Hizbulkontra Türkiye tarihinin en vahşi örgütüdür

Hizbulkontra Türkiye tarihinin en vahşi örgütüdür

Timur Soykan: 11 Mart 2023 Cumartesi

Timur Soykan: Hizbulkontra Türkiye tarihinin en vahşi örgütüdür 5

Gazeteci Timur Soykan, Cumhurbaşkanlığı seçimlerinde Recep Tayyip Erdoğan’ı destekleyeceklerini açıklayan HÜDA PAR Genel Başkanı Zekeriya Yapıcıoğlu’nun “terör örgütü olarak görmediği Hizbullah”ın eylemlerini hatırlattı. 90’lı yıllarda Hizbullah evlerinden domuz bağı ile işkence edilerek öldürülmüş onlarca kişinin cenazesi çıkmıştı. Timur Soykan’ın sosyal medya hesabından yaptığı paylaşımlar şöyle:
Posted in Bölücü KÜRTÇÜLÜK, İrtica, RADİKAL İSLAM, SİYASAL İSLAM, TARİKAT VE CEMAATLAR, TERÖR, YOBAZLIK - GERİCİLİK | Leave a comment

HÜDA-PAR VE HİZBULKONTRA!

HÜDA-PAR

Değerli araştırmacı gazeteci/ yazar Uğur Mumcu’nun 32 yıl önce yazdığı “Hizbulkontra!” başlıklı aşağıdaki yazıda anlatmış olduğu HİZBULLAH’IN kurmuş olduğu HÜDA-PAR günümüzde AKP’nin desteği ile TBMM”ye girmiştir. Anayasa Mahkemesi tarafından İRTİCAYA ODAK OLMAK suçundan ceza almış olan AKP tarikatları, cemaatleri de destekleyerek, büyüterek, ekonomik destek vererek palazlandırmış ve LAİK CUMHURİYETE karşı irtica, şeriat ve de bir islam devleti isteyen bir ortam yaratmıştır. 

Naci Kaptan


HİZBULKONTRA!

UĞUR MUMCU – Cumhuriyet, 26 Eylül 1992

Son günlerde Güneydoğu’da işlenen cinayetlerin arkasında kimler var? Bir sava göre “Hizbullah”… 

Bu savın sahipleri, Hizbullah örgütünün devlet tarafından desteklendiğini, bu cinayetlerin “Kontrgerilla” örgütünce planlandığını, “Hizbullah” adlı İslamcı örgütün bu amaçla kullanıldığını da ileri sürüp, bu örgüte “Hizbulkontra” adını takıyorlar.

“Hizbullah” Şii kökenli bir terör örgütüdür. Sözcük anlamıyla “Allah’ın Partisi” demektir.

“Hizbullah”, 1973 yılında İran’ın Kum kentinde Muhammed Gaffari tarafından kuruldu. Gaffari, Şah rejimi tarafından tutuklandı ve cezaevinde öldürüldü. Örgüt, Humeyni’nin iktidara gelmesinden sonra Muhammed Gaffari’nin oğlu Hadi Gaffari tarafından yaşatıldı. “Hizbullah”, İran’da İslam Cumhuriyeti kurulduktan sonra kısa sürede 75 silahlı militana sahip bir örgüt haline geldi.

Aynı amaçlı bir başka örgüt “Amal” örgütüdür. Şii liderlerden İmam Musa Sadr’ın 1975 yılında Güney Lübnan’da kurduğu “Amal” örgütü, 1978 yılında Musa Sadr’ın Libya’da öldürülmesinden sonra ikiye ayrılmış, “Amal” örgütü Nebih Berri tarafından temsil edilirken, Hüseyin Musavi liderliğindeki “İslami Amal” Bekaa Vadisi’nde örgütlenmeye başlamıştı.

İktidara geldikten sonra komşu İslam ülkelerine “devrim ihraç” etmek isteyen Tahran rejimi, bir yandan büyük çaplı bir propaganda çalışmasına girişirken, bir yandan da İran İslam Cumhuriyeti’nin emrindeki “Hizbullah” eliyle Ortadoğu ülkeleri ile Avrupa ve Türkiye’de Şah yanlılarına karşı eylemler düzenlemeye başlamıştı. İran rejimi, ilk aşamada Irak’a ve daha sonra Türkiye’ye de devrim ihraç etmek istiyordu. Asıl amacı da Irak ve İran’daki Kürtleri denetimi altında tutmaktı.

Hizbullah, Türkiye’deki Kürtleri etkilemeye çalışıyordu. Tahran’da “Vezaret-i İrşadı İslami” tarafından hazırlanan “Kürdistan, Emperyalizm ve Bağımlı Gruplar” başlıklı kitap Türkçe olarak yayımlandı.

Hizbullah ve öteki Şii örgütleri, Türkiye’de de örgütlendiler. Güneydoğu’daki “Hizbullah” adlı örgüt, bu Şii örgütlerinin Türkiye’deki uzantısıdır. Güneydoğu’daki Hizbullah, İslamcı Kürtler’den oluşur, “Hizbullah” ve “Amal” örgütleri ile aynı yolu izler, aynı yöntemleri kullanır.

PKK ise Marksist-Leninist ideolojiye dayandığını ileri sürer. İslamcılıkla Marksist-Leninistlik nasıl bağdaşır? Tabii ki bağdaşmaz.

PKK 15-26 Temmuz 1961 tarihleri arasında topladığı 1. Kongre’ye sunduğu raporda Marksist-Leninist ideolojiyi benimsediğini ve bu bağlamda şu stratejiyi uyguladığını açıklamıştı:

– Orta-Kuzey-Batı Kürdistan Devrimi proletarya önderliğindeki bir Milli Demokratik Devrim’dir (Politik Rapor, Weşanen Serxwebun, 1982, Köln, s. 92 ve 147).

1988 yılından sonra Tahran rejiminin PKK’ya Kuzey İran’da kamp yerleri vermesi üzerine PKK lideri Abdullah Öcalan, İran İslam Devrimi’ni öven demeçler vermeye başladı:

– Çünkü İran devrimi İslam’ı, ilerici temelde kullanmış veya değerlendirmiştir, devrimci ve anti emperyalist özünü ortaya çıkarabilmiş ve büyük etkinlik sağlamıştır. (Serxwebun, Kasım 1990, s. 19)

Öcalan, Almanya’da yayımlanan “Din Sorununa Devrimci Yaklaşım” adlı kitapta da şu görüşleri savundu:

– Bir İran deneyiminde olduğu gibi anti emperyalist, radikal çıkış örneklerinden yararlanarak, bunların olumlu yönlerini kendi koşullarımıza göre değerlendirerek ve daha olumlu bir karşılık vererek sonuç alabiliriz. (Din Sorununa Devrimci Yaklaşım, Weşanen Serxwebun, 1991, Köln, 119)

Marksist-Leninist olduğunu ileri süren PKK’nın din silahına el atması ters tepki yaratmış ve PKK’nın bu yeni stratejisi herhalde “Hizbullah” örgütünü ve İslamcı Kürtleri harekete geçirmiştir.

“Kürt Hizbullahı” özellikle son bir yıldır PKK’ya karşı saldırılar düzenliyor. Bu saldırılar devlet içindeki örgütler, örneğin “Kontrgerilla” olarak bilinen eski adı “Özel Harp Dairesi” tarafından destekleniyor mu? Bunu, bugün için bilmeye ve yazılı belgeye dayanarak kanıtlamaya olanak yoktur.

Bazı devlet görevlileri ile bu tür örgütler arasında hiyerarşik düzen içinde ve emir komuta ile değil, 12 Eylül öncesinde kanıtlandığı gibi bireysel ilişkiler de kurulabilir.

12 Eylül öncesinde kurulan bu ilişkilerin bir kısmı yazılı belgelere dayanılarak kanıtlanmış ve ilişkiler bu köşede yayımlanmıştı. Ancak bu ilişkilerin devletin hangi tepe noktasına kadar ulaştığı ise bir türlü anlaşılamamıştı.

Bugün, hükümetin başta Musa Anter cinayeti olmak üzere bölgede işlenen bütün cinayetleri tek tek aydınlatması gerekir. Bu cinayetler aydınlanmaz ve bu saldırılar da böyle sürüp giderse, devlet –haklı ya da haksız, yanlış ya da doğru– bu tür suçlamalardan kurtulamaz.

Posted in ABD - AB - EMPERYALIZM, Bölücü KÜRTÇÜLÜK, BOP, İrtica, ORTADOĞU ÜLKELERİ, RADİKAL İSLAM, SİYASAL İSLAM, TERÖR, YOBAZLIK - GERİCİLİK | Leave a comment

Sahte gündem uyuşturucusu * AKP iktidarı değişmeden ekonomik krizin aşılması, kategorik bir olanaksızlıktır. 

Sahte gündem uyuşturucusu

CUMHURİYET – Örsan K. Öymen – 30.12.2024


Dinci “nas” ve Kuran ayeti politikası nedeniyle faizlerin düşürülmesiyle Türk Lirası’nın radikal biçimde değer kaybetmesinin ve onunla birlikte ortaya çıkan yüksek enflasyonun sonucunda ortaya çıkan ekonomik kriz, bütün şiddetiyle halkı ezmeye devam ediyor.


Bu kesin ve mutlak gerçeği kavrayabilecek akıl kapasitesine sahip olmayanlar, söz konusu ekonomik krizin ve onun neden olacağı sosyal krizin içinde yok olmaya mahkûmdur. Bu hem özel sektördeki ve kamu sektöründeki kurumları hem de tek tek vatandaşları kapsamaktadır.

Bu gerçeği kavrayanların azınlıkta kalması durumunda, onlar da bu krizin yaratacağı akıntıda yok olup gideceklerdir. Bu nedenle çoğunluğa ulaşacak şekilde örgütlenmek, tüm görüş ayrılıklarına rağmen, demokratik, laik, sosyal hukuk devleti ilkesi çerçevesindeki bir ortak noktada birleşmek ve bölünmemek yaşamsal önemdedir.


AKP ve MHP, gündemi değiştirmek, ekonomik krizi unutturmak ve muhalefeti bölüp parçalamak için elinden geleni yapmaktadır. Önce terör örgütü PKK ile bir görüşme süreci başlattılar; arkasından CHP’li ve DEM’li belediyelere kayyum atadılar, Esenyurt Belediye başkanını tutukladılar; son olarak da Suriye’deki rejim değişikliğinden sahte bir zafer türettiler.

Bu olayların Türkiye’nin gerçek ve öncelikli gündeminde hiçbir karşılığı olmadığı gibi, PKK ile müzakere, kayyum ataması ve Suriye’deki meşru yönetimin şeriatçı teröristler tarafından devrilmesi, Türkiye’ye yarar değil, felaket getirecek gelişmelerdir.

AKP’nin ve MHP’nin, Türkiye’nin ulusal güvenliğini tehdit eden bu gelişmeleri, Türkiye’nin yararına gelişmeler gibi sunarak halkı aldatması, AKP’yi ve MHP’yi yönetenlerin Türkiye’nin değil, kendi iktidarlarının güvenliğini düşündüklerinin kanıtıdır.

Türkiye’de asgari ücretle veya emekli maaşıyla geçinmeye çalışan ve işsiz olan onlarca milyon insan yoksulluk sınırının altında mücadele verirken, AKP ve MHP sahte bir gündemle halkı uyutmaya ve uyuşturmaya devam etmektedir!

Son olarak, mezuniyet töreninde anayasanın demokratik, laik, sosyal hukuk devleti üzerine ant içen ve Mustafa Kemal Atatürk’ün askerleri olduklarını hatırlatan teğmenlerin disipline sevk edilmelerini protesto etmek için her ilde toplanılarak medya duyurusu yapılması çağrısında bulunan CHP Genel Başkan Yardımcısı Yankı Bağcıoğlu hakkında soruşturma başlatıldı, kendisi bazı AKP’li siyasetçiler tarafından darbeci ilan edildi!

Aslında, anayasanın 34. maddesi tarafından tanınan izinsiz gösteri yapma hakkını ve anayasanın 25., 26. ve 28. maddeleri tarafından bir hak olarak tanınan düşünceyi ifade, yayma, medya özgürlüğünü yok sayan AKP’nin bu faşist zihniyeti darbecidir!

