UZAK DENİZLERDEN ÖYKÜLER * BİR SEYR-İ SEFAİN ÖYKÜSÜ * TÜRK MASASI

Bu eski öykü anımı Eylül 2012’de paylaşmıştım.
Keyifle okunacağını düşündüğümden tekrar okumanıza sunuyorum.
Ve bu öykümü, bana yarım asır yol arkadaşlığı yapan, yokluğumda çocuklarımızı büyük özverilerle büyüten , yuvamızı sevgiyle dokuyan, cefakar ve vefalı dünya güzeli insan , 2016’nın 16 Eylül ayında, yaprakların sararıp döküldüğü hazan zamanında, hep olmak istediği bir kırlangıç olarak yıldızlara uçan , özlemle ve sevgiyle, her gece teşekkürle andığım sevgili eşim, hayat arkadaşım, yoldaşım GÜLSEN HANIMA armağan ediyorum.
Işıklar içine uyusun …
Naci KAPTAN / 26.02.2021
UZAK DENİZLERDEN ÖYKÜLER * BİR SEYR-İ SEFAİN ÖYKÜSÜ 
Gemi kendi zamanında var olanların,
iyilerinden birisi idi..
Denizci bir tekne idi,
Denizle uyumlu ,
“good steering” yani iyi dümen dinleyen,
“handy size” yani uzunluk ve su çekimi kısıtlamaları
olan küçük limanlara da girebilen…
Kaptanın sevdiği bir gemi idi…
8-9 bofor gücünde nice fırtınaları birlikte geçmişlerdi.
Gelelim öykümüze ;
Orta Akdeniz geçilmiş,
Mayorka adası geminin dümen suyunda kaybolmuştu.
Aylardan Aralık,
kış mevsiminin, kışlığını yaptığı soğuk fırtınalı günlerdendi.
Hızını arttırarak fırtınaya dönen rüzgar,
karayelden savrulup döne döne gemiyi bordasından dövüyor,
Tekne sarsılıyordu.
Telsiz zabiti elindeki hava raporunu köprüstünde kaptana uzattı.
Kaptan raporu okudu,tekrar barometreye baktı,
Barometre son 4 saatte 3 milibar daha düşmüştü.
Bulutlar iyice siyaha dönmüş,
Karayelin uçbeyleri serenlerde türküye başlamıştı.
İrileşen dalgalar ,
sertleşen rüzgarla uçuşan serpintilerle,
saçları dağılmış bir kadın gibi ,
Dalga üstlerini beyaz köpüklerle taramaya başlamıştı.
Denizci deyişiyle gemi ,
fırtınanın gözüne doğru baş tutmuştu.
İspanya’nın güney eteklerine varılmıştı.
Kaptan haritayı pergelledi,
Gibraltar boğazına varış saati gece 03.30 görülüyordu.
Dümenciye “sancak 10 kumandasını verdi,”
Gemi ana rotası olan 230 dereceden,
290 dereceye geldiğinde;
“Viya böyle.”..
Nöbetçi zabite;
“sahile doğru yükselelim,
Gemi saçak altı olduktan sonra ,
Rotayı tekrar düzeltir Gibraltar girişine baş tutarız,
Hiç olmazsa bu arada gemi ve mürettebat biraz dinlenir…”
İkinci kaptana ;
“Deniz bağlarını tekrar gözden geçirelim.
Güverteye açılan kaportalar ve lumbuzlar sıkı kapatılsın .
Başaltını tekrar kontrol edelim.
Kamarot kırılacakları sağlama alsın.”
“Aşçı kuru kumanya hazırlasın, yeterince patates var mı ?
(Fırtınada sulu yemek yapılması ve yenilmesi zordur.
Bu nedenle genelde kuru yemekler hazırlanır. Patates haşlanır)
Gemi sanki bir gladyatörün arenaya dövüşe çıkması gibi hazırlanıyordu.
Böyle de olması gerekti.
Önceden önlemini almayan kaptan,
gemisinin ve personelinin yaşamını tehlikeye atar.
Alınan önlemler denizle savaşmak için değildir.
Denizle kavgalaşmanın sonu her zaman yenilgidir.
Önlemler sadece geminin kendisini savunması içindir.
Hangi kaptan ki denize, fırtınaya, dalgalara kafa tutar,
O kaybetmeye el veren kişidir.
Ya yük kayar,
Ya gemi tumba olur,
Ya teknenin saçı atar,
Ya büyük arızalar sorunlar çıkar.
