TSK’yla Bitmeyen Hesaplaşmanın Sırrı!..

TSK’yla Bitmeyen Hesaplaşmanın Sırrı!..

Müyesser Yıldız – 25 Mart 2023

Haksız hukuksuz ve A’dan Z’ye siyasi 28 Şubat davasında 80-90 yaşındaki generaller hapse atıldı. Bu davada yargılanan ve “zamanaşımından” beraat eden bazı isimler ise Yargıtay’ın “suç için anlaşma” suçunu işledikleri gerekçesiyle verdiği bozma kararından sonra yeniden yargılanıyor.

“Asrın kumpası” olarak adlandırılan Balyoz davası da var. Tam 236 subay hapis cezasına çarptırıldı. 17/25 Aralık yolsuzluk operasyonlarının ardından AKP iktidarı, “Milli orduya kumpas kuruldu.” dedi. Erdoğan, “Kurumlarımızın içinde örgütlenmiş bir yapının yürüttüğü bir kumpasa hep birlikte maruz kaldık. Aldatıldım.” açıklamasını yaptı. Anayasa Mahkemesi, “hak ihlali” kararı verince tutuklu subaylar tahliye oldu. Yeniden yargılama sonucunda tamamı beraat etti. Ancak İstanbul Cumhuriyet Başsavcılığı, karara 7 sanık yönünden itiraz etti. Sözkonusu itiraz tam 5 yıl Yargıtay’da bekledikten, bu arada dosyaya bakacak heyet değiştikten sonra bir gün ansızın görüşüldü ve 7 ismin “suç için anlaşma suçunu işledikleri” anlaşıldı.
“Zamanlama manidardı”; çünkü tam o günlerde 104 emekli amiral, “Montrö’ye sahip çıkılmasını” isterken, “cübbeli-takkeli amiral” vakasından hareketle, “TSK’da yeni tarikat yapılanmalarına izin verilmemesi” çağrısında bulunmuş, iktidar ve medyasının bunu bir “muhtıra” olarak nitelendirmesi üzerine o emekli amirallerden bazıları gözaltına alınmış ve tamamı hakkında soruşturma başlatılmıştı. “İktidar ve medyası” dedik; ama Türk yargı tarihinde bir ilk olmuş, Yargıtay ve Danıştay da emekli amiraller hakkında “gereğinin yapılacağını” açıklamıştı!..
İşte Yargıtay’ın bu ortamda aldığı ve daha imzalar tamamlanmadığı için UYAP’a bile yüklenmeyen Balyoz kararı, iktidarın Gazetesi Sabah’ta “Yargıtay’dan amiraller bildirisi için emsal karar” başlığıyla duyuruldu.
Neticede yerel mahkeme emekli amiraller davasında “beraat” kararı verdi; ama hem Ankara Cumhuriyet Başsavcılığı hem de davaya katılımı kabul edilen Cumhurbaşkanlığı -Balyoz kumpasındaki gibi- itirazda bulundu. Malûm, Ukrayna savaşı ve Rusya’yla ilişkilerimiz açısından Montrö şimdilik önemli. Yarın öbür gün bu tablo bozulduğunda o itirazlar nereye varır, göreceğiz!..
Balyoz kumpasına dönersek; Yargıtay’ın kararından sonra yeniden görülen dava dün sonuçlandı. Bozma kararına uyan Mahkeme; 28 Şubat davasından da hapiste olan Çetin Doğan’a 6 yıl 8 ay, emekli Tümgeneraller Behzat Balta ve İhsan Balabanlı, emekli Tuğgeneral Mehmet Kaya Varol, emekli Kurmay Albaylar Erdal Akyazan ile Emin Küçükkılıç’a da 5 ila 5 yıl 10 ay arasında hapis cezası verdi.

Yargıtay’daki Garabet

Yerel mahkeme Yargıtay’ın kararına uyduğu için verilen mahkumiyet cezalarının onanacağına kesin gözüyle bakabiliriz; ama dikkat çekmek istediğimiz önemli bir garabet var.
Balyoz kumpasının soruşturma ve kovuşturma sürecinde görev alan 50 hakim ve savcı hakkında, “görevi kötüye kullanma, kişiyi hürriyetinden yoksun kılma ve devletin güvenliğine ilişkin bilgileri açıklama” suçlamasıyla dava açıldı. Bunların bir kısmı tutuklu, bir kısmı da firari.
İşte ilk derece mahkemesi sıfatıyla Yargıtay 9. Ceza Dairesi’nde görülen bu davanın 9’uncu celsesi geçtiğimiz Pazartesi günü yapıldı. Sanıklar tüm duruşmalarda olduğu gibi, Yargıtay 3. Ceza Dairesi’nin 7 sanık yönünden bozma kararını emsal gösterip, “Balyoz’un kumpas olmadığının” anlaşıldığını, dahası sadece o 6 ismin değil, diğer 230 subayın da yeniden yargılanması gerektiğini söyledi.
Garabet şu: O duruşmada, Balyoz kumpası mağdurlarından kimlerin bu davaya katılacağına karar verildi. Eski hakim ve savcılar hakkında hazırlanan iddianameden hareketle, 67 ismin katılımı kabul edildi. Bunlar arasında, dün “Balyoz’da suç için anlaştıkları” iddiasıyla hapis cezasına çarptırılan Çetin Doğan ve Emin Küçükılıç da vardı.
Düşünebiliyor musunuz; Çetin Doğan ve Emin Küçükkılıç, Yargıtay’ın bir dairesine göre “suçlu”, diğer dairesine göre ise “mağdur”!..
Yargımız gerçekten “altın çağını” yaşıyor!..
Tanrıverdi’nin 10 Yıl Önceki Yazısı Yol Haritası Gibi
Bunlar; yargı eliyle TSK’nın başına getirilenlerin bir bölümü.
Bir de son dönemde tanık olduklarımız var: 6 Şubat depreminde TSK’nın yardım ve kurtarma faaliyetlerine katılımının geciktirilmesine ilişkin iddialar… Üniformasıyla tarikat evine giden cübbeli-sarıklı amiral hiçbir ceza almadan emekli edilirken, bir subayın bu amiralin “kimliğini deşifre ettiği” iddiasıyla açığa alınması… Yurtdışı temsil görevi olan bir generalin, Cumhurbaşkanlığı Sözcüsü İbrahim Kalın’ın basın toplantısında boş çay bardağı toplaması ve bu görüntünün Devlet’in Anadolu Ajansı tarafından servis edilmesi gibi…
Evet, TSK’nın başına bunların geldiğini biliyoruz; ama niye geldiğini de bir kez daha konuşalım.
Emekli Tuğgeneral Adnan Tanrıverdi’yi tanıyorsunuz. SADAT, ASSAM ve ASDER’in kurucusu. İktidara öylesine yakın ki, 15 Temmuz’dan sonra Erdoğan’ın başdanışmanlığını yaptı. İşte bu ismin tam 10 yıl önce, 2013’te, 28 Şubat davası başlamadan hemen önce kaleme aldığı bir yazıyı hatırlatmak istiyoruz.

