kesmektir…” Mustafa Kemal ATATÜRK


94 yıl önce, 23 Aralık 1930’da, Menemen’de, yedek subaylığını yapan genç öğretmen Asteğmen Kubilay, Cumhuriyet düşmanı bir grup tarikat mensubunun çıkardığı isyanda vahşice katledildi.

Laik Türkiye Cumhuriyeti’ni tarikatlara, cemaatlere teslim edenler, Cumhuriyeti daha doğarken boğmaya çalışan tarikat isyanı Menemen olayını da unutturmak istiyorlar. Peki ama 94 yıl önce Menemen’de gerçekten ne oldu? Kubilay neden ve nasıl şehit edildi?


İSYANA HAZIRLIK

1930’da Manisa’da Giritli Derviş Mehmet adında biri ortaya çıkıyor. Nakşibendi tarikatına giriyor. Çevresindeki birkaç kişiyi “Mehdi” olduğuna inandırıyor.

Derviş Mehmet, 7 Aralık’ta, Şamdan Mehmet, Sütçü Mehmet, Mehmet Emin, Nalıncı Hasan, Küçük Hasan ve Çakıroğlu Ramazan adlı 7 müridiyle birlikte “mehdiliğini” ilan etmek için harekete geçiyor.

7 Aralık sabahı Derviş Mehmet ve müritleri Manisa’dan Paşaköy’e geçiyorlar. Birkaç gün burada Derviş Mehmet’in bacanağının evinde kalıyorlar. Burada bir taraftan zikirlere devam ederken diğer taraftan silahlanıyorlar. Birkaç gün sonra Kıtmir adlı köpeği de yanlarına alıp müritlerden Sütçü Mehmet’in köyü Bozalan’a gidiyorlar.

Bozalan köyüne geldiklerinde müritlerden Çakıroğlu Ramazan gizlice kaçıyor. Böylece 6 kişi kalıyorlar. Burası Rumeli göçmenlerinin yaşadığı bir köydür. Köy halkı fazla dindar değildir. Derviş Mehmet ve müritleri bu köyde göze batınca Sümbüller Dağı’nda bir kulübe yaptırıp 15 gün kadar orada kalıyorlar. Her gün zikir yapıp esrar içiyorlar. Derviş Mehmet, burada “mehdiliğini” ilan ediyor.

22 Aralık gecesi, Kıtmir’i de yanlarına alarak Bozalan köyünden ayrılıyorlar. Şimdiki hedefleri Menemen’dir. Plana göre orada bir gece Hoca Saffet Efendi’nin yanında kalıp gerekli öğütleri ve telkinleri alacaklar, sonra da İstanbul’daki Nakşi Şeyhi Hoca Esat Efendi’ye telgraf çekip isyanı başlatacaklar.


İSYAN

Tarih: 23 Aralık 1930, salı, 

Yer: Menemen…

Mehdiliğini ilan eden Derviş Mehmet ve müritleri, 3 tüfek, 4 tabanca, yüzlerce mermi, balta, testere, kılıç ve bıçak gibi silahlarla şafak vakti Menemen’e varıyorlar. Çektikleri esrar nedeniyle dumanlı kafalarla Menemen’e giriyorlar ancak ne yaptıklarının da farkındalar.

Saat: 07:15.

Derviş Mehmet ve müritleri, sabah namazında Müftü (Gazez) Camisi’ne giriyorlar. Başı sarıklı Derviş Mehmet, cemaatin şaşkın bakışları arasında şunları söylüyor: “Aziz cemaat! Ben mehdiyim! Dinimizi korumak için buraya geldim! Beni dinleyin!” Bu sırada müritlerden Nalıncı Hasan, camide mihrabın yanında duran ve üzerinde Fetih Suresi’nin birinci ayetinin yazılı olduğu yeşil sancağı alıyor.

Derviş Mehmet ve müritleri tekbir getirerek ellerindeki yeşil sancakla camiden çıkıyorlar. Menemen sokaklarında dolaştıktan sonra Belediye Meydanı’na geliyorlar. Halkı o yeşil sancak altında toplanmaya çağırıyorlar.


Saat: 07:40.

Belediye Meydanı’nda 80-100 kişi birikiyor. İsyancı yobazlar ellerindeki yeşil sancağı meydana dikiyor. Derviş Mehmet, meydana toplanan halka, “Ey ahali! Başlarınızdaki şapkaları atınız ve şu sancağın altından geçerek bize katılınız!” diye sesleniyor. Öğleye kadar o sancağın altında toplanmayanların, arkalarındaki 70 bin kişilik halife ordusu tarafından kılıçtan geçirileceğini söylüyor. Kalabalık gittikçe artıyor. Toplanan kalabalığın bir bölümü müritlere katılıp zikre başlıyor.

Bu sırada bazı vatandaşlar olayı Emniyet güçlerine haber veriyor. Tekbir seslerinin yükseldiği meydana önce Bölük Komutanı Jandarma Yüzbaşısı Fahri Bey geliyor. Niçin toplandıklarını soruyor. Derviş Mehmet, “Ben mehdiyim! Şeriatı ilan ediyorum! Bana kimse dokunamaz! İzmir-Bergama yolu adamlarım tarafından tutulmuştur. Yolumdan çekil!” diyor. Yüzbaşı Fahri Bey, kalabalığın dağılmasını istiyor ancak kalabalık dağılmıyor. Fahri Bey tedbir almak için oradan ayrılıyor. Bunun üzerine halkın bir bölümü Derviş Mehmet’i alkışlıyor. Böylece Derviş Mehmet ve müritleri daha da cesaretleniyor.


KATLİAM

Jandarma Bölük Komutanı Yüzbaşı Fahri Bey, telefonla 43. Alay’dan yardım istiyor. Alay Komutanlığı da asıl işi öğretmenlik olan Asteğmen Kubilay’ı bir müfrezeyle olay yerine gönderiyor. Kubilay, silahını bile almadan ve emrindeki erler de sadece manevra mermileriyle olay yerine hareket ediyor.

Kubilay, birliğini meydanın bir köşesinde bırakarak tek başına cezbeye tutulmuş öfkeli kalabalığa doğru ilerliyor. Kalabalığın ortasındaki Derviş Mehmet’e, “Siz kimsiniz? Hükümete isyan mı ediyorsunuz? Çabuk dağılın!” diye bağırıyor. Kubilay’la Derviş Mehmet arasında itiş-kakış yaşanıyor. Bu sırada Kubilay vuruluyor. Genç asteğmen kanlar içinde yere yıkılıyor. Mustafa Muğlalı’nın Genelkurmay Başkanlığı’na gönderdiği 26 Aralık 1930 tarihli rapora göre birliğin başındaki çavuşlar önce hareketsiz kalıyor, sonra firar ediyorlar. Böylece Derviş Mehmet ve müritleri daha da cesaretleniyor. Bu sırada yaralı Kubilay, camiye sığınmak istiyor, ancak on on beş adım ötedeki cami avlusuna kadar gidebiliyor ve orada düşüyor. Bu sırada hiç kimse Kubilay’a yardım etmiyor. Cumhuriyetin genç asteğmeni, “yobaz öfkeye” teslim ediliyor.

Derviş Mehmet ve müritleri, Kubilay’ın yanına gidiyorlar. Derviş Mehmet, yaralı asteğmeni sürükleyerek binek taşına götürüyor. Müritlerden Alioğlu Hasan, torbasından bir bıçak çıkarıp Derviş Mehmet’e veriyor. Bu, çiftçilerin bağ bahçe işlerinde kullandıkları, asma budadıkları, ucu kıvrık, tırtıllı büyük bir bıçaktır. Derviş Mehmet, elindeki bıçakla genç Cumhuriyetin genç öğretmeni Asteğmen Kubilay’ın başını gövdesinden ayırıyor. Bazı görgü tanıklarının anlatımına göre Derviş Mehmet, avuçlarıyla Kubilay’ın kanını içiyor.

Derviş Mehmet, elindeki başı, caminin önündeki büyükçe bir taşın üzerine koyarak “Gördünüz mü? Kâfirlerin akıbeti işte budur!” diye bağırıyor. Sonra, yeşil sancağın tepesine taktığı kesik başı, meydana getirtip orada bir elektrik direğine bağlıyor.

Derviş Mehmet “Kalkın ahali! Müslümanlığı kurtaralım!” diye bağırıyor. İşin daha da acı yanı, oradaki kalabalık Derviş Mehmet’i alkışlıyor.

Bu sırada olay yerine gelen iki bekçi; Bekçi Hasan ve Bekçi Şevki, isyancı yobazlara ateş etmeye başlıyorlar. İsyancılardan birini yaralayan bu bekçiler de isyancıların açtığı ateşle şehit ediliyor.

Bir süre sonra Yüzbaşı Ragıp Bey ve Yüzbaşı Bahri Bey komutasında makineli tüfek takviyeli iki bölük olay yerine geliyor.

“Teslim olun!” çağrısına Derviş Mehmet, “Ben mehdiyim! Bana kurşun işlemez!” diye cevap veriyor. Derviş Mehmet’in üzerinde Şeyh Ahmet Muhtar’ın yazdığı bir muska var. Derviş Mehmet buna güveniyor.

Başlayan ateşte Derviş Mehmet, Şamdan Mehmet, Sütçü Mehmet öldürülüyor. Mehmet Emin yaralanıyor. Nalıncı Hasan ve Küçük Hasan ise kaçıyorlar ancak çok geçmeden yakalanıyorlar.


İRTİCA OLAYI

Menemen olayı, başından itibaren “Cumhuriyet karşıtı bir irtica olayı” olarak görülüyor.

Menemen olayı gerçekleştiğinde Cumhurbaşkanı Atatürk, İçişleri Bakanı Şükrü Kaya’yla birlikte Trakya gezisindedir. Edirne’de Kemalköy’de belediyede olayı öğrenen Atatürk’ün ilk tepkisi şudur: “Bu ne haldir! Bu, Cumhuriyetin ve bizim başımızı kesmektir. Bundan bütün Menemen sorumludur. Bu kasaba ‘ville modite’ (lanetli şehir) ilan edilmeye müstahak olmuştur.”

Atatürk, 28 Aralık 1930’da Genelkurmay Başkanı Fevzi Paşa’ya gönderdiği yazıda bu olayı “irtica teşebbüsü” diye adlandırıp şöyle diyor: “Kubilay Bey’in şehadetine mürtecilerin gösterdiği vahşeti, Menemen’deki ahaliden bazılarının alkışla onaylamaları, bütün Cumhuriyetçi ve vatanperverler için utanılacak bir hadisedir.”


Halk Dostu, 28 Aralık 1930

TBMM, 1 Ocak 1931’de Menemen Olayı’nı görüşmek için toplanıyor. Başbakan İsmet Paşa, Menemen Olayı’nın üç aylık bir hazırlığın sonucu olduğunu, bu olayla bir kere daha dinin kullanılmak istenildiğini belirtip “laikliğe” vurgu yapıyor. Konuşmalardan sonra Menemen ile Balıkesir ve Manisa merkezde sıkıyönetim ilan edilmesi kabul ediliyor.

Atatürk 7 Ocak 1931’de Çankaya Köşkü’nde bir toplantı yapıyor. Toplantıya Başbakan İsmet Paşa, Meclis Başkanı Kazım Paşa, Milli Müdafaa Vekili Zeki Bey ve Sıkıyönetim Komutanı Fahrettin Paşa katılıyor. Bu toplantıda Atatürk, olayın siyasi boyutunun araştırılmasını, olayla ilgisi olanların mutlaka cezalandırılmasını, verilen idam hükümlerinin hemen infaz edilmesini, alkışlayan ve olaya seyirci kalan Menemen halkının göç ettirilmesini istiyor. İsmet Paşa, çok ağır yaptırımlara karşı çıkıyor. Bunun üzerine Atatürk, Menemen’in “ville modite” (lanetli şehir) ilan edilmesi ve halkının göç ettirilmesi gibi ağır yaptırımlardan vazgeçiyor.

1 Ocak 1931’de TBMM’de yapılan oturumda Menemen Olayı “Cumhuriyet karşıtı bir irtica olayı” olarak adlandırılıyor. Menemen Türk Ocağı, “Bu irtica baskınını unutma!” diye başlayan bir bildiri yayımlıyor. Bütün okullara Kubilay’ın resmi asılıyor. Kubilay’ın Menemen’de öğretmenlik yaptığı “Zafer” okuluna “Kubilay” adı veriliyor. Kubilay’ın eşine ve çocuklarına “vatana hizmet maaşı” bağlanıyor. Atatürk’e, olayı kınayan telgraflar çekiliyor. Pek çok ilde irtica karşıtı mitingler yapılıyor. 31 Aralık 1930’da İstanbul Darülfünunu’nda “İrticayı Telin Mitingi” yapılıyor. Orada Hukuk Mektebi Müderrisi Muhiddin Adil Bey şunları söylüyor: “Arkadaşlar aslında imha edilmek istenen Kubilay değildir, bu Kubilay timsalidir. Caniler, şuurla hareket etmişler, yeniyi, hürriyeti, medeniyeti, gençliği ve Cumhuriyeti imha etmek istemişlerdir…” Gazeteler, Menemen olayını “Cumhuriyet karşıtı bir irtica olayı” olarak okurlarına aktarıyor.


YARGILAMA SONUCU

Menemen, hem 1929 ekonomik buhranından en çok etkilenen hem de -kapatılan- 1930 SCF muhalefetinin en güçlü olduğu yerlerden biridir. Ayrıca göçmenlerin yoğun olarak yaşadığı bir yerdir. Göçmenlerin hem geçim hem uyum sorunları vardır.

Menemen’de, halifeliğin kaldırılması, kılık kıyafet devrimi, tekke ve zaviyelerin kapatılması gibi laik karakterli devrimlere içten içe tepki duyan insanlar vardır. Burada Nakşibendi tarikatının faaliyetleri gizliden gizliye devam ediyor. Şeyh Esat’ın Manisa’da Nakşibendiliği yaymak için görevlendirdiği Laz İbrahim Hoca bölgede bir tarikat iklimi yaratıyor. Nitekim Menemen olayı öncesinde Manisa’da tarikat toplantıları, zikir ayinleri yapılıyor.

