MUSTAFA KEMAL’İN TÜRKİYESİNİ NE HALLERE DÜŞÜRDÜLER…


MUSTAFA KEMAL’İN TÜRKİYESİNİ
NE HALLERE DÜŞÜRDÜLER…

ALİ ERALP (Ankara Ulus gazetesi köşe yazarı)


İngiltere Başbakanı Lloyd George, Kurtuluş Savaşından sonra Atatürk’le ilgili olarak, “İnsanlık tarihi birkaç yüzyılda bir dahi yetiştirebiliyor. Şu talihsizliğimize bakınız ki bu dahi, Küçük Asya’da çıktı. Hem de bize karşı. Elden ne gelebilirdi…” demişti. Dünya devlet adamlarının Atatürk’e hayranlığını belirten bunun gibi yüzlerce sözü var. Sıralamaya kalksak sayfalar yetmez.

Ama böyle bir kahraman, böyle bir ulu önder ülkemizde unutturulmak isteniyor şimdi. İnkâr ediliyor. Yok sayılıyor. Hem de kurtardığı topraklarda. Kendi vatanında. AKP iktidara geçer geçmez, Atatürk’ü karşısına aldı. Atatürk’e resmen savaş açtı. Tüm bakanlar, tüm devlet yetkilileri her yerde onu kötülemeye başladılar.

Yabancı devletlerin heykellerini diktiği, ders kitaplarında örnek insan olarak okuttuğu Gazi Mustafa Kemal, öz vatanında, “Diktatör, soykırımcı” olarak tanıtılmaya, gözden düşürülmeye çalışılıyor. Bu işi yapanların başında Diyanet işleri başkanı Ali Erbaş geliyor. Atatürk’ün adını hutbelerden çıkardı. Tüm dünyayı karış karış dolaştığı halde, bir kez olsun Anıtkabir’e gitmedi.

Oysa oturduğu makamın kurucusu Mustafa Kemal Atatürk’tü. Onun sayesinde Mercedes arabalara biniyor, bolluk içinde yaşıyordu. Ama kendisi zenginlik içinde yaşarken hep fakirliği övdü.

“Peygamber efendimiz yemeği sulu yaptırır ve bol bol ekmek bandırırdı…” dedi. CNN Türk’de bir gazetecinin ona “İnsanlar aç. İsyan ediyorlar” demesinin ardından “Açlık alın yazısıdır, isyan günahtır” demişti. Atamızın kurmak için ömrünü verdiği, tam bağımsız, laik, çağdaş toplumun yerine bugün imamların, mollaların, tarikat şeyhlerinin, teröristlerin egemen olduğu şeriatçı bir İslam düzeni kuruluyor.

Okullar kız, erkek okulları olarak bölünmek isteniyor. Dinci eğitim sistemi yaygınlaştırılıyor. Binlerce öğretmen atama beklerken, Milli eğitim bakanı, cemaatlerle, tarikatlarla protokoller imzalıyor, mollaları okullara öğretim görevlisi olarak atıyor. Artık okullarda “Fikri hür, vicdanı hür, irfanı hür nesiller” yetişmeyecek. Aklın yerini inanç alacak. İnsan beyni, akıl dışı, batıl hurafelerle doldurulacak. Hem de tıka basa…

Bir süre sonra İslam ülkelerinde olduğu gibi sakallı bıyıklı subaylarla karşılaşırsanız, imamlık yapan subayların arkasında namaz kılan askerler görürseniz sakın şaşırmayın. Bakan Yusuf Tekin bir taraftan imam hatipleri öve öve bitiremiyor, Bir taraftan da kızını imam hatibe göndermeyip, Ankara’nın en lüks, en pahalı kolejine veriyor. Diyor ki : ”Dünyanın değişik ülkelerinde imam hatipleri bir marka, eğitim modeli haline dönüştürebiliriz”

Bir zamanlar dünya liderleri, Atatürk’ün sofrasında buluşup, sohbetler yapmak için sıraya girerken, günümüzde Cumhurbaşkanı, ABD liderinden randevu alabilmek için sıraya giriyor. Hem de üç yüz adet Boeing uçak siparişi verdiği söyleniyor. Ne zaman yapıyor bunu? Emekliler, emekçiler, memurlar, esnaf, çiftçiler yoksulluk, çaresizlik içerisinde kıvranırken… Neredeen nereye geldik…

Mustafa Kemal’in Türkiye’sini ne hallere düşürdüler… Görüyor musunuz?

Ali Eralp

Posted in Politika ve Gundem | Leave a comment

ULUSAL ONUR’U BULUNAN BİR DEVLET YÖNETİCİSİ CANAKIYICILARLA EL SIKIŞMAZ…

ULUSAL ONUR’U BULUNAN BİR DEVLET
YÖNETİCİSİ CANAKIYICILARLA EL SIKIŞMAZ

Tarık Konal


Dünyada milyonlarca insanın canına kıymış bir devlettir ABD.
Utanılası suç dosyası çok kabarıktır ABD’nin…

ABD, Kendi ülkesinin gerçek sahibi 60 milyon Kızılderiliyi yok ederek işe başlamıştı. 1898’de Meksika’ya girmiş, çok kan dökmüştü. 1921’de Nikaragua’yı işgal etmişti. 1945’te, teslim olduğuna aldırmaksızın, Japonya’ya atom bombası atmış, 250 bin insanı öldürmüştü. 1950-1953’te binlerce Koreliyi, 1954’te binlerce Guetemalalıyı, 1955’te Laos ve Kamboçya’da binlerce insanı öldürdü. 1956-59’da 60 bin Kübalıyı, 1965’te 1 milyondan fazla Endonezyalıyı, 15 bin Dominikliyi öldürdü. İnsanların üzerine hiç utanmadan 640 bin ton bomba attığı Vietnam’dan kovulduğunda, ardında milyonlarca ölü, yaralı ve milyonlarca ırzına geçilmiş kadın bırakmıştı… Kamboçya ve Laos’ta da 1 milyon cana kıydı. 1973’te Şili’de 30 bin, Arjantin’de 40 bin aydını öldürdü. 1983’de Lübnan’da, 1986’da Libya’da, 1989’da Panama’da, 1991’de Irak’ta milyonlarca cana kıydı… 2000’de Taliban’ın varlığını ileri sürerek Afganistan’da yaptığı topluöldürümler… Şimdi de Ortadoğu için yeni kanlı planlar yapıyor “elikanlı” ABD…

Canakıyıcı coniler milyonlarca Iraklıyı öldürdükten, binlerce kadın’ı kirlettikten sonra buradan çekilirken, sen “ABD askerlerinin evlerine sağ salim dönmeleri için dua ediyorum” demiştin. O gün çok üzülmüş, çok utanmıştım. İşte bugün de böylesi bir elikanlı’ya el vermek, onun elini tutmak, elini sıkmış olmak, yüz kızartıcı bir olay değilmiş gibi, sanki övünülecek bir olaymış gibi anlatılıyor tv’lerde…

“Yurtta Barış, Dünyada Barış” gibi bir çağcıl dünya görüşünü ilke edinmiş “son Türk Bilgesi”nin kurduğu devlette, yayılımcıların (emperyalistlerin) işbirlikçisi olmak sanki övünülesi bir olaymış gibi anlatılıyor, Türk ulusuna… Ben, Bilge Önder Atatürk’ün ölümünden sonra, ülkemizde işbaşına gelenlerin, ulusal bağımsızlık ilkesini bir yana bırakıp yayılımcılarla işbirliği yapmalarından hep utanç duymuş bir yurttaşım.

