Yasal Uyarı
Bu BLOG içinde yer alan yazı ve görseller kişisel kullanım ve/veya bilgi paylaşma amacı ile sınırlıdır, hiç bir ticari amacı yoktur.
Bu BLOG içindeki yazı ve görselleri paylaşırken kaynak göstermeniz rica olunur.
The contents of this BLOG are limited to personal use and/or information sharing, and there is NO COMMERCIAL purpose.
Arama
Takvim
-
Yeni Yazılar
- TARİHTEN GÜNÜMÜZE DERSLER; SULTAN ABDÜLHAMİT KIBRIS’I İNGİLİZLERE NASIL VERDİ?
- Bir F-35’te kaç kilo Nadir Toprak Elementi Var? İşte MİT’in NTE Raporu
- DENİZ KÜLTÜRÜ * GEMİLER, GEMİCİLER, DENİZCİ TÖRELERİ * Akdeniz Denizcilerine Özgü İnançlar
- Cumhuriyet’in şeker fabrikaları
- Askeri hastaneler açılmalıdır * Bunun en açık kanıtı son zamanlarda verilen şehit haberlerinin “kaldırıldığı hastanede kurtarılamayarak şehit olmuştur.” şeklinde verilmesidir. Hastanelerde şehit olanların sayısı cephede şehit olanları geçmiştir.
Arşivler
Kategoriler
Who's Online
45 visitors online now7 guests, 38 bots, 0 membersSeçenekler
FEYM Grubu ve AYAcademy Bilgilendirme Bülteni (15 Şubat 2025)
FEYM Grubu ve AYAcademy
Posted in ERMENİ SORUNU, FEYM GRUBU ÇALIŞMALARI
Leave a comment
VAHDETTİN’İN TORUNLARI * İKİNCİ CUMHURİYETÇİLER
ÖRNEK; AKP’nin Balıkesir eski milletvekili Tülay Babuşçu, Cumhurbaşkanı’na yaranmak için; Yedi sene önce, 15.11.2017 tarihinde “Muhteşem bir zeka. Tabii ki Sn. Cumhurbaşkanımızın zekası. 600 yıllık İmparatorluğun 90 yıllık reklam arası sona erdi” diye yazmıştı. Bunlar Şeyh Sait artıklarıdır. Atatürk ve arkadaşları için idam fermanı çıkartan sultan Vahdettin’in, şeyhülislam Dürrizade Abdullah’ın genlerini taşıyan torunlardır. 3 kuruşluk bir ikbal ve koltuk için tarihlerine ihanet ederek geçmişlerini, tarihlerini, milli kahramanlarını kötüleyenlerdir.
Bu cumhuriyet düşmanının “600 yıllık İmparatorluğun 90 yıllık reklam arası sona erdi” deyişi yetmedi, İnönü Savaşlarının muzaffer komutanı, Lozan Fatihi İsmet İnönü için, “BİZANS DOSTU KAHPE İNÖNÜ” TWEETİNİ RT eden cumhuriyet düşmanıdır. Görülüyor ki, arşiv unutmuyor.
Naci Kaptan
Cumhuriyet’e parantez diyenler kim?
SÖZCÜ – Naim Babüroğlu
Yıl 1920… Mustafa Kemal Paşa ve arkadaşları, Padişah Vahdettin’e rağmen Millî Mücadele’yi yürütürler. Millî Mücadele, sadece işgalcilere karşı verilmiyordu. İşgalcilerle işbirliği yapan Vahdettin’in desteklediği isyancılar, Mustafa Kemal Paşa’ya savaş açmışlardı.
10 Nisan 1920…Dönemin Şeyhülislamı Dürrizade Abdullah’tır. Vahdettin’in onayıyla verdiği fetvalar, İngiliz ve Yunan uçaklarıyla Anadolu’ya atılır. İşbirlikçi gazetelerde yayımlanır. Bu fetvalar, Rumlar, Ermeniler, Hürriyet ve İtilaf Partisi tarafından dağıtılır.
Fetvaların özeti şöyledir: “Padişahın izni olmadan işgalcilere karşı duranları, asker ve para toplayanları tek tek veya topluca öldürmek, din gereği ve görevidir! Milliyetçi öldürenler gazi sayılır, bu yolda ölenler şehit!”