Evvela “28 Şubat 1997 olayının kapsamlı tanımını” şöyle yaptı:

“28 Şubat 1997 olayı; Milletin İslâmî inancından kaynaklanan yaşam tarzını, din dışı değerlerin hâkim olduğu Batı Dünyası hayat tarzına dönüştürmek maksadıyla; planlamasına 24 Aralık 1983 (I. Özal Hükümetinin Güvenoyu aldığı) tarihinde, icrasına 18 Nisan 1993 (8. Cumhurbaşkanı Merhum Turgut Özal vefat etti.) tarihinde başlayarak 28 Şubat 1997 tarihinde zirve bulan ve 12 Eylül 2010 (Anayasa referandumu yapıldı)- (Darbe uygulamasının son bulduğu tarihi, ‘İrtica ile Mücadele Eylem Planı İddianamesinin Ergenekon Davası ile birleştirildiği 5 Nisan 2012 tarihine kadar da uzatabiliriz.) tarihine kadar uygulanan; müsait yasal mevzuata dayanılarak, Milletin manevi değerlerini tehdit gören seküler, kavmiyetçi, devletçi ve sol ideoloji sahiplerinin kadrolaştığı, yüksek yargı, YÖK, bir kısım sivil toplum kuruluşları, basın ve sermaye sahiplerinin destek ve teşviki ile uygulamasının zirveye ulaştığı dönemdeki TSK’nın yüksek komuta kademesi… liderliğinde; zamanın Cumhurbaşkanı Süleyman Demirel’in gönüllü ve aktif desteği ile MGK kullanılarak ve zayıf koalisyon hükümetlerinin sebep olduğu istikrarsız siyasi ortamdan yararlanarak; meşru hükümete, Anayasal düzene, TSK, Yargı ve Milli Eğitim başta olmak üzere devlet bürokrasisinde görevli, inancını yaşama gayretinde olan kamu görevlilerine, üniversite ve orta dereceli okulların İslâmi inancını yaşama gayretinde olan öğretim görevlisi ve öğrencilerine, taraflı basın tarafından yapılan hileli ve kötü niyetli propagandalarla sindirilmiş, Milletin manevi değerlerine ve İslâmi İnancını yaşamak azminde olan fertlerinin temel hak ve özgürlüklerine indirilmiş planlı, hazırlıklı ve sinsi bir askeri darbedir.”
Yazının devamında; “FETÖ”cü olduğu ortaya çıkan savcıların hazırladığı 28 Şubat iddianamesi için “Önemli bilgi ve belgeleri içermektedir.” diyen Tanrıverdi, aslında soruşturmanın Özal’ın ölüm tahihinden itibaren başlatılması ve o tarihten 1997’ye kadar yargı, MİT, Emniyet başta olmak üzere tüm üst bürokrasi ile siyasi partilerdeki, STK’lardaki, basındaki ve iş dünyasındaki uzantılarının da yargılanması gerektiğini savunup, “18 Haziran 1997 sonrasındaki askeri cuntaların, Ergenekon, Balyoz, Poyrazköy ve casusluk davaları ile yargı önüne getirildiğini” kaydetti.
Görüldüğü üzere Tanrıverdi; sadece 28 Şubat’ı değil, Ergenekon başta olmak üzere tüm kumpas davaları sahiplenmiş. Ancak bundan önemlisi, “yeni darbelerin önlenmesi için imkân varken alınması” gerekenlere ilişkin tespit ve önerileri. Tanrıverdi, yazısında yer verdiği bir çizelge ile “darbe dayanaklarının” bugünkü durumunu şöyle anlattı:
– Anayasa’nın değişmez maddeleri: Aynen duruyor.
– MGK’nın yapısı: Yeni anayasada MGK olmayacak.
– Milli Güvenlik Siyaset Belgesi’nin (MGSB) Genelkurmay tarafından hazırlanması:
2010 yılında MGSB hükümet tarafından yapıldı.
– TSK’nın vazifesi (35. Md): Değişti.
– Genelkurmay Başkanlığı’nın bağlantısı: Değişmedi. Yeni anayasayı bekliyor.
[15 Temmuz’dan sonra Genelkurmay MSB’ye bağlandı -MY]
– Jandarma Genel Komutanlığı/Genelkurmay Bağlantısı: Bağlantı devam ediyor.
[15 Temmuz’dan sonra Jandarma İçişleri Bakanlığı’na bağlandı-MY]
– YAŞ’ın yapısı- Değişmedi. [15 Temmuz’dan sonra değişti, siviller ağırlık kazandı-MY]
Tanrıverdi, o yazısında sadece TSK’ya değinmeyip “ideolojik kadrolaşma” konusunda da şunları vurguladı:
– Cumhurbaşkanlığı makamında ters ideolojik kişiler: Cumhurbaşkanını millet kendi değerlerine sahip olanları seçiyor.
– TSK’da manevi değerlere ters ideolojik kadrolaşma: 28 Şubat döneminden daha keskindir.
– Yüksek yargıda ideolojik kadrolaşma: 2010 anayasa değişikliği ve yeni cumhurbaşkanı ile değişiyor.
– YÖK ve üniversitelerde ideolojik kadrolaşma: Yeni cumhurbaşkanı ve YÖK yönetiminde değişiyor.
– Meslek kuruluşlarında ideolojik kadrolaşma: Mevcut siyasi istikrar etkisiz hale getirmiştir.
– Basında ideolojik kadrolaşma: Mevcut siyasi istikrar ve darbe yargılamaları etkisiz hale getirmiştir.
Tanırverdi’nin bu uzun yazısının son bölümüne gelelim. “Devlet kurumları üzerinde kontrol ve TBMM’de çoğunluk mevcutken” örneğin şu düzenlemelerin yapılmasını da istedi:
– Anayasada resmi ideoloji, değişmez maddeler ve laiklik ilkesi bulunmamalı, ana dilde eğitim imkânı sağlanmalı, temel insan hak ve özgürlükleri kısıtlanmamalı, vatandaşın anayasal sıfatı olmamalıdır.
– Temsilde adaletten feragat edip yönetimde istikrar sağlayacak şekilde seçim barajları yükseltilmeli veya seçim sistemi değiştirilerek tek parti iktidarı sağlanacak düzenlemeler getirilmelidir.
AKP iktidarında, sadece TSK’nın değil, yargı başta olmak üzere tüm kurumların başına bunların neden geldiği ve AKP iktidarının devamı halinde daha nelerin planlandığı ayan beyan ortada, değil mi?!
Müyesser YILDIZ
Posted in ABD - AB - EMPERYALIZM, BOP, İrtica, Politika ve Gundem, TSK, YOZLAŞMA - AHLAKSIZLIK | Leave a comment

ADALETLİ VE HAKÇA OLAN HER ŞEYİ YOK ETTİLER * ÜÇ BAKAN UYGULAMASI

Geçmişte güzel bir uygulama daha vardı…


Seçimlere belli bir süre kalınca hükümetin üç üyesi, yasalar uyarınca görevlerinden istifa etmek zorunda idi. Onların yerine başbakan tarafından seçimden üç ay önce üç adet ‘tarafsız bakan’ atanır ve seçimde onlar görev yapardı.

İçişleri, Adalet ve Ulaştırma bakanları.

Gerçi onların tarafsızlığı tartışmaya hep açıktı. Yeni atananlar genelde görevden ayrılan bakanların ‘müsteşarları’ olurdu… Yani o zamanki iktidar tarafından atanmış olan yüksek bürokratlar. Bunların ne ölçüde tarafsız olduğu hep tartışma konusu olurdu ama en azından böyle iyi niyetli bir uygulama vardı.

Peki niçin bu üç bakan?..

İçişleri Bakanı seçim öncesinde memlekette asayişi korumakla yükümlü… Adalet Bakanı yargının, hakim ve savcılarla birlikte seçim kurullarının da tarafsız kalmasını sağlayacak olan siyasetçi. Üçüncü olarak Ulaştırma Bakanı vardı…
O yıllarda teknoloji böylesine ilerlemiş değildi. Bir PTT’miz vardı ve haberleşmeden sorumlu idi. Haberleşme çoğunlukla mektup, telgraf ve sabit telefonlardan, belki bir miktar da teleksten oluşurdu. Ulaştırma Bakanı haberleşmenin siyasi baskıdan uzak kalmasının güvencesi idi.
Yasa koyucu bunları düşünmüş, yetersiz kalacak bile olsa bu “Üç bakan” önlemini almıştı.

SÖZCÜ – Emin Çölaşan: Geçmişte kalan “üç bakan” uygulaması
Posted in Politika ve Gundem, SEÇİM - SEÇSİS | Leave a comment

AKP’NİN PARAMİLİTER ÖRGÜTLERİ * Külliye derneklerle külliyen örgütlendi

Külliye derneklerle külliyen örgütlendi

YENİÇAĞ – Orhan UĞUROĞLU

Seçimlerin güvenliği muhalefet açısından çok büyük önem taşıyor. AKP iktidarı döneminde oluşturulan Paramiliter Örgütlerin seçimlerde neler yapabileceğini tahmin etmek zor. Bugün bu Paramiliter Örgütlerin tespit edilebilenlerini ortaya koyalım:


HÖH Derneği:
Hain 15 Temmuz darbe girişiminin ardından Trabzon merkezli kuruldu ve kısa zamanda 22 ilde 46 şubeye erişildi. Sözde darbeyi cihat, mevcut zihniyeti ise başkomutan olarak görüyor. İçişleri Bakanlığı derneğin ismine müdahale etti ve dernek kendini feshetti.

