Yasal Uyarı
Bu BLOG içinde yer alan yazı ve görseller kişisel kullanım ve/veya bilgi paylaşma amacı ile sınırlıdır, hiç bir ticari amacı yoktur.
Bu BLOG içindeki yazı ve görselleri paylaşırken kaynak göstermeniz rica olunur.
The contents of this BLOG are limited to personal use and/or information sharing, and there is NO COMMERCIAL purpose.
Arama
Takvim
-
Yeni Yazılar
- DÜNYA SOYKIRIM TARİHİ * Kızılderililerin Acı Dolu Direnişi
- Bordo Bereli Orkun Albay “Komando Andı”yla Tutuklanırken…
- Yaşasın! Bize Boeing satıyorlar! * 300 Boeing’in Türk halkına toplam kazık boyunun ne olacağı hiç merak edilmedi. *
- ARKEOLOJİ * SİLOAM YAZITININ HİKAYESİ * İSRAİL İSTİYOR, TÜRKİYE VERMİYOR
- TRT’DE PROGRAM YAPAN YOBAZ * NAMAZ KILMAYAN İDAM EDİLİR!!!
Arşivler
Kategoriler
Who's Online
114 visitors online now9 guests, 105 bots, 0 membersSeçenekler
FEYM BÜLTENİ – 71/2023 * Ermeni Faaliyetleri – 27 Mart 2023
FANATİK ERMENİ YALANLARINA KARŞI
Posted in FEYM GRUBU ÇALIŞMALARI
Leave a comment
TALİBAN İTTİFAKI

TALİBAN İTTİFAKI
İktidar, 6284 Sayılı Kanun’u pazarlık konusu ederken BirGün’ün ulaştığı savunmada, “Yasa titizlikle uygulanmaya devam edilecektir” denildiği ortaya çıktı. Kadın örgütleri temsilcileri, “İstanbul Sözleşmesi’ni feshedenler şimdi de 6284 Sayılı Kanun’u pazarlık konusu yaparak gerçek yüzlerini ortaya çıkardı” dedi.
Yeniden Refah Partisi’nden Hüda Par’a, gerici derneklerden tarikatlara kadar tarihin en gerici ittifakını kuran Saray rejimi iktidarının ömrünü uzatmak için her yolu deniyor. İktidar, kadınların yaşamı için hayati öneme sahip 6284 Sayılı Ailenin Korunması ve Kadına Karşı Şiddetin Önlenmesine Dair Kanun’u siyasi istikbali için pazarlık konusu etti.
Cumhurbaşkanlığı avukatının Danıştay İdari Dava Daireleri Kurulu’nda yaptığı savunma dikkati çekti. İstanbul Sözleşmesi’nden çıkılması kararının doğruluğunu savunan Cumhurbaşkanlığı Hukuk ve Mevzuat Genel Müdürü Hakkı Susmaz imzalı savunmada, “6284 Sayılı Kanun’un uygulanmasına titizlikle devam edilecektir” denildiği öğrenildi.
AKP ile Yeniden Refah Partisi arasında 14 Mayıs seçimlerine yönelik imzalanan ittifak protokolü metni, tartışmaları beraberinde getirdi. Tarafların, “6284 Sayılı Kanun’daki bazı maddelerin yumuşatılması” konusunda anlaşma sağladığı belirtildi. İttifak protokolü metninde, “Aile bütünlüğünün korunması için mevcut yasalardaki aykırı hükümlerin ayıklanmasına, manevi değerlerimize aykırı fiillerin ve sapkınlıkların önlememesine yönelik yasal düzenlemelere, süresiz nafaka konusundaki mağduriyetlerin giderilmesine ağırlık verilecektir” ifadeleri kullanıldı.
SAVUNMA 6284 ÜZERİNE KURULDU
İktidarın, uzun mücadeleler sonucu kabul edilen ve kadınların yaşamı için kritik önemi bulunan 6284 Sayılı Kanun’dan siyasi istikbali için vazgeçmesi kamuoyunda büyük tepkiye yol açtı. Danıştay İdari Dava Daireleri Kurulu’nun İstanbul Sözleşmesi’nden çekilmesine yönelik kararına Cumhurbaşkanlığı adına yapılan savunma ise “Bu ne perhiz bu ne lahana turşusu” sözünü anımsattı. BirGün’ün ulaştığı savunmanın, “Kadının korunmasında 6284 Sayılı Kanun yeterli” tezi üzerine kurulduğu görüldü.