Menemen iddianamesinde, Menemen olayı “tarikat ağacının zehirli meyvesi” olarak adlandırılıyor.

Menemen yargılamaları sırasındaki ifadelerden ve olayın gelişiminden de bu vahşetin temelinde medrese kültürünün ve tarikat yapılanmasının yer aldığı görülüyor.

Kubilay’ın başını kesen yobazlar, Kehf Suresi’ndeki “Ashabı Kehf” kıssasına dayanmak istiyorlar. Derviş Mehmet’in Manisa’dan Menemen’e gelişindeki dinsel simgeler bunu kanıtlıyor: Derviş Mehmet’in kendini “Mehdi” ilan etmesi, ayın 7’sinde 7 kişi yola çıkmaları (hicret etmeleri), sürekli zikirler ve tekbirlerle motive olmaları, yanlarına “Kıtmir” adlı bir köpek almaları, camiden aldıkları yeşil sancak, “bana mermi işlemez” söylemi, muska ve son olarak kesik baş bir dinsel sahne oluşturuyor. Bu sahnede Ashabı Kehf Mağarası yerinde ise Bozalan’da sığındıkları ahşap kulübe var.

Soruşturma sonunda olayla ilgili 606 kişi tutuklanıyor. İstanbul’da Nakşi Şeyhi Erbilli Şeyh Esat Efendi de tutuklananlar arasındadır. Mustafa Muğlalı Paşa  başkanlığındaki Divanı Harbi Örfi, Menemen sanıklarını iki grup olarak yargılıyor. Ele geçirilen delillerden, İstanbul’da yaşayan Şeyh Esat Efendi’nin, Laz İsmail Hoca aracılığıyla Derviş Mehmet ile ilişki kurduğu anlaşılıyor. Tekke ve zaviyelerin kapatılmasından sonra Şeyh Esat Efendi, müritleri köşkünde ağırlamış ve hatta onlarla mektuplaşmıştır. Mahkemede bazı sanıklar deli numarası yapıyor. Yargılamalar sırasında -kadın istismarından, esrarkeşliğe kadar- tarikat, cemaat bataklığı, olanca çirkefliğiyle gözler önüne seriliyor. Duruşmalar sonunda Menemen olayının Naşibendi tarikatı ileri gelenlerince planlanan bir irtica olayı olduğu görülüyor. Mürtecilerin, 1930 yerel seçimlerinde SCF’ye oy veren Menemenlilerin kendilerine yardım edeceğini düşündüğü anlaşılıyor.

Yargılanan 105 sanıktan 27’si beraat ediyor, 37’sine idam cezası veriliyor. TBMM, 37 idam kararından 28’ini onaylıyor. Geride kalanlara ise 24 ile 1 yıl arasında hapis cezası veriliyor. İdam cezaları 4 Şubat 1931’de infaz ediliyor.


23 Aralık 1930’da Menemen’de sadece genç öğretmen Asteğmen Kubilay’ın değil, onun şahsında aslında Atatürk’ün kurduğu laik Cumhuriyetin boğazı kesilmek istendi. Tarikat, cemaat bataklığı büyüdükçe laik Cumhuriyetin boğazını kesmek isteyen yeni Derviş Mehmetler yetişmeye devam edecektir.


KAYNAKÇA

Hâkimiyeti Milliye, 29 Aralık 1930.

Hâkimiyeti Milliye, 5 Ocak 1931.

Osman Selim Kocahanoğlu, Divan-ı Harp Zabıtlarına Göre Menemen ve Kubilay Olayı, İstanbul, 2013.

Sinan Meydan, “Cumhuriyetin Boğazına Dayanan Bıçak: Menemen Olayı”Sözcü, 24 Aralık 1918.

Sinan Meydan, “Tarikat Ağacının Zehirli Meyvesi Menemen Olayı”Sözcü, 23 Aralık 2019.

Sinan Meydan, “R. Tayyip Erdoğan’ın Tarih Tezlerine” El-cevap, 11. bas., İstanbul, 2019.

TBMM Zabıt Ceridesi, D.3, İ.4, C.24, s.3.

TC Resmi Gazete, 3 Şubat 1931, S.1716, s.1.

Yaşar Şahin Anıl, Mahkeme Tutanaklarına Göre Menemen İrtica Olayı Davası, İstanbul, 2007.

Posted in DİN-İNANÇ, İrtica, MENEMEN OLAYI - KUBİLAY, SİNAN MEYDAN, SİYASAL İSLAM, TARİKAT VE CEMAATLAR, YOBAZLIK - GERİCİLİK | Leave a comment

KUTUPLAŞMA * KRAVATLI TERÖRİŞKO!!!

Posted in VİDEOLAR, Yılmaz Özdil | Leave a comment

DENİZCİLİK TARİHİNDEN * PARASINI ÖDEDİĞİMİZ HALDE ALAMADIĞIMIZ GEMİLER SULTAN OSMAN VE REŞADİYE

DENİZCİLİK TARİHİ

Naci Kaptan 24 Aralık 2024


PARASINI ÖDEDİĞİMİZ HALDE ALAMADIĞIMIZ
GEMİLER SULTAN OSMAN VE REŞADİYE

HMS Agincourt denizde HMS Erin’in dümen suyunda

Dünya konjonktürünün donanmasız yakalanamayacağını, hele Osmanlı İmparatorluğu konumunda bulunan bir devletin bahriyesinin çok kuvvetli olması gerektiğini düşünen Sultan Abdülaziz ordu ve donanmayı modernleştirmiş, Tophane Fabrikaları ve İstanbul Tersanesini Avrupa’daki benzerleri ile boy ölçüşebilecek bir seviyeye getirmişti.

İstanbul Tophane fabrikalarında zamanın en modern tüfek ve topları yapılıyor, tersanede yeni gemiler inşa ediliyordu. Abdülaziz saltanatının sonlarına doğru 30’u zırhlı ve 74’ü ahşap olmak üzere toplam 104 parça gemi ile Osmanlı Donanması sayısal olarak, İngiliz Donanmasından sonra Fransa ile birlikte dünyanın ikinci büyük deniz kuvveti haline gelmişti.


II. MEŞRUTİYET SONRASI
Sultan Abdülaziz döneminde ağır dış borç yükü ile oluşturulan bu güçlü Osmanlı Donanması, 1877-1878 Osmanlı-Rus Harbi’nde etkin bir rol oynayamadığı ve yenilgiyi önleyemediği gerekçesiyle II. Abdülhamit’in otuz üç yıllık istibdat yönetiminin ihmal ve baskısı ile Haliç ve Nara’da çürümeye terk edilmişti .

Osmanlı Donanması’nda bu dönemde eksik olan ne gemi, ne de personel idi. Eksik olan tek unsur bilgi ve tecrübe idi.

II. Meşrutiyet’in ilanı ve sonrasında II. Abdülhamit’in tahttan indirildiği 27 Nisan 1909 tarihine gelindiğinde; donanmayı teşkil eden gemi sayısı fazla olmasına rağmen bunlardan iki zırhlı, iki kruvazör, üç zırhlı korvet, iki torpido kruvazörü ve on sekiz torpidobot dışında kalanlar değil savaşmak, denize çıkacak ve hatta onarılabilecek durumda dahi değildi.

Personeli ise eğitim yapmadığından denizcilik ve savaş yeteneklerinden yoksundu. 1903 yılında İngiliz yetkililerine bilgi veren Kraliyet Armadası I. Lordu Earl Jelbourne, donanma için “mevcut bile değil”, İngiliz Amirali Mark Kerr de “Türklerin mizaç itibarıyla denizci bir ulus olmadıklarını” belirtmişti.

Son dönemlerde neredeyse süreklilik kazanan toprak kayıplarını önlemek ve Osmanlı Donanmasını eski günlerindeki gibi kuvvetli bir donanma haline getirmek isteyen Osmanlı Hükümeti, 18 milyon liralık donanma programı hazırladı. Ancak programı uygulamak için ihtiyaç duyduğu parayı hazineden karşılayamıyordu. Bu aşamada İttihat ve Terakki ile yakın ilişkileri olan Alman Askeri Ataşesi Binbaşı Von Stremple, hükümete savaş gemileri yapımı için fonların artırılması amacıyla ulusal katılımın öngörüldüğü Alman Flottenverein (Donanma Cemiyeti) benzeri bir organizasyon kurulmasını önerdi.

Teklifi olumlu olarak değerlendiren hükümet de sine-i millete döndü ve 19 Temmuz 1909 tarihinde “güçlü bir Donanma için ayda bir kuruş” kampanyasıyla zamanın ünlü ticaret adamlarından Yağcı Şefik Beyin başkanlığında ‘Donanma-i Osmani Muavenet-i Milliye Cemiyeti’ (Donanma Cemiyeti)’ni kurdu. Cemiyetin ana amacı “Ege’deki deniz kuvveti gücü dengesini muhafaza etmekti”.

Yunanlıların Averof zırhlısını donanmalarına katmaları milletteki modern gemi arzusunu büsbütün kamçılamış, Donanmanın güçlenmesi milli bir dava haline gelmişti.

Müslümanlara mahsus Kurtuluş Yolu başlıklı halka parasız dağıtılan broşürde, “Balkan Harbi sırasında Averof zırhlısı nedeniyle Osmanlı Donanması Ege’ye açılamamış, Selanik ve Ege’deki Osmanlı Adalarını savunamamıştı. Yine Averof nedeniyle İzmir’den, Beyrut’tan, Rumeli’ye asker sevkıyatı yapılamamıştı. Tek bir Yunan gemisi Osmanlı Donanmasının elini kolunu bağlamıştı…”.

Cemiyet; ‘Trablusgarp donanmasızlıktan yanıyor’, ‘Donanma ianesine koş’ gibi başlıklarla yayımlanan sayısız makaleler ile milleti şehirlisi ve köylüsüyle seferber etmiş, yaşlılar kefen, genç kızlar çeyiz paralarını vererek cemiyetin parasal varlığı bir yılın sonunda 750.756 altın Lirayı bulmuştu. Cemiyetin gelirlerinin temelini, ‘hamiyet sahiplerinin verdikleri her türlü iane akçeleri’ teşkil ediyordu. Yardım miktarını artırmak için o günün şartlarında çeşitli komisyonlar kurulmuştur. Piyango komisyonu, nakliye gemileri komisyonu, sergi komisyonu, kibrit ve sigara kağıdı komisyonu bu heyetlerden bazılarıdır.

Önemli para yardımlarında bulunanlara ‘Donanma İane Madalyası’ adı altında bir de madalya veriliyordu. Cemiyete gelir sağlamak maksadıyla II. Sultan Abdülhamid’in şahsi servetine dahi el konularak tarihi değeri olanların dışındakiler satılarak Cemiyete gelir sağlanmıştır.

Cemiyetin çıkardığı mecmuada şöyle deniyordu.
“1326 (1910) senesi Mart idi. Donanma-i Osmani Muavenet-i Milliye Cemiyeti, milletin hamiyetinin feveranı karşısında hayretler içinde kaldı. Çünkü teşekkül tarihinden ancak dokuz ay geçtiği halde, hayatım, varlığım milletim ilerdeki azametine yoracak bir hale getirmişti. İşte bu şükran beyanı ile mecmuamız ikinci sene-i devriyesini idrak etmektedir…. Muhteşem Osmanlı! Sen, o nihayetin sahillerinde Osmanlı zırhlısı bekleyecek senelerce elim, haysiyet kırıcı demler geçirdin. Artık o teesürün çok sürmeyecek. Çünkü ilk hareket büyük bir himmet azmi ile başladı. Artık komşuları düşündürmeye başlayan ilk filo, sahillerimizde gezmiyor. Yarın büyük bir filo, gaspedilmek mutad olan Osmanlılık hakkını şanlı toplarıyla müdafaa edecek. İşte ilk adım! Sen o hatveyi takip et… Fütur etme, tereddüt etme; her zaman söylüyoruz, hakikat yaman, istikbal müthiştir.”

Devletin ve milletin menfaatlerini ön planda tutarak çalışan Cemiyet, Osmanlı kamuoyunda o kadar hızlı yayılmıştı ki her il, ilçe hatta mahallelerde cemiyetin birer şubesi açılmıştı. Haziran 1911 itibarıyla 44 merkez ve buna bağlı 331 şubeden oluşan Cemiyet doğal olarak sadece Anadolu’nun dar sınırları içine sıkışıp kalmamış, İmparatorluğun bütün sathına yayılmış, hatta Almanya’da bile birkaç Türk hekiminin teşebbüsüyle ‘Berlin Donanma Cemiyeti’ kurulmuştu.

Bütün fikir adamları, şairler, öğretmenler, doktorlar, tüccarlar ve bir çok karacı subay derneğe katılmış, ücretsiz olarak vazife almışlar ve yapılan propagandalara katılmışlardı. Yeni ve kuvvetli bir donanmaya sahip olmak isteyen halkın topladığı paralar, devletin denizcilere verdiği bütçeyi çok aşmıştı. Yapılan yardım bir hafta içinde 60.000, sekiz ay içinde 762.000 altın lirayı buldu. Bu miktar Şubat 1912 başında iki milyon altın liraya yaklaşmış ve gemi alınabilecek duruma gelinmişti.

1913 kongresinde adı ‘Osmanlı Donanma Cemiyeti’ olarak değiştirilen Cemiyet, ‘Bahriye Programında’ gösterilen ve devletin acil ihtiyaçları olarak belirlenen gemileri satın almıştır ki bu gemiler; asker naklinde kullanılmak üzere İngiltere’den alınan Reşit Paşa, Mithat Paşa, Giresun, Kemal Reis, Piri Reis adları verilen beş nakliye vapuru ile Almanya’dan alınan Barbaros ve Turgut Reis zırhlıları, Yadıgar-ı Millet, Gayret-i Vataniye, Numune-i Hamiyet, Muavenet-i Milliye muhripleridir. Gemilerin hangi ülkeden alınacağı da genellikle devletin dış siyasetine bağlı olarak belirlenmiştir.

