TÜRKİYE NEDEN AVRUPA’NIN ÇÖPLÜĞÜ OLDU * BİRİM TON BAŞINA ÖDENDİĞİ İDDİA EDİLEN MİLYONton X 100 EURO’lar KİME GİDİYOR?

TÜRKİYE NEDEN AVRUPA’NIN ÇÖPLÜĞÜ OLDU?
BİRİM TON BAŞINA ÖDENDİĞİ İDDİA EDİLEN
MİLYONton X 100 EURO’lar KİME GİDİYOR?

Naci Kaptan 04.11.2024

AKP/ ERDOĞAN iktidara geldikten sonra Türkiye, Dünyanın en fazla İŞGALCİ MÜLTECİ/ SIĞINMACI KABUL eden ülke olmakla birlikte AVRUPA’nın ÇÖPLERİNİN DE EN BÜYÜK ALIM MERKEZİ oldu. Ülkemiz içinde tıbbi/ kimyasal atıklar da bulunan PLASTİK ağırlıklı çöplerin depolandığı ülke durumuna geldi. Sadece 2023 yılında 456.507 ton plastik atık ülkemize gönderildi, kabul edildi. Ülkemiz Avrupa ülkelerinin ÇÖPLÜĞÜ oldu…
Sözde dönüştürülmek için alınan çöplerin büyük kısmı özellikle Adana ve yöresinde tarım alanlarında, su kaynakları yakınlarında atılmış olarak bulundu. En değerli tarım alanları ve yörenin su kaynakları zehirlenerek kirleniyor. Türkiye’ye gönderilen çöpler yabancı bir gazeteci tarafından “chip” ile takip edildi. Çöp taşıyan araçların, çöplerin atık tesislerine değil, dönüşüm tesisi olmayan depolama alanlarına teslim ettiği ve boş alanlara döküldüğü görüldü.

euronews – YASIN AKGUL/AFP or licensors
Greenpeace’in ‘Türkiye, Avrupa’nın en büyük plastik atık çöplüğü haline geldi’ uyarısı sonrası AB ülkelerinin toplam katı atıklarının yaklaşık yarısını Türkiye’ye gönderdiği ortaya çıktı. Birlik üyelerinden çıkan yaklaşık 33 milyon tonluk atığın 14.7 milyon tonu Türkiye’ye gönderiliyor.
Yeni açıklanan istatistiklere göre Türkiye 2021’de de Avrupa Birliği’nin en fazla katı atık gönderdiği ülke oldu. 2021 yılında AB üyesi ülkelerden Türkiye’ye ihraç edilen katı atık miktarı 14,7 milyon tona ulaştı. Bu rakam 2004 yılından bu yana üç kattan fazla artışa işaret ediyor.
Devleti yöneten AKP/ Erdoğan iktidarının bu çöpleri neden kabul ettikleri üzerinde düşünülmesi gereken konudur! NEDEN, NEDEN…Konu sadece duygusaldır! yazılana göre çöplerini gönderen ülkeler, gönderdikleri her bir ton çöp için 100 Euro para ödüyor!
Bu kirli anlaşmayı kim yaptı? Ton başına alındığı yazılan paralar nereye gidiyor?

GREENPEACE başlattığı kampanyada şöyle yazdı;

Vize yok: Türkiye’ye plastik atık gönderimi son bulsun

Türkiye, Avrupa ülkelerinden plastik atık alan ülkeler arasında son beş yıldır ilk sırada! 2023’te toplamda 456.507 ton plastik atık Avrupa Birliği ülkeleri ve İngiltere’den Türkiye’ye gönderildi. Avrupa ülkelerinin bu atıkları Türkiye’ye göndermeye son vermesi için güçlü bir Küresel Plastik Anlaşması’nın hemen hayata geçirilmesi gerekiyor. Sen de destek ver, Türkiye’ye plastik atık gönderimi son bulsun!
Türkiye’ye plastik atık gönderen ülkelerin başında İngiltere geliyor. Onu Avrupa Birliği ülkelerinden zaman zaman değişen sıralamayla Almanya, Belçika, Hollanda, İtalya takip ediyor.
Dünyada birçok ülke, toplanan plastik atıkların geri dönüştürüldüğünü iddia ediyor. Oysa, yüksek gelirli ülkelerin ürettiği milyonlarca plastik atık, geri dönüştürülmek üzere düşük ve orta gelirli ülkelere taşınıyor.
Plastik sadece bir çevre kirliliği sorunu değil, aynı zamanda bir iklim, sağlık ve küresel sosyal adalet sorunu. Greenpeace’in Adana’da yaptığı araştırma açıkça gösteriyor ki, yüksek gelirli ülkelerin plastik atık yükü, düşük gelirli ülkede yaşayan insanların sağlığına ve doğaya zarar veriyor. Bu zararın ise geri dönüşü yok!
Küresel Plastik Anlaşması (KPA), plastik krizini çözmek için eşsiz bir fırsat sunuyor. 25 Kasım – 1 Aralık tarihlerinde gerçekleşecek toplantı öncesi sen de harekete geç, Avrupa hükümetleri üzerindeki baskıyı artıralım. Güçlü bir küresel plastik anlaşması ile Avrupa’dan Türkiye’ye plastik atık gönderimi son bulsun!

BİR İMZA DA SEN VER; https://imza.greenpeace.org/vize-yok?

Posted in DOĞA - ÇEVRE, Doga - Cevre - Ekoloji - Tarim, YOLSUZLUKLAR, YOZLAŞMA - AHLAKSIZLIK | 1 Comment

2006’DAN BUYANA DEĞİŞEN BİR ŞEY YOK! * Öğretim Düzeni Düşman Üretiyor..

PENCERE – İLHAN SELÇUK

Öğretim Düzeni Düşman Üretiyor..


24 Kasım “Öğretmenler Günü” idi…Nasıl kutlandı?..
Şanlıurfa’daki toplantıyı, bilinçli değil,
“Şuurlu Öğretmenler Derneği” düzenlemiş…Nasıl düzenlemiş?..
Harem-selamlık düzeninde düzenlemiş…
13 yaşındaki örtülü (tesettürlü) bir kız öğrenci şiir okumuş…
Saidi Nursi’nin kitapları dağıtılmış…
Aferin!..
Atatürk Cumhuriyeti 29 Ekim 1923’te kuruldu, dört ay sonra 3 Mart 1924’te “Öğretim Birliği Yasası” çıkarıldı…Gerekçesi neydi yasanın?..
Perihan Ergun 24 Kasım günü Cumhuriyet’in ikinci sayfasında çıkan yazısına gerekçenin bir bölümünü almış:
“Ulus bireyleri ancak bir tür eğitim görebilir. Bir ülkede iki türlü eğitim iki tipte insan yetiştirir. Duygu ve düşünce birliğini, dayanışmayı bütünüyle yok eder bu…”
‘Öğretim Birliği Yasası’ bugün ‘fiilen’ rafa kaldırılmıştır…
İki türlü eğitim (akıl bilim eğitimi-dinci eğitim) iki türde insan yetiştiriyor…
Bu iki türde insan birbirine düşmanlaşıyor…
Ulusal birlik yok ediliyor…
Ulus ikiye ayrılıyor…
2 Temmuz 1993’te, Sıvas’ta, birbirine düşmanlaşan yurttaşlardan dinciler laikleri yaktılar… Madımak Oteli’nde bir toplu-öldürüm gündeme girdi…
‘Edebiyatçılar Derneği’ bu ‘katliam’ üzerine bir kitap çıkardı…Kitabın arka kapağında “Hiçbir Şey Birdenbire Olmadı” başlığı altında ne yazıyordu?..
“Önce ezanı Arapçaya çevirdiler..
Dinlediniz.
Sonra ‘Siz isterseniz hilafeti bile getirirsiniz’ dendi..
Demokrasi sandınız. Sonra bir çığ gibi Kuran kursları, imam hatip okulları açıldı…
Din dersleri anayasal zorunluk oldu..
Kabullendiniz.
Tesettür arttı,
cami sayısı okulları geçti..
İnanç özgürlüğü saydınız.
Daha sonra bilim adamı ve yazarları vurdular..
Şairleri ve dansçıları yaktılar..
Kimin yaptığını düşünüp durdunuz.
En sonunda kapınızı çalacaklar..
Size kendinizden başka..
Yardım edecek kimse kalmayacak.”
Aymazlık sürüyor…
‘Takıyyeci-dinci iktidar’a karşı bilinçlenip birleşme gerçekleşemiyor…
İki türlü eğitim iki türlü insan yetiştiriyor…
İki tür insan birbirine düşmanlaşıyor…
Ulusal birlik yok ediliyor…
Yazık değil mi Türkiyemize?..
Yazık değil mi insanımıza?..
(26 Kasım 2006 tarihli yazısı)
Posted in DİN-İNANÇ, EĞİTİM, İrtica, SİYASAL İSLAM, YOBAZLIK - GERİCİLİK | Leave a comment

