ARŞİV SANDIĞINDAN * Bir varmış bir yokmuş *** “ekonomi bakanımız Zafer Çağlayan, “biz sizi Tommiks’ten tanıyoruz, hani nişanlısı var Suzi, yu nov Tommiks?” diye sormuştu. Kızılderili şefler soruyu anlamamış, “ne diyor bu?” diye birbirlerine bakmışlardı”

Yılmaz Özdil – 6 Haziran 2015 – Sözcü

Bir varmış bir yokmuş


Hatırlarsınız mutlaka… Washington’a direkt uçuş başlatan Türk Hava Yolları, ilk seferinde reklam olsun diye, kızılderili kabile şeflerini İstanbul’a getirmişti. Hükümet adına karşılama yapan ekonomi bakanımız Zafer Çağlayan, “biz sizi Tommiks’ten tanıyoruz, hani nişanlısı var Suzi, yu nov Tommiks?” diye sormuştu. Kızılderili şefler soruyu anlamamış, “ne diyor bu?” diye birbirlerine bakmışlardı.
Çünkü, Tommiks İtalyan.
Mevzu güya Dakota’da geçiyor, ekonomi bakanımız Amerikalı zannediyordu ama, İtalyanlar tarafından yaratılmıştı. Tommiks de zaten bizim uydurduğumuz isimdi. Orijinali, Capitan Miki’ydi.
Veya, Temel Reis…
Ispanak yiyor, pazuları demir gibi oluyordu, annelerimiz de habire ağzımıza ıspanak sokuşturuyordu. Halbuki, 85 sene önce, ilk çizildiği döneme ait virgül hatasından ibaretti. Bir kilo ıspanakta 30 miligram demir var diye biliniyordu. Sonradan anlaşıldı ki, 3 miligram var. Mercimekte, yumurtada katbekat fazla demir vardı. Haybeye yemiştik onca ıspanağı.
Karga’ya da oldum olası çok üzülürüm doğrusu…Malum, kurnaz tilki zekasını kullanmış, sesin ne güzel deyip, şarkı söylemesini istemiş, aptal karga inanmış, ağzındaki peyniri düşürmüş, tilki peyniri kapmış filan.
Peki, bunun böyle olabilmesi mümkün müdür?
Bilimsel olarak değildir.Aptal muamelesi yapılan karga, deneylerle ispatlanmıştır, yunus ve şempanzeden sonra en zeki üçüncü hayvandır. Kurnaz zannedilen tilki ise, zeka seviyesiyle ilk 10 hayvan arasında bile yoktur.
Bir başka iftiranın kurbanı ağustosböceği de, geçenlerde aklandı.Karınca bütün yaz harıl harıl çalışırken, tembel ağustosböceğinin ağaç gölgesinde yan gelip yattığı, kış gelince de aç bilaç kaldığı zannediliyordu.
Meğer araştırmalar gösterdi ki… Toprak altında yaşayan ağustosböceklerinin, yeryüzüne çıktıktan sonra, sadece dört haftalık ömrü var. Sadece ağustos ayında yaşıyor. İsmi de oradan geliyor. Ağustos ayından sonra hayatta kalmıyor. Dolayısıyla, kış ayları için yiyecek biriktirmesinin manası yok.
Kıssadan hisse…
96’lılar 97’liler, dünün çocukları, yarın ilk kez oy kullanacak.
Değerli gençler…
Bu memleketin başına ne geldiyse “büyüklere masallar”dan geldi. Lütfen bu durumu değiştirin. Siz doğduğunuzdan beri “doğruymuş gibi” anlatılan yanlışlara kanmayın.
Posted in DEMOKRASİ-ÖZGÜRLÜK, Gundem, İNSAN HAKLARI - DEMOKRASİ, SEÇİM - SEÇSİS, Yılmaz Özdil | Leave a comment

YEREL HALK * ÖLDÜRÜLÜYORUZ FARKINDA MISINIZ?

YEREL HALK

Zahide UÇAR – 21. 04. 2024

İngiliz Şimşek T.C. Devletini işgal ettiklerini itiraf etti. Nasıl mı?
Türklere “yerel halk” tanımını koydu. Peki İngilizlerin yerel halk tanımı nedir?

Avrupa’nın beyaz adamı Afrika’ya gitti. Sömürdü. Afrika’nın gerçek sahipleri zenciydi. Kara derili oldukları için insan olarak bakmıyorlardı. Beyaz adam için sömürdükleri ülkelerin gerçek sahipleri kara derili insanlar yerel halktı.
Avustralya’ya gittiklerinde Avustralya’da Aborjinler vardı. Katlettiler. Katlettiklerini kabul ediyorlar ama özür dilemeyi reddediyorlar. Geride çok az nüfusu kalan Aborjinlere “yerel halk” diyorlar.
Amerika’ya gittiklerinde milyonlarca nüfusu olan Kızılderili vardı. Avrupa’nın aç beyazları Kızılderililere soykırım yaptı. Hem de en ahlaksız bir biçimde. Oysa Kızılderililer bu cani ruhlu beyaz adamı el üstünde tutmuştu. Kış ayında KITAYA ÇIKANLAR AÇ KALDI. Kızılderililer onlara yiyecek götürdü. Çok yüzlü Amerikalıların Şükran Günü nedir biliyor musunuz? Kış mevsiminde kıtaya çıktıklarında aç kalırlar, Kızılderililer bunlara hindi götürüp doyurur. Kızılderili soykırımı yapan beyaz adam, o yılların anısına Şükran Günü yapıyor. Kızılderililer tepki gösteriyor. Hem bizleri öldürdünüz, bir de bizimle alay edercesine Şükran Günü mü yapıyorsunuz diyorlar.
İşte o beyaz adam Amerika kıtasının soykırıma uğrayan gerçek sahibi Kızılderililere “yerel halk” diyor.
MR. Şimşek İngiliz ve ABD vatandaşı. Bunun anlamı nedir biliyor musunuz? Mr. Şimşek İngiliz devletinin çıkarına ters bir eylemde bulunursa İngiltere tarafından yargılanır. Amerikan vatandaşı olurken ettiği yemine uymazsa yargılanır. Kırmızı bültenle aranılan bir kişi olur. Bu konumda bir kişi Türkiye’de ekonomiden sorumlu bakan yapılmışsa, Duyun-u Umumiye imaj değiştirerek işleme konmuş demektir.

ÖLDÜRÜLÜYORUZ FARKINDA MISINIZ?

2006 Yılında yerli tohum yasaklandı. Çiftçi kısır hibrit tohumlara mecbur bırakıldı. Her yıl tohum, fide aldı. Tohumlar gelirken o yılın hastalığının ilaçları da tohumla birlikte gümrüklere geldi. Hibrit tohum ekilen tarlada toprak öldü.
“Dr. Ümit Aktaş bir açıklama yaptı. Hibrit tohum yasası 2006 yılında çıktıktan sonra bir yıl içinde ölüm sayısı %50 arttı. Böyle giderse ülkede Türk kalmayacak diyor.” Bu açıklama beni ürküttü, ya sizi?
Bir de pandemi kumpası var. Yeniçağ Gazetesinde çıkan bir habere göre Korona Virüs kumpası dünya nüfusunu azaltmak için üretildi. Sağlık Bakanı ve hükümetin baskısıyla insanlara nerede ise zorla aşı yapıldı. Korkunç bir algı operasyonu yürütüldü. Sonuç?
İnsanların yaşamında aşılardan önce, aşılardan sonra diye bir dönem başladı. Yaşlılar yanlış tedavi yöntemleri ile büyük oranda öl(dürül)dü. Almanya’da aşı mağduru insanlar dava açıp tazminat alıyor. Türkiye’de sürekli bir yakınımızı kaybediyoruz ama tık yok. Neden? Nedeni açık değil mi?
“YEREL HALK” diyor Mr. Şimşek… Yani, katliamlardan geriye kalanlar…
Sahi kaç TÜRK kaldık biz?
Kimsenin zoruna gitmesin bu soru. Ya da gitsin! Gerçek acıdır.
Ülke nüfusunun nerede ise yarısı kendi diline düşman, her cümlesine Arapça bir kelime sıkıştırmayı maharet sayan, kimliğini, özünü kaybetmiş HİBRİT vatandaş… Diğer yarısının yarısı da, her cümlenin arasına İngilizce kelime sıkıştırmayı maharet sayan, özünü yitirmiş sömürge kafalı vatandaş.
Yunanistan adalarımızı işgal ederken, varlık nedenini Türk düşmanlığı üzerine kurmuş bir devlete kapı bir komşu gibi gidip ekonomisine katkı sunanlar zaten milliyetini kaybetmiş demektir.
Yunanistan Pontus Soykırım yalanını meclisten geçirmişti. Bir de soykırım anıtı diktiğini basından öğrendik. Bizim Devlet Tiyatrolarımız ne yaptı? Yunanistan’ın Atina şehrinde bulunan Pire Belediye Tiyatrosu Sanat Yönetmeninin ortak proje talebine olumlu cevap verdi.
Kimse ne işgali önemsiyor, ne de soykırım iftirasını… İşte bu yüzden “YEREL HALK” aşağılaması yapılabiliyor.
2022 Yılında İzmir Kitap Fuarına katılan kıymetli yazarımız Mustafa Yıldırım gördüğü aymazlık ve ihanet karşısında şöyle haykırıyordu;
“Atina devletinin erinin İzmir’i Smyrna yaparak İngiliz zırhlısı Agamemnon ile gözdağı verdiği İzmir Kitap Fuarındaki kahırlı iki günün sonunda yıkım… İzmir’de tepkisiz kitle… Belki eskiden ‘gavur Smyrna’ değildi ama şimdi olmuş… 9 Eylül savaşın utkusu yerine soytarılığa…
Atinalılar adaları işgal etti. Zeybetiko Soyun eri, İzmir’i SMYRNA yaptı. İngiliz zırhlısı Agamemnonu yanaştırdı çirkinlik anıtı fuarına… Artık atları Belkahveden aşağıya sürme vakti yakındır.”
Ordusu dağıtılan, neyi var, neyi yok satılan bir millet… Yağmalanmış bir ülke, yağmalayanları 22 yıl alkışlamış bir halk kitlesi…
Adı silinmiş, milli kahramanları, kurtarıcısı aşağılanmış, milli bayramlarına yasak gelmiş bir millet… Bütün bu örtülü işgal, aşağılanmaya susan bir halk…
Madenleri Afrika’nın belki 50 yıl öncesinde yağmalandığı gibi vahşi bir biçimde yağmalanan bir millet… Suskun… Sanki yaşamıyor gibi… Yaşasaydı bu işgali gerçekleştirenler bu ülkede bir yıl kalamazdı.
Sahi Türkler nerede? Kaç kişiyiz biz? 40 kişi ile Çin Sarayını basan Kürşat ihtilali ile övünüp, 80 milyon nüfusla işgale boyun eğmek… Onuruna, kimliğine, toprağına saldırılınca susacaksın, cebin delinince yaygarayı basacak, buna da BAŞARI(!) DİYECEKSİN… HADİ ORDAN BE!..
İşgalci işgalini güçlendirmek için 17 milyon sığınmacıyı getirmiş. Senin çocuğun sınavla üniversiteye girerken, işgalcinin çocuğu istediği üniversiteye giriyor. Sen parasızlıktan tedavi olamazken, işgalci bedava tedavi olup, bedava ilaç alıyor. Sen işyerine vergi öderken, işgalci vergi ödemeden işyeri açıp, sana rakip oluyor. Sen çoktan Kızılderili, Aborjin olmuşsun haberin yok. Haberin niye mi yok? Ölü taklidi yaptığın için.
Bugün Emperyalizmin başat devleti sömürgeci İngiltere’nin vatandaşı Mr. Şimşek ne diyor?
“Yerel Halk!”
Yani;
Ölenlerden, ölüden farkı kalmayan
mankurtlardan geriye kalanlar…
YEREL HALK!
Utanmalıyız! Utanmayı unuttuysak, gerçekten ölelim.
Kızılderililer kadar azaldığımızda, Mr. Şimşek’in vatanında yapıldığı gibi, bir şükran gününü de Türklere çok görmezler herhalde!?
Posted in Uncategorized | Leave a comment

