BİR DEVRİMCİ ROSA LUXEMBURG’un PORTRESİ

BİR DEVRİMCİ ROSA LUXEMBURG’un PORTRESİ


Almanya devriminin önderlerinden Rosa Luxemburg, 1871 yılında Yahudi bir ailenin çocuğu olarak Polonya’da doğdu. Yerleşik kuralları sorgulayan bir öğrenci olan Luxemburg, 16 yaşında ilk örgütü olan Proletarya’ya katıldı.
Küçük yaşlarda çeşitli dergilerde edebiyat üzerine yazıları yayınlanan Luxemburg, Alman İmparatoru’na karşı şiir yazdığında on üç yaşındaydı. On altı yaşında Polonya’daki yasadışı bir örgütün militanı olarak polis tarafından aranıyordu. 1889’da saman yığınının altında sınırdan geçerek İsviçre’ye gitti ve bir yandan üniversite öğrenimini tamamlarken diğer yandan kendisi gibi mülteciler arasında siyasi faaliyetlerine devam etti.
Rusya İmparatorluğu’nun kontrolündeki Polonya’nın bağımsızlığını savunan grubu milliyetçi bulan Luxemburg bu örgütten ayrılarak ayrı bir gruba katıldı. Luxemburg açısından önemli olan tüm ülkelerdeki işçilerin birliğiydi, bu sebeple bağımsızlık politikasını reddetti. Kısa bir süre sonra devletin dikkatini çeken Luxemburg, 1889 yılında tutuklanmamak için Zürih’e taşındı.
Zürih’te Leo Jogiches isimli Litvanyalı devrimci ile tanıştı. Jogiches hem uzun süre sevgilisi hem de hayatı boyunca yoldaşı olacaktı. 1898 yılında dönemin işçi hareketinin merkezi sayılabilecek Berlin’e gitti ve Sosyal Demokrat Parti’nin (SPD) bir militanı olarak çalışmaya başladı. Luxemburg, göçmen, kadın, Yahudi ve engelliydi. Kadınların politikada yer almasına izin verilmediği, antisemitizmin oldukça yüksek olduğu bir dönemde ‘yabancı’ bir ülkede partinin liderlerinden ve önde gelen eğitmenlerinden biri olarak sivrildi.
Partiye girdikten kısa bir süre sonra SPD liderlerinden bir kısmıyla sert polemiklere giriyordu. Bunların en önemlisi sosyalizmin bir evrim süreci sonucunda gerçekleşeceğini ve devrime artık gerek olmadığını söyleyen bir kitap yazan Eduard Bernstein ile polemiği oldu. Luxemburg, Reform mu Devrim mi? broşüründe, kapitalist devletin sosyalizme doğru yöneltilebileceğini anlatan Bernstein’a karşı devletin egemen sınıfın baskı aracı olduğunu savundu. Aynı zamanda reformlar için mücadelenin sosyalist devrime giden yoldaki önemini vurguladı. 1904 ve 1906’da tutuklandı ve hapis yattı.
1905 yılı geldiğinde Luxemburg, SPD merkezinin ve parti içindeki reformistlerin “kontrol dışında” görünen devrimci hareketlere karşı çekingen tavrına karşı Kitle Grevi, Parti ve Sendikalar isimli eserini yazdı. Burada işçi sınıfının kendiliğinden eyleminin önemini vurguladı ve partinin kitlelere sırtını dönmesinin yol açabileceği tehlikelerin altını çizdi. Rosa Luxemburg’un hayatı gerek soldan gerek sağdan gelen milliyetçiliğe karşı mücadele ile geçti. 1913’te temel eseri Sermaye Birikimi’nde kapitalizmin emperyalizme doğru yöneldiğini tartıştı.
1914 yılında sosyal demokrasi pratikte reformizme ve milliyetçiliğine yönelmiş olduğunu kanıtladı ve I. Dünya Savaşı’ndan yana tutum aldı. Luxemburg ve SPD’nin devrimci kanadında yol alan yoldaşı Karl Liebknecht bu tavra karşı çok sert tutum aldı. 1915 Şubat’ında bu sefer savaşa karşı tutumu nedeniyle hapse girdi. Cezaevinde sosyal demokrasinin savaşa karşı tutumunu eleştiren Junius Broşürü’nü kaleme aldı. Savaş sürerken Luxemburg ve yoldaşları SPD’den ayrıldı ve Spartakistler adı altında devrimci bir grup olarak Bağımsız Sosyal Demokrat Parti’ye (USPD) katıldı
1917’de Rusya’da önce Şubat devrimi Çarlık rejimini devirdi, ardından Ekim’de işçi sınıfı Bolşevikler önderliğinde iktidarı ele geçirdi. Luxemburg devrimi heyecanla karşıladı. Bolşeviklere dönük eleştirileri de vardı. Lenin’le örgütün gerekliliği konusunda değilse de örgütlenme modeli konusunda uzun süren bir tartışmaları vardı. Bu tartışma devrimdeki eleştirilerinin bir kısmını oluşturuyordu. Aynı zamanda ulusların kendi kaderini tayin hakkı ve toprak reformu konusunda da Bolşeviklerden ayrılıyordu ancak yine de devrimi heyecanla karşılıyor ve şöyle yazıyordu: “Gerçek bir devrimci partinin amaç ve görevlerini kavrayan tek parti Lenin’in partisiydi”.
1918’e gelindiğinde aynı görevle kendisi karşılaşacaktı. Ekim ve Kasım aylarında savaştan bıkan askerler ve işçiler konseyler kurmuşlardı. Genel grevler Kasım’da Alman İmparatorluğu’nun yıkılmasını sağladı ancak ikili bir iktidar vardı, Berlin’de SPD liderleri cumhuriyetin kurulduğunu ilan ederken, birkaç sokak aşağıda Liebknecht sosyalist cumhuriyeti ilan ediyordu. Bir tarafta burjuva cumhuriyeti, öte yanda işçi konseylerinin iktidarı yani sosyalizm duruyordu.
Luxemburg ve Liebknecht önderliğindeki Spartakistler, USPD içinde bir azınlıktı ve 1918 Aralık’ında Almanya Komünist Partisi’ni kurma çalışmalarına başladılar. Ocak ayında tekrar genel grevler başladı. Henüz işçilerin küçük bir kısmı ayaklanmaya hazırdı ancak Liebknecht, Berlin’de iktidarı ele geçirecek bir devrimci komite kurulduğunu duyurdu.
Luxemburg bu erken ayaklanma çağrısına tepki gösterse de artık ayaklanma başlamıştı ve canla başla devrimi savundu. Eski yoldaşları olan SPD’lilerden oluşan hükümetin desteğiyle paramiliter güçler (Freikorps) 15 Ocak 1919’da Luxemburg ve Liebknecht’i yakaladı ve infaz etti. Luxemburg son yazısında şöyle diyordu: “Devrim, silahlarını şakırdatarak yeniden doğacak ve yüreklerinize korku salan borazanlarla ilan edecek: Vardım, varım, var olacağım.”

Can Irmak Özinanır / Meltem Oral / Sosyalist İşçiler
This entry was posted in DEVRİM VE KARŞI DEVRİMLER. Bookmark the permalink.

Leave a Reply

Your email address will not be published. Required fields are marked *