PERDE ARKASI *** SABANCI ÜNİVERSİTESİNDEKİ TRUVA ATLARI *** SABANCI ÜNİVERSİTESİNDE TARİH BİLİMİNİN SEFALETİ *** ATATÜRK KARŞITI BİR PROFESÖRE ” TARİH DERSİ” ve ERMENİ TEZLERİNİ SAVUNAN PROFESÖR

Tarih yazmak tarih yapmak kadar mühimdir,
yazan yapana sadık kalmazsa,
değişmeyen hakikat insanlığı şaşırtacak mahiyet alır.”
Mustafa Kemal Atatürk

SABANCI ÜNİVERSİTESİNDEKİ TRUVA ATLARI

Atatürk karşıtı Prof.Dr.Cemil Koçak’tan sonra
Ermeni yanlısı Prof. Dr. Fikret Adanır

Kuluçka yumurtaları her nedense SABANCI ÜNİVERSİTESİNDE toplanıyor.

Aşağıda değerli Dr.Ali Nejat Ölçen’den Prof.Dr. Koçak’a Atatürk dersi ve Ermeni’ci Prof.Fikret Adanır hakkındaki yazıları okuyunuz. Koçak 16 Ocak 2011 Tarihinde Zaman Gazetesinde Murat Tokay ile söyleşi yaparak şöyle demiş ;

soru : Yazdıklarınıza itiraz edenler ne diyor?

Ben şimdiye kadar binlerce sayfa kitap ve makale yazdım. Yazdığım kitaplar konusunda şurası yanlıştır diye bir satır daha yazı okumadım. Hiç kimse çıkıp da Cemil Koçak’ın yazdıkları yanlıştır demedi. Diyemez, çünkü hepsinin kaynağı belgelidir. ‘Bu yazılanlar kötüdür, bu yazılanlar kötü niyetle kaleme alınmıştır, bu söylenenlerin yazılanların hepsi belirli bir amaca hizmet etmektedir’ tarzında çok bildik bir politik yörünge üzerinden saldırı oluyor. Eleştiri değil, saldırı. Ben kitaplarımla, makalelerimle resmî tarihe meydan okuyorum. Resmî tarihin doğru olduğunu söyleyenler benim yazdıklarım karşısında şimdiye kadar tek bir cümle olsun eleştiri getirebilmiş değiller. Saldıran grubun içinde yazdıklarımı eleştirecek kimse de yok. Eleştiri için gereken bilgi ve donanımdan yoksun olmalarıdır bunun nedeni. Bu yüzden yalanlara ve hakaretlere başvuruyorlar. Çok zavallı ve acınacak bir durum.”

Koçak yalan söylüyor.

Kendisine yazılanlara https://nacikaptan.com/?p=621  linkinden ulaşabilirsiniz. Daha somut olarak sayın Ölçen’in tarih dersi verdiği aşağıdaki mektup da Koçak’a röportajdan tam BİR SENE önce gönderilmiştir.

Sabancı Üniversitesi * Prof.Dr. Cemil Koçak ve Prof.Dr. Fikret Adanır

Bu yazıda ağır eleştiriler alan her iki akademisyen de öncelikle bu eleştirilerin  gerekçelerini özeleştiri ile düşünmelidirler.Türk Devletini yoktan var eden ve değeri tüm Dünya ülkeleri tarafından kabul gören hem askeri deha hem de Devlet adamı niteliklerini kimliğinde  toplayan Mustafa Kemal Atatürk’ü küçültmeye ve değersizleştirmeye çalışanlar sadece tarihi gerçekleri inkar eden ve gerçeklere /ülkelerine ihanet edenlerdir.

Aynı durum bir kırışma olan Ermeni meselesini ,soykırım , büyük felaket şeklinde niteleyenler sadece tarihi gerçekleri saptırmakla kalmıyor , Ermeni’ler tarafından Türk’lere uygulanan katliamlar görmezden gelerek bir Devletin savaş sırasında kendi varlığını  korumak amaçlı tehciri amacından saptırarak aynı Ermeni’lerin yaptığı gibi tehciri soykırım veya büyük felaket olarak yorumlayıp Ermenistan tezlerinin çıkarına hizmet ediyorlar. Ayrıca Ermeni’leri koruyan bu kişiler Azerbeycan Karadağ katliamını / soykırımını ise  görmezden geliyorlar.

Ülkelerinin Ulusal kahramanı ile hesaplaşmaya çalışanlar , Tehcir ve kırışmayı soykırım olarak niteleyenler ne gariptir ki Sabancı Üniversitesi çatısı altında buluşmuşlar. Bunun nedeni üzerinde de düşünülmesi gerektir ?

Naci Kaptan
12.03.2015

Cemil Koçak kimdir ?

Cemil Koçak, doktorasını bitirdikten hemen sonra Türkiye’ye dönmeyi düşünmez. Bir süre ABD’de kalıp deneyim kazanmak ister. Bu görüşünü David Steiner’e açar, kendisine bir iş bulunmasında yardımcı olmasını ister.David Steiner bunu zevkle yapacağını söyler ve onu, Uncle Frank’a gönderir.

Uncle Frank, Ulusal Güvenlik Örgütü (NSA)’nın en tepesindeki yetkilidir.
Ve bu kurum, ABD’nin en geniş casusluk örgütüdür.

***

TETİKÇİ PROFESÖR

Dünyanın en iyi 1.000 üniversitesi sıralamasında adı geçmeyen Sabancı Üniversitesi’nde öğretim görevlisi olan Prof. Dr. Cemil Koçak’ı size tanıtmak istiyorum.Cemil Koçak’la ilgili bilinen somut bilgileri sıralıyorum:

* 1956 yılında İzmir’de doğdu.
* Ankara Üniversitesi, Siyasal Bilgiler Fakültesi, Basın ve Yayın Yüksek Okulu’ndan mezun oldu.Daha sonra aynı okulda yüksek lisans ve doktora yaptı.
* Avrupa Birliği yanlısı. Yani, AB mandacısı.
* Tarih Vakfı’nın kurucu üyesi.
* Tarih Vakfı, Rockefeller’den parasal destek aldı .
* Rockefeller, ‘Küresel Çete’ CFR’nin kurucusu ve onursal başkanı.
* Tarih Vakfı, AB’den yüz binlerce Avro hibe aldı.
* Tarih Vakfı, CIA ajanı Soros’tan da para aldı.

Yılmaz Dikbaş

https://nacikaptan.com/?p=621

Ali Nejat Ölçen
08 Şubat 2015

SABANCI ÜNİVERSİTESİNDE TARİH BİLİMİNİN SEFALETİ

Sabancı Üniversitesinde Prof.Cemil Koçak, tarihsel gerçekleri alt-üst ederek Mustafa Kemal Atatürk’ü küçümseyen konuşmasını 23 Ekim 2010 günü o üniversitenin konferans salonunda yapmıştır. Üniversite öğrencilerinden aldığım yazılı metindeki yanlışlıkları kendisine gönderdiğim e-mail iletisine yanıt almayınca, o yazıyı da ekleyerek sorunu Rektör Prof. Nihat Berker’e iletmiştim.. Rektör’den aldığım yanıtı bilgilerinize sunuyorum.

Sy.Dr.Ali Nejat Ölçen

Üniversitemize ilginiz için teşekkür ederiz. Söz konusu yayında belirtildiği iddia edilen açıklamalar Sabancı Üniversitesi tarafından yapılmamıştır.Prof.Cemil Koçak da söz konusu açıklamalar için ekteki tekzip yazısını ilgili kurumlara yollamıştır. İyi günler dilerim

Nihat Berker,Rektör.

Rektörden de sorunu önemsemeyen böylesi anlamsız yanıt alınca kendisine Prof.Cemil Koçak’ın tarihsel gerçekleri ters yüz eden sapkınlığının kanıtları Sy. Rektör’ün bilgilerine sundum. O yazı da yanıtsız kalınca konuyu yukarıda belirttiğim başlık altında Türkiye Sorunları kitap dizisinin 84’üncü sayısında (Şubat 2010) dile getirdim ve o sayıyı Sabancı Şirketinin yönetim kuruluna da ilettim.

Türkiye Sorunları kitap dizsinde yayınladığım “SABANCI ÜNİVERSİTESİNDE TARİH BİLİMİNİN SEFALETİ” adlı yazıyı ekte bilgilerinize sunuyorum Ayrıca kitap dizisinin tün sayılarına,www.olcen.net web sitesinde, ulaşabilirsiniz. Ne yazık ki, üniversitelerimizde Prof.Cemil Koçak’lar hızla çoğalmaktadır. Kimi kime şikayet edeceksiniz? Çünkü, bilimin sefaleti üniversitelerimizi de işgal etmeye başlamıştır. Prof.olan bir öğretim üyesinin 2007 yılında yayınlanan “Hikmetli Sözler” kitabının 24’üncü sayfasında şu safsata , bilimin sefaletini ya da sefaletin bilimini kanıtlamıyor mu?