Gene utanıyorum…
Erinç, gönenç dilerim.

Tarık Konal

Posted in ABD - AB - EMPERYALIZM, BOP, ORTADOĞU ÜLKELERİ, SAVAŞLAR-ÇATIŞMALAR | Leave a comment

AFORİZMALAR

Posted in AFORİZMALAR | Leave a comment

Trump kimdir? * (Erdoğan’ın yakın dostu!!!) Trump, devlet başkanı olmadan önce, emlakçılık ve ticaret yaptığı dönemdeki bazı faaliyetlerinden dolayı, yargı kararıyla hüküm giymiş ve suç işlemiş bir devlet başkanıdır. Trump, evrakta ve muhasebe kayıtlarında sahtecilikle ilgili otuz dört ayrı suçtan dolayı mahkeme tarafından suçlu bulundu ve hüküm giydi.

CUMHURİYET – Orhan Bursalı – 29.09.2025

ABD karşısında tarih boyunca hep kaybettik, çünkü…

TRUMP’N KİŞİLİĞİ

Çok şey konuşuldu cumhurbaşkanının ABD ziyareti üzerine. Bu ziyareti diğerlerinden ayıran ilginç bir şeyler var. Bunlar arasında en önemlisi, psikopatolojisi tartışma konusu olan bir liderle dans ediliyor olması. Tüm dünya liderleri Trump ile nasıl dans edilmesi gerektiği konusunda “derslerini çalışarak” görüşmelere hazırlanıyor. (https:// claireberlinski.substack.com/p/ impeach-him?r=1nd8v&utm_ campaign=post&utm_medium= web&triedRedirect=true)

Bu narsist kişilik, ABD’nin küresel üstünlüklerini kullanarak ticari konularda ülkelere isteklerini dayatarak dünya düzenini değiştiriyor. “Büyük Amerika” ile “büyük Trump”ı eşanlamlı bir üst düzeye yükselten bir kişilik.

Trump’ın üstünlüğü veya elindeki en büyük koz, ABD’nin 27 trilyon dolarlık bir ulusal gelirle dünyanın en büyük tüketim pazarına sahip olması. İkincisi doların rezerv para olarak üstünlüğü ve dünyadaki egemenliği. Üçüncüsü dünya çapında yayılmış askeri üstünlüğü ve sivil ve askeri teknolojisi. Belki dördüncüsü kültürel egemenliği. Bütün bunlarla ülkelere dayatmaları.


Trump kimdir?

CUMHURİYET – Örsan K. Öymen – 29.09.2025


Trump, İkinci Dünya Savaşı’nın sonundan itibaren gelişen ABD emperyalizminin günümüzdeki bir uzantısıdır. Ancak Trump, İkinci Dünya Savaşı’ndan sonra görev alan ABD devlet başkanları içinde, emperyalizmi en ileri noktaya götüren devlet başkanlarından da birisi olmuştur.

Trump devlet başkanı olarak ilk döneminde, İsrail’deki ABD Büyükelçiliği’ni İsrail işgali altındaki doğu Kudüs’e, yani Filistin topraklarına taşıyarak, İsrail’in Filistin’i işgal etmesini resmen onaylamıştır.

Trump devlet başkanı olarak ikinci döneminde de, Danimarka’nın, Kanada’nın, Panama’nın toprak bütünlüğünü ve egemenlik haklarını tehdit etmiştir; Danimarka’ya bağlı olan Grönland’ın ABD tarafından satın alınmasını, Kanada’nın ABD’nin bir eyaleti olmasını, Panama Kanalı’nın kontrolünün ABD’ye geçmesini savunmuştur!

Trump devlet başkanı olarak ikinci döneminde ayrıca, İsrail’deki Binyamin Netanyahu hükümetinin Filistin’in Gazze bölgesinde gerçekleştirdiği işgali, kitlesel katliamı ve zorunlu göçü desteklemiştir. Trump’ın devlet başkanlığı döneminde, Birleşmiş Milletler Güvenlik Konseyi’nde hem bu katliamın durdurulmasına hem de Filistin devletinin tanınmasına yönelik tüm öneriler, ABD tarafından veto edilmiştir, ABD bu konuda BM Güvenlik Konseyi’nde bile tek başına kalmıştır!


Trump’ın özel ve kişisel yaşamına bakıldığında da oldukça ilginç bir tablo ortaya çıkmaktadır.

Her şeyden önce Trump, devlet başkanı olmadan önce, emlakçılık ve ticaret yaptığı dönemdeki bazı faaliyetlerinden dolayı, yargı kararıyla hüküm giymiş ve suç işlemiş bir devlet başkanıdır. Trump, evrakta ve muhasebe kayıtlarında sahtecilikle ilgili otuz dört ayrı suçtan dolayı mahkeme tarafından suçlu bulundu ve hüküm giydi. Trump ABD tarihinde, ağır suçtan ötürü hüküm giymiş ilk devlet başkanıdır!

Bu suçların bir kısmı, porno film oyuncusu Stormy Daniels ile ilişkisiyle bağlantılıdır. Mahkeme kararına göre, Trump bu ilişkiyi kamuoyuna açıklamaması için Stromy Daniels’e para teklif etmiştir ve ödemeyi yasal mevzuata aykırı bir biçimde gerçekleştirmiştir.

Trump son aylarda da, Jeffrey Epstein adlı işadamıyla olan dostluğu nedeniyle ABD kamuoyunda sorgulanmaktadır. Epstein, pedofiliyle, on sekiz yaşın altındaki kızlarla cinsel ilişkiye girmekle ve bu ilişkilerin ticaretinin yapıldığı bir şebekenin parçası olmakla suçlanmış, hüküm giymiş ve daha sonra cezaevinde intihar etmiştir.

