ULUS DEVLET OLMAK * 23 NISAN – JAPONYA’da BIR OKULDA ÖĞRENCİLER.

Duran Aydogmus
duran.aydomu@gmail.com

23 NISAN – JAPONYA’da BIR OKULDA ÖĞRENCİLER.

Sevgili Vatanseverler,

Eeyy! hainler, “Türkiye” denen bu kutsal toprakları kurtarmak için 19 Mayıs 1919’da Samsun’dan yola çıkan, ancak arabaları bozulduğu için sabaha karşı kafilenin önünde yaya olarak yola devam eden Yüce Kurtarıcı Mustafa Kemal ve arkadaşları cesaret ve coşkuyla yollarına devam ederken söylediği bir İsveç gençlik marşını, ki bizlerin de marşı olan, gençliğimize ulusal heyecan ve birlik beraberlik duygusu aşılayan bu GENÇLİK MARŞI, bizim siyasilerce yasaklanırken; bakın uzak doğuda Japonya’daki okullarda bu marş -hem de Türkçe olarak- nasıl da coşkuyla söyleniyor… Tıklayıp videodan dinleyelim… Duygulanmamak mümkün mü?.. Yasaklayanlar dinleseler acaba bir şey ifade eder mi onlara?

Okullarda ANDIMIZı yasakla, GENÇLİK MARŞImızı söyleme, ULUSAL BAYRAMLARı yasakla, bu duyguların yerine, öteki dünya odaklı gençlik yetiştir, Ee, bu gençlik büyüyünce dindar ve kindar olmaz mı?! Peki, kurtarılmış ama bağımsızlığını kaybetmiş bu ülkeyi düştüğü bu feci durumdan kim, niçin ve hangi duygu ile kurtarmaya kalkacaktır?

Dün (05/05 PŞ) “Ezilenlerin Pedagojisi” konferansında idim. Durumlar böyle giderse, gerek bizlerin, gerek dünya insanlarının geleceğinden endişe duymaya başladım. Otoritelerin-para babalarının haksız hukuksuz baskılarına karşı insanlık bilinci ve onurunun yanında, ulusun ve ülkenin hayatı tehlikeye girince, hangi duygu(lar) bizleri birleştirecek de, düştüğümüz o çıkmazdan kurtulmamızı sağlayacak?

Şu Japonlara bakın, Allah’ı, Kutsal Kitabı, Peygamberi olmadığı halde, nasıl da dosdoğru ve onurlu bir ulus ki, bağımsızlık aşılayan yabancı bir ülkenin marşını bile benimseyip okulda vs duygulu ve heyecan duyarak istekle söyleyebiliyorlar… Buradan çıkan netice şu ki; bir ulusu esarete alıştırmak için, o ulusun ulusal değerlerini şu veya bu şekilde gerek dış, gerek onların içerdeki piyonlarınca çalışmak gerek. İşte, 1946’dan sonra ve 1950’lerde bu çalışmalara hız vererek, şanlı ve şerefli Türk ulusu şimdilerde bu yaşadığımız duruma getirildi. Bu başarının kime ait olduğunu önce bizler, sonra da çocuklar ve torunlarımıza anlatmalıyız diyorum…

Saygılarımla.
Duran Aydoğmuş
(İlk gençliğinin 12 yılını Batı Cephesinde harcayan bir Gazinin evladı)
————-
JAPONLAR bile bizim ülkemizden daha ATATÜRKÇÜ.

Gördüklerinize inanamayacaksınız.

23 NİSAN – JAPONYA’da BİR OKULDA ÖĞRENCİLER.

Posted in ATATURK, CUMHURİYET - DEMOKRASİ - ÇAĞDAŞLIK | Leave a comment

DURUM VAZİYETİ 10.05.2016 Sözcü * Laiklik ve Atatürk düşmanı TBMM başkanın karşısına Yeni Zelanda’da da ATATÜRK çıktı

Posted in ATATURK, DURUM VAZİYETİ, Gundem, Haber, YOBAZLIK - GERİCİLİK | Leave a comment

DURUM VAZİYETİ 10.05.2016 Cumhuriyet

Posted in DURUM VAZİYETİ, Gundem, Haber, MEDYA | Leave a comment

Gericiliğe Karşı Aydınlanma Hareketinden gelen ilk yobaz takip hattı raporu

Gericiliğe Karşı Aydınlanma Hareketinden
gelen ilk yobaz takip hattı raporu

Türkiye’nin dinsel kurallarla yönetilen bir ülke haline getirilme çabasına karşı mücadele etmek üzere yola çıkan Gericiliğe Karşı Aydınlanma Hareketi’den ilk rapor geldi.

Gericiliğe Karşı Aydınlanma Hareketi tarafından oluşturulan “Yobaz Takip Hattı Haftalık Değerlendimesi”nin ilk raporu paylaşıldı.

Raporda Karaman’da yaşanan ve Ensar Vakfı’nın merkezinde olduğu cinsel istismar skandalından, Üniversiteli dizi oyuncusu Gülay Bursalı’nın emlakçı tecavüzünden kaçmak için intihar etmesiyle çirkinleşen yandaş basına kadar; kadar geçtiğimiz haftanın gündemine oturan pek çok gerici olayla ilgili değerlendirmeler yapıldı.

YOBAZ TAKİP HATTI HAFTALIK DEĞERLENDİRME RAPORU şu şekilde:

(18-25 MART 2016)

• Antalya’nın Kumluca İlçesi’nde, Mimar Sinan İlkokulu 4. sınıfta okuyan çocuklarının Din Kültürü ve Ahlak Bilgisi dersinden muaf tutulmasına ilişkin Kumluca Kaymakamlığı’na yaptıkları başvuru reddedilen anne ve baba, Antalya 1. İdare Mahkemesi’ne açtıkları davayı kazandı. Mahkeme tarafından verilen kararda, Anayasa’nın 24. maddesine göre ilk ve ortaöğretim kurumlarında Din Kültürü ve Ahlak Bilgisi dersinin zorunlu olduğu belirtilmesine karşın, “… bu öğretimin Anayasa’nın öngördüğü amaca uygun bir müfredatla verilmesi gerektiği, içeriğinin nesnel ve çoğulcu olması, kişinin dininin bir ayrım ve eşitsizlik unsuru olarak kullanılmaması ve devletin dinler karşısında tarafsız kalarak, bütün dinsel inançları eşdeğer görmesi gerekmektedir. Öğretimde uygulanan müfredatın belirli bir din anlayışını esas alması durumunda, bunun din kültürü ve ahlak bilgisi dersi olarak kabul edilemeyeceği ve din eğitimi halini alacağı açıktır.” değerlendirilmesi yapıldı.

• Samsun’da Atakum Anadolu Tarım Meslek Lisesi ve Tarım Meslek Lisesi alanının Diyanet’e tahsis edilerek, Protokol Camisi yapılması gerekçesi ile taşınması kararı, Danıştay 8. Dairesi tarafından iptal edildi. Ayrıca, İl Milli Eğitim Müdürü de, mahkeme kararını yerine getirmediği için görevinden alındı.

• Karaman’da Ensar Vakfı ve Karaman Anadolu İmam Hatip ve İmam Hatip Lisesi Mezunları ve Mensupları Derneği evlerinde kalan çocuklara, rehber öğretmen Muharrem Büyüktürk tarafından cinsel istismarda bulunduğu ortaya çıktı.

. Ensar Vakfı Başkanı ve THY İcra Komitesi Üyesi İsmail Cenk Dilberoğlu, cinsel istismar konusunu, sol kesimin “dindar nesil” projesinden rahatsız olması nedeni ile attığı bir iftira olarak değerlendirdi.

.  KAİMDER tarafından, Muharrem B. ile bir ilgilerinin olmadığı açıklandı, ancak Muharrem B.’nin, KAİMDER tarafından organize edilen “Bensiz Olmaz Çanakkale Gösteri’sinden düzenlenen programda, yurtlarda kalan çocuklarla birlikte yer aldığı ortaya çıktı.

. CHP Bursa Milletvekili Lale Karabıyık, Ensar Vakfı’nda çocuklara hayvan görüntülerini de içeren porno izletildiğini açıkladı.

. Turkcell’in, Ensar Vakfı’na sponsor olduğu ortaya çıktı.

. Hürriyet gazetesi yazarı Ahmet Hakan, köşesinde, yaşanan münferit bir olaydan dolayı Ensar Vakfı’nın hedef gösterilmesinin yanlış olduğunu aktardı.

. Halk TV sunucusu Ece Zereyken, Karaman’daki cinsel istismara tepki gösterdiği ve ”çocuklar tecavüze uğrarken susulmaz” dediği için işten çıkarıldı.

