OSMANLI ARŞİV BELGELERİNE GÖRE İŞGAL DÖNEMİNDE İSTANBUL (16 MART 1920- 31 ARALIK 1922) * Bölüm XIII

OSMANLI ARŞİV BELGELERİNE GÖRE İŞGAL DÖNEMİNDE İSTANBUL
(16 MART 1920- 31 ARALIK 1922) * Bölüm XIII

Naci Kaptan – 12.06.2021


BAĞLANTILI YAZILAR
BÖLÜM I                                https://nacikaptan.com/?p=87261
BÖLÜM II                               https://nacikaptan.com/?p=87371
BÖLÜM III                             https://nacikaptan.com/?p=87397
BÖLÜM IV                              https://nacikaptan.com/?p=87573
BÖLÜM V                                https://nacikaptan.com/?p=87731
BÖLÜM VI                              https://nacikaptan.com/?p=87830
BÖLÜM VII                             https://nacikaptan.com/?p=87914
BÖLÜM VIII                           https://nacikaptan.com/?p=88129
BÖLÜM IX                              https://nacikaptan.com/?p=88147
BÖLÜM X                                https://nacikaptan.com/?p=88599
BÖLÜM XI                               https://nacikaptan.com/?p=88748
BÖLÜM XII                             https://nacikaptan.com/?p=88766

Türkiye’yi kuran ve Türk Milletini yok olmaktan kurtaran Gazi Paşa’yı,
Mavi gözlü sarı Kurt’u, Mustafa Kemal Atatürk’ü minnet ve saygıyla anarak;

Aşağıdaki yazı dizisini nankörlere hatırlatmak adına “Keşke Yunan kazansaydı” diyeni/leri,  sarayda onurlandıranlara, Madalyalardan Atatürk’ün rölyefini kaldıranlara, T.C.yi silenlere, Andımızı yasaklayanlara, Cumhuriyet tarihi derslerinden Atatürk’ü ve İnkîlap derslerini kaldıranlara, namaz kılıyor gibi yaparak Vatan topraklarını, milli birikimlerimizi gizli pazarlıklarla yabancılara ve işbirlikçilere devredenlere, ithaf ediyorum. Bu kişilere ve benzerlerine Türkiye’mizin bugünlere nasıl geldiğini tekrar hatırlatmak için İstanbul’un işgalini ve İstanbul’da işgal sürecinde siyasi gelişmeleri ve günlük yaşamı ve insanlara yapılmış olan eziyeti anlatan bu yazı dizisini okumanıza sunuyorum.

Naci Kaptan


ARA YAZI – AKP OSMANLI SÜRECİNİN DEVAMIDIR;

Üzülerek yazıyorum ki, bu dönemde de Osmanlı’nın son sürecini yaşıyoruz. AKP iktidarının Türk Devletinin ve Türk Halkın geleceğini, çıkarlarını gözetmek yerine küresel baronların ve uluslararası şirketlerin çıkarlarını gözetmesi ve bu amaçla iktidara getirilmesi sonucunda Türkiye aynen Osmanlı’da olduğu gibi çöküş sürecine girmiştir. Kapütilasyonlar sonucunda ülke ekonomisi çökmüştür. Geçmişte Türk’lerin ve devletin sahip olduğu tüm zenginliklerimiz el değiştirmiş Türk’ler kendi topraklarında maraba olmuşlardır.

Türkiye, batı yanlısı, zengin sever siyasetçiler, Tarikatlar ve Mafya tarafından yönetiliyor.

Batı ülkelerinin Türkiye’yi aynen Osmanlı döneminde olduğu gibi masaya koyarak “pay etme” görüşmeleri yaptığı bilgileri fısıldanır olmuştur. Devlet kurumları yozlaştırılarak tahrip edilmiş ve devletin devamlılığını sağlayan liyakatli bürokrasi yok edilerek Devlet tüm kurumlarıyla siyasallaştırılmıştır. Siyasal sistemin içinde TARİKATLAR / CEMAATLAR/ MAFYA yer almış ve muhalif basın, aydınlar, kanaat önderleri, yazarlar, düşünürler, STK’lar , akademisyenler, Kemalist askerler, toplum önderleri tasfiye edilmiştir.