Ortadoğu’daki güçlü laik ulus devletlerin İsrail için tehdit oluşturduğunu söyleyen; milletten alınan meşruiyeti yok sayarak, ABD’nin Erdoğan’a “meşruiyet” vermesinden söz eden, ABD’nin Türkiye’deki emlakçı büyükelçisi Tom Barrack da, Epstein’ın dostları arasında yer alıyordu!

***
Türkiye’de müzisyenlerin sahne kıyafetlerinden ve dans hareketlerinden dolayı bile hukuka aykırı biçimde gözaltına alınmasına ve tutuklanmasına yol açan bir düzenin mimarı olan ve Filistin’de adaletin sağlanması gerektiğini savunan Erdoğan’ın, Trump ile nasıl “dost” olabildiği, Trump’ın saygı duyulacak saygın bir insan olup olmadığı, AKP tabanının düşünmesi gereken bir konudur!

Posted in ABD - AB - EMPERYALIZM, DIŞ POLİTİKA, YOZLAŞMA - AHLAKSIZLIK | Leave a comment

POLİTİKA GÜNDEM * Trump’la zirvenin maliyeti

Trump’la zirvenin maliyeti

CUMHURİYET – Mehmet Ali Güller – 27/09/2025


İktidarın “küresel ve bölgesel olarak yeni diplomatik sayfalar açacak” diyerek müjdelediği Erdoğan-Trump zirvesinin, Türk halkına siyasi ve ekonomik maliyetinin ağır olacağı anlaşılıyor.

Ziyaret öncesi Trump’a jest olarak gümrük vergileri kaldırıldı. ABD ziyareti sırasında da THY için 150’si kesin, 75’i opsiyonlu 225 adet Boeing uçak anlaşması yapıldı. THY Genel Müdürü Bilal Ekşi bu alışverişi “uçak sayısı ile dünyanın en büyük beş havayolundan biri olma” hedefiyle gerekçelendirdi. Asgari ücret, emekli maaşı gibi alanlarda Türkiye’nin kaçıncılığa gerilediği elbette umurlarında değil.

Boeing İsrail’e bomba veriyor

Geçen pazar Tele1’deki yayında anlattım: Boeing sadece ticari uçak satmıyor, envanterinde askeri uçak ve mühimmatlar da var.

Uluslararası Af Örgütü, İsrail’in Gazze’deki soykırım ve işgaline destek sağlayan 15 şirketi açıkladı. Bu şirketler arasında Boeing ve Lockheed Martin de var. (TRT Haber, 19.9.2025)

TRT’nin internet sayfası ayrıntıyı vermemiş ama Uluslararası Af Örgütü’nün tespitine göre “İsrail’in Filistinli sivilleri katleden hava saldırılarında kullanılan Boeing silahları şunlar: Müşterek Doğrudan Taarruz Mühimmatı (JDAM) ve GBU-39 Küçük Çaplı Bombalar.” (Agos, 18.9.2025)

Lockheed Martin demişken…

New York’taki Concordio Zirvesi’nde Trump’ın Ortadoğu Özel Temsilcisi Steve Witkoff ile aynı panelde konuşan ABD’nin Ankara Büyükelçisi Barrack Türkiye-ABD ilişkileri üzerine bir soruya cevap verirken şöyle dedi: “Türkiye bizim en büyük müttefikimiz. Dünyadaki en büyük F-16 alıcısı, değil mi? Bu da Lockheed’i ayakta tutuyor.” (Serbestiyet, 25.9.2025)

ABD’den yüklü doğalgaz alımı

Erdoğan-Trump görüşmesinin bir diğer maliyetli başlığı enerjiydi. Trump, “Türkiye’nin yapabileceği en iyi şey Rusya’dan petrol ve gaz almamak” dedi.

Rusya’dan gaz almamak, ucuz gazdan olup, pahalı ABD sıvılaştırılmış doğalgazı (LNG) almak demektir. Nitekim Erdoğan’ın ziyareti, bu yönde başlamış bir alışverişe yeni anlaşmalar dahil etmekle sonuçlandı. BOTAŞ iki ayrı şirketle, yüksek kapasiteli ABD gazı alımı anlaşması yaptı. BOTAŞ İsviçre merkezli Mercuria şirketiyle ile yıllık yaklaşık 4 milyar metreküp kapasiteli, toplamda 70 milyar metreküpü bulan, 20 yıllık ABD’ye ait LNG alımı anlaşması imzaladı. BOTAŞ Avustralya merkezli Woodside şirketiyle, yıllık 5,8 milyar metreküp kapasiteli, 9 yıllık ABD’ye ait LNG alımı anlaşması imzaladı.

BOTAŞ ayrıca Mayıs 2024’te ABD‘li ExxonMobil şirketiyle yıllık 3,2 milyar metreküp kapasiteli 10 yıllık, Eylül 2025’te ABD’li Cheniere şirketiyle yıllık 1,2 milyar metreküp kapasiteli 3 yıllık LNG alımı anlaşmaları imzalamıştı.

Ayrıca şu Batılı şirketle anlaşmalar da var: Eylül 2024’te İngiliz-Hollanda ortaklı Shell şirketiyle yıllık 4 milyar metreküp kapasiteli 10 yıllık, Eylül 2024’te Fransız Total şirketiyle yıllık 1,6 milyar metreküp kapasiteli 10 yıllık, Eylül 2025’te İtalyan ENI şirketiyle yıllık 0.5 milyar metreküp kapasiteli 3 yıllık, Eylül 2024’te İngiliz BP şirketiyle yıllık 1,6 milyar metreküp kapasiteli 3 yıllık LNG anlaşmaları imzalanmıştı.

Dolayısıyla Batılı şirketlerle yıllık yaklaşık 22 milyar metreküplük anlaşmalar imzalanmış durumda. Türkiye’nin yıllık doğalgaz tüketimi ise yaklaşık 53 milyar metreküp düzeyinde.

Fiyatlar her anlaşmaya göre farklılık gösterse de, kabaca LNG, yüzde 25 daha pahalı bir gazdır. ABD, Avrupa’yı Rusya’ya yaptırıma mecbur ederek, bu ülkelerinin Rusya’dan ucuz enerji alımını kesmiş, yerine kendi pahalı sıvılaştırılmış doğalgazını (LNG) satmıştı. Bu da Avrupa ekonomilerinin durağanlığa girmesinde en önemli etken olmuştu.