Zaman Allah’ın yarattıklarından biridir. İzafiyet teorisine göre ışık hızına yani saniyede 300 bin km. hıza ulaşıldığında zaman durur (muş!). Bu nedenle cinler ışık hızına yakın hareket ettiklerinden 1000-1500 yıl yaşamaktadırlar. Malazgirt savaşında doğan bir cin hala yaşıyor olabilir.

SON SÖZ: Hiçbir ülke Türkiye’miz kadar alçak ve hain türetememiştir.

Böyle biline çare buluna.

8.3.2015
Dr.Ölçen

SABANCI ÜNİVERSİTESİNDE TARİH BİLİMİNİN SEFALETİ

Ali Nejat Ölçen

23 Ekim 2010 günün Sabancı Üniversitesi’nde Tarih biliminin öğretim üyesi Prof.Dr.Cemil Koçak’ın Mustafa Kemal Atatürk’ü küçümseyen, küçük düşüren konuşmasına karşı eleş¬tiri yazısını bulacaksınız aşağıda. Yanıt alma¬dığımız için, konuyu ayrıca Üniversitenin rektörü Prof.Dr.Nihat Berker’e ilettik.O’ndan aldığımız iki tümceden oluşan yanıt yetersizdi, Prof.Koçak’ı korumaya çalıştığı izlenimini uyandırıyordu. Sy.Rektörün yanıtına ilettiğimiz yanıtı da bulacaksınız.

Mustafa Kemal’i küçümseyerek küçülmeye razı olan Prof. Cemil Koçak’a ilettiğim yanıtsız kalan yazı şöyleydi:

sy.Cemil Koçak
Prof.Dr.
Sabancı Üniversitesi
Tarih Bölümü
Tuzla-İstanbul

23.Ekim 2010 günü Üniversitenizin Konferans salonunda “Çanakkale Savaşı” konusundaki konuşmanıza yönelik eleştirimi Sabancı Üniversitesi Rektörlüğüne sunmuştum. O yazımı, ekte size de iletiyorum.

Cevap ve düzeltme yazılarınızı inceleyince, eleştirilerimin bir bölümünü bu kez doğrudan size yönetmeye gereksinim duydum. Tarih biliminin sizin kanı ve yorumlarınızın çerçevesi içine sığdırılamayacak kadar derin ve geniş bir pozitif uğraş alanı olduğunu düşünüyorum. İnternet sitesine yansıyan açıklamanızda, “Tarihçilerin, tarihsel dönemde kullanılan isim ve unvanları kullanmak zorunda olduklarını” ileri sürerek, Yarbay Mustafa demenize mazeret (yani gerekçe) aramaktasınız. O tarihsel dönemde hiç kimse “Yarbay Mustafa”deyimini kullanmamıştı. Çünkü;

O,Yarbay Mustafa Kemal idi. Tarihsel dönemdeki isim ve unvanları kullansaydınız“Yarbay Mustafa Kemal”, demeniz gerekecekti. Ben size, Prof.Cemil diye hitap etmiyorum. Asgari saygının gereği olarak; fakat siz o büyük insana Yarbay Mustafa diyebiliyorsunuz.

Sizinle yapılan bir söyleşide düştüğünüz yanlışlıkları da aşağıda sırasıyla bilgilerinize sunuyorum:

1. Enver Paşa’nın Yarbay Mustafa Kemal hakkında “yeter-sizdi, itaatsızlıktan görevden alınmıştı” sözüne hangi kaynakta rastladınız? Açıklayabilir misiniz? Tarih biliminin bir öğretim üyesi, ileri sürdüğü her düşüncenin kaynağını açıklamak zorundadır. Yarbay Mustafa dediğiniz komutanın “tarih sahnesine tesadüfen çıkmış, aslında onu Alman komutanı Gelibolu içlerine uzak olsun diye atmıştı” bilgisini hangi kaynaktan edindiniz?

Enver Paşa’nın Mustafa Kemal’e ilişkin kanılarına katılıp katılmadığınız önemli. Onun kanısını 23 Ekim 2010 günlü konuşmanızda paylaştığınız izlenimini uyandırdınız. Onun bu konudaki kanılarına (var mıdır, bilinmiyor) katılmadığınızı açıklayabilir misiniz?

2.Söz konusu açıklamanızda:
Atatürk’ün Gelibolu cephesine yeniden atanmasının hikayesini anlatırken, yeniden fiili askerlik hizmetine dönebilmek için ne kadar çaba harcamak zorunda kaldığını. belirtmiştim,diyorsunuz. Yarbay Mustafa Kemal, “fiili askerlik hizmetinin dışında ne zaman kaldı ki, yeniden dönmek için çaba harcamış olsun?

Hangi kaynaktan bu bilgiyi edindiniz? Velev ki, Gelibolu’ya atanması için çaba harcasın, Çanakkale Savaşını an¬latırken, bu bilgiye yer vermeye neden gereksinim duydunuz? Sizinle yapılan söyleşide, bir karanlık noktadan söz ediyorsunuz. “Bu karanlık noktaya örnek verebilir misiniz”, sorusuyla karşılaşınca örnek vermek yerine, konuyu saptırarak şunları söylemektesiniz:

1915 tipik karanlık noktalardan biridir. Kamuoyunda çok uzun yıllar boyunca 1915 hakkında hiçbir fikir yoktu. Şimdi konuşuluyor. Atatürk’ün her hangi bir konudaki fikri nedir meselesinde de aynı şey geçerli.. Sınavda öğrenciniz o soruyu, böyle yanıtlasaydı, ona kırık not vermez miydiniz? 12 aydan oluşan 1915 yılının hangi ayı, neden ötürü karanlık noktalardan biri? Yoksa tüm 1915 yılının her dakikası mı karanlık.

1915’de hiç mi gündüz olmadı, insanlar hep karanlığı mı yaşadılar? Gerçekten sizdeki mantığı anlamak olanaksız. 1915 karanlık noktalardan biri diyorsunuz, koca bir yıl sizin için nokta oluyor ve fakat neden karanlık olduğunu açıklamıyorsunuz. Mustafa Kemal’den mi korkuyor sunuz. O,Anıtkabir’de ayağa kalkamaz ki! Onun gençliği var. Biri de benim. Sizi açıklamaya davet ediyorum. 1915’in neresi karanlık. El fenerinizle aydınlatınız.

Mustafa Kemal Atatürk, 10 Kasım 1938’de aramızdan ayrıldıktan sonra 72 yıl geçti, bir tarihçi ortaya çıkıp o karanlık noktayı niçin aydınlatmadı? Şimdi mademki 1915’i karanlık nokta olarak görüyorsunuz, o halde onun nasıl aydınlığa çıkarılacağını da biliyorsunuz, demektir. Eğer, nasıl aydınlığa çıkarılacağını bilmiyorsanız, karanlık nokta olduğunu da bilemezsiniz. Böylesi çelişkiden kendinizi kurtarmanız, tarih bilimine olan saygının gereğidir.

3. Sizinle yapılan söyleşide, Mustafa Kemal Atatürk’ün “Nutku”nu bir hesaplaşma olarak tanımlamaktasınız. Ve o Nutku şöyle niteliyorsunuz.

1927’de iktidarda kalabilmiş olan grup alkışlanır, iktidardan tasfiye edilmiş grupla da şiddetli biçimde siyasi ve ideolojik hesaplaşmanın içine girilir.

Ne denli yanlış? Aslında hesaplaşma söz konusuysa bu hala devam ediyor ve Prof.Dr.Çemil Koçak olarak siz de bu hesaplaşmanın içindesiniz. Tarih zaten hesaplaşmadır. Hesaplaşma olmasaydı, tarih yazılamazdı. Tarihin diyalektiği “tez-antitez” çatışmasının ürünüdür. Tarihin öğretim üyesi olarak,TBMM’-nin gizli celselerini incelemeniz gerekmez miydi? Asıl hesaplaşma o gizli celselerdedir;

Mustafa Kemal, amacına karşı çıkanları,matematiksel mantığı ve tarihin diyalektiğiyle susturmayı bilmiştir, kızmadan, öfkelenmeden, inançla ve bilgelikle, o yıllarda ve şimdi de kimsede bulunmayan böylesi üstün niteliğiyle.