. Marmaris’te yapılan basın açıklamasında, AKP Muğla milletvekili Nihat Öztürk, “Bir hazımsızlık var, bunun da farkındayım. Biz inadına Ensar Vakfı’na destek olmaya devam edeceğiz. Benim de 13 yaşında bir kızım var ve gönderiyorum. Çocuklarımızın buralarda dini eğitim almalarına biz destek vereceğiz” diyerek, Ensar Vakfı’nı savundu.

. Marmaris’te Ensar Vakfı’nın okullardaki faaliyetlerinin durdurulması için imza toplayan 3 kişi, Ensar Vakfı’nın şikayeti üzerine gözaltına alındı.

. Cinsel istismarcı Muharrem Büyüktürk’ün, Karaman Belediyesi’nin dergisinde yazılar yazdığı ve yazıları için telif ücreti aldığı iddia edildi.

. Mahkeme, tecavüz olayının Ensar Vakfı’na bağlı evlerde gerçekleştiğini iddianameyi kabul etti. İstismarın 3 yıl boyunca sürdüğü iddia edildi.

. Aile ve Sosyal Politikalar Bakanı Sema Ramazanoğlu “Buna bir kere rastlanmış olması hizmetleri ile ön plana çıkmış bir kurumumuzu karalamak için gerekçe olamaz. Biz Ensar Vakfı’nı da tanıyoruz, hizmetlerini de takdir ediyoruz, ama öteki taraftan bunu yapan kişi için de sıfır toleransla hukuki açıdan bütün takibimizi yapıyoruz.” diyerek Ensar Vakfı’nı savundu.

. Sabah gazetesi yazarı Hilal Kaplan da Ensar Vakfı’na sahip çıkanlar arasındaydı: “Ensar Vakfı gibi kadim ve tüm misyonu İslam’ı doğru anlatmak, buna dair sayısız akademik yayın yapmak ve daha ötesi iyilik ve yardım dağıtmak üzerine kurulmuş bir kurumun bu tarz çirkin bir vakayla gündeme gelmesi hepimizi derinden sarstı.” ifadelerini kullandı.

. Yeni Şafak yazarı Özlem Bayraktar, “pedofili eskiden de vardı” diyerek ve inananların Cumhuriyet ideolojisi tarafından sapkın gösterildiğini iddia ederek Ensar Vakfı’nı savundu.

. İstanbul Üniversitesi İlahiyat Fakültesi’nde “Adalet ve Erdem Kulübü” tarafından Ensar Vakfı’nda yaşanan çocuk istismarını aklayan bildiler asıldı. Bildirilerde izinli olduklarını gösteren mühür de yer alıyordu.

. “Çocuk istismarını engelleme komisyonu” önerisi Meclis’te yapılan oylamada, AKP oyları ile reddedildi. Ardından gelen tepkiler üzerine AKP geri adım attı ve çocuk istismarlarını araştırma komisyonu kuruldu. Ayrıca oylamada, Meclis Başkan Vekili Ahmet Aydın’ın oylama sırasında “saydım” diyerek yalan söylediği, Meclis Başkan Vekili Ahmet Aydın’ın Ensar Vakfı konuşmacısı olduğu ortaya çıktı.

. Ensar Vakfı’nın adı tecavüzle ilk kez anılmıyor. Daha önce Çorum’da ve Rize’de vakfın şube başkanlığını yürütenler, tecavüz ve cinsel istismar nedeniyle tutuklandılar. Vakfın 1980’li yıllarda Kayseri’de dini eğitim verdiği 12 yaşındaki bir çocuğa taciz ettiği gerekçesiyle ceza alan Mustafa İslamoğlu’na da ödül verdiği ve 17 Nisan 2015 tarihinde ‘Peygamberi anmak mı, anlamak mı’ konulu konferans konuşmacısı olduğu ortaya çıktı.

• Üniversiteli dizi oyuncusu Gülay Bursalı, erkek arkadaşı ile kaldıkları odayı kiralayan emlakçının tecavüzünden kaçmak için intihar etti.

. Habervaktim.com sitesi tarafından, haber “Su testisi su yolunda kırılır.” başlığı ile “ibretlik intihar” diyerek haberleştirildi.

. Gülay Bursalı’nın okuduğu İstanbul Aydın Üniversitesi’nde yapılmak istenen anmaya, okul yönetimi “Okulu bu tür haberlerle ön plana çıkarıp rezil etmeyin. O saate ne işi vardı orada” denilerek izin verilmedi.
. Okul dışında yapılan anmaya ise, Ülkü Ocakları üyeleri saldırdı.

• İnsani Yardım Vakfı Kocaeli Şubesi’nin etkinliğinde çocukların eline oyuncak silah ve kılıç verildi.

• Ordu’nun Sakarya İlçesi’nde bulunan Sakarya Ortaokulu’nda, din dersi öğretmeni, derste “Alevilik günahtır.” dedi. Ayrıca, “Alevi değiliz” diyen öğrencisine “aferin” dedi.

• Mersin İl Milli Eğitim Müdürlüğü ile Müftülük “Minik Yürekler Kardeşlik Bilincinin Farkında” adı altında “okul-cami bütünleşmesi projesini” hayata geçirdi.

• Nevşehir’deki İstiklal Ortaokulu yöneticilerinin, geçen Ocak ayında birinci yarıyılın sonunda, kentin çeşitli camilerinde “Namaz Buluşmaları” adı altında öğrencileri toplu halde namaza götürmeye başladıkları ortaya çıktı.

• İstanbul Gönüllü Eğitimciler Derneği tarafından Uluslararası Erken Çocukluk Eğitimi Kongresi’nin birincisi düzenlendi. Beş yaşın okula başlamasını savunan kongrenin sloganı ”ne kadar erken, o kadar iyi” oldu.

• Türkiye Cami ve Kur’an Kursu Dernekleri Federasyonu Genel Başkanı Recep Kıyak, ülke genelindeki tüm cami derneklerinin “Haydi Gençler Camiye Projesi” gibi çalışmalar yaparak gençlerin camilere gelmelerini sağlamalarını beklediklerini bildirdi.

• TUBİTAK Bilim İnsanı Destekleme Daire Başkanlığı tarafından düzenlenen yarışmada Giresun Şebinkarahisar Anadolu İmam Hatip Lisesi öğrencileri tarafından hazırlanan “Kanser Hastalığını Yenmede Dini İnancın, Duanın ve Olumlu Düşünmenin Etkisi Üzerine Bir Araştırma” başlıklı bir proje finale kaldı.

• TUBİTAK tarafından düzenlenen 47.Ortaöğretim Öğrencileri Araştırma Projeleri Yarışması için sergilenen projelerden birinin adı, “bir selam da bizden size selamünaleyküm” oldu.

• İstanbul Sabahattin Zaim Üniversitesi Rektör Yardımcısı Bülent Arı, çıktığı televizyon programında “Ben daha çok cahil ve okumamış tahsilsiz kesimin ferasetine (anlayış-sezgi) güveniyorum bu ülkede. Yani ülkeyi ayakta tutacak olanlar, okumamış, hatta ilkokul bile okumamış, üniversite okumamış cahil halktır. Onlar bu yanlışların hiçbirini yapmazlar, o beyannamenin ben neresinden tutayım. Daha önce Jön Türklerin yaptığı gibi ateşe sürüklüyorlar Türkiye’yi. Türkiye’nin okumuş kesimi, profesörlerden başlayarak geriye doğru en tehlikeli olanlar üniversite mezunları. Olayları en rahat okuyanlar ilkokul mezunları. Çünkü zihinleri berrak. Üniversite ve sonrası durum çok vahim çünkü gidişatı okuyamıyorlar, zihinleri bulanık.” açıklamasında bulundu.
o Gelen tepkiler üzerine istifa etmek zorunda kaldı.

• Isparta Süleyman Demirel Üniversitesi’nde, Makine Mühendisliği Bölümü öğretim üyesi Prof. Dr. İsmail Hakkı Akçay, enerji teknolojileri dersinde yan yana oturan erkek ve kadın öğrencilere, ”Meyhaneye gelir gibi kucak kucağa oturamazsınız, sabredin biraz zaten evleneceksiniz.” dedi.

• Tekirdağ Namık Kemal Üniversitesi Muratlı Meslek Yüksek Okulu Müdürü olarak görev yapan, Yrd. Doç. Dr. Nurşen Öntürk, elinde rakı bardağı bulunan fotoğrafı nedeni ile rektör Osman Şimşek tarafından görevden alındı.

• Hatay İli, Kırıkhan İlçesi, Zübeyde Hanım Mesleki ve Teknik Anadolu Lisesi’nde, kız arkadaşı ile öpüştüğü için bir genci azarlayan ve aynın gencin okul katından atlayarak felç kalmasına yol açan okul müdürü ile öğretmen hakkındaki disiplin soruşturması tamamlandı. İki kişi hakkında yalnızca yer değiştirme ve bir günlük maaş kesimi cezası önerildi.

