ÜLKE TARİHİNİN KARANLIK SAYFALARINDAN 1955 – 6/7 EYLÜL OLAYLARI

Naci Kaptan – 06 Eylül 2021

‘Atatürk’ün doğduğu eve bombalı saldırı düzenlendi’ yalanıyla başlatılan tezgah sonrası önceden ev ve iş yerleri işaretlenen Rumlara ve diğer gayrimüslimlere yönelen saldırı, ülke tarihinin ‘karanlık’ sayfalarından biri olarak kayıtlara geçti. Tablo kontrolden çıkınca önce komünistleri suçlamaya kalktılar ancak gerçek kısa sürede ortaya çıktı.

66 yıl önce bugün, Demokrat Parti’nin planladığı saldırı, İstanbul’un ve İstiklal Caddesindeki büyük mağazaların ve Rum evlerinin  baştan aşağı yağmalanmasıyla ve sermayenin el değiştirmesiyle sonuçlanmıştı.


Bağlantılı yazı; YAKIN TARİHİMİZİN UTANÇ GÜNLERİ 6-7 EYLÜL * ANI – https://nacikaptan.com/?p=60560


O günlerde 25 yaşında bir genç olan usta tiyatro sanatçısı
Haldun Dormen, tanıklığını ilk kez paylaştı.

Cumhuriyet’te yer alan habere göre, Dormen’in 6-7 Eylül anlatımı şöyle:

“6 Eylül 1955 akşamında İstanbul yanıyordu. Olaylardan habersizdim. Arkadaşlar karşı kıyıda cayır cayır yanan Sarayburnu’nu bana gösterdiklerinde aklım çıktı. Resmen kıyamet kopuyordu.” Dormen, o gece yanan İstanbul’u korku içinde izlediklerini söyledi. “O sırada azınlıklara ait olmayan bazı evlerin de basılıp ‘tehlikeli’ kitaplar arandığına yönelik dedikodular gelmeye başladı. Dehşet içinde evlerimizde kitap kıyımı yaptık bizde. Kitapların çoğu ya yakıldı, ya saklandı.”

İstanbul’un birçok iline sıçrayan yağma, kundaklama ve saldırılar, en çok Beyoğlu’nu vurmuştu. Ertesi gün Muhsin Ertuğrul’un Beyoğlu’ndaki küçük sahnesine gitmek için yola çıkan Haldun Dormen, o gün gördüğü manzarayı şöyle anlattı: “Gördüğümüz manzara karşısında o kadar şaşkındım ki… Her sokakta diz boyu insan eşyaları vardı. En unutmadığım şey, halılar… Yanmış, kundaklama yağına bulanmış halı ve kütükler ve onların o havada asılı kalan pis kokusu… O gün babam ve annem geldi İzmir’den. Babam, gördüğü manzara karşısında dehşete düştü. İnanın üzüntüden beni tanımadı… Öyle beni görmeden sokaklara baka baka gitti.”

“6-7 Eylül olayları, 2 gün ile sınırlı tutulmamalı. Sonrasında etkisi çok hissedildi, çok şey değişti kötü anlamda. Sanata da büyük etkisi oldu elbette. İstanbul’da tiyatroyu getiren Ermeni sanatçılardı mesela, hepsi mağdur edildi. Biz 3.5 sene boyunca kapalı tuttuk tiyatromuzu. Politik oyunlar sergileyen dostlarımız daha da zor durumda kaldı. Menderes dönemi öyleydi işte… Olaylardan önce Papaz Kaçtı diye bir oyun oynuyordum. Tiyatroyu açtığımda o oyunun ismini değiştirmek zorunda kaldım mesela. Korkudan değil, ‘papaz’ kelimesinin zaten saldırıya uğrayan azınlıkları üzeceğini düşündüm. Papaz kaçtı oyunu oldu Kaçan kaçana! O günlerin, o utancın bir daha bize; Cumhuriyet’e yaşatılmayacağını umuyorum. Aslolanın insan, hayat ve onurlu yaşamak olduğunu herkesin kabullendiği bir topluma dönüşmeliyiz.” [1]


Bugün, AKP iktidarının “demokrasi kahramanı” ilan ettiği Demokrat Parti’nin imza attığı en büyük saldırılardan biri olarak tarihte yerini alan 6-7 Eylül olaylarının yıldönümü.