Cumhurbaşkanlığı Hukuk ve Mevzuat Genel Müdürü Hakkı Susmaz imzalı savunmanın, “6284 Sayılı Kanun’un titizlikle uygulanmaya devam edilecektir” ifadesini de kapsayan bölümünde özetle şunlar kaydedildi:
“İstanbul Sözleşmesi’nin taraf devletlerin hukuk sistemlerinde belirli konularda düzenleme yapmasını öngördüğü, bu kapsamda ülkemizde 8 Mart 2012 tarih ve 6284 Sayılı Ailenin Korunması ve Kadına Karşı Şiddetin Önlenmesine Dair Kanun’un çıkarıldığı ve bu Kanun’da İstanbul Sözleşmesi’ne ismen atıf yapıldığı… Bu atfın açıklayıcı nitelikte bir atıf olduğu, dolayısıyla ne anılan Sözleşme’nin ülkemiz bakımından feshedilmesine ilişkin işlemin ne de 6284 Sayılı Kanun’un geçerliliği etkilemediği, sözleşmeden çekilmenin kadınlara yönelik şiddete karşı ülkemizce verilen mücadele bakımından bir eksikliğe yol açmayacağı… Anayasa, 6284 Sayılı Kanun ve konu ile ilgili diğer yasal mevzuatın titizlikle uygulanmasına devam edileceği…”
KADINLAR İÇİN VAZGEÇİLMEZ
SOL Feminist Hareket’ten Dilek Bulut, İstanbul Sözleşmesi’nin toplumsal cinsiyet eşitliğinin yapısal olarak yerleşmesi açısından tüm devlet kurumlarına birincil sorumluluk verdiğine dikkati çekti. Bulut, sözleşme gereği şiddete ve ayrımcılığa uğrayan kadınlar ve LGBTİ+’lara yönelik şiddetin ve ayrımcılığın önlenmesinde devletin bu kişilerden yana taraf olduğunun altını çizerek, “İstanbul sözleşmesi bu nedenle kadınlar için vazgeçilmez bir sözleşmedir dedi.
6284 Sayılı Kanun’un da hükümetin İstanbul Sözleşmesi’nden doğan sorumluluklarından doğan yükümlülüklerini yerine getirmeyi kurumsal olarak taahhüt ettiği bir yasa olduğunu belirten Bulut, şunları söyledi:
“Kadına yönelik şiddetin ve ayrımcılığın her gün tırmanarak arttığı ve vahşileştiği bir ortamda İstanbul Sözleşmesi’ni fesh edenler şimdi de 6284 Sayılı Kanun’u pazarlık konusu yaparak aslında gerçek yüzlerini ortaya çıkarmışlardır. Böylece kadınları ve LGBTİ+’ları şiddet karşısında tamamen savunmasız bırakmaktadırlar. Böylece şer ittifakı olarak bu şiddeti ve ayrımcılığı meşrulaştırmışlardır.”
HİÇBİR ŞEKİLDE MEŞRULAŞMAYACAK
Eşitlik İçin Kadın Platformu gönüllüsü Av. Gökçeçiçek Ayata ise Türkiye iç hukukunda İstanbul Sözleşmesi’nin çerçevesini karşılayan düzenleme olmadığını belirterek “6284 sayılı şiddet Yasası da eksiktir ve Yasa’nın 2’nci maddesinde bu eksiklik kabul edilerek Yasa’da hüküm bulunmayan hallerde İstanbul Sözleşmesi’nin uygulanacağı açıkça yazılıdır. Kaldı ki İstanbul Sözleşmesi’nin izlenmesi için Sözleşme ile oluşturulan ulusal ve uluslararası denetim mekanizmasının Türkiye hukukunda ve devlet mekanizmaları içinde hiçbir bir muadili yoktur. 6284’ün tartışmaya açılması bile kadınlara karşı şiddeti körükleyen bir etki yapıyor” ifadelerini kullandı.
“Bu protokolle şiddet faillerini cesaretlendiriyorlar, azmettiriyorlar” diyen Ayata sözlerini şöyle sürdürdü: “Günde en az 3 kadının öldürüldüğü cinskırım yaşanan bir ülkede, Cumhur İttifakı kendi ikbali uğruna, 7’den 70’e her siyasi görüşten kadının haklarını tartışmaya açıyor. Sadece 6284’e değil; nafaka hakkına, Medeni Yasa’ya, eşitliğe, kadınların yaşama hakkına karşılar. AKP, iktidarda kalma uğruna eşitlik, laiklik ve kadın düşmanı politikaları açıkça savunanları Meclis’e taşıyarak meşrulaştırmaya çalışıyor. Ne yaparsanız yapın meşrulaştıramazsınız. Eşitliği, laikliği, haklarımızı savunmaktan yorulmadık, yorulmayacağız. İstanbul Sözleşmesi’nden de, 6284 Sayılı Yasa’dan da vazgeçmeyeceğiz.”
YASA İTTİFAKIN HEDEFİNDE
AKP ile Yeniden Refah partisi arasında imzalanan ittifak deklarasyonunda şu ifadelere yer verildi:
“Aile bütünlüğünün korunması için mevcut yasalardaki aykırı hükümlerin ayıklanmasına, manevi değerlerimize aykırı fiillerin ve sapkınlıkların önlenmesine yönelik yasal düzenlemelere, süresiz nafaka konusundaki mağduriyetlerin giderilmesine ağırlık verilecektir.”
