ÇOCUKLARA TECAVÜZ OLAYLARI PATLADI * Nizip Mülteci Kampı’nda 30 çocuğa tecavüz edildi *”Bir kereden bir şey olmaz” diyen Aile ve Sosyal Politikalar Bakanı Sema Ramazanoğlu daha kaç tecavüz olayı bekliyor ?

BirGün Gazetesi
12.05.2016

ERK ACARER
erkacarer@birgun.net
@eacarer

Nizip Mülteci Kampı’nda 30 çocuğa tecavüz edildi

Sığınmacı çocukları da koruyamadılar. Karaman’da ENSAR ile KAİMDER’e ait ev ve yurtlardaki cinsel istismarın bir benzerinin de Antep’te yaşandığı ortaya çıktı. Girişinde “Dünyada en çok mülteciye ev sahipliği yapan ülkeye hoş geldiniz” yazan Başbakanlık Afet ve Acil Durum Yönetimi Başkanlığı’na (AFAD) bağlı Nizip Mülteci Kampı’nda 30 erkek çocuğuna tecavüz edildi. Kampta üç ay boyunca çocuklara yönelik mide bulandırıcı istismar yaşanırken, AFAD’ın ruhu duymamış!

Nizip Mülteci Kampı’nda 30 çocuğa tecavüz edildiAlmanya Başbakanı Angela Merkel’in 23 Nisan Çocuk Bayramı’nda ziyaret ettiği Antep’in yaklaşık 14 bin kişilik Nizip Mülteci Kampı’nda yaşanan tecavüz Karaman’da yaşanan skandalı hatırlattı. Cinsel istismara uğrayan yaklaşık 30 erkek çocuğundan 8’inin ailesinin şikâyetçi olduğu öğrenildi. Büyük skandal, Eylül ayında yaşanırken, çirkin istismarın 3 ay boyunca devam ettiği anlaşıldı.1,5 TL’ye tecavüz

Sığınmacı kampında temizlik işçisi olarak çalışan E.E., isimli şahıs 8 ile 12 yaş arasındaki çocukları 1,5- 2- 3- 5 TL karşılığında kandırarak cinsel istismarda bulundu. E.E., yaşananları kendi ifadesinde kabul ederken eylül ayında tutuklanarak cezaevine gönderildi. E.E. hakkında Nizip Ağır Ceza Mahkemesi’nde dava açıldı. Dava ve soruşturma devam ediyor. A.D., M.H., H.İ., A.E.A., H.B., İ.İ., R.F.ve daha birçok çocuk lavabo ve tuvaletlerde yaşanan istismarı detaylıca anlatıyor. Tecavüzcü E.E. de jandarma ve savcılık tarafından alınan ifadesinde tecavüz ve istismarı nasıl gerçekleştirdiğini etraflıca anlatırken, “çocukların kendisini istismara teşvik ettiğini” iddia ediyor!

AFAD uyudu

Çocuklara cinsel istismarda bulunan E.E.’den şikâyetçi olmayan ailelerin ülkede sığınmacı olarak yaşamalarından dolayı korktukları ve bu yüzden olayın üzerine gitmek istemedikleri anlaşıldı.

nizip-multeci-kampi-nda-30-cocuga-tecavuz-edildi-136712-1.

Konunun askeri personel tarafından kamera kayıtlarıyla tespit edildiği tutanaklara yansıdı. E.E.’nin farklı çocukları aynı yere, yani kampta kameranın kayıt almadığı kör bir noktaya götürmesinden şüphelenen kampın askeri personelinin şüphesi üzerine istismar skandalının da ortaya çıktığı belirtildi.

Askeri yetkili: AFAD sorumsuzluğu

BirGün’e konuşan kampın üst düzey askeri yetkilileri yaşanan rezillikten AFAD’ın baş sorumlu olduğunu dile getirdi. Kampın AFAD’ın yetki ve sorumluluğunda olduğunu kaydeden üst düzey yetkili, “Yaşananlar tam bir felakettir” dedi.

Merkel ve Davutoğlu ziyaret etmişti

Nizip kampı geçen ay çocuk bayramında Almanya Başbakanı Angela Merkel, Başbakan Ahmet Davutoğlu, başbakan yardımcıları Yalçın Akdoğan, Mehmet Şimşek, İçişleri Bakanı Efkan Ala ile Büyükşehir Belediyesi Başkanı Fatma Şahin tarafından ziyaret edilmişti. Liderler kampı övmüştü! Suriye sınırına 50 kilometre uzaklıkta olan kampta 14 bin Suriyeli mülteci ağırlanıyor.

Posted in ORTADOĞU ÜLKELERİ, Politika ve Gundem, YOZLAŞMA - AHLAKSIZLIK | Leave a comment

Taciz patlaması: Bir günde beş vaka

cumhuriyet.com.tr

12.05.2016

Taciz patlaması: Bir günde beş vaka

DİYARBAKIR

Diyarbakır’da bir ilkokulda ücretli öğretmen olan A.D. (25), 8-9 yaşınlarındaki 4 kız öğrenciye istismarda bulunduğu gerekçesiyle tutuklanarak cezaevine konuldu. Soruşturma sürüyor.

AFYONKARAHİSAR

Afyonkarahisar’da okulun temizlik personeli Selçuk Y. (22) 7 yaşındaki kız çocuğuna cinsel istismardan tutuklandı.

ERZURUM

Erzurum’daki İMKB İnönü İlkokulu’nda 1’i erkek 11 öğrenciye yönelik ‘cinsel istismarda bulunduğu’ suçlamasıyla tutuklanan sınıf öğretmeni A.K. (51) hakkında dava açıldı. Öğrencilerini yanak, dudak, boyunlarından öptüğü, vücutlarına dokunduğu ileri sürülen öğretmen A.K.’nin ‘çocuğun cinsel istismarı’ suçundan mağdur öğrenci sayısına göre 88 yıldan 165 yıla, ‘cinsel amaçla kişiyi hürriyetinden yoksun kılma’ suçundan ise 20 yıldan 100 yıla kadar ve toplamda 265 yıl hapis cezası istendi.

KOCAELİ

Kocaeli, Gebze’de temizlik işçisi S.B. (38), hastanenin temizlik işleri müdürü A.İ.’nin tecavüzüne uğradığını iddia edip şikayetçi oldu. Soruşturma başlatıldı.