Tüm bunlarla birlikte ANAYASA İLGA EDİLMİŞTİR. Parlamento işlevsiz kılınmış, sarayda PARALEL bir DEVLET KURULMUŞTUR. Türkiye hukuk Devleti olmak niteliğini kaybetmiş , yargı iktidarın sopası olmuştur. AKP’nin yandaşı olan avukatlar savcı ve yargıç yapılmış olup iktidar muhaliflerini yargı baskısı altına alıp adaletsizce cezalandırıyor.

Ülke kanunlarla değil, tek bir buyurganın aklına gelerek çıkarttığı tek sayfalık kararnamelerle ve torbaya atılan, amacının saklandığı, gece yarısı çıkartılan sözde yasalarla yönetiliyor, daha doğrusu kasırgaya kapılmış, dümensiz bir gemi gibi savruluyor. Yoksulluk, işsizlik, pahalılık, çaresizlik nedeniyle her ay çok sayıda insanımız intihar ediyor.

“CEP DELİK, CEPKEN DELİK” Sözde özelleştirmelerden elde edilen 65 milyar dolar yok olurken, Merkez Bankasında bulunan 128 milyar dolar da yok edildi. 220 milyar dolar borç ile teslim aldıkları Ülkemizin borcu 450 milyar dolar oldu!!! Merkez Bankasının kasası ise BOŞ!!! AKP 18 yılda 4 trilyon 340 milyar dolar vergi toplamasına rağmen bacası tüten tek bir fabrika yapmadı, bu nedenle üretim ve istihdam öldü. Sadece ve sadece borç yaptı. Böylesi bir yönetime ben şahsen simit tablası bile teslim etmem.

Burada bir not düşmek isterim; Türk Devletini, Milletini/Ulusunu var eden yüce kişi Mustafa Kemal Atatürk sadece bir devlet kurmadı. yetişmiş insan gücü olmayan, fabrikası olmayan ve , okur, yazarı olmayan, yolu, sanayisi olmayan bir ülkenin yoksul gücünü kullanarak Osmanlı’nın bıraktığı günümüz parası ile yaklaşık 500 milyar dolar borcu kurduğu Atatürk  Cumhuriyeti ödedi ve tüm imkânsızlıklara rağmen sanayileşmeyi başlattı.

1923’de batılı ülkelerin ortalama kişi başına geliri 6000 dolar, Türkiye’nin aynı standartlara göre düzeltilmiş geliri ise 700 dolardı. İlk yurtdışı borçlanma Abdülmecid tarafından 1854 yılında Kırım savaşını finanse etmek için alınmıştır. Bu borçlanmanın ardından peş peşe borçlanan Osmanlı İmparatorluğu borçlarını ödeyemeyecek duruma gelince borç veren batılı ülkeler bu borçları tahsil etmek için Düyunu Umumiye idaresini kurmuşlardır. Böylece Osmanlı İmparatorluğu mali yönetimini başkalarına teslim etmiştir. Osmanlı İmparatorluğunun dağılmasından sonra bu borçlar imparatorluğu oluşturan ülkelere ilgisine göre paylaştırılmıştır.

Osmanlı’dan devralınan borçların ödenmesi 1954 yılında bitirildi. İlk dış borçlanma 1854 yılında yapıldığına göre bu borçların tasfiyesi 100 yıl sürmüş oluyor. Osmanlı’dan devralınan borçlar 145 milyon Osmanlı altın lirası tutarındaydı. Bu da o dönemin milli gelirinin yaklaşık yüzde 65’i ediyor. Bugünkü koşullarla düne bakıp devralınan borç miktarının söylendiği kadar yüksek olmadığı tezini ileri sürenler bu borcu aynı mantıkla bugünkü değerlerle hayal etmeye çalışırlarsa kabaca 500 milyar dolarlık bir borç yüküne denk geldiğini göreceklerdir.

Günümüz iktidarı ise Dünyanın en büyük, en sistematik yolsuzluklarının yapıldığı ülkeyi (Elhamdülillah) Türkiye yapmayı becerdiler. Dünyanın en kirli ülkelerinden birisi olduk. “MATRUŞKA İHALE” sistemini kurdular. Bu nedenle dünyada emsali olmayan bir şekilde İHALE SİSTEMİNİ 190 kez değiştirdiler ve bundan da utanmadılar.

