TARİHİN İÇİNDEN GERÇEKLER – Adalar Lozan’da kaybedilmedi

Adalar Lozan’da kaybedilmedi

Sözcü – Sinan Meydan


Adalar, 1912-1914 arasında kaybedildi. Lozan’da fiilen elimizde olan hiçbir ada kaybedilmedi. Tam tersine Gökçeada, Bozcaada ve Tavşan Adaları Lozan’da kurtarıldı
Yunanistan anlaşmalara aykırı olarak yıllardır Ege’de adaları silahlandırıyor ve Türkiye’ye ait adaları, adacıkları işgal ediyor. Yıllardır bu durumu ses çıkarmayan AKP’li Cumhurbaşkanı, geçen hafta “Şaka yapmıyorum… Sonu felaket olur!” diyerek sesini yükseltti.
Adalar konusu açılır açılmaz Cumhuriyet düşmanları hemen harekete geçip o klasik “Adalar Lozan’da kaybedildi!”  yalanını dillendirmeye başladılar.
ADALARIN KAYBEDİLMESİ (1912-1914)
1911’de İtalya Osmanlı’ya saldırdı. Trablusgarp Savaşı başladı. 1912’de 12 Ada İtalyanlar tarafından işgal edildi. 1912’de Birinci Balkan Savaşı başlayınca Yunanistan da Ege Adalarını işgal etti. Donanması Haliç’te çürütülmüş olan Osmanlı, bu işgallere seyirci kaldı.
1912 yılı sonunda Kuzeydoğu Ege Adaları Yunanistan, 12 Ada ise İtalyan işgali altındaydı.
1912-1914 arasında İngiltere, Fransa, Almanya, Rusya, Avusturya-Macaristan’ın katılımıyla Londra’da Büyükelçiler Konferansı toplandı. Konferansta Yunan işgali altındaki Ege Adaları ile İtalyan işgali altındaki 12 Ada’nın geleceği konuşuldu.
Büyük devletler, 14 Şubat 1914’te Meis hariç 12 Ada’yı İtalya’ya; Bozcaada ve Gökçeada hariç Kuzeydoğu Ege Adaları’nı da Yunanistan’a verdiler. Osmanlı, 15 Şubat 1914 tarihli bir notayla bu durumu protesto etti.