MALZEME MAALESEF BU

MALZEME MAALESEF BU

Rifat Serdaroğlu – 21 Nisan 2024
DOĞRU Parti Eş Genel Başkanı

İnsan, ineğe seslenmiş; Ey İnek!
Ne yapmaya geldin dünyaya? Maça gitmezsin, dans etmezsin, çay içmezsin, kahveye gidip oyun oynamazsın. Gündüz çayıra, gece ahıra. Tek düze bir hayatın var! Yiyip, içip, dışkılıyorsun. Bunun için mi geldin dünyaya?
İnek dile gelip cevap vermiş; Ey İnsan!
Bu sözü sen bana nasıl söylersin? Şu buzdolabını aç bir bak. Süt benden, yoğurt benden, tereyağı benden, kaymak benden, köfte benden, sucuk benden, pastırma benden. Ayağındaki ayakkabı, belindeki kemer benden. Kışın yaktığın tezek benden, kemiklerim bile işe yarar. Peki, sen ne yapmaya geldin dünyaya? (Alıntı)
Yukarıdaki hikayeyi, tavuk-balık hikayesine ve siyaset yolu ile hizmete benzetebiliriz. Tavuk bir yumurta yapar, tüm mahalle duyar, ortalığı velveleye verir. Balık bir defada binlerce yumurta verir, tık diye bir ses bile çıkarmaz.
Siyasette, şehrine bölgesine ve ülkesine hizmet eden, eserler bırakan ama siyaset yolu ile zenginleşmeyen, aksine servetleri azalan insanlar da vardır!
Bunlar, reklamı sevmezler çünkü yaptıkları işi, Türk Milletinin ve Allah’ın rızasını kazanmak için “Görev” olarak yaparlar. Size kendimden örnek vereyim;
Belediye Başkanı, İl Başkanı, Milletvekili, Genel Başkan Yardımcılıkları, Bakanlıklar, Genel Başkanlık olarak çeşitli görevlerde bulundum. Ne korumam oldu, ne devletin bir aracını kullandım, ne de bir gün bile devletin misafirhane veya dinlenme tesislerinde kaldım. Sürekli, insanlara faydalı olmaya çalıştım. Bergamalıyım.
Dünyanın en uzun elyaflı pamuğu “Bakırçay Havzasında” yetişir. Bu ovanın 50 yıllık sulama ihtiyacını giderecek Çaltıkoru, Yortanlı Barajları ve Aşağı Kınık Ovası sulama kanallarının nasıl yatırım programına alınıp yapıldığını, bu eserlerde Rahmetli Erdal İnönü ve benim en büyük emeğimiz olduğunu kimse bilmez. Çünkü ne Erdal Bey ne de ben, reklamı seven kişiler değiliz.
Bergama Bölge Hastanesi, İngilizce konuşan Sağlık Çalışanı yetiştirecek “Anadolu Sağlık Meslek Yüksek Okulu, Rahmetli Rektör Refet Saygılı’nın katkısıyla, 7 Yüksek Okulunun açılması hep katkımız ve desteğimizle olmuştur.
Tüm hizmetler bir yana, her zaman gurur duyduğum en büyük hizmetim, Türkiye’nin onur duyacağı bilim insanları yetiştiren “İzmir Yüksek Teknoloji Enstitüsüdür.” Rahmetli Süleyman Demirel’i minnetle anıyorum. İYTE’nin sitesinde bunlar görülebilir…
Bu eserlerin ve hizmetlerin yapılmasında hiçbir zaman kibre düşmedik. İnsanlarımızın siyasi düşüncelerine bakmadan, herkese yardımcı olmaya gayret ettik. Hangi makamda olursak olalım, Türk Devletine, Türk Milletine, Türk Vatanına, Türk Diline, Ulus Devlete, Üniter Yapıya, Cumhuriyete ve ülkemizin kuruluş değerlerine, Atatürk’ümüzün ilke ve devrimlerine, her türlü zulme (İşkence dahil) rağmen sahip çıktık, milim sapmadık…
Bizden ve yönettiğimiz makamlardan şu sözler hiç duyulmadı, duyulmaz;
-Türkiye’nin, TALİBAN inancıyla alakalı ters bir yanı yok! (Erdoğan)
-Türkiye’deki Kuvayı Milliye ne ise Hamas da odur! (Erdoğan)
-İki tane AYYAŞIN yaptığı yasa sizi rahatsız etmiyor mu? (Erdoğan)
-Bize LOZAN’I “ZAFER” diye yutturmaya çalıştılar! (Erdoğan)
Dile gelip insana seslenen İnek Yine konuşmuş;
“Behey Fani! Sen nasıl bir yaratıksın?
Etin yenmez, derinden bir halt olmaz. Yalan söylersin. İnsanların inancını istismar edersin. Ahlakı ve DOĞRU’YU unuttun, devamlı kul hakkı yersin! Sen insanların başına bela olmak için mi geldin dünyaya?
Aziz Türk Milleti, maalesef malzeme bu. Fakat bu kötü malzemeyi yıllardır iktidarda tutan da sensin! Maalesef…
Sağlık ve başarı dileklerimle
Posted in Uncategorized | Leave a comment

ÇÜRÜDÜNÜZ…

AKP’li Yenişehirlioğlu’ndan ‘Rolex’ açıklaması:
Helal yoldan edindim, takmaya devam edeceğim

cumhuriyet.com.tr – 20.04.2024

AKP Grup Başkanvekili ve Manisa Milletvekili Bahadır Yenişehirlioğlu, yarım milyon lirayı aşan değerdeki Rolex saati için “Alın teriyle helal yoldan edindiğim saatimi takmaya devam edeceğim” açıklaması yaptı.
AKP İzmir Milletvekili Şebnem Bursalı’nın sayılı insanın girdiği Monaco Yat Kulübü’nde ıstakoz yediği anları Instagram hesabından paylaşması konuşulurken, AKP Grup Başkanvekili ve Manisa Milletvekili Bahadır Yenişehirlioğlu’nun Rolex marka saati gündem olmuştu.
Bahadır Yenişehirlioğlu, kendisini Türkiye Büyük Millet Meclisi’ne ziyarete gelenlerle ‘selfie’ çekip sosyal medya hesabından paylaştı. Yenişehirlioğlu paylaşımına, “Biz, bu milletin ta kendisiyiz” notunu düşerek, AKP’li Cumhurbaşkanı Recep Tayyip Erdoğan ile AKP’nin sosyal medya hesaplarını etiketledi.
Ancak AKP’li milletvekili, fiyatı yaklaşık 562 bin TL olduğu belirtilen saatini gösteren fotoğrafını sosyal medyada gelen tepkilerin ardından kaldırdı.
Posted in Uncategorized | Leave a comment

20 Nisan 1915 Van İsyanı * VAN ERMENİ İSYANININ 109. YILDÖNÜMÜNDE DİKKAT EDİLMESİ GEREKENLER  * ISSUES TO CONSIDER ON THE 109TH ANNIVERSARY OF THE ARMENIAN REBELLION IN VAN