Gemi ve mürettebatı denizde kaybolur gider…
İyi kaptan, denizle bağdaşan,
kavgalaşmayan, denizlerin uyarına gidendir.
Deniz kendisine kafa tutanı sevmez, cezalandırır…
Bir denizci deyişi vardır ;
“Gemiler limanda batar”
Anlamı şudur ;
Yükünü gereğince bağlamayan, istiflemeyen,
açık denize çıkmadan gemisini,
ambarlarını ve güverteye açılan kaporta ve lumbuzlarını
su sızdırmaz duruma getirmeyen,
Teknik hazırlıklarını gereğince yapmayan kaptan,
Denizde her türlü tehlikeye açıktır.
Saat 02.15,
Gibraltar trafik kontrol ile görüşüldü,
Gemi kendisini ve varış limanını rapor etti.
Varış limanı Lizbon …
Akdenizin, Atlantik Okyanusuyla kucaklaştığı
Alboran Denizinden Gibraltar boğazına girildi,
Gibraltar trafik kontrol ile tekrar görüşüldü,
Gibraltar geçildi
Atlantik’e çıkıldı Cadiz körfezine girildi.
Barometre daha da düşmüştü,
996 Milibar…
Saçak altı kalmak için kıyı seyrine başlandı.
Boğazın saçağından açık denize çıkıldığında,
Gemi sarsıldı, sanki nefeslenmek için duraksadı, titredi…
Kuzeybatıdan koparak açık denizde dörtnala koşan dalgalar
Ak küheylan gibi ilerledikçe katlanarak büyüyor,
Dalga aralıkları sıklaşıyor,
dalga aralıkları azaldıkça güçleniyor..
İkilemeler, Üçlemeler,
daha iri olup da kalas adı verilenler,
peş peşe önce bordada patlıyor,
güverteye dolarak ,denize adam alasıya dolanıyor.
Sonra da köprüstünün camlarına vuruyordu.
Camlar beyaza tuz kesmiş idi.
Kaptan denize bakarak;
“Kaptan paşanın koyunları geliyor,
Güverteye adam çıkmasın” dedi.
Ağır yalpalar başlamıştı.
Kamaralarda, salonlarda olan eşyalar savrulmaya başladı.
Köprüstünde vardiyada olanlar sıkıca tutundular.
Bordadan gelen ikilemeler, üçlemeler ,
tekneyi ağır yalpalara düşürdü.
Dalgalar güverteyi aşıyordu.
Kaptan ;
“Tramola yapacağız” *
Varışımız gecikecek ama hiç olmazsa mürettebat ve gemi az da olsa
rahat eder “
Gemi dalgaları ve rüzgarı ortalayarak baş omuzluğuna aldı,
Gemi dalgalara başvurduğunda,
yaralı bir hayvan gibi titriyor,
Davlumbaz ileri, geri esneyerek sallanıyordu.
Yol kesildi, geminin dövünmeleri biraz sakinledi.
Sagres burnu dönüldü.
Sines limanı geçildi.
Setubal geçildi.
Her bir fenerin bordalanması gemiyi Lisbon’a daha yaklaştırdı.
Gibraltar – Lisbon kıyı seyri ile yaklaşık 360 deniz milidir.
Gemi 1.5 günlük yolu ancak 2 günde aldı.
Her fırtınalı havada olduğu gibi kimse uyuyamadı.
Vardiyacılar yatağına girdiğinde ,
geminin sağ salim limana varması için sessizce dualar etti.
Rüzgarın gücü azalmış olsa da ,
Dalgaların dinlemesi ve gücünü kaybetmesi için günler gerekti.
Yalpalar, baş vurmalar, titremeler,
Teknenin esnediğini görürsünüz…
Ve akşam hava karardıktan sonra,
Uzakta Lisbon fenerinin zayıf ışığı görüldü…
Limanlar,
Herkes için olduğu gibi denizci için de en güvenli barınaktır.
Cascais Pilot ile temas kuruldu.
Pilot çarmıhı rüzgar altında, sancak tarafta hazırlandı.
Pilot gemide…
Sahile ilk halat verildi.