İsmet İnönü, Kurtuluş Savaşı’nda Atatürk’le birlikte…

Birinci Dünya Savaşı’nda ve Kurtuluş Savaşı’nda Adalar
Birinci Dünya Savaşı başladığında Osmanlı’nın elinde “fiilen” sahip olduğu hiçbir ada yoktu. 14 Şubat 1914 tarihli kararda “resmen” Osmanlı’ya ait olduğu belirtilen Gökçeada, Bozcaada ve Meis Adaları da Osmanlı’da değildi. Adalar, İtalyan ve Yunan işgali altındaydı.
Birinci Dünya Savaşı’nda İtilaf Devletleri, 12 Ada’dan ve özelikle de Ege Adaları’ndan olabildiğince yararlandılar. Örneğin, 1915 Çanakkale Muharebeleri sırasında Limni Adası İtilaf Devletleri’nce etkili bir üs olarak kullanıldı. Yine, 1914’te kâğıt üzerinde Osmanlı’ya bırakılan Gökçeada İtilaf Devletleri’nin savaş sırasındaki üslerinden biriydi. Birinci Dünya Savaşı’nda İtalyanların elindeki 12 Ada’dan Astypalaia, Rodos ve Leros gibi adalar da İtilaf Devletleri’nce üs olarak kullanıldı.
Osmanlı Devleti, 1918’de Limni Adası’nın Mondros Limanı’nda imzalanan ateşkes antlaşmasıyla Birinci Dünya Savaşı’ndan çekildi.
Birinci Dünya Savaşı sonrası Anadolu’yu işgal eden İngiltere, Fransa, İtalya ve Yunanistan, adaları üs olarak kullanmaya devam etti. Örneğin, İtalyanlar Güneybatı Anadolu’yu işgal ederken Rodos Adası’nı üs olarak kullandılar. 1919-1922 arasında Kurtuluş Savaşı devam ederken 12 Ada İtalyanların, Ege Adaları da Yunanistan’ın elindeydi. Bu nedenle 28 Ocak 1920’de Son Osmanlı Mebusan Meclisi’nde kabul edilen Misak-ı Milli’de adaların açıkça milli sınırlar içinde olduğu belirtilmedi. Misak-ı Milli’de sınırlar belirlenirken 1918’de Mondros Ateşkes Antlaşması imzalanırken Türk askerinin bulunduğu yerler esas alınmıştı. Adalar ise 1912’de kaybedilmişti. 1918’de mütareke imzalanırken adalarda Türk askeri yoktu. Buna rağmen Türkiye Lozan’da Çanakkale Boğazı’nda yakın adaları kurtarmak için elinden geleni yapacaktı.
10 Ağustos 1920’de imzalanan Sevr Antlaşması 84. maddeye göre Gökçeada ve Bozcaada dâhil Ege Adaları Yunanistan’a, 122. maddeye göre de Meis Adası dâhil 12 Ada ve ona bağlı ada ve adacıklar da İtalya’ya verilecekti.
Lozan’da Adalar Mücadelesi
Kasım 1922’de İsmet Paşa başkanlığındaki Türk heyeti Lozan’a giderken 12 Ada ve Ege Adaları yaklaşık 10 yıldır İtalyan ve Yunan işgali altındaydı.
Lozan’a giden İsmet Paşa heyetine verilen 14 talimattan 4. talimat adalarla ilgiliydi. Buna göre “Müzakere sırasında politika belirlenerek Çanakkale’ye yakın adalar istenecek, güçlük çıkarsa Ankara’dan talimat beklenecekti.” Yani adalar konusunda gerçekçi amaç Çanakkale’ye yakın adaları kurtarmaktı.
İsmet Paşa, Lozan’da, tam da kendisine verilen talimata uygun olarak Çanakkale Boğazı’na yakın adaları istedi. Lozan’da 25 Kasım 1922 tarihli oturumda İsmet Paşa, 1914’te Büyükelçiler Konferansı ile Türkiye’ye bırakılan Gökçeada, Bozcaada ve Boğazlara yakın durumdaki Semadirek Adası’nı istedi. Ayrıca daha önce Yunanistan’a bırakılan Limni, Midilli, Sakız, Sisam, Nikerya Adaları’nın “genel barış için” bütünüyle askerden arındırılmasını, buralardaki istihkâmların yıkılmasını, deniz ve hava üssü kurulmamasını ve asayişi sağlayacak miktarda jandarmadan başka hiçbir silahlı kuvvet bulundurulmamasını istedi. Ayrıca Limni, Midilli, Sakız ve Nikerya Adalarının Yunanistan’dan alınarak özel bir rejimle yönetilmesini istedi. İsmet Paşa sonraki görüşmelerde de Meis Adası’nı ve Bozcaada’ya bağlı Merkep (Tavşan) Adalarını da istedi.