ADANA

Adana’da bir hastanede sezaryenla doğum yapan kadını narkozun etkisindeyken taciz ettiği ileri sürülen hasta bakıcı 46 yaşındaki A.U. tutuklandı.

Posted in EĞİTİM, YOZLAŞMA - AHLAKSIZLIK | Leave a comment

PANAMA BELGELERİNDE ERDOĞAN’ın ADAMLARINDAN FETTAH TAMİNCE DE VAR * Türkiye’de kazanıp vergi vermemek için paralarını dışarıya transfer ediyorlar.Ama pastayı da onlar yiyorlar…* Erdoğan aşığı da Panama listesinde

cumhuriyet.com.tr

12.05.2016

Erdoğan aşığı da Panama listesinde

Panama Belgeleri’nde Türklerin bağlantılı olduğu paravan şirketlerle çalışan 21 adet aracı kurum ve kişi bulunuyor. Bu kişi ve kurumlar Offshore hesabının açılmasında aracı oluyor. Bunlardan biri de Group Rixos Hotel. Rixos Oteller Grubu’nun sahibi bilindiği gibi Cumhurbaşkanı Tayyip Erdoğan’a yakın işadamlarından Fettah Tamince.

Aşkını itiraf etmişti

Belgelere göre Rixos üzerinden dört şirketin Off-shore hesapları için aracılık faaliyeti yürüten Tamince’nin hissedarı olduğu paravan şirketler üzerinden de Off-shore hesapları bulunuyor. Tamince’nin hissedarı olduğu iki şirket ise Rogor Varlık Yönetim ve Sembol Ltd. Tamince’nin ortakları Hazara isimli bir varlık yönetim şirketi ve Tufan Aytekin Gültekin olarak görünüyor. Sembol İnşaat Yönetim Kurulu Başkanı olan Tufan Aytekin Gültekin, bu şirketin Tamince ile ortağı konumunda.

Fettah Tamince, 2004’te dönemin Başbakanı Tayyip Erdoğan’la ilgili “Evet Tayyip Bey’in adamıyım. Çünkü doğru işler yapıyor. Tayyip Bey’i tanıyınca da âşık oldum, çünkü tam bir Anadolu insanı. Bana destek oluyor. Tanıdığımdan beri haftanın 3-4 günü onu rüyamda görüyorum” diye konuşmuştu. Tayyip Erdoğan bir dönem yaz tatillerini Tamince’nin 7 yıldızlı otellerinde geçiriyordu. Türkiye, Kazakistan, Ukrayna, Rusya’da projeler hayata geçiren Fettah Tamince, Haliçport başta olmak üzere devletten aldığı ihalelerle de biliniyor. Fettullah Gülen’e yakınlığını da gizlemeyen Tamince, 17-25 Aralık’tan sonra hükümetin yanında saf tutmuştu.

Dört şirkete aracı

Rixos, belgelere göre dört şirkete aracılık etmiş. Ancak ikisi faaliyetini sonlandırmış. Bu şirketlerden biri yine Fettah Tamince’nin hissedarı olduğu Sembol Ltd. Britanya Virjin Adaları’nda kayıtlı olan Sembol’un diğer hissedarı Tufan Aytekin Gültekin olarak görülüyor. 23 Mayıs 2006’da kurulan şirket 1 Kasım 2007 tarihinde kapatılmış.

Rixos Otelleri’nin aracılık ettiği diğer şirket yine Britanya Virjin Adaları merkezli Althorn International. Şirket hissedarı ‘The Bearer’ (hamil) adıyla geçiyor. Bu şirket de 2 Nisan 2007’de kurulup 30 Mayıs 2007’de faaliyetine son vermiş.

Rixos’un aracılık ettiği diğer iki şirket ise hâlâ faal durumda. Ancak ikisi de aracı kurumunu değiştirmiş. İlk şirketin adı varlık yönetim şirketi olan Rogor. Virjin Adaları’nda 14 Aralık 2005’te kurulan şirketin hissedarları Tamince ve Hazara Varlık Yönetim şirketi olarak görünüyor. İkincisi ise yine İngiliz Virjin Adaları merkezli Rogor’un da hissedarı olan Hazara isimli varlık yönetim şirketi. Şirketin Chingiz Dosmukhambetov ve Wolfi Capital International Limited olmak üzere iki ortağı bulunuyor.

Bu şirket de 14 Aralık 2005’te kurulmuş. İki şirketin de aynı tarihte kurulması dikkat çekiyor.

Posted in Ekonomi, KAPİTALİZM - LİBERALİZM, YOLSUZLUKLAR, YOZLAŞMA - AHLAKSIZLIK | Leave a comment

SEROK AHMET KAÇTI * Dokunsanız ağlayacak gibiydi.Sürekli olarak kendisinin ne kadar başarılı olduğunu anlattı.Abisi Erdoğan’a bağlılığını ve bundan sonra da bağlı kalacağını söyledi.Üç-beş kuru alkışla toplantı salonundan ve Türkiye’nin gündeminden kaçtı, gitti…


Rifat Serdaroglu
07 Mayıs 2016

SEROK AHMET KAÇTI

Kim ne derse desin, Erdoğan’ın yükü Serok Ahmet’e ağır geldi, biiir!

Yurtdışı ilişkileri “ÇOK ÖZEL” olan Serok Ahmet, kendisine yurtdışından yapılan telkini dinlemek zorunda kaldı, ikiii!

Ülkemizi “Stratejik Derinlik” diyerek soktuğu Ortadoğu bataklığında boğulmaktan korktu, üüüç!

Kaçıp kurtulmada has adamı Hakan Fidan’dan daha becerikli olduğunu gösterdi, dööört!

Serok Ahmet’in basın toplantısını dikkatle izledim!
Dokunsanız ağlayacak gibiydi.Sürekli olarak kendisinin ne kadar başarılı olduğunu anlattı.Abisi Erdoğan’a bağlılığını ve bundan sonra da bağlı kalacağını söyledi.Üç-beş kuru alkışla toplantı salonundan ve Türkiye’nin gündeminden kaçtı, gitti…

Serok Ahmet konuşmasını bitirir bitirmez abisi Erdoğan açıklama yaptı;
“Ben ona ayrıl demedim, kendisi bana o öneriyle geldi” deyip, Başbakanı Cami avlusuna bırakıverdi…

Serok Ahmet, kendi işinden ayrılsaydı “gittiğin yeri güldür” der geçerdik! Fakat Türk Milletine tek-tek hesap vermeden kimse kaçamaz. Serok da hesap verecek, hesabı temiz çıkarsa istediği yere gidebilir, amma hesabı alnının akıyla veremezse, gideceği tek adres var orası da Silivri…

Eee Serok Ahmet;

-PKK ve İŞID, Türkiye’yi bomba ve silah deposu yaparken siz icranın başında idiniz. Ülkeye girmesine göz yumduğunuz bomba ve silahları almadan nereye gidiyorsunuz?