20 Nisan 1915 Van İsyanı

FEYM Gr.nun ve TEKAR Mütevelli Heyetinin Değerli Başkan ve üyeleri;
20 Nisan tarihi Osmanlı Devleti’nin Ermeniler için göç kararı almasının en önemli sebeplerinden birini teşkil eden Ermenilerin Van’da başlattıkları isyanın 109. yıldönümü.
Ermenilerin bir ay içinde 22.900 Türk ve Müslümanı, Birinci Dünya Harbi süresinde ise 217.132 Türk ve Müslümanı katlettikleri Van şehrindeki şehitlerimizi ve tüm şehit ve gazilerimizi rahmet ve şükranla anıyorum.
Bu kapsamda ekteki bilgi notunun geniş şekilde paylaşılması konunun yeni yetişen gençlik tarafından da öğrenilmesine ve haklarımıza sahip çıkılmasına katkı sağlayacaktır.
Selam ve saygılarımla.
Doç.Dr. Ömer Lütfi Taşcıoğlu
FEYM Gr. Bşk. E. Kur. Alb.
Van’da Türk’leri katleden Taşnak çetesi – Dashnak gang that massacred Turks in Van
VAN ERMENİ İSYANININ 109. YILDÖNÜMÜNDE DİKKAT EDİLMESİ GEREKENLER  
 Osmanlı devletine karşı isyan ederek kendi ordusuna karşı düşman saflarında savaşan Ermenilerin neden olduğu zorunlu göç kararının alınmasında Van’da çıkarılan Ermeni isyanları çok önemli rol oynamıştır.
Van’daki ilk isyanı 1896’da çıkaran Ermeniler, I. Dünya Harbi öncesinde tekrar isyan başlatmışlar ve Van’ın Akdamar adasındaki kiliseyi komite merkezi, silah ve mühimmat deposu ve esir aldıkları Müslüman halka işkence ve tecavüz merkezi olarak kullanmışlardır.
Bölgedeki İngiliz, Rus ve Fransız konsolosları ile misyonerlerden ve ABD’ye bağlı ABCFM misyonerlerinden destek alan Ermeniler savaş başlamadan önce Van’ı işgal için hazırlığa başlamışlardı. Birinci Dünya Savaşı öncesinde Muş, Van ve Bitlis bölgelerinde Osmanlı Devleti’ne karşı savaşmak üzere gönüllü Ermeniler toplanmaya başlamış ve Osmanlı Devleti’nin seferberlik çağrısına gelen olmamıştır. Askerlik yapan Ermeniler ise silahlarıyla birlikte firara ederek Rusya’ya geçmiş ve Rus ordusu Doğu Anadolu’ya taarruz ettiğinde Rusların öncü kuvvetleri olarak Osmanlı Ermenileri Rus ordusunun en önünde yer almıştır. Osmanlı Devleti’nin Erzurum Milletvekili Karekin Pastırmacıyan Rusya’ya geçen isyancı Osmanlı Ermenilerinin liderliğini yaparak Van ve civarında on binlerce Müslümanı katletmiştir.
Rus ordusunun hududu geçmesini müteakip Van’da konuşlu bulunan 33. Tümenin işgalci Rus ordusuyla savaşmak üzere Van’dan ayrılmasını fırsat bilen Ermeni çeteleri Van’da 40.000 kişilik bir silahlı güç oluşturarak Van ve çevresindeki Türk ve Müslüman ahaliyi katletmeye başlamıştır. Van’ın Müslüman halkı Van kalesine sığınmak zorunda kalmış,15 Nisan’da Van’da başlatılan Ermeni isyanında önce şehirde kalan Jandarma Müfrezesi katledilmiş ve sonra sıra sivil halka gelmiştir.
Van şehrinde Ermeniler tarafından başlatılan ve 20 Nisan 1915 tarihinde yoğunluk kazanan ayaklanma ve katliam Müslüman halkın panik halinde şehri terk etmesine yol açmış ve kaçanların önemli bir bölümü yollarda Ermeni saldırıları, açlık ve hastalık nedeniyle hayatını kaybetmiştir.
 Ermenilerin Van şehir merkezinde başlattıkları büyük ayaklanma ve müteakiben Rus ordusunun Van’ı işgal etmesinden sonra giriştikleri katliamdan kurtulabilmek için 80.000 Müslüman’ın panik halinde şehri terk ederek Bitlis istikametinde kaçmaya başlaması Ermeni isyanlarının yerel önlemlerle önlenemeyeceği gerçeğini ortaya çıkarmış ve zorunlu göç kararının alınmasının en önemli nedenini teşkil etmiştir[1].
Ermeniler tarafından Van’daki tüm camiler ve Müslüman mahalleleri yakılmış ve yıkılmıştır. İsyancı Ermeniler Van hastanesinde tedavi gören 80 kadar hasta eri de diri diri yakmışlardır[2]. Van’ın Akdamar adasındaki Ermeni kilisesine tecavüz edilmek üzere teknelerle götürülen Müslüman kadınlar ise iffetlerini teslim etmemek için teknelerden suya atlayarak ölmeyi tercih etmişlerdir. Rus ordusunun 18 Mayıs’ta Van’ı ele geçirmesine kadar devam eden bir aylık süre içinde çete reisi Aram idaresindeki Ermeniler 22.900 Türk’ü katletmiştir[3].
Harpten önce 3400 Müslüman evinin mevcut olduğu Van vilayetinde harpten sonra Ermenilerin yıkmadığı ve ateşe vermediği ev sayısı sadece üçtür[4]. Bitlis’te ise Müslümanlara ait 6500 evin tamamı Ermeniler tarafından yakılıp, yıkılmıştır[5].
            Prof. Dr. Justin McCarthy’nin tespitlerine göre Van bölgesinde katledilen Türklerin sayısı 194.167 kişidir[6]. Osmanlı arşiv belgelerinde ise, katil ve maktullerin kimlik bilgileri ile tespit edilen Van vilayeti ve ilçelerinde Ermeniler tarafından katledilen Müslümanların sayısı her bir olayın cereyan şekli, yeri ve zamanı detaylı olarak verilmek kaydıyla 217.132 kişidir[7].
            Günümüze gelecek olursak PKK terörüne en yoğun olarak destek veren illerin başında Diyarbakır ve Van illeri gelmekte ve Türkiye topraklarında Kürdistan kurmak isteyen ayrılıkçı unsurlarla Ermeniler arasındaki iş birliği giderek güçlenmektedir.  Bu kapsamda BDP ve HDP ile Ermenistan Taşnak Partisi arasında birçok toplantı yapılmış ve bu toplantılar sonucunda; “Batı Ermenistan ile Kürdistan toprakları konusunda Ermeni–Kürt iş birliği imkânlarının araştırılmasının yanı sıra iki millet arasında diğer iş birliği konularının ele alındığına” ilişkin ortak açıklamalar   yapılmıştır.
Türkiye’de 31 Mart 2024 tarihinde yapılan mahalli idareler seçimlerinden sonra DEM Parti araftarlarının il ve ilçelerde başlattıkları terör eylemleri Türkiye’nin Doğu ve Güneydoğu Anadolu bölgelerinin görünüşte “Kürdistan”, gerçekte ise “Batı Ermenistan” adı altında Türkiye’den ayrılması için zemin hazırlandığı intibası vermektedir.
Terör suçundan hüküm giyen ve “PKK sizi tükürüğüyle boğar” diyen bir şahsın Diyarbakır Ağır Ceza Mahkemesinin kararına ve Anayasa’nın 76. Maddesine aykırı olarak Van Belediye Başkanlığı koltuğuna oturtulması söz konusu hazırlığın ayak sesleridir. Bu gelişmeler Ermeni sorununun ayrılıkçı Kürt sorunu ile birlikte Türkiye açısından bir beka sorunu haline geleceğini göstermektedir.
Van’dan Ermeni zulmünden kurtulabilmek için vatan topraklarını geride bırakarak batıya göç eden bir ailenin torunu olarak Van vilayetinde başka ülke vatandaşı olan Ermenilerin gerçek kimliklerini saklayarak büyük topraklar satın aldıklarını uzun yıllardır takip ediyorum. Van’da yaşanan gelişmeler tıpkı Birinci Dünya Savaşı öncesinde Ermeniler tarafından Türklere karşı girişilen katliamın başlatıldığı yer olarak kullanılan Van’ın günümüzde de Türkiye’nin bölünmesinin başlangıç noktası olarak kullanılmaya çalışıldığını göstermektedir. Bir Vanlı olarak bundan büyük üzüntü duyuyorum. Bu kapsamda devletin istihbarat birimlerinin Kripto Ermenilerin Van’daki toprak alımlarını ve mahalli idarelerin yönetimlerine getirilen kişilerin terör örgütleriyle irtibatlarını titiz şekilde takip etmeleri ve devlet adamlarının bu tür eylemlere karşı taviz vermeden gerekli müdahalelerde bulunmaları önem taşımaktadır.
Sürgünde kurulan ve Türkiye’nin 19 vilayetini Ermenistan toprağı olarak gösteren “Batı Ermenistan Devleti”nden ve Türkiye’yi bölmeyi planlayan emperyalist devletlerden alacakları talimatla; kendilerini Türk ve Kürt kimliklerinin arkasına sığınarak gizleyen Kripto Ermenilerinin Van merkezli olarak başlatabilecekleri bir Ermeni kalkışmasına karşı dikkatli olmaları konusunda Türkiye Cumhuriyeti’nin yönetim kadrolarını ve Birinci Dünya Harbinde 217.132 şehit veren Van’ın vatansever halkını uyarmayı bir vatandaşlık görevi olarak görüyorum.
FEYM Gr. Başkanı E. Kur. Alb. Doç. Dr. Ömer Lütfi Taşcıoğlu
[1] Ömer Lütfi Taşcıoğlu, Belgelere Göre Türk-Ermeni İlişkilerinde Tarihi, Siyasi ve Hukuki Gerçekler, Nobel Akademik Yayınları, Ankara, 2015, s.151-155; Ömer Lütfi Taşcıoğlu, Belgelere Göre Türk-Ermeni İlişkilerinde Katliam ve Soykırım iddiaları, Gazi Üniversitesi Sosyal Bilimler Enstitüsü Doktora Tezi, Haziran 2014, s. 205-206
[2] Ermeni Komitelerinin Amaçları ve İhtilal Hareketleri, Genelkurmay ATASE Başkanlığı, Ankara, 2003, s. 5-10
[3] Van’da Ermeni İsyanı (1896-1915), Dr. Şenol Kantarcı, Ermeni Araştırmaları, Sayı 5, Bahar 2002, s.15
[4] McCarthy, age, s.262
[5] McCarthy, age, s.262
[6] McCarthy, age, s.265
[7] Ermeniler Tarafından Yapılan Katliam Belgeleri (1914-1919), Başbakanlık Devlet Arşivleri Genel Müdürlüğü, Osmanlı Arşivi Daire Başkanlığı, Yayın No:49, Cilt I, s. 375-377