15 Temmuz Birliğini ve Beraberliğini Yaşatma Derneği:
HÖH’ün yerine kuruldu. Aynı kişiler aynı yerde olduğundan ismi değişse bile niyet ve maksadı değişmedi. Seçim güvenliği açısından ciddi bir tehdit olduğu iddia ediliyor.

Osmanlı Ocakları ve Ocak Partisi;
Dergi olarak 2005, dernek olarak ise 2009 yılında kuruldu. Kısa sürede 72 il ve 438 ilçede örgütlendi. Kendilerini mevcut zihniyete bağlı olarak gösterdikten sonra “kefenli liderin kefenli askerleriyiz” diyerek, 200.000 kişilik medya ordusu (trol ordusu) olduklarını ve 2023 seçimlerine hazırlandıklarını açıkladılar. Osmanlı Ocakları Genel Başkanı Kadir Canpolat, “Ocak Partisi’ne bir yıldır alındı belgesi verilmiyor” dedi. Ocak Partisi 14 Mayıs seçimlerine 81 ilde bağımsız milletvekili adaylarıyla girme kararı aldı. Osmanlı Ocakları Esenler İlçe Başkanı Vedat Balta ve heyetinin, HÜDA PAR Esenler İlçe Başkanı Abdulkerim Ortaç’ı ziyaret etmesi dikkat çekti.

Atadedeler;
İzmir merkezli kurulan Atadedeler örgütü ise devletin operasyon düzenlediği tek yapı olma özelliğini taşıyor. Atadedeler örgütünün içerisinde yer alan Kobani davasına bakan eski mahkeme başkanı itirafçı olunca ev hapsine alındı, bir savcı ise tutuklandı. Kendilerini “derin devletin ekonomik istihbarat ayağı” olarak gören örgüt, üyelerinden 10-15 bin TL para aldı… Örgütte, istihbaratçı, akademisyen ve avukat gibi birçok meslek grubundan yaklaşık 350 kişi yer aldı.

Ak Gençlik Ocakları:
Mersin’de faaliyette olup genel başkanlığını ise 15 yıldır AKP’de siyaset yaptığını söyleyen Barış Çiftçi yürütüyor. Çiftçi araç plakasında Genel Başkan unvanı ve Cumhurbaşkanlığı forsunu kullanıp polis çakarı ile geziyor. AKP Genel Merkezi dahil birçok kamu kurumuna ziyaretler gerçekleştiriyor. Derneğin 6 bin üyesinin bulunduğu, başta İstanbul olmak üzere birçok ilde şubeleri olduğu belirtiliyor.

Özel Harekât Ocakları Derneği:
Şırnak’ın Silopi ilçesinde beş çocuk annesi Sakine Külter’in yüzü yakılarak işkenceyle öldürülmesi olayının zanlısının derneğin başkanı İbrahim Barkın olduğunun ortaya çıkmasıyla bu dernekten haberdar olundu.

Türkiye Devlet Fedaileri:
İzmir Torbalı’da kavgaya karışan ve üstünden Cumhurbaşkanlığı forslu ‘Türkiye Devlet Fedaileri’ adına düzenlenen bir tanıtım kartı ve tabanca çıkan Mehmet Cazip Obay milliyetçi gençlerden oluşan insanların amaçlarının kolluk kuvvetlerine yardım olduğunu öne sürdü.

Milli Beka Hareketi:
İçişleri bakanına Süleyman Soylu’ya yakın bir oluşum olarak biliniyor. Grup, sanatçı Sezen Aksu’nun gece yarısı evinin önüne giderek tehdit açıklaması yapmasıyla gündeme gelmişti. 67 il, 513 ilçede örgütlenen hareket, hedeflerini “öncelikle Başkomutanımızın yanında dimdik durarak 2023 hedeflerine ulaşmak” olarak açıklıyor. Kurumun sitesinde, bürokrat, kurum müdürü, yazar, tarihçi, rektör, müfettiş olarak devlete hizmet etmiş kişilerden oluştuğu ifade ediliyor.

15 Temmuz Federasyonu:
Genel merkezi Ankara’da olup web sitesi mevcuttur. Başkanı Emre Şahin hakkında iddialar olduğu söylenmektedir.

SADAT:
Adnan Tanrıverdi’nin başkanı olduğu Adaleti Savunanlar Stratejik Araştırma Merkezi Derneği (ASSAM) tarafından İstanbul’da düzenlenen Uluslararası ASSAM İslam Birliği Kongresi’nde hedefi şöyle açıkladı:
İslam ülkeleri Konfederasyonu Anayasası modeli ile devletin adı ve şekli;
ASRİKA İslam Devletler Birliği Konfederal Cumhuriyettir.
Başkenti İstanbul, resmi dili Arapçadır.

Afgan askerler:
Yaklaşık 300 bin kişi olduğu söylenen iyi eğitilmiş ve donatılmış Afgan Ordusunun askerleri, ABD-Taliban arasında yapılan anlaşmalar gereği yurt dışına çıkmıştır. Bunların bir kısmı da Türkiye’ye gelmiştir. Hem NATO hem de ABD müttefiki olması nedeniyle. Zaten İran sınırından kafilelerle girişleri ve bunların durdurulmamaları, geri itilmemeleri bunu açıklamaktadır. Türkiye’nin şehirlerine dağılan grupların nerede olduğu, nerede barındığı bilinmiyor. Milleti İttifakının Cumhurbaşkanı adayı Kemal Kılıçdaroğlu, “Hudut namustur” diyerek güvenlik kuvvetlerine yaptığı çağrı işte bu yüzdendir. 21 yıllık AKP iktidarının göz yumduğu bu paramiliter yapılar Türkiye’nin ölünmez bütünlüğü, iç barışı ve seçim güvenliği açısından tehdit unsurlarıdır. Bu örgütlenmenin parasal kaynakları merak ediliyor.

AKP’nin paramiliter bu yapılara göz yumması da açık desteği gösteriyor ki;
Külliye derneklerle külliyen örgütleniyor…

https://nacikaptan.com/?p=107407 – https://www.yenicaggazetesi.com.tr/kulliye-derneklerle-kulliyen-orgutlendi-650545h.htm
Posted in FAŞİZM, Politika ve Gundem | Leave a comment

“Komutan Vasfı” Kalmayan Komutanlar!..

GİRİŞ; 

Değerli ve yılmaz gazeteci Müyesser Yıldız’ın kaleme aldığı “Komutan Vasfı” Kalmayan Komutanlar!”.. Başlığı ne kadar iç acıtan bir başlık. Savaşlarda yılmaz, muzaffer, kahraman Türk ordusu emperyalizmle iş tutanların yarattığı olanaklarla esir edilmiştir. Ulusal ordumuzun, Yurdumuzun koruyucu ve kollayıcısı, düşmanları düşündüren ve uzak kalmalarını sağlayan gücü EMPERYAL OYUNLARLA kırıldı. Tüm hiyerarşik yapısı değiştirildi. Bir ulusu teslim almak için önce subaylarını aşağılayarak esir almanın gereği işbirlikçiler tarafından yerine getirildi.

Ve artık gereğince güçlü ordusu olmayan ülkeleri bekleyen ziyafet sofrasına konulmanın zamanı geldi. Ülkeyi kim koruyacak? Emrinde kara, deniz, hava kuvvetlerinin orduları olmayan bir gen.kur.başkanımız var. Terfilerde, atamalarda, emeklilik kararlarında danışılmayan, sözü dikkate alınmayan, tarikat evinde üniforması ile namaza duran amiraller, komutanlar var. Liyakatlı komutanların kadroları, liyakatsız partili siyasetçiler tarafından işgal edildi.

AKP/ERDOĞAN Türkiye’yi tüm kurumlarıyla birlikte çökertmiştir. Türkiye tüm uluslararası değerlendirmelerde sınıfta kalmıştır. Savaşlarda tek bir komutanını, generalini esir vermeyen kahraman ordumuzun 100’den fazla generali emperyal tuzaklarla, tezgah yalan kurmaca davalarla esir alınmış, Kemalist liyakatlı kadrolar tasfiye edilmiş yerlerine imam, hoca, tarikat, cemaat ehli rütbeli siyasetçiler atanmıştır.