II. Meşrutiyet öncesindeki gibi kuvvetli bir Donanma özlemi içinde olan Osmanlı Devleti İngiltere’ye iki drednot siparişinde bulunmuştu. Osmanlı’nın denizde silahlanma gayretlerine paralel olarak, Yunanistan’da balkanlarda ve Ege Denizi’nde Osmanlı’ya karşı kuvvetli gayesiyle silahlanma yarışına girmişti.

İtalya’da tamamlanan ‘Averof’ zırhlısının 1911 yılı Nisanında Yunanistan Donanmasına katılması Ege’deki kuvvet dengesini Yunanlılar lehine bozmuş ve Osmanlı Hükümeti’ni, hazırlanan on yıllık Hükümeti Bahriye Programının uygulanmasına zorlanmıştır. Donanma Cemiyetinin faaliyetleri hükümetçe desteklenmiş ve 28 Şubat 1910’da kabul edilen ‘Bahriye Olağanüstü Bütçe Kanunu’ ile gemi alım fonuna beş milyon lira ayrılmıştır.


Sultan Osman Zırhlısı – HMS Agincourt zırhlısı

Reşadiye Zırhlısı – HMS ERIN

Hükümet ilk olarak Elswick’teki Vickers Ltd. şirketine iki dretnot sipariş etmiştir. Bu dretnotlardan birincisine ‘Sultan Reşat V’ kısaca ‘Reşadiye’ diğerine de ‘Fatih’ adı verilmiştir. Reşadiye’nin bedeli 2.304.712 liraydı.

Özellikle denizlerde üstün olma gayreti içinde olan Arjantin ile Brezilya arasında amansız bir çekişme vardı. Brezilya’nın 1910 yılında Mina Graes ve Sao Paolo dretnotlarını alması karşısında Arjantin de deniz gücü dengesini Almanya’dan sipariş ettiği gemilerle sağlamıştı. Üstün olma gayreti içindeki Brezilya 1911 yılında Rio de Janerio adını verdiği zamanının en büyük drednotunu İngiliz Armstrong Şirketine sipariş etmişti.

Ancak şirket tarafından geminin 1913 yılına kadar tamamlanamaması ve Brezilya’nın Arjantin ile arasındaki sorunları çözümleyerek saldırmazlık paktı imzalaması, Brezilya’nın Rio de Janerio isimli dretnotu satışa çıkartması ile sonuçlanmıştı . İnşa halinde olan Rio de Janerio’nun satışına ilişkin olarak 28 Aralık 1913 yılında açılan ve Yunanistan’ın da iştirak ettiği ihalede gemi Osmanlı hükümetince 3.387.475 liraya satın alınmış ve bu gemiye ‘Sultan Osman-ı Evvel’ adı verilmiştir.

Bu gemiler modern Osmanlı Donanmasının temelini oluşturacak, alınacak bu gemilerin Donanma’ya katılması ile Yunanlıların Averof zırhlısına karşılık, Osmanlı Donanması’nın üç zırhlısı olacaktı. Bu sayede de İmparatorluk Ege’de Yunanistan ile boy ölçüşebilecek duruma gelecekti.

Yapılan sözleşme gereğince 1914 yılı ortalarında tamamlanması planlanan Sultan Osman ve Reşadiye’yi teslim alıp yurda getirmek üzere, 7 Ocak 1914 tarihinde Sultan Osman drednotuna Hamidiye’nin efsanevi kahramanı Binbaşı Hüseyin Rauf (Orbay) Bey, Reşadiye’ye de Gv.Kur. Binbaşı Vasıf Bey komutan olarak atandırılmıştı. Her iki geminin personeli 1914 yılı Nisan ayı başlarında Donanma Cemiyeti vasıtasıyla toplanan yardımlarla alınan ‘Reşid Paşa’ vapuruyla İngiltere’ye hareket etmişti.

Armstrong firması da Temmuz 1914’te gemiyi teslime hazır hale getirmişti. Aslında gemilerden Sultan Osman’ın ilk taksiti ödenmiş geminin inşası Mayıs ayı içinde tamamlanmıştı. Osmanlı Hükümeti gemiyi bir an önce anavatana getirmek istiyordu. Goeben zırhlısının Mayıs 1914 ortalarında yaptığı İstanbul ziyaretine paralel olarak İngilizlerde Amiral de Robeck’i Inflexible zırhlısı ile İstanbul’a göndermişti. Amiral Bahriye Nazırı Cemal Paşa’ya yaptığı ziyaretlerde ‘Sultan Osman’ın İstanbul’a intikali için ne gibi tedbirler alındığını soruyor ve Yunanlıların gemiyi batıracaklarını bu konuda gerekli karşı tedbirlerin alınması gerektiğini’ söylüyordu.

Bu sorular üzerine Yunanlıların düşmanca bir harekette bulunabileceğinden şüphelenilerek Sultan Osman’ın, Reşadiye bitirilene kadar İngiltere’de kalmasına ve iki geminin birlikte intikal ederek Ağustos başlarında Donanma’nın Girit açıklarında gemileri karşılamasına karar verilmiştir. Temmuz ayının ilk günlerinde Reşadiye de hazır olunca bu defa ayrılmalarını geciktiren bir sürü mazeretler ortaya çıkarılmış, sürat ve silah tecrübeleri devamlı olarak geciktirilmişti.

1914 yılı Haziran ayı sonlarında Osmanlı ajansının gazetelere gönderdiği bir telgrafa göre, Sultan Osman dretnotunun seyre hazır olduğu, Reşadiye’nin inşası birkaç ay daha sürecekse de, top tecrübeleri yapılmaksızın Sultan Osman ile birlikte temmuz ayında geleceği bildiriliyordu. 22 Haziran tarihinde Londra’da yayımlanan bir gazetede çıkan haber de “Sultan Osman’ın inşasının tamamıyla bittiği boya gibi teferruat işlerinin sonra da tamamlanabileceği teslim işleminden önceki gerekli tecrübelerin henüz yapılmadığı, geminin yakın bir zamanda hareket edebilecek bir durumda bulunduğu ve Reşadiye’nin hareketinin biraz daha uzayacağı” belirtilmekte idi.

O günlerde yurdun her tarafında sonsuz bir sevinç hüküm sürüyor ve zırhlıların bir an evvel yurda gelmesi bekleniyordu. Gemilerin sularımıza gelişlerinde karşılanması için hazırlıklar yapılıyor, bu maksatla donanmanın Marmaris’e kadar bir gezi yapması da düşünülüyordu.

Sultan Osman dretnotunun sekiz yüz doksan bin sterlin borcu kalmıştı. Bu para, geminin tesliminden evvel İngiltere hükümetine ödenecekti. Reşadiye için 1914 yılında yüz doksan bin sterlin verilecek ve kızakta bulunan fatih zırhlısının seksen bin İngiliz lirası taksidi yatırılacaktı.


AVUSTURYA VELİAHTI’NIN ÖLDÜRÜLMESİ
Bu sırada tüm Avrupa bir savaş havasında idi. Milliyetçilik akımları ve maddi menfaatlerin siyasal bunalımlarla bütünleştiği Avrupa ve Balkanların beklediği savaş kıvılcımı, Bosna-Hersek’in Avusturya tarafından ilhakına bir tepki olarak Avusturya Macaristan Veliahdı Arşidük Ferdinand’ın eşi ile birlikte 28 Haziran 1914’te Gavrilo Princip adlı bir Sırplı tarafından Saraybosna’da öldürülmesi ile geldi. Bismarck’ın kehaneti doğru çıkmıştı. Balkanlardaki şeytan işi bu çılgınca olay, Avrupa’daki savaş adlı barut fıçısını ateşlemişti. 28 Temmuz’da Avusturya’nın Sırbistan’a ilan ettiği savaşa 1 Ağustos’ta Rusya ve Almanya’da dahil olmuştu.

Büyük devletlerin güvenini kaybetmiş olan Osmanlı İmparatorluğu diplomatik yalnızlığına son vermek amacıyla bu süreçte ve öncesinde taraftar devlet arayışına girişmiştir. Temel hedefi İmparatorluğun varlığını korumak amacıyla savunma siyaseti takip etmek olan Osmanlı Devlet adamları, bu maksatla İngiltere, Fransa ve Rusya ile ittifak girişimlerinde bulunmuş ancak olumlu bir netice alamamıştır. Bu dönemde tek başına ayakta kalabilecek gücü uzun zamandan beri yitirdiğine inanan ve varlığını Avrupa devletleri arasındaki çıkar ilişkileri üzerine kurulan dengeden yararlanarak sürdüren Osmanlı İmparatorluğu, Kırım Savaşında toprak bütünlüğünü garanti altına alan İngiltere ve Fransa tarafından terk edilmesi üzerine, tek başına kalmış ve zorunlu olarak Almanya’ya yönelmiştir.

1914 yılı 28 Temmuz’unda başlayan ittifak görüşmeleri neticesinde, 2 Ağustos’un ilk saatlerinde, Sadrazam Sait Halim Paşa’nın yalısında İçişleri Bakanı Talat Bey, Savaş Bakanı Enver Paşa, Meclis Başkanı Halil Bey ve Alman Büyükelçisi’nin katılımıyla I. Dünya Savaşının başlangıç tarihinin hemen ertesi günü beş kişi gizli bir şekilde Osmanlı-Almanya İttifak Antlaşması imzalamış, 2 Ağustos günü de tüm İmparatorlukta seferberlik ilan edilmiştir.

GEMİLERE EL KONUYOR
Sultan Osman, 3 Ağustos 1914 tarihinde Türk denizcilerine teslim edilecekti. Son taksidi olan yedi yüz bin liranın 2 Ağustos tarihinde ödenmesinden yarım saat sonra Bahriye Birinci Lordu Churchill, İngiltere’nin yakın bir tehlikenin eşiğinde olduğunu ileri sürerek İngiltere Hükümeti’nin gemiye ambargo koyduğunu açıklamıştı. ‘İngiltere Hükümeti bu ambargoyu 1912’de benimsenen İngiliz acil durum planlarına dayanarak yapmıştı’. Sultan Osman ile birlikte Reşadiye ve kızakta bulunan Fatih zırhlılarına da el konmuştu. ‘İngiltere’nin bu kararı İstanbul’da şok etkisi yapmıştı’. İngiltere Osmanlı-Almanya ittifak Anlaşmasına tepkisini bu şekilde göstermişti.

İngiliz Hariciye Bakanı Sir Edward Grey yapılan bu basit korsanlığı Osmanlı Hükümeti’ne resmi olarak bildirirken, Osmanlı Hükümeti’nin bu kritik zamanda İngiltere’nin kendi ihtiyaçlarından dolayı neden gemilere el koymayı gerekli bulduğunu anlayacağına emindi. Osmanlı’nın mali kaybına çok üzüldüklerini ve zamanı geldiğinde Kraliyet Hükümeti’nin bunu dikkate alacağını belirtiyordu. Yapılan açıklamada da tazminat vermekten hiç bahsedilmiyordu. Bu durum karşısında Osmanlı Hükümeti’nce gerekli protestoda bulunulmasına rağmen, ‘İngiliz hükümeti hangi devlete ait olursa olsun İngiltere Tersanelerinde yabancı devletler adına inşa edilen hiçbir geminin İngiltere sahillerinden uzaklaşamayacağını açıklıyordu’.

4 Ağustos’ta, Londra elçiliğimize gönderilen bir bildiri ile bu gemilerin tüm personeli yurda çağrıldı. Rauf ve Vasıf Beylerin komutasındaki personel, Reşit Paşa vapuru ile İngiltere’den ayrılarak 21 Ağustos 1914’te yurda döndü.

Savaş gemilerimize bu şekilde el konulması gerek diplomatik alanda, gerekse İstanbul basınında geniş yankı uyandırmıştır. Londra Büyükelçisi A. Tevfik Paşa konuya ilişkin olarak İngiltere Hükümeti yetkilileri ile yaptığı görüşmelerin neticesini Osmanlı Hükümetine gönderdiği 5 Ağustos 1914 tarihli raporda:

‘İngiltere Hükümeti’nin iki savaş gemimize el koyduğunu ve subaylarımızı gemilerden çıkarmaya davet ettiğini öğrenince İngiltere Dışişleri Müsteşarlığı ile görüştüm. Bu tedbirlerin Amirallikçe görülen lüzum üzerine alındığını söyledi. Bu olayın gemilere (kesin bir şekilde) el konulması mı sayılması gerektiğini sordum. Gemilerin İngiltere Hükümeti’nce satın alınmasını gerektirmediğini, şimdilik bir ihtiyati tedbir olduğunu, İngiltere Hükümeti’nin bunları satın almakta veya uygun göreceği zamanda bize geri vermekte serbest olduğunu’ söylediği belirtiliyordu.

İngiltere Kralı 25 Ağustos’ta ‘bu savaş gemilerinin kısa bir müddet için alıkonulduğunu, bundaki amacın İngiltere’nin menfaatinin Osmanlı İmparatorluğu’nun tarafsızlığının devamı olduğu, savaş sonunda geri verileceği ve bu hususun Osmanlı padişahı tarafından bilinmesi gerektiği’ açıklanmıştır. Aynı günlerde gemilerin bedelini isteyen Talat Paşa’ya ise İngiltere’nin Osmanlı Büyükelçisinin cevabı; ‘bu zırhlıların İngiltere Hükümeti tarafından geçici olarak alıkonulmasından bu kadar müteessir olan millet bunların İngiltere’ye satılmasını nasıl kabul eder? Almanya’nın da güdümünde olarak İngiltere ve onun yandaşlarına karşı her gün tehditte bulunan bir hükümete (Osmanlı Hükümeti’ne) birkaç milyon kazandıramayız’ idi.

Bu açıklamaların yapıldığı tarihlerde Goben ve Breslau’ın 80 milyon marka satın alındığı Osmanlı Hükümeti’nce tüm dünya’ya ilan ediliyordu.