ISSUES TO CONSIDER ON THE 109TH ANNIVERSARY OF THE ARMENIAN REBELLION IN VAN

Historically, the Armenian Revolts in the City of Van played a major role in the implementation of a mandatory Relocation and Resettlement decision taken by the Ottoman Empire against the Armenian minorities. This decision was a direct result of the actions of the mutinous Armenians who rebelled against the Ottoman State and fought on the enemy side against their own country’s army.
Armenians, who had previously rebelled in Van, in 1896, ignited a new rebellion right before World War I. They used the church in Van’s Akdamar Island as a revolutionary committee headquarters, a weapons and munitions depot, and a center for torture and rape of the Muslim women they captured.
Armenians, who received a great deal of political support from the British, Russian and French Consuls, European missionaries in the region and the ABCFM missionaries affiliated with the US, had already begun their preparations for the occupation of Van, way before the onset of WWI.
Before the First World War, Armenian volunteers began gathering in the Cities of Muş, Van and Bitlis to fight against the Ottoman Empire, and (naturally) none of them responded to the mobilization calls of the Ottoman State.
Armenians who were serving under the Ottoman Military deserted their positions along with their issued weapons and crossed into the Russian territory with clear intent to defect into the Russian Army. When the Russian Caucasian Army attacked Eastern Anatolia, Ottoman Armenians were at the forefront, serving as vanguard units to the Russian Army.
Karekin Pastermadjian, who was an MP from Erzurum in the Ottoman Empire’s Congress, personally led the mutinous Ottoman Armenians who defected to Russia. Together, they massacred tens of thousands of Muslims in the City of Van and its surrounding regions.
Following the Russian Army’s crossing of the Turkish border, 33rd Infantry Division stationed in the City of Van moved out of the city to intercept the Russian enemy. Armenian gangs, who wanted to take advantage of the departure of the Ottoman troops out of Van, immediately formed an armed force of 40,000 men. Soon after, they began massacring the Turkish and other Muslim population in the City of Van and its surroundings. The Muslim population of Van ended up having to seek shelter at the Van Castle. Once the rebellion started in Van on April 15, 1915, Armenians first massacred the Gendarmerie Detachment stationed in the city and then the civilian population was next to be massacred.
The uprising and the massacres initiated by the Armenians in the City of Van, which intensified on April 20, 1915, caused the Muslim population to leave the city in panic, and a significant portion of those who fled the city lost their lives en route, due to Armenian attacks, starvation, and disease.
The fact that around 80,000 Muslims left the city in panic and began to flee in the direction of Bitlis in order to escape the great uprising that the Armenians started in the City Center of Van and the subsequent massacres they committed following the Russian Army’s occupation of Van, revealed to the Ottoman Administration that the Armenian revolts could not be prevented using local security measures. Hence, these events undoubtedly constituted the most important reasoning of the mandatory Relocation and Resettlement measure implemented against the Armenians[1].
Armenians burned down and destroyed all mosques and Muslim neighborhoods in the City of Van. Mutinous Armenians burned alive approximately 80 Turkish soldiers who were receiving in-patient treatment at the Van City Hospital[2]. Captured Muslim women were taken by boat to the Armenian Church located on Van’s Akdamar Island to be raped. Some of these women chose to end their own lives by jumping off the boat into the cold waters of Lake Van, in order to not surrender their chastity. During the one-month period leading up to Russian Army’s complete seizure of the City of Van on May 18, 1915, Armenians under the leadership of the gang leader named “Aram” massacred 22,900 Turks[3].
Out of the 3,400 Muslim dwellings that existed within the Van Province before the war, were down to three houses standing, after the Armenians set the whole city ablaze and destroyed nearly all Muslim quarters of the city[4]. Also, in the City of Bitlis, all 6,500 houses belonging to Muslims were burned to the ground by the Armenians[5].
According to the findings of US Historian Prof. Justin McCarthy, the number of Turks massacred in the Van Region was 194,167 people[6]. According to the Ottoman Archival Documents, however, the number of Muslims murdered by Armenians in the Van Province and its subdistricts is 217,132 people[7]. These indisputable archival documents clearly determine the identities of the murderers and their victims one-by-one, while providing explicit details on each massacre event in terms of place, time and how these crimes were committed.
Coming to today, Cities of Diyarbakır and Van are among those Eastern provinces that most intensively support PKK terrorism. The obvious cooperation between Armenians and separatist Kurdish elements that have long been wanting to establish an “independent Kurdistan” within the Turkish territories is clearly intensifying. In this context, many meetings have been held between BDP and HDP Parties and the Armenian Dashnak Party (aka ARF). As a result of these meetings, joint statements have been released such as: “[…] in addition to exploring the possibilities of Armenian-Kurdish cooperation in the lands of Western Armenia and Kurdistan, other areas of cooperation between the two nations have been discussed.”
Following the local municipal elections held on March 31, 2024, in Turkiye, the terrorist actions initiated by DEM Party supporters in these districts gives us the impression that they are preparing the groundwork to secede Turkiye’s Eastern and Southeastern Anatolian regions, ostensibly under the name of “Kurdistan” which, in reality, is bound to become “Western Armenia” later.
The appointment of a certain felon convicted of terrorism to Van’s Mayoral seat despite his earlier statements that “PKK is strong enough to drown us all in their spit”, contrary to the decision of the Diyarbakır High Criminal Court and Article 76 of the Turkish Constitution, clearly indicate the early signs of such a preparation. These developments indicate that the Armenian issue, and the separatist Kurdish political movement with which it is intertwined, are bound to become larger issues, capable of potentially threatening the very survival of the Turkish State.
As the grandchild of a family that had to leave their home behind and migrate westward in Anatolia, in order to flee from the Armenian oppression in Van, I have been following up for many years on how foreign (non-citizen) Armenians have been buying up large acreages of land in and around Van province using locals, while hiding their true identities.
The recent developments clearly indicate that the City of Van, which was once used as the ground zero point of the Armenian massacres against the Turks before the First World War, is now being used as the ground zero point of a secessionist attempt targeting Turkiye.
As a native of Van, I feel great sadness seeing all these things transpire, right before my eyes. In this context, I think it is important that the Turkish State’s intelligence agencies meticulously follow-up on the land purchases of Crypto-Armenians in Van and the contacts of elected local officials with terrorist organizations (such as PKK) so that the State can make the necessary interventions against violations of law when needed, without compromise.
I feel that it is my civic duty to warn the Turkish Statesmen and the patriotic People of Van, who lost 217,132 martyrs in WWI, to be vigilant about another potential Armenian uprising that could be ignited by these Crypto-Armenians based in Van, who hideously hide themselves behind Turkish and Kurdish identities. These people are obviously conspiring to start an uprising any minute, once they receive instructions from the “State of Western Armenia”, which claims to have been established “in exile”. This knock-off state preposterously claims that 19 provinces of Turkiye are Armenian territories, and they surely have the full support of the imperialist states who support them to see Turkiye divided.

Assoc. Prof. Dr. Ömer Lütfi Taşcıoğlu
Ret. Staff Col., Turkish Armed Forces
President of FEYM Group

[1] Ömer Lütfi Taşcıoğlu, Historical, Political and Legal Facts in Turkish-Armenian Relations According to Documents, Nobel Academic Publications, Ankara, 2015, p.151-155; Ömer Lütfi Taşcıoğlu, “Allegations of Massacre and Genocide in Turkish-Armenian Relations According to Documents”, Gazi University Institute of Social Sciences PhD Thesis, June 2014, p. 205-206.
[2] Aims of Armenian Committees and Revolutionary Movements, Joint Chiefs of Staff ATASE Command, Ankara, 2003, p. 5-10
[3] “Armenian Revolt in Van (1896-1915)”, Dr. Şenol Kantarcı, Armenian Studies, Issue 5, Spring 2002, p.15
[4] Justin McCarthy, Death and Exile, Translated by: Fatma Sarıkaya, Publication Turkish Historical Society, Ankara, 2014, p.262
[5] McCarthy, ibid, p.262
[6] McCarthy, ibid, p.265
[7] Documents of the Massacres by Armenians (1914-1919), Prime Ministry General Directorate of State Archives, Ottoman Archives Department, Publication No: 49, Volume I, p. 375-377
Posted in Uncategorized | Leave a comment

FEYM Grubu ve AYAcademy Bilgilendirme Bülteni (19 Nisan 2024)

FEYM Grubu ve AYAcademy
Bilgilendirme Bülteni
(19 Nisan 2024)


