PAZAR YAZILARI * DOSTLUĞUN GÖRÜNMEZ İPİYLE BİRBİRİNE DİKİLMİŞ OLAN YOLCULARA * Yüz Mektup – Cento Lettere

TAVAN ARASINDAKİ SÖZCÜKLERDEN;
PIRILTILI YAZILAR * Yüz Mektup – Cento Lettere


Dostlugun görünmez ipiyle birbirine dikilmis olan yolculara…

“Ne yapmalı ya da ne yapmamalı
Ne ortaya çıkacak ne ortaya çıkmayacak
Bilinen nedir bilinmeyen nedir
Ne yeni ne eski
Neyi saklamalı neyi atmalı
Neyi hatırlamalı neyi unutmalı
Neyi sormalı neyi cevaplamalı
Gelen ne giden ne
Biten ne başlayan ne
Hangi barış hangi savaş
Neyin çoğu neyin azı”

Moliere dostluğu anlatırken dost olan iki kişinin birbirlerine görünmez bir ip ile dikildiklerini ve zaman geçtikçe artık dikiş izlerinin görünmediğini ve o iki insanın birbirine görünmez bir ip ile sonsuza kadar bağli olduğunu yazar.
Dostluğun görünmez ipiyle birbirine dikilmiş olan yolcuların hayat sahnesinde sırtlarını dayadıkları bir mimarin, dünyanın öteki ucundaki fenerden gönderdiği çizilmiş mektuplarıyla her gün rüyalardan bir hediye almaya devam eder;

“Her seferi ilk seferi ve son seferi gibi…”

“Cento Lettere” Yüz Mektup kitabı Ponti’nin ölümünden sonra yakın arkadaslarına gönderdiği binlerce mektup arasından rasgele seçilmis binlerce hayalden, duygudan, notadan, buluttan birer hatıra. Bir nehirden alınan bir avuç su misali. Nehrin neresinden alındığının asla anlaşılamayacağı…