-Bu bomba ve silahlarla ölen, yaralanan gençlerimizin hesabını vermeden, onlardan helallik almadan kaçabileceğinizi mi sanıyorsunuz?

-Cumhurbaşkanının, TBMM Başkanının “Anayasa İhlal Suçlarını” işlemelerine, Lâik Cumhuriyeti yok saymalarına söyleyecek tek sözünüz yok mu? Onlar gibi mi düşünüyorsunuz?

-Sizin namusunuza emanet edilmiş “Örtülü Ödeneğin” ne kadarının sizin tarafınızdan, ne kadarının Erdoğan tarafından ve nerelere harcandığını Türk Milletine açıklamadan nereye gidiyorsunuz?

-Hırsızlık-Yolsuzluk yapan Bakanlarınızı Yüce Divan’a sevk etmediniz. Gözünüzün önünde özellikle “Özelleştirme Yüksek Kurulunda” ve yüksek rakamlı devlet ihalelerinde yapılanlara ses çıkarmayarak suça ortak oldunuz. Bunları anlatmadan kaçabileceğinizi mi sanıyorsunuz?

-Tankla-topla yıkılan mahalleleri-ilçeleri Toledo’ya dönüştürmeden nereye gidiyorsunuz?

Bakınız Serok Ahmet;
Vereceğiniz o kadar hesap var ki, hepsini yazmaya kalksak Zekeriya Öz’ün iddianameleri kadar kalın olur. Sizinle işimiz bitmedi yani, daha çok görüşeceğiz, çoook…

Siz hele bir iyice dinlenin, arayanız soranınız iyice azalsın, telefonlar sussun, kafanızı dinleyin.Daha sonra sizi arayacağız.
Öptüm Serokçuğum…

Sağlık ve başarı dileklerimle

Rifat Serdaroğlu

Posted in Politika ve Gundem, Rifat SERDAROĞLU yazıları | Leave a comment

KISA ADAM GİTTİ * Dünyada, 6 ay önce milletin yarısından oy aldığı halde işten el çektirilen ve o yüzde elli tarafından bile anında unutulacak olan ilk başbakan olacaktır. Üzerine bol gelen uzun adam taklidi ekoseli ceketi ve yine üstünde sakil duran uzun adam taklidi ses tonu ile bile hatırlanmayacaktır.

Ertuğrul Eşel
Prof. Dr. Psikiyatrist

KISA ADAM GİTTİ

Stratejik derinlik uzmanı,
uluslararası ilişkiler dehası
kısa adam gitti.

“6 ayda gider” dediği Esad bu lafı söylediği zamandakinden daha güçlü konuma geldi, fakat kendisi gitti.Faşist yönetimlerde hep görülen kukla yönetici rotasyonerlerinden biriydi, bunu kendisi de bildiği için çarpışarak gitmedi, her zamanki gibi boyun eğdi, gıkını çıkarmadı. Hâlbuki adını “bir yiğit adam” koymuşlardı.

Emirle geldiği için emirle gidişine ses çıkarmadı. Uzun adama güvenip de yarı yolda terkedilen herkesin yaşadığını yaşadı. Veryansın edemiyor, çünkü kendisi de desteklediği bu sistemin böyle çalıştığını, yani “kullan at” yöntemiyle sürdüğünü bilmekte.

“Kibar, güler yüzlü, sakin, eğitimli, entelektüel” deniyordu, ama aslında tarzı dışında diğer partidaşlarından zerre farkı yoktu, kafa olarak aynıydı. Ülkede otoriter rejimin ve “meşruti monarşi” yönetiminin kurulmasında fazlasıyla katkısı olan kişiydi.

Rezalet Suriye politikasının baş mimarı idi, ellerinde binlerce Suriyelinin kanı vardır. Aslında dış politikada ne derece basiretsiz, öngörüsüz olduğunu defalarca kanıtladı. “Gerekirse Suriye’ye tek başımıza gireriz” demişti, şimdilerde “o kadar da tek başına dememiştim yaaa” diyor. Reis’e “beni Suriye konusunda da bu kısa adam kandırdı” deme imkânını sunmuş oldu.

Dünyada, 6 ay önce milletin yarısından oy aldığı halde işten el çektirilen ve o yüzde elli tarafından bile anında unutulacak olan ilk başbakan olacaktır. Üzerine bol gelen uzun adam taklidi ekoseli ceketi ve yine üstünde sakil duran uzun adam taklidi ses tonu ile bile hatırlanmayacaktır.Yaptığı bunca kötülükten sonra “layığını buldu” bile diyemiyorum, çünkü bence henüz yeterince bedel ödemedi.

Posted in FAŞİZM, Politika ve Gundem, YOZLAŞMA - AHLAKSIZLIK | Leave a comment

İsrail Türkiye NATO’da aynı masada! * İsrail’in NATO üyesi olması; Türkiye’nin vetosunu kaldırması, yani NATO’da İsrail’in var olmasını istemesiyle gerçekleşti. Sünni bir iktidarın kararıyla gerçekleşti.

Bülent ESİNOĞLU
bulentesinoglu@gmail.com
11.05.2016

İsrail Türkiye NATO’da aynı masada!

Gidişat, Suudi Arabistan ve Katar’ın da, NATO’ya tam üye olmasını getirecektir.NATO artık Atlantik İttifakı olmayıp, sanki Sünni İslam/Hıristiyan/Yahudi ittifakı olmuş oluyor. Komşularımızla düşmanlık ülkemizi nerelere götürüyor.

İsrail’in NATO üyesi olması; Türkiye’nin vetosunu kaldırması, yani NATO’da İsrail’in var olmasını istemesiyle gerçekleşti. Sünni bir iktidarın kararıyla gerçekleşti.

Simon Peres, ya da başka bir Yahudi’nin, NATO Genel sekreter olması gündemde… İnanıyorum. Simon Peres Türkiye’nin Suriye’ye girmesine izin verir. Suriye devletinin ortadan kalkması, İsrail’i çok rahatlatır.