Patrik’in şikayetleri

Kuşkusuz siyasi maliyetler ekonomik maliyetlerden daha önemli. Bu alanda verilecek tavizlerin başında Heybeliada Ruhban Okulu’nun geleceği anlaşılıyor, zira Erdoğan “üzerimize düşeni” yaparız dedi. Trump 10 gün önce Patrik Bartholomeos’u Beyaz Saray’da kabul etmiş, ”ekümenik, okul ve dini özgürlükler” şikayetlerini dinleyerek ekibine not aldırmıştı.

138 dakikalık basına kapalı bölümde başka hangi alanlarda tavizlerin verildiği de yavaş yavaş ortaya çıkacaktır.

Posted in ABD - AB - EMPERYALIZM, DIŞ POLİTİKA | Leave a comment

Baş eğmeyen bir kadın: Suat Derviş

Baş eğmeyen bir kadın: Suat Derviş

BirGün Pazar – 28.09.2025
Burcu Belli – Akademisyen


1970’ lerin başında Demokratik Devrim Derneği’nin düzenlediği bir toplantıda kendisini TKP’nin genel sekreterinin eşi olarak tanıtmalarına karşı çıkarak “hayır ben yazar Suat Derviş!”, diyen, kendi kimliğini eril tüm kimliklerin önüne koyan bir kadın!

Suat Derviş, vicdanı ile kendi kaderini yazan bir isim. İstanbul Moda’da, 1905’te dünyaya geldi. Dedesi Müşhir Derviş Paşa, Darülfunun’un kurucusu ve kimyager, babası hekim, profesör İsmail Derviş Bey, annesi Abdülmecid’in mabeyincilerinden Kâmil Bey’in kızı Hesna Hanım, kız kardeşi Osmanlı’da telefon idaresinde çalışan ilk kadınlardan Hamiyet Hanım’dır. Çocukluğu ve ilk gençliği Osmanlı Devleti’nin çalkantılı ama en batılı zamanına denk gelir. Moda- Fransa- Almanya ekseninde rüya gibi bir çocukluk ve ilk gençlik yaşar.

Gelecek kaygısı yoktur, canı istediğinde kız kardeşi ile birlikte Almanya’ya ya da Fransa’ya alışverişe giderler. Babası hayattadır, Moda’nın kalbinde köşkleri, çalışanları, evde sayısız kitabı, piyanosu vardır. Her şey güzel görünür. Almanca ve Fransızca öğrenir, İtalyancasını geliştirir, Kadıköy’deki Rüştiye’ye gider; Darülfünun ’da eğitim alır. Yetmez, Berlin’e piyano eğitimi almaya gider. Ancak piyanodan vazgeçer, felsefeye merak sarar. Eğitimini tamamlamadan evine döner.

İlk şiirini 1918’de henüz 13 yaşındayken yayınladı, onu destekleyen isim, kalbini de çaldığı Nazım Hikmet’tir, şair Gölgesi şiirini Suat Derviş için kaleme almıştır. Başını bir kere eğemediği bu kadının ancak gölgesine basarak öcünü alabilmiştir Nazım Hikmet. 1921’de ilk romanı olan Kara Kitap’ı yayınladıktan sonra edebiyat dünyasını sarsar. İlk defa bir kadın, bir ölüm mahkumunun yaşantısını kaleme almıştır. Sonrasında üretmeye devam eder, sayısız öykü, tefrika roman yazar. 1931’de de Latin harfleri ile Emine romanını kaleme alır Suat Derviş.

Suat Derviş romanlarında ya da yazılarında kendisinin de dahil olduğu orta/ üst sınıf hayatlara odaklanır önceleri, aynı zamanda kadın konusunu yüksek sesle ve akıcı konuşan ilk Türk kadınlarındandır. Sadece Türkiye’de değil dünyada da romanları ve yazıları ile hemen dikkat çeker, 1925’te yazdığı Ne Bir Ses Ne Bir Nefes romanı Almanca ’ya çevrilir, övgüler alır. 1920’lerde gazeteciliğe merak sarar, Refet Bele ile röportaj yapar. Önce Alemdar’da sonra İkdam Gazetesi’nde çalışır, Fransızcası olduğu için Lozan Konferansı’na yollanır, böylece Avrupa’da görev yapan ilk Türk kadın gazeteci olur.

1926’da İkdam Gazetesi’nde kadın sayfası hazırlar. 1930’larda Almanya’da felsefe ile ilgilenirken, Türk kadını belediye seçimlerine katılma hakkı kazanır, Türkiye’ye gelip, Serbest Fırka’dan Eminönü adayı olur, seçim için görüşmeler yapar, toplantılar organize eder. Bu seçimde beklediği sonucu alamaz, bu da zaten Suat Derviş’in aktif siyasetteki ilk ve tek denemesi olarak tarihe geçer. Babası vefat edince ekonomik olarak zorlanmaya başlar, bir de Moda’daki evleri yanınca bu zorluk açıkça hissedilir.

Ancak Babıali’de kendisine saygı duyuluyordur ve farklı şehirlerde gazetecilik yaparak hayatını sürdürür. 1930’lar gazetecilik kariyerinin en güzel yılladır. 1935 ‘te organize edilen Uluslararası Kadınlar Birliği toplantısında yer alır, Cumhuriyet ve kadın konusunda cesur açıklamalar yapar. 1936’da Montrö Konferansı’nı izlemek için yollanır.

Sovyetleri ziyaret eder ve aslında hayatındaki ve edebiyatındaki değişim bu geziden sonra hissedilir. Nazizm yükselmektedir, buna karşı sorumluluk duyar ve önlem alınması gerektiğini savunur. Dünya acı çekerken, buna sağır kalmak istemez, zaten istese de yapamaz, bundan sonra aşk romanlarına değil de toplumsal krizlere eğilmeye başlar.

Bu teorik duruşu, elbette gerçek hayatta da karşılığını bulur ve 1940’larda TKP ile yakınlaşır, hatta parti sekreteri Reşat Fuat Baraner ile evlenir, edebiyattan da kopmaz, Yeni Edebiyat dergisini çıkartır; Türk okuyucusu ile Orhan Kemal’i o tanıştırır. II. Dünya Savaşı’nın sonlarına gelindiğinde Sovyetler ile alakalı yazdıklarından sonra yayın camiasından sürülür. Suat Derviş ismi ile yazı yazamaz ama Hatice Baraner ismi ile yazılarını yayınlamaya devam eder. İsmi ile ambargo yiyen ilk Türk kadınlarındandır. Amerikancı dünyada kendisine yer bulamaz, tutuklanır, bebeğini kaybeder, çıkınca zorlanmaya devam eder. Bu sırada hayatta kalabilmek için çeşitli Batı dillerinden çevirililer yapar, romanlar ve tiyatro oyunları yazar. 1953’te çok sevdiği ülkesinden ayrılmak zorunda kalır, İsveç’e ablasının yanına gider, burada roman yazmayı sürdürür, yazdıkları 18 Batı diline çevrilir ve dünya edebiyatını sarsmaya devam eder. Aynı yıllarda, Fosforlu Cevriye’yi yazar ve hem edebiyat hem de sinema dünyasını yeni bir kadınla tanıştırır. Ancak felaketler peş peşe gelir eşini ve ardından kız kardeşini kaybeder. Bu sırada siyasi olarak devamlı gözetlenir, evi basılır, kapısında nöbet bekleyenler vardır.

