Yolsuzlukların Temeli İyelik* Tutkusu

Yolsuzlukların Temeli İyelik* Tutkusu

Orhan Özkaya – YAZAR

Doğanın varlığı toprak, bireylerin malı olamaz
Kapitalist sistem, varlık nedenini oluşturan iyelik kültürünü sürdürebilmek için insan emeğini, canını, kanını ve her türlü değerini meta aracı haline getirerek egemenliğini, iktidarını en acımasız dayatma politikasıyla dünya üzerinde devam ettirmek istiyor.
insanlık, artık bu sistemi terk etmeye hazırlanırken, savunma mekanizmalarını tırmandırmakta, küresel finans sermayesi halini almış iktidarını yoksul halkların eğitimine müdahale ederek, orta çağa doğru yönelmeyi kendisine çıkış güvencesi sayıp, kitleleri yanıltacağını, algıyla çökerteceğini hesaplamakta…
Ancak bu strateji sonuç vermekten son derece uzak, çözüm getirmeyen yaklaşımlar içeriyor. Bireyci felsefenin iyelik kültürünün bencilliğiyle donanan sistem; yolsuzluk, hırsızlık ve mafya düzeni üretmekten başka bir çözüm getirmiyor. İnsanlar son derece tükenmiş, çaresizliğe saplanmış durumda. Mafya, kumarhane, fuhuş ve uyuşturucu düzeni insanoğlunun en büyük düşmanı olarak onu çürümeye terk etmekte, en çarpıcı olanı da eğitimin çağ dışı karanlığa teslim edilmesi…
Zira emek harcayarak varlık birikimi sağlamak, zenginliğe adım atmak mümkün olmadığına göre, her türlü insanlık değerini meta olarak pazarlamak ve bu yolla soygun düzenini devam ettirmek mümkün zannediliyor. Üretim gücü olarak emeğin “artı değeri” ni sermaye hizmetine sunarak sınıf atlamak olanaksız bir durum olduğuna göre, toplumun aydınlanmasını, bilinç düzeyinin yükselmesini istemek, bir anlamda sistemin kendi ayağına kurşun sıkması demek olur. Ancak yaşama tutunacak kadar olanaklara izin vermek kapitalist sistemin ilkesi olarak sürmekte…
Materyalist felsefe yok sayılıyor
Sistem, yüzyıllardır iyelik değerlerini bir türlü aşamıyor; bu değerlerinden geri adım atmadan, toprak fetihleri, sömürü, ideolojik amaçlar doğrultusunda yağma düzenini sürdürmeyi tercih ediyor ve bunu savaşlarla da besliyor. Bu nedenle felsefe, eğitim sisteminden dışlanarak, metafizik alan öne çıkartılıyor ve toplumlar diyalektik düşünceden soyutlanıyor; materyalist düşünce, sorgulama ve araştırma doğmalara terk ediliyor.
Başka bir alanda da bilim insanlarının çalışmaları, amaçları insanlığın geleceğine damga vuruyor, uzayın fethedilmesi için dev bütçeler ayrılarak, Ay ve Mars’ta üs kurmaya çalışılıyor. Bunca bilimsel çabaya karşı sistem ayakta kalabilmek için, her türlü karanlık odakları kendisine monte etmekten kaçınmamakta; örneğin, Suudi, BAE ve Afganistan gibi… Son dönemde, ülkemizde de, gündem “Tarlaya hücum tarımı tüketir!”, “Konut ve toprak yatırım aracı olamaz!”(Prof. Dr. Osman Balaban, ODTÜ Öğr. Üyesi) şeklindeki görüşler manşet olmaya başladı.
Daha önce tarım arazilerinin ve arsa düzeyinde bulunan alanların konut sektöründeki payı %30 iken, kira ve konut piyasasındaki anormal tırmanış nedeniyle ölçüsüz derecede rant sağlayan sistem topluma dayatılıyor. Ülkede Eylül 2022’ye kadar satılan taşınmaz rakamları büyük sıçramalar içeriyor; İstanbul: 272,5 bin; Ankara: 142, 5 bin, İzmir: 114,1 ve Antalya: 85,9 bin olarak açıklanıyor. Ayrıca satılan işyeri sayısı ise yüksek rakamlarla ifade ediliyor.
Küresel finans sermayesinin üretim dışına sürüklediği yoksul ve gelişmemiş ülkeler, çıkış olarak kendilerine dayatılan tüketim ekonomisine çaresizce geçmek zorunda kalıyorlar. Üretim dışında kalan bütün zenginliklerini, varlıklarını küresel şirketlere kaptırıyorlar, bunun içinde sistemin en büyülü buluşu olarak dayatılan “özelleştirme yasaları” belirleyici olmakta devam ediyor. Bu yağmayı başa getirdiği işbirlikçi yönetimlerle sağlıyor.
Küresel finansın para imparatorluğu
Kapitalist sistem, yoksul ülke paralarını kendi imparatorluğunu sürdüren parasıyla çökertip, “pul” haline getirince halk, ayakta kalabilmek için üretim araçlarını elden çıkarmak zorunda kalıyor; bu da, tarlası, konutu, arazisi ve hayvan varlığına mal oluyor; haciz ipotek dayatması canından bezdiriyor. . Böyle bir ortamın temsilcileri derhal devreye girerek, “Ucuz kredi sağlayarak, karşınıza ne çıkarsa alın!” diyerek körüklemeyi sürdürüyorlar.
Bu tür yaklaşımlara yönelenler tarım arazisi, bağ, bahçe ve arsa alarak, üretim yerine spekülasyona başvuruyorlar. Kent mücavir alanlarında aldıkları arazileri imar beklentileri, baskıları yaratmayı amaçlayarak rant hırsına teslim oluyorlar. Oysa konutun barınma hakkı olarak temel insani özellik taşıdığı unutuluyor.
Konutun bir yatırım aracı haline dönüşmesinin son derece acı sonuçlarını yaşamaktayız, halk artık ne kiracı ve ne de konut sahibi olabiliyor… Bütün bunlar karşısında doğanın en değerli varlığı toprağı yatırım aracı haline getirmekten vazgeçmek gerekiyor. Ülkeyi 778 bin km2.lik bir arsaya çevirip, yabancı ülkelerde tarım amaçlı toprak kiralamak ve kendi çiftçisine, köylüsüne sırt çevirmek acı verici bir yaklaşım sayılmaz mı?

*İyelik ekleri veya sahiplik ekleri, isimlere ve isim görevinde kullanılan sözcüklere eklenerek kime veya neye ait olduğunu bildiren ekler. İyelik ekleri ad soylu sözcüklerde ve isim görevinde kullanılan diğer sözcüklerde sahiplik kategorisini temsil eder. (Vikipedi)

This entry was posted in YANDAŞ - ÇIKARCI - YAĞCILAR, YOLSUZLUKLAR, YOZLAŞMA - AHLAKSIZLIK. Bookmark the permalink.

Leave a Reply

Your email address will not be published. Required fields are marked *