66 yıl önce bugün, Demokrat Parti’nin planladığı saldırı, İstanbul’un ve İstiklal’in baştan aşağı yağmalanmasıyla ve sermayenin el değiştirmesiyle sonuçlanmıştı.

Neler oldu?
6 Eylül 1955’de saat 13:00’da devlet radyosundan duyurulan, Selanik’te Atatürk’ün doğduğu evin bombalı saldırıya uğradığı haberi, dönemin istihbarat örgütü MAH’ın hizmetinde çalışan İstanbul Ekspres gazetesi tarafından yapılan ikinci baskıda, manşetten verildi. Normalde 20-30 bin civarında tiraj yapan gazetenin ikinci baskısı, o dönemin teknik koşullarında hiç de kolay olmayan bir sayıda, 290 bin adet basılmıştı ve bu gazete Kıbrıs Türktür Cemiyeti tarafından dağıtılmıştı.

Daha sonra, İstanbul’daki yağmaya başlama üzere, “gezici” olarak kamyonlara ve trenlere doluşturulan yoksullardan oluşan kalabalık bir grup insan iki gün öncesinden şehre getirildi. 6 Eylül’de, bu kitleyi Kıbrıs Türktür Cemiyeti (KTC) ile İstanbul Yüksek Okullar Talebe Birliği (İYOTB) yönlendirecekti. Akşam üzeri bu grup, kendilerine daha önce temin edilen sopa, balta, kazma gibi silahlarla İstiklal Caddesi’nde yürüyüşe başlayıp daha evvelden Rumlara ait olduğu tespit edilerek duvarları kırmızı haçlarla işaretlenmiş, tabelası yabancı dille yazılmış, Tünel’e kadar uzanan güzergâhta bulunan tüm mekânları yağmaladılar.

Olaylardan sonra tutuklananlar arasında yer alan Demokrat Parti üyesi ve Fenerbahçe’deki saldırgan grubunun önderi Serafim Sağlamel’in elinde, gayrimüslimlerin adres listeleri bulunmuştu.

‘Milli galeyan’ tutmadı, ‘komünistler yaptı’ diyelim…
Tertibin en ilginç yönlerinden biri ise, olayların hemen ardından basında çıkan haberlerde önce, “halkın duygusal tepkisi”, “milli galeyan” gibi ifadelere yer verilirken kısa bir süre içerisinde hiçbir delile dayanmadan “komünistler”in suçlanması oldu. Emniyetteki dosyada adı yer alan elli solcu aydın tutuklandı. Aceleyle hazırlanmış suçlular listesinde çok önceden ölmüş olanlar ve askerliğini yapmakta olanlar da vardı. Aydınlar 5 ay cezaevinde tutulduktan sonra beraat ettiler.

Can Dündar’ın 6-7 Eylül olaylarını anlattığı belgeselindeki iddiaya göre, 5 Eylül günü, Fuat Köprülü ve İstanbul Valisi Fahrettin Kerim Gökay’ın da aralarında bulunduğu birkaç kişi, Adnan Menderes’in evinde toplanırlar. Bu toplantıda, gerginleşen Türk-Yunan ilişkileri hakkında konuşulur ve Türkiye’nin bu taraflaşmada elinde bir “koz” olması gerektiği hususunda anlaşmaya varılır. Bu “koz”, 6-7 Eylül tertibi olacaktır. Buna göre, MAH’ın görevlendireceği bir öğrenci Mustafa Kemal’in evinin bahçesine bomba atacak ve İstanbul’da bazı “ufak tefek” olayları başlatacaktı. İstanbul’da çıkartılacak olaylar öncesinde emniyet teşkilatına da gerekli bilgiler bile verilmişti.

Bir taşla iki kuş…
Ülke içinde, 6-7 Eylül olaylarında evleri ve işyerleri yakılıp yıkılan ve Türkiye’yi terketmek zorunda kalan gayrimüslimlerin geride bıraktığı sermaye, hızla müslüman iş adamlarına verildi, yeni zenginler yaratıldı.

