ÇAĞDAŞLIK VE DEMOKRASİNİN ÖNÜNDEKİ EN BÜYÜK ENGEL TARİKATLAR * Yıl 2022, tarikatlar ve…* Bölüm 1/2/3

CUMHURİYET – Özdemir İnce – 18 Aralık 2022 Pazar

Yıl 2022, tarikatlar ve… (1)


Bağlantılı yazıhttps://nacikaptan.com/?p=104484 – ÇAĞDAŞLIK VE DEMOKRASİNİN ÖNÜNDEKİ EN BÜYÜK ENGEL TARİKATLAR * Bölüm 4/5/6 * Yıl 2022, tarikatlar ve…

Bu yılın ağustos ayında Halk TV’de bir CHP milletvekilinin tarikatlar üzerine sözlerini dinlerken oklu kirpiye dönüşmüştüm. Konuşmayı kaydetmek isterdim, adını ve söylediği anayasa maddesini de not etmek isterdim. Nereden bilirim, hazırlıklı değildim. Ertesi gün Cumhuriyet, Sözcü ve Hürriyet’e baktım. Bulamadım!
Bereket Zülâl Kalkandelen var. Eline sağlık, Cumhuriyet’te (17.8.2022) “Kese kâğıdından matbuatla laikliği bir tutan CHP’li” adlı zehir zemberek bir yazı yayımladı. Yazının içinde bana gereken her şey var.
[Geçen pazar günü bu köşede Saadet Partisi Genel Başkanı Temel Karamollaoğlu’nun Halk TV’de konuk olduğu programda, tarikatları ve cemaatleri masum gösterme çabasını yazmıştım.
Bu öylesine yaygın ki bugün farklı birinin çabasından söz edeceğim. Yine aynı kanalda bu kez konuk, CHP İstanbul Milletvekili Avukat Turan Aydoğan’dı. Tarikatlar konusunda aynen şu sözleri söyledi:
“Türkiye Cumhuriyeti kanunlarına göre yasaklanmış tekke ve zaviyelerle ilgili kapatma kanunu var. Orada hiçbir beis yok. Ama bu ülkede mesela kese kâğıdından matbuat yapılmaması hakkında da 1932 tarihli bir kanun vardır. Eğer kanunlar kadükleşmişse, sosyolojik yapı başka yerlere gelmişse oraları da çok kaşımamak lazım. Yani insanlara şunu söyleyebilmek lazım. Siz inançlarınızdan kaynaklı birbirinizi motive edebilecek olduğunuz alanlarda bir araya gelebilirsiniz; inançlarınızı herhangi bir Avrupa ülkesindeki gibi özgürece yaşayabileceğiniz ve birbirinizle iletişim halinde olacağınız alanları kullanabilirsiniz ama siz rejime kastedemezsiniz.”
Bu skandaldır!]
Milletvekili anayasamızın 90. maddesinden söz etti, ben de severim bu maddeyi. Natıkası kuvvetli milletvekili, “Yani insanlara şunu söyleyebilmek lazım. Siz inançlarınızdan kaynaklı birbirinizi motive edebilecek olduğunuz alanlarda bir araya gelebilirsiniz; inançlarınızı herhangi bir Avrupa ülkesindeki gibi özgürce yaşayabileceğiniz ve birbirinizle iletişim halinde olacağınız alanları kullanabilirsiniz ama siz rejime kastedemezsiniz” derken içimden eyvah demiştim. Aslan kardeşim, 1932 (?) tarihli bir yasa varsa, anayasanın 174. maddesi tarafından korunan 30 Kasım 1925 tarihli ve 677 sayılı tekke, zaviye ve türbelerin kapatılmasına dair yasa varsa, demek ki bunun bir nedeni var. Yani rejime kastettikleri için. Avukat milletvekilin bu yasanın gerekçesini bilmediği düşünülemez.
Kardeş, tarikatlar sivil toplum örgütü değildir, Kanarya Severler Derneği değildir. İngiltere’deki kulüpler, Fransa’daki merkezler (centre) değildir. Biraz zahmete girip Osmanlı tarihinde tarikatların yediği naneleri, çıkardıkları isyanları, götürdükleri vezir kellelerini, vb. öğrenmek çok iyi olur. Fransa’da, parlamentoda “Laik ve bölünmez Fransa”ya yan bakan herhangi bir parti, dışarıda dini tarikat yoktur, Fransa anayasasının 89.maddesi adamın gözünü oyar.
Geçmişte Avrupa’da Şeyh Bedreddin uzantısı Bogomiller, Katarlar, Templiers (Tapınakçılar) gibi oluşumlar vardı. Şimdi Avrupa’da onlarca Hıristiyan tarikatı var. En bilinenlerini yazıyorum: Cizvit, Dominiken, Benediktin, Fransisken, Karmelit, Kapusen… 1789’dan önce başta Cizvitler olmak üzere devlet içinde devlet olan bu tarikatların rahipleri şimdi bağcılık yapıp likör, konyak üretiyor ve sağlığa yararlı ot (simples) tarımı yapmaktalar. Fransa’da Civitlerin adalet bakanlığını, Fransikenlerin sağlık bakanlığını ele geçirdiklerini duydunuz mu? Brüksel’de harika bir Dominiken oteli var, operanın arkasında, tavsiye ederim. Anayasalarında laiklik yazmasa bile AB ülkelerinde din kiliseye kapanmış durumda. Oysa İslam ülkelerinde din, devleti ahtapot gibi sarmış durumda. Vatikan’ın bankacılık yapması bir başka konu…
Artık çare kalmadı, eski defterler açılacak, eski yazılar okunacak!
Okuduğunuz yazı ve ardından gelen beş yazı bu yılın eylül ayında yayımlanmak üzere hazırlanmıştı. Araya giren olaylara bağlı yazılar diziyi bugüne kadar erteletti.