3 Ağustos 1914 yılından itibaren Sultan Osman, Agincourt, Reşadiye’de Eren isimlerini alarak İngiliz Kraliyet Donanması’nda hizmete girdiler. HMS Agincourt, Albay Hanry Dowty komutasında Dördüncü Harp Filosu ve Jutland savaşı sırasında Birinci Harp Filosu emrinde görev yapmıştır. I. Dünya Savaşı hitamında İkinci Harp Filosu’na katılmış ve 1919 yılında rezerve olarak ayrılmasına karar verilmiştir. İngiltere Hükümeti I. Dünya Savaşı’ndan sonra gemiyi satışa çıkartmış ancak alıcı çıkmadığından 19 Aralık 1922’de hurda olarak Rosyth Ship Breaking şirketine satılmıştır. HMS Eren ise Albay Victor Stanley komutasında I. Dünya Savaşı’na katılmış ve 1922 yılında Agincourt gibi o da hizmet dışına ayrılarak aynı tarihte Cox-Danks isimli İngiliz gemi söküm şirketinin elinden kendisini kurtaramamıştır.


HARP TAZMİNATI
Sultan Osman’ın tamamen, Reşadiye’nin büyük kısmı ve fatih dretnotunun da ilk taksiti olmak üzere o devirde ödenmiş bulunan bedelleri, Lozan görüşmelerinde İngiltere’den istendiyse de bu paralar, Harp tazminatına karşılık tutularak geri verilmemiştir.

Cumhuriyet döneminde Bahriye Vekaleti’nce Türk-İngiliz Muhtelit Mahkemelerinde aşağıda belirtilen başlıklar altında altı dava açıldı. Bu davalar I. Dünya Savaşı ve önceki dönemlerde ödenmiş ancak geri alınamamış paralar ile ilgiliydi. Ne var ki bu davaların hiçbirisi kazanılamadı.

– Ismarlanan (Reşadiye, Sultanı Evvel) Türk zırhlılarına kömür vermek üzere ödenen 2000 İngiliz Lirası,
– Mesudiye zırhlısının cephane ve sandıkları için ödenen 500.000 İngiliz Lirası,
– Reşadiye zırhlısı için ısmarlanan cephane bedeli olarak ödenen 500.000 İngiliz Lirası,
– Sultan Osman zırhlısına torpido imal etmek için ödenen 7.200 İngiliz Lirası,
– Donanma’daki çeşitli gemilerin yedek parçaları ihtiyaçları için ödenen 10.000 İngiliz Lirası.

Yıllar sonra Rauf (Orbay) konuya ilişkin olarak şöyle der; “O muhteşem SULTAN OSMAN’ın süvarisi olarak kahraman bahriyelilerimle dünya limanlarına ziyaret tatlı rüyam idi. Gemiyi alacağımız gün, İngiliz devletinin kararını öğrenince nefret ve hiddetten kalbimin nasıl durmadığına hala şaşıyorum. Aradan seneler-devirler geçti. Cumhuriyetin büyükelçisi 1942-1944 yılları arası Londra’da iken, 1913’de Bahriye Birinci Lordu olan Winston Churchill, İngiltere Başbakanı idi. Çok yakın dostluk ve bana gösterdiği hususi sevgi ve iltifatın sebepleri arasında bu acı olayın mahcubiyeti var mıdır diye zaman zaman düşünmüşümdür. İngilizler, SULTAN OSMAN’ın aynını kendileri içinde yapmışlardı. Devrini tamamladığı için sökülmesini bekliyorlardı.

Churchill’in davetlisi olarak bir gezide rastladığımızda gözlerim takıldı ve durdum. Çok zeki muhatabım, durakladığımı görünce samimiyetle kolumu tuttu; ‘ Evet hiç hakkımız yoktu. Biliyorum. Ama dostluklar böyle acı ve tatlı hadiselerin üzerinde daha tatlı duruyor.’ dedi . Vatan müdafaası için canı-kanı ile beraber nesi var, nesi yoksa veren alicenap milletimin hakkına el koyan devlet haksızlığının itirafını da teselli sayarak sustum”.


GEMİLERİN ÖZELLİKLERİ

SULTAN OSMAN-I EVVEL – HMS Agincourt

TİPİ : Muharebe Gemisi
İNŞA EDİLDİĞİ YER : Newcastle
YAPIMCI FİRMA : Sir W.G Armstrong Co.Ltd.
SİPARİŞ TARİHİ : 1911
KIZAĞA KONMA TARİHİ : 14 Eylül 1911
DENİZE İNİŞ TARİHİ : 22 Ocak 1913
SEYİR TECRÜBELERİ : Ağustos 1914
HİZMETE GİRİŞ : Ağustos 1914 (HMS AGINCOURT)
TEKNE : Çelik
BOYU : 204.7 m.
ENİ : 27.1 m.
SU ÇEKİMİ : 8.2 m.
DEPLASMANI : Boş 24.200 ton, tam yük 27.500 ton.
MAKİNE TAHRİKİ : Buhar Türbinli
ANA MAKİNA : 4 türbinli, 34.000 shp, Parsons
KAZAN : 22 Babcock & Wilcox
YAKIT KAPASİTESİ : 3200 ton kömür, 620 ton mazot
PERVANE SAYISI : 4
AZAMİ HIZI : 22.42 Kts.
SEYİR SIASI : 4500 mil (10 kts. İle)
SİLAHLARI : 7 adet çift namlulu 12”top, 20 adet 6” top,
10 adet 76 mm. Top, 3 adet 21” torpido
SULTAN OSMAN’ın 12” ve 6” top mevkileri


REŞADİYE – HMS Erin

TİPİ : Muharebe Gemisi
İNŞA EDİLDİĞİ YER : Elswick/İngiltere
YAPIMCI FİRMA : Vickers Ltd.
SİPARİŞ TARİHİ : 8 Haziran 1911
KIZAĞA KONMA TARİHİ : 1 Ağustos 1911
DENİZE İNİŞ TARİHİ : 3 Eylül 1913
SEYİR TECRÜBELERİ : 1914
TEKNE : Çelik
BOYU : 170,5 m
ENİ : 27,9 m
SU ÇEKİMİ : 8,5 m
DEPLASMANI : Boş 23.000 ton, tam yük 25.250 ton
MAKİNA TAHRİKİ : Buhar Türbinli
ANA MAKİNA : 4 Türbinli, 26500 shp, Parsons
KAZAN : 15 Babcock & Wilcox
PERVANE SAYISI : 4
AZAMİ HIZI : 21 kts
PERSONEL : 1070
SİLAHLARI : 5 adet çift namlulu 32’likTop
16 adet 15’lik Top
4 adet 533 mm torpido kovanı


KAYNAKÇA

• BESBELLİ Saim, “Tarihte Türk Donanma Cemiyeti”, Derya, 22 (Temmuz 1963).
• BÜYÜKTUĞRUL Afif, Osmanlı Deniz Harp Tarihi ve Cumhuriyet Donanması, III, Deniz Bas., İstanbul, 1983.
• CEMAL Behçet, Hatıralar, Selek yay, 1959.
• ÇOKER Fahri, Bahriyemizin Yakın Tarihinden Kesitler, Dz. K. yay., Ankara, 1994.
• FROMKİN David, Barışa Son Veren Barış, Sabah Kitapları, İstanbul, 1993.
• GÜLEN Nejat, Şanlı Bahriye, Kastaş yay., İstanbul, 2001.
• HERGÜNER Mustafa, Cumhuriyetimizin Başlangıç Yıllarındaki Denizciliğimize İlişkin Bir İnceleme, İstanbul Deniz Ticaret Odası Yay., İstanbul, 2003.
• KARAL Enver Ziya, Osmanlı Tarihi, VII, TTK. yay., Ankara, 1983.
• KUTAY Cemal, Yüzyılımızda Bir İnsanımız, III, Kazancı Tic. A.Ş., İstanbul, 1992.
• LANGENSİEPEN Bernd & GÜLERYÜZ Ahmet, 1828-1923 Osmanlı Donanması, Denizler kit., İstanbul.
• MÜTERCİMLER Erol, Destanlaşan Gemiler, Kastaş yay., İstanbul, 1987.
• NOYAN Bahri S., “Sultan Osman Reşadiye Dretnotları”, Hayat Tarih Mecmuası, I/5 (1 Haziran 1969).
• NOYAN Bahri S., “Birinci Dünya Harbinden Evvel Türk Bahriyesi”, Hayat Tarih Mecmuası, I/5 (1 Mayıs 1976).
• ÖKE Mim Kemal – MÜTERCİMLER Erol, Sultan Osman, e yay., İstanbul, 1991.
• ÖNDEŞ Osman, “Donanma Cemiyeti”, Hayat Tarih Mecmuası, I/6 (Temmuz 1966).
• ÖNDEŞ Osman, “Drednot Savaşı”, Hayat Tarih Mecmuası, I/2 (1 Şubat 1976).
• ÖZÇELİK Selahittin, Donanma-yı Osmanı Muvanet-i Milliye Cemiyeti, TTK yay., Ankara, 2000.
• TOPRAK Zafer, “Balkan Harbi, Averof Zırhlısı ve Osmanlı Kimliği”, Donanma K.lığı 1nci Deniz Harp Tarihi Semineri, 2003.
• Donanma K.lığı Deniz Tarihi Arşivi, Ferda Anoğul Arşivi, 32, 15/32.
• Donanma K.lığı Deniz Tarihi Arşivi, Raşit Metel Arşivi, 3, 3/85.

Posted in DENİZ VE DENİZCİLİK, Tarih | 1 Comment

BIRAK DÜŞMANIN ANLATSIN

BIRAK DÜŞMANIN ANLATSIN

Turgut Özakman


Bazı çevreler M. Kemal’in Çanakkale’deki rolünü küçültmek, hatta hiçe indirmek için yırtınıyorlar. Bunun için sahte tarihler, söylentiler, hayaller imal ediyor, gerçeğe ihanet ediyorlar.

Diyanet İşleri Başkanlığı bile Çanakkale günü ile ilgili hutbede M. Kemal’in adını anmayarak bu çevrelerin gerçekle ilgisi olmayan iddialarını desteklemiş oldu. Müslümanlık vefasızlığı, kadirbilmezliği, gerçeği saklamayı caiz görür mü? Bu konuda acaba düşman ne diyor? Çanakkale ile ilgili İngiliz resmi tarihi diyor ki:

NE SÖYLENSE AZDIR

“Çanakkale’de geleceği elinde tutan komutan, üstün şahıs, M. Kemal’di. Çanakkale muharebelerinde göstermiş olduğu çok yüksek sevk ve idare, fedakárlık ve feragat, her türlü övgünün üzerindedir ve bu hususta ne söylense azdır.

Başlangıçta M. Kemal Paşa, Gelibolu Yarımadası’nda, bir pidaye tümeninin başında, harbin sevk ve idaresi yönünden çok dikkati çeken, açık bir deha örneği vermiştir. 25 Nisan’da Arıburnu çevresindeki durumu derhal kavramış olmakla, Anzak Kolordusu’nun karaya çıktığı ilk günde, hedefine erişememesini ve mağlubiyetini sağlamıştı. Bu önemli bir sebep olarak, İngiliz kuvvetlerinin kıyıda saplanıp kalmaları sonucunu doğurmuştu.

İngilizlerin hakim noktaları elde edemeyerek dar kıyıda sıkışıp kalmaları ve 9 Ağustos’ta (Suvla-Anafartalar kesiminde) İngiliz Kolordusu’nun iflas ve hezimetinin de başlıca sebebi yine Gazi M.Kemal’den başkası değildi. (Birinci Anafartalar zaferi)

Gelibolu Yarımadası’ndaki başarısı yalnız bu da değildir.


ÇANAKKALE’NİN KADERİ

Anafartalar’da İngiliz Kolordusu’nun ileri hareketini durdurup hezimete uğrattıktan 24 saat sonra, bir başka cephede, Türk ordusuna parlak bir zafer sağlamıştır. Bizzat yaptığı keşif sonunda Conkbayırı’nda İngilizlere parlak bir karşı taarruz yapmıştır. İşte bu taarruzla kazanılan zafer sonunda Türkler, Çanakkale Boğazı’na hakim olan Sarıbayır sırtına yerleşmiş ve kesin olarak orada tutunmuşlardır. Bir daha İngilizler bu hakim yeri ele geçirememiş ve Türklerle savaşamamışlardır.

Bu suretle M. Kemal Çanakkale savaşlarının kaderinde tek tayin edici rolü oynamış, Çanakkale’nin kaderini tayin etmiştir.

Kısacası Gelibolu muharebeleri, bütünüyle M. Kemal’in üstün deha ve zekásıyla etkili olduğu bir tarihi anlatır.” (Belgelerle Türk Tarihi Dergisi, sayı 32/ Ekim 1987)

İşte böyle.

Her türlü küçüklük bir araya gelse, bir büyüklüğü örtemez!

Kitaptan Türk kelimesi çıksın

ANADOLU’da yurtseverler, bağımsızlık ve milli namus için kan dökerken İstanbul’da bazı yazarlar milliyetçiliği aşağılıyor, milli direnişe karşı çıkıyorlardı. Falih Rıfkı Atay bu dönemin havasını şöyle özetliyor: Mütareke edebiyatında cinayet yerine geçen şeylerden biri de Türklerde milliyet duygusu uyandırmaktı.”

Maarif Nazırı Fahrettin Rumbeyoğlu, okul kitaplarından “Türk” kelimesinin çıkarılmasını emreder. Bazı aydınlar Türk olmadıklarını açıklarlar. Hürriyet ve İtilafçı Filozof Rıza Tevfik Bölükbaşı, bir Fransız gazetesine şu demeci verir: “İngilizlerden çok şey öğrendim. Fransız medeniyetine hayranım. Bende duygu ve düşünce bakımından beğenilecek ne varsa, sizindir. Bende fena olan her şeyin kaynağı benim!”

Bir intihar ve teslimiyet belgesi olan Sevres Antlaşması’nı işte bu kafa imzalayacaktır.