Örneğin 100 milyar gerçek bedelli bir ihaleyi sahibine teslim şartıyla 5-7-10 kat fazlasına ihale ettiler. İhaleyi alan bir sonraki “matruşka’ya” daha düşük ücretle devretti aradaki farkı en üstten, en alta paylaştılar. Harun’lar KARUN oldu…Tüm yollarda, köprülerde, alt geçitlerde, hastahanelerde bu sistemi kullandılar. Uçak inmeyen, yolcusu olmayan havalimanları için bile 10-15-25 senelik borç sistemi yarattılar, Türkiye’nin, çocuklarımızın, torunlarımızın geleceklerini borçlandırarak ipotek altına aldılar. Türkiye şimdi 21. yüzyılın kapitülasyonlarını ve DÜYUNU-UMUMİYE’sini  yaşıyor.

Bunlar Osmanlı’ya rahmet okuttular.

Naci Kaptan


ANA KONUYA DÖNELİM

İtilâf Devletleri, “Hasta Adam” olarak isimlendirdikleri bir ülkenin I. Dünya Savaşı’nda kendilerine rakip olmasını ve hatta Çanakkale’de kendilerini bozguna uğratmasını bir türlü hazmedememişlerdi. Özellikle İngiltere, savaşın sonunda, sarsılan itibarını tekrar kazanabilmek İçin Osmanlı Devleti’ni en şiddetli bir şekilde cezalandırmak İstemiş ve bunun İlk adımını Mondros Mütarekesi ile atmıştı.

Mütarekenin imzalanmasından birkaç gün sonra harekete geçen İtilâf Devletleri donanması, 3 yıl önce savaşarak geçemedikleri Çanakkale Boğazı’nı bu kez İşgal etmeye hazırlanıyorlardı. İşin ilginç yanı, Çanakkale Savaşlarında İtilâf savaş gemilerini bir bir batıran Nusret Mayın Gemisi, bu kez Çanakkale Boğazı’ındaki mayınları temizlemekle görevlendirilmişti. Nusret Mayın Gemisi tarafından temizlenen sulardan geçen İngiliz,
Fransız, İtalyan ve Yunan savaş gemileri İstanbul ’a doğru harekete geçerek, mütarekenin Boğazlara ilişkin hükümlerini uygulamaya başladılar.

Çanakkale Boğazı’nın iki yakasında 273 top, 12 mayın hattında 579 mayın, 2 denizaltı engel, 1 torpido bataryası ile 16 ışıldak bulunuyordu. “Bataryalarından alınan erler, uzak başka ordugahlara gitmek üzere şan ve şerefle savundukları mevzilerinden gözyaşları ile ayrıldılar ve yerlerini İtilâf askerlerine terk ettiler.

6 Kasım 1918’de başlayan istihkamlara el koyma faaliyeti 12 Kasım’da tamamlandı.3 Bu süre içerisinde 200 kişilik bir İtilâf kuvveti Seddülbahir’e, 400 kişilik bir kuvvet de Kumkale’ye yerleştirildi.

Hatırlanacağı üzere İtilâf Devletleri Çanakkale savaşlarında bu tabyaları alamamışlar 1916 yılının başında buradan çekilmek zorunda kalmışlardı.Bu işgal hareketine tepki gösteren bazı genç subaylar, Boğazlardan geçecek Yunan gemilerine suikast yapmayı planlamışlarsa da üst rütbeli subayların uyarısıyla bu hareketlerinden vazgeçmişlerdir.

İtilâf Devletleri’nin bu el koyma faaliyeti sonucunda Türk Müstahkem Mevki Kumandanlığı; Yunus Torpidosu ve Nusret Mayın Gemisi’yle İstanbul’a taşındı.Böylece İtilâf Deniz Kuvvetleri’nin, İstanbul Limanı’na gelmelerini önleyecek ciddi bir engel kalmadı.

Çanakkale’ye gelen İngiliz Heyeti Başkanı General Fuller ile Müstahkem Mevki Komutanı Albay Selahattin Adil Paşa arasında, istihkamların boşaltılmasına dair bir protokol hazırlanmıştı ,Kasım 1918 tarihinde küçük bir müttefik donanması mayın temizleme gerekçesi ile Çanakkale Boğazı’ndan içeri girerek, İstanbul’a doğru ilerlemeye başlamıştı.