BAHÇELİ HÜDA PAR’A SAHİP ÇIKTI
MHP Genel Başkanı Devlet Bahçeli, Hizbullah’a yakınlığıyla bilinen HÜDA PAR hakkında, “Hür Dava Partisi terörü tümden reddetmiş, hiçbir yasadışı örgütle bağının olmadığını eğip bükmeden milletimizle paylaşmıştır” açıklamasını yaptı. Hüda Par Genel Başkanı Zekeriya Yapıcıoğlu daha önce “Türkiye Cumhuriyeti’ne göre Hizbullah bir terör örgütü olabilir ama bana göre değil” demişti. Öte yandan Hüda Par’ın Afganistan’da yönetimi ele geçiren Taliban güçlerini de pek çok kez ziyaret ettiği kamuoyuna yansımıştı.
BİRGÜN – Mustafa BİLDİRCİN – 27.03.2023 – https://www.birgun.net/haber/taliban-ittifaki-426296
TÜRKİYE SİYASİ TARİHİNİN EN GERİCİ İTTİFAKI ERDOĞAN TARAFINDAN KURULDU * BİR TALİBAN EKSİK
Türkiye tarihinin en gerici ittifakı
Fatih Erbakan, Milli Görüş’ün tek gerçek mirasçısı olma iddiasıyla Yeniden Refah Partisi (YRP) saflarına üye çağırıyor, babasını andıran sertlikteki bir üslupla “düzen karşıtı” siyaset yaptıklarını söylüyordu. YRP’lilere göre Saadet Partisi Millet İttifakı’nın parçası olmakla düzen siyasetine eklemlenmiş, radikalliğini kaybetmişti. AKP ise zaten Milli Görüş’e ihanet ederek kurulmuş ve kora kor mücadele edilecek ne varsa onun sembolü haline gelmişti. YRP’nin örgütlü gençleri yoksul mütedeyyinlere düzenin çürümüşlüğünü göstermek için AKP’li zenginleri işaret ediyordu. Lüks evler, arabalar, giysilerle şatafatlı yaşam bir yerde, ayı nasıl çıkaracağını bilmeyenler bir başka yerde…
YRP için sokakta ter döken o partililer 20 Mart günü Fatih Erbakan mikrofonların önünde “yetkili kurullarımız ve teşkilatlarımızla gerçekleştirmiş olduğumuz son derece kapsamlı istişareler sonucunda milletvekili seçimlerine herhangi bir ittifaka dâhil olmadan müstakil olarak girme kararı aldık” dediğinde bir derin oh çekmişti. Erbakan’ın arkasında bu sözleri kendinden geçercesine alkışlayanlar vardı. Tüm yöneticiler nezdinde olmasa da tabanda iktidarın tuzağının boşa çıktığını düşünenler çoktu. Fatih Erbakan cumhurbaşkanlığına adaylığını koyduğunu açıkladıktan sonra canhıraş bir biçimde imza toplamaya başladılar. Parti yöneticileri, AKP’nin protokol imzalamaya razı olmaması nedeniyle ittifakın gerçekleşmediğini söylerken partili gençler 100 bin imza peşindeydi.
YSK’ye ittifakların bildirilmesine saatler kala, istediğimizi aldık diyen YRP, Cumhur İttifakı’na katıldı. Bu karardan imza toplayan gençlerin çoğu haberdar bile değildi. Volkan misali patlama yapmaya hazır olduklarına inandıkları YRP, Erdoğan-Bahçeli’nin içe doğru patlayan ittifakının resmi bir parçası olmuştu. Şimdi YRP’liler yoksul mahallelerde, fabrikalarda gezip Saray’da oturan Erdoğan ve onun sayesinde zenginleşenler için nasıl oy isteyecek orası meçhul. Net olan tek şey, İslamcı muktedirlerin daha önce bin kez olduğu üzere pragmatizmi “ilkelere” yeğ tuttuğudur. 20 Mart’ta Fatih Erbakan’a söylemediğini bırakmamış olanların 24 Mart’ta onun sırtını sıvazlaması da sahiciliğin, omurgalı davranmanın siyasal İslam’ın tabiatına ters olduğunu bir defa daha kanıtlandı.
Hüda-Par’lıların AKP listelerinden milletvekili adayı olması, YRP’nin Cumhur İttifakı’na resmen katılmasıyla Türkiye tarihinin en gerici ittifakı tesis edilmiş oldu. 1970’lerin Milliyetçi Cephe hükümetleri bile gericilikte böyle bir “aşamaya” ulaşamamıştı. Cumhuriyet’in 100’üncü yılında tarikatlar, çeteler, özgürlük ve eşitlik sözcüklerinin baş harfini bile duymaya tahammül edemeyenler, gençlere ve kadınlara yaşam alanı tanımayanlar bir araya gelmiş vaziyette. Bu ittifakın tek ortak paydası olsa olsa laik cumhuriyet ve demokrasi düşmanlığıdır. Kendine “cumhuriyetçi” ya da “seküler” gören Perinçekgiller ve kimi ulusalcı gruplar bu imha odaklı siyasetin parçasıdır.
