Türk usulü casusluk davası!!! * Dreyfus A la Turca

Dreyfus A la Turca

CUMHURİYET – Özdemir İnce – 28.10.2025


Fransa’da hukuki tartışmalara neden olan olay Paris’teki Alman elçiliğinde hizmetçi olarak çalışan Fransız gizli servisine bağlı bir kadının çöp sepetinde bulduğu imzasız bir mektubu merkeze göndermesiyle başladı.

Alfred Dreyfus / Görsel: Fine Art America

Alman askeri ataşesine yazılan mektupta Fransa’ya ait bilgilerin verilmesi vaat edilmekte idi. Fransız Genelkurmayının başlattığı soruşturmada şüpheler Yüzbaşı Alfred Dreyfus üstünde toplanır. Çünkü Yüzbaşı Dreyfus’ün el yazısı, mektuptaki yazıya benzemektedir. Yüzbaşı Dreyfus zengin bir ailenin çocuğuydu. Fransa’daki Yahudi düşmanlığına rağmen askeri okulda gösterdiği üstün başarı Dreyfus’ün bu göreve tayinini sağlamıştı.

Dreyfus, 15 Ekim 1894’te tutuklandı. Bir ay süren hazırlık soruşturmasında aleyhine yeni delil bulunamamasına rağmen Dreyfus suçlu görülerek mahkûm edildi ve cezasını çekmek üzere Şeytan Adası’na gönderildi. 1896’da ortaya çıkan bir olay Dreyfus davasını yeniden gündeme getirdi. Alman elçiliğinde çalışan hizmetli kadın, bir Alman subayından Easterhazy adındaki bir Fransız binbaşısına yazılan bir mektubun müsveddesini ele geçirdi. Fransız gizli servisinin yaptığı soruşturma, Dreyfus’ün mahkûmiyetine sebep olan elyazısının Easterhazy’ye ait olduğunu ortaya çıkardı. Soruşturma sonunda elde edilen bilgiler Dreyfus davasının yeniden görülmesini gerektiriyordu.

Dreyfus’ün karısının olayı basın yoluyla yeniden gündeme getirme çabaları sonuç vermeye başlayınca Genelkurmay, Easterhazy hakkında dava açmak zorunda kaldı. İki gün süren dava Easterhazy’nin oybirliğiyle beraat etmesiyle sonuçlandı. Beraat kararının ertesi günü Émile Zola’nın L’ Aurore gazetesinde J’Accuse…! (Suçluyorum!) başlığıyla cumhurbaşkanına açık mektubu yayımlandı. Zola yazısında, Genelkurmay başkanını ve diğer yüksek rütbeli subayları görevlerini kötüye kullanmakla ve kamuoyunu yanıltmakla suçluyordu. Birkaç gün içinde akademi üyesi bazı profesörler ve aydınlar millet meclisine Zola’nın mektubunu destekleyen bir bildiri yolladılar. Ordudan gelen baskıların da etkisiyle Zola aleyhinde orduya hakaretten dava açıldı. Zola’nın mahkûmiyetiyle sonuçlanan davada avukatlar sözü hep Dreyfus olayına getirmişlerdi.

1898 Haziran’ında yapılan hükümet değişikliğinden sonra savaş bakanlığına getirilen General Cavaignac, millet meclisinde yaptığı bir konuşmada Alfred Dreyfus hakkında hazırlanan gizli dosyadaki belgelerin bazılarını açıkça okudu. Easterhazy hakkında soruşturma yürütmüş Yarbay Picquait, bu belgelerin sahteliğini ispatlamaya hazır olduğunu bildirdi. Yarbayın iddiası üzerine sorguya çekilen Binbaşı Easterhazy suçunu itiraf etti ve gönderildiği hapishanede intihar etti. Bu olayla Dreyfus davası yeni bir boyut kazandı.

Yargıtay aylarca süren tartışmalardan sonra Dreyfus hakkında verilmiş olan kararı bozdu. Dreyfus, Fransa’ya geri getirilerek askeri mahkemede yeniden yargılandı. Bir ay süren duruşmalar sonunda Dreyfus yine suçlu bulundu. Fakat bazı hafifletici sebeplerin varlığı kabul edilmişti. Yedi yıl sonra 1904 yılında Yargıtay Genel Kurulu, Savaş Bakanı General André’nin isteği üzerine davayı yeniden ele aldı. 1906’da verilen kararla Dreyfus beraat etti. On iki yıl önce sökülen nişanları aynı yerde yapılan törenle yeniden takıldı ve ayrıca Légion d’honneur nişanı verildi. Dreyfus, Birinci Dünya Savaşı’nda orduya hizmet etti, emekliye ayrıldıktan sonra 1935 yılında Paris’te öldü.


AKP hükümeti açmazda: Doluya koysa da olmuyor, boşa koysa dolmuyor. Düştüğü denizlerde sarıldığı yılanlar da kurtarıcı olamıyor. Müflis tüccar misali durmadan eski defterlerin sayfalarında bir cankurtaran aramakta. Ancak hem gerçek hayatta hem hukuk bağlamında bir Müruruzaman (Mürur al zaman) diye bir kavram vardır ki buna bizim Göde Omar “Geçmişe mazi yenmişe kuzu” der ki kesin bir anlamı vardır günümüzde; “Kullanım süresi dolmuştur.”

Basından alıntı: “İstanbul Cumhuriyet Başsavcılığı, İstanbul Büyükşehir Belediye (İBB) başkanlığı görevinden uzaklaştırılan Ekrem İmamoğlu ve Necati Özkan’ın ‘casusluk’ suçundan başlatılan soruşturmada ifadelerinin alınacağını, Merdan Yanardağ’ın ise aynı soruşturma kapsamında gözaltına alındığını bildirdi.

Başsavcılıktan yapılan açıklamada, 4 Temmuz’da ‘casusluk’ suçundan tutuklanan ve yabancı ülkeler lehine ajanlık faaliyetlerinde bulunduğu, görüşmelerini gizliliğe riayet etmek amacıyla kriptolu telefonlar üzerinden gerçekleştirdiği, farklı ülkelerde gerçekleşen iç karışıklıkları finanse ettiği tespit edilen şüpheli Hüseyin Gün’e ait dijital materyallerin incelendiği belirtildi.”

Hüseyin Gün 4 Temmuz 2025 günü tutuklandığına göre işlem çok daha önce başlamış olmalı. Demek ki Merdan Yanardağ’ın casusluğu (!) o günden çok daha önce belli olmuş olmalı. Öyle değil mi? Gecikme operasyon icabı mı acaba? Yoksa kerrat cetvelini (çarpım tablosunu) bilmeyen kasap hali mi?

This entry was posted in FAŞİZM, HUKUK-YARGI-ADALET, İSTİHBARAT KURUMLARI, YOZLAŞMA - AHLAKSIZLIK. Bookmark the permalink.

Leave a Reply

Your email address will not be published. Required fields are marked *