‘Mavi Vatan’ın mimarı uyarıyor:
NATO başarısız oldu ve AB
Türkiye’ye diz çöktürmek istiyor
TheCradle.co – Ceyda Karan – 11 NIS 2025
Türkiye’nin Mavi Vatan doktrininin mimarı Cem Gürdeniz, NATO’nun çökmekte olduğunu ve bir yandan kendi içinde bir gerileme ve diğer yandan da askeri açıdan önemsiz bir konuma düşme tehlikesiyle karşı karşıya olan AB’nin Türkiye’nin stratejik konumunu istismar etmeye çalıştığı uyarısında bulunuyor. Türkiye’nin şartlarına uygun, bağımsız ve Avrasya ile uyumlu bir gelecek çağrısı yapıyor.
21’inci yüzyılın ikinci on yılında yaşanan sarsıntılı jeopolitik değişimler, küresel güçleri Türkiye’nin Avrasya içindeki konumunun önemini yeniden değerlendirmeye yöneltti. Washington’dan Moskova’ya, Brüksel’den Pekin’e bu giderek artan yöneliş, Batı bloğunun başta Ukrayna olmak üzere bir dizi stratejik yenilgiyle sarsılmasıyla daha da yoğunlaştı.
Türkiye’de Cumhurbaşkanı Recep Tayyip Erdoğan yönetiminin jeopolitik yönelimi yirmi yılı aşkın bir süredir hem yurtiçinde hem de yurt dışında hararetli tartışmalara konu olmaya devam ediyor. Bugün bu tartışma daha da şiddetlenmiş durumda.
Türkiye’nin dış politika yönü yeni bir önem kazanıyor. Trump’ın Beyaz Saray’a geri döndüğü, NATO’nun askeri sicilinin darmadağın olduğu ve AB’nin içten içe çürümeye başladığı bir dönemde Türkiye’nin stratejik tercihleri artık sınırlarının çok ötesinde bir ağırlık taşıyor.
Brüksel’den gelen son sinyaller, onlarca yıllık geciktirme, geri çevirme ve siyasi manipülasyonun ardından Türkiye’nin AB rotasını en azından güvenlik bağlantısıyla yeniden canlandırmaya yönelik yeni bir hamleye işaret ediyor. Bu açılımlar, NATO’nun ikinci büyük ordusuna sahip olan Türkiye’nin Batılı başkentler tarafından bir ortak olarak değil, yükselen Avrasya güçlerine ve bölgesel istikrarsızlığa karşı bir tampon bölge olarak görüldüğü bir dönemde gerçekleşiyor.
“Mavi Vatan” doktrininin mimarı ve Türkiye’nin en önde gelen jeopolitik beyinlerinden biri olan emekli Tümamiral Cem Gürdeniz bu konuda derin kuşkulara sahip. Bağımsızlıkçı bakış açısı, Kemalist duruşu ve Batı’nın yeni sömürgeci etkisine şiddetle karşı çıkmasıyla tanınan Gürdeniz, Türkiye’nin geleceğini gerilemekte olan Batı’ya bağlamasına karşı uzun zamandır uyarılarda bulunuyor.
FETÖ tarafından yürütülen meşhur “Balyoz” davasında uydurma suçlamalarla 3,5 yıl hapis yatması da dahil olmak üzere yaşadığı deneyimler, Türkiye’nin bağımsız ve Avrasya’ya uyumlu bir rota çizmesi gerektiği yönündeki görüşünü daha da sağlamlaştırdı.
Gürdeniz, The Cradle ile yaptığı bu kapsamlı söyleşide, küresel güçlerin yeniden şekillenmesini, Batı Asya’daki neocon politikasının başarısızlıklarını, ABD liderliğindeki sistemin ekonomik çöküşünü ve Türkiye’nin artık ulusal çıkarlarına hizmet etmeyen Transatlantik yapılara dahil olmaya devam etmesinin tehlikelerine ışık tuttu.