1. Ermeni Meselesi
a.  11 Mart 2024 tarihli bültenimizin 1. maddesinde aşağıdaki haberi paylaşarak bu gelişmeye karşı etkin bir tepki olarak FEYM Grubu üyelerimizden Sn. Ferruh Demirmen ve Sn. Betül Nelson’un Dover Piskoposu Rose Josephine Hudson-Wilkin’e gönderdikleri mektupları bilginize sunmuştuk. Konuyla ilgili devam eden gelişmeler kapsamında Sn. Ferruh Demirmen’e gelen yanıtlar ve Sn. Ferruh Demirmen’in cevapları bu emailin altında bilginize sunulmuştur.
11 Mart 2024 tarihli bültenimizin11 Mart 2024 tarihli bültenimizin 1. maddesi :
İngiltere’nin güneydoğusundaki Kent vilayetinde, UNESCO Dünya Mirası Listesi’nde yer alan bir katedral şehri olan Canterbury’de “SÖZDE” Ermeni soykırımı kurbanlarının anısına adanan bir Ermeni haç taşının (haçkar) açılışı yapıldı. Ermeni cemaatinin girişimiyle Canterbury Katedrali’nin Anıt Bahçesi’ne dikilen haç taşı, Ermenistan Dışişleri Bakanlığı basın servisinin bildirdiğine göre, dünya çapındaki Anglikan Cemaatinin Ana Kilisesi, Büyük Britanya Ermeni Piskoposluğu Başpiskoposu Hovakim Manukyan tarafından kutsandı. Etkinliğe, Ermenistan’ın Birleşik Krallık Büyükelçisi Arman Kirakossian, Canterbury Başpiskoposu Justin Welby, Canterbury Dekanı Robert Willis ve Birleşik Krallık’taki Ermeni toplumundan 200’ün üzerinde temsilci katıldı.
b.  GKRY parlamentosu “SÖZDE” Ermeni soykırımı kurbanlarını anıyor. GKRY meclisi “SÖZDE” Ermeni kurbanları için bir dakikalık saygı duruşunda bulundu ve kurul, “barış ve adaletin hakim olduğu ve geçmişte yaşanan zulümlerin bir daha asla yaşanmadığı bir dünya için mücadele etme” sözü verdi.  https://www.panorama.am/en/news/2024/04/19/Cyprus-parliament-Armenian-Genocide/2991890
https://news.am/eng/news/818668.html
c.  ABD Kongre üyesi Anna Eshoo, Kongrenin “SÖZDE” Ermeni soykırımını anma etkinliğinde yaptığı konuşmada, Dağlık Karabağ’daki etnik temizlikten Azerbaycan’ı sorumlu tutmak için bir yüzyıl daha beklemememiz gerektiğini söyledi. https://en.armradio.am/2024/04/18/we-must-not-wait-another-century-to-hold-azerbaijan-accountable-ethnic-cleansing-in-nagorno-karabakh-rep-eshoo/
ç.  G7 Dışişleri Bakanları, Kapri/İtalya’daki toplantılarının ardından yaptıkları açıklamada Ermenistan ve Azerbaycan’ı, güç kullanmama, egemenliğe saygı, sınırların dokunulmazlığı ve toprak bütünlüğü ilkelerine dayanan onurlu ve kalıcı bir barışa ulaşmak için barış sürecine tam bağlılık göstermeye çağırdı.  https://en.armradio.am/2024/04/19/g7-fms-call-on-armenia-and-azerbaijan-to-remain-fully-committed-to-peace-process-urge-baku-to-comply-with-obligations/
https://massispost.com/2024/04/g7-fms-call-on-armenia-and-azerbaijan-to-remain-fully-committed-to-peace-process/
d.  ABD Dışişleri Bakanlığı: “Rusya’nın Dağlık Karabağ’daki askeri varlığı barış ve istikrara katkı sağlamadı.” Washington’da düzenlenen basın toplantısında, bir muhabir, ABD Dışişleri Bakanlığı’nın baş sözcü yardımcısı Vedant Patel’den ‘Ruslar’ın güçlerini Azerbaycan’dan çıkarmaya ve Ukrayna’da konuşlandırmaya başladıkları’ yönündeki haberler hakkında yorum yapmasını istedi. Patel yanıt olarak: “Açıkçası, Rusya ordusunun daha barışçıl ve istikrarlı bir Güney Kafkasya bölgesine katkıda bulunduğunu gösteren hiçbir şey görmedik ve geçtiğimiz sonbaharda Dağlık Karabağ’da yaşananlar da bunun açık göstergesidir. Ve bu, Rusya’nın güvenilir bir müttefik veya ortak olmadığını gösteren bir başka açık örnektir” dedi. https://massispost.com/2024/04/u-s-state-department-russias-military-presence-in-nagorno-karabakh-failed-to-contribute-to-peace-and-stability/
e.  Ermenistan’da 1915 olayları tartışması büyüyor. Ermenistan’da 1915 yılında ölenlerin süreleri boyunca tartışmaya açılmaya karşı çıkmayı kaldırdı. Ermenistan’da iktidarın, 1915 olaylarında kaç kişinin ismen belirlenmesine teşebbüs, iktidar ve muhalefet çevreleri arasında tartışmalara yol açtı. Ermenistan basınında yer alan haberlere göre, Ulusal Meclis Savunma ve Güvenlik Konuları Daimi Komitesi Başkanı ve iktidardaki “Sivil Sözleşme” üyesi Andranik Koçaryan, 1915’te ölen Ermenilerin isim ve soy isim olarak belirlenmesini yaptı. Koçaryan, Ulusal Meclis YouTube sayfasında açıklanan açıklamada, amaçlarının söz konusu kişilerin isimlerini ve yerlerinin belirlenmesini savunarak, “(Sayı) 1,5 milyondan fazla da olabilir az da olabilir. Yardım edilene kadar bu soruna neden değinmedi? Yahudiler bunu başardı, biz başaramaz mıyız? Bu gelecekte kuracağımız ilişkiler açısından da önemli. Bunu başaramadık, eksik kaldıysak bu konuyu başlatmalı ve sona ermeli, bunu kimseden yararlanmamalı” kullandı. Andranik Koçaryan, “1,5 milyonunuz vardı, 2 milyonunuz vardı, yoksa daha az ayrıldı mı? Bu net olarak kesilmeli. Bu çok önemli bir çalışma” değerlendirmesinde bulundu. Basında daha önceki röportajlarda, “Başbakan Nikol Paşinyan’ın da bu konuyu ve konuları yasal temeller oluşturmak istemek” diyen Koçaryan, muhalefetin tepkisi üzerine yaptığı ise “Açıklamak ne Başbakan Paşinyan’ın kararıdır ne de böyle bir siyasi karar vardır” ifadesini kullanmıştı. . https://www.sozcu.com.tr/ermenistan-da-1915-olaylari-tartismasi-p40338
2.  Yunan Sorunları/Haberleri
a.  Yunan haberleri: “Türk radyo ve televizyonu TRT’nin internet sitesi, Akdeniz’deki tüm doğal kaynak yataklarının miktarlarının analitik bir sıralamasını yaparak şunları ortaya koydu: 1) Kıbrıs ve Yunanistan’ın yetki alanında bulunan yataklar (?), Akdeniz’deki en büyük yataklar arasındadır ve 2) Mavi Vatan doktrini ve Türk-Libya hukuk dışı muhtırası tam da bu kaynakları ele geçirmek için yapılmıştır. TRT özellikle şunu belirtiyor: “21. yüzyılda yapılan yeni keşiflerle birlikte Akdeniz havzası dünyanın en yüksek hidrokarbon kaynağı potansiyeline sahip alanları arasında sayılmaya başlandı. Özellikle Doğu Akdeniz’de art arda yapılan yeni keşifler de bu yaklaşımı güçlendiriyor.” https://www.pentapostagma.gr/ethnika-themata/ellinotoyrkika/7236303_trianta-disekatommyria-barelia-petrelaioy-stin-anatoliki
b.  Yunan haberleri: “Demir Kubbe hava savunma sistemi böyle çalışıyor! Ege adalarına uygularsak geçilmez olur. Yunanistan’ın da inşa etmek istediği İsrail’in uçaksavar ve dronesavar kubbesi nedir?” https://www.pentapostagma.gr/ethnika-themata/7236281_etsi-leitoyrgei-systima-aeramynas-iron-dome-efarmosoyme-sta-nisia-toy
3.  AVİM: web sitesinde “1936 MONTRÖ BOĞAZLAR SÖZLEŞMESİ’NİN HÜKÜMLERİNİ DEĞİŞTİRME VEYA ENGELLEME ÇABALARI” başlıklı analiz yazısı yayınlanmaktadır. Makalede; “Türk Boğazlarını, dünyanın bu bölgesinde dargeçit olarak görülen diğer boğaz ve kanallarla aynı kefede değerlendirmek yanlıştır. Türk Boğazlarının tamamen Türkiye’nin egemenliği altında olduğunu ve bu boğazlardan geçişi düzenleyen tek sözleşmenin 1936 Montrö Sözleşmesi olduğunu dikkate almayan değerlendirmeler, dünyanın bu bölgesindeki gelişmeleri yanlış yorumlamaya ve kaçınılmaz olarak yanlış politikalar üretmeye mahkûmdur.” Tespitleri yapılan makalenin tamamına aşağıdaki link üzerinden erişim sağlanabilmektedir.  https://avim.org.tr/tr/Analiz/1936-MONTRO-BOGAZLAR-SOZLESMESI%CC%87-NI%CC%87N-HUKUMLERI%CC%87NI%CC%87-DEGI%CC%87STI%CC%87RME-VEYA-ENGELLEME-CABALARI

4.  AYAcademy Bülteni
Yapay Zekanın Yeni Çağı” başlığı ile yayınlanan akademik makaleye ilişkin bilgiler AYAcademy’nin aşağıdaki sosyal medya kanal linklerinde yayınlanmaktadır.
https://www.instagram.com/ayacademy.org.tr/ – https://www.facebook.com/ayacademy.org.tr/ https://www.linkedin.com/company/ayacademy/https://www.threads.net/@ayacademy.org.tr  https://www.tiktok.com/@ayacademy.org.trhttps://twitter.com/ayacademy_tr https://t.me/AYAcademyTelegramhttps://www.youtube.com/@AYAcademy_TR
Saygılarımla,
Serkan KORKMAZ
Posted in Uncategorized | Leave a comment

KÖY ENSTİTÜLERİ

KÖY ENSTİTÜLERİ

CUMHURİYET – Sinan Meydan – 17 Nisan 2024

Köy Enstitülerinin kapanmasından duyduğum acıyı tarif edemem. Bir babanın evladını kaybetmesinden duyduğu acı gibi duyarım.” (İsmet İnönü)