Öte yandan, Demokrat Parti, İngiltere’nin Kıbrıs’taki Rum direnişinden rahatsızlığını değerlendirerek, hem İngiliz çıkarlarına uygun bir şekilde Rumlara ve Yunanlara karşı düşmanlık yaratmayı başarmış, hem de milli sermaye yaratımında bir virajı daha almış, böylece “bir taşla iki kuş” vurmuştu. 1950’lerin başında bir İngiliz sömürgesi olan Kıbrıs’ın Rum-Ortodoks halkının İngiltere’ye başkaldırması ve Yunanistan ile bütünleşmek istemesi, İngiliz hükümetini rahatsız etmişti. Bu tarihe kadar Kıbrıs gibi bir meselesi olmayan Türkiye de İngiltere’nin “teşvikleriyle” tartışmaya dahil oldu. Sayıları daha az olan Türkleri, Rumlara karşı kullanmaya çalışan İngiltere her iki tarafta da milliyetçiliğin yükselmesini ve bu yolla adanın kendi kontrolünde kalmasını sağlamaya çalışıyordu. İngiltere’nin, 29 Ağustos-7 Eylül arasında Londra’da Türkiye, Yunanistan ve İngiltere’nin katıldığı bir konferans düzenlemesi konu ile ne kadar yakından ilgilendiğini ortaya koyuyor. Bu görüşmeler başlamadan İngiltere’nin Türk heyetine Yunanistan’a karşı sert bir tavır takınmasını önerdiği biliniyor.

6-7 Eylül olaylarının fitilini, Fatin Rüştü Zorlu’nun Londra’dan yaptığı “orada (İstanbul) bir şeyler yapılması lazım” çağrısı tutuşturdu. Kıbrıs Sorunu’nun sonbaharda yapılacak BM toplantısında gündeme getirilmesinin Kıbrıs’ın kendisinden kopması anlamına geldiğini bilen İngiltere, bu konunun gündeme alınmaması için çabalıyordu. 6-7 Eylül’de yaşananlar, Amerika’nın NATO üyesi olan her iki ülkeyi uyarmasına ve Kıbrıs konusunun BM gündemine taşınmamasına neden oldu.

6-7 Eylül olayları ile ilgili son yıllarda yapılan en büyük tartışma, 2009 yılında verdiği bir röportajda Cumhuriyet gazetesi yazarlarından Orhan Birgit’in bazı konulara açıklık getirmesi oldu. Birgit, 6-7 Eylül olaylarını tertipleyen örgütlerin başında gelen Kıbrıs Türktür Cemiyeti’nin olayları fitilleyen bildirisini kaleme aldığını söylemiş, tertibin arkasında DP’nin ve istihbarat kurumlarının olduğunu belirtmişti.

Ancak 6-7 Eylül’e dair yandaşlar ve liberaller her seferinde “geleneği” ilan ettikleri Menderes’i savunmak için türlü yalanlara başvurmaya devam ediyor. Gerçek ise apaçık biçimde ortada duruyor: 6-7 Eylül’ü planlayanların takipçileri bugün AKP ile birlikte iktidarını sürdürüyor…[2]

6-7 EYLÜL 1955’İN ARDINDAN
“6-7 Eylül’de Bir Komşumuz Korudu, Diğeri İhbar Etti”

Nilay Vardar

Ara sıra bisikletiyle yokuşlarından tırmandığı çocukluk günleri için adaya geliyor. Sürüldüğü memleketine bir daha geri dönmek onun için oldukça zor. Çocukluk anıları hala çok yakın, Büyükada ise artık çok uzak.


“Babamın dükkanının yandaki Türk kahveci komşusu Ali, geç saatlere kadar Türk bayrağı açarak bizim kunduraca dükkanımızı korudu. Fakat maalesef gece yarısından sonra bütün bu kişiler yağmadan ayrılırken dükkanın öteki tarafında bulunan eczacı Şinasi Rıza Bey onlara ‘arkadaşlar bu dükkanı unutunuz kırmadınız’ diye seslenip emir verdi.”

Stathis Arvanitis, 6-7 Eylül 1955’te başlarına gelenleri böyle anlatıyor. 