Vatanın namusunu kirleten, Padişah türbelerini ayaklarıyla ezen işgalciler, Padişah Vahdettin ve Şeyhülislam için çok muteberdi… Vatanın, milletin namus ve şerefini kurtarmak için kanlarını döken kahramanlar ise haindi…
Padişah’ın Başbakanı Damat Ferit’tir…Damat Ferit Hükümeti’nin Adalet Bakanı Ali Rüştü, “Yunan ordusunun başarısı için dua edilmesini” ister.
11 Mayıs 1920… İstanbul Hükümeti’nin Harp Divanı, Mustafa Kemal’i ve kadrosunu idama mahkûm eder. 24 Mayıs 1920… Padişah Vahdettin, idam kararlarını geciktirmeden onaylar.
Ve, 10 Ağustos 1920… Osmanlı Devleti’nin Eğitim Bakanı Hadi Paşa, Danıştay Başkanı Rıza Tevfik ve Bern Elçisi Reşat Halis tarafından oluşan Osmanlı Heyeti, Paris’te Sevr Antlaşması’nı imzalar.
Sevr Antlaşması’na göre, Osmanlı Devleti tarih sahnesinden siliniyordu.
Anadolu parçalanıyor, Doğu Anadolu’da bir Ermeni devleti, Güneydoğu’da özerk bir Kürdistan kuruluyordu.
19 Ağustos 1920…Ankara’da Mustafa Kemal Paşa’nın kurduğu TBMM, Sevr’i tanımadığını ilan eder. Sultan Alparslan’ın emanetine sahip çıkar.
Ve Üç Mustafa… Mustafa Kemal, Mustafa İsmet, Mustafa Fevzi… Ve vatandan başka sevgili tanımayan o kahraman Ordu ve o kuşak… Yokluk ve kıtlık içinde, dünya savaş tarihinin altın harflerle kaydedeceği muhteşem bir zafer kazanırlar.
Türk Milleti’nin idam fermanını, Sevr’i çöpe atarlar…Hangi koşullarda?
Ayaklarında ayakkabı yoktur, savaş için doğru dürüst kıyafetleri yoktur.
17 Kasım 1922… Vahdettin, Türkiye’den kaçar ve İngiltere’ye sığınır. 24 Temmuz 1923… Lozan Barış Antlaşması imzalanır. Bazı çeyrek eğitimlilerin, Lozan’ı küçümsediklerine bakmayın siz…
İngiliz Devlet Adamı Churchill, Lozan için şunları söyler: “Türklerin yeniden Avrupa’ya girmeleri Müttefikler için en kötü aşağılanmadır.”
Lozan, Sevr’in çöpe atılmasıdır. Türkiye Cumhuriyeti Devleti’nin tapusudur.
PKK bölücü terör örgütü, bağımsız bir Kürdistan kurulmasını engellediği için Lozan’a çok öfkelidir. Ama, Sevr’e sevdalıdır… İşgalciler, Sevr çöpe atıldığı için yaşadıkları hayal kırıklığını unutmazlar. Bunların tümü… Sevr’i çöpe atan, Mustafa Kemal Atatürk’ü sevmezler.
Gel zaman, git zaman…
2025 yılında, bir “Barış Süreci” başlatılır…
Sanırsın, Türkiye’de savaşan taraflar var!..
İmralı’daki terörist başı, anahtar rolündedir…
Halkların Eşitlik ve Demokrasi (DEM) Partisi Heyeti, İmralı’yla görüşür. DEM Parti Heyeti’nden Ahmet Türk, açıklamasında 100 yıllık hayalini yedi sözcükte özetler:
“Biz kardeştik, son 100 yılda ilişkimiz bozuldu.”
Yani, Sevr kardeşliğimizi sağlıyordu,
Lozan, kardeşliğimizi bitirdi.
PKK terör örgütü başı Öcalan’ın hedefi de çok açık: “Lozan’ın güncellenmesinde, hem Kürtler hem de Türkler kazanacaktır.” Yani, Sevr’de yer alan “Kürdistan”ın kurulması gereklidir.
Barzani, hayalini daha önce açıklamıştı: “Kürtlere gelince, 1923 tarihinde yapılan Lozan Barış Antlaşması’ndan bu yana bağımsızlığı hayal ediyor…” Yani, Sevr’e dönüş olsun.
Atatürk’le ve Cumhuriyet’le problemi olanlar da Türkiye Cumhuriyeti’nin 1923’te açılan bir parantez olduğunu söylerler. Artık, bu parantezin kapanma zamanının geldiğini belirtirler.