Bugün 17 Nisan 2024; tam 84 yıl önce bugün, 17 Nisan 1940’ta Türkiye’nin en özgün eğitim öğretim projesi Köy Enstitülerinin kuruluş kanunu çıktı. Fay Kirby’nin deyişiyle Köy Enstitüleri, Pestalozzi, Dewey ve   Kerschensteiner gibi eğitim bilimcilerin görüşlerinin taklit edilmesiyle değil, Kemalizm ilkelerine  dayanılarak Türkiye’nin özel koşullarına göre yaratılmış özgün bir eğitim modeliydi. Ne liberal Amerika’dan ne faşist Almanya’dan ne de komünist Rusya’dan alınmıştı. (Fay Kirby, Türkiye’de Köy Enstitüleri, İstanbul, 2012, s. 65, 118)
KÖY EĞİTMEN KURSLARI VE KÖY ÖĞRETMEN OKULLARI
Cumhuriyet kurulurken Türkiye’de 40 bin köyün 37 bininde okul ve öğretmen yoktu. Cumhuriyet’in eğitimöğretim seferberliğine rağmen Milli Eğitim Bakanı Saffet Arıkan’ın, 1936’da TBMM’de yaptığı konuşmada verdiği bilgiye göre ülke genelindeki 40 bin köyün 35 bininin hâlâ okula ve öğretmene ihtiyacı vardı.
1936’da Saffet Arıkan’ın Milli Eğitim Bakanlığı, İsmail Hakkı Tonguç’un İlköğretim Genel Müdürlüğü sırasında, Atatürk’ün önerisiyle, askerliğini onbaşı ve çavuş olarak yapanlardan seçilen okur yazar, uyanık ve yetenekli gençlerin altı aylık bir kurstan geçirilip “eğitmen” olarak okulsuz köylere gönderilmesine karar verildi. Böylece köy eğitmen kursları doğdu. 1937’de Eskişehir Çifteler Mahmudiye’de ilk köy eğitmen kursu açıldı. Kursa, Ankara ve Tunceli’den seçilen öğrenciler alındı. Burada öğretmen adayları işe dayalı biçimde yetiştirildi. 1937’de bu kurstan mezun olan 84 stajyer öğretmen Ankara’nın 79 köyüne dağıldı. 1937’de 3238 sayılı “Köy Eğitmenleri Kanunu” çıkarıldı. Bu kanuna göre Eskişehir Çifteler, İzmir Kızılçullu ve Edirne Karaağaç’ta üç eğitmen kursu açıldı. 1938-1939’da bunlara Kırklareli Kepirtepe, Kastamonu Gölköy, Adapazarı Arifiye ve Malatya Akpınar’da açılan üç yeni kurs daha eklendi. 1937-1947 arasında bu kurslarda 8 bin eğitmen yetiştirildi.
1939’da 3704 sayılı yasayla üç yıllık Köy Öğretmen Okulları’nın açılmasına karar verildi. 1939’da İzmir Kızılçullu, Eskişehir Çifteler ve Kastamonu Gölköy’deki üç eğitmen kursu, köy öğretmen okuluna dönüştürüldü. Başka köy öğretmen okulları da açıldı.
Fay Kirby’e göre “Köy Enstitüsü deneyi, eğitmen deneyinin en iyi ve kötü yanlarından alınan derslerden doğmuştu.”
KÖY ENSTİTÜLERİNİN KURULUŞ AMACI
İsmet İnönü, 1940 yılında, II. Dünya Savaşı koşullarına rağmen bir ilköğretim seferberliği başlattı. Bu seferberlik kapsamında Milli Eğitim Bakanı Hasan Âli Yücel ile İlköğretim Genel Müdürü İsmail Hakkı Tonguç’un çabalarıyla Köy Enstitüleri kuruldu. İsmail Hakkı Tonguç, 1933’te yayımladığı “İş ve Meslek Terbiyesi” adlı kitapta “Enstitü öğrencisi iş yaşamı içinde iş aracılığıyla iş için eğitilir” demişti.   İsmail Hakkı Tonguç, teşkilatlara gönderdiği genelgede şöyle diyordu: “Köylerin kültürel ve genel hayatlarında ileri bir seviye yaratabilmek yalnız klasik anlamdaki öğretmenle mümkün olmaz… Bunun için okul, üretici bir okul olmalı, yaşayabilmesi için gereken bütün araçları kendisi üretmelidir. Bu okullarda öğrenciye köy genel hayatının gelişmesine yarayacak birkaç meslek birden öğretilmelidir…”
Köy Enstitüleri, 17 Nisan 1940 tarihli, 3803 sayılı kanunla İsmet İnönü’nün Cumhurbaşkanlığı döneminde kuruldu.
Atatürk, Cumhuriyet’in yeni kuşaklara vereceği eğitim öğretimin işe dayalı, üretim odaklı ve çağdaş nesiller yetiştirecek nitelikte olmasını istemişti. Daha 1923’te “Eğitim programımızı takip eden insanlar güzel çiftçi, kunduracı, fabrikacı, tüccar olacak; pratik, yararlı, verimli adam olacak” demiştiÇocuklarımıza vereceğimiz ilim ve irfanın “ticaret, ziraat ve sanat alanlarında verimli, tesirli, faal, pratik” olması gerektiğini söylemişti. Köy Enstitülerinin temelinde Atatürk’ün bu düşünceleri vardı.
1940’ta çıkarılan 3803 sayılı “Köy Enstitüleri Kanunu” ve 1942’de çıkarılan 4242 sayılı “Köy Okulları ve Enstitüleri Teşkilat Kanunu”yla Köy Enstitülerinin yasal temeli atıldı.
1940-1944 arasında -üç eğitmen okulunun da enstitüye dönüştürülmesiyle- toplam 20 Köy Enstitüsü kuruldu. 21. Köy Enstitüsü ise 1948’de Van Ernis’te açıldı.
KÖY ENSTİTÜLERİNDE EĞİTİM ÖĞRETİM
3803 sayılı 24 maddelik “Köy Enstitüleri Kanunu”na göre Köy Enstitülerine beş yıllık köy ilkokullarını bitiren köy çocukları seçilerek alınacaktı. Enstitüye alınan köy çocukları burada beş yıl öğrenim görecekti. (Md. 3). Enstitü mezunu öğretmenler yöredeki okullara atanacaktı. Devlet köye gönderdiği öğretmene kendi ihtiyaçlarını karşılayacak ve tarım derslerine yetecek kadar toprak, tarım aletleri, tohumluk, çift hayvanı, fidan ve 60 TL sermaye verecekti. (Md. 11-12). Doğal afetlerde herhangi bir zarar durumunda bakanlık bu zararı karşılayacaktı. (Md. 13) Öğretmenler köylere 20 TL ücretle atanacaktı. (Md. 7). Öğretmenler gittikleri köylerde eğitim öğretim yanında tarım, hayvancılık, bağ bahçe işlerinde de köylüye yardım etmekle yükümlüydü. (Md. 6). Öğretmenler gittikleri köylerde 20 yıl hizmet verecekti. (Md. 5). Öğretmen atanacak köylere bu durum üç yıl önceden bildirilecekti. Öğretmen işe başlamadan önce okul binası ile öğretmenevi bitirilmiş olacaktı. (Md. 16). Köylerde çalışan öğretmenlerle ailelerinin ve köy okullarındaki öğrencilerin sağlık işlerine bakmak için hekimler atanacak ve köy eğitmenleri, eşleri ve çocukları parasız tedavi edilecekti. (Md. 21).
Köy Enstitülerinde 1950’ye kadar kız-erkek karma bir eğitim öğretim uygulandı. Enstitülerde öğrencilere işe dayalı, uygulamalı, laik, çağdaş, çok nitelikli bir eğitim öğretim verildi. Müfredatın yarısı kültür, yarısı teknik tarım ve sanat derslerinden oluşuyordu. Kültür dersleri şunlardı: Türkçe, Tarih, Coğrafya, Yurttaşlık Bilgisi, Matematik, Fizik, Kimya, Tabiat, Okul Sağlık Bilgisi, Yabancı Dil, El Yazması, Resim, Beden Eğitimi, Ulusal Oyunlar, Müzik, Askerlik, Ev İdaresi ve Çocuk Bakımı, Öğretmenlik Bilgisi, Zirai İşletmeler Ekonomisi ve Kooperatifçilik. Teknik tarım dersleri Tarla/Bahçe Ziraatı, Sanayi Bitkileri, Zootekni, Kümes Hayvancılığı, Arıcılık, Balıkçılık gibi derslerdi. Sanat dersleri ise erkekler için Demircilik,Yapıcılık, Dülgerlik; kızlar için Biçki Dikiş, Örgücülük, Dokumacılık ve Ziraat Sanatlarından oluşuyordu. Tüm bu dersler kuramsal bilgi aktarımının yanında, aynı zamanda uygulamalıydı. Enstitülerde üç ay ders, dokuz ay sıkı bir iş eğitimi yapılıyordu.
1943 öğretim yılında Köy Enstitülerinde “sağlık kolları” adıyla yeni bir birim oluşturuldu. Sağlık kollarına, enstitülerin ilk üç sınıfını bitirenlerden istekli olanlar alındı. Burada iki yıllık bir öğretim sonrasında başarılı olanlara köy sağlık memuru diploması verildi.
Her Köy Enstitüsü, kurulduğu bölgenin özelliklerine göre şekillendirilirdi. Enstitülerde merkezi bir program yoktu. Çağdaş, bilimsel, laik ve ulusal eğitime bağlı kalmak koşuluyla her enstitünün kendi programı vardı. İl yöneticilerinin, enstitüler üzerinde baskı kurmasının önüne geçilmişti.
HASANOĞLAN YÜKSEK KÖY ENSTİTÜSÜ
1942’de açılan Hasanoğlan Yüksek Köy Enstitüsü diğer enstitülerden farklıydı. Öğretim süresi üç yıldı. Öğrenciler genel derslere ek olarak şu kollardan birini seçerdi: Güzel Sanatlar, Yapıcılık, Demir İşleri, Hayvancılık, Tavukçuluk, Tarla Bahçe Tarımı, Tarım Yönetimi ve Ekonomisi, Ev Yönetimi ve Ev İşleri.
Bu okul, Köy Enstitüsü öğretmenleri, ilköğretim müfettişleri ve gezici öğretmenler yetiştirmek ve köy okulları ile enstitüler için araştırma ve incelemeler yapmak amacıyla kurulmuştu. Burada dersler, öğretim üyelerince  verilirdi. Öğrenciler başka yüksekokullardan da ders alabilirdi.
Hasanoğlan Yüksek Köy Enstitüsü’nün bir matbaası ve çokça basılıp dağıtılan nitelikli bir “Köy Enstitüleri Dergisi” vardı. Ayrıca bir “İş Eğitimi Sözlüğü” ile okullara dağıtılmak üzere “İpekçilik”, “Tohum Islahı”, “Bitki, Böcek ve Taş Koleksiyonları”, “Halk Öyküleri Toplama Yöntemleri”, “Yabancı Dil Öğrenme Yöntemleri”, “Çocuk Bakımı” gibi broşürler hazırlamıştı.