The Cradle: ABD’de Donald Trump’ın başkanlığıyla birlikte Batı hegemonyasındaki kırılmalar iyice belirginleşti. Ortadoğu’dan Asya’ya uzanan derin yarılmalar yaşanıyor. Günümüzün jeopolitik kırılmalarını nasıl anlamalıyız?
Cem Gürdeniz: 1945 sonrası Sovyetler ile karşılıklı denge üzerine kurulan sözde Amerikan Barışı (Pax Americana) ile anılan dünya düzeni ilk değişimi 1990 yılında Sovyetler Birliğinin yıkılması ve Avrupa’nın jeopolitik haritasının ABD ve AB lehine değişmesiyle yaşadı. 1990 sonrası yaşananlar dünyayı her alanda büyük kriz ve savaşlara sürükledi.
Şüphe yok ki ikinci düzen değişimi 20 Ocak 2025 tarihinden sonra Trump dönemi ile başladı. Nasıl ki Sovyetler 1990 sonrası kendi iradeleri ile Orta ve Doğu Avrupa’daki Varşova Paktı etki alanından ayrılıp, 1991 sonrası Sovyetler Birliğini dağıtmışlarsa, ABD de Avrupa’daki siyasi, askeri ve ekonomik güce dayalı etki alanını 1945’ten 80 yıl sonra terk ediyor. Bunun bir anlamı da ABD’nin 1945 sonrası İngiltere’den devraldığı kenar kuşak jeopolitik paradigmasında ağırlık merkezini Avrupa’dan Asya Pasifik yani Çin’i çevreleyecek alana kaydırmasıdır.
The Cradle: Daha düne kadar neocon’ların belirleyici olduğu paradigma neden ve nasıl bu şekilde değişti?
Cem Gürdeniz: Gerçekte 1990 sonrası 35 yıl devam eden ABD liderliğindeki küresel düzen Trump’ın ikinci başkanlık dönemi ile bölgeselleşen yeni bir evreye girdi. Trump, 1945 sonrası oluşan jeopolitik yapıyı bir anda değiştirdi. Gerek alınan siyasi/askeri kararlar gerekse ekonomik önlemler Sovyetler Birliği’nin çöküş döneminde yaşananlara benziyor. Günümüzdeki baş döndüren düzen değişimi gelişmelerini anlayabilmek için jeopolitik eksen; imalat ve finans perspektifinden ekonomiler, teknolojik gelişmeler; ticaret rotaları ve İsrail’in jeopolitiği toplu halde değerlendirilmelidir.
Soğuk savaş bittiğinde ABD ve Anglosakson dünya liderliğinde kapitalist liberal demokrasi döneminin zaferi ile geldiği ve dünyanın tek kutuplu Amerikan Barışını kabul etmesi dayatıldı. Bazıları bunu tarihin sonu olarak ilan etti. Bu sistemde değerli araştırmacı Doçent Volkan Özdemir’in ‘’Yenilenen Dünyada Türkiye’’ isimli kitabında (Kırmızıkedi yayınları 2025) belirttiği görev paylaşımı olarak ‘’ABD ve başta İngiltere olmak üzere kollektif Batı finansı, Çin imalatı kontrol edecek, başta Rusya ve Arap devletleri ile kaynak zengini diğer devletler hammadde akışını sağlayacaktı. ABD ise bu sistemi kendi çıkarlarına göre borçlandırma, yaptırımlar, ambargolar, dayatma ve gerekirse işgaller yoluyla şekillendirecekti.’’