İşte bu neden/lerle 14 mayıs seçiminde sadece bir siyasetçi seçmeyeceğiz,

KARANLIK ile AYDINLIK
DEMOKRASİ ile FAŞİZME GİDEN OTOKRASİ,
LAİK CUMHURİYET ile İSLAM DEVLETİ,
ÖZGÜRLÜK ile OTOKRAT BASKICI REJİM
BARIŞ ile SAVAŞ
LİYAKAT ile NEPOTİZM
EŞİT YURTTAŞLIK ile TARAF OLMAK
BİREY veya KUL OLMAK
ARASINDA SEÇİM YAPACAĞIZ…
KARAR SİZİN.
=========================
Naci Kaptan

“Komutan Vasfı” Kalmayan Komutanlar!..
Müyesser YILDIZ – 4 Nisan 2023

Ağustos 2019’da, 1.5 saatte biten YAŞ toplantısında alınan kararlardan sonra şunlara dikkat çektik:
“Ordu komutanlıklarının korgeneralle yönetilmesine başlandı… Sadece kumpas davasında yargılananlar değil, 15 Temmuz sürecinde kritik konumda olan çok sayıda subay görev süresini tamamlamadan emekliye sevk edildi… Tayin/terfi mekanizmasında TSK’nın teamülleri alt üst oldu… Kurmayların yerini sivil kökenliler aldı.”
Ardından bu önemli gelişmelerin üzerinde neredeyse hiç durulmadığını ve “TSK nereye?” denilmediğini kaydedip YAŞ kararlarına ilişkin şu kulis bilgilerini paylaştık:
“Toplantı öncesi tüm kuvvet komutanlıklarında çalışmalar yapılmış, kimlerin terfi edip etmeyeceği belirlenmiş ve bunlar Milli Savunma Bakanlığı’na sunulmuş. Ancak toplantıdan 1 gece önce Bakanlığa çağrılan Kuvvet Komutanları, öyle bir listeyle karşılaşmış ki, herkesin morali bozulmuş. Zira, ‘Terfi etmeli, şu göreve getirilmeli’ denilenlerin neredeyse tamamının emekliliğine, terfisi öngörülmeyen ve yetersiz bulunanların ise terfisine karar verildiği görülmüş. Gerek terfi ve emekliliklerde, gerekse görevlendirmelerde, Komutanlıkların hazırladığı liste yerine ‘Yeşil-Kırmızı– Beyaz’ şeklinde üç liste dikkate alınmış. Yeşilde iktidara yakın isimler, beyazda ‘itaat eden, zararsızlara’ yer verilmiş. Kırmızı listede kimlerin olduğunu ise hiç aktarmayalım.”
En nihayetinde de şunu sorduk:
“15 Temmuz ve ‘FETÖ’yle mücadele’ adına yapıldığını
sandığımız TSK’daki dönüşümün daha ötesi var mı?”
Çelebi’nin İmzası Var Şirin Ünal’ın Yok
Meğer varmış.
TBMM’nin kapanmasına 1 hafta kala verilen TSK Personel Kanunu değişikliği teklifinden söz ediyoruz. Duymuşsunuzdur;   teklifi MHP Grup Başkanvekili Erkan Akçay ve AKP Grup Başkanvekili Yılmaz Tunç’un ardından imzalayan üçüncü isim, yeni AKP’li Teğmen Mehmet Ali Çelebi oldu. Buna karşılık yıllarca TSK’yla ilgili tüm kanunlarda başrolde gördüğümüz emekli Tümgeneral Şirin Ünal’ın imzası yok.
Yasa teklifi dün Milli Savunma Komisyonu’na sevk edildi. Çalışmalar tamamlanır, TBMM Genel Kurulu’nda görüşülür ve seçim öncesi çıkarılan son kanun olur mu, meçhûl.
Aceleleri nedir? 6 Şubat depreminde “Asker nerede?” sorusuyla TSK’nın her şeye rağmen hâlâ Türk Milleti’nin umudu olmasından mı korkuldu, bilinmez; ama yasalaşmasa da giderayak bu teklifin yapılması bile bir yerlere ciddi mesaj niteliğinde.
İçki-Sakal Meselesi
İktidar medyası bu 49 maddelik teklifin daha çok, “TSK personeli ve yakınlarının özlük hakları iyileştiriliyor” kısmını ön plana çıkardı. Evet, bazı iyileştirmeler var; ama beraberinde çok ciddi ve sıkıntılı düzenlemeler de öngörülüyor.
En dikkat çeken, “İçki yasağı mı getiriliyor?” maddesinde başlayalım. Uzman Erbaş Yasası’nda yapılacak değişiklikte, “içkiye düşkün olanların” sözleşmelerinin feshedileceği öngörülüyor. Hemen şunları belirtelim:
15 Temmuz’dan sonra Jandarma Genel Komutanlığı’nın İçişleri Bakanlığı’na bağlanmasının ardından jandarma sosyal tesislerinde içki yasağı uygulanmaya başlandı.
TSK sosyal tesislerinde resmiyette böyle bir yasak yok; ancak uzun süredir sosyal tesislerde artık sadece emeklilerin içki isteyebildiği, muvazzafların ise kamera görüntüleri veya hesap fişi üzerinden izlendikleri kaygısıyla içkiden uzak durdukları konuşuluyor. Diyeceğimiz; öngörülen değişiklik, ileriye yönelik TSK’da da içkinin resmen yasaklanmasının habercisi olabilir.
Bir başka madde; TSK personelinin kılık-kıyafetinin belirlenme yetkisinin Genelkurmay Başkanlığı’ndan Milli Savunma Bakanlığı’na devri. Kılık-kıyafetin içine saç, sakal ve bıyık da giriyor. Bu yetki devriyle askerlere de sakal serbestisi gelir mi, gelir!..
YAŞ Kaldırılacak mı?
Malûm; 15 Temmuz’dan sonra Yüksek Askeri Şura, sivillerin ağırlıkta olduğu bir kurum haline getirildi. Sonrasında, eskiden üç gün süren YAŞ toplantılarının 1.5 saatte, hatta 1 saatte tamamlandığını gördük. Kuvvet komutanlarının dahi kendi personelinin durumunu ancak YAŞ’ta öğrendiği ortaya çıktı.
Tüm bunlara rağmen son teklifte, general ve amirallerin bir üst rütbeye yükseltilmesinde aranan YAŞ üyelerinin üçte ikisinin kabulü şartının kaldırılması öngörülüyor. Acaba neden? Yoksa her şeye rağmen, son YAŞ toplantılarında emekli edilemeyen veya görev süresi uzatılamayan komutanlar mı oldu?
Ya da ileride YAŞ’ın ve beraberinde MGK’nın tümüyle kaldırılması mı planlanıyor?
“Bu nereden çıktı?” derseniz;
TSK’da bugüne kadar yapılan tüm dönüşümlere damgasını vuran SADAT-ASDER-ASSAM’ın kurucusu, bir dönem de Erdoğan’ın başdanışmanlığını yapan Adnan Tanrıverdi’nin 2011’de ASDER adına sunduğu yeni anayasa önerileri arasında şöyle bir madde vardı da ondan:
“Genelkurmay’ın MSB’lığına bağlanması halinde YAŞ, Savunma Şûrasına dönüştürülmeli; kaldırılması uygun olan MGK’nun sivil üyeleri olan Başbakan Yardımcıları, İçişleri, Dışişleri ve Adalet Bakanları da Milli Savunma Şurası’nın üyeleri yapılmalı; askerlerden de, Genelkurmay Başkanı, Kuvvet Komutanları ve görev bakımından MSB’ına direkt bağlı orgeneral ve oramiraller Milli Savunma Şûra üyesi olmalıdırlar.”
Yurtdışına Silah Sevki Yetkisi Kime Veriliyor?
Teklifte yer alan çok çok önemli bir madde ise “yurtdışına silah ve mühimmat sevki” yetkisine ilişkin değişiklik. Medyamız bu düzenlemeyi; “MSB, Genelkurmay’dan görüş olmadan yurtdışına silah ve mühimmat sevk edebilecek” diye verdi; ama tam öyle değil.
Mevcut yasadaki madde; “Silah, mühimmat ve bunlara ait yedek parçalarla patlayıcı maddeleri ihracı veya yurtdışına çıkarılmasına Genelkurmay Başkanlığı ve Dışişleri Bakanlığı’nın görüşü alındıktan sonra Milli Savunma Bakanlığı’nca izin verilebilecek” şeklinde.
Teklif metninde ise “Genelkurmay Başkanlığı ve Dışişleri Bakanlığının görüşleri” ibaresi, “Dışişleri Bakanlığının görüşü” diye değiştiriliyor.
Şimdiye kadar yapılan tüm değişikliklerde şunu gördük; Genelkurmay Başkanlığı’nın çıkarıldığı yere Milli Savunma Bakanlığı kondu. Ama dikkat edin, her ne hikmetse, ilk kez burada Genelkurmay yerine MSB ibaresi getirilmiyor; demek ki, MSB’nin bile görüşü alınmadan Dışişleri Bakanlığı’nın talepte bulunması yeterli olacak.
Savaş Halinde Başkomutan Ama Yetkisiz
Son önemli yapısal değişiklikler de özetle şunlar:
– YAŞ’ta general/amirallerin terfi ve görev sürelerinin uzatılmasına yönelik işlemler Milli Savunma Bakanlığı’nın teklifiyle yürütülecek. Genelkurmay Başkanı’nın görüşü dahi alınmayacak…
– TSK’daki muharip ve yardımcı sınıfların belirlenmesinde Genelkurmay Başkanı’nın görüşü istenmeyecek, bunların tümüne de MSB karar verecek…
– Kuvvet Komutanlarının “erken terfi” hakkı MSB’ye devredilecek…
Düşünebiliyor musunuz; Anayasa’mıza göre Genelkurmay Başkanı savaş halinde Başkomutanlık yapacak; ama son kalan yetkileri de elinden alınıyor!.. Öyleyse; AKP iktidarının devamı halinde Genelkurmay Başkanlığı’nın tümden kaldırılması, Başkomutanlığın da Savunma Bakanına verilmesine hazırlanalım.
“Nasılsa TSK’da her işi Hulusi Akar yürütüyor.” denebilir; ancak Erdoğan tüm bakanların, yani Akar’ın da milletvekili olacağını açıkladığına göre, düşünelim: Erdoğan, olası yeni Savunma Bakanı olarak acaba nasıl birisini seçer?!
AYM Başkanı’nın Genelkurmay Başkanı Uyarısı
Ne tesadüf; bu kanun teklifinin sunulmasından 1 hafta önce, Anayasa Mahkemesi’nde Genelkurmay Başkanı’nın yetkisinin kısıtlanmasına ilişkin bir kanunun iptali görüşüldü. Sözkonusu kanunla, Genelkurmay Başkanı’nın askeri personele disiplin soruşturma açma yetkisi elinden alınmıştı. CHP’nin itirazı üzerine konuyu görüşen AYM, oy çokluğuyla düzenlemeyi Anayasa’ya uygun buldu.
Bunun Anayasa’ya uygun olmadığı görüşünü savunan isimlerden birisi AYM Başkanı Zühtü Arslan’dı ve karşı oy gerekçesinde kelimesi kelimesine şunları yazdı:
“Sevk ve idare yetkisinin en önemli yansımalarından biri disipline aykırı davranışların cezalandırılmasına yönelik süreci başlatma ve yürütme yetkisine sahip olmaktır. Bu kapsamda, Silahlı Kuvvetlerin Komutanı olan Genelkurmay Başkanı’nın emir ve talimatlarına uymayan personelle ilgili olarak gerek gördüğünde disiplin soruşturması yapamaması, onun komutası altındaki kuvvetleri sevk ve idare etme görevini yerine getirmesini ve bu yetkisini etkili şekilde kullanmasını engelleyecektir. Bu sebeple kural, Genelkurmay Başkanı’nın TSK’nın komutanı olma vasfını zedeleyecek ve etkisiz kılacak mahiyette olduğundan Anayasa’nın 117. maddesine aykırıdır.”
Tek başına disiplin soruşturma yetkisinin olmaması dahi “komutan olma vasfını zedeleyecek ve etkisiz kılacak” mahiyette ise, şu yapılması planlanan düzenlemelerle Genelkurmay Başkanı’nın ne hale düşeceğini, gelin, hep birlikte düşünelim!..
Posted in Politika ve Gundem, TSK | Leave a comment