• Bursa Uludağ Üniversitesi Tıp Fakültesi’nde, Doç. Dr. Sahil Karabey isimli ilahiyat hocası tarafından, “Tedavide Moral Değerler ve Motivasyon” adlı bir ders okutulduğu, dersin içeriğinde “Tedavi Sürecini Hızlandıracak Manevi/Moral Değerler: Sabır, Şükür, – Hasta ve Hasta Yakınlarını Tedaviye Katmada Tevekkül ve Rıza, – Kader ve Kaza Anlayışının Hasta Motivasyonuna Etkisi, – Bir Moral Değer Olarak Dua, – Duanın Tedavi Sürecine Etkisi” gibi başlıkların olduğu ortaya çıktı.

• Diyanet İşleri Başkanı Prof. Dr. Mehmet Görmez, İstanbul’da Üsküdar Üniversitesince, ‘Çağımızın Buhranı Terör, Barış ve Huzur Tasavvurumuz’ başlığıyla düzenlenen sempozyumun açılış programında “Savaşın da bir ahlak ve hukuku olduğunu bilmeliyiz. İslam dininin savaşı dahi bir ahlak ve hukuk temeline oturttuğunu bilmeliyiz. Savaşta dahi ne tür öğretiler getirdiğini anlamalıyız. Cihat kavramının sulandırılması, Kuran’a ve İslam’a yapılabilecek en büyük haksızlıklardan ve yanlışlıklardan bir tanesidir. Ancak Cihadı bir katliam olarak, ahlak ve hukuk tanımayan bir savaşın adı olarak belirlemeye kalkışmak İslam’a ve bu kavrama yapılabilecek en büyük kötülüklerden biridir.” ifadelerini kullandı.

• Diyanet İşleri Başkanlığı tarafından 4 yaş ve üzeri çocuklar için özel hikaye seti hazırlandı.

• Diyanet İşleri Başkanlığı tarafından, Bodrum İlçesi, Ortakent Yahşi Mahallesi’nde bulunan Hazine arazisine, toplam maliyeti 30 milyon TL’yi bulacak olan “İslam Tanıtım ve Bilgilendirme Merkezi” yapılacağı açıklandı.

• Türkiye Diyanet Vakfı Kadın Aile ve Gençlik Merkezi (KAGEM), Fethi Gemuhluoğlu anısına Ustalara Saygı başlığı altında “Bir Neslin Ağabeyi” adlı panel düzenledi.

• Çanakkale Zaferini konu alan ve Diyanet İşleri Başkanı Mehmet Görmez tarafından Cizre’de okunan cuma hutbesinde, “Tevhidi savundular, İslâm’ın izzet ve şerefini, Müslümanların haysiyet ve onurunu müdafaa ettiler. … ‘Eğer İslam yoksa azadi yoktur.” sözlerine yer verildi.

• Kamp yapmak için Gençlik ve Spor Bakanlığı’nın izcilik tesisine başvuran Düzce Üniversitesi İzci Kulübü’ne, “kızlı-erkekli oldukları” gerekçesiyle izin verilmedi, ancak aynı tesiste Nakşibendi tarikatına bağlı bir vakfın “Kardeşlik Programı” düzenlediği ortaya çıktı.

• Milli Eğitim Bakanlığı ile Diyanet İşleri Başkanlığı tarafından “Eğitimde İşbirliği Protokolü” imzalandı. Protokolle birlikte Diyanet İşleri Başkanlığı’nın yayınları, MEB’in “Eğitim Bilişim Ağı”nda öğrencilere sunulacak.

• Ali Ağaoğlu, yaptığı konuşmada, “Ortanca hanımı aldım. Gittim, olay yerinin – Taksim patlamasının – olduğu yere millet fakir karanfil bırakıyordu ben gül bıraktım.”

• “6 yaşındaki çocukla evlenilebilir” sözleriyle tanınan Sosyal Doku Vakfı Başkanı Nurettin Yıldız, Kızılcahamam’daki AKP kampında Gençlik Kolları’na eğitim verdi.

• Başbakan Davutoğlu, İstanbul’da Cübbeli Ahmet Hoca ile buluştu.o Cübbeli Ahmet Hocaya ait sosyal medya hesapları buluşmanın gerçekleştirildiğini duyururken, Başbakanlık tarafından aksi iddia edildi.

• İzmir İl Özel İdaresi’ne ait olan ve bu kurumun kapatılmasından sonra Diyanet’e tahsis edilen Çınarlı’daki Özel İdare Tesisleri alanında, imar planı değişikliği yapılarak dev bir “protokol camisi” inşa edileceği ortaya çıktı.

• TRT Genel Müdürlüğü Haber ve Spor Dairesi Başkanlığı’na Yeni Şafak yazarı Yaşar Taşkın Koç atandı.

• MHP Genel Başkanı Devlet Bahçeli tarafından, “Ankaralılar AVM’lere gidin, Cenab-ı Allah sizleri korur.” açıklaması yapıldı.

• Yeni Akit gazetesi haber sitesinde, “Bana Rabbimi Sevdir Gerisini Merak Etme” başlığı altında, ilkokul bittikten sonra kız çocuklarının türban takmasının zorunluğu olduğu anlatıldı.

• AKP Çanakkale Merkez İlçe YK üyesi Ayhan Demirtaş sosyal medya hesabından şöyle yazdı: “Davet!!! İslam ordusunun kurucu kumandanı, uzun adam, cumhurun reisi; Recep Tayyip Erdoğan…” yazarak, Erdoğan’ı İslam ordusunun kurucusu ilan etti.

• Kendisini son ‘nebi’ ve ‘Mehdi’ ilan eden İskender Evrenesoğlu’na bağlı tarikat mensupları, Trabzon’un Arsin ilçesinde bir restoranda panel düzenledi. İddialara göre kendisinin ‘son nebi’ ve ‘Mehdi’ olduğunu ifade eden Evrenosoğlu salondaki halka; ‘Şimdi orada beni temsil eden müridimin elini öpmenizi istiyorum. Onun elini öperek benim elimi öpmüş ve bana biat etmiş olacaksınız’ dedi.

• AKP Milletvekili Ayşe Kesir, TBMM kürsüsünden, çocuklar için “Sevgi Evleri” kurduklarını anlattı. Oysa “Sevgi Evleri” ile ilgili de daha önce basına taciz, dayak ve darp iddiaları yansımıştı.

• Ayşe Böbürler ve Alev Alatlı, “Kelebek Etkisi” programını Fatiha suresi ile açtılar.

• Ordu Büyükşehir Belediye Başkanı Enver Yılmaz, bugün makamında düzenlediği basın toplantısında içlerinde kadın heykellerinin de yer aldığı 5 heykeli, “ahlaki duyarlılık” belirledikleri başka bir alana taşıyacaklarını söyledi.

• Cumhurbaşkanı Tayyip Erdoğan, Bingöl Üniversitesi Rektörlüğü’ne ilahiyat profesörü İbrahim Çaprak’ı atadı.

• ISDN’in Türkiye’deki yapılanmasına yönelik yürütülen soruşturma kapsamında 7’si tutuklu 96 sanık hakkında açılan davanın 4’üncü duruşması görüldü. Duruşmada mahkeme, tutuklu sanıkların tamamının tahliyesine karar verdi.

• Euro 2016 öncesi Antalya Arena’da Türkiye ve İsveç arasında oynanan hazırlık maçında Özgür Suriye Ordusu (ÖSO) bayrağı açıldı. Maçta sahaya futbolcularla birlikte türban takılmış kız çocukları çıkartıldı.

• Milli Eğitim Bakanı Nabi Avcı tarafından, listesinde gerici yazarların bulunduğu ‘’Okuma Grubu’’ projesinin 81 ile yayılması için gerekli görüşmeleri tamamladıklarını aktardı.

• Türkiye’nin dört bir yanından küçük yaştaki çocuklara yönelik cinsel istismar, taciz ve tecavüz haberleri geldi. Yaşları 3 ilâ 17 arasında değişen çocuklara yönelik istismarda bulunanlar arasında, din görevlileri ve öğretmenler de bulunuyor.Çocuklara yönelik istismar ve tecavüz vakalarının ortaya çıktığı şehirler; İstanbul, Ankara, Kocaeli, Osmaniye, Uşak, Van, Balıkesir, Artvin.

Posted in İrtica, ŞERİAT - İRTİCA - KARANLIĞIN AYAK SESLERİ, YOBAZLIK - GERİCİLİK | Leave a comment

ULUS DEVLET VE ULUSAL KİMLİK

Posted in ATATURK, CUMHURİYET - DEMOKRASİ - ÇAĞDAŞLIK | Leave a comment

SENDİKALAR SARI OLUNCA ÇOCUKLAR TECAVÜZE UĞRUYOR

Posted in Calisma Dunyasi - Is ve Emekciler, YOZLAŞMA - AHLAKSIZLIK | Leave a comment

AKP’nin İSRAİL ile kayıkçı kavgasına inananlara ithaf olunur * AKP İsrail’e yol verdi * İsrail’in NATO’da ne işi var

Odatv.com
Müyesser Yıldız
09.05.2016

İsrail’in NATO’da ne işi var

Erdoğan’ın Başbakan Davutoğlu’nu “hal edeceğinin” beklendiği gün gazete ve internet sitelerine kısa, küçük bir haber düştü. Türkiye, İsrail’in NATO nezdinde temsilcilik açmasına ilişkin vetosunu kaldırmıştı.