Suat Derviş, bir köşkte başladığı Osmanlı torunu varsağı hayatını Türkiye ve dünya için yoksulluk içinde noktalamıştır. Yeni modern dünyada, evliliğin ve aşkın aslında kadınları bastırmak, kontrol etmek ve itaat altında tutmak için nasıl araçsallaştırdığını açık yüreklilikle anlatabilen vicdanlı ve onurlu bir kadın olarak Türk tarihine geçti. Köşkünde başladığı hayatında, işçilere ve yoksullara değinen romanlar yazdı.

Suat Derviş görünmesi istenmeyenlerin sesi olmayı başarmış bir kadındır. Kendi hayatını tehlikeye atmaktan geri durmadı, istediği tek bir şey vardı: Özgür bir Türkiye!

Posted in EDEBİYAT - ANI - ÖYKÜ - ŞİİR, HAYATIN İÇİNDEN, KADIN HAKLARI, KÜLTÜR - EĞİTİM - ÇAĞDAŞLIK | Leave a comment

GEÇMİŞİN MEDRESELERİ, GÜNÜMÜZÜN İMAM HATİP OKULLARI OLDU * İmam-hatipleşme, özel okullar, çıraklık dayatması… Eğitimde çürümenin üç ayağı

İmam-hatipleşme, özel okullar,
çıraklık dayatması…
Eğitimde çürümenin üç ayağı

BirGün Pazar – 28.09.2025
Etki Can Bolatcan


Eğitim, biz nasıl bir doğa istiyoruz, nasıl bir dünya yaratmak istiyoruz, nasıl bir toplum olmak istiyoruz sorularının cevabı. İktidarın gericileştirme politikaları bütün bu hedeflere zarar veriyor.

Yeni eğitim-öğretim dönemi karma eğitime yönelik tehditlerle, çocuk işçiliğin önünü açan düzenlemelerin gündeme getirilmesiyle ve okullardaki yetersizliklerle başladı. Eğitim sisteminde velilere sunulan seçenekler gitgide daralıyor.

Sınav skandalları, din temelli müfredat ve tek tip okullaşma velileri ve öğrencileri istemedikleri tercihlere zorluyor. Yetersiz olduğu iddia edilen kaynaklar, MESEM kapsamında çocukları çalıştıran patronlara ve imam hatiplere harcanıyor.

Bu tablonun sebeplerini, iktidarın eğitim politikalarını ve din-piyasa odaklı eğitimin uzun vadeli sonuçlarını Prof. Dr. Adnan Gümüş’le konuştuk.

İmam hatip okullarındaki yoğunlaşma velileri ne ölçüde seçeneksiz bırakıyor? Özellikle sınav skandallarıyla, gericileşen eğitimle ve artan maliyetlerle yeni döneme başlarken veliler iktidarın yönlendirdiği imam hatip okullarını tercih etmek zorunda mı kaldı?

Türkiye’deki ana eğitim politikası üç ana damara oturmuş durumda. Esas yapmamız gereken genel akademik eğitim ancak bu gereklilik sürekli geri plana atılıyor. Onun yerine mesleki eğitime yöneliniyor, hatta mesleki eğitim de değil, çıraklık sistemi ön plana alınıyor. Diğer bir ayağı ise imam hatipler. İmam hatiplerde sağlıklı bir eğitim öğretim modeli yerine din odaklı bir eğitim modeli üzerinden ilerliyorlar. Bunun Osmanlı’daki karşılığı medreseydi. Medresenin modern adı İmam hatip oldu. Medresenin alt kısmı, orta kısmı, üst kısmı olurdu. Altı bugünkü İmam hatip ortaokulu, ortası İmam hatip lisesi. Üst kısmını da bugünkü İlahiyat Fakültesi karşılıyor. Yani medreseler hala yaşıyor.

Üçüncü ayağı ise özel okullar. Her zaman liberal, kapitalist bir modelin bir parçası olarak devam eden bir özel okul politikası var. Geri plana atılan, genel eğitim öğretim yerine koyulmaya çalışılan dinci, piyasacı eğitim ve mesleki eğitime paralel olarak sürdürülen daha zengin, varlıklı sınıfa ait hale gelen özel okullar. İmam hatiplere gelince 2018 yılında açıklanan, Külliyedeki ilk büyük toplantı olması nedeniyle sembolik olarak da yeni bir evreye geçildiğini ifade eden Cumhurbaşkanlığı sistemine geçilirken Saray’da ya da Ankara’daki Beytepe’de 2023 eğitim stratejisi diye bizzat orada bir açıklama yapıldı ve orada 2018’de Türkiye’de de dünyada da imam hatiplerin model yapılacağı ve üst başlıkta da spiritüel yani bedenin, dünyanın, bilimin yarım bıraktığı iddiasıyla hani bunların hatta daha değersiz olduğu iddiasıyla onların yerine din odaklı, din, maneviyat, milli dedikleri bir modeli ki bu zaten milli görüş.

DAHA KÖTÜSÜ İÇİN İYİ OLANI BOZUYORLAR
Eğitimdeki gericileşmenin ve seçeneksizliğin uzun vadeli etkileri neler?

Bugünkü politikayı deşifre etmemiz lazım. Bugün iktidar eğitimde iyi bir model ortaya koyamıyor. Keşke iyi bir model ortaya koysa ve o modele öğrenciler, veliler özgür iradeleriyle yönelseler. Biz de o model üzerinden yeni çıkarımlar yapmayı denesek. Ancak elde böyle bir model yok, bildiğimiz skolastik eğitim modeli var, manastır eğitim modeli var. Bizdeki karşılığıyla imam hatip modeli var, şer’i model var, medrese modeli var. Bu medrese modelini yerleştirebilmek için diğerini bozması gerekiyor. Dolayısıyla çağdaş eğitime düşman politikalar üretiyor. Çünkü çağdaş eğitim bir seçenek olarak kaldığı sürece halkın, öğrencinin, velinin hatta bakarsak bakanın bile tercihi çağdaş eğitim oluyor.