Bu süreçte beklenmedik yol kazaları oldu. Birincisi Amerikan askeri gücü yeni sistemi dayatamadı. Bu gücün işgal ettiği her yerde barış ve refah yerine kan ve yıkım geldi. İkincisi Yeltsin döneminde ABD’ye boyun eğen ve sömürgeleşen Rusya, Putin sonrası toparlandı ve 2008 sonrası askeri gücü ile direnişe geçti. Bu direniş diğer ülkelere örnek oldu. Üçüncüsü, Çin batı karşısına sadece gücünü imalattan ve teknolojik ilerlemeden alan ekonomik büyümesi ile değil aynı zamanda açık deniz ve okyanuslara büyük bir donanma gücü ve Kuşak ve Yol girişimi ile çıkan bir devlet oldu. Dördüncüsü Rusya ve Çin 2022 sonrası ABD’nin kâbusu olacak şekilde Asya’da her alanda yakınlaştı. Beşincisi Rusya 2024 sonrası Arktik Kuzey Rotasını dünya ulaştırma ağlarına ekledi. Ancak tek farkla bu rota 200 yıllık Anglosakson deniz hegemonyası kontrolü dışındaydı. Altıncısı Rusya Ukrayna savaşı 3. Yılının sonunda Rusya NATO savaşına dönüştü ve NATO yenildi. Yedincisi, ABD İsrail’in soykırıma varan Gazze müdahalesinde açık taraf oldu ve savunduğu kural temelli dünya düzenine en büyük zararı veren devlet olarak hem itibarını kaybetti hem de küresel güneyi karşısında buldu.
İşte tüm bu gelişmeler çöken ABD sistemini yeni bir durum muhakemesine zorladı. Trump’ın tarihin akışını değiştirecek kararlar almasının kök nedenleri bunlardır
The Cradle: Trump ve MAGA ekibine yönelik çok farklı analizler yapılıyor. Reflekslerini nasıl anlamalıyız?
Cem Gürdeniz: Trump ve kurmayları, Biden ve neocon kurmaylarının 3 yıllık Rusya Ukrayna savaşında NATO’nun Ruslara karşı yenildiğini görüyor. ABD ve Avrupa’dan 177 milyar dolar destek alan Zelensky 500.000’den fazla Ukraynalının hayatını feda etti. 7 milyondan fazla Ukraynalı ülkeden kaçtı. Ukrayna’nın geniş tarım arazileri ve nadir metal kaynaklarının bulunduğu alanları kaybetti. Amerikan ana karasından deniz yolu ile hiçbir engelle karşılaşmadan Avrupa limanlarına intikal ettirilen harp lojistiğinin Avrupa harp lojistiği ile bütünleştiği halde Rusya geri adım atmadı.
ABD’nin Rusya ile savaş ve yaptırımlardan kaynaklanan 350 milyar dolar ticari kayıp ve de 100 milyar dolara yakın heba olan askeri ve ekonomik yardım ile Avrupa’ya verilen 300 milyar dolar ticaret açığı üst üste koyulunca 1 trilyon dolara yakın bir kambur ortaya çıktı. O zaman ABD kasasından çıkan bu parayı kim kazanıyor? Amerikan küreselcileri ile İngiliz müesses nizamının etkisindeki liberal kapitalist oligarşi.
Trump ve MAGA ekibi, 1980 sonrası küreselciler ve liberal kapitalist şirket temsilcileri üzerinden uyguladığı bu modelin artık fayda sağlamadığını gördü. ABD yönetimi, Trump sayesinde bu modele dur diyor.
Bir değer temel sorun da ABD’nin, artık yeterince üretemiyor olması. 1945 yılında dünyada imalat sanayiinde %50 payı olan ABD’nin bugünkü payı %16. En büyük rakibi Çin 1945’te %1 bile üretemezken bugünkü payı %32. ABD, Borç stokları 34 trilyon dolarlık hacim ile idare edilemeyecek boyutlara geldi. Bu borcun üçte biri Çin ve Suudiler gibi yabancı yatırımcıların elinde. ABD hükümetinin borcu için yıllık faiz ödemeleri şu anda 1 trilyon dolara yaklaştı. ABD borcu artarken gelirlerini artıramıyor. ABD, %6’lık bütçe açığını kapamak için sürekli olarak hazine bonosu satıyor.