Yüz Mektup

Mimar, ressam, şair, endüstri tasarımcısı, gazeteci Gio Ponti’nin dostları da bu görünmez ipliğin dokuduğu hayalleri birer çizilmiş mektup olarak alabilen bir kaç şanslı kişi…
Gio Ponti her sabah beş ve altı arasında düzenli olarak arkadaşlarına ve iş ortaklarına o günkü proje hakkındaki değişiklikleri mektuplarla yazarak güne başlayan İtalya’nın savaş sonrası dönemi tasarım rönesansının mimarlarından biri.
İnsanların kullandığı araç gereçlere bir İtalyanlık vererek “made in İtaly”nin öncüsü olan bir endüstri tasarımcısı. Tahran’dan Karakaş’a onüç ülkede yaptığı binaları, yüzlerce firmaya yaptığı tasarımları, yirmi beş yıllık öğretmenliği, elli yıllık gazeteciliği, beşyüz altmış dergide yayınlanmış yazıları ve dikte ettiği ikibinbeşyüz, çizdiği ikibin mektubuyla hayallerini taştan ve boyadan inşa eden, Dolce Vita’yı her daim çevresindekilere yaşatan ve bir meltem hissi gibi betimleyebileceğimiz Dolce Vita’yı koltuğunun altına sıkıştırıp başka ülkelere de götüren bir sanatçı.
Milano La Scala operası için yaptığı dekor ve kostümler, Venini için tasarladığı Murano cam objeler, İtalya’nın savaş sonrası kahve bar kültürünün bir mihenk taşı olan La Pavoni Kahve makinası, bir çocuğun bile tek parmağıyla havaya kaldırabileceği Cassina için tasarladığı sandalyeler, ”grafik bir slogan” olarak nitelediği ve 2002’de bir uçağın çarptığı Milano’nun 1956’da yapılmış en önemli gökdelenlerinden biri olan Pirelli Kulesi, 1950’lerde Akdeniz’de seyreden en güzel gemilerden biri olan Andrea Doria’nın tasarımı, Fornasetti için yaptığı mobilya koleksiyonuyla ve San Remo’daki Casino ile Ponti’nin yaptığı tasarımlar savaş sonrası gelişmekte olan İtalyan endüstrisinde birer tasarım obje olarak kalmayıp fabrikalar aracılığıyla kitlelere ulaşırken bir yandan da o markayı büyüten , düşlerini belirli bir kesimle değil tüm milletiyle paylaşan çok yönlü bir sanatçının eseri.
1928’de inançlarını kitlelerle paylaşmak adına Floransa’lı arkadaşı Ugo Ojetti ile birlikte Domuş dergisini kurmasıyla birlikte yayıncılık hayatına el atan Ponti, dergiciliğe her daim onu heyecanlandıran ve etkileyen şeylerin kişisel bir günlüğü, amatör bir hobi olarak bakarak ölümüne değin elini mürekkepten asla çıkarmıyor.. Kızı Lisa Liçitra Ponti sıradan bir güne altmış saat sığdırarak çalıştığını, daha öğle olmadan ellerinin lacivert mürekkepten geçilmediğini, geceleri yandaki evlerden gelen ışıkların desenlerini aydınlattığını anlatırken kalemini bedeninin yeni bir uzvu olarak hayal etmek işten değil.
Ponti her gün saat beş sularında uyanıp yazdığı ve çoğunlukla çizdiği mektuplarında dostlarına her gün bir hediye gönderiyor.
“Cento Lettere” Yüz Mektup kitabı Ponti’nin ölümünden sonra yakın arkadaşlarına gönderdiği binlerce mektup arasından rasgele seçilmiş binlerce hayalden, duygudan, notadan, buluttan birer hatıra. Bir nehirden alınan bir avuç şu misali. Nehrin neresinden alındığının asla anlaşılamayacağı…
Ponti’nin mektupları uykuyla uyanıklık arasında geçilen o sırça köprüde çekilmiş birer rüya polaroidi. Bir günü, bir zaman aralığını çözen mektuplar bunlar. Kimi zaman eşi Gulia’ya “sen benim güne$ ışığımsın” derken, kimi zaman simsiyah kadife bir eldiven giymiş bir kadının müzik notalarını pencereden atmasıyla bize yepyeni hayaller ve umut vadeden mektuplar,
resimler, şiirler ya da kısaca söylemek gerekirse bir film karesi… Herbirine özel birer mesajı ve konsepti olan. Bu mektupların her biri Ponti’nin hatıralarının fotoğraf karesi sadece öznesine özel. 50’li yıllarda yalnızca karakalem çizilen bu mektuplar, 60’larda yerini parmak uçlarıyla gökyüzüne çizdiği bulutlara, 70’li yıllarda ise renge ve desene bırakıyor.
Alıcılar bu mektupları saklayarak sonsuz ve mutlu bir oyuna giriyorlar. Belki de aralarındaki bir sır Ponti’nin bir çizimiyle o günün hatırasını sonsuza dek canlı tutuyor, bir desenin bir rengin ardına saklanıp sahibine ışıl ışıl göz kırparak…