Denizler arslanı

İŞGALCİLER Mondros Ateşkes Antlaşması gereğince deniz kuvvetlerimize de el koymuş, donanma Haliç’e hapsedilmişti. Bu hapishaneden yalnız Alemdar kaçabilmiş, Haliç’e sığmayan Yavuz ise İzmit’te gözaltına alınmıştı. Haliç’teki gemiler arasında Balkan Savaşı, Çanakkale Savaşı gibi savaşlar sırasında ünü parlamış gemiler vardı. Bunlardan biri de Muavenet-i Milliye adlı muhrip idi.

Çanakkale savaşları sırasında Gelibolu Yarımadası’nın Anadolu’ya bakan kesimindeki birliklerimiz, kıyısında bugünkü Çanakkale Anıtı’nın bulunduğu Morto Koyu’nda mevzilenmiş iki İngiliz zırhlısının açtığı yan ateşlerden çok zarar görüyorlardı. Çok iyi korunan bu iki dev zırhlılardan kurtulmak şarttı.


IŞIKLAR SÖNMÜŞTÜ

Bu zor görev Yüzbaşı Ahmet Saffet Bey’in komutasındaki küçük Muavenet-i Milliye muhribine verildi.

Üç torpido yüklenen Muavenet, 12 Mayıs 1915 günü gün batarken demir aldı, Boğaz’daki mayın hatlarını, derin bir sessizlik içinde gizli yollardan geçti. Son mayın hattının yakınında durarak, gece yarısını bekledi. Bütün ışıklarını söndürmüştü. Gece yarısı harekete geçti, Rumeli kıyısını çok yakından izleyerek ilerledi. Duman çıkmaması için kazanları da söndürmüşlerdi.

Son mayın hattını da arkada bırakarak bir hayalet gibi Boğaz ağzına yaklaştı.

Morto Koyu’ndaki iki dev zırhlı göründü. Güven içinde olduklarını sanarak birçok ışıkları açık bırakmışlardı. Muavenete yakın olanı Goliath zırhlısıydı. Aralarında 300-400 metre vardı.

Hedefe ulaşılmıştı.


SÖYLE, PAROLA!

Aynı anda zırhlıları koruyan muhripler Muavenet’i fark ettiler. Biri hemen ışıldakla Muavenet’e parola sordu. Her şeyi üç-beş saniyeye sığdırmak gerekiyordu. Ahmet Saffet Bey vakit kazanmak için ışıldakçıya “Çabuk, sen de parola sor!” dedi. Birkaç saniye görevin yerine getirilmesini sağlayabilirdi. Işıldakçı, İngiliz muhribine parola sorarken komutan üç torpidonun da hedefe gönderilmesini ve geminin tam yolla geri dönmesini emretti.

Muavenet mürettebatına yüzyıl gibi gelen o birkaç ölümcül saniye geçti ve gecenin koyu sessizliği içinde korkunç bir patlama duyuldu. Bir yanardağ havaya ateş püskürtmüştü sanki. Patlayış kızıllığı içinde gemi ve insan parçaları uçuyordu. Bir saniye sonra bir patlama daha duyuldu. Bir saniye sonra bir kez daha.

13.150 tonluk Goliath zırhlısı üç saniye içinde 570 mürettebatıyla birlikte Boğaz’a gömüldü. İngilizler yaşadıkları bu faciadan sonra ikinci zırhlıyı da Morto Koyu’ndan geri çektiler.

(Denizciliğimizle ilgili (Alemdar gemisinin öyküsü dahil) fotoğraflar Deniz Kuvvetleri Komutanlığı’nın “İstiklal Harbi’nde Bahriyemiz” adlı değerli yayınından alındı.)

Vatan sağ olsun

TERÖR gazisi Koray Gürbüz ve Hüseyin Özlük, terör şehitlerinin yakınlarına yazdıkları son mektupları derleyip bir kitapta topladılar: “Bizden Size Selam Olsun, Şehit Mektupları.” Şehit gençlerin ailelerine yazdıkları son mektuplar ve ailelerinin açıklamaları yürek titretmekle kalmıyor, Türk ailesinin birçok özelliklerini de gösteriyor. Bu özellikler çok kısaca şöyle özetlenebilir: Aile ve yurt sevgisi. 1.9.1990’da Diyarbakır’da şehit olan İsmail Var’ın annesi, mektupları derleyenlere yazdığı mektubu şöyle bitiriyor: “…Bu son konuşmadan sonra biricik oğlumuzun şehit olduğu haberi geldi… Yıkıldık. Perişan olduk. Ama ne yapayım, vatan sağ olsun!”

DİYOR Kİ

’Türk çocuğu ecdadını tanıdıkça daha büyük işler yapmak için kendinde kuvvet bulacaktır.’ 1924

Posted in ATATURK, TARİHE - AYDINLANMAYA - CUMHURİYETE NOT DÜŞENLER | Leave a comment

TÜRK DENİZCİLİK TARİHİNİN KARA GÜNÜ 1 MART 1958 ÜSKÜDAR VAPURU FACİASI

TÜRK DENİZCİLİK TARİHİNİN KARA GÜNÜ
1 MART 1958 ÜSKÜDAR VAPURU FACİASI


Üsküdar Vapuru, 1927 yılında Almanya’da FR. Scnichau AG şirketi tarafından yapılmıştır. Ancak yapım yılı ile ilgili önemli bir kaynak farklılığı vardır. Bir başka kaynağa göre vapur 1901 yılından önce inşa edilerek denize indirilmiş ve Bremen’de feribot olarak hizmete girmiştir.

Vapur ilk kez denize girdiğinde tek katlı olup 240 yolcu kapasite ve 12 deniz mili sürat yapabilmekteydi. Ağırlığı 148 Grosston, boyu 33,1 metre, eni 6,6 metre olup tek uskurluydu.

Şirket-i Hayriye tarafından 1926 yılında satın alınmadan önce yapılan yenileme çalışmalarıyla vapurun makinaları 350 beygir gücüne yükseltildi. Tekne yüksekliği arttırılarak  ve toplam Yolcu kapasitesi de artırılarak 344 kişi yapıldı.

Ancak değişiklik planının daha sonrasında vapurun aleyhine bir sonuç Doğurduğu anlaşılacaktır. Teknenin su altında kalan 2.75 metre derinliğine karşılık su üzerindeki yüksekliği 5.33 metreye ulaşmış vapurun dengesi bozularak kritik duruma gelmiştir. (Bunun anlamı şudur; Kaba dalga ve fırtınalı havalarda sancak/ iskele yatan gemi belli bir açıdan sonra doğrulamayarak yan yatacak,  ters yüz olacaktır.)


Üsküdar Vapuru Faciası ve Facianın Tanıkları
Üsküdar Vapuru, 1927 yılından itibaren hizmete girmiştir. İstanbul Boğazında sayısız sefere imza atmıştır. Gemi 1927 yılında İzmit Körfezi hattına gönderildi.

İzmit Körfezinde; İzmit, Kazıklı, Değirmendere, Ereğli, Karamürsel, Darıca, vapur iskeleleri mevcuttur. Körfezde bulunan İlçeleri kıyıdan birbirine bağlayacak bir kara Yolunun gelişememesi, deniz ulaşımının daha kolay, ekonomik olması, deniz seferlerini mecburi kılmaktaydı.

İzmit körfezindeki vapur seferlerinin yönetimi Denizyolları’nın İstanbul’daki şehir hatları içine alındı. Mart 1956 tarihinde Denizcilik Bankası, İstanbul-İzmit arası vapur seferlerini kaldırdı.

Gelen tepkiler nedeniyle İstanbul, İzmit arasında yapılan seferler yeniden başladı. 14 Temmuz 1957 günü İzmit’ten hareket edip Gölcük’e gitmekte olan Şirket-i Hayriye döneminden kalma Suvak Vapuru batma tehlikesi geçirdi.

Bu olay 16 Temmuz 1957 tarihli Kocaeli’nin yerel gazetesi Bizim Şehir’de, “Muhtemel Bir Facianın Şahidiyiz” manşeti ile duyuruldu. Gazetenin iddiasına göre 600 kişi kapasitesi olan vapura 1000-2000 arası yolcu alınarak faciaya davetiye çıkarılmıştı.

olaydan kısa bir süre sonra Suvak Vapuru seferden alınarak yerine Üsküdar Vapuru gönderildi. Ancak Üsküdar Vapurunun, Suvak’tan daha genç olmasına rağmen donanım durumu ve bakımsızlığı nedeniyle hizmet süresinin sonuna yaklaşmış yaşlı bir gemi idi. Kocaeli basını ısrarla körfezde sefer yapan vapurların yaşlı ve elverişsiz durumlarını haber yapmasına rağmen şirket Körfez’e başka bir gemi göndermedi.

ÜSKÜDAR VAPURU 1 Mart 1958 tarihinde İzmit Körfezindeki ring seferini yapmak için sefer saatini beklemeden saat 12.27’de Üsküdar Vapuru, İzmit iskelesinden yola hareket ederek diğer iskelelere gitmek üzere Gölcük ve Karamürsel iskelesine doğru hareket etti.

Kaptan Mehmet Aşçı’nın yönetimindeki buhar, normal hareketli saati olan 12.35’ten önce hareket etmesinin nedeni bu konuda araştırma kitabı yazmış olan Ertan Ünal’ın aktarımına göre, Kaptanın fırtınanın geldiğini görerek, bir an önce yola çıkarak daha korunaklı olan Gölcük İskelesine sığınma düşüncesidir.

Saat 12.05’te bir PTT memuru, İzmit Liman reisi Kenan Özer’e Karamürsel iskelesinden Üsküdar Vapuru ve Kars Motoruna iletilmek üzere acil bir haberin olduğu bildirildi. Karamürsel İskelesindeki memurlar, İzmit’e doğru Karamürsel şiddetli bir fırtınanın gelmekte olduğu ve Karamürsel Vapuru ile Kars Mavnasının sefere çıkmamaları ve açıkta demirlemeleri gerektiğini bildirdi.

Ancak Kaptan Mehmet Aşçı’nın yönetimindeki Üsküdar Vapuru iskeleden hareket etmişti. Vapurda, İzmit Lisesi, İzmit Kız Enstitüsü ve İzmit Erkek Sanat Enstitüsü öğrencilerinin olduğu dörtyüz civarında yolcu almış ve tekne fazla sayıdaki yolcusuyla gemi kapasitesinin üzerine çıkmıştı.

Bu arada Fırtına gittikçe şiddetini arttırıyordu. Karamürsel Vapuru Derince Petrol Ofisinin Önlerine geldiğinde fırtınan hızı 130 km’ye ulaşmıştı. Kabaran dalgaların ve fırtınanın gücüne dayanamayan Üsküdar vapurunun makina dairesine ve vapurun ikinci mevkiine su dolmaya başladı.

Vapurun batacağını anlayan Kaptan Mehmet Aşçı, tekneyi 500 metre civarında mesafedeki sahile baştankara yapmak için sahile dümeni kırdı. Bu çabasına rağmen Üsküdar Vapuru yan yattı ve batmaya başladı. Geminin batma zamanının saat 12.40 olduğu kaza kurbanlarının kollarındaki saatlerin tam bu saatte durmuş olduğu görüldü.

Saat 12.45’te Donanmanın üssü olan Gölcük’e geminin battığı haberinin ulaşması üzerine alarma geçen ve aralarında Preveze, Gür ve Sakarya denizaltılarının da bulunan Donanma gemileri hemen hareket ederek  Üsküdar’ın battığı yere ulaştılar.

Kaza yerine ilk varanlardan Albay Kemal Kaya, 2 Mart 1958 tarihli Şehir gazetesine verdiği beyanda olay noktası vardığında deniz üzerinde çok fazla cansız bedenle karşılaşması üzerine çok derin üzüntüye düştüğünü aktarmaktadır.

Derhal kurtarma çalışmalarıı başlamasına rağmen fırtına ve büyük dalgalar nedeniyle ve yaşanana paniğin de katkısıyla çok büyük sayıda yolcu hayatını kaybetti. Ölenlerden çoğu okullarından çıkarak evlerine dönmekte olan öğrencilerdi.

Faciada İzmit Erkek Sanat Enstitüsünden 35, İzmit Lisesinden 32, Kız Sanat Enstitüsünden 5 öğrenciyi de kaybetmişti. Diğer bir konuda hayatını kaybedenlerin gerçek sayısı ve isimleri netleştirilemedi.

İç İşleri Bakanı Namık ve Kocaeli Valisi Ekmel Çetinel’in kriz masası etrafındaki bilgilerini tek elde toplayıp resmi bir açıklama yapmamalarından dolayı facianın insan kaybı şu anda halen net değil. Araştırmacı Ertan Ünal kaybı 240 kişi olarak vermektedir. Bir başka araştırmacı olan Furkan Batur, olaydaki kayıpların sayısını 272 olarak söyledi.

Atilla Oral, yapmış olduğu basın taramasından sonra Akşam gazetesinin 2 Mart 2001’deki haberinde can kaybının 272, Hürriyet gazetesinin 2 Mart 2006 güncel haberdeki can kaybının 392, Doğan Haber Ajansı’nın 1 Mart 2007 tarihindeki haberde can kaybının 380’i, Gölcük Haber Gazetenin 27 Mart 2006 tarihli sayısında haberde ise can kaybının 393 şekilde görüldüğü tespit edilmiştir.

Yapı Kredi Yayınları tarafından yayınlanan Cumhuriyet Ansiklopedisinde
toplam yolcu sayısı 293, can kaybı 272 olarak verilmektedir.

Vapurda belirlemelere göre 430 can yeği, 35 can simidi ve 2 adet üzerinde altışar kişilik filika bulunuyordu. Can kaybını arttıran bir diğer faktör yolcular arasında yaşanan panik ve Üsküdar’ın çok kısa zamanda batmış olmasıdır.