Erdoğan, seçim kampanyasını ittifakın son haline uygun bir biçimde şekillendireceğinin sinyalini İlim Yayma Vakfı’nın Olağan Genel Kurulu’nda yaptığı konuşmayla tescilledi. Ayasofya’nın ibadete açılmasından Çamlıca ve Taksim camilerine, başörtü meselesinden sakalı yüzünden “horlanan” mütedeyyin erkeklere İslamcı müktesebatın tüm örneklerini aynı paragrafa sığdırdı. İslamcılığın ve hatta onun ötesinde en genel haliyle milliyetçi-mukaddesatçılığın kendisine şükran duyması gerektiğini ima etmiş oldu. AKP’nin mütedeyyinlere sağladığı imkânları hatırlatırken “biz gidersek elinizdekileri alırılar” mesajını alttan alta adrese teslim etti. Erdoğan’ın ittifakın bu şekliyle başka bir retorik denizine açılması zaten mümkün değil. Kalan 1,5 ayda İslamcı siyasetin her türlü manipülasyonuyla karşı karşıya kalacağız.
Bu kadar gerici bir blok karşısında muhalefet rahat kazanır sonucuna varmak mantığa uygun gibi görünse de çok farklı dinamikleri içeren seçim süreci sürekli müteyakkız olmayı ve doğru adımlar atmayı gerektiriyor. Doğru adımların başında iktidarın manipülasyonlarını boşa düşürecek bir birlikteliğin muhafaza edilmesi geliyor. 15 Mayıs sabahında değişim başlayacaksa bunun yolunun hem cumhurbaşkanlığını hem de parlamentoda çoğunluğu kazanmaktan geçtiği unutulmamalı. Parlamento üstünlüğünü elde edecek çok iyi düşünülmüş bir mutabakatın derhal nihayete erdirilmesi gerekiyor. İktidar bloku dışındaki tüm ittifaklar, en çok vekil çıkarak formül üzerinde kendi içinde anlaşmak zorunda. İkinci olarak kararsızları ve tepki oylarını muhalefet lehine çekecek bir söylemin tüm liderler tarafından benimsenmesi elzem. Üçüncü önemli nokta milletvekili aday listeleri açıklandıktan sonra oluşabilecek türbülansı ustalıkla dindirerek sahadaki çalışmaları en üst seviyeye çıkarabilmek, sandık güvenliğini bu çalışmaların doğal bir parçası haline getirebilmek. Seçime bu kadar az zaman kalmışken kim en az hatayı yaparsa ipi o göğüsleyecek.
Türkiye tarihinin en gerici ittifakı, cumhuriyetin ikinci asrında yenilgiye uğratılmalı. Gençler, kadınlar, emekçiler ve özgür bir ülke isteyen milyonlarca yurttaş için başka bir seçenek yok.
BİRGÜN – GÜVEN GÜRKAN ÖZTAN – 2023.03.27 – https://www.birgun.net/haber/turkiye-tarihinin-en-gerici-ittifaki-426285
18 MART ve KOCA SEYYİD DESTANI…
18 MART ve KOCA SEYYİD DESTANI…
Dr. Noyan UMRUK
“Kocaseyit namı, Seyit Ali Çabuk tam adı.
Abdurrahman oğlu Seyyid…
1889’da Balıkesir Havran’ın Çamlık köyünde doğar,
mektep medrese görmez ama
yine de iyi kötü derdini yazar.
Köv yerinde n’ossun, kah hayvan güder,
kah anacığı ile el bahçesinde zeytin silkeler…
Balkan Harbi çıkınca onu da alırlar askere
Amma bir türlü gelemez teskere…
Pehlivan yapılı olduğu için adının başına bir “Koca” yakıştırırlar.
Koca Seyyid Balkan dağlarında üç yıl komitacı kovalar.
Tam terhis vakti gelmiştir ki topçu neferi yaparlar…
Ve de Çanakkale’ye yollarlar.
Kilitbahir, Mecidiye Bataryası…
Hey koca topçu…
Şu dağlara yan gele yan gele
Vahreş-i fitteki düşman sefilesinin su kesimi
Denkleş dur
İki bıyık bükümü sağa
Beraber bir iki
Üç evlek ile ruh
Beraber bir iki üç
Bir gülle tıkıla
Ikıla, sıkıla
Mesafe hak getire
Haydi Allah rasgetire…
Topçuluğu başlamıştır…
İngilizi, Fransızı 18 Mart seheri Boğaz’ı zorlar..
Zırhlıların ateş gücü yüksek,
Siperleri göğe savururlar.
Tam “oldu galiba” diyeceklerdir ki,
Topçu bataryalarımız ateşe başlar
İngilizler, yanı başlarında yükselen sudan kuleleri
görünce çok heyecanlanmıştır…
Queen Elizabeth ve Ocean zırhlıları Kilitbahir önlerine varmıştır,,,
Veee cehennemi ateşe başlar…
Merminin biri cephaneye isabet eder;
müthiş bir gürültü kopar.
Bataryanın kırk yiğidi sığınağa sokulacak fırsat bulamazlar…
Koca Seyyid hayal meyal havalandığını hatırlar…
Gerisi genzindeki pis koku,
Kulaklarındaki derin uğultu
Ve de bulanık simalar…
Seyyid gözünü açtığında bir sıhhiye erinin kucağında…
Yiğitlerden 14’ü şehit, 24’ü yaralanmıştır…
Niğdeli Ali şaşkın şaşkın ortalıkta dolanmakta…
Ocean önlerine kadar sokulmuş hala ateş yağdırmakta…
Şimdi cevap vermenin tam zamanıdır,
Lakin toplardan ikisi toprak altında kalmıştır.