Eskiye saplanıp kalmış Osmanlı artıklarıyla, aydınlıkçıların hesaplaşmasıydı o yıllar. Şimdi sizlerin 23 Ekim 2010 günlü konuşmanızla ve sizinle yapılan söyleşideki yanıtlarınızla hesaplaşma devam etmekte. Ne var ki o hesaplaşma şimdiki gibi gaddarca , acımasızca, iftira ve asılsız suçlamalarla devam etmemişti. Hiç kimse ne ile suçlandığını bilmeden hapislere tıkılmamış, üç yılı aşkın süredir (şimdiki gibi) temel hak ve özgürlüklerinden yoksun bırakılmamıştı. Sayın Prof.-Dr.Cemil Koçak, 1915’de karanlık nokta arayacağınıza şimdilerin karanlığına gömülmekte olduğumuzu, düşünmeniz uğraş alanınız tarih bilimine daha çok yakışmaz mı?

İçinde yaşadığımız dönemin 20 yıl sonra nasıl suçlanacağını düşünebiliyor musunuz? 1915’i karanlık nokta olarak nite-lerken, 2010 ve önceki yıllar sizce aydınlık noktalar mı? 1950 öncesinde faili meçhul cinayetlere bir örnek gösterebilir misiniz. “ Sağ-sol” çatışması yaratılmış mıydı? Güvenlik güçleri yere devirdikleri öğrencileri tekmeleyebilir miydi? İktidarda-ki partilerin kimi üyeleri hakkında yolsuzluk söylentileri söz konusu olabildi mi?

Kendi partisindeki Bakanını yüce divanda yargılatan 1950 sonrasında bir başka siyasal partiye tanık olabildiniz mi? Yokluk içinde yaratılan Kamu İktisadi Kuruluşlarını yok bahasına “ağyara” satan bir iktidara 1950 öncesi rastladınız mı? Geçinemiyorum diyen bir başbakan, Şirket kurabilir ya da şirkete ortak olabilir miydi? O yılların Devleti, Mustafa Kemal gibi, İsmet İnönü gibi tertemizdi.

Sizinle yapılan söyleşide, büyük Nutuk’u da dilinize dolamış görünüyorsunuz. Unutmayın:

4.Nutkun büyük bölümü TBMM’nin gizli celselerindeki görüş ve düşünceleri kapsar. Zaten TBMM’nin gizli celselerine girilmedikçe Cumhuriyetin ve Anadolu aydınlanmasının tarihi yazılamaz. Siz de yazamazsınız. Bugüne kadar da yazılmış değildir. Düşününüz:

Mustafa Kemal Atatürk, neden Türk Tarih Kurumunu, Türk Dil Kurumunu, Dil ve Tarih Coğrafya fakültesini kurdu. Buralarda görev alan seçkin aydınlar, öğretim üyeleri, neden Devrim Tarihini yazamadılar? Yazılanlar da vakanüvis geleneğinin ötesine geçemedi. Bu sorunun bir tek yanıtı vardır. Nedeni, sürüp giden ve şimdilerde en çirkin örneklerini yaşadığımız “iç hesaplaşmamdır.

Sayın Prof. Koçak, siz de bu hesaplaşmanın içindesiniz. Ve Mustafa Kemal Atatürk ile hesaplaşmayı denemektesiniz, o nedenledir ki, sizi karşıma almaktayım. Eğer böyle olmasaydı, sizinle yapılan o söyleşide, söz konusu hesaplaşmayı yanlış yorumlar mıydınız? Bakınız neler söylüyorsunuz:

İktidar mücadelesi, diyorsunuz: İkinci gerçek, Atatürk’ün modernleşme ütopyası ve yürünmesi gereken yolla, bu isimlerin modernleşme ütopyasının yolları tamamen farklıydı.

Rauf Orbay, A.Fuat Cebe soy, Refet Bele gibi isimlerden söz ediyorsunuz. Onlar için,“modernleşmeyi zamana yayma tarafındaydılar. Atatürk için ise, yukardan aşağıya zoraki bir modernleşmenin dışında gidilebilecek bir yol yoktu. Ana fark budur”, diyorsunuz.

Ne denli yanlış. Hiçbir zaman, çağdaşlaşmayı zamana yayma düşüncesi gerçekçi olamaz. Çünkü, çağdaşlaşmanın öncü ögeleri,(Cumhuriyet gibi) zamana yayılırsa, sönümleşir. Oysa, bu saydığınız isimler Cumhuriyete karşıydılar.

Hilafetin kaldırılması ve Osmanlı hanedanının yurt dışına çıkarılmasını 52 arkadaşıyla birlikte Meclise sunduğu yasa önerisiyle sağlayan milletvekili Şeyh Saffet Efe Efendi’dir. O say¬dığınız isimler, Şeyh Saffet Efendi’nin de gerisindeydiler. Buna rağmen, Mustafa Kemal, Büyük Millet Meclisine, “Meclis-i Kebir-i Milli” diye hitap eden Şehzade Abdül-mecit’in Padişah olarak seçilmesini sağlayan ki¬şidir. TBMM-nin 18 Kasım 1338 (1922) günlü gizli celsesinde Mustafa Kemal‘in saltanat hakkında neler söylediğini size anımsatmalıyım:

Münhal kalan emaneti İslamiyeye bir zatın intihabının za¬ruri olduğu merkezindedir. Efendiler, malum âliniz asır-lardanberi necip milletimiz alemdarı İslam olarak makamı hilafeti sinesinde her türlü tehacüme, mehalikle karşı mu¬hafaza etmiş (tehlike karşısında da korumuş) bir millettir. Bu itibarla her şeyden evvel, münhal kalan bu mevkii bir halife intihabı suretiyle inhilalden kurtarmak zarureti lüzumunu Heyeti Alinize arz ediyorum.

Mustafa Kemal, aynı gizli celsenin saat 418 den sonraki toplantısında şunları söyleyecektir:

Ali Osmanı kabul etmek, muhafaza etmek zorundayız. Bu ailenin içinde bizim aradığımız evsafı bulmak bugün için biraz müşkildir. Belki gençleri sureti mahsusada yetiştirdikten sonra evsaf ve sıfatı lazimeyi (gerekli özellik ve niteliği) haiz insanlara tesadüf edilebilir. Fakat bugün bu ciheti hakikaten tetkik ve tahlil edecek olursak, pek müşkil vaziyette kalabiliriz.

Sayın Prof.Koçak, görüyor musunuz, ülkeyi işgal eden İngiltere ordusunun savaş gemisine sığınarak, Hilafeti ve Saltanatı “münhal” bırakarak firar eden Vahidüddin’den sonra, onun terk ettiği Osmanlı devletini kim muhafaza etmeye ve korumaya çalışıyor, Mustafa Kemal. Padişah olarak seçilen Abdülmecit Efendi ne yapıyor, kendisini “hakimi mutlak” kabul ederek yabancı devletlerle ilişkiler kurmaya yelteniyor. Millet Meclisi tarafından görevden azlediliyor. Bu gerçekleri size satmamam gerekirdi.

Biliyorsunuz ki, Osmanlı ailesinin tüm Şehzadeleri, ölüm korkusuyla padişah olan pederlerinin öngördüğü kafes içinde yaşamlarını sürdürdükleri için, zihin-eri yeterince gelişememişti ve kimi şehzade kendisinin padişah olduğuna inanamamıştı. O aile, son 200 yıl devlete sahip çıkma yetisini yitirmiş (halk sefalet içindeyken) borçla inşa ettirdikleri görkemli saraylarda “acz ve sefahat” içinde yaşamaya başlamıştı. Mustafa Kemal, bu gerçeği 18.11.1922 günlü gizli celsede vecih bir biçimde açıklıyor ve mebus-ardan hiç birisinin karşı çıktığına tanık olmuyoruz.

Sizinle yapılan söyleşide bir soruya yanıt verirken, yanıldığınızın ayırtına varamadığınızı görüyorum: Gazi Mustafa Kemal Paşa’nın devrimleri ütopyadır di¬yorsunuz, tersine, tarihin diyalektiğinin sonucuydu.Tepeden inmemişti, kökeninde kendisini ulusal gereksinim olarak duyurmaya başlamıştı. Hatta Selim III’den itibaren. Eğer Meclisi Mebusan’ın tutanaklarını incelerseniz orada Latin harflerinin kabul edilmesi gerektiğine ilişkin görüşmeler yapıldığına da tanık olursunuz. Medreselerin yerine Darülfünun açıldığını ve Şeyhülislam ile Cemalettini Efgani arasındaki çekemezlik yüzünden kapatıldığını görürsünüz.