FEYM BÜLTENİ – 79/2023 * Ermeni Faaliyetleri – 05 Nisan 2023

FANATİK ERMENİ YALANLARINA KARŞI
FEYM BÜLTENİ – 79/2023 *
Ermeni Faaliyetleri – 05 Nisan 2023


1. Hayfa Belediyesi’nin İsrail’in üçüncü büyük şehri olan Hayfa’da 1915 Ermeni “Sözde” soykırımı kurbanlarının anısına bir anıt dikme kararı, İsrail ile Türkiye arasında krize neden oldu. Türkiye’nin İsrail Büyükelçisi, Hayfa’da Ermeni Soykırımı kurbanları için bir meydana bu yönde isim verilmesini protesto etti. Hayfa 20 Mart 2023’te trajediyi bu şekilde kabul eden ilk İsrail şehriydi.
https://www.panorama.am/en/news/2023/04/05/Turkey-Armenian-Genocide-square/2816835
https://www.ermenihaber.am/tr/news/2023/04/05/T%C3%BCrkiye-%C4%B0srail-Ermeni-Soyk%C4%B1r%C4%B1m%C4%B1/246503

2. Artsakh (sözde Dağlık Karabağ Ermeni devleti) dışişleri bakanlığı, bir grup insanın artsakh’a dönüşünü Azerbaycan’ın engellemesini kınayan bir bildiri yayınladı. Azerbaycan’ın artsakh halkına yönelik suç eylemleri giderek tehdit edici hale geliyor. https://www.panorama.am/en/news/2023/04/05/Artsakh-Foreign-Ministry/2816760

3. Artsakh (sözde Dağlık Karabağ Ermeni devleti) bakanı Gurgen Nersisyan, artsakh’tan Ermenistan’a yolculuklara bundan böyle sadece acil durumlarda ve Rus barış güçlerinin izniyle geçiş verileceğini söyledi. https://news.am/eng/news/753219.html https://www.panorama.am/en/news/2023/04/05/Artsakh-Armenia-travel/2816707

4. Artsakhın (sözde Dağlık Karabağ Ermeni devleti) insan hakları savunucusu Gegham Stepanyan, Azeri hükümeti destekli “eko-aktivistlerin” 27 sivilin artsakh’a girmesini engellemesinin ardından Azerbaycan’ı bir kez daha “etnik temizlik politikası” yürütmekle suçladı. https://www.panorama.am/en/news/2023/04/05/Artsakh-ombudsman/2816497

5. Rusya’nın Ermenistan Büyükelçisi Sergey Kopyrkin, Rus barış güçleri, Laçin koridorunun kapalı olduğu zor koşullarda bile Dağlık Karabağ’ın normal yaşam koşullarını sağlamak için ellerinden gelen her şeyi yaptığını söyledi.
https://news.am/eng/news/753294.html

6. Artsakh (sözde Dağlık Karabağ Ermeni devleti) dışişleri bakanlığı, artsakh vatandaşlarının dönüşünü Azerbaycan’ın engellemesine ilişkin bir açıklama yaptı. Açıklamada: “Uluslararası toplumun insan hakları ihlallerine karşı eylemsizliği, zımni onay anlamına gelir.” denildi. https://news.am/eng/news/753252.html

7. Uluslararası kuruluşların Ermenistan hakkında yayınladığı raporlarda yer alan değerlendirmelerinin ve buna göre Ermenistan’ın uluslararası alanda konumunun daha da iyileştirilmesine ilişkin konuların ele alındığı bir istişare toplantısı Başbakan Nikol Paşinyan başkanlığında gerçekleştirildi. https://news.am/eng/news/753246.html

8. Gürcistan Başbakanı Irakli Garibashvili, Ermenistan Altyapı ve Bölgesel İdare Bakanı Gnel Sanosyan’ı kabul etti. Görüşmede Ermenistan ve Gürcistan’ın çeşitli alanlarda işbirliği ve iyi komşuluk ilişkileri ele alındı. https://en.armradio.am/2023/04/05/georgian-pm-discusses-cooperation-with-armenian-infrastructure-minister/

9. Dokuz Ermeni, Forbes 2023 Dünya Milyarderleri listesine girdi.
https://en.armradio.am/2023/04/05/nine-armenians-on-forbes-2023-billionaires-list/
Posted in FEYM GRUBU ÇALIŞMALARI | Leave a comment

Asıl küfe, halkın sırtındaki AKP iktidarıdır!