Kazadan sonra Türkiye genelinde radyolardaki müzik yayınlarına ara verildi. Ulusal yas ilan edilmemekle beraber ülke kara mateme boğuldu. Üç gün süren arama-kurtarma çalışmalarının ardından 8 Mart 1958’de batığın çıkarılma işlemine geçildi. 19 Mart günü Deniz Kuvvetlerinin yoğun uğraşları sonucu 35 metre derinlikten vapurun enkazı çıkarıldı. Vapurun batma nedeni olarak ilk incelemelerde bazı tekne saçlarındaki yırtılmaların neden olduğu anlaşıldı.

Vapurun ahşap kaptan köşkü fırtınasının koparak ayrı bir yerde battığı saptandı. Vapur 13 Temmuz 1958 tarihinde İstanbul’a getirildi. Onarımının mümkün olan parçaların değiştirilmesi değiştirilerek hurdaya çıkarıldı.

Vapurun çıkartılması çalışmalarında Deniz Kuvvetlerinde görevli Dalgıç tim Komutanı Yarbay Vedat Dora ve Kurtaran gemi kaptanı Nazım Orkun beraberinde ve de dalgıçlar bulunmaktaydı.

Bu ekip ve bir rapor sundu. Rapor Deniz Trafiği ve Tahlisiye Uzmanı Yüksek Makine Mühendisi Arif T. Taner tarafından 13 Mart 1958 tarihli Yeni Gün gazetesinde duyuruldu;

Özet şöyledir:
1- Gemi batı istikametinde saat 5 durumunda yatık vaziyettedir.

2- Birinci mevki üst salon tavanı sağlam, içindeki kanepeler parçalanmış ve yan odalardan oluşan kanepeler parçalanmış vaziyette olup, Bulunan 6 ceset ortaya çıkarılmıştır.

3- Birinci mevki alt salon, Parçalanmış ve koltuklar havalandırılmıştır.18 ceset çıkarılmıştır.

4- İkinci mevki üst salon kenarları ve tavanın bir kısmı parçalanmış,
sıralar hiç yok.

5- İkinci mevki üst salon, parçaların parçalanmış, iki ceset çıkarıldı.

6- Kaptan köşkü parçalanmış, dümen sancak 5 derecede, makine telgraf yarım yol ileride olduğu görüldü.

7- Büfe Fincanlar dahi kırılmamıştır ve baca sağlamdır. Gemide infilak
olmamıştır.

8- Gemide yara yoktur. Kıç tarafı çamur içindedir.

9- Direk öne doğru kırılmıştır.

10- Gemide hala bol miktarda can yeleği vardır.

11- Makine dairesi kapalı durumdadır.

12- Gemide, Makine dairesi hariç, hiç ceset yoktur.”

Facianın tanıklarıyla yerel ve ulusal gazeteler hadiseyi izleyen günlerde birçok söyleşiler gerçekleştirerek yayınlandılar. Seneler sonra kazazedelerle İzmit Belediyesi Basın Müdürlüğü Enez Uzuner’in yönetmenliğindeki yapılmış röportajlarda “Üsküdar Vapuru Faciasının Tanıkları O Kara Günü Anlatıyor belgeseli” oldukça önemlidir.

Yaşanan faciadan sonra bilet kontrolörlüğü yapan, Şehir Hatları İşletmesi Memur Kamil Özocak yaşananları şöyle aktardı:

“Kaptan Mehmet Aşçı, saat 12.15 sıralarında “fırtına başlayacak, ‘hava patladı, halatları koyuverin’ kumandası verdi. Saat 12.25 sıralarında yani zamanından önce iskeleden açıldı. Daha açılır açılmaz, dalgalar gemiyi sarsmaya başladı. Seka açıklarından arızalanma başladı, fırtına iyice bastırdı. Yolcular telaşlanmaya başladı. Kendilerine sakin olmalarını söyledim. Ancak fırtına hızlanınca vapurun ahşap parçaları parçalanacakmış gibi gıcırdıyor, yolcuların feryatları birbirine karışıyordu. Bir dalga alt salonların camını kırınca sular içeri dolmaya başladı. Paniğe kapılan yolcular çıtalarını kırarak can kıyafetlerini kapışmaya toplandılar. Vapur dalgalarının arasında adeta kaybolmuş durumdaydı. Bu arada kaptan köşkünün, içinde kaptanla beraberlik vapurdan kopup, dalgalara karıştığını görüyordum. Derken dev bir dalga gemiyi adeta sola yatırdı. Ben de kurtuluş ümidi kalmadığını küpeşteye tırmanıp denize atladım. Olanca gücümle yüzmeye çalıştım. Bir ara baktığımda Üsküdar’ın dalgaları arasında kaybolduğunu gördüm. Denizin üstü çırpınan, bağrışan, yardım etmek isteyen insanlar doluydu. Daha sonra Yetişen “Engin” römorkörü beni buz gibi suların arasından alarak kurtardı.

Deniz üzerinde yaşam mücadelesi veren ve bir denizaltı tarafından kurtulan Seka işçisi Hüseyin Sağım ise kalmasıyla ilgili şunları anlatmıştır:

“Köyden gelen bacanağımın oğlu ile birlikte Değirmendere’ye Gitmek için vapura binmiştik. Daha gemi iskeleden kalkmaz Sağa sola yatmaya başladı. Yolcular arasında panik başladı. Herkes can yeleklerine hücum etti. Olay sırasında bacanağımın oğlu ile üst kamaradaydım. Biz de birer tane bileklik alıp giydik. Şiddetli bir dalga ile gemi yana yatınca hemen suya atladım. Suyun üstünde birçok kişi çırpınıyordu. Bu arada sırada bir tahta parçası geçti. Bir kapıydı bu. Biraz ötemde bir genç, kendi can yeleğini çıkarmış, sular arasında batıp çıkan bir genç kıza giydirmeye çalışıyordu. Ben de kapıyı ona doğru iterek ‘benim Can yeleğim var, sen buna tutunmaya çalış dedim’ dedim. Daha sonra dalgalar arasında birbirimizi kaybettik. Su çok soğuktu. Durmadan uykum geliyor, uyumamaya çalışıyorum. Tam hayattan ümidimi kesip, dualar okumaya başlarken yanı başımda beliren bir denizaltı beni kurtardı. Daha sonra öğrendim ki kapıyı ittiğim genç delikanlı, denizde tanıdığı ve hayatını kurtardığı o genç kızla evlenmiş. Bacanağımın oğlu ise canyeleği giymesine rağmen öldü. Tanrı bir daha böyle bir acılı gün göstermesin. Çok korkunç bir görünümdü!”

2002 yılında Cem Fakir’in yönetmenliğinde NTV Televizyonunda yayınlanan Üsküdar Vapuru Faciası belgeselinde dönem gazetecileri, mağdurlar ve mağdur yakınlarının söyleşileri Yer alırken bu belgeselde iki anlatım öne çıkıyor. Kurtarma çalışmaları sırasında orada bulunan yerel gazeteci Kazım Ertek,

“Kameraman olarak buraya geldik biz. Gölcük’ten askeri bir şatla batığın olduğu yere geldik. İstanbul basınının ileri gelen yazarları, haber kameramanları, ben de 16 mm. kamerayla geldim. Gemide o dönemde İç İşleri Bakanı Namık Gedik de bulunuyordu.

İki tane dalgıç saldılar. Dalgıçlar astsubaydı, hava motoruyla saldılar. Bir parça bir süre sonra çıktı. Sinyal verdi, çıkardılar, liderliği aldılar. Adem şaşırmış. Bir lümbozda beş kafa var, bir lümbozda beş kafa var diye sayıkladı. Hemen alıp kaldırdılar. İkincisi çıktı, ikincisi de aynı. Burada insanlar can havlıyla, aynı anda camlardan çıkmaya çalışmışlar, kafaları takılıyor sıkışıp kalıyorlar. Herkes bu olayda bir şok yaşadı. Namık Gedik, dedi gazetecilere bakın. Benim dışımda burada kimse yok, kimse bir şey yazmayacak. Yazanı etiketlerim. Burada ben ne söylersem o yazılacak diye basını tehdit etti.”

Gölcük’teki garnizon sinemasına gitmek isteyen iki kızını Üsküdar Vapuru’na bindiren öğretmen Cahit Batmaz’ın belgeseldeki anlatımı da şöyledir:

“Deniz o gün ayna gibia. Kimse şiddetli bir fırtınanın geleceğini tahmin edemez. Deniz O kadar sakindi, yaprak kıpırdamıyordu. Ben çocukları vapura bindirdikten sonra eve doğru yöneldim ve rüzgar çıktı. Kuşkuluyum rüzgarlardan zaten eskiden beri bu vapurlardan şikayetçi olduğum için. Evden dürbünle seyrettim. fırtına büyüdü, vapurun kaptan kamarasının dağıldığını dürbünümle gördüm. Vapurun battığını görmemekle beraber eyvah vapur batıyor diye aşağıya indim. Sonucu maalesef gördük. Kurtarma ekipleri geç haber aldı veya beceremediler. Bazı kaynaklara göre üç yüz kişi, bazı kaynaklara göre o kadar değil dediler ama giden gitti. Olayın ardından Denizyolları hakkında şikayette bulunuldu. Mahkemeden karar çıktı. Kayıp başına bir hayli para verildi. O parayı ben istemedim. Almadım. Zannederim Değirmendere’den para almayan yalnız benim. Satılık çocuğum yok diye. O andaki duygu bu. Yani para alırsam çocuklarım ölsün varsın demek gibi geldi bana alamadım. Daha sonra bize Adalara’da giden büyük vapur gönderdiler.”

İhmal tartışmalarının ana nedeni, körfezin yapısı uygun olmayan, boğazda sefer yapabilecek küçük gemilerin sefer yapması, Kocaeli basını bu gemilerin yerine Adalar seferini yapan daha modern, büyük ve dayanıklı gemilerin Körfeze verilmemesi idi.

Bu arada bazı gazeteler Kaptanın kurtularak kaçtığı ve kaptan köşkünde şarap olduğu yazdı. Daha sonra gemi çıkarıldığında kaptanın da, kaptan köşkünde olduğu ve boğulduğu anlaşıldı. İftiracı medya her dönemde var.

Kaptanın hayatını kaybının devamıyla birlikte soruşturma sırasında bir ihmali olup olmadığı araştırıldı. Ayrıca vapurun dümen zincir baklasının koptuğu tesbit edildi.

Yapılan inceleme sonucunda batışın nedenleri, vapurun denge hesaplarının iyi yapılmadığı ve daha çok yolcu alması için fazla yüksek yapıldığı, havaleli ağır bir fırtınaya dayanamayacak yapıda olduğu, dümeni çeviren zincir baklasının kopmasını ve vapura haddinden fazla yolcu alındığını, geminin çok kısa bir zamanda batması nedeniyle yolcuların gemiden çıkamadığı, paniğin etkisi ve deniz suyunun soğuk olması nedeniyle denize atlayanların kısa zamanda donması, kaptanın da gelen fırtınayı görmesine rağmen yolcu alarak hareket etmesi olarak sıraladılar.

Fırtınayı gören kaptan yolcuları boşaltsa idi. Boş Gemi iskelede kalsa en azından fırtınaya sahilde yakalanır ve hasar alır fakat sayısı 300 civarı olan kaybımız olmazdı. Bu trajik olayda çok sayıda öğrencimiz hayatlarını kaybetti. Birçok ailenin bütünlüğü bozuldu, acılar yaşandı. Körfezde oturanlar çok uzun zaman yolcu gemisine binmediler. Körfezde yakalanan balıkları yemediler. Denize girmediler.

Üsküdar Vapurunun Lloyd’ kurumu tarafından yapılan denetimlerin sonucunda bu geminin ancak Üsküdar-Harem seferi yapılabileceğini, ötesinde bir güzergahta
çalıştırılamayacağı, üstelik körfez güzergahının çok daha uzun ve fırtınaya açık dalgalı bir rota olduğunu vurgulanıyordu.


NOT: Bu yazı Çağhan SARI’nın; https://www.academia.edu/108767893/Sar%C4%B1_%C3%87a%C4%9Fhan_T%C3%BCrk_Denizcilik_Tarihinin_Kara_G%C3%BCn%C3%BC_1_Mart_1958_%C3%9Csk%C3%BCdar_Vapuru_Facias%C4%B1_  makalesinden alınmıştır. Her nedense yazının imlası ve bütünlüğü bozuktur. Bu nedenle yazıda “anlam bütünlüğü” sağlamak için düzeltmeler, açıklama eklemeleri yapılmıştır. (Naci Kaptan)

Posted in DENİZ VE DENİZCİLİK, Tarih | 1 Comment

GÜLÜMSEME MOLASI * Şarap Fabrikasının Çeşnicisi

Şarap Fabrikasının Çeşnicisi


Şarap fabrikasının emektar çeşnicisi ölür. Yeni bir çeşnici için gazetelere ilan verirler. Derken perişan kılıklı belli ki ayyaş birisi başvuru yapar. Fabrika müdürü biraz da bu ayyaşı başından savmak düşüncesi ile test için ona bir kadeh şarap verir. Adam şarabı içer ve;

─ Kırmızı bir Muscatel, 3 yıllık, kuzey yamaçta yetişmiş,
çelik varillerde yıllanmış, der.

Müdür şaşkınlıkla;
─ Doğru,bildiniz, der.

Bir başka şarabı tattırırlar adama. Adam başlar anlatmaya;
─ Kırmızı, Cabarnet, 8 yıllık, güneybatı yamaç mahsulü ve meşe fıçılarda yıllanmış, der.

Doğru cevap üzerine iyice şaşıran müdür bey, sekreterinin yanına gider ve ona bir bardak suya biraz idrarından karıştırarak getirmesini söyler ve getirilen suyu adama beyaz şarap niyetine tattırır. Adam başlar yine anlatmaya;

─ Sarışın, 26 yaşında, 3 aylık hamile…
Eğer beni işe almazsan bebeğin babasını da söylerim…

Posted in MİZAH | Leave a comment

“HUZUR İSLAMDA” MIDIR ?

“HUZUR İSLAMDA” MIDIR ?