Özellikle Yunanistan, İtalya, İngiltere ve Fransa, bu adaların 1914’ten beri Türkiye’den koptuğunu ve adalardaki demografik yapıyı (Rum nüfus çoğunluğu) gerekçe göstererek İsmet Paşa’nın bu isteklerini kabul etmek istemediler.
Lozan’da Meis Adası Mücadelesi
Balkan Savaşları sırasında Yunanistan‘ın işgal ettiği Meis Adası, 1914’te kâğıt üzerinde Gökçeada ve Bozcaada ile birlikte Osmanlı’ya bırakılmıştı. Ancak, 1914’te Birinci Dünya Savaşı başladığında Meis Adası fiilen Yunan işgali altındaydı. Meis Adası, 1915’te Fransa tarafından işgal edildi. Meis, Birinci Dünya Savaşı boyunca etkin bir üs olarak  kullanıldı. Fransızlar, Meis Adası’ndan Anadolu kıyılarına saldırdılar. Fransızlar Meis Adası’nı 1921’de İtalyanlara bıraktılar.
10 Ağustos 1920 tarihli Sevr Antlaşması’nın 122. maddesinde “Türkiye halihazırda İtalyan işgalinde bulunan 12 Ada ile birlikte (…) Meis Adası üzerindeki haklarından İtalya lehine feragat eder” deniliyordu.
Türk heyeti Lozan’da 31 Ocak 1923’te konferansa sunduğu karşı teklifin 15. maddesinde “Meis Adası Türkiye’nin egemenliğinde kalacaktır” dedi.
İsmet Paşa, 8 Mart 1923’te çağıran devletlerin Dışişleri Bakanlarına gönderdiği bir mektupta, “Büyük devletlerin 1914’te Türk egemenliğine bıraktıkları Meis’in Türkiye’ye verilmesini” istedi.
Lozan’da 25 Nisan 1923 tarihli oturumda Meis konusu görüşüldü. İngiliz temsilci Sir Horace Rumbold, “Türkiye’nin Meis’i istemesinin Misak-ı Milli ile açıklanamayacağını” söyledi. “İngiliz temsilci heyeti kendi hesabına Türk teklifi kabul edilemez” dedi.
İsmet Paşa söz aldı: “Meis Adası’nın Türk karasuları içinde olduğunu ve bu adanın her zaman Türkiye’nin tamamlayıcı bir parçası sayıldığını” söyledi. “1914 Büyükelçiler Konferansı’nda bu adanın Türkiye’ye verildiğini” belirtti. İsmet Paşa sözlerini şöyle sürdürdü: “Karasuları içinde bulunan adaların, bu kara parçası üzerinde egemenliği elinde tutan devlete ait olması genel bir kuraldır. Bu istek Misak-ı Milli’ye aykırı değildir. Ada, Anadolu’nun tamamlayıcı bir parçasıdır ve Türkiye’nin güvenliği için gereklidir.”
İtalyan temsilci M. Montagna, Misak-ı Milli’nin 1. maddesini okuyarak bu isteğin Misakı Milli’ye uygun olmadığını söyledi: “Adadaki 6-7 bin kişilik nüfus içinde tek bir Müslüman ve Türk yoktur” dedi. “Durum böyle olunca sorunu tartışmanın hiçbir anlamı yoktur” diye de ekledi. İtalyanlar ayrıca Nisan 1923’te Meis Adası’nda yaşayanların 791 dilekçeyle İtalya’yı tercih etiklerini belirttiler.
Rıza Nur ise Meis’in, anlaşma tasarısının 6. maddesinde yer alan “Kıyıya 3 milden daha yakın adalar ve adacıklar kapsamına girdiğini” belirti.
Türkiye, Meis’i isterken güvenlik konusuna ek olarak kaçakçılık konusunu da gündeme getirdi. Türk heyeti, Meis ve Kaş arasındaki yoğun kaçakçılığın önlenmesi için adanın Türkiye’de kalması tezini savundu.