Henüz sekiz yaşındaymış camdan hiç unutmayacağı o görüntüleri izlerken, 15’ine geldiğinde ise sadece malları değil kurtardıkları canları da fazla gelir yaşadıkları topraklara.

Babası Yunan tebalı olduğu için bir gecede 1964’te Büyükada’dan ilk sınırdışı edilen Rum olur. Arkasından o da annesiyle birlikte bir gemiye atlayarak bir daha dönememek üzere kovulurlar memleketlerinden.

Oysa sadece annesi ile babası değil, 1850’lilerde Santorini’den gelen dedesi ile Sakız adasından gelen ninesi de büyükadada tanışıp bir hayat kurmuşlardır.

Dedesinin 23 Nisan sokaktaki dükkanında yaptığı kunduracılık mesleğini babası ile amcası devam ettirir. En ünlü müşterileri de milletvekili Hasan Saka’dır. Şimdi ne o dükkan yerinde, ne de Arvantis ailesi yurdunda.

Stathis Arvanitis 65’ine bastı. Elektronik mühendisiliğinden emekli olduktan sonra Atina’da 1967’den beri İstanullu Rumlar için ayda bir çıkan Politis dergisinde ve Türkiye’de çıkan Adalı dergisinde yazıyor.

Fener Rum lisesinde arkadaşlarıyla-1962

Ara sıra bisikletiyle yokuşlarından tırmandığı çocuklukluk günleri için adaya geliyor. ovulduğu memleketine bir daha geri dönmek onun için oldukça zor. Çocukluk anıları hala çok yakın, Büyükada ise artık çok uzak.

Stathis Arvanitis Patrik Atinagoras ile birlikte-1952

Adada siz çocukken nasıl bir yaşam vardı?

Adada benim yaşadığım yıllarda hiç sorunsuz harika bir hayat vardı. Nüfusun çoğu gayrimüslimdi. Rum, Ermeni, Yahudi, Türk. Benim 1960’ta mezun olduğum Rum İlkokulu’nda 150 öğrenci okurdu. 6-7 Eylül’den sonra “Vatandaş Türkçe konuş’’, “Rumlardan mal almayın çünkü her verdiğiniz kuruş Kıbrıs’taki kardeşlerimize bir mermidir’’ diye sloganlar ve tartışmalar meydana gelmeye başladı. Ve çocukluk hayatımız sıkışmaya başladı. Vapurların içinde Rumca konuşmaktan korkar olduk. İlkokulda Türkçe dilinde olan derslerde yanındaki arkadaşınla Rumca konuşmak yasaklandı.

6-7 Eylül’ün geleceğini hissetmiş miydiniz?

Annemle o sene Bursa’ya tatil için gitmiştik. 4 Eylül’de adaya dönme kararı aldık. Bursa’dan başka beş yolcu ile bir büyük dolmuşa bindik ve Yalova’ya hareket ettik. Yolda öteki yolcular İstanbul’a Rumların mallarını kırmak için gittiklerini aralarında konuşmaya başladılar. Ben sekiz yaşındaydım. Annem sonra anlattı bana. Bir an yolda annemden Rumca dilinde su istedim. Rumca konuştuğumu duyunca onlar lafını birden bire kesip bir daha Yalova’ya kadar ağızlarını açmadılar. Yani öncesinden aşağı yukarı ne olacağını biliyorduk.

Saat kulesi-1955

Neler yaşadınız?

Bizim adada yaşadığımız ev saat kulesinin solundaki kiliseye ait binaydı. Ve bu yüzden adada olan bütün olayları izledik. Bu binada bizden başka yaşayan Rum kiracılar vardı. Çoğu papaz. 6-7 Eylül olaylarında saat meydanı önünde belediye kamyonlarının içi Anadolu yakasından gelen kişiler ile doluydu. İçinde yol inşaatında kullanılan taşlar vardı. Bu adamlar kamyonların üstünden sağa sola Rumların dükkanlarına ve evlerine taş atıp camları kırıyorlardı. Öte yandan başka kişiler dükkanlarda bulunan malları yollara atıyorlardı. Bu vaziyet gece yarısına kadar sürdü.