Diğer yandan İran ve Rusya’ya karşı uygulanan tek taraflı zorlayıcı ekonomik yaptırımlar nedeni ile dolardan kaçış da devam ediyor. Rusya’nın SPSF, Çin’in CIPS gibi sistemler üzerinden doların uluslararası ticarette kullanımı dörtte bir oranında azalmış durumda. 1929 buhranına benzer koşullar oluşuyor.
The Cradle: Bütün bu gelişmelerde Batı Asya’ya yönelik neocon ajandanın payı nedir?
Cem Gürdeniz: ABD, herhangi potansiyel düşmana karşı “önleyici” savaşı yetkilendiren 1991 Wolfowitz Doktrininde ve 21. yüzyılın başlarında Bush II ve Obama yönetimleri tarafından ortaya konulan tüm askeri cephelerde küresel askeri hakimiyet niyetlerini ortaya koyan neocon jeopolitiğinin etki altında ağırlığını İsrail çıkarlarına yönelterek Ortadoğu’nun şekillendirilmesine harcadı. Bu arada NATO, 1999 sonrası Rusya’nın sınırlarına doğru ilerledi. 1991 sonrası İsrail’e ve Siyonizm’e karşı duran devletleri teker teker işgal etti. Irak, Libya, Suriye, Sudan, Somali 2003-2025 arasında Amerikan askeri gücü ile İsrail güvenliğine yönelik jeopolitik şekillenmede kurban olan ülkeler oldular.
Neoconlar daha sonra Ortadoğu’da elde ettikleri başarıyı Rusya’nın parçalanması ve zayıflatılmasına harcadılar. 2004 yılından yani 3 Baltık devleti ile Romanya ve Bulgaristan’ın NATO üyeliğinden sonra Ukrayna ve Gürcistan bu hareketlenmeden payını aldı. Her iki devlette Turuncu devrim denemeleri yaşandı. ABD her iki ülkenin de NATO üyesi yapılacağını 2008 NATO Zirvesinde açıkladı ve Rusya müdahale etti. ABD, 2008 yılında Rusya’yı Gürcistan üzerinden kışkırttı ve Gürcüler 8 Ağustos 2008 günü Güney Osetya ve Abhazya’yı kaybetti. 2014 yılında aynı kışkırtmayı bu kez Ukrayna üzerinden yaptılar ve 18 Mart 2014 günü Ukrayna, Kırım’ı kaybetti. Halbuki bu kışkırtma olmasaydı Kırım’a Rus müdahalesi olmazdı. 21 Nisan 2010 Kharkiv anlaşması ile Kırım’daki Sivastopol Üssünün 2047 yılına kadar kiralanma işlemi tamamlanmıştı.
ABD, 2019 yılında, 11 Eylül 2001 tarihinden itibaren dünyaya ilan ettiği Terör ile Küresel Savaş (GWOT) paradigmasını terk ederek Büyük Güçler Rekabet Döneminin başladığını ilan etti. Trump döneminde başlatılan bu yeni paradigma, 2021 sonrası Biden liderliğindeki neocon demokratların iktidarında Rusya’nın NATO genişlemesi üzerinden kışkırtılarak Ukrayna Savaşının çıkarılması; Tayvan kışkırtılarak Batı Pasifik’te Çin ile tırmanmanın artırılmasını tetikledi. Biden döneminin neoconları Rusya Ukrayna savaşı üzerinden AB ve NATO’yu ABD’ye tam bağımlı kılmak ve Rusya’ya zarar vererek büyük güçler rekabet döneminde Avrasya’da avantaj elde etmeye çalıştı. Ancak ABD jeopolitiğine 1945 sonrası en büyük zararı verdi. Rusya ile Çin her alanda işbirliği ve stratejik ortaklığa yöneldi.