Asıl küfe, halkın sırtındaki AKP iktidarıdır!

CUMHURİYET – Zülal Kalkandelen – 05 Nisan 2023

AKP’li Cumhurbaşkanı Erdoğan, birkaç ay önce de aynı deyimi kullanmıştı.
2023 yılı için asgari ücretin belirlenmesi süreci devam ediyordu. “İşçi tarafının asgari ücretin 9 bin lira olması talebini nasıl değerlendiriyorsunuz” sorusuna şu yanıtı vermişti:
“Herkesin her söylediğiyle adım atacak halimiz yok. Çünkü bizim sırtımızda küfe var. Sırtında küfe olmayanlar rahat konuşuyor ama bizim sırtımızdaki küfe 85 milyonun taşındığı bir küfe.”
Geçen gün deprem bölgesi Şanlıurfa’ya gittiğinde bu deyimi yine kullandı. Atama bekleyen bir öğretmen kendisine yanaşıp, “100. yılımızda 100 bin öğretmen ataması istiyoruz. Sayın cumhurbaşkanım lütfen sesimizi duyun” diyerek atama talebini iletti.
Bu kez yanıtı şöyle oldu:
“Öyle olmaz. O ses duyulmaz. Sırtınızda küfe yok. Çok rahat konuşuyorsunuz.”
İşçiler gibi öğretmenleri de “sırttaki küfe” yani olarak “yük” olarak gören anlayışa mı yanalım, vatandaşın sırtına bindirilen yıkıcı küfelerin görmezden gelinmesine mi!
ÜÇER, BEŞER MAAŞ ALANLAR, 1150 ODALI SARAYLAR…
Daha iki gün önce ilan edilen enflasyon oranları TÜİK’e göre mart ayında yüzde 2.29, yıllık bazda ise yüzde 50.51. Bağımsız uzmanlar grubu ENAG’a göre ise mart ayı enflasyonu yüzde 5.8, yıllık enflasyonu yüzde 112.51!
Ve böyle bir ortamda iş isteyen bir öğretmeni “küfe” olarak gören bir cumhurbaşkanı var.
Oysa asıl yük, temel gıda maddelerini bile alamayacak hale geldiği için açlıkla mücadele eden, kira terörüne maruz kalan emekçileri “küfe” yerine koyan zihniyettir.
Asıl yük, “İtibardan tasarruf olmaz” diyerek kamu kaynaklarıyla 1150 odalı kışlık, 300 odalı yazlık saraylar inşa eden iktidardır.
Asıl yük, Sayıştay’ın denetim raporuna göre, 2021 yılında günde 10 milyon harcayan Beştepe’dir.
Asıl yük, geçilmeyen köprüler ve yollar için, yatılmayan hastane yatakları için beşli çetelere akıtılan milyarlardır.
Asıl yük, kamu kurumlarından üçer beşer maaş alan AKP’lilerdir. Asıl yük, Emine Erdoğan’ın kitabı için Kültür ve Turizm Bakanlığı’nın kasasından çıkan toplam 2 milyon 613 bin 160 TL miktarındaki paradır.
Asıl yük, yıllık bütçesi 35 milyar 910 milyon TL’ye çıkarılan Diyanet’tir.
Asıl yük, Kızılay ve AFAD gibi kurumları yağmalayanlardır.
Asıl yük, afet bölgesine gidip insanlara çay fırlatandır.

https://www.cumhuriyet.com.tr/yazarlar/zulal-kalkandelen/asil-kufe-halkin-sirtindaki-akp-iktidaridir-2068255
Posted in Ekonomi, Politika ve Gundem | Leave a comment