O günkü korkumuz, bu kişilerin bizim binaya gelmesi ve orada kalan papazları öldürmesiydi. Sonunda öyle bir olay olmadı ve sadece evimiz yüksek katlı olduğu için bir camı kırıldı. Arka tarafta bulunan Meryem Ana Kilisesi’ni yaktılar  fakat erkenden söndürüldü.

Kunduracı dükkanı önünde Arvantis’in babası Hristo Arvantis 

Babamın dükkanının yandaki Türk kahveci komşusu Ali geç saatlere kadar Türk bayrağı açarak bizim kunduraca dükkanımızı korudu. Fakat maalesef gece yarısından sonra bütün bu kişiler yağmadan ayrılırken dükkanın öteki tarafında bulunan eczacı Şinasi Rıza Bey onlara “arkadaşlar bu dükkanı unutunuz kırmadınız’’ diye seslenip emir verdi. Bütün cam vitrinleri kırıp malları yağmaladılar. Sabah erken saatlerde ada askerlerle doldu. Çünkü örfi idare olmasına emir verildi. Bütün bu kişiler o anda yük deniz motorlarına binip karşı sahillere geçip dağıldılar. Öteki gün bütün adanın merkezi yollar falan dükkanlardan atılan mallar ile doluydu.

Türkiye’den gitmeye ne zaman ve neden karar verdiniz?

Bu olaydan sonra artık bütün gayrimüslimler korku içinde yaşadılar. Türkiye’den kendi kendimize ayrılmadık. 1964’te babam Rum tebalı olduğu için adadan sınırdışı edilen ilk kişiydi. Babam kendisinin sınırdışı edileceğine inanmıyordu. Sadece zengin iş insanlarının ve Yunan dernekleri ile uğraşanların kovulacağını sanıyordu.

 
 Akdeniz gemisi

Ama birkaç gün sonra işe giderken o günkü gazetede ismini gördü. Ağlayarak eve geldi ve biraz sonra polis memuru ile İstanbul’a gitti. Orada Sirkeci’de 4. şubede ifade verdi, mahkum gibi fotoğrafı çekildi. Ve parmak izleri alındı. Sonunda yalan olan bir suç ilanını zorla imzalayarak serbest bırakıldı. Suçu İsviçre’den Kıbrıs’a yardım için para kaçırmaktı. Ondan sonra eve döndü ve bir hafta içinde gitti. Beraberinde 20 kiloluk eşya ve 20 dolar vardı. Beraber almak istediği bir azizin resmini gümrükçüler tarihi eser sayarak ona vermediler.

Adayı terk etmeden önce Arvantis arkadaşlarıyla-1964

Babam gidince biz de annemle beraber Akdeniz yolcu gemisi ile Türkiye’yi terk ettik. Yaşım 15’ti. Babam kısa zamanda döneceğini inanıyordu. Ama 1975’e yani hayatta olduğu yıllara kadar gelemedi; çünküparmak izi alınan kişilerin Türkiye’ye dönmeleri yasaktı. Annem sadece annesinin cenazesi için İstanbul’a geldi. Ben ilk kez1988’de Davos anlaşmasından sonra Yunan eşim ile geldim.

Yunanistan’a gidince neler yaşadınız?

Yunanistan’a gelince başta herkes büyük zorluk çekti. İş bulmak, ev kurmak paramız olmadan çok zordu. Benim için Türkiye’dekinden farklı bir eğitim olduğu için çok zorluk çektim. Burada liseyi bitirip sonra elektrik mühendisi okulundan mezun oldum. Babam üzüntüden 10 sene içinde mide kanaması ve felçten hastalanıp vefat etti. İlk geldiğinde burada Petridis  adında başka İstanbullu kunduracılar ile büyük bir ayakkabı fabrikasında çalıştı. Ben mezun olduktan sonra 35 sene büyük bir inşaat şirketinde müdür olarak çalıştım. Ve şimdi amatör gazeteci olarak çalışıyorum.

Stathis Arvanitis oğlu Dr. Konstantin ile Büyükada’daki evlerinde

Aileniz ya da siz Türkiye’ye geliyor musunuz?