Sevr’i hayal edenlerle, Cumhuriyet’in bir parantez olduğunu söyleyenlerin ortak sevdası vardır: Şeyh Sait… İngilizlerin desteklediği Şeyh Sait’in amacı da PKK’nın hedefiyle aynıdır…
Ve, “Yeni Türkiye”, işte budur… Şeyh Sait’i kahraman olarak görenlerin, bu vatanı kanlarıyla yeşerten kahramanlara parmak salladığı bir ülkedir Türkiye.
Napoli ruhunun, aşkın ve şansın bir simgesi: ‘Cornicello
Giada Zampano/Copyright 2025 The AP
Napoli ruhunun, aşkın ve
şansın bir simgesi: ‘Cornicello
Euronews – Anil Can Tuncer -14/02/2025
Bu sembolün kökenleri Antik Yunan ve Roma mitolojisine kadar uzanıyor. Boynuzun kıvrımlı yapısı ve kırmızı rengi, doğurganlık tanrısı Priapos ile ilişkilendiriliyor.
Napoli denince akla ilk gelenler mutfağı, müziği ve zengin kültürü olabilir, ancak bu büyüleyici İtalyan şehrinin bir başka ikonik geleneği daha var: Cornicello. Şans, aşk ve bereketin sembolü olan bu küçük kırmızı boynuz, özellikle Sevgililer Günü’nde sevilen bir hediye haline gelmiş durumda.
İtalya’nın ünlü kentine özgü Cornicello kıvrımlı, boynuz şeklinde bir sembol olarak kötü enerjilerden korunma ve bereket getirme amacıyla kullanılıyor. Parlak kırmızı rengi, negatif enerjilere karşı güçlü bir panzehir olarak kabul ediliyor. Aynı zamanda tutkunun, gücün ve doğurganlığın sembolü kabul ediliyor.
Ancak bu dileklerin ‘etkili’ olması için bazı geleneklere uyulması gerekiyor: Cornicello satın alındığı gibi mutlaka hediye edilmelidir. İşte bu yüzden yıllar içinde özellikle Sevgililer Günü’nde aşıkların birbirine verdiği anlamlı bir armağan haline geldi.
Bu sembolün kökenleri Antik Yunan ve Roma mitolojisine kadar uzanıyor. Boynuzun kıvrımlı yapısı ve kırmızı rengi, doğurganlık tanrısı Priapos ile ilişkilendiriliyor. Napoli’nin usta zanaatkarları, bu uğurlu tılsımları kırmızı mercan, toprak seramik, altın ve gümüşten büyük bir titizlikle el işçiliğiyle üretiyor. Ancak asıl önemli detay şu: Gerçek bir cornicello pürüzlü, gözenekli bir yapıya sahip olmalı ki ‘kötü enerjileri içine çekebilsin’ ve sahibini koruyabilsin.
El yapımı geleneği
Napoli’nin tarihi San Gregorio Armeno bölgesinde, Cosmos adındaki küçük atölyenin kurucusu 30 yaşındaki Delia D’Alessandro, orijinal cornicello üretmenin önemine dikkat çekiyor.
“Gerçek bir cornicello, mutlaka Napoli’de, el işçiliğiyle yapılmalı,” diyor. Kız kardeşi Serena ile birlikte, ailesinden öğrendiği sanatı yaşatarak şehir kültürüne katkı sunmaya devam ediyor.
Napoli kültürüne kök salmış bu gelenek, sanat dünyasında da kendine yer bulmuş durumda. Ünlü Napolili heykeltıraş ve ressam Lello Esposito, cornicello figürünü modern sanat ile buluşturuyor. Esposito, sanat hayatına Napoli’nin dar sokaklarında Pulcinella kuklaları yaparak başlamış. Bugün ise Scuderie Sansevero adlı tarihi bir atölyede devasa boynuz heykelleri üretiyor. Esposito, “Kırmızı, tutkunun ve enerjinin rengidir,” diyerek bu figürün kökenlerini Pompeii’deki antik fallus sembollerine dayandırıyor. Ona göre, cornicello 2.000 yıldan uzun süredir var olan bir uğur tılsımı.
Bugün Napoli’den çıkan bu şans tılsımı, dünyanın dört bir yanına yayılıyor. Esposito’nun dev boynuz heykelleri, Bangkok Sanat Bienali gibi uluslararası sergilerde yerini alarak Napoli kültürünü dünyaya tanıtmaya devam ediyor.