Laik Cumhuriyetin önemini kavramak

Laik Cumhuriyetin önemini kavramak

CUMHURİYET – Sinan Meydan – 05 Nisan 2023 Çarşamba

“Türk devleti laiktir… Devlet idaresinde bütün kanunlar, nizamlar ilmin çağdaş medeniyete temin ettiği esas ve şekillere, dünya ihtiyaçlarına göre yapılır ve uygulanır… Cumhuriyet din fikirlerini devlet ve dünya işlerinden ve siyasetten ayrı tutmayı, milletin çağdaş ilerlemesinde başlıca başarı etkeni görür ”1 (Atatürk, 1930)
Cumhuriyetimiz 100. yılında antiteziyle sınanıyor. Siyasal İslamcı iktidar ve ortakları, laik Cumhuriyeti “dinsel vesayet” altına alarak dönüştürmenin hesaplarını yapıyor. Muhalefet ise bu durumu fazla önemsemiyor. Türkiye böyle bir ortamda seçime gidiyor. Peki, seçmen laik Cumhuriyetin öneminin ne kadar farkında?
ÖZGÜR AKIL, AYDINLANMA, LAİKLİK
Çağdaş uygarlık, özgür aklın eseridir. Kant’a göre aklın özgürleşmesi için insanın “kendi aklını kullanma cesareti göstermesi” gerekir. Başkasının yönlendirmesi olmadan kendi aklını kullanma cesaretini gösteren insan   “erginleşmiş” insandır. Aydınlanma, insanın kendi suçu ile düşmüş olduğu ergin olmama durumundan kurtulmasıdır. Aklını kullanma cesareti gösterip erginleşemeyen insan başkaları tarafından kolayca yönlendirilebilmiş ve yönetilebilmiştir. Batı’da Rönesans ve Reform hareketleriyle başlayan Aydınlanma sayesinde aklını kullanma cesareti gösteren insan erginleşmeyi başarmıştır. Bunun için aklı sınırlandıran otoriteye -kiliseye, engizisyona- başkaldırmak gerekmiştir.
Aydınlanmış toplum –anayasada yazılı olmasa bile- laik toplumdur. Laiklik, din ile dünya işlerini birbirinden ayırarak “din işlerini” vicdana, “dünya işlerini” ise özgür akla bırakmıştır. Laik devlette siyaset, hukuk, eğitim, ekonomi gibi dünya işleri değişmeyen dinsel kurallarla değil, zamanla değişen dünyevi kurallarla yürütülür. Laik devlet, her türlü “dinsel vesayetten” kurtulmuş, egemenliğin “kayıtsız-şartsız” ulusa ait olduğu çağdaş hukuk devletidir. Laik devletin bireyi ise “aklını kullanan” vicdan özgürlüğüne sahip bireydir.
İslamda din ve dünya işlerinin fazlaca iç içe geçmiş olduğu, bu iki alanın birbirinden ayrılmasının mümkün olmadığı, bu nedenle İslam dünyasında laikliğin olamayacağı iddia edilmiştir, edilmektedir. Ancak, sürekli değişen dünyada bir devleti değişmeyen kurallarla yönetmeye kalkmak, zamanı durdurmaya çalışmaktan farksızdır. İslam dünyası, bu yöndeki ısrarın acı, yıkıcı, yok edici sonuçlarıyla hâlâ yüzleşebilmiş değildir. İslam dünyasında bu yüzleşmeyi yapabilen -üstelik 100 yıl önce bunu başaran- tek ülke Türkiye Cumhuriyeti, ilk lider Atatürk’tür.
ATATÜRK’ÜN LAİKLİK ISRARI
Atatürk’ün laiklik ısrarının ardında aklı özgürleştirme, insanı “erginleştirme” ve toplumu aydınlatma düşüncesi vardır.
Atatürk, uygarlığın anahtarının “akıl” ve “bilim” olduğunun farkındaydı. Bu nedenle “Benim manevi mirasım ilim ve akıldır.” “En hakiki mürşit ilimdir, fendir.” “İlim ve fen nerede ise oradan alınmalıdır.” “Hastalığın tedavisi ancak ilmi ve fenni tarzda yapılacak olursa şifa verici olur” demişti. Bu nedenle “Türk milletinin yürümekte olduğu ilerleme ve medeniyet yolunda elinde ve kafasında tuttuğu meşale müspet ilimdir” demişti.
Ancak tarihin herhangi bir döneminde dünyanın herhangi bir yerinde olduğu gibi Türkiye’de de “ilim ve fen” için özgürleşmiş akla, erginleşmiş insana (bireye) ihtiyaç vardı. İşte bu nedenle Atatürk, Cumhuriyeti ilan ederken sanayileşmemiş ve aydınlanmamış bir din-tarım toplumunda aklı özgürleştirmek için laikliğe yöneldi. Böylece “kendi aklını kullanma cesaretini göstererek” Türk Aydınlanmasını başlattı. Prof. Ahmet Mumcu’nun deyişiyle “Atatürk, Türk tarihinde gerçek akılcılık çağını başlatan insandır.”
DEVLETİ LAİKLEŞTİREN DEVRİMLER
Atatürk’ün tüm devrimleri aslında temel bir amaca, devleti laikleştirmeye yöneliktir.
1920’de üzerine padişah gölgesi düşmeyen TBMM’nin açılması, 1921’de “Egemenlik kayıtsız şartsız milletindir” diyen anayasanın kabulü, 1922’de saltanatın kaldırılması, 1923’te cumhuriyetin ilanı ve 1924’te halifeliğin kaldırılması ile dinsel kaynaklı saray (sultan/halife) egemenliğinin yerini “millet egemenliği” aldı. Sarayın kulları Cumhuriyetin eşit yurttaşlarına dönüştü. Dinsel-mezhepsel bağa dayanan ümmet bilincinin yerini aidiyet duygusu, birlikte yaşama arzusu, ortak tarih, ortak dil gibi değerlere dayanan “ulus bilinci” aldı. (Ulusçuluk; din, mezhep, etnik köken ayrımı gözetmeden tüm yurttaşların hukuki eşitliğini esas alır. Bu hukuki eşitlik, ayrıcalıkları ve ayrışmaları önleyerek ulusal bütünlüğü sağlar. Bu nedenle ulus devletin çimentosu laikliktir.)
1924’te dinsel mahkemeler kaldırıldı. Din İşleri Bakanlığı’na son verildi. 1926’da Türk Ceza Kanunu kabul edildi. Vergi ve toprak reformları yapıldı. 1926’da Türk Medeni Kanunu kabul edildi. Kadınlara en temel sosyal hakları verildi. 1928’de “Devletin dini İslam’dır” maddesi anayasadan çıkarıldı. Dinsel yemin yerine “şeref-namus” üzerine yemin kabul edildi. “Meclis dinsel hükümleri yerine getirir” ilkesi anayasadan çıkarıldı. 1930 ve 1934’te kadınlara seçme ve seçilme hakkı verildi. 1931’de CHP’nin 6 ilkesinden biri olarak kabul edilen laiklik 1937’de anayasaya girdi. Bu devrimlerle Türkiye Cumhuriyeti Devleti, dinsel kurallarla değil, insan aklının ürünü dünyevi kanunlarla yönetilmeye başlandı. Çağdaş Türk demokrasisi bu laik siyasal dönüşümün eseridir.
Türkiye’de kadın haklarının güvencesi, uygar yaşamın garantisi laik Cumhuriyettir. Atatürk, manevi kızı Rukiye’nin Dolmabahçe Sarayı’ndaki düğün töreninde. (22 Mayıs 1930)
1924’te Tevhidi-i Tedrisat Kanunu kabul edildi. Medreseler kapatıldı. Karma eğitime geçildi. 1928’de yeni Türk harfleri kabul edildi. 1929’da halka yeni harfleri öğretmek için Millet Mektepleri açıldı. Arapça, Farsça derslerine son verildi. 1933’te üniversite reformu yapıldı. 1940’ta Köy Enstitüleri kuruldu. Böylece eğitim laikleştirildi. Akılcı, bilimsel, ulusal ve çağdaş eğitime geçildi. Bu sayede özgür akla sahip “fikri hür, irfanı hür, vicdanı hür nesiller” yetişti. Türkiye’nin bilim, kültür, sanat temeli büyük oranda bu nesillerin eseridir.
1923’te İzmir İktisat Kongresi düzenlendi. Devletin özel teşebbüsü desteklediği Karma Ekonomi sistemi benimsendi. 1929 Dünya Ekonomik Buhranı sonrası 1933’te Birinci Beş Yıllık Sanayi Planı hazırlandı, “Planlı Devletçiliğe” geçildi. Devlet büyük yatırımlar yapmaya başladı. Ekonomi politika, “naslara” göre değil, piyasa koşullarına, ülkenin ve dünyanın durumuna göre belirlendi.
1925’te tekke, zaviye ve türbeler kapatıldı. (Tarikatların ve cemaatlerin kapatılması aklın özgürleşmesi bakımından çok önemlidir.) 1925’te şapka (kılık kıyafet) devrimi yapıldı. 1926’da yeni takvim ve saat, 1931’de yeni ölçü birimleri kabul edildi. 1931’de Türk Tarih Kurumu, 1932’de Türk Dil Kurumu kuruldu. 1932’de din dili Türkçeleştirildi. 1934’te Soyadı Kanunu kabul edildi. 1935’te hafta tatili pazara alındı. Böylece toplumsal hayat, çağdaş ve ulusal değerlerle biçimlendirilmeye başlandı.
Atatürk, tarihten çıkardığı dersle “Medeni olmayan milletler, medeni olanların ayakları altında kalmaya mahkûmdurlar” diyordu.2 Savaş meydanlarında elde edilen bağımsızlığın sürdürülebilmesi için çağdaşlaşma, çağdaşlaşma için laiklik gerekliydi. Savaşların yıkımını gören Atatürk, laik Cumhuriyetin temeline “barışı” koydu. Türk tarihinin en uzun süreli -şimdilik 100 yıllık- kesintisiz barış dönemi laik Cumhuriyetin eseridir.
Sonuç olarak Türkiye’de tam bağımsızlığın, ulusal egemenliğin, demokrasinin, ulus bilincinin, özgür aklın, birey olmanın, fırsat eşitliğinin, kadın haklarının, çağdaş hukukun, kültür-sanatın, akılcı ve bilimsel eğitimin, ekonomik kalkınmanın, uygar yaşamın ve barışın güvencesi laik Cumhuriyettir. 14 Mayıs’ta sandığa giden herkesin bu gerçeğin farkında olması gerekir.
Dipnotlar: 1- Afet İnan, Medeni Bilgiler ve Mustafa Kemal Atatürk’ün El Yazıları, s. 56, 352. 2- Arı İnan, Düşünceleriyle Atatürk, s. 123

Laik Cumhuriyetin önemini kavramak
Posted in ATATURK, CUMHURİYET - DEMOKRASİ - ÇAĞDAŞLIK, DEMOKRASİ-ÖZGÜRLÜK | Leave a comment

YİĞİT MUHTAÇ OLMUŞ KURU SOĞANA (Ekonomist)

Posted in AFORİZMALAR | Leave a comment

KISSADAN HİSSE!!!

YER, SEÇİM ZAMANINDA OY SANDIĞI


AMCA; “Bİ BAKIVER EVLADIM EŞİM OY KULLANMIŞ MI?”
GÖREVLİ, “ADI NEYDİ TEYZEMİN”
AMCA, “MUALLA KIRKOY”
GÖREVLİ LİSTEYE BAKAR, “EVET AMCA KULLANMIŞ”
AMCA, ” TÜH YİNE GÖRÜŞEMEDİK!”
GÖREVLİ, “BOŞANDINIZ MI?”
AMCA, “YOK BE EVLADIM. 10 SENE ÖNCE ÖLDÜ.
HER SEÇİMDE BENDEN ÖNCE GELİYOR,
Bİ TÜRLÜ DENK GELEMİYORUZ…”
Posted in SEÇİM - SEÇSİS | Leave a comment

Grand Türk” isimli Amerikan gemisi Kapitülasyonlar ve Anadolu’da Amerikan Misyoner Okulları

