KALAN İSTANBUL

KALAN İSTANBUL


13 Kasım 1918’den 6 Kasım 1923’e kadar beş yıl boyunca tek bir kurşun atmadan İstanbul’u işgal eden İngilizlere karşı, 2 Ocak 1920’de toplanan Meclis-i Mebusan, 17 Şubat’ta bir bildirge ile Misak-ı Milli kararını açıkladı.

Bu karar üzerine İngilizler 9 Mart’ta milliyetçilerin toplandığı Türk Ocağını basıp, tüm devlet binalarını, karakolları denetim altına alıp direnenleri öldürmeye başladı. Meclis-i Mebusan kapatılırken, direniş için bir grup aydın Anadolu’ya kaçtı. Yakalananlar ise, İngiliz donanmasının bir gemisiyle Malta’ya sürgüne gönderildiler.

Ziya Gökalp, Hüseyin Cahit gibi fikir adamları, asker ve devlet büyüklerinden Fahrettin Paşa, Ali İhsan Sabis Paşa (Irak’ta Sabis denen yerde, İngilizlere karşı büyük bir zafer kazandığı için bu ad verildi) gibi isimler sürgün edildi. Yakalanacaklar listesindeki Mustafa Kemal Paşa yakalanamadı.

Üç yıllık Malta sürgününde 145 vatanseverden 15’i orada can verdi. 20 kişi kaçmayı başardı. (AKP+FETÖ+CIA işbirliğiyle tezgahlanan ve Türk Ordusunun komuta heyetini biçen, Ergenekon kumpasının kimleri örnek aldığı, ne kadar belli)

Geri kalanlar ise Atatürk’ün gayretleriyle, İngiliz esirlerle takas edilerek geri alındı. Tüm bunlar olurken İstanbul’un bir grup zengini, İngilizlerle anlaşarak koşullar ne olursa olsun varlıklarını korumak için sadece seyrettiler. (Şimdi farklı bir duruş mu sergiliyorlar?)

Mustafa Kemal Paşa, İtilaf Devletlerinin temsilcilerine, tarafsız bütün devletlerin Dışişleri Bakanlarına şu telgrafı gönderdi;

“Biz hakkımızı ve istiklalimizi korumak için girdiğimiz kavganın kutsallığına ve hiçbir kuvvetin bir milleti yaşamak hakkından mahrum edemeyeceğine inanmış bulunuyoruz. İstanbul’un işgalinden doğacak büyük mesuliyete son bir defa olarak dünyanın dikkat nazarını çekeriz. Davamızın haklılığı ve kutsallığı bugünlerde, Tanrı’dan sonra en büyük yardımcımızdır…”

Sonuçta, İngilizler ve küresel çete ortakları “Geldikleri gibi gittiler!” Sultan 2’nci Mehmet tarafından fethedilen, Sultan 6’ncı Mehmet tarafından İngilizlere verilen İstanbul, Mustafa Kemal Paşa tarafından tekrar fethedildi ve Türk Milletine armağan edildi…

Bugünün emperyal uşakları “Nasıl oluyor da, İngilizler tek kurşun atmadan İstanbul’u bıraktı” diyerek bu zaferi küçümsemeye çalışırlar. Her Türk evladının onlara şu soruyu sorması gerekir. “Nasıl oluyor da İngilizler tek kurşun atmadan İstanbul’u işgal edebildiler?”

AKP, 1994 yılından beri İstanbul’u yönetti. İstanbul’u tarihiyle, mimarisiyle, havasıyla, suyuyla, bitki örtüsüyle perişan ettiler. İstanbul’u büyük bir rant kapısı olarak kullandılar.
Yetinmediler şimdi de tamamen ticari rant uğruna, Kanal İstanbul denen ucubeyle hem Montrö Antlaşmasını hem de İstanbul’un geleceğini perişan edecekler.

Sayın Şevket Atalay, araştıran ve haksızlık karşısında asla susmayan ve şimdiye kadar yanılmayan bir Türk Aydınıdır. Bademlere şu soruyu sorup yanıt istemiş;

“Açıklandığına göre temeli atılan köprünün ana açıklığı 440 metre olacakmış. Yani ayakları arasındaki mesafe 440 metre imiş. İyi de, Kanal projesinde o noktada su yüzeyi genişliği 650 metre. 21 metre aşağıda taban oturma eni ise 400 metre!

Şimdi size soruyorum; 440 metre ayak açıklığı olan bu köprü yapıldıktan sonra, kanalın temelini nasıl kazacaksınız? 400 metre tabandan, 650 metre su yüzeyine 21 metrede yükselirken, kanal yan duvarlarını, köprünün ayakları arasından nasıl inşa edeceksiniz? Tut ki inşaat dehası gösterip, köprünün apış arasından, yan duvarları geçirip kanalı yaptınız. Geçecek gemiler, suyun ortasındaki köprü ayaklarına çarparsa ne olacak?”

Yani Sayın Şevket Atalay diyor ki, “Eyy Bademler, siz bu köprüyü yapamazsınız!”
İstanbul’u yediniz bitirdiniz. Hiç olmazsa “Kalan İstanbul’u”, “Kanal İstanbul” ile öldürmeyin!

Sizden bunun hesabını DOĞRU Parti olarak söke-söke, sıka sıka soracağız…
Not; Yarından itibaren yine yollardayız. Ne yaparsınız? Hem bu vatanı seveceksiniz, koruyacaksınız hem de it-uğursuz-yobazlarla boğuşacaksınız! Kuvayı Millici olmak kolay mı? Yerinden kalkmadan bizi seyreden dostlara selam olsun!

Sağlık ve başarı dileklerimle 27 Haziran 2021

This entry was posted in Rifat SERDAROĞLU yazıları. Bookmark the permalink.

Leave a Reply

Your email address will not be published. Required fields are marked *