Halkevleri, Halk Odaları, Köyenstitüleri yok edilmeseydi, Kemalist devrimlerin karşısında bugünün gerici kadroları hortlama olanağı bulamazdı. Mustafa Kemal Atatürk dıştan değil içten ihanete uğramaktadır. Size Sovyet Rusya’nın ilk Büyükelçisi Aralof’un anılarını okumanızı öneriyorum. Onunla sizlerin değerlendirmesi arasındaki uçurumu görebilir, Mustafa Kemal’in okullarında öğrenim görerek O’na nasıl haksız karşı çıktığınızın belki mahcubiyetini duyabilirsiniz.

5.Söz konuşu söyleşinizde bir soruya verdiğiniz yanıtı da eleştirmeye gereksinim duymaktayım. Yanıtınız şöyleydi:

Atatürk zamana ve yerine göre konuşurdu,diyor, sonra şöyle bir tanımlama yapıyorsunuz: Kemalizm, son derece ham, birbiriyle tutarsız görüşleri buluşturabilen eklektik bir ideoloji.

Çetin Altan’ın oğlu Prof. Ahmet Altan da aynı kanıda. O da Kemalizmi kof bir ideoloji olarak nitelemişti. Düşün yapılarınız arasında fark yok. Her ikiniz ve de sizlere benzeyen ötekiler gibi, Kemalizm’i eleştirmek yerine kötülemeyi tercih ediyorsunuz, kötülemenin nedenlerini de açıklamadan. Oysa öğretim üyeleri belli bir ideolojiyi yermeden önce irdelemeli, eleştiriye açık yönlerini ortaya çıkarmalıdır. Bilimselliğin gereğidir bu. Kemalizmi ve amacının ne olduğunu henüz algılayamadığınız anlaşılıyor. Ondaki sekular ulus devleti kavramını, planlı sanayileşme siyasetini, tam bağımsızlık ilkesini, doğal kaynakları devinime geçirecek olan hukuk ve ekonomi özdeşliğini kavramamış görünmektesiniz.

1930 İktisadi Programını da incelemediğiniz anlaşılıyor.“Adalet Mülkün Temeli” kuramını gerekli ve fakat yeterli bulmayan “devletin de adaletin temeli olması” gerektiğini öngören o ilke, aslında Kemalizm’in özü ve özetidir. Bir kez olsun düşünün, bugünün devleti, adaletin temeli midir? 1930 İktisadi Program’ın 69. maddesi bakınız ulus devletini nasıl tanımlıyor:

Devletin bütün kanunları ve tedbirleri ve memurları, milletin ferdi ve kitlevi anlayış ve yaşayışını kendiliğinden, milli iktisadın ihtiyaçlarını sezer ve ona göre çalışır bir zihniyet ve istikamette işlemek ve işletmek gerekir.

Bugünkü devlet, milli iktisadın koruyucusu mudur? Koruyucusu olsaydı, IMF’nin buyruğuna teslim eder miydi ekonomiyi? Bugünün devleti, milli iktisadın anlayış ve yaşayışını kendiliğinden sezecek yapıda olsaydı, yoksulluktan yakınan yurttaşa “al ananı git”diyen bir başbakan ortaya çıkabilir miy di? Sizlere göre, “halkçılık, ulusalcılık, devletçilik, cumhuriyetçilik, laiklik, devrimcilik, birbi¬riyle tutarsız, ve bağdaş-tırılmayan ögeler” öyle mi?

Halkçı, ulusalcı ve laik olmayan bir cumhuriyet düşünebilir misiniz? Eğer Cumhuriyetin laik, ulu-alcı ve halkçı olmasından vaz geçerseniz bugünkü AKP’ ye ulaşırsınız. Kısaca yineliyorum:

Karma ekonomiyi yaratan ve sanayileşme planındaki tüm yatırımları bir örneğine yeryüzünde rastlanmayan “fizibilite” hesaplarına dayandıran planlı sanayileşme politikasını yürürlüğe koyan ve KİT’leri yaratan Kemalizm, sizleri niçin ilgilendirmiyor? Bu ögeler, Kemalizm’in en önemli dokusudur. Neden? Mustafa Kemal, İzmir’de açılan Türkiye İktisat Kongresinde (1923,Şubat):

Yeni devletimizin, yeni hükümetimizin bütün esasları, bütün programları, iktisat programından çıkar,demişti. 1930 İktisadi Programının 64.maddesi de bu ilkeyi “Milli iktisadın her şubede tesis, tevsi ve inkişafı için lazım gelen sermayenin en bereketlisi milli tasarruftur” biçiminde özetlemiştir. Bugünkü gibi Dünya Bankasından gelecek dış borca avuç açan devlet anlayışı söz konusu değildi.

Savaş tüm cephelerde sürerken, Büyük Millet Meclisine sunulan “Halk-çılık Programı”ndan da haberiniz yok. Açık vermeyen bütçe, kendine yeterli ekonomi, milli tasarrufa dayalı büyüme, cari açık vermeyen dış ticaret dengesi, ekonomi ile adaleti özdeşleştiren bir Cumhuriyet, işte Mustafa Kemal budur ve bu, tam bağımsızlığın ulusal onurla bütünleşerek dik duran devletin kendisidir. Emperyalizme karşı ulusal çıkarları korumanın adıdır Kemalizm. Bugün AB-ABD ekseni karşısında boynu eğik bir devletin yurttaşları olduğumuzun utancını duymuyor musunuz?

Mustafa Kemal Atatürk’ün devrimlerini Kemalizm adı altında tanımlamak ya da yadsımak hiç te önemli değil. Onun devrimlerinin bizlere sağladığı kazanımlar, yoktan var ettiği özgürlükler ve duyumsattığı ulusal onur önemli. Bunların hiçbiri Osmanlı devletinde söz konusu değildi, Çünkü, bizler Padişahın iki dudağı arasındaki kararla yaşamını sürdürebilen kul’lar idik.

Mustafa Kemal bu despotizmi yıkan, ümmet bilincini ulusal bilince dönüştüren devrimci devlet adamıdır. Bir gerçek de apaçık ortada: Osmanlı devleti ömrünün son yılına kadar, ülkemize ne kadar yağmur yağdığını bile merak etmemişti. Mustafa Kemal’in ilk hizmeti, Merkezi İstatistik Teşkilatını kurmak olmuştur.(1926). “Türkiye’nin Zirai Bün-yesi” adındaki yapıtı da görmediğiniz anlaşılıyor. 1925-27 yılları arasında, Prof.Zhukovsky başkanlığındaki bir heyetin hazırladığı o yapıtın Türkçe’ye çevirisi 890 sayfadır.

2’nci sanayi planında Alkoloid yatırımı o rapordaki bilgiler ışığında hazır¬landı. Ve de tarım sektörüne dayalı yatırım projeleri. Eğer, 2’nci Sanayi Planını incelemiş olsaydınız, yunus balıklarına ilişkin yatırım projesi hazırlandığını ve fizibil olmasına iliş¬kin hesaplardaki mükemmelliği görürdünüz. Alkoloid projesi, Etbalık Kombinaları yatırımı ve hatta Kütahya Azot Tesisleri projesinin 1935 yılında yer aldığını öğrenirdiniz. Linyitten benzin üretim projesi de 2’nci Sanayi Planında yer almıştı. O planlar hazırlanırken ve fizibilite hesapları yapılırken, Osmanlı’dan devralınan ülkemizde, henüz İktisat öğrenimi mevcut değildi. Mektebi Mülkiye’de iktisat okutulmuyordu.

Özetle, Mustafa Kemal Atatürk’ün gerçekleştirdiği devrimlerin Kemalizm olarak adlandırılması hiç te önemli değil. Önemli olan çağdaş uygarlığa ve onun aydınlığına adım atmak, bilimin en gerçek yol gösterici olmasını kabul etmek ve de Cumhuriyetin kimsesizlerin Cumhuriyeti olabilmesini sağlamaktır. Mustafa Kemal budur.

Onun devrimlerinde üç öge iç içedir: Kuram (teori)+Kural (yöntem)+Kurum (KİT’ler) Bu üç öge, bir bütün oluşturur ve yer yüzünde bir benzeri yoktur. O nedenle onun, ham ve birbiriyle tutarsız görüşleri birleştirdiğine ilişkin yorumunuz gerçeği yansıtmaktan uzaktır.

1920’lerde söylenenlerle, 1930’larda söylenenler birbirini tutmaz, diyorsunuz. Örnek verebilir misiniz?