Posted in Uncategorized
Leave a comment
TURHAN ÇÖMEZ, ERDOĞAN TARTIŞMASI * “Sen gece yarısı kız yurduna nasıl gidersin?”
Posted in VİDEOLAR, YOLSUZLUKLAR, YOZLAŞMA - AHLAKSIZLIK
Leave a comment
Aptallar kontrolsüz bir şekilde çoğaldı! * Akp’nin %97 oy aldığı Urfa’nın Harran ilçesinde üniversite mezunu %3 Akp’nin %3 oy aldığı Tunceli’de üniversite mezunu %97
Prof. Dr. CELAL ŞENGÖR
Aptallar kontrolsüz bir şekilde çoğaldı!
Bu ülkede okullarda zorunlu ‘DÜN’ dersi verilmeli, çabuk unutuyoruz. 100 yıl önce “Beni Türk hekimlerine emanet ediniz” diyen bir anlayıştan “giderlerse gitsinler” diyen bir anlayışla karşı karşıyayız. Daha neler göreceğiz.
Biri emlak zengini iken diğerinin kendini asması. Bir bebeğe doğar doğmaz tektaş yüzük alıp, diğerinin mama bulamaması. Günde 2 saat calışan imamın 41.222 TL alıp, 12 saat çalışan işçinin 26.104 TL alması. Bunlar Allah’ın imtihanı değil kulun adaletsizliği.
Akp’nin %97 oy aldığı Urfa’nın Harran ilçesinde üniversite mezunu %3
Akp’nin %3 oy aldığı Tunceli’de üniversite mezunu %97
Twit bu kadar.
600 sene padişahın kuluydunuz, 300 sene de halifeye kul oldunuz. Cumhuriyet sayesinde Allah’a kul olmayı öğrendiniz. Bu yüzden mi ATATÜRK’e düşmansınız?
Atatürk sevgisi maya gibidir, sütü bozuk olanda tutmaz.
Yarısı çöl olan İsrail dünyaya tohum satsın. Tarım ülkesi Türkiye, İsrail’den 174 Milyon dolara 45 ton tohum alsın!
814.500 km kare toprak bırakan Atatürk’ü sevmiyor, o toprağın üzerine 2 köprü yapana tapıyor. Biz de bu insanlara tarih anlatıyoruz!
Türkiye’de; 1 profesör, 1 doktor, 1 öğretmen maaşını toplarsanız Almanya’da 1 kasiyer maaşına denk geliyor. Hırsızlar çalarken değil paylaşırken kavga eder.
Avrupa’ya ihraç ettiklerimiz :
-Doktor
-Hemşire
-Yazılımcı
-Mühendis
-Öğretmen
Avrupa’dan ithal ettiklerimiz:
-Çöp
Bim’de, A101’de, Şok Market’te Milli Eğitim Bakanlığı’ndan daha fazla öğretmen çalışıyor!
Enflasyon %73 ise, elektriğe niye %240 zam yapıyorsunuz?
Enflasyon %240 ise, maaşlara niye %5 zam yapıyoruz?
Köy Enstitüleri neden kapatıldı biliyor musunuz ? Köy Enstitüleri köy çocuklarını ağaya ırgat, cehalete köle, şeyhe mürit, politikacaya kurban olmaktan kurtaran kurumlardı.
9 tane SEKA fabrikası satılırken alkışlarsanız, 120 yaprak kareli defteri 45 liraya alırsınız…..
Koskoca ülkem Araplar için darphane, Bulgarlar için AVM, Suriyeliler için doğumhane, Bizim için de tımarhane oldu!
Milletvekili seçerken ilkokul zekası arayan zihniyet, memur seçerken Profesör zekası arıyor…
Atatürk şapka taktı ve batıya özendirdi diyenlere; Elinizdeki telefon, bilgisayar, araba vs Osmanlı malı mı ?
Celal Şengör
Posted in HAYATIN İÇİNDEN
Leave a comment
ŞEREFSİZ ADAM ÜLKEYİ ÇATIR ÇATIR SOYDUNUZ
Posted in VİDEOLAR, YOLSUZLUKLAR, YOZLAŞMA - AHLAKSIZLIK
Leave a comment
Bu saltanat bitecek * Amerikalı sordu; “Bu nerenin padişahı!!!”