KAFA KESEN IŞİD’İN PARAVAN DERNEĞİ AHİDDER TÜRKİYE’DE MÜRİD VE YARDIM TOPLUYOR * AHİDDER soruşturmasında yeni gelişme: Cemaatin ‘mahrem’ saydığı tüzük ortaya çıktı

Fotoğraf açıklaması yok.

Türkiye tarikatlar ve cemaatler yuvası oldu


AHİDDER soruşturmasında yeni gelişme:
Cemaatin ‘mahrem’ saydığı tüzük ortaya çıktı

CUMHURİYET – Fahrettin Öztürk – 04.11.2024

Silahlı terör örgütü IŞİD’in, Türkiye’deki faaliyetlerinin tespitine ilişkin yürütülen soruşturmalar kapsamında, IŞİD adına faaliyet yürüttüğü tespit edilen AHİDDER’in, “Cemaat Tüzüğü” ortaya çıktı.


İstanbul’da, terör örgütü IŞİD adına cihat içerikli mescit faaliyetleri yürüterek tebliğ çalışmaları yaptığı ve Suriye’deki IŞİD’li kadın ve çocuklara yönelik eğitim ve medrese açmak için fitre, zekat ve infak adı altında para topladığı iddiasıyla operasyon düzenlenen AHİDDER’in (Ahid Dergisi), yönetici ve üyelerinin aralarında olduğu 34 kişi gözaltına alınmıştı.
İstanbul Adliyesi’ne sevk edilen 34 kişiden 23’ü tutuklandı, 10’u adli kontrol şartıyla serbest kaldı 1’ine ise ev hapsi verildi.
CEMAAT TÜZÜĞÜ ‘MAHREM’ SAYILIYOR
Savcılığın AHİDDER’e yönelik yürüttüğü çalışmalar kapsamında derneğin “mahrem” kabul ettiği cemaat tüzüğü ortaya çıktı. Tüzükte cemaat kimliğinin, dergi/kitap evi adı altında mescit çalışması olduğu, çalışma programının ilim, davet, eğitim (okul ve medrese vb.) olduğu, teşkilat, maliye, eğitim, medya ve davet şeklinde çalışma birimlerinin olduğu, bu birimlerin başına ise cemaatin genel emiri tarafından “birim sorumluları” atandığı belirtildi.
5 YIL SÜREN DERSLERE KATILMA ZORUNLULUĞU
Tüzükte, birim sorumlularının yaptıkları çalışmaları aylık olarak cemaatin genel emirine rapor etmeleri gerektiği, her birim sorumlusunun, sorumlu olduğu birimin emiri olduğu, birim emirlerinin, genel emirden habersiz hareket edemeyecekleri, cemaat mensuplarının, 5 yıl sürmesi öngörülen ev ders gruplarına katılmasının zorunlu olduğu kaydedildi. Cemaatten ayrılan kişilerin ise, geri dönmek istemeleri durumunda; cemaatteki kişi sayısının yüksek tutulması amacıyla “pişman olmaları” şartıyla cemaate geri alınabilecekleri kaydedildi.
KADINLARA HİÇBİR ALANDA TAM YETKİ VERİLMİYOR
Cemaatin tüzüğüne göre, eşleri cemaatte olan kadınlardan ahid (yemin) alınmayacağı, eşlerine tabi olarak cemaate mensup olduklarının kabul edileceği, cemaate mensup erkeklerin, cemaatin aldığı kararlara itaat etmeleri, kadınların ise eşlerine itaat etmeleri gerektiği, kadınların, cemaat çalışmaları içerisinde kısmen görev almalarına izin verildiği, ancak hiçbir alanca tam yetki verilmediği görüldü. Tüzükte, kadınların cemaat çalışmasının genel işleyişi ve programı hakkında bilgi sahibi olmalarında bir sakınca olmadığı, ancak cemaatin içindeki birimleri ve başındaki sorumlulukları bilmemeleri gerektiği kaydedildi. Cemaat mensuplarının ayrıca 500 liralık aidat da alındığı tüzükte yer aldı.
TUTUKLANMA HALİNDE YAPILMASI GEREKENLER SIRALANDI
Tüzükte, cemaat mensuplarının, grup halinde tutuklanmaları halinde başlarında sorumlu bir kimse varsa ona itaat etmeleri gerektiği, eğer sorumlu bir kimse yoksa içlerinden uygun bir kişiyi ceza evi emiri olarak semeleri gerektiği kaydediliyor. Cezaevi emirinin ise içeride yaşanan gelişmeleri genel emire raporlamakla görevli tutuluyor.
İDDİANAME ‘MAHREM’ KABUL EDİLİYOR
Tüzükte dikkat çeken maddelerden birinin ise haklarında hazırlanacak iddianameyle ilgili olduğu görüldü. Cemaat yöneticileri, haklarında hazırlanacak iddianameleri tüzükte “mahrem” kabul ederek, cezaevi emirinden izinsiz dosyada bulunmayan müslümanlarla paylaşılmasını yasaklıyor. Ayrıca cezaevinde bulunan cemaat mensuplarının geçiminin, cemaat tarafından karşılanacağı da belirtiliyor.
KARAR MERCİİ ‘EMİR’
Tüzükte emirin yetki ve sınırları, cemaatin şeri ve disiplin kuralları, teşkilat, maliye, davet, eğitim ve medya birimlerinin görevleri yer aldı. Tüzüğe göre cemaatin karar merciinin genel emir olduğu, disiplin kurulunun ise, cemaatin genel işleyişine ve kurallarına aykırı davranan üyelerin nasihat ve ceza yöntemiyle ıslah edilmesini sağladığı kaydedildi.
GÖZALTINDA NASIL DAVRANACAKLARI TÜZÜKTE YAZILI
Cemaat üyelerinin gözaltına alındıklarında, bu süreçte nasıl davranacakları, ifadelerini nasıl verecekleri ve iletişim aletlerinin nasıl kullanılacağı gibi konularda cemaati bilgilendiren birimin ise “teşkilat birimi” olduğu tüzükte yer alıyor.
YAHUDİ MAHALLELERİNİ HEDEF ALACAKLARI İDDİASI
Savcılık bilgi notunda, şüphelilerin dijital materyallerinde yapılan incelemede kendi aralarındaki yazışmalarda Yahudi mahallerini hedef almak, Yahudi ve haçlı elçilerine yakarak ve yıkarak saldırmak, her yerdeki Yahudi sinagoglarını ve Yahudi gece kulüplerine saldırmak, ziyaretçilerini öldürmek ve Yahudilerle olan mücadelenin tamamen dini ve ideolojik olduğu konusunda eğitim vermek ile alakalı konuşmaların olduğu tespit edildiği belirtildi.
EMNİYET VE YARGI ‘MÜRTED’ SAYILIYOR
Savcılık ayrıca şüphelilerin ‘medya okulu’ adı altında verdikleri ders içeriklerinde, istihbarat ve emniyet birimlerinin; tağutların destekçisi olan mürtet (dinden dönen) oldukları, bu nedenle onlara karşı dostluk duygusunun beslenmemesi gerektiği ve emniyet ile yargı birimlerinin, diğer ‘kafir’ dostlarını, tekfir etmeyi ve onlarla cihat edilmesi yönünde yazışmaların bulunduğunu tespit etti.
Posted in DİN-İNANÇ, İrtica, ŞERİAT - İRTİCA - KARANLIĞIN AYAK SESLERİ, SİYASAL İSLAM, TARİKAT VE CEMAATLAR, YOBAZLIK - GERİCİLİK | Leave a comment