Dışişleri Bakanı Mevlüt Çavuşoğlu’nun, “NATO’nun güney ortakları var. Bunların içinde İsrail, Ürdün, Katar, Bahreyn var. Dolayısıyla bu ortakların NATO’da ofis açma konusu gündeme geldi. Genel Sekreter ile son ziyaretinde bunu değerlendirdik. ‘Tüm ülkelere eşit muamele yapılacaksa sıcak bakabiliriz’ dedik. Henüz kesin bir şey yok” açıklamasını yaptığı gün haber NATO’nun internet sitesinde çoktan duyurulmuştu. Doğru sadece İsrail değil, aynı gün işin sosu olsa gerek Ürdün, Katar, Kuveyt ve Bahreyn’in de NATO’da temsilcilik açması onaylanmıştı, ama İsrail işi bir başka önemliydi.

Türkiye bu temsilcilik işini Davutoğlu’nun Dışişleri Bakanı olduğu 2011’de veto ettiği halde ne olmuştu da 5 yıl sonra “evet” demişti. En basitinden bunun sorulması ve sorgulanması gerekmez miydi?

Olay, “Türkiye-İsrail ilişkilerinin normalleşmesinde bir adım daha” diye sunuldu. İyi de Türkiye-İsrail ilişkilerinin bozulmasına sebep olan Mavi Marmara saldırısından sonra “özür, tazminat ve Gazze’ye ambargonun kaldırılması” şeklinde üç şartımız varken, İsrail’in NATO’da temsilcilik açması denkleme nasıl ve neden girmişti? Şart koşan biz miydik, İsrail ve destekçileri mi?

Dahası son 1 yıldır;

“Kürdistan” kurulmasını ayan beyan desteklediğini açıklayan;

Suudi Arabistan istihbaratıyla birlikte Türkiye’nin bölünmesini de öngören “Kürdistan” planları yapan;

“Kürdistan”ın bilhassa Türkiye ve İran arasında kurulmasını isteyen;

Suriye’de PYD-YPG’yi “stratejik partner” gören;

Rum kesimi ile doğal gaz anlaşmaları yapmakla kalmayıp, Doğu Akdeniz’de arama-tarama faaliyetlerini yürüten Rum gemilerini koruyan İsrail’e bu “jest”in sebeb-i hikmeti neydi?

ABD’NİN 11 YILLIK PLANI

Sebebi-hikmeti ABD’nin 11 yıl öncesine dayanan planıydı. Daha önce çeşitli vesilelerle yazdım, bir kez daha hatırlatayım.

İsrail’i NATOya yakınlaştırma planı 2005’te hazırlandı ve buna tüm Avrupalı liderler “olur” verdi.

Özetle denildi ki;

“Bugün Batı’ya yönelik tehdidi, Cihadizm veya İslamcı terörizm temsil ediyor. NATO, 1949’da Batı’nın yaşam tarzı, özgürlüğü ve kurumlarını savunmak için yaratıldı. Artık global cihad tehdidiyle savaşta NATO başlıca araç olmalı… Global tehditle etkili mücadele için de NATO’nun yetki alanındaki iç ve dış güvenlik sınırlarını genişletmenin yolları bulunmalı…Soğuk Savaş’ta, geçmişte Berlin Duvarı vardı. Bugün eğer medeniyet ve barbarlık arasında bir sınır varsa, bu Orta Doğu olacak. İsrail bugüne kadar kendi imkânları ile mücadele etti, ancak bugün düşmanlar, geçmişten farklı. İsrail’in güvenliğini sadece komşuları tehdit etmiyor, yeni devletsiz güçler, radikal, fanatik örgütler var. İran bir başka örnek…Tahran’a, İsrail’in NATO’ya alınmasından daha güçlü bir sinyal verilemez… Güney Avrupa, İran ve Suriye’den balistik füze tehdidi altında, Avrupa ve İsrail bu riski paylaşmalı… İsrail-AB-NATO işbirliğinin geliştirilmesi ABD tarafından da net olarak desteklenmektedir. Ancak ABD’nin resmi rol oynaması beklenmemeli, bu konular daha çok Avrupa ajandasında olmalı…”

9 Temmuz 2008’de ABD Temsilciler Meclisi Dış İlişkiler Komitesi’nin Orta Doğu ve Güney Asya Alt Komitesi’nde yapılan “Avrupa ve İsrail: Üyeliği Doğru” başlıklı toplantıda da İsrail’in AB ve NATO üyeliği masaya yatırılıp, NATO-AB işbirliğinin özellikle Akdeniz ve Orta Doğu’ya yönelik olarak daha ileri noktalara nasıl götürüleceği konuşuldu. Fransa’nın, NATO’nun askeri kanadına dönmesinin, İsrail’le birlikte rol oynadığı Akdeniz Diyaloğu Projesi açısından ne kadar önemli olduğu dile getirildi.

Bir parantez açalım; Nitekim 1 yıl sonra 3-4 Nisan 2009’da yapılan NATO Zirvesinde Türkiye Gül ve Erdoğan’ın Hz. Muhammed’e hakaret karikatürlerinin yayınlandığı Danimarka’nın Başbakanı Rasmussen’in NATO Genel Sekreteri yapılmasına direndiği masallarıyla oyalanırken, Fransa’nın NATO’nun askeri kanadına dönüşü sağlandı. Oysa özellikle Ermeni soykırım iftirasının baş sahiplerinden Fransa’ya karşı önemli bir kozdan olmuştuk. Öyle ki, o vakit Obama’nın Ulusal Güvenlik Danışmanı olan eski NATO Başkomutanı General James Jones dönüş yolunda Air Force One uçağında, “Birçok konferansa katıldım, birçok NATO zirvesinde bulundum, kendimi hiç bu masadaki kadar iyi hissetmedim. Fransa’nın NATO’ya dönüşü, gurur verici bir andı” diyecektir.

ABD Temsilciler Meclisi’nde 2008 yapılan toplantıdan devam edelim. Burada AB’nin, üyeliği artık iyice zorlaşan Türkiye için farklı bir model üzerinde durması ve bu modelin İsrail için de düşünülmesi gerektiği vurgulandı. Yani AB’ye, İsrail’in de dahil edilmesi ve Türkiye ile birlikte, “tam üyelik” olmayan, farklı bir ilişki biçimine tabi tutulmasının alt yapısı hazırlandı.

Dahası, NATO’ya uzun vadede İsrail’in tam üye olması kararlaştırılırken, NATO’nun karar mekanizmasında değişikliğe gidilmesi de planlandı. Karar mekanizmasında değişikliğin Türkiye’ye karşı düşünüldüğünü anlamak için kâhin olmaya gerek yok; Besbelli “veto” hakkımızın ortadan kaldırılması, böylece aynen AB’deki gibi, söz hakkımız olmaksızın, NATO patronlarının alacağı karar ve belirleyeceği politikalara “tam uyum” sağlamamız arzulanıyordu.

SİVİL DARBE RUMLARIN NATO ÜYELİĞİYLE Mİ TAMAMLANACAK

Olayın önemini anladınız mı; İsrail’in NATO’da temsilcilik açması bu planın tık tıkır işlediğini gösteriyor. Konuyla ilgili olarak Başbakan Netanyahu’nun, “İsrail’in güvenliği için çok önemli adım” demesi, İsrail Dışişleri Bakanlığı’nın da, “Dışişleri Bakanlığı, Savunma Bakanlığı ve Ulusal Güvenlik Ajansı tarafından uzun süren diplomatik çabaların ardından geliyor. İsrail’e verdikleri destek ve konuyla ilgili çabalar için organizasyonda çalışan müttefiklerimize teşekkür etmek istiyoruz” açıklama yapması bundan. Sevinçlerinde haksızlar mı?

Erdoğan, “Türkiye toprakları, aynı zamanda NATO toprağıdır” demişti ya, bir süre sonra “Türkiye topraklarının, aynı zamanda İsrail toprağı” sayılmasına, hatta ABD ve İsrail’in desteklediği Suudi Arabistan öncülüğündeki İslâm Ordusu’nun bir neferi olarak İran’a karşı savaşta yer almamıza şaşırmayalım.