Kitabın önsözünü kaleme alan Joseph Rkywert “mimar, ressam, şair, tasarımcı, aile babası, şirketlerin başı dergilerin genel yayın yönetmeni bir adam nasıl zaman bulupta böyle şahane mektuplar gönderebiliyordu anlayamıyorum, bu hisse tutunma ihtiyacı onun yeni tasarımlar yapmasında itici bir güç oluyordu. Karşılığında da bir şey beklediği yoktu, daha ben ilk aldığım mektubuna ne cevap yazabileceğimi düşünürken o üst üste diğerlerini gönderiyordu, onun her zaman arkadaşları için ‘orada’ olması beni utandırıyordu.
Ben ondan kırk yaş küçüktüm ve ne yapsam ona bu mektupların karşılığını veremezdim” diyor. Aşkla arkadaşligin o görünmez iplikle birbirine dikildiği dostluklarda arkadaşlarına birer hediye vererek verdiği hediyelerden ilham alan bir şairin “her bir düşüncesi bir işaret, her bir işareti birer düşünce”.
Kızının betimlemesiyle babasının hayal gücü şu üzerindeki akrobatlar gibi hızlı, hafif ve ayağı yere basmayan, gündelik hayatın ritmine bir eş vermeden kendi ritmini yakalayan…
Ponti kendi ritminde “Lola bulutların üzerine bayrağımızı dikelim” diyerek, bulutlara merdivenler çizen ve kimi zaman belki de hayal kırıklığıyla “bulutların arasını açacaksın” diyerek sitem eden, bazen de birisini mutlu etmek için bir kutudan bulutlar çıkartan bir masalcı. Arkadaşlarıyla geçirdiği tek bir günün anısını bir hikaye ile resmederek “Rüyalarının devamı için bir rüzgar”, yazan, bir ziyaretin ardından o ziyareti gökkuşağıyla resmeden, parmaklarının her birinin ucundan doğan güneşlerle sevdiğinin dokunuşlarını kutsayan ve avucunda yakaladığı ay’ın fazları ile o ani sonsuz kılan, müzikle elini yıkayan bir kızın elleriyle belki bir gece önceki sevişmelerinin ritmini yakalayan, yaprakları yerine notaları olan bir ağaçla belki ilkbaharı kutlayan masallar bu mektupların her biri…
Ponti “mimarlık bakmak için yapılmıştır, ister antik çağlardan kalma ve bizi bir anda bir zaman yolculuğuna çıkaran ve masalların gerçek olduğuna inanmamızı sağlayan şatolar ister abstrakt figüratif formlu modern tasarımlı binalar olsun ruhlarımızı büyüleyen ve düşüncelerimizi tesiri altına alan bu yapılar hayatlarımızın yegane sahnesi ve sırtımızı yasladığımız bu eşsiz desteğe aşkla bağlıyım” der 1957 yılında Amate L’Architectura başlığı altında yazmaya başladığı makalelerinde.
Ponti dünyadaki nadir bir avuç hayal mültecisinden biri olarak dostlarına gönderdiği mektuplarını sanki dünyanın ucundaki fenerden postalar. Bir kanatı düşmüş yüzünde şaşkın bir ifadeyle duran bir meleğin iç sesini anlatırken muhtemelen pek keyfi olmayan bir dostuna seslenir;
“Ne yapmalı ya da ne yapmamalı
Ne ortaya çıkacak ne ortaya çıkmayacak
Bilinen nedir bilinmeyen nedir
Ne yeni ne eski
Neyi saklamalı neyi atmalı
Neyi hatırlamalı neyi unutmalı
Neyi sormalı neyi cevaplamalı
Gelen ne giden ne
Biten ne başlayan ne
Hangi barış hangi savaş
Neyin çoğu neyin azı”
Kalemi artık bedeninin lacivert rüyalara bulanmış yeni bir uzvu olan Ponti 80. yaşini kutlarken yine bir dostuna yazdığı mektubunda “80 yaşıma bastım, sonuçta kolay oldu. Senin gibi arkadaşlarım olması ve 80 sene beklemek yetti ” der.
Zaman geçer ve artık kısa mesafe yürüyüşlerde dahi çok yorulan Ponti uzaktaki arkadaşlarına günde onlarca mektup atmaya devam eder ve yakınındaki dostlarını görmek için yıllarca kullandığı Citroen Ds’sini Milano çevresinde arkadaşlarıyla dolaşabilmek adına oniki kişilik Fiat bir minibüs ile değiştirir.
Dostluğun görünmez ipiyle birbirine dikilmiş olan yolcuların hayat sahnesinde sırtlarını dayadıkları bir mimarin dünyanın ucundaki fenerden gönderdiği çizilmiş mektuplarıyla her gün rüyalardan bir hediye almaya devam eder;
“Her seferi ilk seferi ve son seferi gibi…”
Gio Ponti – Cento Lettere
Rosellina Archinto yayınevi /Milano
Naci KAPTAN -28 Nisan 2011 – 27.Aralık.2014 – Güncellendi 19 Şubat 2023
This entry was posted in EDEBİYAT - ANI - ÖYKÜ - ŞİİR, HAYATIN İÇİNDEN. Bookmark the permalink.

Leave a Reply

Your email address will not be published. Required fields are marked *