FEYM Grubu ve AYAcademy Bilgilendirme Bülteni (04 Kasım 2024)

FEYM Grubu ve AYAcademy
Bilgilendirme Bülteni
(04 Kasım 2024)


1. Ermeni Meselesi / Ermeni Haberlerindeki İddialar / Azerbaycan ile İlgili Gelişmeler:

a.  Ermenistan’da muhalefet partisi milletvekili Tigran Abrahamyan, “SÖZDE” Ermeni soykırımının inkarının yeni trajedilere yol açabileceği konusunda hükümeti uyardı. Abrahamyan, Ermenistan Dışişleri Bakanı Ararat Mirzoyan’ın son soykırım açıklamalarını Ermenistan’ın güvenliği için tehlikeli olarak nitelendirdi. Parlamentoda konuşan Mirzoyan, “SÖZDE” Ermeni soykırımının uluslararası alanda tanınmasının bakanlığı için “önemli bir dış politika önceliği olmadığını” söylemişti. Mirzoyan “Tarihin trajik bölümlerini, “SÖZDE” Ermeni soykırımını incelemek veya onu en önemli öncelik haline getirmek kesinlikle Ermenistan Dışişleri Bakanlığı’nın gündeminde değil” demişti. Buna karşılık Abrahamyan, ” “SÖZDE” Ermeni soykırımının uluslararası alanda tanınması yalnızca tarihi adaletin yeniden sağlanmasıyla ilgili değil, aynı zamanda Ermenistan ve Ermeni halkı için bir güvenlik meselesidir. Ermenistan-Türkiye normalleşme sürecinin farklı aşamalarında, Ermenistan’ın bağımsızlık ilanından üçüncü Ermenistan Cumhurbaşkanı Serj Sarkisyan tarafından başlatılan “futbol diplomasisine” kadar, konu her zaman Ermenistan’ın dış politika gündeminde üst sıralarda yer almıştır. Soykırım inkarı bizi yeni trajedilere götürür. Bu nedenle çok sayıda ülke ve parlamentosu, Osmanlı Türkiye’si tarafından işlenen “SÖZDE” Ermeni soykırımını kabul eden ve kınayan kararlar aldı. Ermeni dışişleri bakanının açıklamaları, Türkiye’nin önceliklerini desteklemenin yanı sıra Ermenistan’ın güvenliğine yeni bir darbe indiriyor.” dedi.

https://www.panorama.am/en/news/2024/11/02/Armenia-Genocide-denial-MP/3073319

b.  Eski ABD Başkanı ve Cumhuriyetçi Başkan Adayı Donald Trump, Kilikya Büyük Evi Katolikosu Aram I ile bir telefon görüşmesi gerçekleştirdi. Donald Trump, bilge liderliği için Aram ‘a çok teşekkür etti ve artsakh (Dağlık Karabağ “SÖZDE” Ermeni yönetimi) meselesine ve bölgede kalıcı bir barışın kurulmasına tam desteğini dile getirdi. Trump ayrıca Ermeni-Amerikan toplumunu güçlü, akıllı ve dinamik olmakla övdü. Buna karşılık, Katolikos Aram I, Trump’a Ermeni halkına verdiği açık destek için teşekkür etti ve bu kritik zamanda ABD’nin küresel liderliğinin hayati önemini vurguladı. Yeni bir ABD Yönetimi’nin artsakh meselesini -özellikle artsakh Ermenilerinin geri dönüş hakkının, güvenlik ve statülerinin korunması için uluslararası garantilerin ve “SÖZDE” etnik temizlik için hesap verebilirliğin sağlanması açısından- ciddiyetle ele alacağı yönündeki güçlü beklentisini iletti.

https://en.armradio.am/2024/11/03/trump-calls-catholicos-aram-i-discusses-artsakh-reiterates-commitment-to-regional-peace/

c.  Ermenistan, 2026 yılında Birleşmiş Milletler biyolojik çeşitlilik konferansına ev sahipliği yapacak.

https://massispost.com/2024/11/armenia-to-host-un-biodiversity-conference-in-2026/

ç.  Ermeni Sosyal Demokrat Hınçak Partisi (SDHP), Ermeni Devrimci Federasyonu (ARF) ve Ermeni Demokrat Liberal Ramgavar Partisi’nin (ADLP) Batı Amerika Birleşik Devletleri liderliğinin temsilcileri, Kaliforniya, Glendale’deki ARF merkezinde gerçekleştirdikleri toplantıda Ermenistan, Dağlık Karabağ Ermenileri ve Lübnan Ermenileri’nin karşı karşıya olduğu zorlukları görüştüler.

https://massispost.com/2024/11/joint-statement-by-sdhp-arf-adlp-of-the-western-united-states/

d.  Macaristan ve Slovakya, Ukrayna üzerinden Rus doğal gazını aynı boru hattını kullanarak Azerbaycan doğal gazıyla değiştirmeye hazır. Avrupa doğal gaz ithalatçıları, Rusya ile Ukrayna arasındaki transit anlaşmasının yıl sonunda sona ermesinin ardından kıtaya doğal gaz akışını sürdürmek için Azerbaycan ile ticari bir anlaşmaya yaklaşıyor. Macar şirketi MVM ve Slovak şirketi Slovensky Plynarensky Priemysel, Azerbaycan’dan yılda 12-14 milyar metreküp kadar gaz için bir sözleşme imzalamaya hazırlanıyor. Bu transfer, şu anda Ukrayna üzerinden Avrupa Birliği’ne Rus gazı taşıyan aynı boru hattı ağını kullanacak.

https://news.am/eng/news/850315.html

e.  “ERMENİSTAN’DA TÜRK OLMAK! Türkçe konuştuğumuzu duyan sinirleniyor…” başlıklı programa aşağıdaki linkten erişim sağlanabilmektedir.

https://www.youtube.com/watch?v=MCOEWda6c-o

2.  Yunan Sorunları / Yunan Haberlerindeki İddialar “” işareti içinde gösterilmiştir / Kıbrıs ile İlgili Gelişmeler:

a.  KKTC’de 22. Uluslararası Türk Dünyası Sosyal Bilimler Kongresi gerçekleştirildi. KKTC Cumhurbaşkanı Ersin Tatar, kongrenin açılışında yaptığı konuşmada, Türk dünyasından gelen misafirlere hitap etti. Cumhurbaşkanı Tatar, Türk dünyasıyla olan bağların güçlendirilmesi gerektiğini belirterek, “Kalbimiz sizlerle, buradan Türk dünyasına selam olsun” dedi. Türk Dünyası Araştırmaları Vakfının kurucusu, merhum Prof. Dr. Turan Yazgan’ı yâd eden Tatar, Türk dünyasının bir araya getirilmesi ve iş birliği konusundaki önemine dikkat çekti.