2010’da İsrail’in OECD üyeliğine onay verdik… 2016’da da NATO’da temsilcilik açmalarına…

Benzer bir süreç Rum tarafı için de çalışıyor. AB yıllardır Rum kesiminin OECD üyeliğini onaylamamızı istediği gibi, NATO üyeliğine ilişkin vetomuzu kaldırmamız için bastırıyor. Rumların NATO üyeliğini veto etmemizin, NATO destekli Avrupa Ordusu planının yürürlüğe girmesini engellediğinden şikâyet ediliyor. Aynı şikâyet NATO’dan da geliyor. Öyle ki, 2008’de dönemin NATO Genel Sekreteri Jaap de Hoop Scheffer açıkça, “Askerimiz ve polisimiz tehlike altındayken ve AB-NATO işbirliğine ihtiyaç varken, Türkiye’nin engellemelerine izin vermeyiz. Bu sorunun aşılması için onun tam üyeliğine kadar bekleyemeyiz” resti çekmişti.

Rum-NATO meselesini niye mi hatırlatıyorum; Mâlum Kıbrıs için örgörülen “çözüm süreci”nde, Türkiye’nin garantörlükten vazgeçmesi ve Türk askerinin Ada’dan çıkartılması da var. NATO ve AB patronları geçiş döneminde Türkiye’nin sesini kesmek için Kıbrıs’ın güvenliğini BM veya AB’nin yani AB Ordusu’nu sağlamasını planlıyor.

Son dönemde ABD’ye giden bazı siyasilerden aldığım izlenim şu; Washington’un önceliği IŞİD falan değil, Kıbrıs’mış. Obama görevi devretmeden de bu işi halletmek istiyorlarmış. O kadar aceleleleri varmış ki, “çözüm sürecinin” mali kaynağını aramaya başlamış ve IMF’den teminine karar vermişler.

Diyeceğim, Erdoğan’ın AB ile “restleşmesinin” ardından da büyük bir “iş”, mesela Rumların NATO üyeliği çıkabilir mi, çıkabilir!..

Yakın tarihimizde unutulmaz, büyük kazık; Evren’in 12 Eylül darbesinden hemen sonra ABD’li Komutanın sözlü taahhüdüne “güvenerek” Yunanistan’ın NATO üyeliğine dönmesini sağlaması olmuştu.

Bugün ülkemizde bir “sivil darbe” yaşandığı konusunda hemfikir olunduğuna göre, bu “darbe” de Rumların NATO üyeliğine “evet” denmesiyle mi tamamlanacak yoksa?

Son bir soru; 90’lı yıllarda, “Türkiye’nin İsrail’i tanıması, tarihimize sürülmüş bir kara lekedir” diyen Erdoğan, İsrail’in NATO temsilciliğine onay verdiğimizden haberdar mıydı, yoksa Davutoğlu ve ekibinin son dakika golü müydü?

Müyesser Yıldız

Odatv.com

Posted in ORTADOĞU ÜLKELERİ, Politika ve Gundem | Leave a comment

DÜRBÜNÜN TERS TARAFINDAN * Ankara’da yaşananların Suriye’yle ne ilgisi var * Türkiye, PKK’nın Suriye kolu PYD-YPG’ye operasyon için “müttefiklerden” izin istiyor, IŞİD’e karşı kara harekatı düzenleme konusunda ise BM ve NATO kararı, ayrıca koalisyon güçlerinin desteğini şart koşuyordu. Bilumum koalisyon güçleri ve dahi Rusya, “PYD müttefikimiz… Kara gücümüz” deyince, kalakaldık.

odatv.com
Müyesser Yıldız
05.05.2016

Ankara’da yaşananların Suriye’yle ne ilgisi var

 Kilis’i Nobel ödülü almaya hazırlıyorlardı, roket ve füzeler şehri oldu. Bölücü terör örgütü PKK Ankara’dan sonra Soma’ya, Bursa’ya, IŞİD ise Gaziantep Emniyet Müdürlüğü’nün kapısına kadar dayandı.

Türkiye, PKK’nın Suriye kolu PYD-YPG’ye operasyon için “müttefiklerden” izin istiyor, IŞİD’e karşı kara harekatı düzenleme konusunda ise BM ve NATO kararı, ayrıca koalisyon güçlerinin desteğini şart koşuyordu. Bilumum koalisyon güçleri ve dahi Rusya, “PYD müttefikimiz… Kara gücümüz” deyince, kalakaldık.

Kilis’e saldırılar, özellikle de Halep’te yaşananlardan sonra şimdi ciddi biçimde IŞİD’le mücadele için Suriye’ye kara harekatını konuşuyoruz. Nitekim Başbakan Ahmet Davutoğlu dün Al Jazeera’ya verdiği röportajda, Türkiye’nin uluslararası mutabakatı tercih etse de gerekirse tek başına kara gücü gönderebileceğini açıkladı. Davutoğlu şunu da söyledi:

“Aslında BM tarafından alınan çok sayıda karar var IŞİD ile mücadele konusunda. Dolayısıyla gerek nefsi müdafaa, gerek IŞİD ya da diğer terör grupları ile mücadele perspektifinden bu kararlar şimdiden bize meşruiyet sağlıyor.”

IŞİD’le kara savaşı noktasına “mecburen” mi geldik, yoksa Suriye’de “iç savaş” başlatıldığından beri ABD’nin gerçekte planladığı bu muydu? Süreci adım adım anlatalım, kararı siz verin.

ABD Dışişleri Bakanlığı bünyesinde “Arap Baharının” organize edilmesinde etkili ve yetkili isim olan Anne-Marie Slaughter 16 Mayıs 2012’de Financial Times’taki yazısında Suriye’ye dair “olası çözümleri” sıralarken, Türkiye’den beklentileri de aktarıp, “Türkiye sınırında bir tampon bölge mi? Türkiye, Suriye’ye birlik göndermeyi istemiyor…” dedi.

Geçen Aralık sonunda “Gölge CIA” olarak bilinen ABD düşünce kuruluşu Stratfor’un yayınladığı 2016 raporunda, Ankara’nın IŞİD’i temizlemek, Sünni Türkmenler ile Arapların kendisine güvenini arttırabilmek, aynı zamanda bu bölgedeki “Kürt güçlerinin” yayılmasını kontrol altında tutmak için Suriye’ye askeri operasyon yapacağı öngörüsünde bulundu. Raporda Türkiye ile ABD’nin, Suriye’de IŞİD’e karşı koalisyon güçlerine Suudi Arabistan, Birleşik Arap Emirlikleri, Katar’ın yanı sıra Mısır ve Ürdün gibi diğer Arap ülkelerini katmaya çalışacağı da öne sürüldü.

Gölge CIA’nın bu “öngörüleri” ve Suudi Arabistan öncülüğünde İslâm Ordusu kurulması, Musul’daki Beşika Kampı, Katar’da üs, Birleşik Arap Emirlikleri ile sıkılaşan ziyaret trafiği ne kadar örtüşüyor, değil mi?

Takvimler 26 Şubat’ı gösterdiğinde ABD Dışişleri Bakanı John Kerry, Suriye’ye kara harekâtı konusunda bazı Arap ülkeleriyle ön görüşmeler yaptıklarını söyledi.

8 Mart’ta CNN International’a konuşan Başbakan Davutoğlu IŞİD’e karşı operasyona ilişkin olarak, “Bütün bu yükü yalnızca Türkiye alamaz. Hava harekâtı ve kara birlikleri de dahil olmak üzere entegre edilmiş bir saldırı stratejisine ihtiyacımız var. Türkiye, bu konuda elinden geleni yapmaya hazırdır” dedi.

Davutoğlu 26 Mart’ta Ürdün’e giderken de şunları söyledi:

“Musul-Halep hattının kuzeyindeki bütün bölgeler Türkiye için bir güvenlik kuşağı oluşturmaktadır. Güvenlik riski de güvenlik kuşağı da oluşturmaktadır. Yani Irak’ta Musul, Suriye’de Halep, kuzeyindeki her türlü boşluk ya DAEŞ terör örgütü ya da PKK terör örgütü tarafından dolduruluyor. Oralarda bu boşluğun oluşmaması için kahraman Silahlı Kuvvetlerimizin oradaki mevcudiyeti hem bu kardeş ülkelerin halklarına verilen bir destek, hem de Türkiye’nin güvenlik ihtiyaçlarını karşılamaya dönüktür.”

Davutoğlu’nun 29 Mart’ta Ürdün’den dönerken yaptığı açıklama ise şöyleydi:

“Şu anda Ortadoğu’nun kaderi iki şehrin elinde; Musul ve Halep. Halep’i rejim veya DAEŞ kontrol altına alırsa bir daha Suriye için umut kalmaz. Musul’da da DAEŞ devam ederse Irak kolay kolay istikrara kavuşmaz. Mesele iki şehrin ne zaman kurtulacağı değil de kimler tarafından kurtarılacağı. Musul’u Musullular kurtarılmalı. Başika Üssü’nü de bunun için kurduk. Lazkiye, Halep, Musul, Süleymaniye’nin kuzeyi Türkiye için bir güvenlik alanıdır. Buradaki her şey bizi ilgilendirir.”