Bir gün sonra “Aryan” isimli bir torpil taharri gemisi İstanbul’a gelip Çinili Köşk civarına yanaşmış, dört gemiden inen dört Fransız subayı yaya oldukları halde Galata’ya, oradan da Beyoğlu’na doğru hareket etmişlerdi. Beyoğlu’nda gayrimüslimler gelen işgal askerlerini coşku içerisinde karşılamış, Rumlar “zito” sayhaları (çığlıkları) atarak ev ve işyerlerine Fransız bayrakları asmışlardı.

Bundan sonra donanmaya katılmak üzere yeni gemiler Çanakkale Boğazı’ndan içeri girmeye başlamışlardı. Kasım 1918 tarihinde Yunan gemisi Averof zırhlı kruvazörü beraberinde üç Yunan torpido muhribi olduğu halde Çanakkale’den Marmara Denizi’ne girmişti.

13 Kasım 1918 tarihinde yerel saat sabah sekizde öncü 4 İngiliz torpidosunun
ardından donanma komutanı Calthorpe’un içinde bulunduğu “Superb Dretnotu” ve
onları takiben 61 parçadan oluşan büyük bir müttefik donanması Dolmabahçe
Sarayı’nın önünden geçerek İstanbul’a demir atmıştı. Kabataş, Ortaköy, Beşiktaş, Kadıköy, Haydarpaşa, Fenerbahçe açıkları bir anda düşman gemileri ile dolup taşmıştı.

İstanbul’a gelen bu donanmayı İtilaf Devletlerine ait iki uçak havadan desteklemişti. Osmanlı Genelkurmayı’na göre bu donanmada 15 muharebe gemisi, 11 kruvazör, 29 muhrip ve 6 denizaltı bulunmaktaydı. Yine dönemin kaynaklarına göre bu donanma 22 İngiliz, 18 Fransız, 17 İtalyan ve 4 Yunan gemisinden ibaretti. Aynı gün gemi sayısı 73’ü bulmuştu. Birkaç gün içerisinde gemi sayısı 167 olmuştu. 13 Kasım 1918’de karaya 2,616 İngiliz, 540 Fransız, 470 İtalyan olmak üzere toplam 3,626 asker, General F.M. Wilson’un kumandasında çıkarılmıştı.

Bu arada aynı gün akşama doğru “Basra” adlı Torpido İstanbul’a yönelmiş Albay Murphy, Binbaşı Chilton, Yüzbaşı Hoylet ve Teğmen Dveyk’ten oluşan bir İngiliz Heyeti İstanbul’a gelerek tersaneye el koymuştu. Gayrimüslimler bu heyetin gelişini de haber almış ve daha onlar karaya çıkar çıkmaz ellerinde bayraklarla “Yaşasın İtilaf Devletleri” sedaları ile gelenleri coşkulu bir şekilde karşılamışlardı. Hükümet de gönderdiği bazı memurlar aracılığıyla bu heyeti karşılamış, heyet için Pera ve Tokatlıyan otellerinde 80 oda ayrılmıştı. Osmanlı son günlerini yaşıyordu. Çöküntü hızlanmıştı.


İtilaf kuvvetleri resmi işgal ile birlikte yapmayı planladıkları tutuklamalara da hemen başladılar. Tutuklananların suçu Anadolu’daki Milli Mücadele ile işbirliği içinde olmaktı. İlk gün iki Ermeni tercümanla Mebusan Meclisi’ne gelen İngiliz polisler ve başlarındaki İngiliz haber alma subayı Yüzbaşı John Bennett, Kara Vasıf Bey’i ve Rauf Bey’i tutuklamaya geldiklerini söylediler.

Başkanvekili Abdülaziz Mecdi polislerden, bu kişileri meclisten zorla götürdüklerine dair bir belge aldıktan sonra, Kara Vasıf ve Rauf Bey İngiliz polislerinin arasında Meclis’ten ayrıldılar. John Bennett hatıralarında bu olayı aktarırken, tüm mebusların tutuklanıp Malta’ya sürülme kararı alındığını, aynı zamanda bu işin müttefik emniyeti tarafından değil, üniformalı ordu birlikleri tarafından yapılmasının istendiğini söyler.

Yine aynı gün Seryaver Naci Bey, Cemal Paşa, Cavid Paşa, Ayan Üyesi Çürüksulu Mahmud Paşa tutuklandı. Şehzade Tevfik, Osmanlı prensesi olan eşiyle birlikte tutuklandı, Erkan-ı Harbiye Reisi Cevat Paşa evinden yatak kıyafeti ile ve elleri bağlı olarak çıkarılırken, Dr. Esat Paşa da evinden aynı kıyafette ve sürüklenerek çıkarılmış, hatta yolda dövülmüştü. Cemal Paşa’nın konağında bulunanlar, İngiliz askerlerine direnmeye çalışınca iki İngiliz, beş Türk askeri yaralanmıştı.