https://www.qha.com.tr/turk-dunyasi/kktc-de-22-uluslararasi-turk-dunyasi-sosyal-bilimler-kongresi-497208

b.  Yunan Haberleri “Türk hava kuvvetleri büyük bir insan kaynağı sıkıntısı çekiyor, bu nedenle sert önlemler alıyor. Türk Hava Kuvvetleri’nde büyük bir pilot sıkıntısı yaşanıyor ve bu da ciddi operasyonel sorunlar yaratıyor. Türk hava kuvvetlerine 2016 yılından bu yana yeni savaş uçağı teslim edilmedi. Ama şimdi, yıllar sonra ABD’den yeni F-16 Viper’lar bekliyor ve Avrupa’dan Eurofighter Typhoon savaş uçaklarını almayı umuyor. Türk MSB’nin son hamlesi, Ankara’nın alması beklenen bu uçakları yönetecek yeterli pilota sahip olmadığını gösteriyor.”

https://www.pentapostagma.gr/kosmos/7273352_poia-eurofighter-edo-i-toyrkia-den-ehei-pilotoys-oyte-gia-ta-40-f-16-viper-poy

3.  AYAcademy Bülteni

“Güzel Sanatların Eğitimdeki Yeri” başlığı ile yayınlanan akademik makaleye ilişkin bilgiler ve erişim linki AYAcademy’nin aşağıdaki sosyal medya kanal linklerinde yayınlanmaktadır.

https://www.instagram.com/ayacademy.org.tr/
https://www.facebook.com/ayacademy.org.tr/
https://www.linkedin.com/company/ayacademy/
https://www.threads.net/@ayacademy.org.tr
https://www.tiktok.com/@ayacademy.org.tr
https://twitter.com/ayacademy_tr
https://t.me/AYAcademyTelegram
https://www.youtube.com/@AYAcademy_TR

Saygılarımla,

Serkan KORKMAZ

Posted in ERMENİ SORUNU, FEYM GRUBU ÇALIŞMALARI | Leave a comment

1500 yıllık kanıt bulundu: Viking kıyameti Ragnarok gerçekten yaşanmış olabilir * Efsaneye göre Ragnarok gelmeden önce dünya, üç yıl süren ‘Fimbulwinter’ (Büyük Kış) adlı bir kışa girecek.


1500 yıllık kanıt bulundu: Viking kıyameti
Ragnarok gerçekten yaşanmış olabilir

By Euronews – 03/11/2024

Efsaneye göre Ragnarok gelmeden önce dünya, üç yıl süren ‘Fimbulwinter’ (Büyük Kış) adlı bir kışa girecek. İskandinav ve Viking mitolojisinin ünlü kıyamet anlatısı Ragnarok yüzlerce yıl önce zaten gerçekleşmiş olabilir.
Filmlerden romanlara ve müziklere popüler kültürün en sık işlenen konularından biri olan Ragnarok, bir felaket ve “tüm savaşları sona erdirecek” bir savaş öngörüyor.
Efsaneye göre Ragnarok gelmeden önce dünya, üç yıl süren “Fimbulwinter” (Büyük Kış) adlı bir kışa girecek. Fimbulwinter sırasında her yönden kar yağacak, sıcaklıklar düşecek ve kıtlık ve acı yayılacak. Bu aşırı koşullarda hayatta kalmak için mücadele eden insanlar arasında savaşlar çıkacak ve kısa bir süre sonra Ragnarok başlayacak.
Bu, sıklıkla insan medeniyetinin yükselişini ve düşüşünü ve doğanın gücünü vurgulayan sembolik bir anlatı olarak yorumlandı. Ancak bazı akademisyenler Fimbulwinter’ın gerçek dünyada bir eş değeri olup olmadığını merak etti.
Danimarka Ulusal Müzesi’nin yeni araştırması, MS 536 yılında “Ragnarok alametlerinin” gerçekten de yaşandığını keşfetti. Hakemli bilimsel dergi Journal of Archaeological Science: Reports’ta yayımlanan araştırmada o dönemden kalan arkeolojik kanıtlar incelendi.
Bulgulara göre, o dönemde Kuzey Yarımkürede bir veya muhtemelen birden fazla volkanın patlamasıyla insanlık tarihinin en kötü yıllarından birinin yaşandığı tespit edildi.
Bu olay, gökyüzünü Güneş’i engelleyen kül ve kükürt gazlarından oluşan bir örtüyle kaplayan 10 yıllık bir “volkanik kışı” tetikledi.
Yıkım, dünyanın dört bir yanındaki insanların hayatlarını etkiledi. Çin’de yaz aylarında kar yağdı ve Avrupa’daki ortalama sıcaklık 2,5 derece düştü. Atlantik’in ötesinde ise Peru kuraklıklara tanık oldu.
Arkeolojik kanıtlar volkanik patlamaların İskandinavya’yı ve özellikle de Danimarka’yı kötü etkilediğini gösteriyor. Bu da söz konusu volkanik kışın gerçekten de kıyamet alameti olarak yorumlanabileceğini ve hatta Fimbulwinter anlatsının kökeni olabileceğini düşündürüyor.
Müzenin kıdemli araştırmacılarından Morten Fischer Mortensen, “Birçok kişi bunun hakkında spekülasyon yaptı, ancak ilk kez insanlık tarihinin belki de en büyük iklim felaketinin Danimarka’yı felaket düzeyinde etkilediğini gösterebiliyoruz,” dedi.
“Ağaçlar büyüyemeyince, tarlalarda da yetişebilecek hiçbir şey kalmıyordu. Herkesin tarımla geçindiği bir toplumda bunun feci sonuçları oluyor. Burada tahıl üretiminde ciddi bir düşüş görüyoruz. İnsanların öylece terk ettiği alanlar ve terk edilmiş tarlaların ötesine yayılan ormanlar görüyoruz.”
Posted in BİLİYOR MUSUNUZ ?, KÜLTÜR - EĞİTİM - ÇAĞDAŞLIK, MİTOLOJİ | Leave a comment

DENİZLER VE DENİZCİLER 1 * ESKİ DENİZCİLİKTE BATIL İNANÇLAR * Geçmişte denizcilerin inançlarına göre; Kuşların ölü denizcilerin ruhlarını taşıdığı düşünülüyordu. Bir yunusu, martıyı veya albatrosu öldürmek kötü şans getirir.