Anayasanın, laiklikle; bağımsız yargıyla; düşünceyi ifade, yayma, örgütlenme ve medya özgürlüğüyle ilgili 2., 6., 7., 8., 9., 11., 14., 24., 25., 26., 28., 34., 138. maddelerini ihlal ederek anayasal düzeni yıkan ve sivil darbe yapan AKP hükümetidir!

Posted in Ekonomi, FAŞİZM, Politika ve Gundem | 1 Comment

RADİKAL/ SİYASAL İSLAM * Taliban, kadınların daha fazla kullandığı odalara pencere yapılmasını yasakladı

Taliban kısa süre önce kadınların tıp eğitimi almasını da kısıtlamıştı

© AP Photo – By Cagla Uren

Taliban, kadınların daha fazla kullandığı
odalara pencere yapılmasını yasakladı

 EURONEWS –  

Kararın gerekçesi, erkeklerin ev içi alanlardaki kadınları görmesinden kaynaklanabilecek ‘müstehcen eylemlerden duyulan endişe’ olarak açıklandı.

Afganistan’daki Taliban yönetimi, binaların çoğunlukla kadınların bulunduğu oda ve alanlarına pencere yapılmasını yasaklayan bir kararname yayınladı. Cumartesi duyurulan kararnameye göre, halihazırda bu alanlarda yer alan pencerelerin de kapatılması gerekecek.

Kararın gerekçesi, erkeklerin ev içi alanlardaki kadınları görmesinden kaynaklanabilecek ‘müstehcen eylemlerden duyulan endişe’ olarak açıklandı. Kararname, Taliban’ın 2021’de Afganistan’da iktidarı geri almasından bu yana kadın haklarını sistematik olarak kısıtlama çabalarının devamı şeklinde yorumlandı.

Taliban yönetiminden bir sözcünün cumartesi akşamı yaptığı açıklamaya göre, şimdi de yeni binalarda “avluyu, mutfağı, komşunun kuyusunu ve kadınların genelde kullandığı diğer yerleri” gören pencerelerin olmaması gerektiğine karar verildi.

Yönetim sözcüsü Zabihullah Mujahid, kararnameyi sosyal medya platformu X’te paylaşarak, “Kadınların mutfaklarda, avlularda veya kuyulardan su çekerken görülmesi müstehcen eylemlere yol açabilir,” diye yazdı.

France24’e göre, karar uyarınca belediye yetkilileri ve diğer ilgili birimler, komşuların diğer evlerdeki bu alanları görmediğinden emin olmak için inşaatları denetlemek zorunda kalacak.

Bu tür pencerelerin var olduğu evlerde, maliklerin “komşulara rahatsızlık vermemek için” pencerelere duvar örmesi veya görüntüyü engelleyecek başka önlemler alması teşvik edilecek.

Posted in İrtica, RADİKAL İSLAM, SİYASAL İSLAM, TARİKAT VE CEMAATLAR, TERÖR, YOBAZLIK - GERİCİLİK | Leave a comment

YENİ YILDA NELER İSTERİM ???

Dünyada her şey için, uygarlık için, yaşam için,
başarı için, en gerçek yol gösterici bilimdir, fendir.

Bilim ve fennin dışında yol gösterici aramak
aymazlıktır, cahilliktir, kılavuzluktur.
(22.09.1924-Samsun)

Mustafa Kemal ATATÜRK


YENİ YILDA NELER İSTERİM ???

Değerli arkadaşlar,

Ulusal çıkarlarımız için AB-D emperyalizminin faaliyetlerini de çok iyi irdelemek gerekiyor. Çünkü AB-D emperyalizminin çıkarları yüzünden, dış politikamız ve geleceğimiz yıpranıyor. Örneğin, sınırdaşımız olan SURİYE’de yaptığımız girişimler nedeniyle büyük bir ekonomik ve siyasi kayıplar yaşamaktayız. Orada yaşanan iç kargaşa ve katliamlar, BOP projesine uygun olarak devam ediyor. Sonunda bizi de Suriye bataklığına soktular. Tam da Ergenekon tuzağı ve 15 Temmuz adi FETÖ darbe girişimi sonucu askeri gücümüzde büyük bir azalma ve eksilme söz konusu iken.

Ne yazık ki Irak gibi Suriye de bölünecek. Yani AB-D emperyalizminin ve Başkan Trump’ın açıklamış olduğu 4 maddelik Ulusal Güvenlik stratejisindeki 4. maddede öngördüğü gibi tüm dünyada güc kullanarak elde edeceği BÖL ve YÖNET ilkesi ile sonuç alınmak üzere. Özellikle yüce önderimizin kurmuş olduğu Türkiye Cumhuriyetinin bu bölünmeden en az etkilenmesi için gereken önlemlerin alınmasını ve dış siyasetimizin de bu ilkeye karşı yönlendirilmesini isterdim. Aksi halde çok üzücü ve kaygı dolu günler yaşayabiliriz.

Ayrıca AB-D emperyalizminin ürettiği BOP projesi yüzünden yıllardır değerli askerlerimizi de kaybediyoruz. Son olarak geçen hafta da 12 canımızı kaybettik. Çok üzücü bu olay için tüm ailelerine başsağlığı ve sabırlar dilerim.

Değerli arkadaşlar,

Yunanistan da silahlı kuvvetlerimizde yaşanan kayıp ve eksiklikleri fırsat bilerek ege de 19 adamızı işgal etti ve onları kendi askerleri ve silah gücüyle donattı. Ülkesinde 5 tane askeri üs kuran AB-D emperyalizminin piyonu olarak, güzel ülkemizi tehdit etmeye başladı. Hatta Yunanistan Savunma Bakanı Panos Kammenos işgal ettikleri 19 ada için CHP Başkanına meydan okuyarak “Gel de al” dedi.

Yetmedi, terör belası yüzünden binlerce candan olduk ve yaralı binlerce vatandaşımız da sağlıklarına kavuşmayı bekliyor. AB-D emperyalizmi tarafından oluşturulmaya çalışılan terör kaygısı ve korkusu yüzünden halkımız da oldukça tedirgin hale geldi. Birçok vatandaşımız ülkemizi terk etmeye başladı. Ayrıca güzel ülkemizde AB-D emperyalizmi tarafından yaşatılan bu terör kaygısı, birilerince dış ülkelere de iletiliyor. Üstelik güzel ülkemizde ekonomik kaos yaratmak için Moddy’s gibi kurumlar da devreye girdi. ABD doları, Türk lirasına karşı artışta rekor kırdı.

Merhum araştırmacı yazar Aytunç Altındal’ın 2006 yılında yani 17 yıl önce yaptığı açıklamada; ABD eski dışişleri Bakanı Candolezza Rice’ın ülkemize gelip yöneticilerimizle yaptığı görüşmede, ABD donanmasının Karadeniz’e çıkma isteğini ve bu eyleminde Montrö Anlaşmasının 11 ve 12. Maddelerinin ihlali ile gerçekleşeceğini bildirmiş. Yani ülkemiz yöneticilerine “Ben Karadeniz’e çıkacağım ve siz de bana izin vereceksiniz” demiş (Sözcü-25.12.2019).

Bu isteklerinden hala vazgeçmediler. ABD’nin üretmiş olduğu KANAL İSTANBUL projesi ile MOTRÖ Anlaşmasını delerek, güzel ülkemizi Rusya ve Karadeniz ülkeleri ile karşı karşıya getirmek istiyorlar.

Değerli arkadaşlar,

Bu aşamada, bizlerin de 2024 yılında ne gibi sorunlarla karşılaşacağız ve bunlara karşı ne gibi önlemleri alabiliriz ve de bu sorunlarımıza nasıl ulusal çözümler üretebiliriz, şeklinde bir öngörü projeleri geliştirmemiz gerekiyor.

2023 yılı için dilediğim gibi, 2024 yılında da;

En az salgın ve kayıp,
en az çevre kirliliği ve kuraklık,
en az trafik ve uçak kazaları,
en az soba ve kombi zehirlenmeleri,
en az terör olayı,
en az din sömürüsü,
en az şehit ve gazi sayısı,
en az mahkeme sayısı,
en az AB-D yalanı,
en az ekonomik sıkıntı ve kriz,
en az karşılıksız çek,
en az kapkaç ve hırsızlık,
en az yolsuzluk ve rüşvet,
en az kara para ve dolandırıcılık,
en az bütçe ve cari açık verilmesini,
sıcak paraya da en az faiz ödenmesini isterim.


Sizlere de

en çok sağlık ve huzur,
en çok mutluluk, en çok başarı,
en çok ulusal birliktelik ve dostluklar,
en çok laik ve demokratik yaşam,
en çok ülke ve millet sevgi ve saygısı ile dolu günler dilerim.

Değerli Arkadaşlar,

Her güzel şey, yüce önderimiz Mustafa Kemal ATATÜRK’ÜN kurmuş olduğu Türkiye Cumhuriyetinin, birlik ve bütünlüğünü koruyarak, onu sonsuza dek yaşatmak için olsun!!!

Sevgi ve saygılarımla (30.12.2023)

Prof.Dr. Mehmet Ali KÖRPINAR


NOT:

Güzel ülkemizin olası ekonomik felaketlere karşı güncel yaşamını geliştirmemiz ve milletimize tasarruf olanaklarını da yaşatmamız gerekiyor. Bu yüzden yaz saatini kışın uygulamayalım. Çünkü EMO(elektrik mühendisleri odası) saptamasına göre önceki yıl, kış saati uygulaması sonucu Türkiye’nin elektrik tüketiminde 7.1 milyar kilovat saatlik artış yaşandı. Kışın 5 ayında Türkiye’nin toplam enerji tüketimi yüzde 12.6 arttı.Yani 2,8 milyar TL ekstra ödemek zorunda kalındı. Ayrıca çocuklarımız ve torunlarımız da yaz saati uygulaması nedeniyle çok erken saatlerde yollara düşüyor. Güncel yaşamları allak bullak oldu.

Posted in HAYATIN İÇİNDEN | Leave a comment

Ahlak ve Bilincin Gelişimi: Felsefe ve Etik Eğitiminin Önemi

Ahlak ve Bilincin Gelişimi: Felsefe ve Etik Eğitiminin Önemi

İbrahim Ortaş, iortas@cu.edu.tr


Ahlaklı olun, değer sahibi olun demekle ne ahlaklı olunuyor ne de değer sahibi olunuyor. Eğitim sistemine dâhil edilen felsefe, sosyoloji ve etik değerler eğitiminin yalnızca bireysel bilgi yüklemesiyle bu değerleri sağlayamayacağı yaşanan tecrübelerle anlaşılmıştır. Doğrunun neden doğru olduğu, birey tarafından her yönüyle kendi iç dünyasında tartışılarak ve anlaşılarak içselleştirilmelidir. Bunun için etik boyutun ciddi şekilde tartışılması, şekilsel söylemler yerine bireye nitelikli insan değerlerini kazandıran derin bir eğitim süreci gereklidir.

Eğitim sistemi, etik ilkeleri yalnızca teorik olarak aktarmaktan öte, bireylerin okuma, tartışma ve yaşam pratiğiyle bu değerleri içselleştirmesini sağlamalıdır. Bu nedenle, geçmişte tecrübe edilen ve başarıya ulaşmış yöntemler incelenmeli, çağın gerekliliklerine uygun yeni yaklaşımlar geliştirilmelidir. Felsefe ve etik eğitimi, empati kurmayı, adalet duygusunu geliştirmeyi ve demokratik değerlere bağlı bir yaşam biçimini teşvik eder. Demokrasi ve adaletin işlevsel bir yapı olarak içselleştirilmesi, bireyler ve toplum için yaşamsal önem taşır.


Etik Bilgisi ve Bilincinin Geliştirilmesi Şarttır

Yaşanan sorunlardan ders çıkarabilmek için çevremizde olup bitenleri gözlemlemek, bilgi derlemek ve bu bilgileri tartışmaya açmak gerekir. Batı toplumu, aydınlanma döneminde edebiyat, felsefe ve tartışmaya önem vererek bu yolda bir mesafe kat etti. Ancak iki dünya savaşı, soğuk savaş ve kapitalist ekonominin dayatmaları gibi süreçlerle bu kazanımlardan uzaklaştı.