Bu saltanat bitecek
SÖZCÜ – Emin Çölaşan
Sevgili okurlarım, Almanya cumhurbaşkanı birkaç gün önce Türkiye’ye resmi bir ziyarette bulundu. Merak edip araştırdım. Öyle ya, koskoca Almanya’nın cumhurbaşkanı olduğuna göre mutlaka birden fazla uçakla gelip gövde gösterisi yapmış olması gerekirdi.
Sonuçta, yanıldığımı anladım.
Tek uçakla gelmiş.
Makam araçlarını falan da getirmemiş.
Bizimkini soracak olursanız birkaç ay önce Birleşmiş Milletler toplantısına katılmak için New York’a gitmişti. Havada oluşturulan konvoyunda beş adet Saray uçağı vardı.
Birine kalabalık Saray kafilesi ve yandaş gazeteciler, diğerine ise beyefendinin New York’ta bineceği gösterişli makam araçları yüklenmişti. Gerçekleri bilmeyenler zannederdi ki Fatih Sultan Mehmet yeni bir sefer düzenleyip ABD’nin fethine soyunmuştu!
Ancak bizimki bu kadarla da yetinmedi. Devletin ve milletin parasıyla New York’ta çok sayıda taksi ve kamyonet kiralandı. Bunların üzerine kocaman propaganda afişleri, Türk bayrakları ve Recep Tayyip’i öven sloganlar asıldı. Caddelerde ve bulvarlarda görenler şaşırıyor, hayretler içinde kalıp soruyordu:
Bu nerenin padişahıdır!
Bizim hortumlanan paralarımız sayesinde New York’taki taksi ve ulaşım sektörü büyük paralar kazanmıştı.
Beyefendinin katıldığı Birleşmiş Milletler toplantısına 100’e yakın ülkenin devlet ve hükümet başkanları katılmıştı ama hiçbirinin aklına böyle bir cingözlük gelmemişti… Çünkü o ülkelerde, birkaç diktatörlük dışında, böyle bir komedinin, rezaletin hesabı sorulurdu.
Dün Sözcü’nün manşetindeki haberi okudunuz…Recep Tayyip Malezya, Endonezya ve Pakistan gezisinde. Bu iş dört gün sürüyor… Ve Recep Tayyip bu geziye üç adet uçakla gidiyor.
İlk ikisinde kalabalık Saray kafilesi ve aile bireyleri, üçüncü uçakta ise beyefendinin makam araçları ile devlet başkanlarına hediye olarak götürdüğü elektrikle çalışan TOGG’lar!
Bunlar öyle sıradan uçaklar değil. Esas makam uçağı zaten petrol zengini Katar şeyhi tarafından kendisine armağan edilmişti.
Hediyesi 450 milyon dolar!..
Neyin karşılığında verilmişti acaba?
İçinde toplantı salonları, yatak odaları, özel yemekler için düzenlenen mutfaklar ve görkemli sofralar, ne ararsanız var.
Bu son Uzakdoğu seferine, has adamlarından olan Diyanet Başkanı Ali Erbaş isimli şahsı da götürmüş. Elbette götürecek, kambersiz düğün olur mu! Halifelik özentisi içinde olan bu şahıs yakın geçmişte Ayasofya’nın minberinde belinde kılıçla nutuk çekmişti.
Peki, bu çark nasıl dönüyor?
Recep Tayyip’in makam araçlarını taşıyan cumhurbaşkanlığı uçağı o ülkeye önceden gidiyor ve araçlar indiriliyor. Sonra sıra beyefendinin kafilesini taşıyan uçakları beklemeye geliyor. Bu kalabalık saltanat kafilesinin bütün masrafları devletten!
Şu olanları gördükçe kendi kendime söyleniyorum…
“Bundan sonra hiç kimse devletin lüks ve şatafata harcayacak parası olmadığını falan iddia edip yalan söylemesin. Bizde paradan bol hiçbir şey yok. Bütçeden para alamayan milyonlarca emekli, milyonlarca asgari ücretli kafayı biraz çalıştırsın da olanı biteni iyi görmeye çalışsın!..”
Sevgili okurlarım, bu dış gezilerin bir de yandaş gazeteciler boyutu var… Recep Tayyip’in her dış gezisine en az 15 adet yandaş gazeteci davet ediliyor. Bu sözüm ona gazetecilerin görevi kendisine danışıklı dövüş sorular sormak ve uçakta kendisiyle birlikte fotoğraf çektirmek!