ESKİ DENİZCİLİKTE BATIL İNANÇLAR

Eski denizcilerin genelde batıl inançları vardı. Geçmişte denizcilerin inançlarına göre;
Tekneye giderken kızıl saçlı bir kişi görürlerse bu kötü şanstır. Diğer kötü alametler arasında siyah bir valiz, bir şaşı veya düztaban bir kişiyle karşılaşmak da bulunur. Parmağı bir balık kancasına takılan bir balıkçı, iyileşme sürecini hızlandırmak için kancayı bir tahta parçasına saplar.
Gemiye muz getirmeyin , yoksa balık yakalayamazsınız. Gemiye binmeden önce cebinizdeki bozuk paraları boşaltın, yoksa avınız az olur. İlk balık yakalanmadan önce hiçbir şey yemeyin ve her gün yakalanan ilk balık tükürülmeli ve geri atılmalıdır. Gün bitene kadar asla balığınızı saymayın. Ve iyi bir av yaptığınız yeri asla kimseye söylemeyin. Bunun pratik bir temeli var. Geçiminiz balık yakalamaya bağlıysa, başkalarının gizli av yerinizi bilmesini istemezsiniz.
Sezon başında ağlar iyi şans getirmesi için “tuzlanırdı”. Bu genellikle bir kutsama ve üzerlerine tuz serpme şeklinde olurdu. Haftanın her günü balık tutmak uğursuz sayılırdı. Bunu yapanlar açgözlüydü ve okyanus tanrılarının kendilerine verdiği balıklardan memnun değildi.
Felaket Habercileri
Çiçekler cenazeler içindir ve bu nedenle gemide hoş karşılanmazdı. Birinin sevgilisi gemiye bir yolculuk hediyesi olarak çiçek getirirse, hemen denize atılırdı. Cenazelerle aynı bağlantıdan dolayı din adamları da hoş karşılanmazdı, ancak gemiden atılmazlardı.
Bir gemiyi takip eden köpekbalıklarının ölümün habercisi olduğu düşünülürdü. Çoğu durumda, muhtemelen günün yemeğinin kalıntılarını bekliyorlardı. Bir zamanlar Crazy John adında bir dalış arkadaşım vardı. 22 kalibrelik bir tüfeği ile yüzeydeki mavi köpekbalıklarını vurmaya çalışırdı “
Eğer biri gemide ölürse, ceset denizde gömülmek üzere uygun bir törenle denize atılırdı. Genellikle yelkenci bir kefen yapar ve cesedi dikerdi, son dikişi kurbanın burnundan atardı. Bu, iğnenin baygın veya neredeyse ölü bir kurbandan acı dolu bir çığlık koparacağını varsayarsak, gerçekten öldüklerine dair son güvenceydi. Cesedi gemide tutmak uğursuzluk sayılırdı ve yeterli soğutmanın olmadığı günlerde, bunun nedeni sadece batıl inançtan ibaret değildi. Aynı şekilde, gemide boş bir tabut olması, gemi mürettebatından birinin sonunda onu dolduracağı anlamına geliyordu.
Denizciler boğulmaya karşı kaderci bir bakış açısına sahipti. Bazıları yüzemezdi, bu yüzden okyanusta yıkanmak bile kaderin tehlikeli bir cazibesi olarak kabul edilirdi. Hayatta kalmanın amacı sudan uzak durmaktı, bu yüzden kimse gereksiz yere suya girmezdi. Birisi denize düşerse, ölümünün önceden belirlendiğine inanıldığı için ona bir ip bile atılmayabilirdi. “Denizin istediğini deniz elde eder” kaderci bir inançtı. Ayrıca, deniz tanrılarına bir kurban vermek onları yatıştırabilir ve böylece mürettebattan başkalarının ölmeyeceğine inanılırdı.
Çanların çalınması cenaze törenleriyle de ilişkilendirilir, bu yüzden çanları taklit eden seslerin ölümü haber verdiği düşünülürdü. Bir şarap kadehinin sesi de böyle bir sesti ve yankılanması sona ermeden önce durdurulması gerekirdi. Gemi çanları bu batıl inançtan hariç tutulurdu, çünkü gemi çanları zamanı ve nöbet görevlerinin değiştiğini işaret ederlerdi. Ancak kendiliğinden çalarlarsa, örneğin bir fırtınada, birileri ölecekti.
Gelgitlerin ölüm üzerinde bir etkisi olduğu düşünülüyordu. Eğer biri ciddi şekilde hasta veya yaralıysa, sanki hayat azalıyormuş gibi ölüm gelgitle gelirdi.
Peygamber Yunus’un gemi yolculuğu hikayesi,  Tanrı tarafından günahkâr şehir Ninova’ya düzeni sağlamak için gönderilmesidir.
Yunus ters yöne giden bir gemiye bindi. Sürekli ve şiddetli bir fırtına başlayarak gemiyi çalkalamaya başladı. Bunun üzerine mürettebat Yunus’un uğursuz olduğunu düşünerek denize attı. Yunus bir balina (Büyük bir balık) tarafından tarafından yutuldu. Bu anda Fırtına dindi ve birkaç gün sonra balina Yunus’u kustu ve Yunus kurtarıldı ve aldığı görevini yerine getirmek için Ninova’ya doğru yola çıktı.
Yunus, bir denizci, veya hatta siyah bir valiz gibi bir nesne uğursuz olabilir ve bu uğursuzluğu getirdiği düşünülen kişi veya nesne ilk fırsatta gemiden gönderilir veya denize atılırdı.
Kuşların ölü denizcilerin ruhlarını taşıdığı düşünülüyordu. Bir yunusu, martıyı veya albatrosu öldürmek kötü şans getirir. Albatros hikayesi, bir denizcinin kuşu öldürdüğü ve trajedi ve talihsizlikle boğuştuğu Coleridge’in “Antik Denizcinin Kafiyesi”nde ölümsüzleştirildi.
Gemiye önce sol ayağınızla binmek, ya da bir kovayı denize düşürmek, ya da gemiden farelerin ayrıldığını görmek uğursuzluk sayılırdı. Dövme yaptırmak, gemide siyah bir kedi bulundurmak, eski bir çift ayakkabıyı denize atmak ve gemide çocuk sahibi olmak (ki bu kadınlara yönelik yasaklarla çelişir) uğur getireceği düşünülürdü.
“Boğulmak” ve “domuz” kelimeleri kötü şans anlamına geliyordu. Balık tutarken küfür etmek de öyle. Baş aşağı yerleştirilmiş bir kapak veya bir leğen batan bir gemiyi temsil ediyordu. Ve bir kapağı ambara düşürmek daha da kötü bir talihsizlik anlamına geliyordu.
Davey Jones’ Locker, şeytanın batık gemiler, ölü denizcilerin ruhları ve denize düşen her şey arasında hüküm sürdüğü denizcilerin cehennem versiyonuydu. Davey’nin soyadının Jonah’ın bozulmuş hali olduğu düşünülüyor. Yine denizin altında bulunan Fiddler’s Green, yakışıklı, istekli kızların neşeli kemancıların melodileriyle dans ettiği ve dipsiz sürahilerden içki ve biranın serbestçe aktığı bir denizci cennetiydi.
Rüzgarı Islıklayarak Karşılamak
Yelken çağında hava koşulları gemileri derinden etkilediğinden, bu faktör hakkında diğerlerinden daha fazla batıl inanç vardı.
“Sabahleyin kızıl gökyüzü, denizci uyarıyı dikkate al. Geceleyin kızıl gökyüzü, denizcinin zevki.” Muhtemelen en bilinen hava tahmini tekerlemesi budur ve bazı gerçeklere dayanmaktadır. Bu söz, hava koşullarının batıdaki okyanustan geldiği İngiltere’de ortaya çıkmıştır. Hava açıksa, gün batımı kırmızı renkte olacaktır. Sabahleyin, kırmızı ışık batıdaki bulutlar tarafından yansıtılacaktır, bu da havada nem ve olası fırtınalar anlamına geldiği var sayılırdı.
“Saat yedide yağmur yağarsa saat on birde hava güzel olur.” Yağmurlu günler genellikle bir dizi sağanaktan oluşur ve nadiren dört saatten fazla sürer. Bu özellikle yoğun yağışlar için geçerlidir.
Ayın etrafındaki halka yağmurun geleceği anlamına geliyordu. Halka, üst atmosferdeki buz kristallerinden kaynaklanıyordu ve bu da yağmura dönüşebilecek nem anlamına geliyordu.
Diğer birçok hava durumu batıl inancının hiçbir gerçek temeli yoktu. Gemide el çırpmanın gök gürültüsü getireceği düşünülüyordu. Şemsiyeler kötü havalarda kullanılırdı ve gemiye bir şemsiye getirmenin kaderi kışkırttığı düşünülürdü. Denize taş atmak fırtınalara ve büyük dalgalara neden olurdu. Ancak direğe çakılan bir at nalı fırtınalardan korunma sağlardı. Düdük çalmanın bir esinti getireceği varsayılıyordu, bu yüzden sakin denizciler bunu çok yapmış olmalı.
Bulanık sulardaki petrolün dalgaların kırılmasını engellediği düşünülüyordu. Bir dereceye kadar yardımcı oluyor, ancak herhangi bir fark yaratmak için yelkenli gemilerin taşıdığından çok daha fazla petrol gerekiyor. Genellikle birkaç damlalık sembolik bir adak ve deniz tanrılarına içten dualar yapıyorlardı.
Su Üzerindeki Kadınlar
Hiçbir yerde gemide kadınlarla ilgili konudan daha çelişkili denizcilik hurafeleri yoktur. Kadınlar, denizciler uzun süre denizde kaldıklarında liman dışında gemiye kabul edilmezdi. Bazen tutkular karaya çıkmayı bekleyemezdi ve ilişkiler top güvertesinde tamamlanırdı. “Silahın oğlu” teriminin kökeninin buradan geldiği varsayılıyor. Kadınlara yönelik yasağın daha pratik bir nedeni, tutku ve kıskançlık uyandıracak olmalarıdır. Günümüzde kadınlar her tür gemide görev yapmaktadır.
Denizde duyulan garip sesler genellikle sirenlere veya büyülü şarkılar söyleyen yarı kadın yarı balık mitolojik deniz kızlarına atfedilirdi. Melodilerin denizcileri gemilerinin kayalara çarpacağı tehlikeli sulara çektiği düşünülürdü.
İronik olarak, sirenlerin şarkısı bir gemiyi batırabilirdi, ancak gelenek, çıplak göğüslü bir kadının görüntüsünün öfkeli bir denizi sakinleştirebileceğini söyler. Bu yüzden yelkenli gemilerin birçok figür başı çıplak göğüslü, iyi donanımlı kadınlardı. Kadınlar 19. yüzyılda yaygın figür başı haline geldi. O zamana kadar, geminin sahibi, bir savaş kahramanı veya aslan gibi heybetli bir hayvan olabilirdi, özellikle savaş gemileri için. Eski Mısırlılar, geminin yolunu bulmasına yardımcı olmak için pruvaya gözler çizdiler. Sorkin’e göre, figür başları bu uygulamadan evrildi.
Gemiler her zaman “she” olarak anılır. Bunun nedeni, denizcinin evi ve sığınağı olmaları, onu öfkeli bir okyanustan koruyup kollamalarıdır. Tıpkı anne ve ana toprak gibi.
Başlatma ve İsimlendirme
Hiç bir teknenin neden pruvasında bir şişe şampanya kırılarak suya indirildiğini merak ettiniz mi? Bu geleneğin kökeni Vikingler zamanına kadar uzanır. Efsaneye göre uzun bir tekneyi suya indirdiklerinde, esirlerini kızaklara bağlarlar ve tekneler suya kayarken esirlerin vücutlarını ezerlermiş. Yunanlıların ayrıca kızakları kanla yağladıkları söylenir. Daha sonraki gemi yapımcıları, biraz daha az iyimser olarak, kızaklardaki çivilere kırmızı kurdeleler bağlayarak bunun yerine geçerlerdi. Şarap da daha sonraki günlerde kanın yerine geçerdi. Bir gemiyi suya indirmek büyük bir olay olduğu için, şampanya daha şenlikli ve prestijli kabul edilirdi.
Adı “a” harfiyle biten bir gemi uğursuz sayılır. Bu, Lusitania ve Britannia’nın Alman torpidoları tarafından batırıldığı I. Dünya Savaşı sırasında ortaya çıkmış olabilir. Ancak, ABD Donanması’nın ilk filo uçak gemisi Saratoga, II. Dünya Savaşı boyunca seçkin bir muharebe kaydıyla hizmet verdi. Kamikaze saldırılarından sağ kurtuldu ve amiraller Chester Nimitz ve Bull Halsey’in amiral gemisiydi. 1946’daki Bikini testleri sırasında bir atom bombasıyla batırıldığı için sonu bile muhteşemdi. Dalınabilir derinliklerdeki ilk uçak gemisi enkazıydı ve 1996’dan beri Bikini Atolü’nün yıldız cazibe merkezi oldu.
Bir geminin ismini değiştirmenin uğursuzluk getirdiğine inanılır. Belki de bunun en ünlü örneği Sir Ernest Shackleton’ın gemisi Endurance’dır. Başlangıçta ismi Aurora’ydı, ancak Shackleton ailesinin “Dayanıklılıkla fethederiz” sloganını onurlandırmak için ismini değiştirdi. 1914’te kıtayı yürüyerek geçmeyi planlayarak Antarktika’ya doğru yelken açtı.
Endurance buzda sıkışıp ezildi. Shackleton ve mürettebatı, kamp kurdukları Fil Adası’na doğru paket buzları aşarak yola çıktılar. 24 fitlik bir cankurtaran botunu branda güverte ve yelkenlerle donattılar ve Shackleton altı yoldaşıyla birlikte tehlikeli Drake Geçidi’nden geçerek 600 mil (960 km) uzaklıktaki Güney Georgia Adası’na destansı yolculuğunu yaptı. Sonunda Şili’den bir kurtarma gemisi denize indirildi ve 28 kişilik mürettebatının her üyesi sağ salim geri döndü.
Bir gemi donatıldığında, iyi şans getirmesi için direğin tabanının altına bir madeni para yerleştirilirdi. Direk değiştirilirse, oraya ek bir madeni para konurdu. Madeni paralar ve altın, denizciler için özel bir anlama sahipti. Altın küpe takmanın nedenlerinden biri, sahibinin asla iflas etmeyeceği düşüncesiydi. (Bir diğeri de, bir denizcinin görme yeteneğini geliştireceğine olan inançtı.) Tüm parasını içki alemine harcasa bile, başını beladan satın alabilirdi. Ve yabancı bir limanda ölürse, cenaze masraflarını karşılamaya yetecek kadar parası olurdu. Benzer bir batıl inanç, karada yaşayanlar arasında da yaygındı. Bir cesedin gözlerine yerleştirilen altın sikkeler, kayıkçı Kharon’a Styx Nehri’ni geçme yolculuğu için ödeme yapmakta kullanılırdı.
Denizin gelenekleri, yüzyıllardır süregelen gelenekleri, ritüelleri ve batıl inançları kapsar. Bunlardan bazıları günümüz teknolojisi ve bilimi ışığında ilginç ve eğlenceli görünür. Ancak denizde çok zaman geçirdiyseniz, bunlarla alay etmezsiniz. Bunun yerine bize yolu gösterenlerin tarihine ve geleneklerine saygı duyarsınız.
Eric Hanauer’in hikayesinden alıntı