ERDOĞAN’IN ABD GEZİSİ ÖNCESİ VE SONRASI

“Obama ile görüşecek mi, görüşmeyecek mi?” tartışmalarının ön plana çıkarıldığı Erdoğan’ın Washington ziyareti öncesi Ankara’ya gelen ABD heyetinin, Türkiye’nin, “YPG Fırat’ın batısına geçemez” şeklindeki kırmızı çizgisini yumuşattığı duyuruldu.

Nitekim Erdoğan’dan önce ABD’ye giden Dışişleri Bakanı Mevlüt Çavuşoğlu, “PYD için ABD’ye küsmeyeceklerini” bildirirken, IŞİD konusunda, “ABD’nin üçüncü ülkelere muharip asker göndermeme kararını anladıklarını, ancak IŞİD’e karşı 65 ülkenin olduğu bir koalisyonda sadece Türkiye’den kara askeri göndermesinin beklenemeyeceğini” söyledi.

Erdoğan-Obama görüşmesinden sonra ABD tarafı, Türkiye’nin, “YPG’yi vururuz” söyleminde yumuşama olduğu bilgisini verirken, Cumhurbaşkanlığı Sözcüsü İbrahim Kalın, “O detaylara girilmedi” dedi.

Önce geziyi izleyen Hürriyet’ten Verda Özer 5 Nisan’da, görüşmelerde Türkiye’nin, “Gelin PYD’den vazgeçin. Onun  yerine biz, desteklediğimiz Arap ve Türkmen gruplarla birlikte IŞİD’e karşı karada savaşalım. ABD de havadan destek versin” teklifinde bulunduğunu yazdı.

İki gün sonra Al Jazeera, ABD ve Türkiye’nin Suriye’nin kuzeyindeki bölgeyi IŞİD’den temizlemek için yeni bir formül üzerinde çalıştığını duyurdu. Al Jazeera’nın iddiasına göre, Türkiye PYD’nin Frat’ın batısına geçmesine izin verecek, bunun karşılığında Türkiye sınırında Özgür Suriye Ordusu desteklenecekti.

Özer’in de Al Jazeera’nın de bu iddiaları yalanlanmadı.

25 Nisan’da yapılan Bakanlar Kurulu toplantısının ardından Hükümet Sözcüsü Numan Kurtulmuş’a, “TSK’ya ait kara unsurlarının sınır ötesine geçip, geçmeyeceği” soruldu. Kurtulmuş, “Gerekli bütün tedbirler alınıyor, müzakere ediliyor” karşılığını verdi.

İki gün sonra Yeni Şafak’tan Mehmet Acet, “TSK’nın tek başına da olsa kara unsurlarıyla Suriye’ye girip güvenli bölge oluşturması fikrinin son günlerde üzerinde daha ciddi durulan bir konu haline geldiğini” belirterek, şunları yazdı:

“Kilis’te olup bitenler, Türkiye’nin ‘meşru savunma hakkını’ kullanma anlamında elinin daha da sağlamlaştığını gösteriyor. Uluslararası hukuk bağlamında Temmuz ayından bu yana Ankara’da karar verme noktasında gidip gelinen bir nokta var. O da şurası: Türkiye’nin böyle bir harekat için BM Güvenlik Konseyi’ne sınırlarını savunma hakkını kullanarak müdahale edeceğine dair bir bildirimde bulunması yeterli olabiliyor. Uluslararası hukuk bu hakkı her ülkeye olduğu gibi Türkiye’ye de tanıyor. Gelinen noktada bunun ne kadar haklı olduğunu anlatabilecek yeterli enstrümanlara da sahip olunduğu ortada.”

Acet’in bu iddiaları da yalanlanmadığı gibi, aksine dün Başbakan Davutoğlu’nun Al Jazeera’ya verdiği röportajda görüldüğü gibi neredeyse kelimesi kelimesine doğrulandı.

Acet yazısının devamında, “Haftaya Washington’a gidecek olan Başbakan Davutoğlu’nun Obama ile yapacağı görüşmeyi iyi izlemek gerekiyor” da demişti. Beklenen o görüşme “Obama’nın programı uygun olmadığından şimdilik randevu ayarlanamadığı” gerekçesiyle gerçekleşmedi, ama Davutoğlu  galiba Al Jazeera üzerinden “beklenen” haberi gönderdi.

OBAMA’NIN BEKLEDİĞİ ORDU TÜRK ORDUSU MU?

Washington’un “randevu ayarlanamadığı” duyurusu ile Davutoğlu’nun geçen günkü Al Jazeera açıklaması arasında Obama cephesinde yaşananlara da bakalım.

10 gün kadar önce İngiltere’ye giden Obama, şunları söyledi:

“Suriye topraklarında güvenli bölgeye itiraz etmemin sebebi ideolojik değil. Mesele, insanlara yardım etmek ve onları korumak istememem değil. Mesele, bunun nasıl yapılacağı. Güvenli bölge Suriye’nin büyük bir parçasını ele geçirecek bir ordu olmadan kurulamaz.”

Obama BBC’ye yaptığı açıklamada da, “ABD, İngiltere ya da Batılı ülkelerin Suriye’ye kara birlikleri gönderip, Esad rejimini devirmesi hata olur” dedi.

Obama’nın bu açıklamaları yapmasından birkaç gün sonra Erdoğan Hırvatistan’daydı. Beraberindeki gazetecilere Kilis için atılan adımları anlattı. “Kara harekâtı düşünülüyor mu?” şeklinde bir soru soruldu. Erdoğan, “Güvenliğimizle ilgili gereken her türlü tedbir görüşülüyor. Evvelsi akşam Ahmet beylerin (Davutoğlu) yaptığı toplantı da güvenlik tedbirleriyle alakalıydı. Dönünce kendileriyle konuşacağız” karşılığını verdi.

Erdoğan hafta sonu İlim Yayma Cemiyeti’nde de ABD’nin PYD-YPG konusundaki tutumunu, “Bakın biz PYD terör örgütüdür diyoruz, YPG terör örgütüdür diyoruz. Çok enteresan, Amerika’da Savunma Bakanı ayrı şey söylüyor, öbür tarafta Sözcü ayrı şey söylüyor. Diyor ki; biz YPG’yi, PYD’yi terör örgütü olarak kabul etmiyoruz. Bu nasıl bir şeydir? Kendileriyle konuştuğumuzda bize artık farklı konuşuyorlar, ama bakıyorsunuz ki sırtımızı dönüyorsunuz bunlar farklı şeyler söylüyorlar” diye eleştirdikten sonra noktayı şöyle koydu:

“Öyleyse bu millet kendi göbeğini kendisi kesecektir, bunun başka çaresi yok.”

Kendi göbeğimizi kendimiz keseceğiz, öyle mi? Acaba kimler adına?..

“Bizi terörle terbiye edemezler” diyorlardı…

Sahipleri aynı olan; Bir yandan PKK, öte yandan IŞİD terörüyle, daha 2011’de planlanan, bizimkilerin yine “kandırılmak” suretiyle dahil olduğu hedefe adım adım böyle çekildik.

Sadece içerde değil, dışarıda da Türkiye için savaş tamtamları çalıyor.

Bizlerse hep birlikte Ankara’daki “iktidar savaşlarına” kilitlendik. Ankara’da savaş yok mu; Var, hem de çok kanlı ve önemli… Lâkin, Musul-Suriye hazırlıkları, AB ile “mülteci pazarlığındaki” vahim kayıplarımız, Rum kesimine vizeyi kaldırarak, “Kıbrıs’ta sona doğru” bir adım daha atılması ve NATO’daki İsrail vetomuzu kaldırdığımız iddiası gibi acil ve hayati sorunlarımız ne olacak?

Önce “laiklik”, sonra “saray darbesi” tartışmaları…

Bunların bir sebebi de, “Türkiye’nin uçuruma yuvarlandığını zinhar duymayın, görmeyin, konuşmayın” olabilir mi?

Müyesser Yıldız

Odatv.com

Posted in AKIL FİKİR YAZILARI, EMPERYALİZM, ORTADOĞU ÜLKELERİ, PKK TERÖRÜ, Politika ve Gundem, RADİKAL İSLAM | Leave a comment

EKONOMİDE DURUM VAZİYETİ * Türkiye,dünyanın en kötü 15 ekonomisi arasında 9. sırada

Posted in Ekonomi | Leave a comment

ERMENİ’LERİN SOY KIRIM İDDALARINA KARŞI İSVEÇ SUBAYI HjalmarPravitz’in 1917 senesinde yazdığı anılarıyla cevap ; ” Bir görgü şahidi olarak, göçmenleri gözeten düzenli Türk jandarma birliklerinin Ermenilere katliam yaptığı iddialarına kesinlikle karşı çıkıyorum”_

odatv.com

21.04.2015

Binbaşı Hjalmar Pravitz: “Ermenilere katliam yapıldığı iddialarına kesinlikle karşı çıkıyorum”

İsveç’in en çok okunan gazetelerinden biri olan Svenska Dağbladet, Papa’nın “soykırım açılımı”nın ardından 1915 olaylarında hayatını kaybeden Türkler dışındaki diğer tüm etnik grupların, yakınlarının anlattıklarından yola çıkarak “1-1,5 milyon civarında Ermeni, Asuri, Süryani ve diğer Hıristiyan gruplara soykırım yapıldığını” iddia eden altı sayfalık makale yayınladı.