Ortadoğu coğrafyasındaki toplumlar ise Rönesans ve Aydınlanma dönemlerini yaşayamamış olmanın sonuçlarıyla mücadele etmektedir. Türkiye, eğitim yoluyla bu eksikliği bir nebze telafi etmeye çalışmış, Köy Enstitüleri modeliyle kısa süreli bir zihinsel dönüşüm yaşamıştır. Ancak, bu çabalar siyasi dalgalanmalar ve iç çekişmeler nedeniyle sürdürülebilir bir aydınlanma yaratamamıştır.

Bu durum, bölgenin eleştirel ve sorun çözücü yöntemleri benimsememekteki direncinden kaynaklanmaktadır. Ne yazık ki, bilgi teknolojileri çağında bile Türkiye’nin bilim ve teknoloji alanında beklenen seviyeye ulaşamaması, eğitimin nitelikli insan yetiştirme konusundaki yetersizliklerinden kaynaklanmaktadır.


Tartışma Kültürü Eksikliği ve Tarihsel Bilinç

Üniversite eğitimi alan bireylerin büyük bir kısmı, nitelikli ve eleştirel okumadan yoksun olduğu için derinlemesine bilgi sahibi olamıyor. Tarihsel gelişmeler ve bilimsel dönüşümler üzerine eleştirel analiz yapabilme yeteneği, çoğu mezunumuzda eksik. Örneğin, Sanayi Devrimi, Rönesans ve Aydınlanma dönemlerinin Osmanlı İmparatorluğu ve sonrasında Türkiye’ye etkileri yeterince araştırılıp tartışılmamaktadır.

Bu eksiklik, yalnızca bilgiye değil, aynı zamanda sanata, estetiğe ve birlikte yaşama anlam katma becerisine de yansımaktadır. Eğitimin amacı, bireylere eleştirel düşünme ve etik bilinç kazandırmak olmalıdır. Bu bilinç, bireyin hem kendi haklarını hem de başkalarının haklarını gözeten bir tutum geliştirmesini sağlar.


Felsefe ve Etik Eğitiminin Toplum İçin Önemi

Felsefenin yaşayan bilge isimlerinden Prof. Dr. Ioanna Kuçuradi’nin “Okullarda felsefe öğretsek, 20 yıl sonra farklı bir Türkiye olur” ifadesi bu konuda oldukça çarpıcıdır. Felsefi düşünce, bireylere yalnızca bilgi aktarmakla sınırlı kalmamalı; okuma, sorgulama ve diyalog yoluyla düşünme yeteneğini kazandırmalıdır.

Felsefi eğitim, bireylerin yalnızca kendi bilgilerini artırmasını değil, aynı zamanda bu bilgiyi toplumla paylaşarak etik bir yaşam geliştirmesini de teşvik eder. Bu bağlamda, akademisyenlerin görevi, yalnızca bilgi üretmek değil, toplumu aydınlatacak çalışmalarla katkı sağlamaktır.


Kalabalıkta Yalınlaşan İnsanlık

Yaratılan düşünce açıklamak, görüşlerini rahatça ifade etmekten kaçınma durum toplumu ve özelde yüksek öğretimde gençliği ne denli kısırlaştırdığını görüyor ve yaşıyoruz. Kalabalıklar içinde kendi dünyasında yalnızları yaşayan milyonların durumunu görüyoruz.

Etik bir temele dayalı bilgi ve bilinci olan birey eleştirel düşünce sahibi olarak başkalarının haklarını gözeten kararlar almasını ve tolumun birlikte gelişimini de kolaylaştırır. Bu bağlamda iktidar olmak isteyen siyasi partiler, Neo-liberal, otoriter ve kuvvet uygulayarak toplumları zoraki bir arada tutmak yerine, insanı, insan olarak birbirine değer katacak şekilde eğitirsek, insanı istekle ve şevkle bir arada çalışmaya motive edersek sorunlar daha kolay çözülür.


Sonuç: Birlikte Gelişim ve Aydınlanma İçin Felsefe

Etik temele dayalı bilgi ve bilince sahip bireyler, eleştirel düşünce ve empati becerileriyle toplumu ileri taşıyabilir. Neo-liberal veya otoriter yönetim yaklaşımları yerine, bireylerin istekle ve şevkle bir arada çalışmasını sağlayacak bir eğitim modeli benimsenmelidir.

Geçmişin tecrübelerinden ders çıkararak, toplumsal bilinç ve eleştirel düşüncenin gelişimine katkıda bulunmak hem bireylerin hem de toplumun geleceği için vazgeçilmezdir. Prof. Dr. Kuçuradi’nin de vurguladığı gibi, bu yöndeki çabalar yalnızca bireysel değil, toplumsal bir sorumluluk olarak görülmelidir.


27 Aralık 2024, Adana

Posted in HAYATIN İÇİNDEN | Leave a comment

Ortaçağ Karanlığının Desteklenmesi

Ortaçağ Karanlığının Desteklenmesi

Sefa Yürükel – 29 Aralık


Ortadoğu’da Günümüz Gelişmiş Dünya Devletlerinin İstihbarat Teşkilatları Aracılığıyla Ortaçağ Karanlığını Desteklemesi ve Ortadoğu’da Laiklik Düşmanlığı Ahlaksızlığı: ABD, İngiltere, İsrail ve Türkiye İktidarının Rolü


Ortadoğu, tarihsel olarak zengin kültürler ve dinler mozaiğiyle tanınırken, son çeyrek yüzyılda dış müdahaleler ve terörist grupların yükselmesiyle derin bir istikrarsızlık ve karanlık döneme girmiştir. Bu bölgedeki temel sorunlardan biri, küresel güçlerin istihbarat teşkilatları aracılığıyla terör gruplarına verdikleri destek ve bu destekle oluşturdukları karanlık yapıdır. ABD, İngiltere, İsrail ve Türkiye iktidarı gibi güçler, çeşitli terörist grupları besleyerek ve yönlendirerek, Ortaçağ zihniyetinin yeniden canlanmasına olanak sağlamıştır. Bu yapılar, modern devlet yapılarının ve laik rejimlerin yok edilmesine ve yerine dinci ve şeriatçı yönetimlerin kurulmasına zemin hazırlamaktadır.

PKK ve PYD: Etnik Milliyetçilik ve Ortaçağ Metodolojisi

PKK (Kürdistan İşçi Partisi) ve PYD (Demokratik Birlik Partisi), esasen etnik milliyetçilik temeline dayanan yapılar olup, bölgedeki dinamiklere oldukça zarar veren, radikal ideolojilere sahip gruplardır. PKK ve PYD, sosyo-ekonomik ya da ideolojik bir sosyalizm anlayışına dayanmaz; aksine, “Kürt etnik kimliğini” ve ayrılıkçılığı savunurlar. Bu grupların ideolojileri, bölgedeki diğer dini ve etnik gruplar arasında derin bölünmelere yol açmış, çok kültürlü ve çok dinli yapıları tehdit etmiştir. ABD’nin PKK ve PYD’yi stratejik müttefik olarak desteklemesi, sadece bölgedeki etnik çatışmaları körüklemekle kalmamış, aynı zamanda bu grupların güçlü, radikal, gerici bir yapıya bürünmesine olanak sağlamıştır.

Bu grupların savaşçılarını toplarken ve ideolojik bir yapı inşa ederken kullandıkları yöntemler de ortaçağdan izler taşır. Savaşın kanlı ve vahşi doğasını benimseyen bu terörist gruplar, sivillere yönelik saldırılar, infazlar ve korkutma gibi yöntemlerle toplumları sindirmeyi hedeflemiştir. Örneğin, PYD’nin Suriye’deki baskıcı yönetimi, özellikle Kürt olmayan topluluklara, dini ve kültürel kimliklerini yok sayarak ağır bir baskı uygulamıştır. PKK ve PYD’nin bu tür uygulamaları, yalnızca bölgedeki sosyal yapıları tahrip etmekle kalmamış, aynı zamanda Ortaçağ karanlığını yeniden inşa etmeye yönelik bir adım olmuştur.


HTŞ ve Suriye’deki Örgütlenmesi: Ortaçağ Karanlığını Destekleyen Bir Yapı

Hey’et Tahrir el-Şam (HTŞ), özellikle Suriye’nin İdlib bölgesinde güçlü bir varlık gösteren radikal bir örgüttür. El-Kaide ile bağlantılı olan bu grup, Suriye’deki seküler yapıları yıkmaya ve yerine şeriat temelli bir düzen kurmaya çalışmaktadır. HTŞ’nin ideolojisi, sadece dini temellere dayanmakla kalmaz, aynı zamanda halkları sindirmek için Ortaçağ yöntemlerini benimser. Savaşın en vahşi ve kanlı biçimlerini kullanarak, bölgedeki halkları kontrol altına almaya çalışan HTŞ, şeriatçı bir yönetim kurma amacına hizmet etmektedir. Bu grup, sadece geçmişte Suriye hükümetine karşı değil, aynı zamanda bölgedeki tüm laik ve demokratik yapılara karşı da bir savaş açmıştır.

HTŞ’nin, ABD, İngiltere, İsrail ve Türkiye iktidarının istihbarat teşkilatları tarafından dolaylı bir şekilde desteklendiği, eğitildiği ve finanse edildiği iddiaları, bölgedeki dış müdahalelerin bir başka örneğidir. Bu destek, HTŞ’nin operasyonel kapasitesini artırmış, örgütün bölgedeki terörizm ve radikalizmi yayma gücünü pekiştirmiştir. ABD’nin CIA’ı, İngiltere’nin MI6’sı, İsrail’in Mossad’ı ve Türkiye’nin MIT’i gibi istihbarat teşkilatları, HTŞ’yi sadece finansal olarak değil, aynı zamanda askeri eğitim ve stratejik destek vererek güçlendirmiştir. Bu istihbarat teşkilatlarının destekleri, özellikle 2011’den sonra Suriye’deki seküler hükümetlere karşı yürütülen savaşta HTŞ’nin daha etkin bir şekilde rol almasına yol açmıştır.


Türkiye’nin PYD ve HTŞ ile Stratejik İlişkileri: ABD’nin İcazeti ve Uzlaşma Teşvikleri

Türkiye’nin Suriye’deki politikaları, özellikle PYD ve HTŞ ile olan ilişkileri, bölgesel stratejilerin derinlemesine bir analizini gerektirmektedir. Türkiye, çoğunlukla PYD’ye yönelik operasyonlarını ABD’nin icazetiyle ve Büyük Ortadoğu Projesi (BOP) çerçevesinde şekillendirmiştir. Bu operasyonlar, PYD’yi tamamen yok etmeyi amaçlamaktan ziyade, belirli sınırlar içinde tutma stratejisi olarak daha sık görülmüştür. Türkiye’nin bu yaklaşımı, bölgedeki güç dengesini kendi lehine çevirmeyi ve PYD’nin hareket alanını kısıtlamayı hedeflemiştir.

Ancak, Türkiye’nin PYD’ye yönelik bu politikaları yalnızca askeri operasyonlarla sınırlı kalmamış, aynı zamanda PYD ile HTŞ aracılığı ile dolaylı işbirliklerini de içermiştir. Bu işbirliklerinin bir boyutu, PYD ile HTŞ arasında zaman zaman yapılan stratejik uzlaşmalara dayanır. Türkiye, PYD’yi sıkça hedef alırken, aynı zamanda HTŞ gibi radikal grupların daha etkin hale gelmesine dolaylı olarak izin vermiş, hatta bu grupların bazı operasyonel kapasitesini artırmıştır. Bu uzlaşma, sadece bölgesel güç dengesini değil, aynı zamanda seküler yapıları tehdit eden Ortaçağcı zihniyetin yeniden yükselmesine olanak sağlamıştır.

Özellikle Türkiye’nin, PYD ve HTŞ arasındaki ilişkiyi dolaylı bir şekilde teşvik etmesi, bölgedeki radikalizmi artırmış ve laik yapıları daha da zayıflatmıştır. Bu strateji, sadece Türkiye’nin bölgedeki çıkarları doğrultusunda şekillenmemiş, aynı zamanda ABD’nin bölgedeki stratejik hedeflerine de paralel bir şekilde gelişmiştir. PYD ve HTŞ gibi gruplar arasındaki gerilimi azaltarak, her iki grubun daha etkili bir şekilde faaliyet göstermesine zemin hazırlayan Türkiye iktidarı, kendi çıkarlarını gerçekleştirmek adına radikalizmle dolaylı bir işbirliği yapmıştır.