Üçüncüsü belki işe yarar ama…
Onun da mataforası (mermi vinci) çalışmamıştır…
Koca Seyyid, bir katil zırhlıya, bir kırık topa bakar.
Sonra çılgınlar gibi patlamamış mermi arar.
Tozun toprağın arasında üç tane mermi bulmuştur…
Mermiler kendinden üç misli ağırdırlar.
Koca Seyyid “Ya Allah” diyerek 276 kiloluk mermiyi kavrar,
Niğdelinin yardımıyla sırtına atar.
O yükle altı basamak çıkar
Mermiyi namluya koyar.
Başlarında komutan olsa şüphesiz isabetli atışlar yapacaklar…
Nitekim ilk mermi uzak düşer, ikincisi yakın …
Gemi nam-ı diğer Ocean tam önlerinden geçmek üzeredir…
Üçüncüyü yetiştirir, ateşlemeyi başarırlar…
Gemiyi zor zahmet kıçından vururlar.
Ne var ki; o darbe ile dümen tertibatı devreden çıkar.
Binlerce beygir gücündeki gemi fırıldak gibi dönmeye başlar.
Gidip bir gece evvel Nusret’in döşediği mayınlara toslar…
Mayınlar o koca alameti kağıt gibi parçalar…
Mürettebat girdaba kapılır, döne döne sulara batar ….
Müstahkem Mevki Kumandanı Cevat Paşa gelir koşa koşa
Öper Koca Seyyid’i alnından
Onbaşı rütbesini takar koluna…
Hadiseyi duyan Almanlar
Fotoğraf makineleri ile dondurmaya kalkar o anı…
Lakin kalmamıştır işin heyecanı, imanı …
Seyyid bırakın sırtlamayı,
yerinden bile oynatamaz mermiyi….
Bu poz için boş bir kovan bulunur, kaldırmış gibi
İşte budur hafızalarımızdaki resmi,,,
Sonra istemez ne izin ne de para…
O günden sonra bir yerine günde iki tayın bırakırlar ona…
Boğazından geçmez birini verir yaralı arkadaşlarına…
1918 terhis… Kövü, anası, avradı, yavrusu…
Çanakkale’den Havran’daki köyüne kadar 145 kilometreyi 13 günde yayan yürür.
Köyünde onu herkes öldü bilir.
Geldiğinde evine giremez; çünkü 9 yılda belki karısı, yeniden evlenmiş olabilir.
Akşamdan geldiği evini sabaha kadar göz hapsindedir…
Sabah koyunları çıkarmak için gelen bir akrabası ona doğru seğirtir:
“-Sen kimsin? -Ben Seyidim. -Biz seni öldü biliriz. –
Gördün gaari sağ döndüm. Benim hanım evli mi?
-Hayır evli değil. Bir çocuğun var içeride,
çocuğu korkutursun. Bağırarak git, haberi olsun.”
Kapıdan eşinin ismini seslenir.
8 yaşında kız kapıya gelir.
“Anne sakallı bir adam kapıda dikilir…”
Annesi gelir…
” Kızım o senin baban Seyit.”
Daha soluklanamadan Yunan’ın çıkarması…
Efedir ya… Silahını kapar, çıkar dağlara
Manisa, Kula, Uşak derken Afyon’a…
Kurtuluştan sonra döner sessiz sedasız…
Kövüne, anacığına, avradına…
1929’da Gazi Mustafa Kemal Atatürk Havran’a gelir.
Nahiye Müdürü’ne “Burada bir Seyit Onbaşı olacaktı onu görmem lazım.”
“Buluruz Paşam” deyip, Manastır köyünde bulur.
Şubeden 2 jandarma salınır.
Sabah çıkan jandarmalar akşamüstü köye gelir. Kocaseyit, dağa kömüre gitmiştir..
Akşam geç saatte Seyit gelir…
Jandarmayı, kaçak kömür için geldiler sanır.
Askerlere “suçum ne ki” diye bağırır.
“ Suçun yok seni Paşa çağırır”.
Paşası ona maaş bağlamaya kalkar.
O istemez, “”Hayır paşam, Ben dağda kaçak odunla kömür yaparım
Havran ve Edremit’te satarım.
Sen emir ver de ormancılar baltamı almasa
Seyit neferinde rahat çalışsa
Ben vazifemi yaptım istemem maaş falan da”
Kendi yağıyla kavrulmaya bakar…
Dağdan dal budak getirir, odun kömürü yapar…
Yıl 1939…
Atasına kavuşur…
Boğazın köpüklü mavisine bakan bir heykel,,,
Bu onur ona da, yedi sülalesine de yeter…
HEY GİDİNİN KOCA SEYYİD’İ HEY
Posted in Tarih
Leave a comment
GÖNÜL HAMALIYIZ, YURTSEVERİZ
GÖNÜL HAMALIYIZ, YURTSEVERİZ
Rıfat Serdaroğlu
Aziz Türk Milleti;
Bu seçim ülkemizin en önemli seçimi. Türk Milleti olarak tarihi önemi olan bir karar vereceğiz. Bir bakıma, Laik Cumhuriyet ile Hilafet rejimi arasında bir tercihte bulunacağız. Lütfen aşağıdaki soruları çok iyi düşünerek, derinliğine inceleyerek karar verin. Vereceğiniz karar, hem sizlerin hem de gelecek nesillerin kaderini doğrudan inceleyecek!