Posted in DENİZ VE DENİZCİLİK | Leave a comment

DERİN ÇÜRÜME * Yalan zincirinin acı sonuçları * Yaşamın odağına insanı değil de parayı koyan her düşünce sistemi, öğreti ya da anlayış, bütün işlerini yalanla yürütür.

Yalan zincirinin acı sonuçları

CUMHURİYET – Nazım Mutlu – 01 Kasım 2024 Cuma

101 yaşını doldurmuş ve temel siyasal dayanağı halkçılık olan Cumhuriyetin eğitimini, ekonomisini, sağlığını, toplumsal yaşamın tüm kanallarını piyasaya, özelleştirmenin insafına terk etmenin her geçen gün daha da ağırlaşan bedelini ödüyoruz uzun süredir.


Piyasacı iktidarların siyasal öncelikleri, her biri öbürüne taş çıkartacak ağırlıkta acılar yaşatıyor hepimize. En son sağlığımızdan sorumlu hastanelerde yaşanan bebek kıyımlarından adaletsiz vergi toplanmasına, iki ayı aşkın süredir faili bulun(a)mayan sekiz yaşındaki Narin Güran cinayetinden okul kantinlerinde açılmaya başlayan veresiye defterlerine dek gün gün yaşadığımız akıl almaz olayların temelindeki en etkili araçsa onlarca yıl öncesinden bugüne gelen yalan zinciridir.