Özetle: Kemalizm, emperyalizme karşı mazlum ülkelerin kendisini korumasının nesnel koşullarının nasıl, hangi araçlarla,yaratılacağının kuramı, kuralı ve kurumlarının sentezidir. Kendisine özgü kültürünün dayanak noktası, ulusun uzun erimli çıkarlarını korumakta bilim en gerçek yol göstericidir. Sabancı Üniversitesi Rektörlüğüne sizin hakkınızda yazdık-larımla şimdi size ulaştırdığım karşı görüşlerimi, 17 yıldan bu yana yayımını sürdürdüğüm Türkiye Sorunları kitap dizisinin 84.sayısında kullanacağım. Yanıt verirseniz onu da kitap dizisinde okuyucularımla paylaşabilirim.

Saygılarımla.
15 Aralık 2010
Dr.Ölçen

Bu yazımıza yanıt alamadık. Kendisinin basına yaptığı açıklamada, Mustafa Kemal Atatürk için küçümseyici nitelemelerin Enver Paşa’ya ait olduğunu belirtmiş, fakat bunu kanıtlayacak kaynağı gösterememiştir. ü“Şansı yaver gitmeseydi kahve köşelerinde emekliliğini yaşayıp gidecekti” sözünü bakınız nasıl tevil etmeye çalışıyor:

İş Enver Paşa’ya kalsa belki de emekliye ayrılmak zorunda kalacağını ve ömrünün geri kalanını sivil olarak geçireceğini bir ihtimal olarak zikretmiştim,diyor..

Oysa Mustafa Kemal, istifa etmiş, sivil giysileri içinde,“ulusun yazgısını ulus saptar” ilkesiyle yola çıkarak kurtuluş savaşının kahramanı olmayı başarmıştır. Sivil giysileri içindeyken Ankara’da Büyük Millet Meclisini kuran odur ve O Meclisin, Başkomutan olarak atadığı kişi de sivil giysi içindeki Mustafa Kemal’dir.

O bunları başarırken Enver Paşa neredeydi? Ülke işgal altındayken o, yurt dışına kaçmış, Kafkasya’yı Çarlık Rusya’sının elinden kurtarmanın düşü içindeydi . Bir tarih dersinin öğretim üyesinin böylesi yanılgılara kendisini kaptırmasını yadırgayarak durumu aşağıdaki yazıyla Rektörlüğe ilettim.

Sabancı Üniversitesi
Rektörlük Makamı’na
TUZLA-İstanbul

23 Ekim 2010 günü “Çanakkale Savaşları” konulu Üniversiteniz konferans salonunda, Prof.Dr.Cemil Koçak’ın konuşmasında “tarih bilimi” ile bağdaşmayan yorumunu Rektörlüğünüzün uygun bulmaması en içtenlikli dileğimdir.

17 yıldan bu yana yayımını sürdürdüğüm ve ücretsiz dağıtımını sağladığım “Türkiye Sorunları” kitap dizisinin 83.sayısını ekte sunuyorum. O sayıda “Bilimin Sefaleti” konulu yazımda, Prof.Dr.Cemil Koçak’ın adından söz etme şansım olmadı. Makamınıza sunduğum bu başvuru yazısını dikkate alır ve adı geçen öğretim üyesine gereken uyarıyı yapma zahmetine katlanırsanız, kitap dizisinin 84.sayısında konuyu ele almama gerek kalmayacaktır.

Adı geçen öğretim üyesi, her hangi bir ideolojik tercihi amaç edinmiş olabilir. Onu bu yönden eleştirmek haksızlık olur. Fakat, hiçbir öğretim üyesi, tarih bilimini, tercih ettiği ideolojinin çerçevesi içine sıkıştıramaz, tarihin gerçeklerini yadsıyan düşüncenin sözcüsü olamaz, olmamalıdır. Bilimin erdemi, bunu gerektirir.

Ne yazık ki, adı geçen öğretim üyesi, internet sitelerine yansıdığı biçimde:

1. Türk Milleti, zaferi (Çanakkale utkusunu kastediyor) Almanlar kutlamaya başladıktan sonra kutlamaya başlamıştır.

2. Zaten Yarbay Mustafa, yeteneksizdi ve itaatsizlikten görevden alınmıştı.

3. Bu Yarbay Mustafa, tarih sahnesine tamamen tesadüf eseri çıkmış, aslında onu Alman komutan Gelibolu içlerinde gözden uzak olsun diye atmıştır.

4. Şansı yaver gitmeseydi, kahve köşelerinde emekliliğini yaşayıp gidecekti, diyebilmiştir.

Kişi, Mustafa Kemal Atatürk’ü beğenmeyebilir, O’na karşı da olabilir, fakat yukarıdaki alıntıya yer verdiğimiz sözleri söylemişse ve eğer bir üniversitede öğretim üyesi ise, o görevi sürdürmesi hoş görüyle karşılanamaz. Bir öğretim üyesinin bilimsel niteliği, ileri sürdüğü savı kanıtlamasıyla ölçülür. Prof. Dr. Cemil Koçak, yukarıdaki alıntıda yer alan kanıları ifade etmişse, kanıtlamak zorundadır, kanıtlayamazsa, Prof. olabilme yetisini yitirmiş, objektif olması gereken tarih bilimine sırtını dönmüş olur. Adı geçen öğretim üyesinin yanlışlıklarını kısaca bilgilerinize sunuyorum:

1.Prof.Dr.Cemil Koçak’ın sözünü ettiği Alman Generali Liman Von Sanders’tir. Bu Alman General, komutu altındaki altı tümenden oluşan gücünü, Gelibolu yarımadasının Saroz denilen kıyısına yığmak gibi bir yanılgının içine düşmüş, İngiliz ve Fransız birliklerinin Arıburun ve Seddülbahir yöresinden saldırıya geçeceklerini sezememiştir (25 Nisan 1915).

Eğer Mustafa Kemal (Yarbay olarak) 19.tümenin Conkbayırı’nda daha önce yerleşmiş olan 57.Alay’la birlikteliğini sağlamasa1 ve de böylesi bir öngörüyü zihninde kurgulamasaydı, Çanakkale utkusu söz konusu olmayacaktı. O utkunun mimarı Mustafa Kemal’dir. Prof.Dr.Cemil Koçak, bu gerçeği görmezden gelip nasıl yadsıyabiliyor, anlamak olanaksız!

2.Prof.Dr.Cemil Koçak, Çanakkale Savaşı utkusunun General Liman Von Sanders’tarafından kazanıldığını kanıtlayabilmelidir. O sözleriyle böylesi bir sorumluluğu üstlenmiş olmalıydı. O savaşta, Almanya’dan hatır için gelen gösterelik birliğin asker sayısı 500’den fazla değildi. Liman Von Sanders’in o yanlış kararından sonra görev yeri değiştirilmiş, Doğu cephesinde İngiliz birlikleri karşısında yenilgiye uğrayan General Von Falkenhein’ın yerine atanmıştı.

3.Prof.Cemil Koçak, Yarbay Mustafa’nın gözden uzak olması için Gelibolu içlerine sürüldüğünü ileri sürmekte. Hangi Alman komutanı tarafından hangi tarihte, açıklayabilir mi? 5.Ordu komutanı General Liman Von Sanders’i kastediyor olmalı. Eğer onu kastediyorsa,C.Armstrong’un
“Bozkurt” adıyla dilimize çevrilen kitabını merak edip okumuş olsaydı, kitabın 48.sayfasında, Mustafa Kemal’in istifasını geri alması için General Liman Von Sanders’in ikna etmeye çalıştığını “Mustafa Kemal’i çok beğendiğini” öğrenirdi. Alman yazar, Dietrich Gronau’un da “Mustafa Kemal Atatürk ve Cumhuriyetin Doğuşu” adlı ilginç kitabını da Prof. Cemil Koçak’ın merak edip okumadığı anlaşılıyor.

O kitapta da (sayfa 97) Mustafa Kemal’in yalnızca Türk ve Alman subaylarından oluşan kendi karargâhında değil, İtilaf Devletleri Başkomutanı Sir Ian Hamilton gibi rakiplerinde de büyük saygı ve hayranlık uyandırdığını” öğrenirdi. Her ne kadar kendisi saygı duymaktan yoksun düşmüşse de!

4.Prof.Dr.Cemil Koçak, Yarbay Mustafa’nın üç kişiyi bile yönetemeyeceğini ileri sürdüğü Mustafa Kemal’i Büyük Millet Meclisi bu denli becerisiz olduğu için mi Başkumandan” olarak seçti ve ordularımızı O’na teslim etme kararını aldı? 23 Nisan 1920 günü Büyük Millet Meclisi’nin Ankara’da kuruluşunu sağlayan kişi, Mustafa Kemal’dir. Padişah Vahidüd-din (Tutanaklarda adı böyle yazılı) İstanbul İşgal Kuvvetleri Komutanı General Harrington’un buyruğuyla kapattığı Meclisi Mebusan’ın ve Ayan Meclisinin üyelerinin bir bölümü, Ankara’ya sığınmıştı, Büyük Millet Meclisi’nde “milletvekili” olarak bulunmaktaydılar.