Rıhtıma emniyetle bağlandı…
Lizbon ki aynen İstanbul gibi 7 tepe üzerine kurulmuş,
Tarihi çok eskilere dayanan,
Sardunyalarla bezenmiş tarihi evlerin bahçelerinde,
içinde nilüferler olan heykelciklerle süslenmiş havuz başlarında
Yaşlanmış kadın ve erkek eski fado şarkıcılarının,
Kederli fado ezgilerini söylediği,
Endülüs çinilerinle bezenmiş dar sokaklardaki türkü evleriyle.
Tepedelerdeki eski Endülüs mahallelerine tramvayların çıktığı
görülesi bir liman kentidir.
***
Denizcilik töresidir ;
Gemi limandan ayrılıp yol verdiğinde ve
Seyir süresince de,
Köprüstüne gelen ve giden her kişi ,
ALLAH SELAMET VERSİN,
der ve isterse ekler
PRUVAMIZ NETE ,RÜZGARIMIZ UYARINA OLSUN…
Bu bölümü ben de bu deyişle bitireceğim ;
Bu deyişim sizlere ve kara günler yaşamakta olan Ülkemizedir.
ALLAH SELAMET VERSİN,
PRUVANIZ NETE ,
RÜZGARINIZ UYARINA OLSUN…
* TRAMOLA; Teknenin bordadan veya tam pruvadan gelen rüzgar ve denizleri iskele / sancak baş omuzluktan 45 dereceden alarak seyir yapmasıdır. Böylece teknenin çok fazla sancak/iskele yatması veya çok baş kıç yaparak teknenin sürekli olarak dalgalara ağırca baş vurarak hasarlanması önlenir.
Naci KAPTAN
08.09.2012
UZAK DENİZLERDEN ÖYKÜLER *  TÜRK MASASI
Değerli okur,
Dün geminin yolcuğunu kısaca öykülemiştim.
Bugün sıra yazının BAYRAK bölümündedir.
Madem gemide köprüüstüne çıktık,
Töreyi yerine getirelim,
yazıya da şöyle başlayalım ;
Allah selamet versin,
Pruvanız nete,
Rüzgarınız uyarına olsun…
Bu arada herkesin pek bilmediği bir konuyu da söyleyiverelim ;
Tüm savaş ve ticaret gemilerinde,
En yüksek olan Grandi direğinin sereninde,
su geçirmez şekilde sarılmış,
serenin uygun yerine sıkıca bağlanmış,
Kuranı Kerim vardır.
Bu İslam dininde denizcilerin inançları gereğidir.
Böyle bir adet İslam dini dışında olanlarda yoktur.
Yani gemi serenlerinde İncil veya tevrat yoktur.
Yine gemi demirlerken ;
“Bismillah funda”
Demir alırken ;
“Vira Bismillah”
kumandaları verilir.
Diyeceğim odur ki ;
Din, İman, İnanç,
İnsanların imanlarını ölçmeye kalkanların değildir…
Kimin gönlü temiz ise,
Vicdanlı ise,
Çalmamış, çırpmamış,
Kul hakkı yememiş,
Devlet hazinesine el atmamış,
Yandaş, kandaş, zengin etmemiş,
Ülkesine ihanet etmemiş ise,
İmanı ve inancı makbuldur…
Olay odur ki,
Her geminin direğinde Kuranı Kerim,
her denizcinin dilinde,
kumandalarda Bismillah,
Köprüüstünde Allah’ın selameti vardır…
Bu ticaret gemilerinde de,
Savaş gemilerinde de aynıdır.
Gelelim öykünün devamına ;
Lisbon’u ikiye bölen ve denize kavuşan
nehir ağzında dalgalar daha da kabararak
laf ola değil,
gerçekten gemiyi “ceviz kabuğu” yapmıştı.
geminin kıçını kepçeleyen kaba dalgalar,
pruvayı 20-30 derece sancak ve iskeleye çeviriyor,
gemi dümen dinlemiyordu.
Kazasız-belasız nehir ağzından girildi.
dalgaların gücü azaldı.
Rıhtıma ilk halat verildi.
Demiştik ki ;
Gemi rıhtıma emniyetle bağladı.
Kaptan makina tamam dedi…
Başmühendis makina telgrafını ileri ve geri çevirerek,
“Makina tamam” yazısı üzerine getirdi.
Ana makina stop etti…
Herkesin yüzündeki endişeli yorgunluk,
sessiz bir huzura döndü.
“sağolun arkadaşlar,geçmiş olsun”
Nöbeti olanlar güverteye,
görevi olmayanlar kamaralarına indiler…
Deniz ticaret hukukunda geminin sefere çıkışı
“Sergüzeşt” olarak tanımlanır.