The Cradle: Trump ve ekibi şimdi nasıl bir yeni denge oluşturmaya çalışıyor?
Cem Gürdeniz: Trump’ın ilk 60 gününde icra ettiklerine bakarsak ABD’de küreselci neoconlara karşı büyük bir savaşın başlatıldığını görüyoruz. Benzer bir savaşın Londra merkezli liberal kapitalist küreselci oligarşiye de yöneldiğini görüyoruz.
Brzezinski 1997’de yazdığı Büyük Satranç Tahtası isimli kitabında ABD için en kötü senaryonun Rusya ve Çin yakınlaşması olduğunu söylüyordu. Biden iktidarı bunu sağladı. Trump bu durumdan kurtulmak istiyor. En azından Rusya ile yakınlaşmak yerine bir Çin- ABD ihtilafında en azından Rusya’nın tarafsız kalmasını sağlamak istiyor. ABD savunma bakanı Hegseth, 12 Şubat 2025 NATO Savunma Bakanları toplantısında şöyle demişti:” Pasifik’te Avustralya, Japonya, Filipinler, Singapur ve Güney Kore ile birlikte olsak dahi Çin’i dengeleyemiyoruz.” Dışişleri Bakanı Rubio da ‘’ikinci Dünya Savaşı düzeninin öldüğünü’’ söylüyor.
Bu düzenin ABD’nin refahına katkı sağlamadığı tam aksine Avrupa’nın ve NATO’nun çıkarına olduğunu gördüler. Diğer yandan AB ve İngiltere ABD’nin hem Çin hem Rusya ile mücadele etmesini ve fakat kendilerinin refah devletleri olarak yola devamını ve aynı zamanda ABD’ye 300 milyar dolar ticaret fazlası verecek kadar ihracata devam etmesini istiyor. Trump şimdi Avrupa’ya “buraya kadar” dedi.
The Cradle: Gerçekten de Avrupa kanadı ABD’nin kendilerini terk edeceği endişesini yansıtıyor. Ukrayna’daki yenilgiye rağmen savaşı sürdürmeye çalışıyorlar. ABD’nin geri çekilme olasılığı NATO bağlamında da rahatsızlık kaynağına dönüşüyor. Bu resimde Avrupa’nın durumunu nasıl anlamalı?
Cem Gürdeniz: NATO, ABD önderliğinde, Sovyetler Birliği’ni batı Avrupa’dan uzak tutmak ve Avrupalı güçler arasındaki-özellikle (İngiltere, Fransa ve Almanya)- yüzyıllardır süren rekabeti bastırmak için kuruldu. İttifak soğuk savaş boyunca bir arada kaldı ve Sovyetler çöktükten sonra Rusya’ya verilen sözlerin aksine doğuya doğru genişledi. Soğuk Savaş bittiğinde 16 üyesi olan NATO bugün 32 üyeye sahip. NATO ayrıca soğuk savaş sonrası BM kararları olmaksızın Kosova ve Libya başta olmak üzere pek çok yerde ve zamanda ABD çıkarlarının bir aracı olarak kural dışı kullanıldı. Bu yönü ile NATO dünyadaki pek çok ülke için barışı değil krizleri çağrıştıran bir örgüte dönüşmüş durumda.
ABD, 1949-2025 arasında Avrupa devletlerine koruma sağlamanın karşılığını ekonomik kazanç ve etki alanları ile geri alıyordu. Ancak Trump dönemi bu çarkın artık işlemediğini gördü. ABD yatırımının karşılığını alamadığı gibi özellikle Ukrayna Rusya savaşı sonrası kendisinin de hızla zarar görmesine neden olacak karşılıksız bir sürece girildiğini gördü.