“ONLAR HIRİSTİYAN OLDUKLARI İÇİN HEPSİNİN ÖLMESİ GEREKİYORDU”

Papa Francis’in 1915 olayları için “20. Yüzyılın ilk soykırımı” ifadesini kullanmasının ardından, İsveç medyasında konunun ilk yansımaları görüldü. Konu ile ilgili bugüne kadar yapılan haberlerde, kimi zaman 500 bin kimi zaman da 1 milyon- 1,5 milyon civarında kişinin farklı kökenlerden olduğu için planlı bir şekilde öldürülerek soykırım yapıldığı iddia ediliyordu. SVD gazetesi, son yayınladığı makale için “Onlar Hıristiyan oldukları için hepsinin ölmesi gerekiyordu” başlığını kullanarak, 1,5 milyon Hırıstiyana soykırım yapıldığını iddia etti. Türk ve Müslüman kayıplara yer verilmedi.

İsveç Parlamentosu da, 11 Mart 2010 tarihinde Birinci Dünya Savaşı’ndan başlamak üzere Türkler’in Ermeniler, Asuriler, Süryaniler, Keldaniler ve Pontus Rumlar’ına soykırım yaptığına dair sunulan yanlı ve önyargılı önergeyi Birleşmiş Milletler Sözleşmesi’ne aykırı olmasına rağmen kabul ederek, yeniden tarih yazmaya kalkmıştı.

Alınan kararı görsel ve yazılı basında değerlendiren İsveç’in İstanbul eski Başkonsolosu, Ortadoğu uzmanı İngmar Karlsson, İsveç Parlamentonun ilk defa tarih yazmak için görev almasının yanlışlığı üzerine vurgular yaparak, alınan kararın özellikle Ermenistan’a olumsuz etki yapacağını ifade etmişti.

SVD GAZETESİNİN İDDİALARINA YANITI İSVEÇLİ BİNBAŞI 1917 YILINDA VERMİŞ

1915-1917 tarihlerinde Ermenilerle de kalan binbaşı Hjalmar Pravitz’in 23 nisan 1917 tarihinde İsveç Nya Dağlıgt Allehanda gazetesinde “Aralarında bulunmuş birinin ağzından Ermeni durumu” başlığıyla yayınlanmış mektup haberinin Türkçe metni;

NYA DAĞLIGT ALLEHANDA

Pazartesi, 23 Nisan 1917

Aralarında bulunmuş olan birinin ağzından Ermenilerin durumu

İsveç’li bir subay, bayan Marika Stjernstedt’in yazdıklarını derinlemesine inceliyor.

Geçenlerde yurt dışından (İran’dan) ülkeme döndüm. Biraz geç de olsa elime geçen Ermeni sorunu ile ilgili İsveç’te yazılmış iki kitabı inceleme fırsatını buldum. Bunlardan birincisi (Karl Gustav) Ossiannilsson’un “Soylu insan – Sven Hedin – “, ikincisi Marika Stjernstedt’in “Ermenilerin Acınacak Durumu”.

Birinci kitabı doğrudan çöpe attım. Sven Hedin’e karşı kötü, gizli manalı ifadeler beni, Dagens Nyheter gazetesindeki bir baş makale kadar bile ilgilendirmedi. İkinci kitapta verilmek istenen, Ermenilerin çektikleri acıların abartılı olarak ifade edilmesi. Bu kitabı sonuna kadar bir solukta okudum. İşte benim şimdi yapmak istediğim, olayları anlatmak ve bu iki kitaptaki yanlış ve çarpıklıkları ortaya çıkarmak.

Ermenilerin sefaletini, benim kadar yakından başka hiç bir İsveçlinin görme ve inceleme fırsatı olmadığını söyleme cesaretini gösteriyorum. Bir aylık bir süre için bu zavallı göçmenlerin arasında yolculuk ettim ve bu yolculuk, her iki yazara göre iddia edilen katliamın gerçekleştiği 1915 yılının sonbaharının sonunda gerçekleşti.

Yukarıdaki her iki çalışmada yazılanlarla söylenmek istenen, Türkler ve Almanların insanlık dışı ve barbarca davrandıkları şeklindedir. Ben, aşağıda tamamen kendi gözlemlerime göre gördüklerimi yazdım. Bunu yaparken, yukarıdaki bu iki yazarca okuyucuya verilmek istenen izlenimlerin, aslında doğru olmadığını anlatabilmeyi umut ediyorum.

Kitapların içeriğinden anladığım kadarıyla, her iki yazar da hem Türklerin hem de Almanların bilinçli olarak saldırı ve katliam işlediklerini anlatmak istemişler. Yaşananların şahidi durumunda olmam, bana, bu gibi yalan iddiaları kınama hak ve yükümlülüğünü veriyor ve buna ek olarak kendi gördüklerim bu protestoyu güçlendiriyor.

İşin gerçeğine bakarsak büyük ölçüde Almanların ve müttefiklerinin (Türkiye, Avusturya-Macaristan, Bulgaristan) dostuyum. Öte taraftan tarafsız ülkenin (İsveç) vatandaşı olarak tutarlı olmak gerekiyor. İstanbul’dan Anadolu’ya doğru yolculuğuma başladığımda kulaklarım Amerikalı gezginlerin, zavallı Ermenilerin Türk efendileri tarafından nasıl katliama uğradığı şeklinde anlatılanlarla, yani önyargılarla doluydu. Tanrım! Nasıl bir kargaşa görecektim acaba ve nasıl bir zulme şahit olacaktım? Orta Doğu’da görevli olarak (İran Jandarma teşkilatını kurmak ve geliştirmek için) uzun yıllar yaşadığım için, Hıristiyan olduklarından dolayı, Ermenilerin Tanrı’nın en sevgili kulları olduğu şeklindeki görüşe katılmam kesinlikle mümkün değildir. Türklerin saldırıları ve isimsiz kurbanlar hakkındaki söylentilerin doğru olup olmadığını anlayabilmek için gözlerimi açmaya karar verdim.

Her zaman sefilliğe şahit oldum. Ancak önceden planlanmış bir katliama hiçbir yerde şahit olmadım. Kesinlikle hayır. İşte bu nedenle gördüklerimi yazma gereği duydum.

Savaşın başında, güvenilmez Ermenilerin Osmanlı İmparatorluğu’nun kuzey kısmından güneye sürülmelerinin sebebini kavramak ve Türk hükümetinin zorunlu nedenlerle bu işi yaptığını anlamak gerekiyordu.

Nefret ettikleri bölge yetkililerine karşı istila ordusu ile birlikte ortak bir saldırı yapmak için sadece Rusların gelmesini bekleyen tüm bu Ermeni yerleşim birimlerini Erzurum bölgesinden çıkarmak önemliydi ve gerekliydi. Erzurum, Şubat 1916’da düştüğünde, Rusya’da tutsak kaldığım sırada tutsaklığı paylaştığım bir Ermeni, bana şunları dedi: “Biz sürülmeyip Erzurum’da bırakılsaydık, Erzurum çok daha önceden düşerdi”. Eğer güçlü dış düşmanlar tarafından tehdit edilen ve saldırıya uğrayan Türkiye gibi bir ülke, sinsi iç düşmanlara karşı kendini korumaya çalışıyorsa buna kimse karşı çıkamaz.

Ermenilerin bir çeşit Türk esareti altında yaşadıklarını ve sürekli baskı gördüklerini iddia edenlerin kuruntu yaptığını düşünüyorum. Daha kötü durumda olan uluslar bulunmaktadır. Mesela İngiliz sömürgesi altında yaşayan Hint kulilerine ve Bengallilere, Rusların “penétrationpacifique” (hissettirmeden ülkeye girme) politikası altında İran Azerbaycan’da yaşayan milliyetçilere ve Belçikalı Kongo’sundaki zencilere ve Fransa Guyana’daki Kauçuk bölgesinde yaşayan yerli halka ne demeli! Tüm bu uluslar, bence, Ermenilerin görmüş olduğu iddia edilen sürekli baskıdan ve verdikleri kurbanlardan çok daha fazla baskı görmüşlerdir. Kural olarak, bir ulusun sürekli ve bir nebze daha hafif bir zulme dayanması, kanlı ama hızlı bir şekilde biten bir zulme veya git gide Avrupa’nın dikkatini üzerine çeken, Ermeni sorunu olarak nitelendirilen sadece bir saldırıya dayanmasından çok daha zordur. Dönem dönem ortaya çıkan katliamlar bir yana bırakılırsa, – ki bu katliamların kuşkusuz büyük ölçüde nedeni yine Ermenilerdir -, Ermenilere oldukça iyi davranıldığını düşünüyorum. Kendi dinleri, kendi sözlü ve yazılı dilleri ve kendi okulları vs. hepsi var.