Amerika’nın fiili ortağı, stratejik ortağı İsrail’in, NATO üyesi olmasının birkaç amacı olduğu görünüyor.Akdeniz’in doğusuna, Afrika’nın kuzeyine ani operasyonlar için İsrail gerekli görüldü. İsrail, orta doğuda, Batı karşıtı, liberal ekonomi karşıtı ülkelere bir sopa görevi yapacak.

Olayların ve çıkarların en keskin yaşandığı bölgenin burası olması; ileride İsrail’den, bir NATO Genel sekreteri çıkacağını gösteriyor.Yahudi bir genel sekreterin ilk isteği İran’a karşı bir şeyler yapmak olacaktır.

Orta doğu ülkelerini, bilhassa da, Şii ülkeleri kontrol etmede, İsrail etkili bir güç olacaktır. Bu anlam da, İsrail’in NATO’ya girmesi, Batı için de facto olmuştur. Türkiye içinse; komşularıyla düşmanlığını daha da keskinleştiren bir etki yaratacaktır.

Sünni İslam’ın İsrail ile bu yakın ilişkisi; İran etkisi ile gelişen bir şeydir.İran, Rusya/Çin tarafına eğilim gösterdikçe ki bu eğilim İran çıkarlarıyla uyumludur.

Ancak bu durum, Sünni İslam’ın hâkim olduğu krallıklarda, iktidarda kalma korkusunu yükseltiyor. Petrol zengini ve lakin medeniyet dünyasında olmayan kesimdeki krallar, halklarını satarak, geleceklerini satarak, iktidarlarını korumak için, İsrail’e teslim oluyorlar.

Suudi Arabistan Kralı, İsrail’de, Netanyahu seçim kazansın diye, 8 milyon dolar para veriyor.Netanyahu, Suudi Kralının iktidarını garanti ediyor. Kral da, Netanyahu’nun iktidarını garanti ediyor.

Aslında garanti edilmeye çalışılan; emperyalizmin dayattığı, finans ve ekonomik sistemdir. Tüm dünya halklarının aleyhine işleyen düzenin baki kılınmasıdır.

NATO dünya zenginlerinin(%1) güvenlik örgütüdür. NATO üyesi ülkelerin halklarının güvenliği ile bir ilgisi yoktur.Durum bu olunca, üye ülkelerin liderlerinin de, dünya zenginlerinin(%1) çıkarları doğrultusunda hareket etmesi beklenir. NATO’un düzeni bunu gerektirir. NATO düzeninde halklar yoktur. Egemen elitlerin egemen kalması amacı vardır.NATO stratejileri bu amaca göre belirlenir.

Biz İsrail’in NATO’ya girmesine izin verdik. Şimdi sıra NATO’da… Suriye’ye girmemiz için izin verecektir.Verecektir ama???

Posted in ABD - AB - EMPERYALIZM, BÜLENT ESİNOĞLU YAZILARI, DIŞ POLİTİKA | Leave a comment

TÜRBANLI YARGIÇ OLUR MU? * Yargıçlar da her yurttaş gibi din ve inanç özgürlüğüne sahiptir. Ama yargıçlar aynı zamanda devletin asli üç görevinden birisi olan yargılama görevini yerine getiren kişilerdir. Bu nedenle yargıçların, kişisel hak ve özgürlükleriyle, yaptıkları kamusal görevin gerekleri arasında bir denge tutturmaları, tutum ve davranışlarını buna göre düzenlemeleri gerekmektedir.

 
Av. Başar YALTI
09. Mayıs 2016

TÜRBANLI YARGIÇ OLUR MU?

 
Çıkan haberlere göre, Yargıtay’da bir tetkik hakimi, başında türban olduğu halde görev yaptığı için Yargıtay Başkanlığı, Hakimler ve Savcılar Yüksek Kurulundan (HSYK) görüş istemiş, Kurul, bir yargıcın türban takmasında sakınca bulunmadığı yönünde görüş bildirmiştir. 
 
Bu yazıda, bir yargıcın türban ya da dinsel / siyasal bir simge taşıyıp taşıyamayacağını tartışacağız. 
 
Türkiye Cumhuriyeti; Anayasasının 2. Maddesine göre demokratik, laik ve sosyal bir hukuk devletidir. 
 
Anayasanın 14. Maddesinde; Anayasada yer alan hak ve hürriyetlerden hiçbirinin, … insan haklarına dayanan demokratik ve lâik Cumhuriyeti ortadan kaldırmayı amaçlayan faaliyetler biçiminde kullanılamayacağı, temel bir ilke olarak yer almıştır.
 
Anayasanın 24. Maddesinde ise, kimsenin, Devletin sosyal, ekonomik, siyasî veya hukukî temel düzenini kısmen de olsa, din kurallarına dayandırma … amacıyla her ne suretle olursa olsun, dini veya din duygularını yahut dince kutsal sayılan şeyleri istismar edemeyeceği ve kötüye kullanamayacağı, açıkça belirtilmiştir. 
 
Anayasanın her üç maddesinde yer alan laiklik ilkesi, Cumhuriyetin temel niteliğidir. 
 
Laiklik, devletin bütün inanç sistemlerine hukuken eşit davranacağına ilişkin bir ilkedir. Laiklik bu yönüyle demokrasinin, düşünce ve ifade özgürlüğünün ve vicdan özgürlüğünün güvencesidir. 
 
Laik bir hukuk düzeninde devlet ve yurttaşlar, (toplumsal / dinsel) değerlere göre değil, anayasal kurallara göre hareket etmek zorundadırlar. Bunun nedeni, belli bir inanca sahip olanların devleti / iktidarı ele geçirerek diğer inanç sahipleri veya inançsızlar üzerinde baskı yapmalarının önüne geçilmesidir. Bu bakımdan inançlar karşısında sadece tarafsız kalmak, laik bir devlet için yeterli değildir. Devlet aynı zamanda, yurttaşların temel hak ve özgürlüklerden tam olarak yararlanıp kullanmalarını, inanç farklılıkları arasında eşitsizlik yaratılmamasını garanti etmelidir.
 