23 Nisan 1920 günlü o ilk celsede hiç kimse söz almamış ve ne yapıp neye karar vereceklerine ilişkin tek bir ses işitilmemişti. Sadece bir kişi ayağa kalkarak “Büyük Millet Meclisinin çalışabilmesi için “Encümenlerin” kurulması gerekir” demişti. Bu, Mustafa Kemal idi.2

Prof.Dr.Cemil Koçak’ın “üç kişiyi bile yönetemez” dediği Mustafa Kemal’in 9 Aralık 1920 günlü TBMM’nin gizli celsesin’de yazılarını “Milli Kahraman “ olarak imza eden Hacı Şükrü Bey’e bakınız neler söylemişti:

Hangi millet, kim vermiş sana bu sıfatı? Bana da Anafartalar kahramanı dediler. Arıburun kahramanı,dediler, Bitlis,Muş,Suriye kahramanı dediler,diye imzamı öyle mi atacağım. Binaenaleyh bu bir suiistimal (kötüye kullanma) dır.Kumandan diye nasıl imza atıyorsun. Sizin o kadar muhakemeniz olsaydı, ben sizi tevkif etmek isteseydim, ne için alıp ta buradan oraya götürecektim. Ben sizin hepinizi tevkif eder, idam eder ve öldürürdüm. Halbuki, sizi orada bıraktım.

Başkomutan Mustafa Kemal, becerisiz Yarbay Mustafa olarak kalsaydı böyle konuşur, bunları söyleyebilir miydi?

5.Prof.Dr.Cemil Koçak,Mustafa Kemal için,”Şansı yaver gitmeseydi, kahve köşelerinde emekliliğini geçirip gidecekti” diyebilmiştir. Bir üniversite üyesi, tarihsel olgu ve olaylara sırtını dönebilir ve temsilcisi olduğu tarih bilimini bu denli yadsıyabilir mi? Adı geçen bu öğretim üyesinin, Mustafa Kemal’in Samsun’a ayak bastığının 8.günü Sadrazamlık makamına gönderdiği yazıyı da merak edip incelemediği anlaşılıyor. Şunları yazmıştı:

Türkiye’nin tamamiyeti mülkiyesini muhafaza şartıyla Düveli Muazzamadan birinin müzaheretini temin merkezinde olduğu kayıt ve ihbar ediliyor. Şurayı Saltanat müzakeratını aynen neşreden 27 Mayıs 1335 (1919) tarihli İstanbul gazetelerinin tavziatına nazaran yalnız Sadık Bey’in ifadei tahririyesinde (yazılı açıklamasında) İngiltere himayesinin teklif olunduğu ve bunun heyeti umumiyenin fikri olduğu anlaşılıyor. Ajans ile gazetelerin neşriyatı arasındaki tezat, bazı taraflarca nazarı dikkati calip ve ajansın tahrifi hakikat selahiyetine cüreti cayi sual görülmüştür. İçinde bulunduğumuz hassas devirde artık her hakikatin kemaliyle müdrik ve bütün avakibi meş’umeye karşı en son fedakârlığı göze almak, muhafaza-i istiklaliyet-i millidir.

Sadrazam Damat Ferit, bu başvuru yazısına yanıt vermez. Yanıt Harbiye Nazırı Şevket Turgut paşadan gelecektir:

Maiyeti âlinizdeki istimbotlardan biriyle hemen buraya teşrifiniz rica olunur.8 Haziran 1335 (1919)

Prof.Dr.Cemil Koçak’ın “şansı yaver gitmeseydi, kahve köşelerinde emekliliğini geçireceğini” söylediği Mustafa Kemal bu kez, Padişah Vahidüddin’e durumu iletir; bakınız yazısını hangi tümceyle bitirir:

Eğer icbar edilirsem, memuriyeti acizanemden istifa ederek kemaken (eskiden olduğu gibi) Anadolu’da ve sine-i millette kalacağım ve vazaifi vataniyeme bu kerre daha sarih hatvelerle devam edeceğim. Ta ki, millet mazharı istiklal ve saltanat ve hilafeti muazzamayı hümayunları masunu indiras olsun.(yok olmaktan kurtulsun) 4

Kahramanlar şansı başkalarından beklemez, kendileri yaratırlar. Bunun kaynağında yer alması gereken nitelik ise, sadece tarih bilinciyle beslenen öz güven ve toplumsal yararın gerektirdiği tüm engelleri aşma cesaretidir. Mustafa Kemal’de bunlar vardı, o yıllarda Padişah dahil, hiç kimsede bu üstün nitelik mevcut değildi. .

6.Prof.Dr.Cemil Koçak’ın Çanakkale zaferini Almanların kazandığı savındaki yanlışlığa da değinmek gerekiyor. Tarih biliminin bir öğretim üyesi, kendisine saygı duymazsa, uğraş alanına da saygısını yitirir. Çanakkale utkusu, Mustafa Kemal’in dirayetinin, öngörü gücünün ve askeri dehasının ürünüdür. Bu gerçek, Aralık 1916’da İngiltere Parlamentosunda açıkça ifade edilmiş ve Winston Churchill hükümetten ayrılmak zorunda kalmıştır. Lloyd George’nin “Ordumuzun karşısına, tarihin yüz yılda bir yarattığı bir askerin çıkacağını nereden bilebilirdim” dediğini Prof. Cemil Koçak, Dietrich Gronau’un kitabını okusaydı öğrenirdi (s.97).

7.Çanakkale Utkusunun sonucu, “tüm dünyada İtilaf Devlet-lerinin askeri alanda beceriksiz olduğu izlenimi doğmuş; batı Karadeniz limanlarında deniz ticareti işlemez duruma gelen Çarlık Rusya’nın çökmesinde rol oynamıştır”5

Çanakkale Savaşının aslında bir destan olduğunu tarih danışmanı Peter Hart bakınız nasıl anlatıyor:

Anafartalar’daki Türk direnişi bilinmeyen bir destandı aslında. İnsanlar bugüne kadar Türk taburunun büyük başarısını anlayamadı. Tüm mevzilerini son ana kadar savundular, İngilizleri yakalayınca çarpışarak geri çekilip ağır zayiat verdirdiler ve karanlığın, çalıların içinde kayboldular.6

8.Çarlık Rusya’sında 1916-18 yılları arasında savaş tutsağı olan Teğmen Mehmet Arif’in (Ali Nejat Ölçen’in pederidir) anıları, Florida Üniversitesi tarafından İngilizceye çevrilerek “Vetluga Memoir” adıyla yayımlanmıştı. O belgesel anılarda, Rusya’nın Jandarma Komutanı, tüm Türk tutsaklarına tepeden bakarken, zavallı, ürkek ve çekingen biri olmuştu ve şunları söylüyordu o gün (1916):

Bizi mahvettiniz.. Siz Türkler, Rusların mezarını Çanakkale’de kazdınız.7

Sonuç:
1.Sabancı Üniversitesi’nde yakın tarihimiz böyle okutulmamalı ve böyle okutulmasına izin verilmemelidir. Bu yazımın Prof.Dr.Cemil Koçak’a iletilmesini rica ediyor, kendisinden yanıt bekliyorum. Bu yazdıklarımda bir küçük yanlışlık bulurlarsa kendisinden özür dileyeceğim.

2.Üniversitenizde bir öğretim üyesinin, Çanakkale Savaşını bu denli tersine çevirerek, bilime ve gerçeklere ters düşmesine nasıl müsamaha edildiğini anlayabilmiş değilim. Üniversiteniz öğrencilerinin zihinlerine böylesi yanlış ve gerçek dışı bilgilerin yüklenmesine sessiz kalınması karşısında ülkemiz ve öğrenim kurumunuz adına üzüntü ve kaygıya kapıldığımı belirtmeye gereksinim duymaktayım.

3.Bilim adamı, bir savını belge ile kanıtlamak zorundadır. O nedenle, 23 Ekim 2010 günlü konuşmasında ileri sürdüğü düşüncelerini belgeleriyle birlikte açıklamaya Prof.Dr.Cemil Koçak’ı davet ediyorum. Açıklamaktan kaçınması sonucuna kendisine yönelteceğim eleştirilere dayanıklı olması, en içtenlikli dileğimdir.