Hasanoğlan’da öğrenciler bir açık hava tiyatrosu inşa etmişti. Hasanoğlan Yüksek Köy Enstitüsü’nden Pakize Türkoğlu’nun ifadesiyle bu “Cumhuriyet döneminde yapılmış ilk açık hava tiyatrosuydu. Köy Enstitülerinin hepsinde iyi bir tiyatro çabası vardı. Oyun yazanlar olurdu…”
EĞİTİM VE ÜRETİM İÇ İÇE
Köy Enstitülerine adım atan köy çocuklarının hayatı değişirdi. Çifteler Köy Enstitüsü’nden Tahsin Yücel o ilk adımı, “Enstitüye vardığımız gün bizi kaydettikten sonra yeni giysiler verildi” diye anlatıyor. Isparta Gönen’den Şaban Oymak da şöyle diyor: “İlk kez kendime ait bir yatağım oldu, elbiselerimiz oldu, sıcak ilgi gördük.”
Köy Enstitülerinde eğitim ve üretim iç içeydi. Köy Enstitülerinde öğrenciler kendi yaptıkları binalarda barınırlardı, kendi tarlalarına kendi ektiklerini biçerlerdi, kendi fırınlarında kendi ekmeklerini yaparlardı, kendi atölyelerinde kendi diktikleri giysileri giyerlerdi, kendi santrallarında kendi elektriklerini üretirlerdi,  kendi yaptıkları tiyatro sahnesinde kendi yazdıkları piyesleri oynarlardı. Köy Enstitülü öğrenciler, sadece kendi ihtiyaçlarını karşılamakla kalmaz, civar köylere giderek köylülere yardım eder, onların da en temel ihtiyaçlarını karşılarlardı. Her enstitünün bir uygulama okulu vardı. Öğrenciler okula yakın köylerde staj yaparlar, köylülerin de yardımıyla uygulama bahçeleri kurarlardı.
Enstitülü öğrenciler her şeyden önce yaratmayı, üretmeyi, başkalarına yardım etmeyi, sorun çözmeyi, paylaşmayı öğrenirlerdi. Köy Enstitülerinde kız ve erkek öğrenciler yan yana, çağdaş ve bilimsel bir mantıkla, birlikte öğrenir, birlikte üretirdi.
Enstitülerde kültür, sanat ve spora büyük önem verilirdi. Kızlı-erkekli enstitü öğrencileri halk oyunları oynardı, türküler söylerdi, yüzerdi, dağa tırmanırdı, kayardı, bisiklete veya motora binerdi, deniz araçları kullanırdı. Enstitülerde en sevilen sporlar güreş, voleybol ve futboldu. Her öğrenci mutlaka bir müzik aleti çalardı. Özellikle mandolin çok yaygındı. Müzik dersliğinde bir piyano olurdu. Keman, saz, cümbüş, akordeon gibi müzik aletleri de bulunurdu. Ünlü halk ozanımız Âşık Veysel, Köy Enstitüleri’nde saz öğretmenliği  yapmıştı. Öğrenciler köy gezilerine çıkardı, çevre incelemeleri yapardı, kitaplık ve müze  kurardı, eğlenceler düzenlerdi, temsiller verirdi.
Köy Enstitülerine ırkçılıkdincilik ve mezhepçilik giremezdi. Öğrencilere başkalarının düşünce ve inanışlarına saygılı olması öğretilirdi. Köy Enstitülerinde okumaya  ve özgür tartışmaya büyük önem verilirdi. 21 Köy Enstitüsünde aralarında yerli ve yabancı klasiklerin de olduğu yaklaşık 100 bin kitap olduğu söyleniyor. Enstitülerde bir öğrenci yılda en az 24 kitap okurdu. Cumartesileri, öğretmenler ve öğrenciler özgürce tartışırdı.
1944’te 20 Köy Enstitüsünde 16 bin 400 öğrenci vardı. Çeşitli ihtiyaçları karşılayan 306 yapı  tamamlanmıştı. 15 bin dönüm alan ekilip biçilmişti. 250 bin fidan dikilmişti.  1500 dönümlük alana sebze ekilmişti. 1200 dönümlük bağ kurulmuştu.  9 bin baş hayvan bakılmıştı.   İnönü’nün 1946’da bir radyo konuşmasında verdiği bilgiye göre 875 yeni köy okulu  yapılmış, 851 köy okulu onarılmış, 993 öğretmenevi yapılmıştı. Köy Enstitülerinden 1940-1954 arasında 17 bin 346 öğretmen, 8.675 eğitmen ve 1599 sağlık memuru  yetişmişti. Enstitülerden yazarlar, şairler ve ressamlar çıkmıştı. Fakir Baykurt, Mahmut Makal, Talip Apaydın bunlardan sadece üçüydü.
KAPATILIŞI
Sabahattin Eyüboğlu’nun değişiyle Köy Enstitüleri, “Çiçek açarken budanmış” kurumlardır. Oysaki 1942’de İsmet İnönü, enstitülerin sayısını 60’a çıkarmak gerektiğini söylemişti. Ancak gelin görün ki II. Dünya Savaşı sonrası yeni dünya düzeninde Köy Enstitüleri de yavaş yavaş yok edildi.
1946 seçimlerinde Demokrat Parti (DP)’nin 61 milletvekiliyle meclise girmesiyle Köy Enstitüleri’ne yönelik eleştiriler arttı. 1946’da Köy Enstitüleri’nin kurucuları Hasan Ali Yücel ve İsmail Hakkı Tonguç görevden alındı. Yeni Milli Eğitim Bakanı Reşat Şemsettin Sirer’in ilk icraatı enstitülerde karma eğitime son vermek oldu. Kızların sayısı iyice azaltıldı. Özgür okuma ve özeleştiri uygulamalarına son verildi. Plan ve programlar değiştirildi. Teknik dersler azaltıldı. Enstitü mezunlarına verilen geçim toprakları ellerinden alındı. Enstitülerde bazı kitapların okunması yasaklandı. Hasanoğlan Yüksek Köy Enstitüsü’ndeki yontular kaldırıldı, buradaki hayvanlar bakımsızlıktan öldü. 1947’de Hasanoğlan Yüksek Köy Enstitüsü kapatıldı.
1950’de iktidara gelen DP, Köy Enstitülerinde “komünizm propagandası” yapıldığını söyledi. 1940’larda enstitülere yönelik ırkçı saldırılara, 1950’lerde dinci saldırılar eklendi.
DP’li Milli Eğitim Bakanı Tevfik İleri, Enstitülere gidip öğretmenleri ve öğrencileri azarladı. Enstitülere zorunlu din dersi koydu. Hatta enstitüleri “din adamı merkezi” yapmayı bile önerdi. 1950-1954 arasında Türkiye’ye ABD’li eğitim uzmanları geldi. Florida Üniversitesi’nden getirilen Dr. Kate Wofford’un raporuyla Öğretmen Okulları ile birleştirilen Köy Enstitüleri, 27 Ocak 1954 tarihli 6234 sayılı yasayla kapatıldı. (Kirby, s. 451-511).
Enstitü mezunlarından Pakize Türkoğlu’na göre “Köy Enstitüleri’nin kapanmasına neden olanlar, çoğu TBMM’deki toprak ağaları, aşiret reisleri ve onları destekleyen tutucu eğitimcilerdi. Çıkarlarının bozulacağından kaygı duyuyorlardı.” Türkoğlu haklıydı; köylünün aydınlanması “karanlığın bekçilerini” çok rahatsız etti.
Savaştepe mezunu Yusuf Ziya Özdemir de şöyle diyor: “Köy Enstitülerinin kapatılmasının nedeni tek bir kişi, tek bir parti, tek bir ağa değildir. Kapatma olayı kolektif bir olaydır. Köy Enstitüleri bir devrimdi, (ona karşı) karşıdevrimciler birleşti. (Mustafa Gazalcı, Köy Enstitüleri Sistemi, Ankara, 2015, s. 178)
İsmet İnönü, Köy Enstitülerinin kapatılmasına neden engel olamadığı sorusuna şöyle yanıt vermişti: “Köy Enstitülerinin kapanmasından duyduğum acıyı tarif edemem. Bir babanın evladını kaybetmesinden duyduğu acı gibi duyarım, ama herkes zanneder ki Hasan Ali Yücel’i Tonguç’u isteyerek değiştirdim; Köy Enstitülerinin kapanmasına neden oldum diye benim hakkımda kamuoyunda yanlış bir hüküm vardır (…) Ben Köy Enstitüsü fikrine inanmışımdır. İnanmış bir insan, sonuna kadar bunu yürütür; idealizmde, felsefede bu böyledir, ama ben politikacıyım, uygulayıcıyım. Ben gücüme göre gücümün var olduğu yerde, gücümü gösterebilirim.(…) Benim gücüm o zaman nereden geliyordu? Partiden, Parti Meclis Grubundan, gücümü ben buradan alıyordum. Bu konuda bütün organlarda gücümü kaybetmişim. Ordunun üst kademesinde de huzursuzluk başlamış. Onun için bir süre en çok bu konuda saldırıya uğrayan, Milli Eğitim Bakanı Yücel’le, Genel Müdür Tonguç’u, onların da gönlünü alarak bir süre için bu şimşekleri bu olay üzerinden uzaklaştırmak istedim. Fakat sonradan demokratik hareketleri de başlatınca, olaylar öyle gelişti ki kendi cereyanında yürüdü ve bir an geldi ki artık Köy Enstitülerini, eski gücüyle, eski ruhuyla devam ettirmek olanakları benim elimden çıktı.” (Muammer Erten, Topraktan Parlamentoya, İstanbul, 2010, s.271)
Bence Akpınar Köy Enstitüsü’nden Aydın İpek’in şu açıklaması Köy Enstitülerinin kapatılmasıyla ilgili süreci çok iyi özetliyor: “Çok partili düzene geçilince halkın uyanmasının karşısında olan güçler saldırıya geçti. CHP savunmayı tam yapamadı; hatta bakanı, genel müdürü değiştirerek ödün verdi. DP de köy Enstitülerini kapattı.” (Mustafa Gazalcı, 21 Köy Enstitüsü, Çınarlar Anlatıyor, Ankara, 2021, s.38)
Köy Enstitüleri, toplumsal çağdaşlaşmayı ve ulusal kalkınmayı amaçlayan eğitim-öğretim ve kültür-uygarlık kurumlarıydı. Laik Cumhuriyet düşmanı, emperyalizm işbirlikçisi ve din istismarcısı siyasetçiler, toprak ağaları, tarikatlar ve cemaatler elbirliğiyle bu kurumları yok ettiler. Köy Enstitülerinin kapatılması, Türk aydınlanmasının yarım kalmasına neden oldu. Zamanla Köy Enstitülerinden yetişen öğretmenlerin yerini tarikat-cemaat yetiştirmeleri, aydınlanmanın yerini din sömürüsü aldı. Sonuç ortada…
Posted in Uncategorized | Leave a comment