DERİN ÇÜRÜME

Yaşamın odağına insanı değil de parayı koyan her düşünce sistemi, öğreti ya da anlayış, bütün işlerini yalanla yürütür. Yargıdan medyasına dek güvenilirliği sarsan bugünkü düzenin yapıcıları, işlerini yalanla yürütmek zorundadır.
Çünkü anamalcı (kapitalist) temelde işleyen her sistem, ancak yalanla yaşayabilir. Kökleri geçmişte olup bugün canımızı daha çok acıtan her olayın altı eşildiğinde derin çürümeyi yaratan upuzun yalan zinciriyle karşılaşırız.
Yakın tarihimiz, bu zincirle örülmüş örneklerle doludur. 12 Eylül 1980 darbesiyle teslim alınan Cumhuriyet birikimi KİT’lerin “özelleştirme=güzelleştirme” reçetesiyle satılması, bir adım sonrasında ekonomimizin belkemiği olan stratejik kurumların çerez parasına elden çıkarılması, iyi kurgulanmış büyük yalanlarla başarılmıştır. Bu başarının(!) en bilinen simge adı Turgut Özal öncülüğünde yalana oturtulan anamalcı tezgâh, sonrasındaki iktidarlarca kullanılan yalanlarla kamuoyunda meşrulaştırılmıştır.
Örneğin ekonomik yapıyı saran hastalıkların tanısı olarak kullanılan “aşırı istihdam”, “siyasetçilerin arpalığı”, “verimsizlik”, “teknolojik gerilik”, “kara delik” yalanları, KİT’lerin çökertilmesi amacıyla çokuluslu anamalın sözlü ve yazılı propaganda aracı olarak sürekli kullanılmıştır. Özal’la ardıllarının basında ve iletişimde konuşlanmış “liberal/neoliberal” kalemlerince sıkça kullanılan şu tür sözler hâlâ belleklerdedir: “Koskoca devlet ayakkabı yapmakla uğraşır mı!”, “Bez fabrikalarıyla kalkınan ülke var mı?”

ÇIKIŞ YOLU NEREDE?

Özelleştirme/piyasalaştırma politikalarının en arsız tutumuna örnek olarak da zarar ettiği gerekçesiyle satışa çıkarılan KİT’lerle ilgili araştırmalar yapılıp gerçekte bunların verimli ve kârlı kuruluşlar olduğu kanıtlandığında ise aynı ağızların verdiği yanıtlar unutulur türden değildir: “Zarar eden kurumu kim alsın? Elbette kârlı olanlar satılacak!”
Oynanan oyunun son perdesindeyse aynı çevrelerce artık “inandırıcı gerekçe” bulma zahmetine de girilmemiş, duruma daha büyük yalanla açıklık getirilmiştir: “Canım ne olmuş yani, bu işler bütün dünyada böyle yapılıyor!”
Toplumsal yazgımızı belirleyenlerin yalanlarıyla örülüp talanlarıyla süren bugünkü düzenekte hastanelerin yoğun bakım birimlerinde canlarına kıyılan ya da tecavüz edilip öldürülen bebeklerin, ailesi tarafından canı alınan sekiz yaşındaki Narin’lerin, cesedi Van Gölü’nde bulunan 18 yaşındaki Rojin’lerin, her gün güç gösterisine dönüştürülerek işlenen kadın cinayetlerinin, incir çekirdeğini doldurmayacak gerekçelerle trafikte süren silahlı sopalı terörün, sokakları çatışma sahnesine çeviren mafyaların vb. kanlı çarkında sayısız cinnet görünümleriyle yaşar olduk.
Durum bu iken görev bölgesindeki “kabine” üyeleriyle onlara bağlı birimler, soruna köklü çözümler üretmek yerine kimisi yeni kimisi eski yalanlarla kendilerini aklama peşindeler. Hiçbir biçimde sürdürülebilirliği olmayan bu cinnet yığınının içinden ancak Cumhuriyetin çoktandır terk edilen “halkçılık” ilkesiyle çıkabiliriz.
Posted in ÖZELLEŞTİRMELER, Politika ve Gundem, YOLSUZLUKLAR, YOZLAŞMA - AHLAKSIZLIK | Leave a comment

Mustafa Kemal’in askeri olmak * Ulusal Kurtuluş Savaşı döneminde işgal güçlerine karşı direnen güçlere de önce Batı basını “Mustafa Kemal’in askerleri” demeye başlıyor.

Mustafa Kemal’in askeri olmak

CUMHURİYET – Av. Murat Fatih Ülkü – 02 Kasım 2024

Geçen haftalarda “Mustafa Kemal’in askerleriyiz” cümlesi etrafında epey tartışıldı. Bu cümleye mesafeli duranları iyi biliyoruz, 1980’lerde Özal’ın değişim (!) rüzgârı ile peydah olan neoliberal solcular, yan yana konumlandıkları siyasal İslamcılar, bölücü-Kürtçüler. Bu kendine özgü ittifak yaklaşık 40 yıl, AKP’nin açılım sürecinin sonlanmasına kadar devam etti. Ama böyle tartışmalarda, şimdi yeniden ısıtılan açılım sürecinde olduğu gibi zaman zaman su yüzeyine çıkıyor.


DİRENİŞİN ADI

“Mustafa Kemal’in askerleriyiz” cümlesinin nereden geldiğine kısaca bakalım. Nasıl bu coğrafyada, Anadolu’da yaşayanları bizden önce Avrupa “Türk” diye adlandırmışsa; Ulusal Kurtuluş Savaşı döneminde işgal güçlerine karşı direnen güçlere de önce Batı basını “Mustafa Kemal’in askerleri” demeye başlıyor.
Mondros Mütarekesi’nden sonra Anadolu’da bir direniş hareketi olamayacağını düşünen İtilaf Devletleri ve Avrupa kamuoyunun; Mustafa Kemal Paşa’nın önderliğindeki ulusal direniş hareketini başlangıçta küçümsediğini biliyoruz.
Bu küçümsemeye emperyalist güçlerle tam bir işbirliği içinde olan İstanbul’daki padişah Vahdettin ve hükümeti de eşlik etmiş; büyük oranda dağıtılmış bir ordudan arta kalanlar ile perişan, yoksul, çaresiz, bezgin bir Anadolu’da silahlı bir direniş örgütlenemeyeceğini öngörmüşlerdi.
Ulusal Kurtuluş Savaşı’ndaki başarılar geldikçe, küçümseme yerini şaşkınlığa bırakmış, Batı basını ulusal mücadeleyi sürdüren silahlı güçlere “Mustafa Kemal’in askerleri”, “Kemalistler” demeye başlamıştı.

BİZDEN BİRİ ‘KEMAL’

Rahmetli Turgut Özakman’ın 1940’ların sonunda Ulusal Kurtuluş Savaşı’nda Yunan işgaline uğramış köylerde dolaşırken döneme tanıklık eden (Özakman’ın deyimiyle) bir Anadolu annesinin söylediği “Şu çeşmenin ardından başı kalpaklı süvariler rüzgâr gibi geçip gitti, anladım bizimkilerdi. Köye çığlığı bastım: Kemal’in askerleri!” sözü, Anadolu’da Mustafa Kemal Paşa’nın nasıl benimsendiğini, yüzyıllar boyu horlanmış, aşağılanmış Türk köylüsü için nasıl umut olduğunu anlatmaya yeter sanırım.
Yine Özakman’ın dediği gibi başkomutan, paşa denilmeyip kendi canından, evladından söz eder gibi “Kemal” denmesi de halk-Atatürk bütünleşmesini gösterir ki bu durum “Kurtuluş Savaşı’nda sadece Yunanistan ile savaşıldı” diyebilen entelektüel(!) neoliberal solcularımızın, “keşke Yunan galip gelseydi” diyebilen siyasal İslamcıların hoşuna gitmez. Ancak kimilerinin aksine, onların hoşuna gitmek gibi bir derdimiz yoktur.
Burada, “Mustafa Kemal’in askerleriyiz” cümlesinin; Mustafa Kemal Paşa’nın, Ulusal Kurtuluş Savaşı’ndaki antiemperyalist duruşu ile birlikte, anayasal koruma altındaki Cumhuriyet Devrimi’nin askeri olmayı da kapsadığını söylemeliyiz. Bu tarihsel olarak da sosyolojik olarak da hukuksal olarak da böyledir. Bir kısım sözcük oyunları ile “Mustafa Kemal” ile “Atatürk”ü ve Ulusal Kurtuluş Savaşı ile Cumhuriyet dönemini birbirinden ayırmaya çalışan yalanlara da karnımız tok.