İngiliz ve Fransız temsilciler de Türkiye’nin Meis isteğini “kabul edilemez” bulduklarını belirttiler. Meis konusunda İngilizler, Fransızlar ve İtalyanlar birlikte hareket ettiler. Meis’e karşı Fransızlar Meriç sınırını tartışmaya açtılar. İtalyanlar ise Müttefik tazminatları konusunu gündeme getirdiler. Konferansın sonuna kadar çözülememiş bir sorun olarak kalan Meis, barışın önündeki en önemli engel haline geldi. Kanla kazanılan vatanı ve 10 yıldır beklenen barışı Meis için riske atmak olmazdı.
İsmet Paşa, 4 Haziran 1923 tarihli oturumda Meis ısrarından vazgeçtiklerini belirtti. Meis Adası’nın Anadolu karasuları içinde bulunduğunu, bu kıta parçasından ayrılmayacağını, Anadolu’nun huzuru ve askeri açıdan güvenliği için bu adanın Türkiye’ye bağlı olmasının zorunlu olduğunu; Türk temsilci heyetinin Meis isteğinin pek haklı nedenlere dayandığını belirttikten sonra Meis konusunda “çok ağır fedakârlık yaptıklarını” söyledi. Meis’e karşılık Türk heyeti Çanakkale Boğazı’na yakın Merkep (Tavşan) Adaları’nın Türk topraklarına katılmasını sağladı.
24 Temmuz 1923’te Lozan Antlaşması imzalandı. Türkiye Lozan’da Gökçeada, Bozcaada, Tavşan Adaları’nı ve Asya kıyılarına 3 mil uzaklıktaki adaları, adacıkları kurtardı. Ayrıca Yunanistan’a ait olduğu kabul edilen Limni, Semadirek, Midlli, Sakız, Sisam ve Nikerya Adalarının “gayri askeri statüde” olmasını kabul ettirdi. (Lozan Antlaşması Md. 12, 13, 15, Ek XV)
Lozan Antlaşması’nın 12. maddesinde, Yunan egemenliğine bırakılan adalardan söz edilirken “13 Şubat 1914 tarihli Londra Konferansı’nda alınıp 13 Şubat 1914 tarihinde Yunan hükümetine duyurulan karar doğrulanmıştır” denilmiştir. Yani Yunanistan’a bırakılan adaların 1914’te kaybedildiği Lozan’da açıkça belirtilmiştir.
Sonuç olarak Türkiye Lozan’da fiilen elinde olan hiçbir adayı kaybetmediği gibi fiilen elinde olmayan adalardan ikisini (Gökçeada ve Bozcaada) kurtarmayı başardı.
1932 Meis Antlaşması
Lozan Antlaşması’nın imzalandığı gün, İtalyan ve Türk delegeleri Meis’in silahsızlandırılması için mektup teatisinde bulundu. Buna göre İtalya, adadaki Fransız askeri üslerini yıkacaktı. Adayı silahlandırmayacak ve adada güvenliği sağlamak dışında kolluk kuvveti bulundurmayacaktı.
Türkiye, Lozan Antlaşması’nı onayladıktan kısa süre sonra Meis Adası’nın etrafındaki adacıkların kendisine ait olduğunu iddia etti. Türkiye, Lozan’ın 15. maddesinde Meis Adası etrafındaki adacıklara özel ve ayrı bir atıf olmadığından bu adacıkların kendisine ait olduğu tezini savunuyordu. Buna karşın İtalya, Meis etrafındaki adalar Meis’e bağlıdır ve İtalya’ya aittir diyordu. Türkiye haklıydı ve haklı olduğu bu davayı sonuna kadar savunacaktı.
Türkiye, 1923’te bölgedeki adacıklara çıkarma yaptı. Halka bölgedeki adacıkları terk etmesi için 15 gün süre verildi. Aralık 1923’te Meis Adası civarındaki birçok adacıkta Türk bayrağı dalgalanıyordu. İtalya, Türkiye’yi protesto etti. Bir adacığı da işgal etti. Bunun üzerine Türkiye, İtalya’yı Lozan’a uymamakla suçladı. 1924’te Türkiye ve İtalya bu konuyu görüşmek için bir araya gelmek istedilerse de görüşme sağlanamadı.