Diğer deyişle macera…
Sonu bilinmeyen yolculuk…
Bir macera kazasız-belasız bitmiştir.
3-5 gün sonra yeni bir yolculuk,
yeni bir sergüzeşt onları beklemektedir.
Zaman, uykusuz ve endişeli geçen seferin
yorgunluğunu çıkarmak zamanıdır.
Sabah erkenden Gümrük, Polis ,liman, yük formaliteleri…
Gelenler, gidenler …
Yorgun denizciler akşamı beklerler,
O senelerde cep telefonları yoktu.
En yakın telefon kulubesini bulmak,
telefon kartı almak, para bozdurmak..
Eşle, çocukla, ana, babayla konuşmak.
Hasret gidermek…
Bazen kilometrelerce gider telefon bulunamazdı.
telefon bulsanız kart bulamazdınız…
Veya O ülkenin bozuk parasını bulamaz, paranızı bozduramazdınız…
Kaptan Başmühendisle akşam yemeğine çıktı.
Toprağa basmak,
Sallanmayan bir yerde yürümek,
Yaşamın akıp gittiği kentlerde,
yaşamın içinde olmak, varlığını duymak.
kalabalığın içinde onlardan birisi olmak…
Işıltılı dar bir cadde idi.
Deniz ve yosun kokusu vardı.
Caddenin her iki yanında balık lokantaları,
Lokantaların vitrinleri koskoca akvaryum.
Herbiri ayrı görünüşte,
kayalar, yosunlar, devasa yengeçler,
canlı balıklar, kocaman istakozlar, karidesler,
dönüyor, süzülüyor, oynaşıyorlardı…
Seferin yorgunluğu ,özlenen yemekler.
Bir dinlenme molası
Lokantalardan birisine girdiler.
Köşe bir masaya oturdular.
Siparişlerle birlikte şarap da söylendi…
Kaptan çevresine bakarken lokantanın duvar kenarlarını fırdönen
ülke bayraklarını, bayrakların altına iliştirilmiş kağıt paraları gördü.
Göz kendi bayrağını aradı.
Yoktu…
Sohbet ettiler…
Kaptan güzel bir yemeği keyifle
fakat az da olsa hüzünle yedi.
Günün ertesi akşamı ;
“Haydi yine aynı lokantaya gidiyoruz”.
Çıktılar, hafta sonu, lokanta çok kalabalıktı.
Çoğunlukla orta yaş ve üzeri aileler.
Istakoz yiyenler çoğunlukta,
bu nedenle kırılan kabukların sesi,
gülenler, kahkahalar, çocuk sesleri…
Garson siparişi almaya geldi.
Kaptan dedi ki ;
“Burasının sahibi veya yetkilisiyle konuşmak istiyoruz”
Yaşı ellilerde şık giyimli bir adamdı.
Az da olsa ingilizce biliyordu.
Kaptan elindeki küçük paketi uzattı.
“lokantanıza bir armağan “…
Adam şaşırdı , paketi aldı, açtı ,
İçinden küçük, atlastan yapılmış bir Türk bayrağı,
ucunda ise bayrağa tutturulmuş, kullanılmamış bir 10 lira
“Dün akşam da geldik, baktık ki bizim bayrağımız yok,
bunu size getirdik “
Adam sevinçle teşekkür etti.
Yüksek sesle bağırdı ;
“sayın bayanlar ve baylar, bu konuklarımız Türk’tür,
bize de hediye olarak ülke bayraklarını getirdiler.
Bu bayrağı, bu masanın üzerine asacağız.
Bu masanın da adı artık Türk masası olacaktır”
Masalardan alkış sesi yükseldi.
Biz de ayağa kalkarak selamladık.
Masalarda Türkiye hakkında konuşmalar olduğu duyuldu.
Hemen bir merdiven getirildi.
Ve ;
Bayrağımız hemen masanın üzerine doğru asıldı.
***
ALLAH SELAMET VERSİN,
PRUVANIZ NETE,
RÜZGARINIZ UYARINA OLSUN…
Naci KAPTAN
09.09.2012
This entry was posted in DENİZ VE DENİZCİLİK, EDEBİYAT - ANI - ÖYKÜ - ŞİİR, Genel Kultur, HAYATIN İÇİNDEN. Bookmark the permalink.

Leave a Reply

Your email address will not be published. Required fields are marked *