ÇOCUKLARI İÇİN ÇAĞDAŞ EĞİTİMİ TERCİH EDİYORLAR

Bakan sabah kahvaltısı olan, öğle yemeği olan, karma ve laik eğitim veren özel bir okula gönderiyor kendi çocuğunu. Madem halkı imam hatiplere yönlendirmek istiyorsun, kız okulları açmak istiyorsun, dini eğitime ağırlık veriyorsun neden kendi çocuğunu buralara göndermiyorsun diye sormak gerekir.

Halk, medreseleri, imam hatipleri, dini eğitim veren yerleri tercih etmiyor. Bu okullar günümüzün ihtiyaçlarını karşılamıyor. Bütün bu dayatmalara rağmen halkın buna yönelik bir talebi yok. Dolayısıyla halkı kendi politikalarına yönlendirmek için tercih edilen eğitimin niteliğini bozman gerekir. Sadece müfredatı bozmak yetmez. Mesela okul yemeği okul eğitiminin bir parçasıdır, okul yemeğini kısman gerekir. Öğrencinin temel ihtiyaçlara ulaşmasını engellemen gerekir. Bir okulun tuvaleti, suyu, yemeği olmazsa o okulda eğitim-öğretim nasıl sürdürülecek?

Bazı okullarımızda içme suyu yok, yemeği olmayan okullar var. Bütün bu ihtiyaçların kaynakları nerelere aktarılıyor? Bazen resmi olarak; bazen vakıflar, tarikatlar, cemaatler aracılığıyla devlet kaynakları dolaylı olarak dini ağırlıklı okullara, imam hatiplere, Kuran kurslarına aktarılıyor. Ve yine de bütün bu sınırsız imkanlara, yönlendirmelere, dayatmalara rağmen halk halen bu okulları tercih etmiyor. Ancak veliler okullara baktığında temiz okul bulamıyor, öğle yemeği bulamıyor, servis imkanı bulamıyor. Her şeyi bir kenara bırakın eğitim imkanı bulamıyor.

Devlet kendine yakın bir mahallede başka bir okul seçeneği sunmuyor öğrenciye. Aile mecbur kalıyor çocuğunu bu okullara göndermeye. Özellikle dar gelirli aileler en azından bir öğün yemek veren, servisi olan, teşviklerle veya burslarla okul masraflarına destek sunan imam hatiplere ve din temelli okullara yöneliyor. Kısacası olumsuz bir şeyi, halkın istemediği bir şeyi, bakanın dahi kendi çocuğu için tercih etmediği bir şeyi maalesef yoksul halka dayatıyorlar.

HALK HAREMLİK SELAMLIK OKUL İSTEMİYOR
Mill Eğitim Bakanı Yusuf Tekin dahi kendi çocuğunu eğitimdeki sorunlardan muaf tutmak için özel okula gönderirken eğitim; gericileşen müfredatla, karma eğitime yönelik tehditlerle, pahalılık ve piyasacılıkla dönüştürülüyor. Önümüzdeki dönem eğitimdeki sorunlar nereye evrilecek?

Tek cinsiyetli eğitimin başarılı bir örneği olsa Milli Eğitim Bakanlığı her meydanda süsleyerek anlatır. Ancak yapamıyorlar. Erkek ya da kız okulu denen okulları halk da istemiyor. Dine bağlı, muhafazakar insanları buna zorluyorlar ancak bu okulların tamamı başarısız. Örneğin İstanbul’da bir Kız Anadolu Lisesi var, yanında da karma bir Anadolu Lisesi var. Bu iki lise arasında her değerlendirmede karma olan lise daha başarılı. Bunu her düzeyde kıyaslayabiliriz. Yani bu tek cinsiyetli okullar başarısız ve halkın talebi değil. Keza böyle bir talep olsa bile doğru bir model değil. Nasıl tek cinsiyetli bir sokak yoksa, tek cinsiyetli bir toplum yoksa tek cinsiyetli bir okul da olamaz. Bu bir ayrımcılık, bir toplumsal cinsiyet ayrımcılığı. Bizzat bakan bu ayrımcılığı yaparak suç işliyor ama bunu bambaşka bir şekilde sunuyor ve maalesef bizim mevzuatta yeri var.

Önemli olan bizim bu yaklaşımı nereden gördüğümüz. Bizim elimizde veri olarak sadece Anadolu Liselerinin taban puanları var. Yerleştirme sonuçları nedeniyle mecburen açıklanıyor bu veriler. Bu verilerde karma olan ve olmayan okulların taban puanlarına baktığımızda aynı türden okulların karma olanlarının çok daha yüksek bir taban puana sahip olduğu, tek cinsiyetli okulların ise çok daha düşük bir giriş puanına sahip olduğu gözüküyor. Yani ne halk bu okulları tercih ediyor, ne de bu okullar başarılı. Yalnızca istatistiksel sayılarla değil insani olarak da sosyal olarak da bu uygulama doğru değil. Geleceğe yönelik tehdit şu; bu bir toplum oluşturma projesi.

Eğitim, biz nasıl bir doğa istiyoruz, nasıl bir dünya yaratmak istiyoruz, nasıl bir toplum olmak istiyoruz sorularının cevabı. Ve iktidarın gericileştirme politikaları bütün bu hedeflere zarar veriyor. Bakanlık şu an kolaylaştırıcı ve eğitime yönelik çalışmalar sürdüren bir bakanlık değil. Bakanlığın kendisi bizzat eğitim fikrinin karşıtını yapıyor. Çocukların bilgi, beceri ve duyarlılıklarını geliştirmen lazım. Bilimsel bilgiler, felsefi bilgiler, sanatsal bilgiler, insani duyarlılıklar, çevre duyarlılıkları, toplumsal duyarlılıklar, geleceğe yönelik yapıcı duyarlılıklar vermen lazım.

Peki AKP ve Milli Eğitim Bakanlığı ne yapıyor? Tüm bu bilgileri ve duyarlılıkları nasıl gelenekselleştiririm diye düşünüyor. Dahası nasıl dinci bir geleneğin içine dahil edebileceğinin yollarını arıyor. Bir diğer yandan Maarif Modeli altında “esas kök değerlerimiz, dini değerlerimizdir” görüşünü dayatıyorlar. Bu modelle eğitimin, pedagojinin, sosyal bilimlerin ve felsefenin önermediği ne varsa bakanlık bizzat uyguluyor. Eğitim adı altında çağ dışı uygulamaları halka dayatıyor. Dolayısıyla buradan bir gelecek çıkamaz. Buradan ancak sorunları artan, sıkıntıları artan; bilgi, beceri, sanat ve duyarlılıkları körelen bir toplum çıkar.