Önünüzde iki aday olacak! Biri yasal aday Kılıçdaroğlu, diğeri yasal olmayan aday Erdoğan. Kılıçdaroğlu, 27 senelik devlet memurluğu süresince bir kez olsun, haksız mal edinmekle, yolsuzlukla suçlanarak bir soruşturma geçirdi mi?
Osmanlı, 3 kıtaya hakim imparatorluğu 626 yıl 36 Padişahla yönetti. Erdoğan’dan önce ON BİR Cumhurbaşkanı ülkemizi temsil etti. Gerek 36 Padişah, gerek ON BİR Cumhurbaşkanı için, YABANCI BİR DEVLET, Türkiye dışında haksız mal edindiği iddiasıyla “Araştırma Komisyonu” kurulması kararı aldı mı? Sadece Erdoğan Cumhurbaşkanı olarak bu kara lekeyi Türk Devletinin alnına sürdü! Bu iki paragrafa göre hangi aday namuslu-dürüst ve kul hakkı yememiştir?
Kılıçdaroğlu, Türk Devletindeki Genel Müdürlük, Müsteşarlık görevleri sırasında, eğitimiyle ilgili olarak devlet kademelerine hiç sahte belge, diploma verdi mi? 21 yıldır ülkeyi yöneten Erdoğan’ın LİSE ve ÜNİVERSİTE diplomalarını gören bir kişi var mı?
Bu soruya vereceğiniz yanıta göre, kim namusludur, kim değildir!
Türk Milletinin tek bir ferdi, Kılıçdaroğlu’nun ağzından bir küfür, bir hakaret sözü duydu mu? Erdoğan, Soma’da bir vatandaşı “Kaçma lan İsrail dölü” diyerek tokatlamadı mı? “Adi, Şerefsiz, Namussuz” gibi ağır hakaretleri kimin ağzından defalarca duydunuz? Bu soruya vereceğiniz yanıta göre kim Beyefendi, kim külhanbeyi?
Kim Atatürk’ün bize armağan ettiği Laik Cumhuriyeti, demokrasi ile taçlandıracak, kim ülkeyi Hizbullah ve Yeniden Refah Partisi desteğiyle İhvancı İslam Ümmetine çevirecek? Bu soruya vereceğiniz yanıta göre, kim Atatürk Milliyetçilerinin adamı, kim Arap Milliyetçilerinin ve emperyalistlerin adamı?
Aziz Türk Milleti;
İki adaydan birinin gideceği yol kesin belli. Kendi ağzından söylediği gibi, onun yolu “FETÖ ile aynı menzile giden yoldur. Yani Hilafettir. Diğer adayın ortakları hakkındaki düşüncelerimiz, çekincelerimiz halen aynıdır. Onlarla da seçimden sonra yargı önünde hesaplaşacağız.
Bir tarafta HİLAFET var, o kesin. Eğer Hilafeti seçerseniz, demokrasiye-özgürlüğe elveda diyeceksiniz, özellikle Kadınlarımız! Diğer tarafta KIYAMET de olsa, ki öyle değil, demokrasimizi- laik Cumhuriyeti- Atatürk İlke ve Devrimlerini, Ulus Devleti, Üniter yapımızı korumak ve yaşatmak için mücadele imkanımız olacak…
Birleşeceğiz, Erdoğan’ı demokratik yolla indirip, Kılıçdaroğlu’nu Çankaya’ya göndereceğiz. Her şey çok güzel olacak…
Sağlık ve başarı dileklerimle 25 Mart 2023
Peygamber terliği ve yanmayan kefen ülkesinde seçim!
Kafamda deli sorular
Yurtdışında en ücra Afrika ülkeleri de dahil en az 13 yerde sandık kurulacakmış. Bu nasıl iş? Benim, senin, bizim yaşadığımız acılardan, yoksunluklardan uzak insanların sadece Türk vatandaşı oldukları için oy kullanmaları demokrasi filan değil!
Öte yandan giydiklerinde rüyalarında peygamberi görecekleri bilgisiyle peygamber terliği satılan, cennette arsa almak için bileziklerini satıp cennet tapusu alanların, yanlışlıkla cehenneme düştüğünde yanmamak için yanmayan kefenlere dünya parası sayan insanların yaşadığı bir ülkede seçim neyi nasıl değiştirecek?
Eskiden de vardı ama son 20 yıl içinde ülkemizde müthiş bir ahlak enflasyonu oldu. Siyasi mafyaların sayısı giderek arttı. Ülke bir uyuşturucu merkezine dönüştü, tüm kurumlar iflas etti. Domuz bağıyla yüzlerce insanı işkence ederek öldüren Hizbullah örgütü HÜDA PAR, AKP aracılığıyla aklandı, seçimlere katılıyor. Ve kimselerin sesi çıkmıyor, her şey yapanın yanına kâr olarak kalıyor.