25 Aralık 2022 Pazar

Yıl 2022 tarikatlar ve… (2)

Bu yazı da aralarında olmak üzere yayımlanacak beş yazı 2006 yılının eylül ve ekim aylarında Hürriyet gazetesinde yayımlandı. 16 yıl önce beş yazı yazdığıma göre, demek ki tarikatlar, bugünkü gibi, gene gündemdeymiş. Cumhuriyetin kurulduğu günden bu yana tarikatlar hiçbir zaman “hayırlı”, “olumlu”, çağdaş ve uygar eylemleriyle gündeme gelmemiştir.Bunu biliyoruz! Ancak, bugünkü gibi, asla “devlet içinde devlet” olmamışlar, mürteci ahlak ve yaşam tarz ve anlayışlarını laik topluma zorlayacak duruma gelmemişlerdi. Bu nedenle, önce şu beş yazıyı okuyalım gerekirse devam ederim.
TARİKAT ‘SAPMA’DIR, SİVİL TOPLUM ÖRGÜTÜ DEĞİLDİR¹
Bugün bir katmerli yanlışı düzelteceğiz: “Paradigma”, “empati” gibi fiyakalı sözcükleri seven İslamcı münevveran, gazeteci ve yazarlar sınıfı bin yıllık tarikatlara “sivil toplum örgütü” (STÖ) kılıfı giydirmeye bayılıyor. Sivil toplum örgütlerine bayıldıklarından değil, en iyi tebdil-i kıyafet olanağı olduğu için. Siz hiç Nakşibendi tarikatının Yatağan santralı ile, barajlarla, nükleer artıklarla vb. ilgilendiğini duydunuz mu?
Keşke sivil toplum örgütü olsalar da Cumhuriyetle barışsalar ya da keşke Cumhuriyetle barışsalar da sivil toplum örgütü olsalar. Ne yazık ki durum böyle değil.
Temeli dünya nimetlerini terk etmeye, yani “zühd”e dayanan tasavvufun İslam dünyasında ortaya çıkışının temelinde Hz. Muhammed’in ölümünü izleyen yıllarda İslam fetihlerinin yol açtığı aşırı zenginleşme yatar.
Dünya nimetlerinden kaçmak için kuruldular, kısa süre içinde “kara şirket” oldular.
Arapçada yol anlamına gelen tarikat sözcüğü, başlangıçta sufinin Allah’a ulaşmak için izlediği mistik yolu ifade ediyordu. XI. yüzyıldan başlayarak bir tasavvuf büyüğünün adı etrafında örgütlenmiş topluluklar ortaya çıkmaya başladı. Başlangıçta sufinin isteğine bağlı olan gönüllü ibadet, evrad ve zikirler belirli kurallara bağlandı ve şeyh, mürşit, rehber gibi adlarla anılan manevi makamlar ortaya çıktı. Başlangıçta kendi yollarını kendileri seçen sufiler daha sonra bir tarikata girmek ve mürşide bağlanmak zorunda kaldılar. Zamanla her tarikatın “adap-erkan” denilen kendi iç kuralları oluştu ve aralarındaki farklılıklar belirginleşti. Ve bireysellik de özgür irade de sona erdi, köle düzeni başladı.
Sufi ile Allah ve Kuranıkerim arasına şeyhler, mürşitler, rehberler girdiği andan itibaren yozlaşma ve sapma başlamıştır. Bütün tarikatlar tasavvufun yozlaşmış hallerinden biridir. Yüzlerce tarikat arasında ancak biri kaynağa sadık olabilir, onun dışında kalan bütün tarikatlar gerçek kaynaktan sapmadır. Ama hangisi sadık ?
Tarikatların Kuran ve sünnetten sapma olduğunu ileri süren İslam bilginleri var. Şu anda tasavvuf ile tarikat aynı şey değil artık. Günümüzde gerçek İslamı temsil etmeyen tarikatların çevirdiği siyasi ve ekonomik fesatlar bu yazının konusu değil.
Prof. Dr. Yaşar Nuri Öztürk, TBMM’nin bir tarikatlar konfederasyonu olduğunu söylüyor.
Bu yazının konusu tarikatların birer sivil toplum örgütü olmadığı. İş sadece İslamcı çevrelerde kalsaydı bu yazıyı yazmazdım. Dolap çevirmek onların en doğal hakkı. Tarikatların, tarikatların içinde yer alan cemaatlerin birer sivil toplum örgütü olduğunu sanan; tarikatlar, cemaatler ile demokrasi arasında ilişki kuran üniversite hocaları, gazete yazarları ve politikacılar var. Bu nedenle bu “kara balonun”un patlatılması gerekiyor.
STÖ’lerin İngilizce karşılığı NGO’lardır, yani non-governmental organization. Hükümet dışı, hükümetlere karşı bağımsız örgütler. Türkçedeki “sivil” sözcüğü de “İslami örgüt”ü içermez. Bir İslami örgüt en azından bir piyade alayı kadar sivillikten uzaktır.
Öte yandan şeyh-mürit ilişkisinin olduğu yerde eşitlik ve özgürlük olmadığı gibi müridin özgür iradesinden de söz edilemez. Kestirmeden söylemek gerekirse tarikatlarda demokrasinin “d”si bile söz konusu değildir. Durum böyle olduğu için ancak tarikat mensubu üniversite hocaları ve şeyh müridi gazete yazarları tarikatların STÖ olduğunu söyleyebilir.
Yedi dereden su getirmenin gereği yok! Tarikatların demokratik seçimle gelen yönetim kurulları, şeyhleri var mı? Çok adaylı seçim yapılıp mensupların oylarıyla mı “post”a oturuyorlar?

