Juan Salvador Adında Bir Penguen Yetkin Report – Utku Perktaş / 16 Eylül 2025,

1991’te petrol sızıntısına maruz kalıp çevre gönüllüleri tarafından kurtarılan 2000 penguenden biri (Foto: WildLifeConservation Network)

Yetkin Report – Utku Perktaş / 16 Eylül 2025


Bugün dünyanın farklı coğrafyalarında otoriter rejimler, geçmişin tortularını yeniden üretiyor. Gençler, üniversiteler, toplumun geniş kesimleri umutla korku arasında sıkışmış durumda. İşte tam böyle bir dönemde, 1970’lerin Arjantin’inde bir öğretmenin ve bir penguenin hikâyesi, tarihin kirli yüzüyle nasıl yüzleşebileceğimizi ve yarına nasıl umut taşıyabileceğimizi hatırlatıyor.

Bir Enkazdan Umuda

Onu ilk kez gördüğümüzde bir enkaz gibidir: denizden çıkarılmış, katrana bulanmış, nefes almakta zorlanan bir penguen. İnsan tarafından kirletilen doğada  ölümün kıyısına sürüklenmiş bir canlı. Tom Michell’in karşısına çıkan  pengueni hayata döndürmesi yalnızca bir kurtarma hikâyesi değil, tarihsel tortularla yüzleşmenin de metaforudur. Çünkü kirlenmiş bir beden, geçmişin kirleriyle boğulmuş bir toplumdan farksızdır.

Michell’in Arjantin’de yaşanmış gerçek bir olayın hikayesini anlatan romanından uyarlanan aynı adlı film,  1976’da başlayan askeri cunta döneminin kayıplar, işkence ve sessizlikle dolu ortamında geçer.  Tıpkı denizi kirleten petrol gibi,  insan eliyle üretilmiş  bir karanlıktır sözkonusu olan. Karanlık dönem 1976’da Arjantin’de ordunun yönetime el koymasıyla başlar. “Ulusal Yeniden Yapılanma Süreci” adı verilen bu dönem, aslında kitlesel bir baskı rejimidir. Binlerce kişi kaçırılır,  işkence görür, “kaybolur.” Bu kayıplar için bugün hâlâ desaparecidos deniyor. Rejim muhaliflerinin bebekleri ailelerinden  sistemli biçimde  çalınarak başka ailelere verilir. Resmî rakamlarla 9.000, insan hakları örgütlerine göre ise tahminen  30.000 insan bu süreçte ortadan kaybolur. Üniversitelerden gazetecilere, sendikalardan sanatçılara kadar toplumun her alanı susturulur. Bu, sadece siyasi bir iktidar değişimi değil; toplumsal belleğin kirlenmesidir.

Tom, başlangıçta apolitik kalmayı seçmiş bir yabancı öğretmendir. Onun apolitik duruşu aslında dönemin birçok aydınının yaşadığı bir ikilemle örtüşür: Sessiz kalmak mı, yoksa risk alıp karşı çıkmak mı?  Film bu çelişkiyi tam çözemiyor; ama belki de gerçek hayatın da bize söylediği şey tam olarak bu: umut hiçbir zaman kusursuz bir kurgu değil, hep yarım kalmış bir onarım hareketi. Umut burada bir destan değil; küçük, kırılgan, ama geleceğe sızmayı başarabilen bir ihtimal.

Geçmiş- Bugün- Gelecek

Bugün farklı coğrafyalarda, Latin Amerika’dan Orta Doğu’ya, Avrupa’dan Amerika’ya kadar, benzer bir tablo görüyoruz:  korku iklimi, otoriterleşme, sessizlik ya da daha inceltilmiş biçimleriyle ifade özgürlüğünün bastırılması. Geçmişin tekrarı gibi işleyen bu döngü, hep aynı soruyu gündeme getiriyor: Gelecek, gerçekten geçmişin bir tekrarı mı?

Ama işte Tom’un hikâyesinde bir ama var. Bir pengueni kurtarmak, dünyayı değiştirmiyor belki; ama bugünün küçük seçimi, yarının tarihine farklı bir iz bırakabiliyor. O küçük jest, büyük yapılar karşısında bile umudun tamamen silinmediğini kanıtlıyor. Yıllar sonra, başka bir penguenle karşılaştığında yazar şunu da öğreniyor: hiçbir penguen tek başına özgürlüğe salınamaz; mutlaka bir diğeriyle birlikte bırakılmalıdır. Dayanışma olmadan özgürlük de eksik kalır.

Geleceği düşünürken elimizde üç hat var: geçmişin tekrarı, bugünün seçimi ve yarının tarihi. Geçmiş, bütün ağırlığıyla kendini tekrar etmeye meyleder; bugünün seçimleri, bu tekrarı kırma ihtimali taşır; yarının tarihi ise, işte bu iki hattın geriliminden doğar. Bir pengueni petrol atığından temizlemek, belki dünyanın gidişatını değiştirmez. Ama o küçük eylem, bize şunu hatırlatır: tarih doğrusal değildir; kırılmalar, çatlaklar ve özgür seçimlerle biçimlenir. Yarın, dünün zorunlu tekrarı değil; bugünün özgür seçimlerinin ürünü olabilir.

Sessizliğin Penguenleri

Türkiye’de ise penguen bambaşka bir simgeye dönüştü. 2013’te Gezi Parkı protestoları sırasında bir medya kuruluşu ekrana bir penguen belgeseli koydu. O günden sonra penguen, toplumun gözünde ‘sessizliğin’ ve ‘örtmenin’ sembolü haline geldi. Arjantin’de Juan Salvador bir sınıfa umut taşırken, Türkiye’de penguenler medyanın suskunluğunu simgeliyordu. Bu iki hikâye arasındaki tezat, aslında aynı soruyu yineliyor: Tarih doğrusal bir çizgide mi ilerliyor, yoksa farklı coğrafyalarda farklı biçimlerde mi tekrar ediyor?

Eduardo Galeano, Aynalar’da şöyle yazar:
“Tarih, hiç kimsenin konuşmadığı bir dildir. Onu susturmak isteyenler çoktur, ama tarih susmaz: bizleri arar, bizden hesap sorar, bizden yeniden yazılmayı bekler.”

Belki de Juan Salvador’un hikâyesi tam da budur: susturulmak istenen bir zamanda tarihin yeni bir dili. Katranın altından çıkan o küçük beden, bize geçmişin tekrarıyla yetinmek zorunda olmadığımızı, bugünün seçimleriyle yarına yeni bir sayfa açabileceğimizi hatırlatır.

This entry was posted in AKIL FİKİR YAZILARI. Bookmark the permalink.

Leave a Reply

Your email address will not be published. Required fields are marked *