Sadece bu mu? Hepimiz ülkede milyar dolarların ansızın kaybolduğunu, binlerce silahın ülkenin çeşitli yerlerinde saklandığını biliyoruz. Bu silahlar nerede kimin kontrolünde? Ülkede bir zamanlar derin devlet vardı, örgütün içinde hiç olmazsa birkaç vatansever vardı, artık ne derin devlet ne de vatansever gruplar var.
Bütün kurumlar tarikatlar ve mafyalar arasında pay edildi. Deprem alanına yapılan yardımların üstüne yapmaya çalışan bir Kızılay ve AFAD var. Ülke valilerinin büyük çoğunluğu imam hatip lisesi mezunu. Sadece valiler mi en önemli kurumların yönetiminde “Her şey Allah’tan” diyen ve iş bilmeyen kadrolar var.
Ülkede hiçbir her şeyden muaf, astığı astık kestiği kestik bir Diyanet kurumu var. Bütçesi dört bakanlıktan daha çok. Ne biçim fetvalar verdiklerini biliyoruz ve bir kez bile cumhurbaşkanı “Böyle yapmayın” diyemedi. Bu kurumun bünyesinde kıble belirleyen uzmanlar çalışıyor. İnsanları öyle aptal yerine koyuyorlar ki kendileri cep telefonlarından tespit ettikleri kıble bulmayı insanlar beceremez sanıyorlar. Maksat yüzlerce insanın mezun olduğu iman hatiplilere iş bulmak.
Ve inatçılar ve kin kusuyorlar. Öyle inatçılar ki öğrenci yurtlarını deprem bölgesinde mağdur olanları yerleştireceğiz diye yüz yüze eğitimden vazgeçtiler, yurtlara kimseler yerleştirilmedi. Bilimden ölesiye nefret ediyorlar. Küçücük çocuklar karanlıkta uykulu uykulu okula gidiyorlar ama onlar Nuh diyor peygamber demiyorlar. İnadım inat!
Neyse bu umutsuz sözlerime son verirken şöyle diyeceğim: Şu 20 yıl içinde kin denilen tehlikeli bir duygunun insanı nasıl ele geçirdiğine defalarca tanık olduk. En son Atatürk Havaalanı’na yapılan cami. Bu nasıl bir Atatürk kinidir benim aklım almıyor
CUMHURİYET – Işıl Özgentürk – 26 Mart 2023 – https://www.cumhuriyet.com.tr/yazarlar/isil-ozgenturk/peygamber-terligi-ve-yanmayan-kefen-ulkesinde-secim-2064890
TARİHİN İÇİNDEN MEKTUPLAR * Üçüncü Çanakkale
At the Water Hole, Ellis Silas, 1916
Üçüncü Çanakkale
Korsika’nın Speloncato yöresinden bir köylü çocuğu olan Jacques Ambrosini, Fransız askeri künyesiyle Çanakkale savaşlarına katıldığında 19 yaşındaydı. Cephedeki son saatlerini, 19 Mayıs 1915 tarih damgalı mektubunda şöyle anlatıyordu:
“Sevgili kardeşim,
Hücuma kalktığımızı haber verdiğim son mektubuma bıraktığım yerden devam ediyorum. Süngü takıp fırladık siperlerden. Yüzbaşı önde biz arkada, 30-40 metre koşup, ilk siperleri boşaltan arkadaşların yerine yerleştik. Barut kokusunun tahrik ettiği öldürmek hırsıyla, vahşi hayvan çığlıkları atarak, çünkü insan savaşta vahşileşiyor, gözümüz dönmüştü. Öldürmek, katletmek arzusuyla yanarak, tek bir vücut gibi saldırıya geçtik. Victor yanımdaydı, ancak bu delice koşu sırasında gözden yitirdim onu. Silah arkadaşlarım sinekler gibi düşüyordu. Hemen hepsi yaralanmıştı. Kimi karım, çocuklarım, diye inliyor; kimi anasını çağırıyor ve ‘Bitirin işimi, acı çektirmeyin!’ diye yalvarıyordu. Yüreğimiz paramparça, kanlı cesetlerin üzerine basarak ilerlemeye devam ettik. Yerde yüzlerce Türk kadavrası vardı. Bizim 75’likler (toplar) iyi iş görmüştü. Cesetleri şişmiş, patlamak üzereydi. Vurulmayanlar koşarak kaçmaya çalışıyordu, biz de peşlerinden. Ama yakalamak olanaksızdı. O zaman diz çöküyor, nişan alıyor, pat pat düşürüyorduk.
KAHRAMANLARI ANCAK ÖLÜM DURDURUR
Siperleri aşan (Fransız) Senegalliler, yaralı Türklerin işini süngüyle bitiriyorlardı. Bize de yaralıları öldürmemizi emrettiler, ama benim cesaretim yoktu. Birden üçüncü düşman siperinde, yaşlı Muhammedçilerden birini gördüm. Yaralıydı ve henüz kaldırabildiği kollarıyla bir sopaya beyaz bayrak çekmeye çalışıyordu. Yanına yaklaştım.