Ayrıca Edirne Mebusu Şeref Bey, Faik Bey ve Numan Usta’da tutuklandılar. İtilaf kuvvetleri aleyhinde, Anadolu’daki harekete taraftar yazılar yazan gazetelerin yazarları da tutuklandı. Ahmet Emin Yalman, Velit, Süleyman Nazif ve Celal Nuri bunlardan bir kaçıydı.

İşgalle birlikte seksen beş milletvekili, altmış kadar subay ve yüksek bürokrat tutuklandı. Tutuklananlardan, Çürüksulu Mahmut Paşa, İzmir Milletvekili Hasan Tahsin Bey, Mehmet Esat Paşa, Hüseyin Rauf Bey, Albay Galatalı Şevket Bey, Kara Vasıf Bey, Mehmet Şeref Bey, Ahmet Faik Bey ve Numan Usta 18 Mart’ta Malta Adası’na sürüldüler. Ayrıca 18 Mart’ta eski Harbiye Nazırı Cemal Paşa, eski Erkan-ı Harbiye Reisi Cevat Paşa da Malta’ya sürülenler arasındaydı ve o gün toplam 11 kişi “Benbow” (Bombay) gemisiyle yola çıkarılıp 22 Mart’ta Malta Adası’na ulaştılar.


İşgal Edilen Sivil Mekânlar

İtilaf kuvvetleri İstanbul’daki tüm kamu binalarına el koymalarından başka işgal ettikleri binalar arasında özel mülkler de vardı. Üst düzey İtilaf yetkilileri ve subaylar, beğendikleri bazı özel meskenleri zorla tahliye ettirerek kendileri oturuyorlardı.

Meselâ, Mayıs 1920’de, bir Fransız subayı ve bir Fransız askeri, Üsküdar Ticaret-i Bahriye Mektebi Müdürü Hamit Naci Bey’in Heybeli Ada’daki evine, Rus mülteci yerleştirmek için zorla girmişlerdi203. Eylül 1920’de Seresyabi Bey, Kadıköy’de Şifa Hastanesi karşısındaki evinin İngiliz subayına tahsis edilmesinden dolayı mağdur olmuştu.

Kasım 1920’de Eyalat-ı Mümtaze Kalemi Müdürü Kemal Bey ve kardeşlerinin Mercan’daki hanesi Fransız askerleri tarafından hasara uğratılmıştı. Aralık 1920’de İtalyan tebaasından bir kişi, İtalyan polisleriyle birlikte Taksim’de Taşkışla karşısındaki Hürriyet Gazinosu’nu işgal etmişti.

İngilizler ayrıca, Soğanlı arazisini, Kâğıthane ve Maslak arazisini, Yıldız’da kışla ve saray arasındaki meydanlığın batısındaki bir binayı, Mekteb-i Tıbbiye karşısındaki binaları, Tophane’de bir binayı, Bayezıt’taki Türk Ocağı binasını işgal etmişlerdi.


İŞGAL GÜÇLERİNİN HALKA VERDİKLERİ ZARAR

Halikarnas Balıkçısı (Şakir Kabaağaç) işgal İstanbul’undaki anılarını anlatırken tasvir ettiği şu manzara, İstanbul halkının bu dönemdeki can güvenliği hakkında çarpıcı bir örnektir: “Şehre adeta bir kâbus havası çöktü. Şehrin tenha yerlerinden geçmek tehlikeliydi. Gazhane yokuşundan Taksim’e çıkanlar ölümü göze almalıydı. Çünkü Taşkışla’yı işgal eden yabancı kuvvetler, yokuştan çıkanları vuruyor ve sonra koşup soyuyorlardı”

İtilaf Devletleri’nin Kasım 1918’den itibaren İstanbul’u fiilen işgal altında bulundurmaları ve Mart 1920’de bunu resmi hale getirmeleri, Osmanlı resmi makamlarını olduğu kadar İstanbul halkını da derinden etkileyen bir durumdu. Zaten süregelen savaşlar yüzünden çok zor durumda olan başkent halkı, şimdi de beş yıl sürecek ve onlara yeni sıkıntılar getirecek düşman işgalini yaşıyordu.