İstihbarat Teşkilatlarının Rolü

Ortadoğu’daki bu karmaşık yapının arkasında, güçlü istihbarat teşkilatlarının yer aldığına dair ciddi iddialar bulunmaktadır. ABD’nin CIA’ı, İngiltere’nin MI6’sı, İsrail’in Mossad’ı ve Türkiye’nin MIT’i gibi dünya çapında tanınan istihbarat teşkilatları, Ortadoğu’daki terörist gruplara doğrudan ya da dolaylı şekilde destek sağlamıştır. Örneğin, Mossad’ın Suriye’deki rejim karşıtı gruplara desteği, bölgedeki istikrarsızlık ve terörizmi arttırmış, aynı zamanda seküler yapıları hedef alan terörist grupların güçlenmesine olanak sağlamıştır.

ABD’nin CIA’ı, bölgedeki PKK ve PYD ve HTŞ gibi yapıları finanse etmiş ve eğitmiş, bu grupların askeri kapasitelerini arttırarak bölgedeki güç dengelerini kendi lehine çevirmeye çalışmıştır. Aynı şekilde, İngiltere’nin MI6’sı ve Türkiye’nin MIT’i de, bölgedeki terörist grupları finanse ederek, destekliyerek ve manipüle edip kullanarak, kendi stratejik hedeflerine ulaşmak için bu grupların operasyonel kapasitesini kullanmıştır. Bu müdahaleler, yalnızca bölgedeki kaos ortamını derinleştirmekle kalmamış, aynı zamanda Ortaçağ karanlığının yeniden yeşermesine neden olmuştur.


Somut Alıntılar ve Kaynaklar:

Birçok uzman, Ortadoğu’daki terör gruplarının artan gücünün, bu istihbarat teşkilatlarının katkılarıyla mümkün olduğunu savunmaktadır. The Guardian gazetesinin 2015 yılında yayınladığı bir haberde, ABD’nin Suriye’deki PYD’yi desteklediğive bunun sonucunda bölgedeki terörist grupların güçlendiği belirtilmiştir. Ayrıca, The New York Times’ta yayınlanan bir makaleye göre, Mossad’ın Suriye’deki rejim karşıtı gruplara verdiği desteğin, bölgedeki radikalizmin artmasına neden olduğu ifade edilmiştir.

Foreign Policy dergisinde yer alan bir analizde, Türkiye iktidarının PYD’ye yönelik saldırılarının, yalnızca ABD’nin onayıyla yapıldığı ve bu operasyonların bölgedeki dengeleri değiştirmek için tasarlandığına dair bilgiler sunulmuştur. Aynı şekilde, BBC News’te yer alan bir rapor, Türkiye iktidarının PYD/PKK ile HTŞ gibi gruplarla zaman zaman uzlaşmaya gitmesinin, bölgedeki laik yapıları yok etmeye yönelik bir strateji olduğunu vurgulamaktadır.


Sonuç

Ortadoğu, küresel ve bölgesel güçlerin stratejik hesapları doğrultusunda, tarihsel olarak Ortaçağ karanlığına sürüklenmiştir. ABD, İngiltere, İsrail gibi ülkeler ve Türkiye iktidarı gibi güçler, bölgedeki terörist gruplara verdikleri destekle, hem bölgedeki seküler yapıları yok etmiş, hem de Ortaçağ zihniyetini yeniden canlandırmıştır. PKK, PYD, HTŞ gibi radikal yapılar, sadece kendi ideolojik ve dini inançlarını dayatmakla kalmamış, aynı zamanda bölgedeki halkların özgürlüklerini baskılarla ve şiddetle yok etmiştir. Var olan modern devlet yapılarının ve seküler düzenlerin Ortadoğuda yıkılması, Ortaçağ karanlığını yeniden canlandırmış ve bölgedeki halkların özgürlüğünü daha da kısıtlamıştır.

ABD, İngiltere, İsrail devletlerinin ve Türkiye iktidarının bu Ortaçağcı gruplara olan destekleri, sadece bölgedeki halkların yaşamını değil, aynı zamanda bölgedeki uluslararası dengeleri de etkilemiş ve daha geniş çaplı çatışmalara yol açmıştır. Sözde modern küresel güçlerin bölgedeki radikal gruplara verdiği destek, bölgedeki radikalizmi pekiştirirken, demokratik ve laik yapıları zayıflatmaya yönelik bir sürecin parçası olmuştur. Bu bağlamda, söz konusu güçlerin müdahaleleri, bölgedeki tüm seküler devlet yapılarının yok edilmesi hedefiyle şekillenmiş ve Ortaçağ zihniyetinin yeniden inşa edilmesine katkı sağlamıştır.

Ortadoğu’daki bu karanlık dönemin devamı, sadece radikal grupların yükselmesiyle sınırlı kalmayıp, bölgedeki demokratik ve seküler yapıları tamamen yok etmeye yönelik bir çabanın parçası olmuştur. PKK, PYD, HTŞ gibi grupların Ortaçağ zihniyetiyle hareket etmeleri, bölgedeki sosyal yapıları yok etmeye, insan haklarını ihlal etmeye ve halkları korku içinde yaşamaya mahkûm etmeye yönelik uygulamalarını pekiştirmiştir. Bu süreç, aynı zamanda küresel barışa da büyük bir tehdit oluşturmaktadır.

Sonuç olarak, Ortadoğu’da Ortaçağ karanlığını yeniden yaşamak, bölge halklarının özgürlüklerini ve haklarını tehdit ederken, aynı zamanda küresel barışa da büyük bir tehdit oluşturmaktadır. Küresel güçlerin bölgedeki radikal gruplara verdiği destek, bu yapıları güçlendirmiş ve bölgedeki istikrarsızlık ortamını daha da derinleştirmiştir. Bu nedenle, Ortadoğu’nun geleceği, bu tür müdahalelere karşı daha güçlü bir duruş sergileyen, laik ve demokratik yapıları destekleyen bir stratejiyle şekillenmelidir.


Kaynakça
1. The Guardian (2015). “US support for Syrian Kurdish YPG fighters in battle for Kobane.” The Guardian. Link
2. The New York Times (2016). “Israel’s Role in the Syrian Conflict: Covert Operations in Syria.” New York Times. Link
3. Foreign Policy (2017). “Turkey’s ‘Controlled Operations’ and the Complex Relationship with the PKK and PYD.” Foreign Policy. Link
4. BBC News (2017). “Turkey’s Strategy in Syria: Cooperation with Jihadist Groups and the Fight Against the Kurds.” BBC News. Link
5. Syria Direct (2018). “The Role of HTS and Other Jihadist Groups in Syria.” Syria Direct. Link
6. Center for Strategic and International Studies (CSIS) (2020). “The United States and the Syrian Conflict: The Role of PYD and Kurdish Forces.” Link
7. Middle East Institute (2020). “Israel and Syria: The Covert War.” Middle East Institute. Link
8. Al Jazeera (2019). “Turkey and HTS: An Unlikely Alliance in Syria.” Al Jazeera. Link
9. Büyük Ortadoğu Projesi (BOP) ve Türkiye’nin Stratejileri (2015). “Turkey’s Strategic Role in Syria: MIT, Mossad, CIA, and the Larger Middle Eastern Strategy.” Link
10. Global Research (2018). “Mossad and CIA Covert Operations in Syria: A Historical Analysis.” Global Research. Link

Kitaplar:

Kerry, J. (2014). The Syria Conflict and the Middle East: Geopolitical Strategies and Global Powers. Cambridge University Press.

Posted in ABD - AB - EMPERYALIZM, BOP, İSRAİL - SİYONİZM, ORTADOĞU ÜLKELERİ, SAVAŞLAR-ÇATIŞMALAR | Leave a comment

ÜNLÜ GAZETECİ OLMAK… TUTUKLAYIN GİTSİN…

ÜNLÜ GAZETECİ OLMAK…
TUTUKLAYIN GİTSİN…

Erdoğan Özgenç – 21.12.2024


Kral istedi… Çağırdı Kadı başını; “tutuklansın, burnu sürtülsün, dedi ki bundan sonralarına “örnek” olsun…”

Emir bu… Emir demiri keser derler… Aradı kadı başı;
İstanbul’daki “kadı savcısını”, tutuklayın gitsin, dedi…

Ve!
Kral’ın kurmayları oturdular, araştırdılar, halkın nabzını tuttular… Baktılar “infial” yaratacak… Kadı savcısı Kral’a, Saray’a zarar vermesin diye sanığa “ev hapsi kararı” verdi…

Yani, Silivri hapishanesine değil, “ev hapishanesine” koydular sanığı…Üç beş metre… Yani! Diyelim Kadıköy’de oturuyor Beşiktaş’a gidemeyecek… Bakkal ev arası gibi…

Tam bir akıl tutulması ve hukuk katliamı… Neyse!.. Her devrin ve her ömrün bir sonu var; o günlerde gelecek…

Ustam anlatmıştı; 2002 den önce iyi gazeteci ya da “ünlü” gazeteci olmak için “kodese” girmek gerekiyormuş… Hatırlıyorum bende “demir kapılar arkasından yazıyorum” diye başlayan yazıları…

O günlerde şöyle bir şiir yazmıştım…

Düşünce yine hapiste yatıyor…
Gerçekler “prangalı…”
Kuşlar uçuyor…
Kanatları alabildiğine özgür, kararlı…

(…)

Benim yazmaya başladığım dönemlerde “ünlü gazeteci” ya da “yazar” olmak hiç kolay değildi… Cesur olmak… Güvenilir olmak, tarafsız bağımsız olmak, vakur-kararlı olmak…

Adam olmak… Merhametli, saygı-sevgi dolu olmak… Ve sadece “gerçekleri” yazan birisi olmak gerekiyordu…

İlhan Selçuk…
Abdi İpekçi…
Uğur Mumcu,
Emin Çölaşan vs gibi…

Bunların hiçbirisi “ünlü” olmayı da “yazar” olmayı da kabul etmediler; ben “gazeteciyim” derlerdi… Gazeteci…

Ama şimdi durum çok değişti… Hapse girmek… Gerçekleri yazmak, olayların sorunların üzerine korkmadan gitmek… Eleştirmek…

Siyasetçilerin “ipliğini” pazara çıkarmak “ünlü” olmak için yeterli olmamaya başladı… Olanlar aç kaldı, işinden gücünden oldu…

Ünlü olmak, iyi yazar olmak, köşe sahibi olmak için tek bir yeteneğe sahip olmanız gerekiyor… “Yandaş ve yalaka” olmak…

Ol…
Cumhurbaşkanı’nın “uçağındasın”
Saray’dasın, sofralarındasın…

Cumhurbaşkanı’nın damatlarının ve kölelerinin televizyonlarında “moderatörsün…”
Ciner’in, Demirörenlerin, Bayraktar’ların gazetelerinde başköşe yazarısın, genel yayın yönetmenisin… Dokunulmazsın…

Sayın Cumhurbaşkanı’mız beni aradı, dedin mi?
Tensipleriyle… Teveccühleriyle dedin mi, yağlayıp yıkadın mı?

Dünya lideri… ABD’ ye ve tüm dünyaya ayar veren sayın Cumhurbaşkanı, ….dedin mi?