Posted in DİN-İNANÇ, EĞİTİM, İrtica, SİYASAL İSLAM, TARİKAT VE CEMAATLAR, YOBAZLIK - GERİCİLİK | Leave a comment

DIŞ POLİTİKADA EDİLGEN OLMAK!!! * MEŞRUİYETİN MALİYETİ

MEŞRUİYETİN MALİYETİ

BİRGÜN – Doç. Dr. Yonca Özdemir – 28.09.2025


‘Meşruiyetin’ karşılığı maliyetli olacak

Trump’tan aldığımızı, verdiğimizi alt alta topladığımızda, Türkiye’nin aldığına kıyasla verdiğinin çok daha fazla olduğu açıkça görülüyor. Nitekim bu hafta ABD Dışişleri Bakanı Marco Rubio’nun yaptığı, “Trump’ın bir elini sıkmak, beş dakika görüşmek için yalvarıyorlar,” şeklindeki yorumunu hatırlarsak bunda şaşılacak bir durum yok. Trump öyle bir lider ki, elinizi verseniz kolunuzu kaptırırsınız. Hiçbir iyiliği karşılıksız yapmadığı gibi, başkanlığını da hem Amerika hem de kendi çıkarı için adeta bir para sağma mekanizması gibi kullanıyor. Dolayısıyla Erdoğan’a randevuyu bedavaya vermeyeceği ve ne verirse karşılığında daha fazlasını alacağı en başından belliydi.

Akıllara gelen temel soru şu: Peki bu görüşme için Türkiye devletinin onuru dahil bu kadar çok şey niye feda edildi? Üstelik, dünyanın “delisi” olarak görülen Trump’ın yanında görünmek neden bu kadar önemliydi? Bu sorunun cevabını aslında Amerika’nın Türkiye elçisi Tom Barrack verdi:

Meşruiyet kazanmak için.

Peki bu ne anlama geliyor? Bunun bir boyutu, 2020’den bu yana CAATSA yaptırımlarıyla “düşman devlet” statüsüne düşen Türkiye’nin bu statüden çıkarılarak Amerikan Kongresi nezdinde yeniden meşruiyet kazanması olabilir. Ancak Erdoğan açısından asıl anlamı, Türkiye’de ne kadar antidemokratik davranırsa davransın bunun artık ABD gözünde meşruiyetini sarsmayacağı ve Washington’un tüm bu antidemokratik uygulamalara göz yumacağı şeklinde okunabilir. Bu da Türkiye’de muhalefeti çok daha zorlu günlerin beklediğine işaret ediyor.

Toplantıda “Görüşmeniz nasıl geçti?” sorusuna Trump tek kelimeyle “Harika” demişti. Gerçekten de öyle oldu: Trump, Türkiye’de çıkarlarına bu kadar uygun başka bir lider bulamazdı; Erdoğan ise iktidarını sürdürmek için bundan daha uygun bir Amerikan başkanı hayal edemezdi. İki sağ popülist liderin birbirlerini överek sahne aldığı bu basın toplantısı bana göre yalnızca Türkiye için değil, küresel düzeyde de hayra alamet değil. Çünkü otoriter liderlerin dayanışması, dünyanın daha az demokrasiye, daha çok baskıya ve daha fazla şiddete sürüklendiğinin işaretidir.

Posted in ABD - AB - EMPERYALIZM, DIŞ POLİTİKA, İHANET VE YABANCI YANDAŞLAR | Leave a comment

MR .ARRACK * PERSONA NON GRATA


MR .ARRACK *

Naci Kaptan – 28.09.2025


Trump’ın Türkiye’ye büyükelçi atadığı .arrack Trump’ın çok yakın arkadaşıdır. Bu nedenle ülkemiz hakkında açıkça ve çekinmeden nerede ise hakarete varan, aşağılayıcı açıklamalar yapıyor. Mr .arrack Türkiye için bir tehdittir ve PERSONA NON GRATA* olmayı hak etmiştir.

Mr .arrack görev yapmakta olduğu ülkemizde bakın neler dedi;

* Yüz yıldır kendisini “ulus devlet” olarak konumlandıran ülkemizde, “Güçlü ulus devletler, İsrail için tehdittir” açıklamasını yaparak Türkiye’nin ULUS DEVLET kimliğinin İsrail için tehlikeli olduğunu söyleyebiliyor.

Türkiye’yi güçlü kılan büyük Atatürk’ün kurmuş olduğu ÜNİTER DEVLET yapısı ve LAİK DEMOKRATİK CUMHURİYETTİR. Bu yapının yol göstericisi ise yine Atatürk’ün işaret ettiği, akıl, bilim, çağdaşlıktır. İşte bu nedenlerle ULUS DEVLETİMİZ ve LAİK DEMOKRATİK CUMHURİYET emperyalizmin hedefindedir. Bu güçlü yapı ETNİK ve DİN/İNANÇ farklılıkları kullanılarak kırılmaya çalışılıyor.

* “Türkiye için en iyi sistem, Osmanlı millet sistemidir” diyebiliyor.

* Emperyal devletler islam devletine dönüşmeye başlayan Türkiye’yi AVRUPA’dan dışlayarak bir ORTADOĞU ÜLKESİ olarak kabul ediyorlar. ABD’nin Türkiye’yi bundan böyle ülkemizi Ortadoğu’nun parçası olarak görmesi nedeniyle “Ortadoğu bir illüzyondur” cümlesini sarf edebiliyor.

Ortadoğu diye bir şey yok, kabileler, köyler vardır. Ortadoğu aileyle, köyle başlar, sonra kabile, topluluk, din. Son olarak da ulus gelir” diyor.

.arrack Türkiye’yi de böyle bir “kümeleme/constellation” içinde görüyorsa kendisini aydınlatalım:

Türkiye yarı frenk yarı Arapça meşruiyet ve meşrutiyet kavramlarının karıştırıldığı bir ülkedir. Ama kanlı ve zorlu bir istiklal mücadelesi ile kazanılmış “ulus devlet”, bu ülkede asla karıştırılmaz. “Ulus devlet”in ne olduğunu herkes bilir. Burası bir “kabile devleti” değildir. Mr .arrack geç de olsa bunu öğrenecektir.

Üzücü olan şudur ki;
Tüm bu açıklamalara rağmen ne DIŞİŞLERİ BAKANLIĞI ne de CUMHURBAŞKANLIĞI İLETİŞİM BAŞKANLIĞI tarafından hiç bir yanıt verilmemiştir.