Ancak sorular ve yanıtlar Saray tarafından önceden hazırlanıp basın kuruluşlarına servis ediliyor…Yani aralarında böyle bir soru yanıt muhabbeti olmuyor…Bu fotoğrafları bugün görebilirsiniz…
Ve bu aile boyu gezilerin bütün harcamaları devletten, yani bizlerin cebinden. Sonra da ortaya çıkıp hiç sıkılmadan açıklama yapıyorlar… “Bütçe imkanlarımız kısıtlı olduğundan!..”
Bu saltanat ve yutturmacalar günün birinde elbette sona erecek…Böyle gitmesi mümkün değil. Bu kadar yükü hiçbir ülke, petrol zengini bile olsa taşıyamaz.
Bu şatafatlı saltanat gezilerinin hesabı
bir gün mutlaka sorulacak.
Sorulmazsa yuh olsun.
TARİHİN İÇİNDEN * HALİÇ, BALYOZ, ABDÜLHAMİD VE AKP
Denizin, kendisine ulaşan akarsunun yatağının bir bölümünü istila etmesiyle oluşan yapının Arapça adıdır Haliç. Yurtdışında “Golden Horn” (altın boynuz) olarak bilinen Haliç, Osmanlı döneminden bu yana özel bir isim haline gelmiş, birçok semti kapsayan bir yerleşim bölgesinin adı olmuştur İstanbul’da! Balyoz ise Yunancadan dilimize girmiş olup, kazık çakmak ve büyük taşları kırmak için kullanılan uzun saplı ağır çekiç anlamına gelir.
İki farklı kültürden gelerek dilimizin bir parçası olan bu iki kelimenin tarihi süreç ve hala yaşadıklarımız paralelinde kazandıkları anlamlar, bugünkü yazımızın konusu olacak. Bunlardan birincisi Haliç Baskını, ikincisi ise Balyoz Baskınıdır!
Ruhsal Sağlık Durumu İyi Değildi
Amcası Abdülaziz’in 1876’da tahttan indirilmesine ve şüpheli ölümüne, V. Murat’ın tahta geçtikten üç ay sonra ruhsal çöküntü geçirdiği iddiasıyla görevden alınmasına ve Çırağan Sarayı’na kapatılmasına tanıklık eden Osmanlı’nın 34. padişahı Abdülhamid, tahta çıkar çıkmaz Osmanlı Donanması’na karşı Haliç Baskınını gerçekleştirdi.
Haliç Baskını, amcası tarafından büyük yatırım yapılan ve tonaj bakımından dünya ikincisi durumuna getirilen Osmanlı Donanması’na yapılmıştı. Abdülhamid, 1877-1878 Osmanlı-Rus savaşından sonra Osmanlı Donanması’nı ana üssü olan Haliç’e gönderdi ve yaklaşık 20 yıl buradan çıkmasına izin vermedi. Çünkü 33 yıllık iktidarı sırasında Kızıl Sultan olarak adlandırılmasına neden olan uygulamaları ile ün salan II. Abdülhamid vesveseliydi, ruhsal sağlık durumu iyi değildi, darbe ve ölüm korkusu içindeydi, amcasının başına gelenlerde denizcilerin vefalı davranmadığını ve onu korumadığını düşünüyordu ve donanmaya karşı kindardı.
20 Yıl Haliç’te Çürütüldü
Gerçi bugün yaşadığımız ileri demokrasi uygulamalarını, aradaki zaman farkını ve halen içinde bulunduğumuz çağın şartlarını da düşünürsek; II. Abdülhamid döneminden hiç de aşağı kalınmadığını söylemek mümkün.
Haliç Baskını nedeni ile tam tamına 20 yıl gemilerimiz Haliç’te çürümeye bırakıldı ve bakımları yapılmadı. Ayrıca denizcilere eğitim, tatbikat ve atış bile yaptırılmadı. Sonuç olarak; Osmanlı Donanması bu 20 yılda yalnız materyal olarak değil, nitelikli insan gücü olarak da bitirildi. Osmanlı Donanması yıkıcı ve tahrip edici bu süreçten sonra ilk defa 1897 yılında, Osmanlı-Yunan savaşı için Haliç’ten çıkarıldı. Değil savaşmak, çürümüş gemiler ve eğitimsiz personelle düşmanın karşısına kadar bile gidilemedi.
Adaların Kaybının Sorumlusu Abdülhamid’dir!