Saygılarımla
3 Ocak 2011

Kaynakça:

1.Kültür ve Turizm Bakanlığı,Çanakkale, Destan ve Abide, ISBN.975-17- 3158-5,2005.
2.Türkiye Sorunları kitap dizisi,TBMM’nin Gizli Celselerinde Mustafa Kemal, Ali Nejat Ölçen, Ekim 2009,sayı.78,s.7-10.
3.a.g.e.Şubat 2009, sayı 75,s.9
4.a.g.e. Kasım 2009,sayı 52,s.15-19
5.Ana Britanica,cilt 9,s.5. Ayrıca bakınız,Encyclopedia Internanonal, 7,p.483.
6.Tolga Örnek, Ekip Film, ISBN:975-98227-0-9,2005
7.Mehmet Arif Ölçen, Vetluga Memoir, University of Florida,15 Northwest 15th Street, Gainesville,FL,USA,p.211

Sabancı Üniversitesi Rektörü Prof.Dr.Nihat Berker’den aldığımız yanıt şöyleydi:

Sy.Dr.Ali Nejat Ölçen
Üniversitemize ilginiz için teşekkür ederiz. Söz konusu yayınlarda belirtildiği iddia edilen açıklamalar Sabancı Üniversitesi tarafından yapılmamıştır. Prof. Cemil Koçak da söz konusu açıklamalar için ekteki tekzip yazısını ilgili kurumlara yollamıştır. İyi günler dilerim.

Nihat Berker,Rektör.

****
Sabancı Üniversitesi Rektörü, eğer söz konusu tekzip yazısını okusaydı ya da yansız bir tarih uzmanına okuması için görev vererek yorum alsaydı, ne denli yanlışlıklarla yüklü olduğunu görecekti. O nedenle bir kez daha (bugüne kadar yanıt alamadığım) aşağıdaki yazıyı kendisine göndermeye gereksinim duydum:

Prof.Dr.
Sy.A.Nihat Berker
Sabancı Üniversitesi Rektörü
TUZLA-İstanbul
6 Ocak 2010

29 Aralık 2010 günlü e-mail iletinizle gösterdiğiniz yakın ilgiye teşekkürlerimi sunuyorum. Prof.Dr.Cemil Koçak, Üni¬versitenizin öğretim üyesidir ve yakın tarihimize ilişkin kanı ve yorumlarındaki yanlışlıklar üniversitenizi de ilgilendirir ve ilgilendirecektir. O nedenle, makamınıza durumu yansıtmamın amacı, Üniversitenizi böylesi ters bir yorumdan sakınmam nedeniydi. Tarih biliminin öğretim üyesi, tarihe ilişkin olay ve olguları, kanılarından bağımsız olarak öğrencilerine aktarmalı ve tarihle hiçbir zaman hesaplaşmamalıdır.

Kanımca, tarih “tez-antitez” çatışmasının sentezlerinden oluşur. Bu alanda bilgi sunan bir öğretim üyesi, ne tez’den ve ne de antitez’den yana olmadıkça, tarih biliminin gereğini yerine getirmiş olacaktır. Böyle bir savı, ekonomi tarihi için ileri süremem. Çünkü o, zamanın etkisi altındadır ve o kararlar tartışmaya ve hesaplaşmaya açıktır. Demokrasi ve çok partili siyasal yaşam, öylesi hesaplaşmayı olanaklı kılar.

Oysa siyasal tarih için geçmiş zamanı geleceğe aktaran bir öğretim üyesi, “doğru ve gerçeklik” düzleminin dışına çıkmamalıdır. Üniversitenizde yaptığı konuşmanın yanlış yansıtıldığını ileri sürerken, kendisi o konuşmasındakinden çok daha önce açık biçimde Mustafa Kemal’i küçümsemiştir: Mustafa Kemal Atatürk’ü küçültücü nitelemesini bilgilerine sunuyorum.

1.1915 tipik karanlık noktalardan biridir. Kamu oyunun uzun yıllar boyunca 1915 hakkında hiçbir fikri yoktu. Şimdi konuşuluyor. Atatürk’ün her hangi bir konudaki fikri nedir meselesinde de aynı şey geçerli.

1935 yılını karanlık nokta olarak nitelemenin bilimselliği ileri sürülebilir mi? 12 Ay 365 günden oluşan 1915’in kronolojisinde karanlığı, kanıtlayabilir mi?

2.Atatürk’ün 1923’de Kürtlere özerklik verilmesiyle ilgili söylediği sözler sansür edilmiştir, diyor Prof.Koçak.

Yanlış.Üniversitenizde bu sanal sorunun, benim de katıldığım bir panelde görüşülmesini uygun bulur musunuz? Üniversiteniz eğer her düşünceye açıksa!

3.Atatürk’ün hayatta olduğu dönemde 1920’lerde Kemalizm diye formüle edilmiş altı oktan ibaret bir şey var…Son derece ham, birbiriyle tutarsız görüşleri buluşturan eklektik bir ideoloji.

4.Atatürk ve Kemalizm denen şey içinde tutarsız bir çok öğeyi birbiriyle bağdaştırıyor. Ben bunu bir ideoloji olarak görmüyorum. Atatürk bir siyasetçiydi, Onu zamana ve yerine göre farklı şeyler söyleyebilen bir politikacı olarak görüyorum.

Sayın Rektör Prof.Dr.A.Nihat Berker, Mustafa Kemal Atatürk sadece (hem de tutarsız) bir siyasetçi midir? Onu böyle niteleyen bir öğretim üyeniz, üniversitenizin bilimselliğine gölge düşürmez mi?

Üniversiteniz ve Siz bir bilim adamı olmanızı Mustafa Kemal Atatürk’e borçlu değil misiniz? O bilge kişi devrimleri gerçekleştirmeseydi, Sabancı adında bir üniversite kurulabilir miydi? Değerli vaktinizi aldığım için beni bağışlayacağınız umuduyla saygılarımı sunuyorum..

****

Son Söz

Sy.Rektör’ün Prof.Cemil Koçak’a sahip çıkmaya çalıştığı anlaşılıyor. Öylelikle onu da Mustafa Kemal Atatürk karşıtı olarak nitelemek olanaklıdır. Aslında, üniversitelerin her düşünceye açık olması, gerçekleri yadsıyan ya da çarpıtan düşünceyi korumasını gerektirmemelidir.. Özellikle Tarih bili-mi, en objektif, yansız ve gerçekçi olması gereken akademik alanlardan biridir ve ileri sürülen savın tarihsel gerçeklerin kanıtlarına dayandırılması zorunluluğu vardır. Yalnız bilimselliğin değil, fakat aynı zamanda tutarlılığın, ciddiliğin de gereğidir bu.

Ne yazık ki, Sabancı Üniversitesinin Tarih bölümünde bilimin kırıntısına bile rastlayamadım.

BÖLÜM II

ERMENİ TEZLERİ YANLISI PROF. DR. FİKRET ADANIR

Değerli Dostlar,

İngiltere, Fransa, Amerika, Almanya gibi ülkelerin sanayici, tüccar, girişimci vatandaşları kendilerine para kazandıran, servetlerine servet katan halklarının aleyhine en küçük bir eylemde bulunmazlar. Zaten eşyanın doğasına da kapitalist sistemin özüne de aykırıdır bu.

Fakat, nedense, bizim ülkemizde bu olmazsa olmaz kurala asla dikkat edilmez. Bunun en ileri örneklerinden biri, Sabancılar’dır. Sahip olduklarının yanında, Türk halkına karşı kurulmuş olduğu artık su götürmez gerçek olan bir üniversitenin de sahibidir bu grup.Bu üniversitede yuvalanmış “profesörler” ellerinden geldiğince çaba harcarlar, bu ülkeyi ben de acaba neresinden vursam diye…

Şimdilik son örnek, Prof. Fikret Adanır.
Üstelik Prof. Adanır okuduğunu da anlamayan bir “hoca”! Almanya’da bir paneldeki sözlerini bizlere aktararak bilgilenmemizi sağlayan Saygın Başkonsolos Ülkü Başsoy’un kendisi hakkındaki “Konuşmacılar içinde en haksız, hatta sapık değerlendirmeleri Sabancı Üniversitesi Öğretim üyesi Fikret Adanır yaptı” sözlerini bile kimin söylediğini algılayamamış, kişileri karıştırmış, “Bu hanımefendi – sağ olsun – sapıklığıma varıncaya kadar döküp döküştürmüş” diyor. (ekte)

Ermeni meselesinde polemik başlatmak istemiyormuş ama düşünceleri ortadaymış, isteyen kitaplarını alsın okusunmuş. Katıldığı, konferans değil, panelmiş, ne söylediğini de anımsamıyormuş…ses kaydını yapan varsa, ondan edinilebilirmiş…Bu topraklardan ve insanlarından nefreti, Adanır’ın gözünü öylesine döndürmüş ki, “2) …eğer 1915 tehciri/soykırımı vuku bulmamış olsaydı, Küçük Asya’da bir Büyük Ermenistan kurulmuş olur ve Türkiye haritada bugünkü haliyle görülemezdi.” diyebiliyor!