1924’ten itibaren İtalya’nın 12 Adayı silahlandırması Türkiye’yi tedirgin etti. Türkiye, 1924’te bir taraftan 12 Ada’dan gelecek bir İtalyan saldırısına karşı hazırlık yaparken diğer taraftan Lozan’da çözülemeyen Musul sorunuyla uğraşıyordu. Bu nedenle hem Batı, hem Doğu sınırlarına asker yığıyordu. 1926’da Musul sorunu Türkiye’nin istemediği biçimde de olsa çözülünce Türkiye, Doğu sınırındaki birliklerini Batıya kaydırdı.
Haziran 1927’de bir grup Türk askeri, Rum kaçakçıların Meis’e bağlı bazı adacıkları üs olarak kullandıkları gerekçesiyle bu adacıklara çıktı. Türkiye’nin bu çıkışı, Türkiye ve İtalya arasında diplomatik görüşmeleri hızlandırdı. Türkiye, diplomatik süreç devam ederken kontrol ettiği adacıklardan çekildi. Türkiye ve İtalya, Anadolu sahilleri ve Meis arasındaki sınırı belirlemek için görüşmelere başladılar. Türkiye, sorunu gerekirse Lahey’e götüreceğini belirtiyordu. Sonunda sorun Lahey’e götürüldü. Ancak Lahey’de bir karar alınamadı.
1929’da Meis civarındaki “bayrak savaşları” yeninden başladı. Türkiye,  Meis’e bağlı adacıklara yeniden Türk bayrağı dikmeye başladı. Meis’in tam karşısındaki kasabaya da asker ve silah sevk etti. İtalya da bölgedeki bazı adacıklara İtalyan bayrağı dikmeye kalkınca ilişkiler yeniden gerildi. Ancak kısa süre içinde sorunun çözümü için yeniden diplomasiye başvuruldu.
Sonunda 4 Ocak 1932’de Ankara’da “Anadolu Sahilleri İle Meis Adası Arasındaki Ada ve Adacıkların ve Bodrum Körfezi Karşısındaki Ciheti Aidiyeti Hakkında İtalya Hükümeti İle Aktolunan İtilafname” imzalandı.
1932 “Meis Antlaşması”nın 1. maddesine göre Volo (Çatal Ada), Ochendra (Uvendire), Fournachia (Furnakya), Kato Volo (Katovolo), Prasoidi (Prasudi), Tchatallota, Pighi, Nissi, Tis Pighi, Recif Agricelia, Prousseclisse (Kaya), Pano Makri, Kato Makri (kayalıklar dâhil); Marathi, Roccie Voutzaky (Rocci Vutchaki), Dacia (Dasya), Nissi-Tis-Dacia, Alimentarya (Alimentaria), Caravola (Karavola) ve Karaada Türkiye egemenliğine giriyordu. Bunun karşılığında Türkiye de 8 adacık üzerinde İtalyan hâkimiyetini kabul ediyordu. 5. maddeye göre bölgedeki sınırlar da belirlendi.
İtalya, II. Dünya Savaşı’ndan sonra 1947’de 12 Ada ile birlikte Meis Adası’nı da Yunanistan’a devredecekti. Ancak Paris Antlaşması’na göre adalar silahsızlandırılacaktı. (Md. 14)

Görüldüğü gibi 1923 Lozan Antlaşması ile Gökçeada, Bozcaada ve Tavşan Adalarını ele geçiren ve Yunanistan egemenliğindeki adaların askerden arındırılmasını sağlayan Türkiye, Lozan sonrasında da Meis bağlamında adalar mücadelesini sürdürmüş, 1932 Meis Antlaşması ile Meis Adası civarındaki pek çok adacığın egemenliğini ele geçirmiştir.
Diyeceğim o ki, Adalar Lozan’da kaybedilmedi. Adaların kaybı konusunda Cumhuriyeti kuranları suçlamaktan vazgeçin. Gerçek sorumluları arıyorsanız, donanmayı Haliç’te çürüten sultandan başlayabilirsiniz!

Bakınız: Seha L. Meray, Lozan Konferansı, C. 1,II, III, İstanbul, 2013; Hazal Pabuççular, Türkiye ve 12 Ada 1912-1947, İstanbul, 2019.
This entry was posted in ATATURK, SİNAN MEYDAN, SİYASİ TARİH, Tarih, TARİHE - AYDINLANMAYA - CUMHURİYETE NOT DÜŞENLER. Bookmark the permalink.

Leave a Reply

Your email address will not be published. Required fields are marked *