Bir de ne göreyim? Bana dikti gözlerini, sonra tüfeğine davranıp kafama nişan almaya çalıştı. Zavallı. Daha hızlı davranıp sağ şakağından süngüledim ve içgüdüsel olarak tetiğe bastım. Beyni patladı, parçaları uçuşup yüzüme yapıştı. Artık ben de tüm yaralıların işini bitirecektim. Öyle de yaptım. Beş sıra siper daha aştık ve arkamızda yaralı bırakmadık.
Çünkü Türklerin yaralısı bile, ancak ölünce kesiyordu ateşi.
30 metre önümde kaçmaya çalışan bir Türk gördüm. Tetiği çektim, düştü. Yanına geldim, bir mermi daha salladım, onun da beyni uçtu. Ama bir vadiye sığınmışlardı, artık hepsini avlamamız olanaksızdı. Yüzbaşımı gördüm, bana dönüp: ‘Cesaret!’ diye bağırdı. Ancak aynı anda kasığımda bir elektriklenme hissettim, yaralanmıştım. Yere yıkılırken, önümde giden arkadaşın parçalanmış kafatasını gördüm. Sıhhiyeye doğru sürünmeye başladım. Türkler yeniden mevzilenmişlerdi. Arkadaşlar artçıları şişlemeye çalışırken sağ cenahtan bomba ve mermi yağdırıyorlardı üstümüze…”*
*Paroles de Poilus/Ed.Librio,1998
Çanakkale – Boarding the Hospital Ship, Ellis Silas, 1916
MEHMETÇİK GEÇİLMEZ DEDİ, SARAY BUYUR ETTİ
Yaralı Jacques Ambrosini için Seddülbahir’den kalkan Le Gange zırhlısında biten Çanakkale Savaşı; hasım kanların birbirine karıştığı cephelerde, ancak ölümün tüfeğini susturup süngüsünü indirebildiği kahramanlar tarafından kazanılmıştır.
Albay Mustafa Kemal’in stratejik dehasıyla zafer damgalı Çanakkale deniz savaşı 18 Mart 1915’te, kara savaşı 9 Ocak 1916’da bitti.
Ancak aynı düşman ittifakın aynı heyula donanması, yenik terkettiği Çanakkale Boğazı’nı 6 Kasım 1918’de hiçbir direnişle karşılaşmadan, zafer düdükleri çalarak “Hurra” çığlıkları atarak geçti.
13 Kasım 1918 Çarşamba günü, İstanbul’u işgale gelen İtilaf Devletleri’nin 167 savaş gemisi sırayla limana girerken topları Dolmabahçe ve Yıldız saraylarına çevrilmişti.**
Aradan geçen iki yılda Osmanlı’nın taraf olduğu İttifak Devletleri Birinci Dünya Savaşı’nı kaybetmiş; çapsız, korkak ve hain Sultan Vahdettin’in emriyle Bahriye Nazırı Rauf Bey’in imzaladığı Mondros Ateşkes Antlaşması, Türkiye’nin anahtarını askerin Çanakkale’de eze eze yenip ülkeden kovduğu düşmana elden teslim etmişti.
SAVAŞTA GALİP, MASADA MAĞLUP
O donanmayı yurdun Marmara kapısından geçirmemek için Çanakkale’de ölen genç yaşlı, hatta bazıları çocuk yarım milyon insan boşuna heder olmuş; bir savaşı daha sahada kazanıp, masada yitirmişti Osmanlı Devleti…
Mustafa Kemal Atatürk ve arkadaşları, bu ülkeyi düşman işgalinden kurtarıp Türkiye Cumhuriyeti’ni kurabilmek için 1915’te kanla yazdıkları destanı 1919’dan öteye vatan toprağının her karışına yeniden kazımak, Kurtuluş Savaşı’nı vermek zorunda kaldılar.
Günümüzde, Çanakkale Zaferi’ne koşut bir zaman yaşıyoruz. Kahramanların geçirtmediği Çanakkale’yi 1918’de saray imzasıyla işgalci düşmana açanların yandaşları; Mustafa Kemal’lerin ikinci kez kurtarıp kurduğu Türkiye’yi saray imzalarıyla talan etti, yabancılara sattı, sınırlarını işgalcilere açtı, mülkün temelini yıktı.
Böyle iç düşman varken dış düşmana gerek kalmayan bir coğrafyada, 1919’daki koordinatlara geri döndük!
Aymayanlar aymalıdır artık: 14 Mayıs seçimleri, üçüncü ve son kurtuluş savaşımızdır.
** Alev Coşkun / “İstanbul’un beş yıl süren işgali” Cumhuriyet gazetesi, 6.10.2020.
Mine G. Kırıkkanat – 26 mart 2023 – https://www.cumhuriyet.com.tr/yazarlar/mine-g-kirikkanat/ucuncu-canakkale-2064889
Çizimler; https://anzacportal.dva.gov.au/resources/media/image/
Posted in MİNE KIRIKKANAT, Tarih
Leave a comment