Köşe değil dört köşesin… Meclis başkanı, Bak’anlar hatta Genelkurmay başkanı bile karşıda esas duruşta…

Yeter ki Cumhuriyete, değerlerine, kavramların saldır…
CHP’ye küfret… Genel başkanlarını hakaret et, aşağıla…
Olmayanları olmuş, yapmadıklarını yapmış gibi anlat ya da yaz, Cumhurbaşkanı’ nın yaptıklarıyla kıyasla… Yerden yere vur CHP dönemini; ünlüsün, baş tacısın…

İyi yazar ve gazetecisin… Duayen televizyoncusun, hele hele Ahmet Hakan gibi İmam Hatip mezunuysan…

Türkiye’deki hapishanelerde yatan kaç gazeteci, yazar var biliyor musunuz?
“Ünlü” olmayan… Cumhurbaşkanı’na ve Devlet Bahçeli’ye göre “iyi gazeteci” ve iyi yazar olmayan…

Dilini tutamayan… Terörist, din düşmanı, vatan haini, çukur, çürük vs vesaire…

2023 yılı verilerine göre; 47 kadın gazeteci, 273 erkek 363 gazeteci ile dünyada hapisteki gazeteci sıralamasında 9 ncu sıradaymış Türkiye…

2024 yılı Kasım ayı verilerine göre ise, hapiste yatan, “adli kontrol” şartıyla ya da “ev hapsiyle” cezalandırılan gazeteci sayısı 550 olmuş… Bugün gazeteci Özlem Gürses girdi listeye ve sayı 551 oldu…

Neyse ki “hepimizin” bavulu hazır, vedamızı çoktan yaptık, bekliyoruz…
“Kuştan korkan darı ekmezmiş…”

Posted in FAŞİZM, MEDYA | Leave a comment

EMPERYALİZM –  BOP * “Medeniyetler Çatışması” için Satranç Tahtasını Hazırlamak: “Yeni Ortadoğu”yu Böl, Yönet ve Yönet

Değerli okur,

Sizlere EMPERYALİZMİN, “medeniyetler Çatışmaları” yaratarak  az gelişmiş ve gelişmekte olan, Yer altı zenginliklerine sahip ülkeleri BÖLEREK YÖNETMEK ve zenginliklerine el koymak  için hazırladıkları ve de uyguladıkları küresel oyunları, tuzakları anlatan uzunca bir makaleyi okumanıza sunuyorum.

Ne yazık ki satranç masasına konmuş olan ülkeler arasında Türkiye’de vardır. Makaleyi okumadan önce BOP konusunu hatırlamakta yarar var;

Naci KAPTAN – 28.12.2024


” ABD Eski Dışişleri Bakanı Condoleezze Rice, 7 Ağustos 2003 tarihli açıklamasında “Ortadoğu’da 22 ülkenin sınırları değişecek” demişti. Her şey bununla başladı. Daha doğrusu önceden şekillenen, alt çalışması yapılan bir projenin açıklaması, o güne denk gelmiş de olabilir. Adına BOP dediğimiz bu proje, tıkır tıkır kesintisiz çalışıyor. Bu projede devletler yıkılıyor, parçalanıyor, yeni devletçikler kuruluyor. Bu projede kan, göz yaşı, yıkım var. Sınırların değişimi var.

Olayların hemen güneyimizde cereyan etmesi bizi de bir şekilde sarmalına alıyor. Ayrıca Erdoğan’ın, “Büyük Ortadoğu Projesi’nin eş başkanlarından bir tanesiyiz. Diyarbakır ABD’nin projesi (BOP) için merkez olabilir.” dediğini anımsamakta yarar var.

Irak Devlet Başkanı Saddam Hüseyin’e Kuveyt’i işgal ettirerek başlanan süreçte Saddam’ın son kullanma tarihi bitti ve kendisini de ipe götürdü. Sonrasında ülkesi üçe bölündü. Büyük Kürdistan Projesinin Irak ayağı kurulmuş oldu. ABD Libya’da Devlet Başkanı Kaddafi’yi de devirdikten sonra, onun hayatı da Saddam gibi daha acı ve dramatik şekilde sonlandı. Libya da parçalara ayrıldı.

HAMAS Terör Örgütü kullanılarak İsrail’e bir saldırı yapıldı. Sonuçta Gazze yerle bir edildi. Filistin, tarihinin en zor günlerini yaşıyor. İsrail, çoluk çocuk, sivil halk demeden 60 bin insanı katletti. Hala da acı, dram, göz yaşı, sefalet tüm acımasızlığı ile sürüyor.

Lübnan’da İsrail saldırılarından nasibini aldı. Yetmedi uzun süredir yıkım ve bölünmesi için uğraş verilen Suriye’ye geldi sıra. Şu an Suriye’de tam bir kargaşa yaşanıyor. Kim kimle savaşıyor, kim kimden yana belli değil. Kimin eli kimin cebinde belli değil. Fakat belli olan bir şey varsa Suriye parçalara ayrılıyor. Güney sınırımız pek güvende değildi, şimdi daha da sorunlu. Bundan sonraki süreçte güney sınırımızda Suriye devleti dışında devletçikler de olabilir.

Arkasına ABD’yi alan İsrail kontrol edilemez konumda. Tüm hesapların sonunda İsrail’in nüfuzunu artırmak ve sınırlarını genişletmek hesabı yattığı açık. Büyük Kürdistan hayali ile ABD ve İsrail’in desteğinde yeni bir İsrail yaratılmak istendiği de sır değil.

Şimdilik lokmanın büyüğü sona bırakıldı. Sıra yavaş yavaş İran’a geliyor. Suriye ve Irak’ta arkasını sağlama alınca İran’ı vuracağının zaten işaretlerini veriyor. İran’da PJAK Kürt örgütleri ile Büyük Kürdistan projesinin İran ayağı oluşturulacak.

Türkiye’nin yanı başında olan olaylardan etkilenmemesi düşünülemez. İran’dan sonra sıra kime geleceği bilmece sorusu değil. “APO, TBMM’ye gelsin, konuşsun” söylemleri yanı başımızdaki bu olayların bir yansıması mı acaba?

BOP’un Eş Başkanı olduğunu söyleyen iktidarın, Suriye, Irak, İran’da Büyük Kürdistan için karenin dördüncü kenarının tamamlanmasında ABD ve İsrail’in niyetleri sır değil. Fakat AKP iktidarının tavrı ve dirayeti ne olacaktır? BOP saat gibi işlerken Türkiye dik durup belirleyici mi olacak? Suyun akışına mı kendisini kaptıracak?”

( https://www.devrimgazetesi.com.tr/buyuk-ortadogu-projesi-bop-tikir-tikir-isliyor-1/ )

“Medeniyetler Çatışması” için
Satranç Tahtasını Hazırlamak:
“Yeni Ortadoğu”yu Böl, Yönet ve Yönet


Mahdi Darius Nazemroaya tarafından
Küresel Araştırma, 14 Aralık 2024
Küresel Araştırma 26 Kasım 2011


Mahdi Nazemroaya’nın bu dikkatlice araştırılmış makalesi ilk olarak 13 yıl önce Kasım 2011’de Global Research tarafından yayınlanmıştır

“Arap Baharı” adı, bölge hakkında yüzeysel bir bilgiye sahip olmanın dışında Araplar hakkında çok az şey bilen bireyler ve gruplar tarafından Washington, Londra, Paris ve Brüksel’deki uzak ofislerde uydurulmuş bir slogandır. Arap halkları arasında ortaya çıkan şey doğal olarak karma bir pakettir. Ayaklanma, fırsatçılık gibi bu paketin bir parçasıdır. Devrimin olduğu yerde her zaman karşı devrim vardır. Arap Dünyası’ndaki

ayaklanmalar da bir Arap “uyanışı” değildir; böyle bir terim, Arapların diktatörlük ve adaletsizlik onları çevrelerken her zaman uyuduklarını ima eder.

Gerçekte, daha geniş Türk-Arap-İran Dünyası’nın bir parçası olan Arap Dünyası, Birleşik Devletler, İngiltere ve Fransa gibi ülkelerle koordinasyon halinde Arap diktatörleri tarafından bastırılan sık sık isyanlarla doludur. Bu güçlerin müdahalesi her zaman demokrasiye karşı bir denge unsuru olarak hareket etmiştir ve böyle olmaya devam edecektir.

Böl ve Yönet: İlk “Arap Baharı” Nasıl Manipüle Edildi

Orta Doğu’yu yeniden yapılandırma planları Birinci Dünya Savaşı’ndan birkaç yıl önce başladı. Ancak, bu sömürgeci tasarımların tezahürü, Osmanlı İmparatorluğu’na karşı “Büyük Arap İsyanı” ile Birinci Dünya Savaşı sırasında açıkça görülebildi.

İngiliz, Fransız ve İtalyanlar, Cezayir, Libya, Mısır ve Sudan gibi ülkelerde Arapların herhangi bir özgürlükten yararlanmasını engelleyen sömürgeci güçler olmalarına rağmen, bu sömürgeci güçler kendilerini Arap kurtuluşunun dostu ve müttefiki olarak göstermeyi başardılar.

“Büyük Arap İsyanı” sırasında İngilizler ve Fransızlar aslında Arapları Osmanlılara karşı kendi jeopolitik planlarını ilerletmek için piyade olarak kullandılar. Londra ve Paris arasındaki gizli Sykes-Picot Anlaşması buna bir örnektir. Fransa ve İngiltere, Arapları Osmanlıların sözde “baskısından” kurtarma fikrini satarak onları kullanmayı ve yönlendirmeyi başardılar.

Gerçekte, Osmanlı İmparatorluğu çok etnikli bir imparatorluktu. Tüm halklarına yerel ve kültürel özerklik verdi, ancak bir Türk varlığı olma yönünde yönlendirildi.

Hatta Osmanlı Anadolu’sunda yaşanacak Ermeni Soykırımı bile, günümüzde dış aktörler tarafından Osmanlı İmparatorluğu’nu, Anadolu’yu ve Osmanlı vatandaşlarını bölmek amacıyla yürütülen mezhepçi bir planın parçası olarak Irak’taki Hıristiyanlara yönelik saldırılarla aynı bağlamda analiz edilmelidir.

Osmanlı İmparatorluğu’nun çöküşünden sonra, Arap halkları arasında anlaşmazlık tohumları ekerken, Araplara özgürlüğü reddeden Londra ve Paris’ti. Yerel yozlaşmış Arap liderler de projede ortaktı ve birçoğu İngiltere ve Fransa’nın müşterisi olmaktan fazlasıyla memnundu. Aynı şekilde, “Arap Baharı” bugün de manipüle ediliyor. ABD, İngiltere, Fransa ve diğerleri şimdi Arap Dünyası’nı ve Afrika’yı yeniden yapılandırmak için yozlaşmış Arap liderlerinin ve figürlerinin yardımıyla çalışıyor.

Yinon Planı: Kaostan Düzen…

İngilizlerin Orta Doğu’daki stratejisinin devamı olan Yinon Planı, İsrail’in bölgesel üstünlüğünü garanti altına almak için İsrail’in stratejik bir planıdır. İsrail’in, çevredeki Arap devletlerini daha küçük ve daha zayıf devletlere bölerek jeopolitik ortamını yeniden yapılandırması gerektiğini ısrarla belirtir ve şart koşar.

İsrailli stratejistler, Irak’ı bir Arap devletinden gelebilecek en büyük stratejik zorluk olarak gördüler. Bu nedenle Irak, Orta Doğu ve Arap Dünyası’nın Balkanlaştırılmasının merkezi olarak belirlendi. Irak’ta, Yinon Planı’nın kavramlarına dayanarak, İsrailli stratejistler Irak’ın bir Kürt devleti ve biri Şii Müslümanlar için diğeri Sünni Müslümanlar için olmak üzere iki Arap devleti olarak bölünmesi çağrısında bulundular. Bunu tesis etmeye yönelik ilk adım, Yinon Planı’nın tartıştığı Irak ve İran arasındaki bir savaştı.

Atlantic 2008’de ve ABD ordusunun Silahlı Kuvvetler Dergisi 2006’da, Yinon Planı’nın taslağını yakından takip eden, geniş çapta dolaşan haritalar yayınladı. Biden Planı’nın da talep ettiği bölünmüş bir Irak’ın yanı sıra, Yinon Planı bölünmüş bir Lübnan, Mısır ve Suriye talep ediyor. İran, Türkiye, Somali ve Pakistan’ın bölünmesi de bu görüşlerle örtüşüyor. Yinon Planı ayrıca Kuzey Afrika’da dağılma talep ediyor ve bunun Mısır’dan başlayıp Sudan, Libya ve bölgenin geri kalanına yayılmasını öngörüyor.