Prof. Adanır ayrıca 21.06.2009 tarihli Milliyet gazetesi ile bir söyleşi yapmıştı. Orada düşüncelerini açık açık anlatmış,fakat -nedense-biraz ürkek anlatmış, rahat değil. “Soykırım vardır da diyemem, yoktur da diyemem” tarzıyla “kasaptaki ete soğan doğramayanı” anımsatıyor, değil mi?

Bunları iyi, hem de çok iyi tanımak gerekir.

Dostlukla,
Lâle Gürman

***

21.06.2009 tarihli Milliyet gazetesinden:

– 1915’e dair ikisi de 2000’de yazılmış iki makaleniz var. Birincisinde 1915’in daha çok “kaos” ortamında yaşanmış bir olay olarak ele alınması gerektiğini, ikincisinde ise bunun kesinlikle bir “etnik temizlik” olduğunu söylüyorsunuz. Aradaki bu farkın sebebi nedir?

Çünkü ikinci söylediğiniz yazıyı ben yalnız yazmadım, öğrencim Hilmar Kaiser’le beraber yazdık. Kaiser, İstanbul Başbakanlık Arşivi’ndeki Dahiliye Nezareti’nin şifre kalemi kaynaklarını ilk kullananlar arasındadır. O yazının daha çok çerçevesi ve göçler bölümü benim kalemimdendir. 1915 olaylarını anlatan bölüm ise aşağı yukarı tamamen benim o zamanki öğrencimin yazısıdır.

– Altında sizin de imzanız var?
Tabii, çünkü orada öne sürülen fikirleri ben de kabul ediyorum.

– Yani siz de “1915 bir soykırımdı” diyorsunuz?
Evet, ben kendim de soykırım sözcüğünü bazen kullanıyorum. Hatta daha ziyade “etnik temizlik” diyorum. Ancak bunu tarihi sorumluluk anlamında kullanıyorum, hukuki anlamında değil. 2005 Ermeni konferansında da söyledim; “Soykırım sözünü ben bazen kullanırım. Ama Türkiye hükümetlerinin soykırım suçlamasını kabul etmemelerini anlayışla karşılıyorum. Hatta kabul etmemeleri gerektiğini söylüyorum” dedim.

– Peki sizce tam olarak ne oldu 1915’te?
1915’te Anadolu’da Ermeni kalmadı. Ve bu büyük bir olaydı, büyük bir katastroftu. Mesela benim de imzaladığım “Özür kampanyası”nda buna “Büyük felaket” deniyor.

– Siz o kampanyada “soykırım” kelimesini isteyerek mi kullanmadınız, yoksa ferâgat ederek mi?
Ben şahsen metni yazan arkadaşlar arasında yoktum.

– O metinde soykırım kelimesi geçse imzalamaz mıydınız?
Belki imzalamazdım. Çünkü dediğim gibi benim bu kelimeyi yazdığım da oluyor, ama bazen de yazmıyorum.

****

Lâle Gürman’ın hakkımda yazdıklarıyla ilgili yanıt:

Bu hanımefendi – sağ olsun – sapıklığıma varıncaya kadar döküp döküştürmüş. Belki köşe yazarlığı ya da TV programcılığı yapmadığım, herhangi bir üniversitede ders vermeyi yıllar önce bırakmış olduğum, düzenli bir şekilde gazete de okumadığım için, doğrusu haberim olmamıştı, Cemil Koçak’ın kaleme aldığı yanıt sayesinde öğrenmiş oldum.Şimdi hiç kimseyle bir polemik başlatmak ya da kimseye tekzip göndermek niyetinde değilim. Ermeni Meselesi konusunda ne düşündüğüm, yayınlanmış yazılarımda apaçık belirtilmiştir, isteyen okuyabilir:

• ”Die Armenische Frage und der Völkermord an den Armeniern im Osmanischen Reich: Betroffenheit im Reflex nationalistischer Geschichtsschreibung”,Erlebnis Gedächtnis – Sinn: Authentische und konstruierte Erinnerung, eds. H. Loewy; B. Moltmann (Frankfurt am Main & New York: Campus, 1996), 237-263.

• ”Le génocide arménien? Une réévaluation”, L’Actualité du génocide des Arméniens, eds. by H. H. Ayvazian et al. (Créteil, France: Edipol, 1999), 405-418.

• ”Armenian Deportations and Massacres in 1915″, Ethnopolitical Warfare: Causes, Consequences, and Possible Solutions, eds D. Chirot & M. E. P. Seligman (Washinton D.C.: American Psychological Association, 2001), 71-81.

• ”Die Aufarbeitung der osmanischen Armenierpolitik in der Republik Türkei”,Vertreibungen europäisch erinnern? Historische Erfahrungen – Vergangenheitspolitik – Zukunftskonzeptionen, eds. Dieter Bingen et al. (Wiesbaden: Harrassowitz, 2003), 59-65.

• ”Bevölkerungsverschiebungen, Siedlungspolitik und ethnisch-kulturelle Homogenisierung: Nationsbildung auf dem Balkan und in Kleinasien, 1878-1923″,Ausweisung – Abschiebung – Vertreibung in Europa. 16.-20. Jahrhundert, eds. Sylvia Hahn, Andrea Komlosy & Ilse Reiter (Innsbruck-Wien-Bozen: StudienVerlag, 2006), 172-192.

• ”Die historiographische Kontroverse über die Armenische Frage und den Völkermord an den osmanischen Armeniern im Ersten Weltkrieg”, Turkey in the Twentieth Century (=Philologiae et Historiae Turcicae Fundamenta 4), ed. Erik-Jan Zürcher (Berlin: Klaus Schwarz, 2008), 213-254.

• ”Kıyım, Soykırım ve Tarihçilik”, İmparatorluğun Çöküş Döneminde Osmanlı Ermenileri: Bilimsel Sorumluluk ve Demokrasi Sorunları, ed. Fahri Aral (İstanbul: İstanbul Bilgi Üniversitesi Yayınları, 2011), 31-42. Ayrıca hazırlamakta olduğumuz şu derleme kitap içindeki yazılarıma da bakılabilir:

• 1915: Siyaset, Tehcir, Soykırım, eds. Fikret Adanır & Oktay Özel (İstanbul: Tarih Vakfı Yayınları, 2015) Hamburg’taki “konferans” konusuna gelince, önce bunun bir konferans değil, bir “Podiumsdiskussion”, yani “panel” olduğunu belirtmek isterim. (Bkz. http://www.aai.uni-hamburg.de/tuerkeieuropa/TEZ-EinladungPodiumsdiskussion.pdf) Bir başka deyişle, panele katılanların elinde önceden hazırlanmış bir metin yoktu. O nedenle çeşitli sorulara yanıt verirken, kelimesi kelimesine ne söylediğimi şimdi hatırlamıyorum (O tartışmaları teype kaydeden olmuşsa, ne söylenmiş olduğu rahatlıkla açığa çıkarılabilir.) Ama genel hatları ile şu mealde birşeyler söylediğimi hatırlıyorum:

1) 19. yüzyılda Kafkasya’dan Anadolu’ya sürgünler ve göçler ya da 20. yüzyılda Balkan Müslüman nüfusunun uğradığı kitlesel sürgün ve katliamlar için “soykırım” kavramı kullanılırsa, aynı kavram Ermeni tehciri için de kullanılabilir;

2) milliyetçilik ideolojisi Osmanlı devletinin ya da Türklerin icadı değildir; Türk milliyetçiği daha çok Yunan ve Ermeni ulus-devlet kurma projelerine karşı bir tepki karakteri taşır; eğer 1915 tehciri/soykırımı vuku bulmamış olsaydı, Küçük Asya’da bir Büyük Ermenistan kurulmuş olur ve Türkiye haritada bugünkü haliyle görülemezdi.Bir de “Nobel ödülü” meselesi var, onu hatırlamamam mümkün değil. Tartışmaların sonunda yanıma yaklaşan birkaç genç ile ben yaşlarda arkadaşlardan oluşan bir grup, benim de bundan böyle Nobel ödülünü – artık bu ödülü daha önce almış kimi kastettilerse – hak ettiğimi söylediler, yani maddî çıkar karşılığı görüş bildirdiğimi imâ ederek, düpedüz hakarette bulundular. Sadece üzüldüm.

Prof. em. Dr. Fikret Adanır
Sabancı Üniversitesi

This entry was posted in ATATURK, ERMENİ SORUNU. Bookmark the permalink.

Leave a Reply

Your email address will not be published. Required fields are marked *