Türkiye Cumhuriyeti’nin değiştirilemez niteliklerinden olan laiklik, demokratiklik ve hukuk devleti olma özellikleri ile birlikte değerlendirildiğinde, Anayasal düzenin, seküler bir toplum yapısı öngörülerek kurgulandığı kabul edilmelidir. Seküler toplum yaratma düşüncesi Cumhuriyetin kurucu ideolojisidir. Zaten çağdaş demokrasilerde toplumsal yapının başka türlü düşünülmesi mümkün değildir. Kaldı ki sekülerliğin kimi ögelerinin Osmanlı devlet geleneğinde de bulunduğu bilinmektedir. 
 
Seküler toplum, batı uygarlığının bir ürünüdür. Hristiyanlık; Reform, Rönesans ve genel olarak ‘aydınlanma’ olarak nitelenen süreç sonunda seküler toplum yapısıyla uyum sağlamıştır. İslam dini açısından böyle bir sürecin yaşanmadığı bilinmektedir. Cumhuriyetin kuruluş döneminde laik devlet / seküler toplum tercihi belirginleşip Fransız laisizmi örnek alınınca, bir İslam toplumu olan ülkemizde birtakım huzursuzluklar ortaya çıktı. Demokrasiye geçişle birlikte, bu huzursuzluklar kaşınmaya başladı ve siyasal alanın başlıca malzemesi din ve dinden kaynaklı politikalar oldu. Cumhuriyetin seküler toplum tasarımı ile İslam dini arasında; devlet yapılanması, kamu alanının düzenlenmesi ve kişilerin özel yaşantıları bakımından tartışmalar ortaya çıktı. Kişilerin özel alanıyla ilgili olarak pek yaşanmasa bile kamusal alanın düzenlenmesi, özellikle de devletin resmi alanındaki işlemlerin yürütülmesi bakımından ağırlığı gittikçe artan sorunlar varlığını gösterdi. Özellikle 2002 yılında iktidarın İslamcı karakteri belirgin bir partinin eline geçmesinden sonra, din / devlet çatışkısındaki sorunlar şiddetlendi.
 
Oysa Cumhuriyet döneminin tüm anayasaları, bu arada 1982 Anayasası, laik bir devlet yapısı öngördüğünden, resmi alana dinsel etkilerin yansıtılması hukuken mümkün olmadığı gibi haklılık da taşımıyor. Dolayısıyla, Türk toplumunun çok büyük bir çoğunluğunun Müslüman inancına sahip bulunmasının, İslam dininin aynı zamanda bir devlet sistemi öngörmüş olmasının ya da bazı dünyevi düzenlemeleri kapsıyor olmasının, mevcut Anayasal ilkeler karşısında bir önemi yoktur.  Anayasal düzenimiz, kamusal alanın, özellikle de devletin yapısı ile ilgili resmi alanın dinsel gereklere göre düzenlenmesine, din kurallarına dayandırılmasına olanak tanımamaktadır.
 
Elbette, din ve inanç özgürlüğü çerçevesinde, yurttaşların inancına göre ibadet etme haklarının bulunduğu tartışma dışıdır. Yurttaşlar bu haklarını inançlarının gereklerine göre kullanabilirler. Ama bu durum, din ve inanç özgürlüğünün bütün hakların önünde olacağı şeklinde yorumlanmamalıdır. Laik bir devlet düzeninde din özgürlüğü, temel hak ve özgürlüklerden ayrı, onların üzerinde özel bir özgürlük olarak görülemez. Din ve inanç özgürlüğü, hukuksal açıdan, düşünce özgürlüğüyle aynı nitelikte kabul edilir. 
 
Kaldı ki, hiçbir hak sınırsız değildir. Her hakkın aslında kendisinde içkin olan bir sınırı bulunmaktadır. Örneğin, toplantı ve gösteri yapma özgürlüğü silahsız, saldırısız ve barışçı olmak zorundadır. Hukukun temelini oluşturan, kötüye kullanmama ilkesi de haklar için doğal bir sınırlama nedenidir. Ayrıca bir hakkın kullanılması başka bir hakkın kullanılmasına engel oluyorsa, doğal olarak diğer hakkın sınırlanması gerekecektir. Çünkü demokrasilerde hiç kimse, kendi doğrularında ısrar etme ve dayatma hakkına sahip değildir. Belirtmeliyiz ki, hakların kullanılması konusunda açık bir düzenleme yapılmamış olması özgürlüğün kullanılmasında bir sınırlama olmadığını göstermez. Dolayısıyla laiklikle bağdaşmadığı yönünde bir mevzuat hükmü olmadığı için o konuda serbestlik bulunduğu şeklindeki kazuistik yorum, doğru bir bakış açısı olarak değerlendirilemez.
 
Anayasamızın 138. Maddesine göre ‘Hâkimler, görevlerinde bağımsızdırlar; Anayasaya, kanuna ve hukuka uygun olarak vicdanî kanaatlerine göre hüküm verirler.’ Md. 140/2 gereğince de ‘Hâkimler, mahkemelerin bağımsızlığı ve hâkimlik teminatı esaslarına göre görev ifa ederler.’ 
 
Anayasal ölçüler dikkate alındığında, mahkemeler ve yargıçlar için temel nitelik, bağımsız olma ve tarafsız davranma ilkeleridir. Bu ilkeler, bütün demokrasilerde ve hukuk devletlerinde kabul edilmiş, hatta dikta yönetimlerinde dahi göstermelik olarak varlığına itiraz edilemeyen ilkelerdir. 
 
Bir yargıcın tarafsız ve bağımsız olmasının amacı, yargıladığı kişilerde tarafsız davranacağı yönünde bir kanaat oluşmasını sağlamaktır. Bu nedenle, mahkemelerin ya da bir yargıcın sadece içsel olarak bağımsızlık yaşaması ve duyumsaması yetmemekte, aynı zamanda görünür olarak da tarafsız ve bağımsız olduklarını ortaya koymaları gerekmektedir. Tarafsızlığın görünürde sağlanması için yargıçların, yargıladıkları kişilerde ve onları temsil eden avukatlarda, tarafsız olamayacağı kanısını uyandıran görsel simgeler taşımamaları gerekir. Yargıçların cübbe giymelerinin, peruk takmalarının bir amacı da budur. Herkes için ‘aynı’ olan nesnel, objektif bir yargıç görüntüsünün verilebilmesidir. Bu görüntüyü bozacak her simge, ister türban gibi dinsel bir simge olsun, ister siyasal bir simge olsun, yargılanan kişinin zihinsel dünyasında, objektif olunamayacağına ilişkin bir algı yaratıyorsa, tarafsızlığı bozacak o simgenin kullanılmaması gerekir.  
 