Krallığı Güvence Altına Almak: Arap Dünyasını Yeniden Tanımlamak…

Yinon Planı , her ne kadar bazı değişikliklere uğramış olsa da, “Temiz Kopuş” kapsamında harekete geçiyor ve hayata geçiyor. Bu, Richard Perle ve “2000’e Doğru Yeni Bir İsrail Stratejisi” Çalışma Grubu tarafından , dönemin İsrail başbakanı Benjamin Netanyahu için 1996’da yazılan bir politika belgesi aracılığıyla gerçekleşiyor.

Perle, o dönemde Roland Reagan’ın Pentagon müsteşar yardımcısıydı ve daha sonra George W. Bush Jr. ve Beyaz Saray’ın askeri danışmanıydı.

“2000’e Doğru Yeni Bir İsrail Stratejisi ” Çalışma Grubu’nun Perle dışında kalan diğer üyeleri James Colbert (Yahudi Ulusal Güvenlik İşleri Enstitüsü), Charles Fairbanks Jr. (Johns Hopkins Üniversitesi), Douglas Feith (Feith ve Zell Associates), Robert Loewenberg (İleri Stratejik ve Politik Araştırmalar Enstitüsü), Jonathan Torop (Washington Yakın Doğu Politikaları Enstitüsü), David Wurmser (İleri Stratejik ve Politik Araştırmalar Enstitüsü) ve Meyrav Wurmser’den (Johns Hopkins Üniversitesi) oluşuyordu.

Temiz Bir Kopuş: Krallığı Güvence Altına Almak İçin Yeni Bir Strateji, 1996 tarihli bu İsrail politika belgesinin tam adıdır.

ABD, birçok açıdan Tel Aviv’in 1996 tarihli politika belgesinde özetlenen “krallığı” güvence altına alma hedeflerini uyguluyor. Dahası, “krallık” terimi yazarların stratejik zihniyetini ima ediyor.

Bir krallık, bir hükümdar tarafından yönetilen toprakları veya bir hükümdarın yönetimi altında olan ancak fiziksel olarak onların kontrolü altında olmayan ve vasalların yönettiği toprakları ifade eder. Bu bağlamda, krallık kelimesi Orta Doğu’yu Tel Aviv krallığı olarak belirtmek için kullanılıyor. Esasen Pentagon’da kariyer yapmış biri olan Perle’nin İsrail makalesinin yazılmasına yardımcı olması da, krallığın kavramsallaştırılmış hükümdarının İsrail, Amerika Birleşik Devletleri veya her ikisi olup olmadığını sormamıza neden oluyor.

Krallığı Güvence Altına Almak: İsrail’in Şam’ı İstikrarsızlaştırma Planları

1996 tarihli İsrail belgesi, Suriyelileri Lübnan’dan iterek ve Ürdün ve Türkiye’nin yardımıyla Suriye Arap Cumhuriyeti’ni istikrarsızlaştırarak 2000 yılı civarında veya sonrasında “Suriye’yi geri çekmeyi” talep ediyor. Bu sırasıyla 2005 ve 2011’de gerçekleşti.

1996 tarihli belgede şöyle deniliyor:

“İsrail, Türkiye ve Ürdün ile işbirliği yaparak, Suriye’yi zayıflatarak, kontrol altına alarak ve hatta geri çekerek stratejik ortamını şekillendirebilir. Bu çaba, Irak’ta Saddam Hüseyin’i iktidardan uzaklaştırmaya odaklanabilir – kendi başına önemli bir İsrail stratejik hedefi – Suriye’nin bölgesel hırslarını engellemenin bir yolu olarak.” [1]

İsrail’in hakim olduğu bir “Yeni Ortadoğu” yaratma ve Suriye’yi kuşatma yolunda ilk adım olarak, 1996 tarihli belge, Başkan Saddam Hüseyin’in Bağdat’taki iktidardan uzaklaştırılmasını talep ediyor ve hatta Irak’ın Balkanlaştırılmasına ve Sünni Müslüman bir “Orta Irak”ı da içeren Şam’a karşı stratejik bir bölgesel ittifak kurulmasına değiniyor. Yazarlar şunları yazıyor:

“Ancak Suriye bu çatışmaya potansiyel zayıflıklarla giriyor: Şam, Lübnan kanadının dikkatinin dağılmasına izin vermek yerine tehdit edici yeni bölgesel denklemle uğraşmakla çok meşgul. Ve Şam, bir tarafta İsrail, diğer tarafta merkezi Irak ve Türkiye ve ortada Ürdün’ün olduğu ‘doğal eksen’in Suriye’yi sıkıştırıp Suudi Yarımadası’ndan ayıracağından korkuyor.

Suriye için bu, Suriye’nin toprak bütünlüğünü tehdit edecek şekilde Ortadoğu haritasının yeniden çizilmesinin habercisi olabilir.”[2]

Perle ve “2000’e Doğru Yeni İsrail Stratejisi” Çalışma Grubu da Suriyelilerin Lübnan’dan çıkarılması ve Lübnanlı muhaliflerin kullanılarak Suriye’nin istikrarsızlaştırılması çağrısında bulunuyor.

Belgede şöyle deniliyor:

“[İsrail] Suriye’nin dikkatini, Lübnan’daki Suriye kontrolünü istikrarsızlaştırmak için Lübnanlı muhalif unsurları kullanarak başka yöne çekmelidir.” [3] Bu, sözde “Sedir Devrimi”ni başlatan ve yolsuz Said Hariri tarafından kontrol edilen, şiddetle Suriye karşıtı 14 Mart İttifakı’nı yaratan Hariri Suikastı’ndan sonra 2005’te gerçekleşecek olan şeydir.

Belgede ayrıca Tel Aviv’in “dünyaya Suriye rejiminin doğasını hatırlatmak için fırsatı değerlendirmesi” çağrısı yapılıyor. [4]

Bu, açıkça İsrail’in halkla ilişkiler (PR) kampanyaları kullanarak rakiplerini şeytanlaştırma stratejisine uyuyor. 2009’da İsrail haber medyası, Tel Aviv’in büyükelçilikleri ve diplomatik misyonları aracılığıyla, İran başkanlık seçimleri gerçekleşmeden önce bile bir medya kampanyası ve İran büyükelçilikleri önünde protestolar düzenleyerek, seçimleri itibarsızlaştırmak için küresel bir kampanya başlattığını açıkça kabul etti. [5]

Belgede ayrıca Suriye’de şu anda yaşananlara benzeyen bir şeyden de bahsediliyor:

“En önemlisi, İsrail’in Suriye’ye karşı Türkiye ve Ürdün’ün eylemlerini diplomatik, askeri ve operasyonel olarak destekleme konusunda bir çıkarı olması anlaşılabilir bir durumdur; örneğin, Suriye topraklarına giren ve Suriye yönetici elitlerine düşman olan Arap kabileleriyle kabile ittifakları sağlamak gibi.” [6]

Suriye’de 2011 yılında yaşanan ayaklanmayla birlikte, Ürdün ve Türkiye sınırlarından isyancıların hareketi ve silah kaçakçılığı Şam için büyük bir sorun haline geldi.

Bu bağlamda, Arial Sharon ve İsrail’in, Irak’ın İngiliz-Amerikan işgalinden sonra Washington’a Suriye, Libya ve İran’a saldırmasını söylemesi şaşırtıcı değildir. [7] Son olarak, İsrail belgesinin ayrıca İsrail’in jeo-stratejik ortamını şekillendirmek ve “Yeni Orta Doğu”yu oluşturmak için önleyici savaşı savunduğunu bilmekte fayda var. [8] Bu, ABD’nin 2001’de benimseyeceği bir politikadır.

Ortadoğu’daki Hıristiyan Topluluklarının Yok Edilmesi

Mısırlı Hıristiyanların Güney Sudan Referandumu ile Libya krizinin hemen öncesinde saldırıya uğraması tesadüf değil.

Dünyanın en eski Hıristiyan topluluklarından biri olan Iraklı Hıristiyanların, atalarının topraklarını terk ederek sürgüne zorlanmaları da bir tesadüf değil.

ABD ve İngiliz askeri güçlerinin gözetimi altında gerçekleşen Iraklı Hristiyanların göçüyle aynı zamana denk gelen Bağdat’taki mahalleler, Şii Müslümanlar ve Sünni Müslümanların şiddet ve ölüm mangaları tarafından mezhepsel yerleşim birimleri oluşturmaya zorlanmasıyla mezhepselleşti. Bunların hepsi Yinon Planı’na ve daha geniş bir hedefin parçası olarak bölgenin yeniden yapılandırılmasına bağlıdır.

İran’da İsrailliler, İran Yahudi toplumunu ülkeden çıkarmak için boşuna çabalıyor.

İran’daki Yahudi nüfusu aslında Ortadoğu’nun ikinci büyük Yahudi nüfusudur ve tartışmasız dünyanın en eski bozulmamış Yahudi topluluğudur.

İranlı Yahudiler kendilerini tıpkı Müslüman ve Hristiyan İranlılar gibi İran’a bağlı İranlılar olarak görüyorlar ve Yahudi oldukları için İsrail’e taşınmaları gerektiği düşüncesi onlar için saçma.

İsrail , Lübnan’da çeşitli Hristiyan ve Müslüman gruplar ile Dürziler arasındaki mezhepsel gerginlikleri artırmaya çalışıyor.

Lübnan, Suriye’ye sıçrama tahtası konumundadır ve Lübnan’ın birkaç devlete bölünmesi, Suriye’nin birkaç küçük mezhepsel Arap devletine bölünmesinin bir yolu olarak da görülmektedir.

Yinon Planı’nın hedefleri, Lübnan ve Suriye’yi Sünni Müslümanlar, Şii Müslümanlar, Hristiyanlar ve Dürziler için dini ve mezhepsel kimliklere göre birkaç devlete bölmektir . Suriye’de bir Hristiyan göçü için de hedefler olabilir.

Özerk Doğu Katolik Kiliseleri’nin en büyüğü olan Antakya Maruni Katolik Süryani Kilisesi’nin yeni lideri, Levant ve Ortadoğu’daki Arap Hristiyanların tasfiyesinden endişe duyduğunu dile getirdi.

Patrik Mar Beshara Boutros Al-Rahi ve Lübnan ve Suriye’deki diğer birçok Hristiyan lider, Müslüman Kardeşler’in Suriye’yi ele geçirmesinden korkuyor. Irak gibi, gizemli gruplar şimdi Suriye’deki Hristiyan topluluklarına saldırıyor. Kudüs Doğu Ortodoks Patriği de dahil olmak üzere Hristiyan Doğu Ortodoks Kilisesi liderleri de ciddi endişelerini açıkça dile getirdiler. Hristiyan Arapların yanı sıra, bu korkular çoğunlukla Hristiyan olan Asur ve Ermeni toplulukları tarafından da paylaşılıyor.

Şeyh El-Rahi yakın zamanda Paris’teydi ve Cumhurbaşkanı  Nicolas Sarkozy ile görüştü . Maruni Patriği ve Sarkozy’nin Suriye konusunda anlaşmazlıkları olduğu ve bunun Sarkozy’yi Suriye rejiminin çökeceğini söylemeye yönelttiği bildirildi. Patrik El-Rahi’nin pozisyonu Suriye’nin yalnız bırakılması ve reform yapılmasına izin verilmesi gerektiğiydi.

Maruni Patriği ayrıca, Fransa’nın Hizbullah’ın silahsızlanmasını meşru olarak istiyorsa, İsrail’in bir tehdit olarak ele alınması gerektiğini de Sarkozy’ye iletti.

El-Rahi, Fransa’daki konumundan dolayı Lübnan’da kendisini ziyaret eden Suriye Arap Cumhuriyeti’nin Hıristiyan ve Müslüman din adamları tarafından hemen teşekkür edildi.

Lübnan Parlamentosu’ndaki Hristiyan milletvekillerinin çoğunluğunu oluşturan Hizbullah ve Lübnan’daki siyasi müttefikleri de daha sonra Güney Lübnan’a bir gezi düzenleyen Maruni Patriği’ni övdüler.