YENİ AÇILIM/ÇÖZÜM SÜRECİ

MHP, BBP ile HÜDA PAR’ın kol kola girdiği Cumhur İttifakı’nın, yeni bir açılım/çözüm süreci için nabız yoklarken, TBMM başkanı sözcük oyunları ile anayasanın ilk dört maddesinin değiştirilemezliğini tartışmaya açarken, yukarıda özetlediğimiz kendine özgü ittifak ile yan yana gelmesine şaşırmadık.
Bu tartışmayı “Mustafa Kemal’in askerleriyiz” cümlesinden ayrı düşünemeyiz. Türk ulusunun unutturulmak istendiği, terör örgütü ile pazarlıklar yapıldığı, terör örgütü elebaşısının mektubunun Diyarbakır meydanında okutulduğu, en yetkili ağızdan “Terör örgütünün üzerine gitmeyin” talimatlarının verildiğinin itiraf edildiği bir açılım/çözüm süreci yaşamıştık, terör örgütünün kurduğu hendekleri aşmak için Türk ordusu yüzlerce şehit vermişti, unutmayalım.
İşte anayasal koruma altındaki Cumhuriyet Devrimi, Türk devletinin değiştirilemez niteliklerinden olan “Atatürk milliyetçiliğine bağlılık”, yani “Mustafa Kemal’in askeri olmak” yeni açılım/çözüm sürecine de karşı olmayı gerektirir.
Posted in ATATURK, CUMHURİYET - DEMOKRASİ - ÇAĞDAŞLIK, TARİHE - AYDINLANMAYA - CUMHURİYETE NOT DÜŞENLER | Leave a comment

Geçmişten ders alabilmek… * Bugün, “Kanlı örgütle bundan sonra da mücadele edilecektir” diyenler, başka cemaat ve tarikatlarla işbirliği yapmaktadırlar. 

Geçmişten ders alabilmek…

CUMHURİYET – Mustafa Gazalcı – 02 Kasım 2024

Laik Türkiye Cumhuriyeti’ni yıkıp dışa ve dine bağlı bir devlet kurmak için örgütlenen FETÖ elebaşısı Fethullah Gülen, 21 Ekim 2024’te, kaçıp sığındığı ABD’de öldü. Ardında milyar dolarlık mal varlığı bıraktığı söyleniyor. Şimdi onu destekleyen, kullanan ABD’nin ve ardıllarının ne yapacağı merak ediliyor.

Yaklaşık 50 yıldır devleti ele geçirmeye çalışan, milletvekilleri, valisi, gazeteleri, fabrikaları, hastaneleri, bankaları, okulları olmuş, dünyanın çeşitli yerlerinde varlığını sürdüren kanlı, sinsi bir örgüt. Bu örgüt amacına ulaşmak için 15 Temmuz 2016’da yaptığı darbe girişimiyle 300’den fazla insanın ölümüne yol açtı, TBMM’yi bombaladı.

DAVA KAPATILDI

Biraz geriye gidelim. Ankara Devlet Güvenlik Mahkemesi (DGM) Başsavcılığı, Fethullah Gülen hakkında anayasal düzeni değiştirmeye çalıştığı gerekçesiyle 19 Mart 1999’da soruşturma açtı. İki gün sonra 21 Mart 1999’da sağlık sorunları gerekçesiyle ülkeden kaçtı. ABD’ye sığındı, örgütü oradan yönetti. Türkiye’den ziyaret için kapısını aşındıranlar oldu.
2001’de “laik devlet yapısı değiştirilerek yerine dini kurallara dayalı bir devlet kurmak amacıyla yasadışı örgüt kurup bu amaç doğrultusunda faaliyetlerde bulunmak” gerekçesiyle Ankara 11. Ağır Ceza Mahkemesi’nde dava açıldı. Ancak bu dava önce uzun süre ertelendi, 2007’de “suçun oluşmadığı ve kanıt yetersizliği nedeniyle Fethullah Gülen aklandı. 2008’de de Yargıtay Genel Kurulu bu kararı oybirliğiyle onadı. Soruşturma ve dava açanların, klasörlerce kanıt toplayanların başına gelmedik kalmadı.
Karşıdevrim anlayışıyla açılan askeri casusluk, Ergenekon, Balyoz gibi kumpas davalarlarla onca insan zarara uğratıldı, yaşamını yitirenler oldu.

ARAŞTIRILMASI ENGELLENDİ

Birçok kişinin, kuruluşun Fethullah Gülen’i ve örgütünü övdüğü, alkışladığı bir dönemde, 15 Mart 2003’te 72 milletvekilinin TBMM Başkanlığı’na verdiği meclis araştırma önergesi reddedildi. Reddedilen önergede örgüte bağlı o zamanki 500 okul ve 10 bin öğretmenin anayasaya ve Milli Eğitim Temel Yasası’na uyup uymadıklarının, bu öğretmenlere, okullara nasıl kaynak bulduklarının araştırılması istendi. Ancak örgütle içli dışlı olan AKP oylarıyla önerge gündeme alınmadı.
Yine AKP iktidarı 2003’te parasını devletin ödemesi kaydıyla 10 bin öğrenciye başta Fethullah Gülen’in okulları olmak üzere özel okullarda okutmak için yasa önerisi verdi. Bu öneri CHP’nin ve o zamanki Cumhurbaşkanı Ahmet Necdet Sezer’in karşı durmasıyla önlendi. Zamanın AKP milli eğitim bakanı 25.05.2005’te İskenderun’da, başka yerlerde Fethullah Gülen’e bağlı okulların açılışını yaptı. Örgüt üniversite için yapılan sınav sorularını çaldı, hakkı yenen gençler yerine kendi militanlarını yerleştirdi.
15 Temmuz 2016’dan sonra başta Recep Tayyip Erdoğan olmak üzere kimi çevrelerin FETÖ ile ilgili söylemleri değişti. Dostluk söylemi yerine “kanlı örgüt, hain kişi” denmeye başlandı. Bizim okullarla ilgili verdiğimiz önerge akıllarına geldi ancak iş işten geçmişti.

FETÖ YERİNE BAŞKA TARİKATLAR

Örgüt ve elebaşısı önce korundu, desteklendi. Zamanında açılan dava, TBMM Başkanlığı’na verilen araştırma önergesi engellenmeseydi önlem alınır, tüm bu acılar yaşanmayabilirdi.
Bugün, “Kanlı örgütle bundan sonra da mücadele edilecektir” diyenler, başka cemaat ve tarikatlarla işbirliği yapmaktadırlar. 
Anayasaya, Öğretim Birliği ve Milli Eğitim Temel Yasası’na aykırı olarak öğretim birliğine dayalı laik ve bilimsel eğitim adım adım dinselleştirildi. Kalabalık sınıflarla, ikili öğretimle çocuklar bahçesiz okullarda dershane bulamazken yeni açılan okullarda mescit açılması zorunlu tutuldu. Eğitime, bilime aykırı ÇEDES tasarımıyla okullarda imam ve din görevlilerine ders verdirildi. Milli Eğitim Bakanı Yusuf Tekin, bunlarla anlaşmayı sürdüreceklerini söylüyor.
Bu yüzden bir yandan tarikatlarla protokoller imzalayıp öte yandan Fethullah Gülen ölünce örgütüyle aralıksız uğraşacağız sözleri inandırıcı olmuyor. Geçmişten ders almayanlar yeni yanlışlara düşmekten kurtulamaz
Posted in DİN-İNANÇ, İrtica, ŞERİAT - İRTİCA - KARANLIĞIN AYAK SESLERİ, SİYASAL İSLAM, TARİKAT VE CEMAATLAR, YOBAZLIK - GERİCİLİK | Leave a comment

AFORİZMALAR

Posted in AFORİZMALAR | Leave a comment