İnsanlığın büyük çoğunluğu için hayat bir mücadeledir, bazıları için de huzur yerine acı ve üzüntülerle doludur. Dünya nüfusunun kontrolsüz şekilde artması ve doğadaki dengelerin hızlanarak bozulması (örneğin, küresel ısınmanın meydana getirdiği ve şiddeti gittikçe artan sel, kasırga gibi afetler) gelecek kuşaklar için hayatın daha da zorlaşacağını göstermektedir.

Bazı durumlarda ölüm huzura kavuşmanın tek yolu olarak insanın karşısına dikilebilmektedir. Ölüm korkusunu hafifletmek ve yenmek amacıyla (tamamen hayal ürünü olan) “öbür dünya” icat edilmiş ve “huri kızları”, şarap, süt ırmakları gibi ödüllerle cazip hale getirilmek istenmiştir. Allah yoluna, “yüce dinimizi” (!) yaymak uğruna savaşıp ölenler, şehitlik mertebesine yükseltilerek cennetin nimetlerinden en çok yararlanma hakkına kavuşturulmuşlardır.

Doğa ve biyoloji yasalarının belirlediği normal yaşam süresini yeterli bulmayan insan, aç gözlülüğü, doymak bilmezliği yüzünden “öbür dünya” inancının tutsağı, bu yanılgıdan (zaaftan) yararlanmasını bilen “gözü açıkların”, kurnazların, şarlatanların kulu, kölesi olmuştur. Tarih boyunca en kanlı ve uzun savaşlar din ve mezhep ayrılıklarından kaynaklanmıştır.

Gelişen bilim ve teknoloji daha korkunç, daha yıkıcı silahların üretilmesini mümkün kılmıştır. Arap ve Müslüman nüfusun kat kat fazlalığına rağmen, İsrail çevresindeki bütün ülkeleri perişan edip (Amerika’nın da desteğiyle) dize getirebilmiştir. Hamas’ın (çılgınca bir saldırı ile) Ortadoğuda cehennemin kapılarını açmasını İsrail bir fırsat olarak değerlendirmiş, Tevrattaki “kutsal” masallardan, Tanrı emirlerinden ilham alarak, İslam dininin cahil bıraktığı Filistin halkına orantısız şiddette soykırım uygulamıştır ve saldırılarını her yönde daha da yoğunlaştırmaktadır. Ortadoğuda İsraile karşı direnen, dik durabilen (ve bir ölçüde laikliğe saygılı gibi görünen) tek ülke durumundaki Suriye rejimi de radikal İslamcılar tarafından çökertilmiştir.

Bu durum sadece Esadın despotik diktatörlüğü ile, muhaliflerine karşı uyguladığı baskı ve işkencelerle izah edilemez. İç savaş çıkmadan önce, Suriye’nin bazı bölgelerini etkileyen yoğun ve uzun süreli kuraklık yüzünden köylerden göçen halk (islamiyetin de desteklediği doğurganlığın çok yüksek olduğu) şehir ve kasabalara sığınarak demografik dengelerin bozulmasına, işsizlik ve açlığın artmasına sebep olmuştu. İçine sürüklendiği kaostan, siyasal İslamcıların, çeşitli terör örgütlerinin baskı ve diktatörlüğünden zavallı komşumuzun (demokrasi ve laiklik olmadan) kurtulması çok zor, belki de imkansız gibi görünmektedir.

Böylece Ortadoğu, “HUZUR İSLAMDADIR” sözünün geçersizliğini günümüzde en iyi kanıtlayan bölge durumundadır. Belki Afganistanla kıyaslanabilir.

Bu gerçek dünyada huzuru, mutluluğu çocuklarımızın yakalayabilmesi, yaşantımıza yön veren kuralları, etkenleri en başta okulda doğru ve bilimsel şekilde öğrenmelerine bağlıdır. Bu da ancak öğretmenlerin gerekli donanıma, akılcı bakış açısına sahip olmasıyla mümkündür.

Hayal ürünü “öbür” dünyaya öncelik veren, körpe beyinlere “kutsal” masallar aşılayan din adamlarının okullara sokulması ülkemizin geleceğine (bekasına) yapılabilecek en büyük kötülüktür ve toplumu huzura değil, daha büyük sürtüşmelere, hatta (Sıvas, Madımaktaki gibi) çatışmalara sürükleyebilecektir.

95 Yıllık yaşımla ve bunun sunduğu hayat tecrübesiyle şunu söylemek isterim ki, ben huzuru, mutluluğu (inançta değil) bilimde, akılcılıkta, sanatta (kısacası inançsızlıkta) bulmayı başarmış bir şanslı sayılırım.

Dünyanın en gelişmişi sayılan İskandinav ülkelerinde halkın büyük çoğunluğu inançsızdır. Yaklaşan Yeni Yıl ile ilgili öncelikli dileğim de, sevgili vatandaşlarımın din baskısından kendilerini kurtararak (yani laikliği önemseyerek) bilimi benimseyip özgürce düşünme, irdeleme, yanlışları cesurca eleştirme olanaklarını, yeteneklerini geliştirmesidir.

SİYASAL İSLAMIN BOYUNDURUĞUNDAN KURTULMA VE YÜCE ATATÜRKÜN AYDINLANMA YOLUNA DÖNME ÜMİDİ İLE, GÜZEL TÜRKİYEMİZDE NİCE MUTLU, SAĞLIKLI YILLARA !!


23.12.2024 Kemal Rastgeldi

NOT: Bu yazı eğitim sisteminin dinselleştirilmesi karşısında duyduğum derin endişenin ve tepkinin bir yansımasıdır.

Posted in AKIL FİKİR YAZILARI, DİN-İNANÇ, İrtica, SİYASAL İSLAM | Leave a comment

FEYM Grubu ve AYAcademy Bilgilendirme Bülteni (19 Aralık 2024)

FEYM Grubu ve AYAcademy
Bilgilendirme Bülteni
(19 Aralık 2024)


1. Ermeni Meselesi / Ermeni Haberlerindeki İddialar / Azerbaycan ile İlgili Gelişmeler:

a.  ABD Senatörleri Gary Peters ve Bill Cassidy, Azerbaycan’ın Dağlık Karabağ’da yaptığı “SÖZDE” etnik temizliği kınayan, Cumhurbaşkanı İlham Aliyev’in “SÖZDE” soykırımcı rejimine karşı hedefli yaptırımlar çağrısında bulunan, Azerbaycan’ın yasadışı olarak tutulan Ermeni tutukluların derhal serbest bırakılmasını talep eden, ABD’nin Azerbaycan’a askeri yardımının yasaklanmasını isteyen ve Dağlık Karabağ Ermeni nüfusunun güçlü güvenlik korumalarıyla geri dönme hakkını isteyen kapsamlı bir iki partili Senato karar tasarısı sundular.  https://www.panorama.am/en/news/2024/12/18/US-Senate-resolution/3092242

b. Azerbaycan Cumhurbaşkanı İlham Aliyev, Ermenistan ile bir barış anlaşması imzalanması konusunda müzakerelerde ilerleme kaydedildiğini belirtti. Aliyev, taslak barış anlaşmasının 17 maddesinden 15’inin kabul edildiğini söyledi. Aliyev, Ermenistan’ın, birbirlerine karşı açılan uluslararası davaların karşılıklı olarak geri çekilmesi ve diğer ülkelerin güçlerinin ortak sınırlarına konuşlandırılmaması da dahil olmak üzere, kalan konularla ilgili olarak Azerbaycan’ın öne sürdüğü koşulları kabul edebileceğini söyledi. Azerbaycan’a yönelik “toprak iddiaları” içerdiğini savunduğu Ermenistan anayasasında değişiklik yapılması ve Dağlık Karabağ sorununu ele alan AGİT Minsk Grubu’nun feshedilmesi konusunda da ısrar etti. Aliyev, Ermenistan’ın sadece anayasasını değiştirmesi değil, aynı zamanda 1980’lerin sonuna kadar orada yaşayan Azeri Türklerinin de geri dönüşünü kolaylaştırması gerektiğini vurguladı. Ayrıca, Ermenistan’ı silah satın almayı bırakmaya ve Dağlık Karabağ konusunda AGİT Minsk Grubu’nu dağıtmayı kabul etmeye çağırdı. İkili bir barış antlaşması için devam eden Ermenistan-Azerbaycan müzakerelerinde iki tartışmalı konunun engel olmaya devam ettiğini belirtti. Aliyev, Azerbaycan’ın NATO’nun kilit üyelerinden biri olan Türkiye ile güçlü askeri bağlarına dikkat çekerken, “Sözde Avrupa gözlemcileri kisvesi altında, ülkemizle sınırda Ermenistan tarafından bir NATO altyapısı oluşturuldu” iddiasında bulundu.  https://www.panorama.am/en/news/2024/12/18/Aliyev-Pashinyan/3092251

https://massispost.com/2024/12/aliyev-outlines-multiple-preconditions-for-peace-accord-with-armenia/

c.  Ermenistan’ın ABD Büyükelçisi Lilit Makunts, ABD Dışişleri Bakanlığı tarafından düzenlenen Misyon Şefleri resepsiyonunda Bakan Blinken ile bir görüşme gerçekleştirdi. Büyükelçi Makunts, Bakan Blinken’a Güney Kafkasya bölgesinde barış ve istikrarı desteklediği ve yürüttüğü verimli ikili çalışmalar için teşekkür etti. Bakan’a minnettarlığını dile getiren Büyükelçi, Ermenistan ile ABD arasındaki ikili ilişkileri yeni yönetimle derinleştirmeye devam etmeyi dört gözle beklediğini belirtti.  https://en.armradio.am/2024/12/19/armenian-ambassador-thanks-blinken-for-supporting-peace-and-stability-in-the-south-caucasus/

ç.  Ermenistan, Antik Uygarlıklar Forumu’nun 8. Bakanlar Toplantısına Ev Sahipliği Yapıyor. Antik Uygarlıklar Forumu’nun 8. Bakanlar Toplantısı, Ermenistan Dışişleri Bakanı Ararat Mirzoyan başkanlığında Erivan’da başladı. Toplantıya Yunanistan Kültür Bakanı, İran Kültür Mirası, Turizm ve El Sanatları Bakanı, Irak Dışişleri Bakan Yardımcısı ve Mısır, Peru, İtalya, Çin ve Bolivya’dan temsilciler katıldı. Bakan Mirzoyan açılış konuşmasında, Ermenistan’ın Antik Uygarlıklar Forumu’na kültürel diyaloğu teşvik etmek ve karşılıklı anlayış ve hoşgörüyü desteklemek için eşsiz bir platform olduğunu vurguladı.  https://massispost.com/2024/12/armenia-hosts-8th-ministerial-meeting-of-the-ancient-civilizations-forum/

d.  Fransız Silahlı Kuvvetler Bakanı Sébastien Lecornu, Ermenistan Savunma Bakanı Suren Papikyan ile yaptığı görüşmenin ardından Fransa’nın Ermenistan’ı, özellikle hava savunması konusunda desteklemeyi taahhüt ettiğini duyurdu. Lecornu, “Ermenistan’ın savunma çabalarını desteklemek için çalışmaya devam ediyoruz. Bu çabalara, özellikle hava savunması alanında danışmanlık, eğitim ve ekipman da dahildir,” dedi.  https://massispost.com/2024/12/france-committed-to-support-armenia-especially-in-air-defense-minister-lecornu/

e.  Rus Silahlı Kuvvetleri Genelkurmay Başkanı Valery Gerasimov yabancı ülkelerin askeri ataşelerine verdiği brifingde “Batılı ülkeler Ermenistan’ı kendi etki alanlarına çekmeye ve Gürcistan’daki durumu istikrarsızlaştırmaya çalışıyor.” dedi. Gerasimov’a göre, bu girişimler Ermenistan’ıo Ukrayna senaryosunda olduğu gibi aktif Rus karşıtı eylemlere dahil etme isteğini gösteriyor. “Transkafkasya’daki durum vahim olmaya devam ediyor. Gerasimov, “Bölge dışı aktörlerin -her şeyden önce ABD ve Avrupa Birliği’nin- bölgedeki konumlarını güçlendirme, Gürcistan’ı elinde tutma ve Ermenistan’ı kendi etki alanlarına çekme arzusu, Ermenistan’ın gelişimi üzerinde yıkıcı bir etkiye sahip,” diye belirtti.  https://news.am/eng/news/857854.html

f. Avustralyalı milletvekili Michael Sukkar, Azerbaycan Maslahatgüzarı Vagif Jafarov’a bir mektup yazarak Ermeni siyasi tutuklu ve ortadan kaldırılan Dağlık Karabağ sözde Ermeni yönetimi eski başkanı Bako Sahakyan’ın derhal serbest bırakılması çağrısında bulundu. https://news.am/eng/news/857973.html

gABD’deki Ermeni Ulusal Komitesi (ANCA)’nın bildirdiğine göre; ABD’nin Azerbaycan’a askeri yardımını yasal olarak yasaklamak için Kongre’nin sürdürdüğü çabalara rağmen, ABD Senatosu tarafından kabul edilen ve Başkan Biden tarafından yasalaştırılması beklenen 2025 Mali Yılı Ulusal Savunma Yetkilendirme Yasası’nda (NDAA), Azerbaycan’ın Dağlık Karabağ’da yaptığı “SÖZDE” etnik temizliğinden sorumlu tutulmasını sağlayacak hükümler yer almadı.” https://en.armradio.am/2024/12/19/u-s-defense-spending-bill-gives-azerbaijan-a-free-pass-anca/