HALK YAPAY DİL OSMANLICA İLE “ÜMMİ” KALMIŞTI * Hey, nece konuşuyorsun?

Hey, nece konuşuyorsun?

CUMHURİYET – Sevgi Özel –
18 Nisan 2024 Perşembe

Biraz sert oldu; ama Türkçenin tarihsel akışına baktığımızda gerçek bu. 1950’lerden beri iktidar olan milliyetçilerin de Türkçeyi sevmediğini yaşam öğretti. Dertleri ne? Osmanlıyı canlandırmak, hilafeti diriltmek… Soralım; Osmanlıyı Atatürk mü borçlandırdı, kapitülasyonları Atatürk mü onayladı? Yurdu işgal eden emperyalisti Atatürk mü çağırdı?
Atatürk, kendi pancarından şekerini üreten bir cumhuriyet kurmuş; özünü yayılmacıya teslim eden imparatorluğu tarihe emanet etmiş… Suç!
Dinsel anlam yüklenen Arap abecesi yerine Türkçenin seslerini karşılayan abece, Türkçeyi boyunduruktan kurtaran Dil Devrimi… Laik eğitim, “kul”luğu kabullenen “ümmet”ten dinin, ırkın baskın olmayacağı bir ulus, yurttaş kimliği… Suç!
1928’deki Harf, 1932’deki Dil Devrimleri düşünce özgürlüğünün, laik eğitimin, bilginin, sanatın, yargı bağımsızlığıyla taçlanacak barışın abecesidir. Sözde aydınlara, çakma tarihçilere, din adamlarına gaz veren siyasetçiler her ağaç gölgesinde, Harf ve Dil Devrimlerine saldırıyorlar.
Arap abecesi gidince bir gecede cahilleşmişiz!
Abiler, kaçınızın dedesi “sıbyan mektebi, idadi” görmüş de “dârülfünun” bitirmiş? Kaçınızın ninesi “muallim”di de devletin iki satırlık haksız buyruğuna “istida” yazabilmiş?
Halk Mektebinde okuma öğrenenlerle yaşadık, hiç öğrenemedikleri abeceyle, kullanamadıkları bir dille devleti hiç tanımadılar.
O dedeler okuryazar olsa basımeviyle yüzyıllar sonra mı tanışırdık? Onlar çağının tanığı olsa yayılmacı, Osmanlının ekmeğine çökebilir miydi?
Dilde devrim geçmişle bağı koparmış; devletle iletişimi olmayan, mektup yazamayan dedeleri, muskacıya mahkûm eden geçmişle mi? Dedeleriniz eğitimliyse, siz niye bu denli cahilsiniz?
Uzatmayalım…
Evet, bu iki devrim yüzyıllarca ağzı dili bağlanan halkı yobazlara üfürükçülere teslim eden, dinsel itkilerle insanı insanın kulu görenlerin çıkar bağını koparmıştır.
Şimdi ekmeği ithal buğdayla karıyor, Osmanlının batık eğitimine öykünüyoruz.
Kentler köyler İngilizceyle Arapçanın işgalinde.
Dilde devrim “dil celatları”nca “Türkçeye yapılan suikastın sonucu” sayılsa da Nâzım’ın söylediği gibi “Dil yürüyor.” Dini siyasete araç yapan yapmayan herkes dün yasaklanan yüzlerce sözcüğü şıkır şıkır kullanıyor.
“Cahillik” mi, ikiyüzlülük mü?
Dil yenileştikçe düşünce yenileşir;
dil varsıllaştıkça düşünce özgürleşir.
Su uyur, karşıdevrim uyumaz!
Önce düşünce özgürlüğüne, ortak dile el atar.
Üç gün sonra 23 Nisan Ulusal Egemenlik ve Çocuk Bayramını kutlayacağız. Atatürk, Kurtuluş Savaşını utkuyla sonuçlandıran, bağımsızlığın simgesi TBMM’nin kuruluş günü 23 Nisanı dünya çocuklarına armağan etmiştir.
Düşünce özgürlüğü kısıtlı, laik eğitim yaralı olsa da… Bilim, sanat, basın, yargı bağımsızlığı ötelense üniversite sussa da… Dünya peşimize düşse de…
Ne Atatürk’ten geçeriz ne cumhuriyetten!
23 Nisanda TBMM’nin 104’üncü yaşını, çocuklarımızın bayramını coşkuyla kutlayacağız. Ülkemizi, ortak dilimiz Türkçeyi seviyoruz.
Türkçeyi seviyoruz.
Posted in Uncategorized | Leave a comment

Eğitimin ötesi: Köy Enstitüleri

Eğitimin ötesi: Köy Enstitüleri

CUMHURİYET – Emre Kongar – 18 Nisan 2024

Köy Enstitüleri, bir “Eğitim Kurumu” olmanın çok ötesinde, tam bir “Ulusal Kalkınma Projesidir!”

Mustafa Kemal Atatürk’ün, bir Din Tarım Toplumu’nda, bir Endüstri Toplumu ürünü olan Cumhuriyet Rejimi kurmasının, toplumsal itici gücü, dinamosu olan bir atılımdır!
Amacı, Endüstri Devrimi’nin insanlığa kazandırdığı teknolojik ve kültürel-ideolojik birikimi, eğitim yoluyla, Osmanlı kalıntısı olan Din Tarım Toplumu’nun insan malzemesine aktarmak ve bu yolla üretilen insan gücünü, köylü bir toplumu kentsel/endüstriyel bir toplum düzeyine sıçratmak için lider kadrosu olarak kullanmaktı.
Köy çocuklarını alıyor, insanlığın teknolojik ve kültürel birikimi ile eğitiyor ve toplumsal dönüşüme liderlik etmeleri için köye geri yolluyordu.
Nitekim, “ulusal uyanışı”, “bağımsızlığı”, “çağdaşlaşmayı”, “Demokratik Cumhuriyet” hedefini engellemek isteyen Emperyalistler ve onların içerideki işbirlikçileri olan tarikatlar ve toprak ağaları tarafından saldırıya uğramış ve kapatılmışlardır.
Dün Cumhuriyet’te genç tarihçi arkadaşım Sinan Meydan, Köy Enstitülerinin öyküsünü, öncesi ve sonrasıyla, tam bir bütünlük içinde yazdı. Ne yazık ki bu projeyi başlatan da onu koruyamayan da İsmet İnönü’ydü:
Onu başlatan “Bağımsız ve Tarafsız Türkiye”nin Cumhurbaşkanı İsmet İnönü idi.. Onu koruyamayan da “Soğuk Savaş’ta, Batı Emperyalizminin İleri Karakolu haline gelen Türkiye”nin Cumhurbaşkanı İsmet İnönü idi.

Dün Köy Enstitülerinin kuruluş yıldönümüydü.
Bu yıldönümünü, bir Köy Enstitülü olan Mustafa AYDINLI’nın, yukarıda anlattığım “Ulusal Kalkınma Projesi” anlayışı ile yazdığı bir şiir ile kutluyorum:
Kökleri derinde bir ulu çınar
Ülkesine âşık Köy Enstitülü
Ulusa kalkınma ereği sunar
Karanlığa ışık Köy Enstitülü
Cılavuz’da, Ergani’de, Pulur’da
Yurtsever insanlar yetişti burda
Kıvılcımlar olup dağıldı yurda
Karanlığa ışık Köy Enstitülü
Köyü uyarmayı temel aldılar
Bunun için kalk borusu çaldılar
Çağdaş uygarlıkta karar kıldılar
Karanlığa ışık Köy Enstitülü
Kahıra, çileye hepsi alışık
Ülkede gidişat hayli karışık
Yirmi bir noktada yirmi bir ışık
Karanlığa ışık Köy Enstitülü
Her biri bir köyde yanan meşale
Bir ileri adım, bir güçlü kale
Yıkmak için ağa, patron el ele
Karanlığa ışık Köy Enstitülü
Toprağa can verdi alınlar teri
Tarih görmemişti böyle eseri
Onlar yaşasaydı kalmazdık geri
Karanlığa ışık Köy Enstitülü
Eserleri kalır, yıldızlar kayar
Fakir’i, Makal’ı, Başaran’ı var
Onlar için vatan bir kutsal diyar
Karanlığa ışık Köy Enstitülü
Hepsi birer bilge, işte Enver’i
Daha onlarcası eğitim eri
Kaftancıoğlu’nun dolar mı yeri?
Karanlığa ışık Köy Enstitülü
Tonguç Baba bu iş için terledi
Yücel ile kadroları derledi
Dadaloğlu ozan ruhla gürledi
Karanlığa ışık Köy Enstitülü
Taş ile toprakla ilme ulaştı
Softası, yobazı bu işe şaştı
Hasan Âli Yücel bulunmaz baştı
Karanlığa ışık Köy Enstitülü
Aydınlı onlardan alır ilhamı
Coşkusu içimden dağıtır gamı
Kalkınma dedikçe anılır namı
Karanlığa ışık Köy Enstitülü
Posted in Uncategorized | Leave a comment

GÜZEL HABERLER * Dünyaca ünlü spor otoritelerinden NBC Olympics; olimpiyat, dünya ve Avrupa şampiyonu milli okçu Mete Gazoz’u 2024 Paris Olimpiyat Oyunları’nda takip edilecek 100 sporcu arasında gösterdi.

Mete Gazoz’a büyük onur: 100 isim arasına girdi!

AA – Yayınlanma: 18.04.2024


Türkiye Okçuluk Federasyonu‘ndan yapılan açıklamada, “Başarılarıyla Türk spor camiasının gururu olan olimpiyat ve dünya şampiyonu okçumuz Mete Gazoz, dünyaca ünlü spor otoritelerinden biri olan NBC Olympics tarafından 2024 Paris Olimpiyat Oyunları’nda takip edilecek 100 sporcu arasına seçildi” denildi.
OLİMPİYATTA İLK ALTIN MADALYA
Yaklaşık 100 gün sonra başlayacak Paris 2024 öncesinde Mete Gazoz hakkında çıkan haberde, şu ayrıntılara yer verildi:
“Tokyo Olimpiyatları’nda 21 yaşında olan Mete Gazoz, olimpiyat tarihinde bireysel altın madalya kazanan ilk Türk okçu oldu. Şimdi 24 yaşında, branşında favori olarak gösterilerek unvanını korumak için Paris’e gidiyor. Mete Gazoz, 2023 yılında güçlü bir performans sergileyerek Dünya Okçuluk Şampiyonası’nda bireysel altın madalya aldı ve Dünya Okçuluk Federasyonu’ndan Yılın En İyi Klasik Yay Erkek Okçusu unvanını üçüncü kez kazandı.”
Posted in Uncategorized | Leave a comment