Yargıçlar da her yurttaş gibi din ve inanç özgürlüğüne sahiptir. Ama yargıçlar aynı zamanda devletin asli üç görevinden birisi olan yargılama görevini yerine getiren kişilerdir. Bu nedenle yargıçların, kişisel hak ve özgürlükleriyle, yaptıkları kamusal görevin gerekleri arasında bir denge tutturmaları, tutum ve davranışlarını buna göre düzenlemeleri gerekmektedir. Bu çerçevede bir yargıç, eğer inancına göre yaşamak istiyorsa, görevini yaparken hakların yarışması olgusuyla kaçınılmaz olarak karşılaşır. Yargıç bir yandan, bireysel bir hak olan inanç özgürlüğünün gereklerine göre davranmak isterken, diğer yandan yürüttüğü görevin sonucu olan kamusal bir hakkın, yurttaşlar için tanınan, ‘tarafsız ve bağımsız bir mahkemede yargılanma hakkı’ nın çatışkısını yaşar. Bu durumda haklardan birisine üstünlük tanınacağı tabiidir. Yargıçlık mesleğini tercih eden birisinin, laik bir devlet düzeninin yargıcı olarak görev yaptığının bilincinde olduğu, görevin kamusal / resmi bir nitelik taşıdığını bildiği kuşkusuzdur. Eğer böyle ise, yukarıda açıklamaya çalıştığımız laik anayasal düzende, bireysel bir hak olan inanç özgürlüğü ile kamusal bir hak olan ‘tarafsız ve bağımsız bir mahkemede yargılanma hakkı’ çatıştığında (böyle bir çatışmanın olmadığı iddia edilemez), öncelikle yargıcın kendisinin, yarışan bu haklardan hangisinin üstün olduğuna karar vermesi gerekecektir. Bir yargıç, ‘ben görevimi yaparken ‘vicdani kanaatime’ göre karar veriyor ve tarafsız davrandığıma inanıyorum’, diyerek, belki kendisini tatmin eden bir argümantasyon üretebilir. Ancak soruna objektif yaklaşıldığında, görünürde tarafsızlığın sağlanabilmesi açısından bu argümanın tatmin edici olmadığı ortadadır. Çünkü yargılamada dikkate alınacak şey, sadece yargıcın kendi duygu ve düşünce dünyası değil, yargıladıklarının düşünce dünyalarında neler yaşadığıdır. Yargıç, yargılama sırasında kendi ‘ben’i olmaktan çıkar, kamusal bir ‘ben’liğe bürünür. Ayrıca yargıcın, ‘vicdani kanaatine’ göre karar verirken dayandığı vicdan, kendi vicdanı değil, kamusal vicdandır. 
 
Anayasa Mahkemesi, 2010 sonrası yapılanmasından sonraki kararlarında, ‘katı laiklik’ olarak nitelendirdiği, yaklaşık elli yıllık anlayışı terk ederek, daha ‘esnek ve özgürlükçü’ bir laiklik tanımına yönelmiştir. Buna bağlı olarak Anayasa Mahkemesi, yaşam tarzının devletin müdahalesi dışında olacağı ve kimliklerin toplumsal görünürlüğüne imkan tanınması şeklinde yeni bir anlayışı benimsemiştir. Anayasa Mahkemesi, bir kararında, avukatın başörtülü olarak duruşmaya katılmasının engellenmesine yönelik uygulamanın din ve vicdan özgürlüğü ile ayrımcılık yasağını ihlal ettiği sonucuna ulaşmıştır. ‘Hak eksenli’ olarak nitelenen bu yaklaşımın eleştirilecek birçok yönü bulunduğu kuşkusuzdur. Biz, avukatların duruşmalara başörtülü olarak girmelerinin de adil yargılama ilkelerine ve tarafsız yargılama sürecine aykırı olduğu görüşündeyiz. Ancak, Anayasa Mahkemesinin eleştirilen bu yeni yaklaşımı dahi, ‘özel statüye’ sahip olarak ‘yargılama’ görevini yerine getiren bir ‘yargıç’ için ‘esneklik’ sağlayacağı şeklinde değerlendirilemez. Çünkü Anayasanın 24. Maddesinde belirtilen yasakları istismar edemeyecek ‘kimse’ler arasında hiç kuşkusuz yargıçlar önde gelmektedir. 
 
Yargıçların, görevlerini mahkemelerin bağımsızlığı esasına göre yerine getirecekleri bir anayasal kural olarak belirlendiğinden, hakim tarafsızlığının ön koşulu olan bağımsızlığın sağlanabilmesi için yargıcın görevini yaparken, kendisini, inancına ( dini esaslara) göre davranmaktan alıkoyması gerekmektedir. Yargıç, inancının değerlerine göre değil, anayasal düzen kurallarına göre davranacağını bilen / bilmesi gereken birisidir.
Bilindiği üzere, hukuk kurallarını yorumlama imkanına herkes sahip olmakla birlikte, geçerli yorumun mahkemelerce yapılacağı hukuk devletinin bir gereğidir. Aynı şekilde mahkeme kararlarının devleti ve herkesi bağlayacağı bir Anayasa kuralıdır (m.138/son). Ancak son yıllarda, özellikle 2010 Anayasa referandumuna bağlı olarak, yargı sisteminin tümüyle yeniden yapılandırılarak siyasal iktidara bağlanmasından sonra, yüksek mahkemeler, mevcut siyasal iktidarın dinsel ve siyasal görüşlerine ‘paralel’ karar ve içtihatlar üretmeye başlamıştır. Türban yasağı ile ilgili Anayasa Mahkemesi ve Danıştay kararları da bu çerçevede değişmiştir. Laiklik ilkesi, özgürlük adına, yargısal yorum yoluyla oldukça törpülenmiştir. Ancak yargı yetkisinin kabul ettiğimiz Avrupa İnsan Hakları Mahkemesinin (AİHM) Türkiye ile ilgili olarak laiklik konusunda verdiği kararlarında herhangi bir değişiklik olmamıştır. AİHM kararlarında laiklik ilkesinin, kamu hizmetinin tarafsızlığını sağlama ve kamu düzenini koruma amaçlı olduğu belirtilmekte, türbanın, eşitlik ve ayrımcılık yapmama davranışıyla kolayca bağdaştırılamayacak bir simge olduğu vurgulanmaktadır. 
 