Üstelik işgalcilerin halka iyi davranmak bir yana, yaptıkları kanun dışı saldırılar, tecavüzler, katiller, milli ve dini hisleri rencide eden davranışlar şehir halkını bezdirecek boyutlardaydı. İtilaf kuvvetlerinin Osmanlı memur, asker ve sivil halkına emir-komuta zinciri içinde yaptıkları kötü muameleler yanında, bir de İtilaf asker ve polislerinin bireysel olarak işledikleri adi suçlar vardı ki, bütün bunlar İstanbul halkı için şehri yaşanması zor bir hale getirmişti.

İşgal Güçlerinin Halkın Can Güvenliğine Yönelik Saldırıları
İşgal güçlerinin İstanbul halkının can güvenliğini sağlama konusunda hassas
davrandıklarını söylemek pek mümkün değildir. Zaten, işgal edilmiş bir şehre gelmiş çeşitli milletlerden olan askerlerin zapt edilmesi kolay bir iş değilken, bu konuda fazla titiz davranılmaması da İstanbul halkının can güvenliğini tehdit altında bırakmıştı.

17 Mart 1920’de Arabacı Osman oğlu İbrahim, Feriköy’de arabasına binen beş İngiliz askeri tarafından Zincirlikuyu’da arabadan aşağı atılarak üst dudağı ortasından kopup, sağ gözü şişip kapanmak suretiyle yaralandı

Nisan 1920’de Galata Köprüsü muhafaza memurlarından Şuayib Efendi Fransız askerler tarafından, dur ihtarına uymadığı gerekçesiyle öldürüldü214. Nisan 1920’de Tophane’de iki Yunan askerinin önce havaya bir el ateş açıp, sonra ellerinde bulunan bombayı patlatmaları üzerine üçdört kişi yaralanırken, onları yakalamaya çalışan Fransız polisinin attığı kurşunlardan da bir çocuk yaralandı.

Yine Nisan 1920’de Yeşilköy’de uçaklara tahsis edilmiş alanı korumakla görevli Senegalli Fransız nöbetçi askerinin dur ihtarına, dilini anlamadığı için uymayan Mustafa adlı kişiyi öldürüldü.

Üç İngiliz askeri, Temmuz 1920’de Mecidiyeköy’de Şerbetçi Şevket’in evine zorla girip, dövdüler ve yanlarında götürmek isteyince, adamcağız korkudan oracıkta vefat etti. Askerler, bu defa başka evlere de girmeye çalışınca, halkın feryatları karşısında bir şey yapamadan bir kamyona binip bölgeden ayrıldılar.

İstanbul Polis Müdüriyeti odacısı Ahmed Ağa bir Fransız kamyonu tarafından çiğnenerek öldü. Bakırköy kazası Büyükhalkalı Köyü’nde 14 yaşındaki Hüseyin isimli çocuk Fransız ordusuna ait bir otomobilin çarpması sonucu öldü.

Ağustos 1922’de İngiliz genel karargâhı erkân-ı harbiye yüzbaşılarından Mister Bas’ın bindiği araba Kartal ile Pendik arasında Hat çavuşlarından Hüseyin Ağa’nın 23 yaşlarındaki sağır ve dilsiz oğluna çarparak başından ağır şekilde yaralayıp, kısa süre sonra da ölmesine sebep oldu.

Kasım 1920’de Yalıköy’de bakkallık yapan Hüseyin Ağa bir Yunan askeri tarafından öldürüldü. Bu hadiseye sebep olan asker hakkında herhangi bir işlem yapılmaması işgal kuvvetlerinin İstanbul halkının can güvenliğine ne derece dikkat ettiklerini gösteren hadiselerdir.


Aralık 1922 tarihine ait İstanbul polis müdüriyeti raporlarına göre;
Büyükdere’de iki sarhoş İngiliz askeri, Sarıyer İtfaiye askerlerinden Mehmed isimli askeri sopa ile dövüp başından yaralamışlar, daha sonra sayıları 15’e ulaşan İngiliz askerleri takip ettikleri iki Osmanlı memurunu, tırnaklarıyla yüzlerinden ve kulaklarından yaralamışlardı. Bu askerler olay yerine gelen İtilaf polisleri tarafından tutuklanmıştı, fakat bu tutuklamalar olaylara son vermekten çok uzaktı. Keza aynı gece Fındıklı Caddesi’nden geçen beş İngiliz askeri Arabacı Ahmetoğlu Veli’yi döverek, kasaturalar ile hücum etmişler, yardıma gelen polis Osman’ı da başından ağır şekilde yaralamışlardı.