Yeni küresel güvenlik mimarisi oluşmadığından bugün için AB de kararsız bir durumla karşı karşıya. En kötüsü ABD’nin açıkça kendilerini terk etmesine rağmen halen tüm hesapları ABD yardımının gelebilme ihtimali üzerine yapıyorlar. Halbuki ABD tek başına Çin’i dengeleyemiyor. ABD ve Rusya gelecekte yakınlaşırlarsa AB’nin durumu çıkmaza girebilir. Böyle bir durumda AB ile Çin yakınlaşması bile söz konusu olabilir. Bugünün şartlarında ABD’nin Avrupa’dan çekilmesi AB’yi kısa ve orta vadede ciddi iki sorunla karşı karşıya bırakıyor. İlki Ukrayna’da barışın tesisi ve korunması. İkincisi Rusya’ya caydırma sağlayacak şekilde AB’nin savunma yeteneklerini artırabilmesi.
ABD, Ukrayna krizinde barış gücü olarak NATO’nun kullanılmasına kesinlikle karşı çıkıyor. Benzer şekilde AB’nin kullanılmasına da Macaristan karşı çıkıyor. NATO ve AB dışında Ukrayna için güvenlik ve caydırma sağlamak üzere İstekliler Koalisyonu olarak beş ülke ortaya çıkıyor. İngiltere, Fransa, Almanya, Polonya ve İtalya’nın oluşturduğu bu grup Avrupa’nın en güçlü ekonomileri ve en kalabalık ülkelerinden oluşuyor. Ancak NATO formatı dışında beş ülkenin bir araya gelerek Rusya’ya caydırma sağlayacak bir kuvvet yapısı oluşturmaları zor. Ayrıca Rusya’nın 3 yıllık geçmiş dönemde yaşananlar paralelinde özellikle İngiltere ve Fransa’ya karşı esneklik göstermeyeceğini söyleyebiliriz. Konvansiyonel sahada Rusya’nın özellikle Ukrayna Savaşı sonrası gerek savunma bütçesine ayırdığı payın yüksekliği gerekse savunma sanayiinde rekor üretim artışı ile savaş ekonomisine geçmiş olması Avrupa ile arayı oldukça açıyor.
AB Komisyonu Başkanı Ursula von der Leyen, 4 Mart 2025’te Avrupa’yı Yeniden Silahlandırma Planı (ReArm Europe) adlı stratejik bir savunma girişimi önerdi. Bu plan, 2030 yılına kadar Avrupa’nın savunma altyapısını güçlendirmek amacıyla 800 milyar Euro’ya kadar yatırım yapmayı öngörüyor. AB fonlarının savunma yatırımlarına yönlendirilmesi bulunuyor. Ayrıca Avrupa Yatırım Bankası’nın savunma sektörüne destek vermesi ve özel sermayenin savunma alanına çekilmesi hedefleniyor. Brüksel, kriz durumlarına daha etkin yanıt verebilmek için bir kriz komitesi oluşturmayı planlıyor. Mevcut olan AB Askeri Komite (EUMC) ile Askeri Planlama ve İcra Komitesinin (MPCC) varlığına rağmen neden kurulduğu açık değil. AB, 19 Mart 2025 tarihinde Avrupa’nın Savunma Hazırlığı 2030 başlıklı Müşterek Beyaz Kitap Yayınladı. Ancak Avrupa savunma sanayi savunma ihtiyaçlarına karşılık verecek hacim ve süratte üretim yeteneğine sahip değil. 23 ülkenin ekonomileri bu meblağı halkın refahı ve mutluluğu pahasına tedarik etmeye hazır mıdır? Değildir. Bu paralar kimden çıkacak? Halkın vergilerinden.
The Cradle: Böylesine bir konjonktürde Türkiye NATO’nun ikinci büyük ordusuna sahip güç olarak yeniden öne çıkarılıyor. Ankara’da da yeniden AB’ye üyelik söylemleri yükseliyor. Türkiye’nin Avrupa güvenlik mekanizmalarında daha etkin rol oynaması etkinliğini güney hattında yayması arzu ediliyor. Türkiye bu jeopolitik görünümün neresinde ve ne yapmalı?