PERSONA NON GRATA * Devletler arası ilişkilerde bir ülkeye girmesi veya o ülkede kalması ülkenin merkezi hükûmeti tarafından yasaklanan yabancı kişi veya kişiler için kullanılan Latince diplomatik bir terim.


Not; 28.09.2025 tarihli Cumhuriyet Gazetesi, Nilgün Cerrahoğlu’nun “Meşruiyet nedir?” yazısı kaynak olarak kullanılmıştır.

Büyükelçinin adının yanlış! gibi yazılması nedeniyle okurlardan özür dilerim.

Posted in ABD - AB - EMPERYALIZM, DIŞ POLİTİKA, YOZLAŞMA - AHLAKSIZLIK | Leave a comment

BOP VE KÜRESEL TUZAKLAR * Türkiye emperyalizmin kıskacında!

Türkiye emperyalizmin kıskacında!

CUMHURİYET – Zülal Kalkandelen – 28.09.2025


Erdoğan’ın altı yıl sonra Beyaz Saray’da Trump ile görüşmesi, tarihe skandallarla geçti. Önce ABD Dışişleri Bakanı Marc Rubio, Erdoğan hakkındaki bir soruyu “Bu liderler Trump’ın kapısında sıraya giriyorlar” diyerek yanıtladı.

Ardından ABD’nin Ankara Büyükelçisi Tom Barrack’ın ağzından bir konferansta şu sözler döküldü: “Türkiye bir demokrasi ama biraz otoriter. Erdoğan, 71 yaşına geldi. Başkan Trump, dahice bir şekilde çözüm olarak ona meşruiyet vermeliyim dedi.”

ABD yönetiminin Erdoğan’ın “meşruiyetini” sağladığını düşünmesi, Türk halkına hakarettir! Türkiye’de bu sözlere çok sert tepkiler gelince Barrack geri adım attı ve sözlerinin Türkiye’nin içişleri bağlamında değil, ABD kamuoyu karşısında “meşruiyet”le ilgili olduğunu söyledi. Bu ne demek oluyorsa!

Skandallar Beyaz Saray’daki görüşmede devam etti. Trump, Erdoğan’ı eliyle işaret ederek “Hileli seçimleri herkesten daya iyi o bilir” dedi. Türkiye’de yargı bağımsızlığı olmadığını “Rahip Brunson 35 yıla mahkûm edilmişti. Erdoğan’dan istedim, o da rahibi serbest bıraktı. Bunu unutmam” diyerek anlattı.

Ama bunu yaptırmak için Erdoğan’a “Binlerce kişinin öldürülmesinden sorumlu tutulmak istemezsiniz ve biz de Türk ekonomisini mahvetmekten sorumlu olmak istemeyiz ve bunu yaparız. Sert adamı oynama. Aptallık etme!” diyen tehdit dolu bir mektup yazdığını söylemedi!

Ve Erdoğan, “Dünyanın Ağası” rolüne soyunan Trump karşısında bu saygısızlıklara hiçbir müdahalede bulunamadı.

KAPİTÜLASYONLARI ANDIRAN DAYATMALAR

“Erdoğan’ın yapabileceği en iyi şey, Rusya’dan petrol ve doğalgaz almamaktır” diyen Trump, Türkiye’nin dış ilişkilerine müdahale etti. Bu görüşmeden sonra Türkiye’nin ABD’li Mercuria şirketiyle 43 milyar dolar değerinde 20 yıllık bir LNG anlaşması imzaladığı açıklandı. Gazze’de soykırımı sürdüren İsrail’in en büyük destekçilerinden Boeing firmasından yüzlerce uçak siparişi verildi!

Bahçeli’nin Erdoğan’ın ABD seyahati öncesinde “Türkiye, Rusya ve Çin’den oluşacak TRÇ ittifakı”nı önermesini ve Erdoğan’ın bu sorulunca “Takip edemedim” diyerek geçiştirmesini “Cumhur İttifakı’nda ayrılık” olarak değerlendirenler, herhalde bunun Beyaz Saray’da Erdoğan’ın elini güçlendirmek için yapıldığını artık anlamıştır.

Trump’a F-35 konusu sorulduğunda, “Hemen halledebiliriz ama önce Erdoğan bizim için bir şey yapacak” dedi, Erdoğan’ın “Halkbank ile ilgili bir iyilik” istediğini söyledi. Belli ki yoğun pazarlıklar döndü. Hepsini bilmek Türk halkının hakkıdır!

Görüşmede Heybeliada Ruhban Okulu’nun açılması da gündeme geldi. Erdoğan, Fener Rum Patriği Bartholomeos ile görüşeceğini vurguladı. Bu Lozan’ı çiğnemektir ve 1924 tarihli Tevhid-i Tedrisat Kanunu’na aykırıdır.

Yandaş medya, istediği kadar halkı aldatmaya devam etsin, gerçekler Türkiye adına küçük düşürücü! Trump’ın kapıda Erdoğan’ı beklemesi ya da sandalyesini çekmesi gibi göstermelik şovlara değil, Amerika’nın Türkiye’den taleplerine bakılırsa kapitülasyonları hatırlatan dayatmalar söz konusu.

Trump, bir tüccar tavrıyla 100 milyar doları bulan anlaşmaları Türk halkının sırtına yükledi, kim bilir başka ne sözler aldı!

TÜRKİYE KABİLE DEVLETİ DEĞİLDİR!

Her ağzını açtığında tepki toplayan Barrack ise Beyaz Saray’da da boş durmadı. Basınla konuşurken “Ortadoğu diye bir şey yok aslında. Önce birey var, sonra aile, köy, kabile, toplum ve din. En son olarak da ulus geliyor. Bu yüzden buna bir illüzyon diyorum. 27 farklı ulus, 110 farklı etnik grup siyasi kavramlara nasıl uyum sağlayacak” diyerek bir kez daha ulus devlete karşı çıktı.

Anladınız mı şimdi niye emperyalizme direnerek halk egemenliğine dayalı ulus devleti, Türkiye Cumhuriyeti’ni kuran Atatürk’e düşman olduklarını!

Öyleyse Atatürk’ün 1922 tarihli bir sözü ile yanıt verelim: “Hangi istiklal vardır ki yabancıların nasihatleriyle, yabancıların planlarıyla yükselebilsin? Tarih böyle bir olay kaydetmemiştir!”

Ey emperyalistler, öğreneceksiniz; Türkiye’nin kabile devleti olmadığını göreceksiniz!

Posted in ABD - AB - EMPERYALIZM, BOP, İHANET VE YABANCI YANDAŞLAR | Leave a comment