Grand Türk” isimli Amerikan gemisi ve
Anadolu’da Amerikan Misyoner Okulları

Naci Kaptan – 04 Nisan 2023

İlk misyonerlerden kabul edilen Saint Paul, Hıristiyanlığı yaymak amacıyla Anadolu, Makedonya ve Yunanistan’da kiliseler kurmuş ve onları teşkilatlandırmıştır. Havariler ve yardımcıları sayesinde Hiristiyanlık bütün Roma dünyasına, 10.yüzyıla gelindiğinde ise İsveç, Bohemya ve Danimarka’ya kadar yayıldı. Böylece Alman ve İskandinavların da Hıristiyanlığı benimsemesi ve Roma Katolik Kilisesinin Avrupa’ya hakim olmasıyla Hıristiyanlığın bütün dünyaya yayılması için harekete geçildi. Bu amaçla Papalık tarafından 1662’de Vatikan’da ‘Misyonerlik Bakanlığı’ kurulurken Paris’te de giderlerini Papalık Propaganda Dairesi’nin üzerine aldığı “Dış Misyonlar Papaz Okulu” açıldı.
Osmanlı topraklarına gelen ilk misyonerler 16.yüzyılın sonlarına doğru gelen Fransız Katoliklerdir. Osmanlı Devleti ile Fransa arasındaki iyi ilişkilerden yararlanan Katolik misyonerlerinin bir gayesi de Roma ve Bizans kiliselerini birleştirmekti. Cizvitlerle başlayan eğitim ve öğretim faaliyetleri sonunda, 1583’te İstanbul’da St.Benoit isimli Fransız okulu açıldı. Cizvitlerden başka Katolikliğin diğer tarikatları olan Fransisken, Dominiken, Kapuçin ve Frerler rahip ve rahibeleri de Osmanlı ülkesine gelmeye başladılar ve çoğu kendi isimleriyle anılan St.Joseph, St.Michel, St.Louis ve Notre Dame de Sion gibi okullarını açtılar.
Katoliklerden sonra gelen misyonerler Protestanlar oldular. Amerikan dış açılımının bir sonucu olarak Amerika’lı misyonerler 19. yüzyıldan itibaren Osmanlı İmparatorluğuna nüfus etmeye başladılar. Osmanlı toplumu ve milletlerini tanıma ve ona göre strateji geliştirmekle geçen yılların arkasından Misyonerler bölgelerine yerleşmeye başlamışlar sonrasında da çalışmalarının meyvelerini almışlardır.
Eğitim organizasyonu misyonerlik çalışmalarının en önemli kaldıraçlarından biri olmuştur. Bir diğer kaldıraç ise sağlık organizasyonlarıdır. Bu yazı da Amerikan Protestan Misyonerlik çalışmaları paralelinde ağırlıklı olarak Anadolu coğrafyasındaki eğitim organizasyonu incelenmiştir. Yazıda Kolej olarak belirtilen okullar, orta öğrenim kurumları değil, New England tipi yüksek okullardır. Benzer şekilde İlahiyat okulları da yüksek okul seviyesindedir.
1.TÜRK AMERİKAN İLİŞKİLERİNİN BAŞLANGICI
İngiliz bandıralı Amerikan ticaret gemilerinin Osmanlı limanlarına ziyareti 17. yüzyılda başlar. Osmanlı rıhtımına yanaşan ilk Amerika bandıralı gemi, kaptan ve tüccar Richar Derbyd (1712–1783) tarafından yaptırılıp 1782’de Massachusetts Salem’de denize indirilen Grand Türk oldu.
Daha sonra oğlu Elias Hasket Derby ticaret ilişkilerini geliştirdi. Grand Türk 1790’lı yıllarda halı, reçine, kuru üzüm, incir,deri, afyon gibi Levant bögesinin geleneksel ürünlerini Amerika’nın New Englang bölgesine taşıdı. Amerikan ticaret gemileri ilk kez İzmir’i 1797, İstanbul’u 1786, İskenderiye’yi 1800 yılında ziyaret ettiler. 1803 yılında ABD Maliye Bakanlığı, ithalat-ihracat istatistiklerinde Türkiye için ayrı bir sütun açtı.
Yıl 1786 idi. İlk defa, ABD bandıralı bir gemi Osmanlı
limanlarından birine yanaştı. Adı “Grand Türk” idi…
1811 yılına kadar İngiliz Levant Company tarafından geliştirilen Osmanlı-ABD ticareti, 1811 yılında İzmir’de, Philadelphia’lı David Offley’in liderliğindeki Amerikan iş adamları tarafından ilk Amerikan Ticaret Odası’nın açılmasıyla Amerika’nın kontrolüne geçti. Amerika’lılara da kapitülasyonlar veren antlaşma 1830’da imzalandı. ABD, Osmanlı’ya sadece pamuk ve rom satmıyor aynı zamanda silah ve cephane de satıyordu. Silah ve cephanenin ticaret içindeki payı 1869 yılında %79 iken 1877’de %97’yi bulmuştu. 1830 yılında İzmir Limanı’na 30 Amerikan ticaret gemisi giriş yaparken, Kırım savaşını (1853-1856) izleyen yıllarda her hafta bir Amerikan gemisi İstanbul’a geliyordu.
Amerika ile ilişkilerde sadece ticaret gelişmiyordu, başka gelişmelerde başlamıştı. 1827 yılında, birlikte hareket eden İngiliz, Fransız ve Rus deniz filosu, Navarin’de Osmanlı donanmasını yok edince, Osmanlı 1830 yılında gemi yapımcısı Henry Eckford’u yardıma çağırdı. Ayrıca Abdülmecid devrinde Amerikan pamuğunun Osmanlı topraklarında yetişirilmesi ve çeşitli maden araması çalışmaları için Amerikalı’larla çalışılıyordu. 1847 yılında Amerika’lılar Sultan Abdülmecid’e telgraf makinesinin demosunu bile yaptılar.
1914 yılında Amerika’nın yıllık ihracatı içinde Osmalı’nın payı binde 17. Osmanlı’dan satın aldığı mallar ise ithalatının yüzde biridir. Öte yanden Osmanlı tarafından bakılınca Amerika’ya yapılan ihracatın payı yüzde 23’dür. American Tobacco, Standart Oil, Singer Sewing, Western Electric firmaları Osmanlı İmparatorluğunda faaliyet göstermektedirler.
1.1 Donanma, Misyon ve Misyonerlik
17.yüzyılın sonunda bağımsızlığını kazanan ABD’nin geleceği ticaretteydi. ABD ticareti Baltık, Levant ve Uzak Doğu olmak üzere üç yönde gelişebilirdi. Ancak bu gelişme yolları üzerindeki engellerin temizlenmesi içinde donanmaya ihtiyaç duydular. Kuruluş çalışmaları George Washington zamanında başlayan Amerikan donanması, ‘Kim olursa olsun, haraç vermektense savaşmayı tercih ederiz’ diyen Thomas Jefferson’un başkan seçildiği 1801 yılında Cebelitarık boğazını geçerek Akdeniz’e girdi.
Donanma işin sert ve soğuk yüzüydü. Bir de daha sıcak, sempatik, insacıl bir mekanizmaya ihtiyaç vardı. Üstelik Akdeniz’de dolaştırılacak bir fırkateynin yıllık masrafı 80,000$ iken bir misyoner ailesinin yıllık gideri 1,000$ dı. Misyonerliğin ilahi gerekçesi, İsa’nın ‘Gidiniz, Gerçeği(Kutsal Kitabı) onlara anlatınız’ şeklindeki buyruğunda gizli. Misyoner sözcüğü Latince mittere (göndermek) fiiliyle ilgili. 16. yüzyıldan itibaren Hiristiyan inanışını vaaz etmek ve ayinleri yönetmek yetkisiyle donatılmış din adamlarının çevreye gönderilmesine misyon bu gibi görevlilere de misyoner deniyor.
19. yüzyıl ve 20. yüzyılın ilk çeyreği misyonerliğin altın çağıdır. Bu çağ aynı zamanda kapitalizmin emperyalizm’e dönüştüğü çağdır. Misyonerliğin belki de en ironik ve paradoksal yanı aslında kendisi başka şeylerin aracı olamasına karşın, önemli ve ulvi bir amaçmış gibi ortaya konmuş olmasıdır. Misyonerliğin özü dindir. Başlıca araçları ise okul, matbaa, kitap, hastane gibi kurumlardır.

Yazının tamamını okumak için http://kitapozeti.de/anadoluda-amerikan-misyoner-okullari/
Posted in ABD - AB - EMPERYALIZM, DENİZ VE DENİZCİLİK, DİN-İNANÇ, GEÇMİŞİN İÇİNDEN | Leave a comment