Cem Gürdeniz: Ülkemiz son 67 yıldır Avrupalı olmak için AB kapılarında sürekli oyalanan ve tam üyeliğe kabul edilmeme olasılığı son derece yüksek bir ülke. Bugüne kadar Türkiye’nin herhangi bir jeopolitik çıkarına asla müspet yaklaşımla bakmamış AB, bu kez Beyaz Kitap’ta şunları söylüyor: ‘’Türkiye AB üyeliği için aday bir ülke ve aynı zamanda Müşterek Güvenlik ve Savunma Politikası alanında uzun süredir bir ortaktır. AB, Nisan 2024 tarihli Avrupa Konseyi kararlarına uygun olarak, AB için önem arz eden tüm konularda iş birliği yolunda ilerlemek için Türkiye’nin eşit taahhüdüne dayalı olarak, ortak çıkarların tüm alanlarında karşılıklı yarar sağlayan bir ortaklık geliştirmek için yapıcı bir şekilde çalışmaya devam edecektir.’’
Peki, Türkiye bu konuda AB’den taviz almadan gelecek tekliflere evet diyecek midir? Eşsiz jeopolitik konumunu ve Mehmetçiğin kanını sömürgeci kimliğinden kurtulamayan AB’ye teslim etme riskini göze alacak mıdır? Türkiye AB’ye Atatürk’ün bağımsızlık gözlükleri ile mi yoksa Avrupa’nın sömürgeci geçmişini yok sayan batıcı gözlükleri ile mi bakacaktır?
Beyaz Kitap’ın başlangıç bölümünde yer alan şu paragraf dikkat çekicidir: ‘’Kurallara dayalı uluslararası düzeni devam ettirmek hem çıkarlarımız hem de değerlerimizin ifadesi açısından en büyük öneme sahip olacaktır. Ancak bu on yılın ikinci yarısında yeni bir uluslararası düzen oluşacaktır. Bu düzeni kendi bölgemizde ve uzağımızda biz şekillendirmedikçe devletler arası rekabet periyodunun yaratacağı topyekûn savaş dahil her türlü menfi sonuçlarının pasif alıcısı biz olacağız. Tarih hareketsizliğimizi asla atfetmeyecektir. ‘’
O zaman sormak lazım. Hangi Kural Temelli Düzenden bahsediyorsunuz? O düzen 2001 sonrası ortadan kalktı. Diğer yandan AB’nin jeopolitik ve ekonomik çıkarlarına uyan düzenin Türkiye’nin çıkarlarına uyum sağlayacağını bekleyebilir miyiz? AB, parçalanmamıza yol açacak güneyimizde denize çıkan Kürdistan’dan; Ege’de Yunanistan kaynaklı sorun alanlarında aleyhimizde düşmanca taraf tutmaktan; Mavi Vatandan tecridimize neden olacak Sevilla Haritasından Ya da KKTC’nin varlığını inkâr politikalarından vaz mı geçmiştir?
İsrail’in Gazze’de uyguladığı soykırıma AB ülkelerinden karşı çıkan oldu mu? Ukrayna savaşının devamını AB neden istiyor? Ortada salt bir gerçek vardır. AB kendi içinde savunma harcamalarını artırmak ve bunu halktan temin edebilmek için zaten yoksullaşmış halkını kemer sıkmaya yöneltecektir. Bu da ancak düşman yaratmakla, demokratik haklara sınır getirmekle mümkün olabilir.
Diğer yandan AB ve ekonomik ve jeopolitik çıkarları Türk çıkarları ile çatışma rotasındadır. Ekonomik durgunluğun krize dönüştüğü, yozlaşmanın her kurumu yok ettiği, yoksulluğun hızla arttığı, ifade özgürlüğünün ABD Başkan Yardımcısı J.D. Vance’in de ağır şekilde eleştirdiği üzere bir tweet yüzünden tutuklama düzeyine geldiği AB’nin Türk Savunma Politikasında yeri asla çıkarımıza olmayacaktır.