Şeyh El-Rahi, Hizbullah’a karşı duruşu ve Suriye rejiminin devrilmesini desteklemeyi reddetmesi nedeniyle Hariri liderliğindeki 14 Mart İttifakı tarafından siyasi olarak saldırıya uğruyor. Hariri, Patrik El-Rahi’ye ve Maruni Kilisesi’nin duruşuna karşı çıkmak için aslında bir Hristiyan figürler konferansı planlıyor. El-Rahi tutumunu açıkladığından beri, hem Lübnan’da hem de Suriye’de aktif olan Tahrir Partisi de onu eleştirilerle hedef almaya başladı. Ayrıca üst düzey ABD yetkililerinin de Hizbullah ve Suriye’ye karşı tutumlarından duydukları hoşnutsuzluğun bir göstergesi olarak Maruni Patriği ile görüşmelerini iptal ettikleri bildirildi.

Lübnan’daki Hariri liderliğindeki 14 Mart İttifakı, her zaman popüler bir azınlık olmuştur (parlamento çoğunluğuyken bile), ABD, İsrail, Suudi Arabistan, Ürdün ve Suriye’de şiddet ve terörizm kullanan gruplarla el ele çalışmaktadır. Müslüman Kardeşler ve Suriye’deki diğer sözde Selefi gruplar, Hariri ve 14 Mart İttifakı’ndaki Hristiyan siyasi partilerle gizli görüşmelerde bulunmakta ve koordinasyon sağlamaktadır. Bu nedenle Hariri ve müttefikleri Kardinal El-Rahi’ye karşı dönmüştür. Ayrıca, Fetih El-İslam’ı Lübnan’a getiren ve şimdi bazı üyelerinin Suriye’ye gidip savaşmalarına yardım eden Hariri ve 14 Mart İttifakı’ydı.

Suriyeli sivilleri ve Suriye Ordusunu hedef alan ve kaos ve iç çatışma yaratmayı amaçlayan kimliği belirsiz keskin nişancılar var. Suriye’deki Hristiyan toplulukları da kimliği belirsiz gruplar tarafından hedef alınıyor. Saldırganların, içeride bazı Suriyelilerle birlikte çalışan ABD, Fransa, Ürdün, İsrail, Türkiye, Suudi Arabistan ve Haliç (Körfez) Arap güçlerinden oluşan bir koalisyon olması çok olası.

Washington, Tel Aviv ve Brüksel tarafından Orta Doğu’ya bir Hristiyan göçü planlanıyor. Şeyh El-Rahi’ye Paris’te Cumhurbaşkanı Nicolas Sarkozy tarafından Levant ve Orta Doğu’daki Hristiyan topluluklarının Avrupa Birliği’ne yerleşebileceği söylendiği bildirildi . Bu nazik bir teklif değil.

Bu, Orta Doğu’nun kadim Hristiyan topluluklarını ortadan kaldırmak için koşulları kasıtlı olarak yaratan aynı güçlerin yüzüne attığı bir tokattır. Amaç, Hristiyan topluluklarını bölge dışına yerleştirmek veya onları yerleşim bölgelerine ayırmak gibi görünüyor. Her ikisi de hedef olabilir.

Bu proje, Arap uluslarını yalnızca Müslüman uluslar olarak tanımlamayı amaçlıyor ve hem Yinon Planı’na hem de ABD’nin Avrasya’yı kontrol etme jeopolitik hedeflerine uyuyor. Büyük bir savaş sonucu olabilir. Arap Hristiyanlar artık siyah tenli Araplarla çok ortak noktaya sahip.

Afrika’nın Yeniden Bölünmesi: Yinon Planı Canlı ve Çalışıyor…

Afrika ile ilgili olarak, Tel Aviv Afrika’nın güvenliğini sağlamayı daha geniş çevresinin bir parçası olarak görüyor. Bu daha geniş veya sözde “yeni çevre”, Pehlevi döneminde İsrail’in en yakın müttefiklerinden biri olan İran’ı da içeren Araplara karşı “eski çevre”nin 1979 İran Devrimi ile çöküp dağılmasından sonra Tel Aviv için bir jeo-strateji temeli haline geldi. Bu bağlamda, İsrail’in “yeni çevresi” Etiyopya, Uganda ve Kenya gibi ülkelerin Arap devletlerine ve İran İslam Cumhuriyeti’ne karşı dahil edilmesiyle kavramsallaştırıldı. İsrail’in Sudan’ın Balkanlaştırılmasında bu kadar derin bir şekilde yer almasının nedeni budur.

Orta Doğu’daki mezhepsel bölünmelerle aynı bağlamda, İsrailliler Afrika’yı yeniden yapılandırmak için planlar hazırladılar . Yinon Planı, Afrika’yı üç yönü temel alarak tasvir etmeyi amaçlıyor: (1) etno-dilbilim; (2) ten rengi; ve son olarak, (3) din. Krallığı güvence altına almak için, Perle’yi de içeren İsrail düşünce kuruluşu İleri Stratejik ve Politik Çalışmalar Enstitüsü’nün (IASPS) Pentagon’un ABD Afrika Komutanlığı’nın (AFRICOM) kurulması için de baskı yaptığı da oldu.

Arap ve Afrika kimliğinin birleşme noktasını ayırma girişimi devam ediyor. Afrika’da sözde “Siyah Afrika” ile sözde “Siyah olmayan” Kuzey Afrika arasında ayrım çizgileri çizmeyi amaçlıyor. Bu, Afrika’da varsayılan “Araplar” ile sözde “Siyahlar” arasında bir bölünme yaratma planının bir parçası.

Bu amaç, “Afrika Güney Sudanı” ve “Arap Kuzey Sudanı” gibi gülünç kimliklerin beslenmesinin ve desteklenmesinin nedenidir. Bu aynı zamanda, Libya’yı “renk temizleme” kampanyasında siyah tenli Libyalıların hedef alınmasının nedenidir. Kuzey Afrika’daki Arap kimliği, Afrika kimliğinden koparılıyor. Aynı zamanda, “siyah tenli Arapların” büyük nüfuslarını ortadan kaldırmaya yönelik bir girişim var, böylece “Siyah Afrika” ile yeni “Siyah olmayan” Kuzey Afrika arasında net bir ayrım olacak ve bu da kalan “Siyah olmayan” Berberiler ve Araplar arasında bir savaş alanına dönüştürülecek.

Aynı bağlamda, Sudan ve Nijerya gibi yerlerde Afrika’daki Müslümanlar ve Hristiyanlar arasında gerginlikler körükleniyor ve böylece daha fazla sınır ve kırılma noktası yaratılıyor. Ten rengi, din, etnik köken ve dil temelinde bu bölünmelerin körüklenmesi, Afrika’da ayrışmayı ve bölünmeyi körükleme amacını taşıyor. Bunların hepsi, Kuzey Afrika’yı Afrika kıtasının geri kalanından ayırmaya yönelik daha geniş bir Afrika stratejisinin bir parçası.

“Medeniyetler Çatışması” için Satranç Tahtasını Hazırlamak

İşte bu noktada tüm parçaların bir araya getirilmesi ve noktaların birleştirilmesi gerekiyor.

“Medeniyetler Çatışması” için satranç tahtası sahneleniyor ve tüm satranç taşları yerlerine yerleştiriliyor.

Arap Dünyası kuşatılıyor ve keskin hatlar oluşturuluyor.

Bu ayrım çizgileri, farklı etno-dil, ten rengi ve din grupları arasındaki kesintisiz geçiş çizgilerinin yerini alıyor.

Bu şemaya göre, toplumlar ve ülkeler arasında artık bir kaynaşma geçişi olamaz. Bu yüzden Orta Doğu ve Kuzey Afrika’daki Kıptiler gibi Hristiyanlar hedef alınıyor. Bu yüzden siyah tenli Araplar ve siyah tenli Berberiler ve siyah tenli diğer Kuzey Afrika nüfus grupları Kuzey Afrika’da soykırımla karşı karşıya kalıyor.

Irak ve Mısır’dan sonra, Libya Arap Cemahiriyesi ve Suriye Arap Cumhuriyeti sırasıyla Kuzey Afrika ve Güneydoğu Asya’da bölgesel istikrarsızlığın önemli noktalarıdır. Libya’da olanların Afrika üzerinde dalga etkileri olacak, Suriye’de olanların ise Güneydoğu Asya ve ötesinde dalga etkileri olacak. Hem Irak hem de Mısır, Yinon Planı’nda belirtilenlerle bağlantılı olarak, bu iki Arap devletinin istikrarsızlaşması için temel oluşturmuşlardır.

Sahnelenen şey, Şii-Sünni çatışması yüzünden kargaşa içinde olacak, yalnızca “Müslüman Orta Doğu” bölgesinin (İsrail hariç) yaratılmasıdır. Benzer bir senaryo, Araplar ve Berberiler arasında bir çatışma ile karakterize edilecek olan “Siyah olmayan Kuzey Afrika” bölgesi için sahneleniyor. Aynı zamanda, “Medeniyetler Çatışması” modeli altında, Orta Doğu ve Kuzey Afrika’nın aynı anda sözde “Batı” ve “Siyah Afrika” ile çatışma içinde olması planlanıyor.

Bu nedenle hem Fransa’da Nicolas Sarzoky hem de İngiltere’de David Cameron, Libya’daki çatışmanın başlangıcında, kendi Batı Avrupa toplumlarında çok kültürlülüğün öldüğü yönündeki açıklamaları üst üste yaptılar. [9] Gerçek çok kültürlülük, NATO savaş gündeminin meşruiyetini tehdit ediyor. Ayrıca, ABD dış politikasının temel taşını oluşturan “Medeniyetler Çatışması”nın uygulanmasının önünde bir engel teşkil ediyor.

Bu bağlamda, ABD’nin eski Ulusal Güvenlik Danışmanı Zbigniew Brzezinski , çokkültürlülüğün Washington ve müttefikleri için neden bir tehdit olduğunu şöyle açıklıyor:

“[A]merika giderek daha çok kültürlü bir toplum haline geldikçe, dış politika konularında (örneğin Arap Dünyası, Çin, İran veya Rusya ve eski Sovyetler Birliği ile savaş) bir fikir birliği oluşturması, gerçekten büyük ve yaygın olarak algılanan doğrudan bir dış tehdit durumu dışında, daha zor olabilir.

Böyle bir fikir birliği genel olarak II. Dünya Savaşı boyunca ve hatta Soğuk Savaş sırasında bile mevcuttu [ve şu anda ‘Küresel Teröre Karşı Savaş’ nedeniyle mevcuttur].” [10]

Brzezinski’nin bir sonraki cümlesi halkların savaşlara neden karşı çıkacaklarını veya destekleyeceklerini açıklayan bir niteleyicidir:

“[Konsensüs], ancak, kamuoyunun tehdit altında olduğunu hissettiği derinden paylaşılan demokratik değerlere değil, aynı zamanda düşmanca totalitarizmlerin çoğunlukla Avrupalı ​​kurbanlarına karşı kültürel ve etnik yakınlığa da dayanıyordu.” [11]

Tekrarlama riskini göze alarak şunu bir kez daha belirtmek gerekir ki, Ortadoğu-Kuzey Afrika (MENA) bölgesi ile sözde “Batı Dünyası” ve Sahra Altı Afrika arasındaki bu kültürel yakınlıkları kırmak amacıyla Hıristiyanlar ve siyah tenli halklar hedef alınmaktadır.

Etnosentrizm ve İdeoloji: Günümüzün “Adil Savaşlarını” Haklı Çıkarmak

Geçmişte, Batı Avrupa’nın sömürgeci güçleri halklarına öğretiler verirdi. Amaçları sömürgeci fetih için halk desteği elde etmekti. Bu, silahlı tüccarların ve sömürge ordularının desteğiyle Hıristiyanlığı yaymak ve Hıristiyan değerlerini teşvik etmek şeklinde gerçekleşti.

Aynı zamanda ırkçı ideolojiler ortaya atıldı. Toprakları sömürgeleştirilen insanlar “alt-insan”, aşağı veya ruhsuz olarak tasvir edildi. Son olarak, sözde “dünyanın medeniyetsiz halklarını” medenileştirme misyonunu üstlenen “Beyaz Adam’ın yükü” kullanıldı. Bu tutarlı ideolojik çerçeve, sömürgeciliği “haklı bir dava” olarak tasvir etmek için kullanıldı. İkincisi ise, yabancı toprakları fethetme ve “medenileştirme” aracı olarak “haklı savaşlar” yürütmeye meşruiyet kazandırmak için kullanıldı.