Ahmet Davutoğlu’na uyarı:
Gelecek Partisi genel başkanı, Konya’da yaptığı konuşmada başörtüsünün (doğrusu, “türban”) Allah’ın ve Kuran’ın emri olduğunu söylemiş. Milyonlarca kez hayır, türban Allah’ın ve Kuran’ın emri değildir! Kuran’da (Nur suresi, 31. ayet) kadınların “başlarındaki örtüyü çıplak göğüsleri üzerine indirmeleri” gerektiğini yazar. Davutoğlu’nun bu yanlışını hemen düzeltmesi gerekir!
1 Hürriyet, 26.9.2006.

27 Aralık 2022 Salı

Yıl 2022 tarikatlar ve… (3)

“Sivil toplum kuruluşları ya da sivil toplum örgütleri, resmi kurumların dışında kalan ve bunlardan bağımsız olarak çalışan politik, sosyal, kültürel, hukuki, çevresel amaçları doğrultusunda lobi çalışmaları, ikna ve eylemlerle çalışan, üyelerini ve çalışanlarını gönüllülük usulüyle alan, kâr amacı gütmeyen ve gelirlerini bağışlar veya üyelik ödemeleri ile sağlayan kuruluşlardır. Sivil toplum örgütleri oda, sendika, vakıf ve dernek adı altında faaliyet gösterir. Vakıf ve dernekler topluma yararlı bir hizmet geliştirmek için kurulmuş yasal topluluklardır ve herkese yardım etmek için kurulmuşlardır.”
Tarikatlar ve devrim yasaları¹
Çok bilmişler tayfası, CHP’nin 14 Mayıs 1950’den itibaren halkın teveccühünü kazanamadığını söylerler ve kestirmeden “sol”u da mahkûm ederler. Bu bilmişlik karşısında CHP de “sol” da mahcup mahcup boyun büker. Ne yapsınlar, tarikatlardan mı, yoksa şeyhlerden mi, düğünlerde gelinin boynuna 20 kilo altın takan, damadı dolarlarla dekore eden feodalite kalıntısı aşiretlerden mi şikâyet edecekler yoksa onlara mı sığınacaklar?
Hele karşılarına sabuklamayla karışık İdris Küçükömer ve Kemal Tahir yorumları da çevik kuvvet olarak çıkarılmışsa ne yapsın zavallılar ?
17 Eylül 2006 tarihli Hürriyet Pazar’da yayımlanan “Türkiye’nin tarikat ve cemaat haritası”nı gördünüz mü?
Bir de ana nitelikli, horanta sahibi tarikatlar var: Nakşibendilik, Bektaşilik, Mevlevilik, Bayramilik, Rifailik, Melamilik, Kadirilik, Halvetilik…
Bunların yanı sıra zaman zaman batıp çıkan tarikatlar da vardır. Örneğin 1950’lerde Ticanilik ünlüydü. Atatürk’ün heykel ve büstlerine saldırırlardı.
İsmailağa cemaati kuburunun patlaması üzerine yapılan yorumlar, sorunun artık bir dönüm noktasına geldiğini, bıçağın kemiğe dayandığını gösteriyor.