Bu nedenle; geçerliğini korumakta olan 13.02.2013 tarihli AHİM Büyük Daire kararında belirtilen, devletin, ‘dini inancını başörtüsü takarak sergileme özgürlüğünü, eğer bu özgürlüğün uygulaması, başkalarının hak ve özgürlüklerini, kamu düzeni ve güvenliğini koruma amacıyla çatışıyorsa sınırlayabileceği’ görüşünün dikkate alınması Anayasa m.90/son gereğince zorunludur. Bu durumda, yukarıda sözü edilen çatışan iki haktan, kamusal karaktere tartışmasız şekilde sahip olan, ‘tarafsız bir mahkemede yargılanma hakkı’ na öncelik verilmesi gerekeceğinden, bir yargıcın türban takması görmezden gelinecek, hoş görülecek bir davranış olarak kabul edilemez.  
 
Sorun yargı etiği açısından değerlendirildiğinde de benzer sonuca ulaşılması kaçınılmazdır. 2003/43 Sayılı Birleşmiş Milletler BANGALOR YARGI ETİĞİ İLKELERİ (BYEİ), yargıçların uyması gereken ana kuralları; tarafsızlık, doğruluk ve dürüstlük ilkeleri olarak belirlemiştir. Birleşmiş Milletler BANGALOR YARGI ETİĞİ İLKELERİ’ne göre (Değer 2) tarafsızlık, yargı görevinin tam ve doğru bir şekilde yerine getirilmesinin temelidir ve tarafsızlık ilkesi, sadece karar için değil, aynı zamanda kararın oluşturulduğu süreç açısından da gerekli görülmektedir. BYEİ gereğince, yargıçların makul şekilde düşünen bir kişide tarafsız olarak karar veremeyeceği izlenimi bırakmaması gerekmektedir. Dolayısıyla üzerinde taşıdığı simgeler bir yargıcın tarafsızlığı konusunda kuşku yaratıyor ise o yargıcın simgeleri taşımaya hakkı bulunmamaktadır. 
 
Ayrıca, yargılama süreci aynı zamanda bir iletişim ortamıdır. Bu ortamın davranış kodları yasalarla ve evrensel kabullerle, tarafsızlık ve bağımsızlık olarak belirlenmiştir. Yargılama mizanseninde, özellikle yargılamayı görünür kılan duruşmalarda, temel kodun dışına taşacak, simgesel uyarıcıların bulunması kabul edilemez. Örneğin yargılama sırasında taraflardan birisinin yargıcı etkileyebilecek özel bir yöntem kullanması nasıl mümkün değilse, bir yargıcın da taraflara yönelik bu tür bir izlenim yaratması kabul edilemez. Çünkü yargıcın kullanacağı simgeler, iletişim tekniği bakımından ‘belirtken uyarı’ ya dönüşür ve o simgenin taraflarda bırakacağı izlenim ister istemez öne çıkar. Bu bakımdan, yargıcın kullanacağı simgelere dikkat etmesi, taraflarda tarafsız olmadığı algısını uyandıracak simgeleri kullanmaktan kaçınması gerekir. Adaletin sembolü olan Themis’in gözlerinin bağlı olarak resmedilmesi de bundandır.
 
Sonuç olarak, laiklik ilkesi gereğince, dinin veya din duygularının yahut dince kutsal sayılan şeylerin istismar edilemeyeceği ve kötüye kullanamayacağının kabulü gerekmektedir.  
 
Yargıçlık, özelliği olan, devletin temel işlevlerinden yargılama yetkisinin kullanıldığı bir meslek olarak tarafsızlık ve bağımsızlık gerektirmektedir.
 
Tarafsızlık yargıcın, sadece karar verirken tarafsız olmasını değil, yargılama sürecinde ve hatta özel yaşantısındaki davranış ve görüntüsüyle de, kuşku yaratmamayı gerektirmektedir.
 
Yargıç, herhangi bir kamu görevlisi olmadığı için, Anayasa Mahkemesinin / Danıştay’ın değişen yeni içtihatları dikkate alınsa dahi, inancına göre giyinme veya dinsel simgeler taşıma hak ve yetkisine sahip değildir.
 
Yukarıdaki açıklamalar, bir yargıcın görevini yaparken inancına göre giyinmesine ve davranmasını haklılık tanımamaktadır. Bir yargıç eğer inancına göre yaşamak istiyorsa, tarafsız olamayacağından, etik olarak ve dürüstlük kuralı gereği, öncelikle kendiliğinden yaptığı görevden çekilmelidir. Eğer bunu yapmıyorsa, HSYK’nın, görevini anayasal ve evrensel ilkelerle bağdaşmayacak şekilde sürdüren türbanlı bir yargıca izin vermemesi gerekmektedir. Aksi taktirde HSYK nın bu duruma göz yuman, destekleyen tutumu görevi kötüye kullanma suçunu oluşacaktır.
 
Av. Başar YALTI
 
 
Posted in DİN-İNANÇ, HUKUK-YARGI-ADALET, İrtica, YOBAZLIK - GERİCİLİK | Leave a comment

DURUM VAZİYETİ 11.05.2016 Taraf * Zarrab’ın transferleri ofisboy’un hesabından !

Posted in DURUM VAZİYETİ, Gundem, Haber, YOLSUZLUKLAR, YOZLAŞMA - AHLAKSIZLIK | Leave a comment

DURUM VAZİYETİ 11.05.2016 BirGün * YANDAŞLAR PANAMA BELGELERİNDE

Posted in DURUM VAZİYETİ, Ekonomi, YOLSUZLUKLAR, YOZLAŞMA - AHLAKSIZLIK | Leave a comment

PANAMA BELGELERİ * Yerli-milli bahane Panama şahane * Dünyayı sarsan Panama Belgeleri’nin yayımlanan ikinci kısmında 684 zengin Türk’ün de vergi cennetlerinde offs-hore hesabı olduğu ortaya çıktı. En fazla yerli sermaye vurgusunun yapıldığı AKP hükümetleri döneminde hükümete yakın iş insanları paralarını vergiden kaçınmak için yurtdışına kaçırdı. Türklerin bağlantılı olduğu offs-hore hesaplarının 2002’den sonra artması ise dikkat çekiyor.

cumhuriyet.com.tr

11.05.2016

Yerli-milli bahane Panama şahane

Dünyayı sarsan Panama Belgeleri’nin yayımlanan ikinci kısmında 684 zengin Türk’ün de vergi cennetlerinde offs-hore hesabı olduğu ortaya çıktı. En fazla yerli sermaye vurgusunun yapıldığı AKP hükümetleri döneminde hükümete yakın iş insanları paralarını vergiden kaçınmak için yurtdışına kaçırdı. Türklerin bağlantılı olduğu offs-hore hesaplarının 2002’den sonra artması ise dikkat çekiyor. AKP iktidara geldiğinden bu yana 48 şirket kurulmuş. Hükümet tarafından desteklenen şirketlerin listede yer alması ise dikkat çekici.