Türkiye’yi 1988’den itibaren sürekli ziyaret ediyorum. Büyükada’da işgal edilen aile evimizi 15 senelik mahakeme sürecinin ardından hazineden geri aldım. Ve geçen sene payımı müşteri bularak sattım. Şimdi artık gazete haberleri ve arkadaşlarıma rastlamak için geliyorum. Tıp mezunu olan oğlum Konstantin, bu sene Cerrahpaşa Hastanesi’nde dört ay staj için görev aldı. Büyükada’da arkadaşım kalmadı artık sadece bir kaç kişi kaldı.

Türkiye’de ya da adalarda en çok neyi özlüyorsunuz?

Büyükada’da sadece eski günleri ve yaşadığım yerleri özlüyorum. Başka bir şey kalmadı ki! Bütün Rum arkadaşlarım artık Yunanistan’da yaşıyor. Hepsi Türkiye’yi terk etti. Türk arkadaşlarım o zaman azdı. Şimdi sadece Fıstık Ahmet Tanrıverdi kaldı ve Karaduman Ailesi . O eski Rumlardan kalan çok az, yaşlı kişileri gelince ziyaret ediyorum. Eski Büyükada yok artık, bizim için bitti. Benim yaşımda olanlar yavaş yavaş vefat edince her şey bitmiş olacak.

Cumhurbaşkanı Erdoğan, son Kıbrıs gezisinde de ”Bizim kapımız geçmişteki Rum vatandaşlarına da bundan sonra gelenlere de açık” dedi. 

Bakınız. İstanbul’da 1955’ten önce 120 bin Rum yaşıyordu. Şimdi sadece yaklaşık 3 bin kişi kaldı. 1964 Rum tehciri ve 1974 Kıbrıs harekatında korkup Yunanistan’a giden Rumlardan çoğu vefat etti. O zamanki çocuk olanlar da bugün 60 yaşında ve emekli olarak Yunanistan’da ailesyle yaşıyor. Bu yaştaki insanlar nasıl dönebilir? Benim gibi sadece gezmek için geliyorlar. Bizim çocuklarımız ise Türkçe bilmiyor ve birkaç sene sonra Yunanistan’la tartışma olunca bizim gibi kovulmaktan korkuyorlar. Bir de askerlik yapamadığımız için Türkiye çocuklarımıza ve bize vatandaşlık vermek için 6000 euro istiyor. Bu krizde nasıl ödeyelim? Ayrıca biz bu bedeli niye ödeyelim. Biz ülkemizi terk etmedik ki, kovulduk. (NV)

6-7 Eylül’de ne olmuştu?

6-7 Eylül 1955’de Atatürk’ün Yunanistan’ın Selanik kentinde doğduğu evin bombalanması gerekçe gösterilerek başlatılan İstanbul ve İzmir’deki ırkçı ve gerici gösteriler, azınlıklara yönelik bir tahrip ve yağma hareketine dönüşmüştü .

İki gün süren olaylarda İstanbul’da 16 Rum öldü, onlarcası yaralandı, 73 Rum kilisesi, 1 havra, 8 ayazma, 2 manastır, 3 bin 584’ü Rumlara ait olmak üzere 5 bin 538 gayrimenkul yakılıp yıkıldı. Kimi saptamalara göre 50 kimisine göre 200 gayrimüslim kadına tecavüz edildi.

Dönemin Demokrat Parti hükümetinin 27 Mayıs 1960 darbesi sonrasında Yassıada’da yapılan yargılamalarında, olayların hükümet eliyle tertiplendiği, Atatürk’ün evinin bir devlet görevlisi tarafından bombalandığı ortaya çıkarılmıştı.[3]


[1] https://haber.sol.org.tr/toplum/haldun-dormen-6-7-eylulde-yasananlari-anlatti-beyoglu-yanik-kokuyordu-208649
[2]  https://haber.sol.org.tr/haber/6-7-eylul-karanlik-iki-gunun-arkasinda-onlar-vardi-13789
[3]  https://bianet.org/bianet/diger/158255-6-7-eylul-de-bir-komsumuz-korudu-digeri-ihbar-etti
This entry was posted in FAŞİZM, İSTİHBARAT KURUMLARI, SİYASİ TARİH, TERÖR, VANDALLIK. Bookmark the permalink.

Leave a Reply

Your email address will not be published. Required fields are marked *