AHMET TANER KIŞLALI * KEMALİZM LAİKLİK VE DEMOKRASİ * “Ben istemez miyim İran da Türkiye gibi lâik bir Müslümanlar ülkesi olsun? Ama benim ülkem Türkiye’den yüzyıllarca geri kaldı. Bize Atatürk gibi bir önder lazımdı, Şah geldi. siz çok şanslı bir ülkenin çocuğusunuz!…”

ATATÜRK, LAİKLİK VE DİN


Ahmet Taner Kışlalı (10 Temmuz 1939 – 21 Ekim 1999)

Türk siyaset bilimci, (eski bakan), yazar ve öğretim üyesi. Değerli yurtsever aydın Ahmet Taner Kışlalı’yı katlinin 23. yılında saygı ile anarak, Kışlalı’nın  Kemalizm Laiklik ve Demokrasi kitabından aktarı [Naci Kaptan]


1940 yılında kurulan Köy Enstitüleri de, Kemalist devrimin ürünüdür. Orada verilen eğitim, sâdece içerik olarak değil biçim olarak da, demokratik kültürün yerleşmesine büyük katkı yapmıştır.
Zâten Kemalist eğitimin amacı belliydi. Amaç ümmet anlayışına sâhip bir topluma ulus bilinci kazandırmak, kulu yurttaşa dönüştürmekti. Atatürk öğretmenlere şöyle sesleniyordu:
“Biz sizden düşüncesi özgür, vicdanı özgür, anlayışı özgür kuşaklar istiyoruz.” Aslında tarihsel olgu ve olaylar, ancak dönemlerinin koşulları içinde değerlendirildiğinde bir anlam taşırlar. Hitler dönemi Almanya ve Avusturya’sını terk eden 142 bilim adamı, başta ABD, Batı’nın gelişmiş ve varlıklı ülkeleri dururken, niçin Türkiye’ye gelmeyi tercih etti?
Birçoğu dünya çapında olan bu solcu ya da Yahudi bilim adamlarını, güç koşullar içindeki bir geri kalmış ülkede on yılı aşkın süre hizmet etmeye iten gerekçe acaba neydi?
Gelişmiş bir ülkenin baskı rejiminden kaçıp, geri kalmış bir ülkenin baskı rejimine sığınmış olmaları düşünülebilir miydi?
1920’lerde eski dünyada Avrupalı olmayan ve bağımsız kalabilmiş sâdece dört ülke bulunuyordu. Ama Türkiye dışında kalan Çin, Habeşistan (Etiyopya) ve İran da zamanla istilaya uğradı. Mussolini’nin bir demeci, bu ortamda Türkiye’de tedirginlik yaratmıştı. Bunun üzerine Mussolini, Türk büyükelçisine hemen şu mesajı vermek gereğini duydu: “Türkiye bu kapsamın dışındadır. Çünkü bir Avrupa ülkesidir.”
60 yıl öncesinin Türkiye’si, faşist İtalyan diktatörünün bile bu düzeltmeyi yapmak gereğini
duyduğu koşullarda, acaba niçin bugünkünden daha Avrupalı sayılıyordu?

Kemalizm ve Laiklik
Laiklik-en genel tanımı ile-din ile devlet işlerinin ayrılmasıdır. Toplum ve devlet yaşamının akla ve bilime dayatılmasıdır. Toplumun din adına ve binlerce yıl önce konmuş, o günün sorunlarına çözüm getiren kurallara göre yönetilme zorunluğunun kaldırılmasıdır.
Aklın iman karşısında özgürleştirilmesidir. Laiklik, dinin kendisinin değil, din adına baskı ve zorbalığın devre dışı bırakılmasıdır; uzun bir evrim süreci içinde, koşulların zorlamasıyla doğmuştur. Laikliği tarih sahnesine getiren nedenlerin, çağdaş toplumlarda da geçerliğini koruduğunu görüyoruz. Bu nedenler ikidir:
1. Değişen koşulların yarattığı sorunlara, akla ve bilime uygun çözümler getirebilmek;
2. Farklı inançtan olan toplum kesimlerinin, bir arada ve barış içinde yaşayabilmelerini kolaylaştırmak.
Atatürk’ün, Kemalizmin altı ilkesi içinde, niçin en çok laiklik konusunda duyarlı olduğunu anlamak zor değildir. Laiklik, devletçilik dışındaki diğer ilkelerin hepsinin de ön koşulları içinde yer alır: Demokrasinin ön koşuludur; çünkü laiklik olmadan gerçek bir düşünce özgürlüğü de olamaz, gerçek bir özgür seçim de. Milliyetçiliğin ön koşuludur; çünkü laiklik olmayan yerde önem taşıyan öğe ulus değil, inananların oluşturduğu ümmettir.
Devrimciliğin ön koşuludur; çünkü laikliği kabul etmemiş bir toplumda, bilimin ve çağın gereklerinin gerisinde kalmış kurumları değiştirmenin tartışması bile genellikle yapılamaz. Halkçılığın ön koşuludur; çünkü bir din devletinde halkın istekleri değil, dinsel seçkinlerin düşünceleri önemlidir.
Tarihteki hemen her devrim, dinle değil, ama din adına eski düzeni savunan, eski düzenin güçleriyle bütünleşmiş olan dinci güçlerle karşı karşıya gelmiştir. Bu güçler, kendilerinin etkisini azaltacak her girişimi dinsizlik olarak nitelendirmekten çekinmemişlerdir.
Padişahın ve düşmanın çıkarları ile bütünleşerek, Kurtuluş Savaşı sırasında Mustafa Kemal ve arkadaşları için idam fermanı çıkaranlar da yine bu tür din adamları olmuştur. Oysa Atatürk’ün dinle ilgili görüşleri açıktır:
“Din lüzumlu bir müessesedir. Dinsiz milletlerin devamına imkân yoktur. Temeli çok sağlam bir dinimiz var. Malzemesi iyi, fakat bina yüzyıllardır ihmal edilmiştir. Harçlar döküldükçe yeni harç yapıp binayı takviye lüzumu hissedilmemiştir. Aksine olarak birçok yabancı unsur ve yorumlar, boş inançlar binayı daha fazla hırpalamıştır.”
Atatürk, İslam dininin zamanla özünden uzaklaştığına inanıyordu. Türkiye’nin, demokrasiyle yönetilen ve çağı yakalama şansına sâhip tek Müslüman ülke oluşunda, laiklik ilkesini benimsemiş oluşunun rolü olmadığını söylemeye olanak var mıdır?
İran Halkın Mücahitleri örgütünün önderi Mesut Racavi, bakın ne diyor:
Ben istemez miyim İran da Türkiye gibi lâik bir Müslümanlar ülkesi olsun? Ama benim ülkem Türkiye’den yüzyıllarca geri kaldı. Bize Atatürk gibi bir önder lazımdı, Şah geldi. siz çok şanslı bir ülkenin çocuğusunuz!…
Ve şu sözler de, Cezayir Yüksek Devlet Konseyi Başkanı Muhammed Budiaf’a ait: “En büyük eksiğimiz, bizde bir Mustafa Kemal Atatürk’ün çıkmamış olmasıdır…”
This entry was posted in AHMET TANER KIŞLALI, ATATURK, TARİHE - AYDINLANMAYA - CUMHURİYETE NOT DÜŞENLER. Bookmark the permalink.

Leave a Reply

Your email address will not be published. Required fields are marked *