Gazetelerde okuyoruz, televizyonlarda izliyoruz, radyolarda dinliyoruz: Tarikatlar aslına bakarsanız barış içinde Allah’ı arama yolları imiş; Cumhuriyet tarikatları, tekke ve zaviyeleri kapatarak büyük bir suç işlemiş; tarikat ve cemaatlerin bugünkü durumu yasaklamanın, cart curt etmenin etkili olamadığını, olamayacağını gösteriyormuş… Peki ne yapılacakmış? Cumhuriyetin yaptığının tersini yapmak ve tarikatlarla iyi geçinmek gerekiyormuş.
İslamcılar, tarikatçılar, Cumhuriyet karşıtları böyle fetvalar veriyorlar ve Emre Kongar dışında kalan aydınlarımız, bu muhteremlerin karşısında, “Biz ettik siz etmeyin” tarzıyla el ovuşturuyorlar.
Ayıptır! Mademki Türkiye Cumhuriyeti Devrim Yasaları’nı yanınıza almak ve gerektiğinde haziruna hatırlatmak aklınıza ve işinize gelmiyor, bari Cumhuriyeti rahat bırakın.
Cumhuriyete karşı öylesine bir psikolojik savaş açılmış ki anayasanın “İnkılap kanunlarının korunması” ile ilgili 174. maddesini ve bu maddede sayılan sekiz adet devrim kanununu kimse anımsamıyor, anımsamak istemiyor. Anımsamak utandırıyor ve korkutuyor.
Efendim, tarikatlar sosyal nitelikli imiş! Peki Cumhuriyet ne nitelikli?
Ayıptır! 1946’dan itibaren Adnan Menderes ve Demokrat Parti tarafından başlatılan ihanet, Cumhuriyet ve Demokrasi’yi teslim almış durumda ama hâlâ yasakçı(!) ve jakoben(!) Cumhuriyet suçlanmakta… Ah, ah! Şu AB, TSK’yi iyice bir iğdiş etse iş tamam olacak!…
Trajikomik olan şu ki 30.11.1925 tarihinde kabul edilen 677 sayılı kanun tasarısı, Demokrat Parti’nin dört kurucusundan biri olan Refik Koraltan ve beş arkadaşı (Ötekiler: Celal Bayar, Adnan Menderes, Fuat Köprülü) tarafından hazırlanıp önerilmişti. Yasanın adı “tekke ve zaviyelerle türbelerin kapatılmasına ve türbedarlıklar ile birtakım unvanların önlenmesi ve kaldırılmasına dair yasa” idi.
Şimdi millet kuyruğa girmiş, tarikat şeyhlerinden, cemaat hocalarından bu yasadan dolayı özür dilemek için yarışmakta. Güya tarikatlar sivil toplum örgütleri imiş! 1925 öncesinde ve sonrasında fesat yuvaları olan tarikatlar ancak “sefil toplum örgütü” olabilirler.
This entry was posted in DİN-İNANÇ, İrtica, ÖZDEMİR İNCE, ŞERİAT - İRTİCA - KARANLIĞIN AYAK SESLERİ, SİYASAL İSLAM, TARİKAT VE CEMAATLAR, YOBAZLIK - GERİCİLİK. Bookmark the permalink.

Leave a Reply

Your email address will not be published. Required fields are marked *