Haliç Baskınının maliyeti sadece bu kadar da değil! Donanmamız olmaması yüzünden İtalyanlar, Trablusgarp Savaşı sırasında 24 Nisan 1912’den itibaren ellerini kollarını sallayarak, hiçbir dirençle karşılaşmadan On İki Adaları işgale başladılar. Adaların ağırlıklı nüfusu olan Rumlar işgali sevinçle karşıladılar. İngilizlerin kışkırtmasıyla, 8 Ekim 1912’de Balkanlar’dan saldırıya geçen Karadağ, Sırbistan, Yunanistan ve Bulgaristan ile başlayan Balkan Savaşı ile Osmanlı iki ateş arasında kaldı ve 18 Ekim’de On İki Adaları da İtalyanlara bırakarak Uşi Barış Antlaşması’nı yaptı. Birinci Dünya Savaşı (1914-1918) sonunda On İki Adalar tamamen İtalyanlara verildi. İkinci Dünya Savaşı (1939-1945) sonrasında 1947 Paris Antlaşması ile de On İki Adalar ve Meis bu sefer Yunanistan’a bırakıldı.
Demek ki; On İki Adalar ve Meis 24 Temmuz 1923 tarihli Lozan Barış Antlaşması ile değil, 18 Ekim 1912 tarihli Uşi Antlaşması ile İtalyanlara verilmiş, 10 Ağustos 1920 Sevr Antlaşması ile İtalyanlara verildiği Osmanlı tarafından teyit edilmiş, 24 Temmuz 1923 tarihli Lozan Antlaşması ile On İki Adalar üzerindeki fiili durum Ankara tarafından kabul edilmek zorunda kalınmış ve İkinci Dünya Savaşı sonunda Türkiye’nin taraf olmadığı 1947 tarihli Paris Antlaşması ile adalar Türkiye’nin güvenliği için askersizleştirilmiş statüde Yunanistan’a verilmiştir.
Averof Zırhlısı
Balkan Savaşı sırasında da yine İngilizlerin kışkırtması ile Yunan Donanması ve ağırlıklı olarak Averof Zırhlısı tarafından –II. Abdülhamid tasarrufunda yok edilmiş Osmanlı Donanmasının yokluğundan istifadeyle- Ege’deki Gökçeada, Bozcaada, Tavşan adaları dâhil başta Boğaz Önü Adaları ve Saruhan Adaları olmak üzere tüm adalar ele geçirildi. Lozan’da ise Boğaz Önü Adaları’ndan Gökçeda, Bozcaada ve Tavşan adaları geri alındı ve Saruhan Adaları ile Boğaz Önü Adaları (Limni, Semadirek) ise Türkiye’nin güvenliği için askersizleştirildi.
Lozan Antlaşması’nın eki olan Lozan Boğazlar Sözleşmesi’ne göre Boğazların askersizleştirilmesinin gereği olarak askersizleştirilmiş statüde olan Türkiye’ye ait Boğaz Önü Adaları’nın (Gökçeada, Bozcaada, Tavşan Adaları) durumu ise 1936 tarihli Montrö Boğazlar Sözleşmesi gereğince değişti ve Türkiye bu adaları silahlandırabilme hakkına sahip oldu. Ama Yunanistan’a ait Boğaz Önü Adaları’nın (Limni ve Semadirek) Türkiye’nin güvenliği gerekçesi ile askersizleştirilmiş olan statüsü devam etmektedir.
Abdülhamid’in Yatacak Yeri Yok!
Osmanlı Donanması’nın yok edilmiş olmasının tek sonucu Ege Adaları’nı kaybedişimiz değil. 1915’de Çanakkale’de binlerce vatan evladını şehit vermiş olmamızın da nedenidir II. Abdülhamid. Eğer Osmanlı Donanması olsaydı, İtilaf Devletlerinin Donanmaları Güney Ege ve Orta Ege Geçitlerinde karşılansa, savaşılsa, en azından kayıp ve hasar verdirilebilseydi; bu kadar kolay Limni Adası’na gelip Mondros Limanı’nı ileri üs yapıp buradan ellerini kollarını sallayarak ve meydanı boş bularak Çanakkale Boğazı’na saldıramayacaklardı. Yani II. Abdülhamid’in elinde ama bilinçli, ama bilinçsiz Türk ve Müslüman kanı vardır!