“Öte yandan söz konusu büyük Ermeni göçü hakkında, Türk yetkili kuruluşlarının göçmenlerin sıkıntılarını azaltmak için yaptıkları çabaların çok eksik ve yetersiz olduğunu itiraf etmek durumundayım. Ancak işin doğrusunu söylemek gerekirse ve bir kez daha vurgulamak isterim ki, Türkiye’nin içinde bulunduğu zor koşullar, yani üç güçlü düşman tarafından saldırıya uğramış olduğu göz önüne alındığında, Türklerin böyle koşullarda organize bir yardım faaliyeti yürütmesi imkânsiz olmuştur.

Ben, “Tanın”ın (Türk gazetesi) deyimiyle bu zavallı “göçmenleri – muhacirleri” çok yakından gördüm. Onları Anadolu’da trende, Konya’da ve başka yerlerde öküz arabalarında ve Toros dağlarında sayısız kafileler halinde yürürken, Tarsus ve Adana’da çadır kamplarında gördüm. Ayrıca Halep’te, Deir-el-Zor ve Ana’da gördüm.

“Yol kenarlarında ölmek üzere olanları ve olup kalanları gördüm. Ancak yüz binlerce insandan elbette ölenlerin olması normaldir. Çakallar tarafından parçalanmış çocuklar ve kollarını küçük bir parça “ekmek” için uzatan ve bağıran acınacak halde insanlar gördüm.

Ama hiçbir zaman bu talihsiz insanlara karşı bir Türk saldırısı görmedim. Bir keresinde bir Türk jandarmanın geçerken geride kalan bir kaç kişiyi kamçısıyla dövdüğünü gördüm. Ancak aynı davranışlara kendim Rusya’da da maruz kaldım ve bunun için ne o zaman ne de sonradan tepki gösterdim.

Konya’da bir Fransız, bayan Soulié, ailesiyle ve İtalyan bir hizmetçi kadınla beraber oturuyordu. Savaşa rağmen orada oturuyorlardı ve Türkler onlara hiçbir şey yapmıyordu. Şehire Almanlar yerleştiklerinde bu bayan onları “bizim meleklerimiz” diye adlandırdı. “Sahip oldukları her şeyi Ermenilere verdiler!” Almanların yaşadığı yerlerde, Almanların fedakârliğini gösteren bu tarz kanıtları her yerde gördüm.

Halep’te büyük bir otelin sahibi olan Ermeni Baron’a (Ermeni Erkek – Bay) konuk oldum. Kendisiyle hemşehrilerinin durumu üzerine birçok defa sohbet etmemize rağmen bana Türklerin katliamından hiç bahsetmedi. Ertesi gün Cemal Paşa ile bir görüşme yapacaktım. Bu nedenle Cemal Paşa hakkında konuştuk. Bir çok kişi tarafından bir cellat olduğu iddia edilmesine rağmen, Ermeni Baron bu ünlü adamdan çok olumlu olarak bansetti.

“Halep’te Ermeni bir hizmetkar ile tanıştım. Bu kişi daha sonra birkaç ay boyunca bana yol arkadaşlığı etti. Bu kişi ne Halep’te, ne de doğum yeri olan Maraş’ta veya başka bir yerde Türk katliamından tek kelime etmedi. Bayan Stjernstedt’in yazdığı abartılara kesinlikle inanmıyorum ve Ermeni otoritelerinin ileri sürdüklerine hiç mi hiç değer vermiyorum.

Örneğin bayan Stjernstedt’in yazdığı kitabın 44. sayfasında Meskene kentinden ve bir Ermeni doktoru olan Turoyan’dan bahsediyor. Bu kişinin güya orada bulunduğu dönemde ben de Meskene’deydim. Tarihi yapıları görmek ve incelemek için etrafıma dikkatlice bakıyordum. Çünkü Büyük İskender buradan Fırat Nehri’ni geçmişti, dahası Tevrat’ta da bu yerden bahsediliyordu. Burada benim şimdi bahsettiğim Ermeni hizmetkarımdan başka hiç bir Ermeni’nin izine rastlamadım. Dr. Turayan’ın varlığı ve tanıklığını meselesine şüphe ile bakıyorum. Eğer böyle biri var olsa bile, belirtilen zamanda orda olduğundan dahi şüpheliyim. Eğer Meskene’deki koşullar gerçekten belirtildiği gibi olsaydı, şüpheci Türkler “hükümet görevlisi” olarak bir Ermeni’yi oraya yollarlar mıydı? Siz buna hiç inanır mısınız?

On dört gün boyunca Fırat Nehri üzerinde yolculuk yaptım. Bu süre boyunca bayan Stjernstedt’in verdiği bilgilere göre en azından bir kez Ermenilere karşı yapılmış bir saldırı görmeliydim. Bu durumda bir çoğu Fırat Nehri’nin üzerinde ölü olarak yüzüyor olmalıydı. Bu nehir yolculuğunu Dr. Schacht (Alman Hekim Binbaşı Dr. RolandSchacht) ile birlikte yaptık. Daha sonra kendisiyle Bağdat’da yine buluştuk, konuştuk. Bana hiç böyle şeyler anlatmadı.

Konuyu özetlersek, bayan Stjernstedt’in, hiç bir yönden eleştiri yapmadan, güvenilir olmayan kaynakların anlattıkları uydurma hikayeleri olduğu gibi kabul ettiğini ve bu saç baş yaran korkunç hikayeleri ve söylentileri, yazdıklarına dayanak olarak aldığını düşünüyorum. Ancak, bayan Stjernstedt’in, bu yazılarıyla Ermenilerin zor durumlarına dikkat çekmek istediğini de inkar etmek istemiyorum.

Ancak, bir görgü şahidi olarak, göçmenleri gözeten düzenli Türk jandarma birliklerinin Ermenilere katliam yaptığı iddialarına kesinlikle karşı çıkıyorum.

İleride, daha değişik bir yerde ve boyutta Ermeni konusunu, aynen şimdi olduğu gibi tamamıyla tarafsız olarak ele almak istiyorum. Ancak şu an için bu kadarını yeterli görüyorum.

Rättvik, Nisan 1917

HjalmarPravitz

İsveçli Binbaşı’nın mektubunda söylediği gibi Ermeni konusunu tamamen tarafsız olarak ele aldığı kitabı 1918 yılında yayınlanmış. İsveç basının görmediği kitapta, Soykırım iddialarındaki tarihlerde Ermeniler ile birlikte yolculuğundaki gözlemlerini anlatıyor.

Yazmış olduğu kitapta“Avrupa basınının da bu konu üstünde bir sürü şey yazıldı. Kuşkusuz propaganda amacıyla, İsveç basınında da, bir takım gerçek olmayan bilgiler yer aldı. Bütün bunlar, Ermenilerin korkunç şartlar altında sürgün edildikleri izlemini veriyordu. Hatta bu konuya sempatisi ile tanınan İsveçli bir kadın yazar, hazırladığı bir broşürde (acı çeken Ermenilere karşı duyduğu gerçek bir acıma duygusunun etkisiyle yazdığından kuşkum yok) öylesine bu zavallı insanların sözcülüğüne soyunmuştu ki, onun yazdıklarını okuyan her insan, istese de istemese de, çaresiz ona inanmak zorunda kalıyor ve Türklerin davranışlarını lanetliyordu.” “Sefaletlere, hatta sınırsız sefaletlere tanık olmuştum, ama planlı ve programlı bir katliama ve herhangi bir zulme kesinlikle tanık olmadım” gibi kişisel değerlendirmelerine yer vermiş.

TÜRK HÜKÜMETİ’NİN TEPKİSİ

11 Mart 2010 tarihinde İsveç Parlamentosu’nun almış “soykırım” kararı ardından, T.C. Stockholm eski Büyükelçisi Zergün Korutürk’ü bir kaç haftalığına Türkiye’ye çağrılmıştı. Büyükelçi’nin tekrar dönmesinin ardından İsveç’e diplomatik ziyaretlerde artışlar oldu. İlişkiler eskisinden daha da sağlamlaştı. Bakanlar, vekillerin sık ziyaretleri ardından, İsveç Parlamentosu’nun aldığı “Türkler Soykırım yapmıştır” kararının 3. Yıl dönümü olan 11 Mart 2013 tarihinde Abdullah Gül ve aralarında Ahmet Davutoğlu, Egemen Bağış, Ali Babacan ile bazı milletvekillerinin olduğu heyetle İsveç’e 3 günlük ziyarete gitti.

Onur Talayhan

Odatv.com

Posted in ERMENİ SORUNU, Tarih | Leave a comment