Türkiye’nin yeni zenginlerinden köklü holding sahiplerine kadar Türklerin bağlantısı olduğu öne sürülen 101 şirketin hepsi faal durumda. Daha önce offs-hore hesabı olan ve kapatılmış şirketlerle birlikte sayı artıyor.

Offs-hore hesaplarında yetkili olarak görünen kişi sayısı ise 684. Zengin Türklerin öncelikli tercihi ise İngiliz Virjinya Adaları. Halen faal olan 101 şirketin 69’u İngiliz Virjinya Adaları’nda kurulmuş. Şirketlerden 20’si Panama, 6’sı Niue, 3’ü Bahamalar, 2’si Seyşeller, 1’i de Samoa merkezli.

Çalık Enerji listede

Belgelerde Cumhurbaşkanı Tayyip Erdoğan’a yakınlığı ile bilinen Ramsey Giyim’in sahibi Remzi Gür’den, Ahmet Çalık’a ait olan ve Cumhurbaşkanı Tayyip Erdoğan’ın damadı Enerji Bakanı Berat Albayrak’ın eski CEO’su olduğu Çalık Enerji’ye ve tapelerle göndemi meşgul eden Mehmet Cengiz’e kadar AKP döneminde palazlanan şirket ve iş insanlarının yanı sıra Türkiye’nin en büyük holdinglerinin de adı geçiyor. Havuz medyasının büyük patronlarından Ahmet Çalık’a ait Çalık Enerji’nin Meet Continent Limitet isimli paravan şirketin hissedarı olarak görünüyor.

Ahmet Çalık’ın AKP’ye ve Recep Tayyip Erdoğan’a en yakın işadamlarından olduğu biliniyor. Erdoğan’ın damadı Berat Albayrak, Çalık Holding’in uzun süre genel müdürlüğünü yürüttü. Çalık grubu adından Sabah ve ATV ihalesini kazanarak söz ettirdi.

20 Haziran 2002 tarihinde kurulan şirketin off-shore hesabı ise İngiliz Virjinya Adaları’nda. Erdoğan’ın damadı Enerji Bakanı Berat Albayrak Çalık Grubu’nda ABD’de iken çalışmaya başladı. 2006 yılında Türkiye’ye dönen Albayrak, holdingin Mali İşler Genel Müdür Yardımcılığı görevine atanmıştı. Albayrak, 2007 yılında da Çalık Holding Genel Müdürü olmuş, bu görevi 2013 sonuna kadar sürdürmüştü. 1 Kasım seçimlerinin ardından kurulan kabinede Enerji Bakanı olan Berat Albayrak’ın adı son günlerde başbakanlık koltuğu için sık sık geçiyordu.

‘Erdoğan’ın kasası’

Cumhurbaşkanı Tayyip Erdoğan’ın kasası olduğu iddia edilen Remzi Gür ise Erdoğan’ın çocuklarına verdiği bursla gündeme gelmişti. Gür, İsviçre adresli Excel Enerji firmasıyla belgelerde yer alıyor. Şirketin off-shore hesabı ise İngiliz Virjinya Adaları’nda. Belgelere göre Excel Enerji şirketi üzerinden açılan off-shore hesabında Remzi Gür şirket hissedarı olarak görülüyor. Şirketin kuruluş tarihi ise 23 Haziran 2010. Diğer yandan şirket ile off-shore hesabında aracı olan kişinin adının Ömer İskefyeli olması dikkat çekici. Ömer İskefyeli ayrıca Stellar petrol şirketiyle de bağlantılı görünüyor.

AKP’nin ihale kralı

Lübnan asıllı İngiliz İskefyeli’nin adı Petrol Ofisi’nde örgütlü şekilde akaryakıt kaçakçılığı yapıldığı iddiasına ilişkin hazırlanan iddianamede şüpheliler arasında geçiyor.

17-25 Aralık tapelerinde vatandaşa ettiği küfrüyle hatırlanan ve son olarak Artvin Cerattepe’deki bakır madeni projesiyle tepki çeken işadamı Mehmet Cengiz ise Bonito International Inc. isimli paravan şirketiyle Panama Belgeleri’nde yer alıyor. Cengiz, ayrıca hükümetten en çok ihale alan iş insanlarından biri. Üçüncü Havaalanı, Ankara-Sivas Hızlı Tren Projesi, Eti Bakır başta olmak üzere onlarca ihaleyi kazanan Cengiz, son olarak Mersin Akkuyu Nükleer Santralı’na talip olmuştu

1999 yılında kurulan Bonito şirketi 31 Ekim 2006 tarihinde kapatılmış. İsviçre’de kurulan şirket üzerinden açılan offs-hore hesabı ise Niue’de görünüyor. Şirketin ortakları arasında işadamları Mehmet Hakan Akkaya, Cengiz Özçelebi ve Ahmet Can Gümüşçüoğlu da bulunuyor. IPCO S.A. ve Eurostock A.G.’nin de ortakları arasında yer aldığı şirketin kurulmasında aracı kurum EST S.A. olarak geçiyor.

Kara para aklama

Panama Belgeleri’nden adı geçen isimler hukuk firması Mossack Fonseca’dan vergi cenneti diye tabir edilen vergisiz veya çok düşük vergili ülkelerde en güvenli şekilde off-shore hesap açmanın danışmanlığını alıyor. Mossack Fonseca müşterilerinin mevzunun yasal tarafında kalması için uğraşıyor. Aslında açılması yasal olan off-shore hesaplar bir yandan varlıklı kişilerin yüksek vergilerden kaçınmasını sağlarken diğer yandan da paravan şirketler aracılığıyla kara para aklama gibi kötüye kullanımları da beraberinde getiriyor.

Posted in DÜNYA ÜLKELERİ, Ekonomi, YOLSUZLUKLAR | Leave a comment