II.Abdülhamid’in yatacak yeri yoktur! Günümüzden 142 yıl önce, 4 Haziran 1878’de imzaladığı Kıbrıs Sözleşmesi ile de Kıbrıs’ı İngilizlere vermiş ve 12 Temmuz 1878’de Kıbrıs’taki her yerden Ay Yıldızlı Osmanlı Bayrağı indirilerek, İngiliz Bayrağı başta Lefkoşa olmak üzere adanın tüm kale burçlarına ve devlet binalarına çekilmiştir.
Balyoz, TSK’nın Bütününe Yönelikti!
Balyoz Baskını ise 2009’da meydana geldi. Baskını yapanlar; emperyalizmin desteğini alan AKP İktidarı ve Cemaat idi. O gün yere göğe konamayan, işbirliğinde sınır tanınmayan, yardım ve yataklık yapılan cemaatin adı sonradan FETÖ olarak değiştirildi. Tabii ki baskına bu iki yapıyı beraberce kullanan başta ABD olmak üzere Batı sınırsız destek verdi!
Ülkemiz açısından Balyoz’un sonuçları Haliç’ten daha ağır oldu ve oluyor! Çünkü Haliç Baskını sadece donanmaya yönelikti. Balyoz Baskını ise Türk Silahlı Kuvvetleri’nin bütününe yönelikti.
Donanmamız daha önce de baskınlar yemişti. 1571’de İnebahtı Baskını ile Türklerin 1300’den beri devam eden Avrupa’daki yenilmezlik efsanesi yıkıldı, Akdeniz’deki deniz üstünlüğü bitti ve Osmanlı, esasında bu tarihten itibaren inişe geçti. 1770’deki Çeşme Baskınından sonra, o güne kadar iç deniz olan Karadeniz’i Ruslarla paylaşmak zorunda kaldık. 1827’deki Navarin Baskını sayesinde Yunanistan’ın bağımsızlığına giden yol açıldı ve bu sefer de Ege’yi Yunanlılarla paylaşmak zorunda kaldık. Haliç Baskını ile de Ege Adaları’nın tamamını kaybettik. Balyoz Baskının neticelerini şu an yaşayarak görüyorsunuz, daha da göreceksiniz! Son iki baskını diğerlerinden ayıran fark ise baskını yapanların dışarıdan değil, içeriden olmasıdır.
Balyoz Olmasaydı!
TSK‘ya Balyoz baskını ve kumpası yapılmasaydı; Türkiye Ortadoğu bataklığına sokulamayacak, BOP‘un değirmenine su taşınamayacak, PKK’nın Suriye bacağı 100 bin kişilik bir orduya ve Suriye‘nin %30’una sahip olamayacak, ülkemiz El-Kaide ve IŞİD türevleriyle komşu olmayacak, 15 milyon sığınmacı/yabancıyı kucağımızda bulmayacak, ABD’nin ve AB’nin şantajlarına hassas hale gelmeyecek ve ekonomimiz iflas etmeyecekti.
Bayar-Menderes ikilisi 1950 yılında Türk Silahlı Kuvvetleri’ne karşı darbe yaptı, Genelkurmay Başkanı ve bazı kuvvet komutanları dâhil 15 General-Amiral ve 150 albay emekliye sevk edildi, albaylar tümen komutanlıklarına vekâlet etti, ettirildi ve arkasından Meclis onayı olmadan Kore’ye savaşa gittik! Balyoz olmasaydı, Suriye ve Libya’da da savaşa gidilemezdi! İktidarın seyrettiği bu rotanın kahve falında başka yerlerde de savaş var, bilesiniz!
Posted in ABD - AB - EMPERYALIZM, BOP, Tarih
Leave a comment
KISSADAN HİSSE
İngiliz bir doktor şöyle diyor: “İngiltere’de tıp o kadar ilerledi ki, bir adamın karaciğerini kesip başka bir erkeğe veriyoruz ve o da 6 hafta içinde iş arıyor.”
Alman doktor şöyle diyor: “Bu bir şey değil, Almanya’da beynin bir kısmını aldık, onu başka bir adama verdik ve o da 4 hafta içinde iş arıyor.”
Rus doktor şöyle diyor: “Beyler, bir adamın yarım kalbini aldık,
bir başkasının göğsüne koyduk, 2 hafta sonra iş arıyor.”
Amerikalı doktor gülüyor: “Hepiniz arkamızdasınız. Birkaç ay önce beyni olmayan, kalbi olmayan, karaciğeri olmayan bir adamı alıp başkan yaptık. Şimdi bütün ülke iş arıyor!”
Posted in KISSADAN HİSSELER
Leave a comment