h. AVİM web sitesinde “AGOS’UN DEĞİŞEN YAYIN POLİTİKALARI” başlıklı makale yayınlanmaktadır. “Agos’un ilk günden bugüne dek izlediği yayın politikasında, Türkiye’de azınlık olmak, Türkiye’de Ermeni olmak, ulus devlet ve küreselleşme, çok kültürlülük, kimlik, anayasal yurttaşlık ve demokrasi, Ermeni cemaatinin sorunları, kendilerini ifade edebilmenin aracı olan Ermeni dili, Türkiye’nin Ermenistan’la, Azerbaycan’la ve Avrupa Birliği ile ilişkileri, Kilisesi’nin cemaat içindeki konumu, Sevk ve İskan Kanunu, Varlık Vergisi, 6-7 Eylül Olayları gibi konular ön plana çıkmaktadır. Agos’un yayın hayatı incelendiğinde gazetenin yayınlanmaya başladığı dönemlerde bir süre için Ermeni cemaati ile Türk toplumu arasında bir iletişim kanalı oluşturduğu görülmektedir. Gazetenin yayın hayatına başladığı yıllarda seçilen konularda ve bu konuları işleyiş biçiminde dikkatli davranılmıştır. Zamanla gazetenin, toplumca kabul görmeye başlaması ve Türkiye’deki Ermeni toplumumun temsilcisi konumuna yükselmesi konuları işleyiş tarzında farklılaşmalar yaşanmasına neden olmuştur.” tespitlerinin yer aldığı makaleye aşağıdaki link üzerinden erişim sağlanabilmektedir. https://avim.org.tr/tr/Yorum/AGOS-UN-DEGISEN-YAYIN-POLITIKALARI

i.  Prof.Dr. Serap Taşdemir’in Atatürk Yolu Dergisi’nde yayınlanan“Neva Yahud Seda-Yı Ermeniyan Gazetesi Konusunda Notlar” başlıklı makalesine aşağıdaki linkten erişim sağlayabilirsiniz. Günümüzün basın yayın iletişimini de Ermeni meselesi kapsamında ışık tuttuğu değerlendirilen makalenin önsözü şöyle başlıyor: “Geleneksel dünyadan modern dünyaya geçişte önemli bir role sahip olan basın, Osmanlı Devleti içindeki Türklerden önce azınlıklar arasında uygulama alanı buldu. İkinci Meşrutiyet’in ilanı ise ülke genelinde gerek nicelik ve gerekse nitelik olarak basın patlamasına yol açtı. 1909 yılından itibaren en parlak günlerini yaşamaya başlayan Ermeni basını içinde özel bir yeri olan gazetelerden biri Neva yahud Seda-yı Ermeniyan gazetesidir. Osmanlılık düşüncesine inanan bir Ermeni olan Mihran Apigyan veya gazetedeki kullandığı ismi ile Mihran Mihri tarafından çıkarılmıştır. Neva gazetesinin temel özelliği ise, Ermenilerinin tezlerini, Osmanlılara Osmanlıların kullandığı Arap harfleriyle anlatmasıdır.”  https://dergipark.org.tr/tr/pub/ankuayd/issue/72712/1125036

j.  FEYM Grubu Başkanımız Kıbrıs Gazisi Kur.Alb.(E.) ve Doç.Dr. Sn. Ömer Lütfi Taşçıoğlu tarafından ADD Çankaya Şubesi kanalında yayınlanan, özellikle Ermeni ve yabancı yazarların yazımlarına göndermeler içeren ve Ermeni örgütlenmesinin tarihsel süreçteki gelişimine ışık tutan “Ermeni Sorunuyla İlgili Gerçekler” konulu programa aşağıdaki link üzerinden erişim sağlayabilirsiniz. https://www.youtube.com/watch?v=ZKGNyeCrUYk

2.  Yunan Sorunları / Yunan Haberlerindeki İddialar “” işareti içinde gösterilmiştir / Kıbrıs ile İlgili Gelişmeler:

a.  Yunan Haberleri “Türkler ‘Mavi Vatan’a yelken açıyor – İlk yerli açık deniz karakol botu denize indirildi. Türk Deniz Kuvvetleri, ilk modern yerli Hisar sınıfı açık deniz karakol botu AKHİSAR’ı teslim alırken, Yunan Deniz Kuvvetleri de ömrü 50 yılı aşan 7 kıyı karakol botunun acilen değiştirilmesi gerekiyor. İki ülke Dışişleri Bakanları arasında MEB’in Türkiye ile sınırlandırılması için uygun ortam bulunmasına ilişkin sözde görüşmelerin devam ettiği ve Ege’de sözde ‘sakin suların’ hüküm sürdüğü bir dönemde, Türkiye ilk yerli yapım açık deniz karakol gemisi Hisar’ı denize indiriyor. Bu durum Türkiye’nin Adalar’da barışçıl olmayan gelecekteki niyetlerinin göstergesi olan bir harekettir.”  https://www.pentapostagma.gr/ethnika-themata/ellinotoyrkika/7281711_plori-gia-galazia-patrida-bazoyn-oi-toyrkoi-errixan-sti

b.  E.Kur.Alb. Ümit Yalım’ın “Yunanistan’ın Ege Denizi’nde Türkiye’ye ait Küçük Çuha Adası’nı işgal ettiğini” duyuran yazısına aşağıdaki linkten erişim sağlayabilirsiniz.  https://www.yenicaggazetesi.com.tr/umit-yalimdan-buyuk-iddia-yunanistan-kucuk-cuha-adasini-isgal-etti-321306h.htm

3AYAcademy Bülteni

Uluslararası İlişkilerde Dış Politika Çalışması” başlığı ile yayınlanan akademik makaleye ilişkin bilgiler ve erişim linki AYAcademy’nin aşağıdaki sosyal medya kanal linklerinde yayınlanmaktadır.

https://www.instagram.com/ayacademy.org.tr/
https://www.facebook.com/ayacademy.org.tr/
https://www.linkedin.com/company/ayacademy/
https://www.threads.net/@ayacademy.org.tr
https://www.tiktok.com/@ayacademy.org.tr
https://twitter.com/ayacademy_tr
https://t.me/AYAcademyTelegram
https://www.youtube.com/@AYAcademy_TR

Saygılarımla,

Serkan KORKMAZ

Posted in ERMENİ SORUNU, FEYM GRUBU ÇALIŞMALARI | Leave a comment

FEYM Grubu ve AYAcademy Bilgilendirme Bülteni (23 Aralık 2024)

FEYM Grubu ve AYAcademy
Bilgilendirme Bülteni
(23 Aralık 2024)


1. Ermeni Meselesi / Ermeni Haberlerindeki İddialar / Azerbaycan ile İlgili Gelişmeler:

a.  Ermenistan Başbakanı Paşinyan, Fransa Cumhurbaşkanı Macron’u Ermenistan’a davet etti. Paşinyan, Fransa Cumhurbaşkanı Emmanuel Macron’a doğum günü dolayısıyla tebrik mesajı gönderdi.

https://en.armradio.am/2024/12/21/pashinyan-invites-macron-to-armenia/

b.  Ermenistan ve Hollanda Dışişleri Bakanlıkları siyasi istişarelerde bulundu. Ermenistan Dışişleri Bakanlığı ile Hollanda Krallığı Dışişleri Bakanlığı arasındaki siyasi istişareler Lahey’de yapıldı. İstişarelere Ermenistan Dışişleri Bakan Yardımcısı Paruyr Hovhannisyan ve Hollanda Dışişleri Bakanlığı Siyasi İşler Genel Müdürü Marcel Jacco de Vink başkanlık etti. Taraflar Ermenistan ile Hollanda arasındaki ikili ilişkilerin yüksek seviyesini ve siyasi diyaloğun dinamiklerini görüştüler.

https://en.armradio.am/2024/12/21/armenian-dutch-mfas-hold-political-consultations/

c.  Rusya Başbakan Yardımcısı Aleksey Overchuk, Moskova’da düzenlenen Rus-Ermeni ekonomik iş birliği hükümetlerarası komisyonu toplantısında yaptığı açıklamada, 2024 yılının ilk 10 ayında Rusya ile Ermenistan arasındaki ticaret hacminin 10,2 milyar dolara ulaştığını ve bunun 2023 yılının tamamına göre iki kat fazla olduğunu söyledi.

https://massispost.com/2024/12/trade-turnover-between-russia-and-armenia-doubles-to-10-2-billion/

ç.  Fransa, Azerbaycan liderinin düşmanca sözlerine yanıt verdi. Fransa’nın Azerbaycan Büyükelçisi Anne Boillon Azerbaycan cumhurbaşkanı İlham Aliyev’in düşmanca sözlerine yanıt olarak; “Bu yıl, Fransa’nın Azerbaycan’daki büyükelçiliğine yapılan vize başvurularının sayısı tekrar arttı. Başarısız devletlerin gizemli çekiciliği nereden geliyor?” dedi. Aliyev yakın zamanda Cumhurbaşkanı Emmanuel Macron’un politikasının Fransa’yı “başarısız bir devlete” dönüştürdüğünü belirtmişti.

https://news.am/eng/news/858265.html

d.  FEYM Grubu üyemiz Sn. Julia Gül Arslan tarafından 29 Ekim 2024’te, Türkiye Cumhuriyeti’nin kuruluş yıldönümünde, Victoria Parlamentosu’na sunulan ve Ermenilerin tarihi yalanlarını içeren önergeye karşı Victoria parlamenterlerine gönderilen mektup ek’te bilginize sunulmuştur.

e.  Prof.Dr. Serap Taşdemir’in “Yüzyıla Damgasını Vuran Önder: Atatürk Üzerine” başlıklı eserine aşağıdaki linkten erişim sağlayabilirsiniz.

https://www.academia.edu/35480425/_Y%C3%BCzy%C4%B1la_Damgas%C4%B1n%C4%B1_Vuran_%C3%96nder_Atat%C3%BCrk_%C3%9Czerine

f.  FEYM Grubu Başkanımız Em.Kur.Alb. Doç.Dr. ve Kıbrıs Gazisi Sn. Ömer Lütfi Taşçıoğlu tarafından Kanal Anka kanalında yayınlanan, Ermeni devletinin kuruluşuna giden sürecin gerçeklerine, Ermeni devletinin Hocalı başta olmak üzere yaptığı Azeri katliamlarına, siyasi tuzaklara ve bunların arka planındaki resme dair geçmişten günümüze bölgedeki tarihsel gelişmelerin ele alındığı “Azerbaycan, Ermenistan, Kafkasya” odağında “Komşu Bölgelerdeki Mevcut Gelişmeler” konulu konferans programına aşağıdaki link üzerinden erişim sağlayabilirsiniz.

https://www.youtube.com/watch?v=9BvjlqIlKAk

g.  Sn. Şükrü Server Aya ve Sn. Necati Saygılı Beylerin konuşmacı olarak katılımıyla gerçekleştirilmiş “1915’i Anlamak” konulu programa aşağıdaki linkten erişim sağlanabilmektedir.

https://www.youtube.com/watch?v=SYr1DWTKc9w

2.  Yunan Sorunları / Yunan Haberlerindeki İddialar “” işareti içinde gösterilmiştir / Kıbrıs ile İlgili Gelişmeler:

a.  Türkiye Cumhuriyeti Dışişleri Bakanlığı, EOKA terör örgütü militanlarının Kıbrıs Türklerine yönelik gerçekleştirdiği “Kanlı Noel” katliamının 61 yılında, Kıbrıs Türkünün özgürlük ve varoluş mücadelesinde verilen şehitlerin unutulmadığını anımsattı. Bakanlığın resmî sosyal medya hesapları aracılığıyla yapılan paylaşımda, “Rum terör örgütü EOKA mensuplarının 61 yıl önce bugün Kıbrıs Türklerine yönelik başlattıkları etnik temizlik hareketinin ilk adımı olan Kanlı Noel saldırılarında barbarca katledilen Kıbrıs Türkü kardeşlerimizi rahmet ve saygıyla anıyoruz. EOKA katilleri Kıbrıs Türklerinin Anavatan ve Garantör Türkiye ile birlikte ortaya koyduğu kahramanca direniş sayesinde menfur amaçlarına ulaşamamışlardır. Kıbrıs Türkünün özgürlük ve varoluş mücadelesinde verdiğimiz şehitleri asla unutmayacağız.” ifadelerine yer verildi.

https://www.qha.com.tr/gundem/turk-disisleri-kanli-noel-i-unutmadi-sehitleri-unutmayacagiz-499843

b.  Yunan Haberleri “Erdoğan Suriye’de stratejik bir hata yaptı, Rusya ve İran’a ihanet etti, artık yalnız ve mahkumdur.”

https://www.pentapostagma.gr/kosmos/rosia/7282511_synenteyxi-potamos-toy-poytin-karfonei-ton-erntogan-gia-anagki-dimioyrgias

c.  E.Kur.Alb. Ümit Yalım “Türk adalarında 6 bin Yunan askeri bulunuyor’” başlıklı yazısına aşağıdaki linkten erişim sağlayabilirsiniz.

https://www.sozcu.com.tr/turk-adalarinda-6-bin-yunan-askeri-bulunuyor-wp7790507

d.  KKTC Cumhurbaşkanı Ersin Tatar: “Türk askerinin Kıbrıs’taki varlığı bizim kırmızı çizgimizdir. Hiçbir güç KKTC ile Türkiye arasındaki bağları koparamaz.” dedi.

https://www.qha.com.tr/turk-dunyasi/ersin-tatar-turk-askerinin-kibris-taki-varligi-bizim-kirmizi-cizgimizdir-483101

https://www.qha.com.tr/turk-dunyasi/kktc-cumhurbaskani-tatar-hicbir-guc-kktc-ile-turkiye-arasindaki-baglari-koparamaz-483746

3.  AYAcademy Bülteni

Tarih İçin Metodoloji: Geçmişten Günümüze Türkiye’de Tarih Yazıcılığı” başlığı ile yayınlanan akademik makaleye ilişkin bilgiler ve erişim linki AYAcademy’nin aşağıdaki sosyal medya kanal linklerinde yayınlanmaktadır.

https://www.instagram.com/ayacademy.org.tr/

https://www.facebook.com/ayacademy.org.tr/

https://www.linkedin.com/company/ayacademy/

https://www.tiktok.com/@ayacademy.org.tr

https://twitter.com/ayacademy_tr

https://t.me/AYAcademyTelegram

https://www.youtube.com/@AYAcademy_TR

https://www.youtube.com/shorts/tOdz6Q8oXVg


Saygılarımla,

Serkan KORKMAZ

Posted in ERMENİ SORUNU, FEYM GRUBU ÇALIŞMALARI | Leave a comment