AB Dış İlişkiler ve Güvenlik Politikaları Yüksek Temsilcisi Josep Borrell, 2024 Münih Güvenlik Konferansında şunu söylemişti: “Batılı hakimiyeti dönemi gerçekten sona erdi. Bu teorik olarak anlaşılsa da bu yeni gerçeklikten her zaman pratik sonuçlar çıkaramadık.’’
Yeni koşullar çoktan oluştu. Bunu AB bile itiraf ederken Türkiye’nin gerek iktidar gerekse muhalefetin en üst seviyede temsilcileri tarafından AB’ye tam üyelik sürecinde ısrarcı olması ancak Tanzimat döneminin Avrupa hayranlığı; Mütareke dönemi İstanbul’unun İngiliz, Sivas Kongresinin Amerikan mandacılığı kompleksi ile izah edilebilir.
Dünya çok hızlı dönüyor. Türkiye AB’ye tam üye olduğunda AB’nin sınırları Suriye, İran ve Irak’a dayanacaktır. Söz konusu ülkelerle AB’nin ilişkileri ile Türkiye’nin ilişkileri kaçınılmaz şekilde jeopolitik kriz ve sürtünme alanları yaratacaktır. NATO müttefiklerimizin Suriye Kürdistan’ında Türkiye aleyhine yaptıkları ortada değil midir? Alınmayacağı kesin olmasına rağmen, “Hedefimiz AB’ye tam üye olmaktır” hayali ne jeopolitik ile ne de tarih ile örtüşüyor.
Türkiye’nin çağdaş uygarlıklar seviyesine gelmesi için AB üyesi olması gerekmiyor. Demokrasi mantrası altında 1945 sonrası Batı’ya teslimiyetin Türkiye’yi getirdiği durum ortadadır. Bugün yoksulluk, yolsuzluk, ahlaki çöküntü, anti laik ve bölücü kamplaşma, mutlakiyetlerde yaşanacak tarz ve kapsamda hukukun siyasi amaçlara araç edilmesi tarihinde görülmedik seviyelerde zirve yapmış durumdadır. Avrupa için milyonlarca göçmenin deposuna dönüşmüş güzel vatanımız, batıya teslimiyet, niteliksiz siyaset, jeopolitik körlük, yolsuzluk ekonomisi ve çürümenin anaforuna yakalanmıştır. Bu karmaşadan kurtulmanın rotası Kemalizm’e geri dönmek ve Türk dünyası ile entegre olacağımız Asya yüzyılına katılmaktır. Türkiye Avrasya jeopolitiğinin merkezinde bir devlettir.
Avrupa, ABD’den uzaklaştıkça ucuz Türk kanı hayali ile kapımıza gelecektir. Suriye’de yaşanan skandaldan sonra Rusya ve Çin de Türkiye’nin yanında durmayacaktır. İç siyasi hesaplaşmalar ve iktidar mücadelesi için gelecek kuşaklarımızın jeopolitik kazanımları heba edilemez. İç cephe ve barış ortamının bu kadar kırılgan olduğu ve toplumsal sözleşmenin büyük yara aldığı günümüzde gerek İran üzerinden gerekse Ukrayna’ya barış gücü gönderilmesi gibi konularda hata yapma seçeneğimiz yoktur.
Türkiye Avrupa ve ABD ile ticari ve ekonomik ilişiklerini korumalı ve geliştirmelidir. Ancak Asya yüzyılında tüm alanlarda enerjisinin çoğunluğunu Türk dünyası ile Asya ve Afrika’ya yönlendirmeli, ABD ve AB ile jeopolitik çıkarlarımızı sağlama almadan asla yeni bir güvenlik ilişkisine girmemelidir.