Bugün, Birleşik Devletler, Britanya, Fransa ve Almanya’nın emperyalist tasarımları değişmedi. Değişen şey, neo-kolonyal fetih savaşlarını yürütme bahaneleri ve gerekçeleridir. Sömürge döneminde, savaş yürütme anlatıları ve gerekçeleri, Britanya ve Fransa gibi sömürgeci ülkelerde kamuoyu tarafından kabul ediliyordu. Günümüzün “haklı savaşları” ve “haklı davaları” artık kadın hakları, insan hakları, hümanizm ve demokrasi bayrakları altında yürütülüyor.

Mahdi Darius Nazemroaya, Ottawa, Kanada’dan ödüllü bir yazardır. Montreal’deki Küreselleşme Araştırmaları Merkezi’nde (CRG) Sosyolog ve Araştırma Görevlisidir.

Kuzey Afrika’da “Arap Baharı”nın eylem halindeki bir tanığıydı. NATO bombalama kampanyası sırasında Libya’da sahada iken, Berkeley, California’dan yayınlanan sendikasyonlu araştırmacı KPFA programı Flashpoints için Özel Muhabirdi.


NOTLAR

[1] Richard Perle ve diğerleri , A Clean Break: A New Strategy for Securing the Realm (Temiz Bir Kopuş: Alanı Güvence Altına Almak İçin Yeni Bir Strateji ) (Washington, DC ve Tel Aviv: İleri Stratejik ve Siyasi Çalışmalar Enstitüsü), 1996.
[2] Aynı eser.
[3] Aynı eser.
[4] Aynı eser.
[5] Barak Ravid, “İsrail diplomatlarına İran’a karşı PR savaşında saldırgan olmaları söylendi,” Haaretz , 1 Haziran 2009.
[6] Perle ve diğerleri , Clean Break, a.g.e.
[7] Aluf Benn, “Sharon diyor ki ABD ayrıca İran, Libya ve Suriye’yi silahsızlandırmalı,” Haaretz , 30 Eylül 2009.
[8] Richard Perle ve diğerleri , Clean Break, a.g.e.
[9] Robert Marquand, “Neden Avrupa çokkültürlülükten uzaklaşıyor,” Christian Science Monitor , 4 Mart 2011.
[10] Zbigniew Brzezinski, Büyük Satranç Tahtası: Amerikan Önceliği ve Jeostratejik Zorunlulukları (New York: Basic Books Ekim 1997), s.211.
[11] Aynı.


Bu makalenin orijinal kaynağı Global Research’tür Telif Hakkı © Mahdi Darius Nazemroaya , Küresel Araştırma, 2024

Preparing the Chessboard for the “Clash of Civilizations”: Divide, Conquer and Rule the “New Middle East”

Posted in ABD - AB - EMPERYALIZM, BOP, KÜRESEL POLİTİKALAR, ORTADOĞU ÜLKELERİ | Leave a comment

FEYM Grubu ve AYAcademy Bilgilendirme Bülteni (29 Aralık 2024)

FEYM Grubu ve AYAcademy
Bilgilendirme Bülteni
(29 Aralık  2024)


1. Ermeni Meselesi / Ermeni Haberlerindeki İddialar / Azerbaycan ile İlgili Gelişmeler:

a.  Ermenistan büyükelçisi Belarus’a geri dönmeyecek. Ermenistan’ın Belarus Büyükelçisi Razmik Khumaryan’ı Belarus’a geri gönderme planı yok. Khumaryan, Haziran 2024’te istişareler için Ermenistan’a geri çağrılmıştı ve o zamandan beri Minsk’e geri dönmedi. Karar, geçen Perşembe günü St. Petersburg’da düzenlenen Yüksek Avrasya Ekonomi Konseyi zirvesi sırasında Ermenistan Başbakanı Nikol Pashinyan ile Belarus Devlet Başkanı Alexander Lukaşenko arasında yaşanan bir tartışmanın ardından geldi.  https://www.panorama.am/en/news/2024/12/28/Armenian-ambassador-Belarus/3096454

b.  Kanada merkezli Lydian Canada Ventures şirketinin üst düzey yöneticisi, önümüzdeki yılın sonuna kadar Ermenistan’ın devasa Amulsar altın yatağında gecikmiş madencilik operasyonlarına başlamak için ihtiyaç duyulan 150 milyon dolarlık ek finansmanı güvence altına almaya yakın olduğunu söyledi. Lydian Canada Ventures’ın Ermeni yan kuruluşunun yönetici direktörü Hayk Aloyan, şirketin multimilyon dolarlık projeyi finanse etmekle ilgilenen birkaç Ermeni bankasıyla görüştüğünü doğruladı. Önümüzdeki ay bu bankalarla bir anlaşmaya varmayı umduğunu söyledi.  https://massispost.com/2024/12/operations-at-armenias-amulsar-gold-deposit-to-resume-next-year/

c.  Putin, Azerbaycan uçağının Rus hava sahasında düşürülmesi nedeniyle Aliyev’den özür diledi. Rusya Devlet Başkanı Vladimir Putin ve Azerbaycan Devlet Başkanı İlham Aliyev, Rus tarafının inisiyatifiyle bir telefon görüşmesi yaptı. Görüşmede 25 Aralık’ta Kazakistan’ın Aktau kenti yakınlarında Azerbaycan Hava Yolları’na ait bir yolcu uçağının düşmesiyle ilgili konular ayrıntılı olarak ele alındı. Putin, trajik olayın Rus hava sahasında meydana gelmesi nedeniyle özür diledi ve bir kez daha kurbanların ailelerine derin ve içten başsağlığı, yaralılara ise acil şifalar diledi. Görüşmede, programa uygun hareket eden Azerbaycan yolcu uçağının Grozni havaalanına defalarca inmeye çalıştığı kaydedildi. Aynı zamanda Grozni, Mozdok ve Vladikavkaz’a Ukrayna savaş dronları tarafından saldırı düzenlendiği ve Rus hava savunma sistemlerinin bu saldırıları püskürttüğü belirtildi.  https://news.am/eng/news/859440.html

https://www.azernews.az/nation/235806.html

ç.  Ermenistan Dışişleri Bakanı ve Litvanyalı meslektaşı Ermenistan-AB ortaklığını derinleştirme imkanlarını görüştü. Ermenistan Dışişleri Bakanı Ararat Mirzoyan, Litvanya Dışişleri Bakanı Kestutis Budrys ile bir telefon görüşmesi gerçekleştirdi. Muhataplar, demokratik reformlardan aktif sektörel işbirliğine ve bu işbirliğinin güçlendirilmesine kadar çeşitli karşılıklı ilgi alanlarını içeren Ermenistan ve Litvanya arasındaki ortaklığın çok yönlü gündemine değindi. Mirzoyan ve Budrys ayrıca Ermenistan ve Avrupa Birliği (AB) arasındaki ortaklığı derinleştirme imkanlarını görüştüler ve Litvanya’nın bu konuda sağladığı sürekli desteği vurguladılar. Her iki taraf da Ermenistan ile İskandinav-Baltık ülkeleri (NB8) arasındaki iş birliğini genişletme konusundaki ilgilerini vurguladılar.  https://news.am/eng/news/859335.html

d.  Azerbaycan Dışişleri Bakanlığı, 2024 yıllık basın bülteninde, Azerbaycan-NATO ortaklığının devam eden önemini vurgulayarak, sürdürülen siyasi diyalog, pratik işbirliği ve karşılıklı ziyaretleri vurguladı. Basın bülteninde şunlar kaydedildi: “Askeri-politik konularda çok taraflı ve ikili dış politika faaliyetleri yıl boyunca devam etti. Ayrıca Azerbaycan’ın Barış İçin Ortaklık Çerçeve Belgesi’ne katılımının 30. yıl dönümü 2024 yılında anıldı ve bu çerçevede bir dizi etkinlik düzenlendi.”  https://www.azernews.az/nation/235805.html

e.  “Ermeni Meselesi, AİHM Kararı ve Gerçekler” konusu ile düzenlenen Milli Merkez Panelinde Sn. Şükrü Server AYA tarafından yapılan konuşmaya aşağıdaki linkten erişim sağlanabilmektedir. https://www.youtube.com/watch?v=q3NuW9imFOg&list=PL-vfn1ScT4uzuGT5TFi2Hkrm8lVhAgd3d&index=8

2.  Yunan Sorunları / Yunan Haberlerindeki İddialar “” işareti içinde gösterilmiştir / Kıbrıs ile İlgili Gelişmeler:

a.  Yunan Haberleri “İtalyan Piaggio Aerospace’in Türk drone şirketi Bayraktar tarafından satın alınması Libya ve Akdeniz’deki durumu değiştiriyor. Erdoğan’ın stratejik hamlesi, Yunanistan için feci sonuçlar doğuracak huku dışı Türk-Libya mutabakatını meşrulaştırmaya çalışıyor. Baykar’ın bu satın almayla Avrupa havacılık pazarındaki nüfuzunu genişletirken, tarihi mirası Piaggio’yu koruyup üretim kapasitesini artıracağına dikkat çekildi.” https://www.pentapostagma.gr/ethnika-themata/ellinotoyrkika/7283567_i-exagora-tis-italikis-piaggio-aerospace-apo-tin-toyrkiki

b.  Yunan Haberleri “Erdoğan’ın Suriye ve Güneydoğu Akdeniz’deki İsrail-Yunanistan-Kıbrıs enerji planlarını iptal eden şeytani planı. Yunanistan-GKRY MEB’inin sınırlarının belirlenmesi artık açıkça Güneydoğu Akdeniz’i bir “Türk gölüne” dönüştürmeye çalışan Erdoğan’ın doymak bilmez planlarına karşı tek yol haline geliyor. Türkiye artık Suriye’yi Türkleştirme ve Güneydoğu Akdeniz’in deniz haritasını değiştirme yönünde net bir rota çizmiştir. Bu, Türkiye’nin şu duyurusuyla kanıtlanmıştır:

1. Türk-Libya mutabakatının standartlarına göre 2025 yılı başında Suriye ile MEB’inin sınırlandırılması.

2. Suriye’de en az iki (2) Türk askeri üssünün kurulduğunun duyurulması.

3. Yeni Suriye ordusunun Türkiye’den teçhizat alımı ve eğitimi.

4. Suriye’nin yeniden inşasının Türkiye ve Katar tarafından üstlenilmesi.

5. SDG’deki Suriyeli Kürtlerin yok edilmesi ve Kuzeydoğu Suriye’den sürülmesi, ABD-İsrail’in istediği gibi bir Kürt devletinin kurulamaması. Türkiye’nin nihai hedefi, önerdikleri gibi sadece Suriye ekonomisinin toparlanmasına yardım etmek değil, Suriye’yi AB için bir enerji merkezi haline getirecek büyük bir plana hizmet etmektir. Erdoğan aslında Kuzey Suriye üzerinden, Kürtlerin yaşadığı bölgeleri tamamen bypass edecek ve ABD’nin seçtiği AB-Hindistan rotasına karşı Irak-Suriye-Türkiye-AB üzerinden Türk enerji-ticaret rotasını başarıya ulaştırmaya çalışıyor.

6. Şu anda SDG Kürtleri ve ABD tarafından işgal edilen Kuzey Suriye’deki petrol sahalarının Türk-Cihatçılar tarafından ortak sömürüsü.”  https://www.pentapostagma.gr/ethnika-themata/ellinotoyrkika/7283548_sataniko-shedio-erntogan-se-syria-kai-na-mesogeio-poy

3.  AYAcademy Bülteni

Bilim Susunca (Kitap Tanıtımı)” başlığı ile yayınlanan akademik makaleye ilişkin bilgiler ve erişim linki AYAcademy’nin aşağıdaki sosyal medya kanal linklerinde yayınlanmaktadır.

https://www.instagram.com/ayacademy.org.tr/
https://www.facebook.com/ayacademy.org.tr/
https://www.linkedin.com/company/ayacademy/
https://www.threads.net/@ayacademy.org.tr
https://www.tiktok.com/@ayacademy.org.tr
https://twitter.com/ayacademy_tr
https://t.me/AYAcademyTelegram
https://www.youtube.com/@AYAcademy_TR

Saygılarımla,

Serkan KORKMAZ

Posted in ERMENİ SORUNU, FEYM GRUBU ÇALIŞMALARI | Leave a comment