Mart 1920’de Beşiktaş’ta Seccadecibaşı merhum Emin Bey’in evine İngiliz zabitleri tecavüz ettiler. Mayıs 1920’de İçerenköy’de İngiliz Cephane muhafız askerlerinden iki Hintli asker, İsmail Ağazâde’nin evine saldırıp, 12 yaşlarındaki kızını dövüp, evdeki bir adet rovelveri aldılar.

Yine Mayıs 1920’de İçerenköy’de bir İngiliz polis memuru, kasaplık yapan bir Türk’ün kapısını kırıp evine girerek karısına saldırdı. Temmuz 1920’de Halil Efendi’nin Merkez Efendi Mahallesi’ndeki evine Müslüman kılıklı bir Fransız tecavüz etti. Yine Temmuz 1920’de Tuzla kasabası İngiliz Hintli askerlerce kuşatılarak Müslümanlara ait evler aranıp, silahların yanı sıra kadınlara mahsus çevre, havlu, mendil gibi eşyalar ve birkaç parça çocuk ziynet eşyaları alındı.

Aynı tarihte Bulgurlu’da Hüseyin Ağa’ya ait ağıla gelen beş silahlı İngiliz askeri, tehditle yedi Osmanlı altın lirasını, yedi gümüş çeyreği, beş adet yüz kuruşluk kâğıt parayı, bir gümüş saati ve bir tabancayı gasp ettiler229. Ağustos 1920’de üç Fransız askeri Davutpaşa’da Türk evlerine tecavüz ettiler.

Nisan 1921’de Yıldız’da Sırakoğuşlar’da Fransız askerleri tarafından bir bakkal dükkânı yakıldı. Haziran 1921’de Büyükdere’de bir Yunan zabiti, bir sivil Rum ve beş İngiliz askeri, üç Laz’ı yakalayıp Kasap Hüsnü’nün bodrumunda hapsettikten sonra evde araştırma yaptılar.

Haziran 1921’de Alemdağ’da İngiliz ve Yunan müfrezeleri, halkı güpegündüz soyup, paralarını gasp ettiler234. Ocak 1922’de İngiliz torpidolarından gelen top ateşleri sonucu Orman vergi memuru Hüseyin Hilmi Efendi’nin evi ve eşyaları yandı.

Ekim 1922’de Büyükdere’de sarhoş İngiliz askerleri kunduracı Salih bin Hüseyin’in camını taşla kırıp, kapısını zorla açarak üstünü aradılar. Bir şey bulamayınca ayakkabılardan bazılarını çaldılar. Yemişçi Hacı Mehmed Ağa’nın da camekânını kırıp, yemişlerini sokağa döktüler.

Yukarıda özetini sunduğum yazıda; İşgal ordusunun askerleri Meclisi basarak mebusları döverek tutukluyor, Resmi veya halka ait evlere, binalara istediği gibi el koyuyor, Evlere tecavüz ediyordu. Yolda veya evinde olan insanları darp ederek kıymetli eşyalarına el koyuyordu. Suç işleyen cinayete karışmış askerler göstermelik tutuklanıp serbest bırakılıyordu.

Bütün bu olanlar İstanbul halkının can ve mal güvenliğinin olmadığının örnekleridir. Kimbilir ki arşive kayıt edilmemiş nice olaylar olmuştur.


KAYNAKLAR

[1]  https://www.mahfiegilmez.com/2011/12/osmanlidan-devraldigimiz-borclar.htm

[2] Fatma Afyoncu – http://www.tesis.org.tr/assets/view/userfile/249525.pdf

[3] Abdurrahman Bozkurt – Doktora tezi – http://nek.istanbul.edu.tr:4444/ekos/TEZ/45527.pdf

This entry was posted in ABD - AB - EMPERYALIZM, ATATURK, TARİHE - AYDINLANMAYA - CUMHURİYETE NOT DÜŞENLER. Bookmark the permalink.

Leave a Reply

Your email address will not be published. Required fields are marked *