Mavi Vatan’dan Açık Denizlere * Sevr geçekleşseydi kızgın çöllerde çobanlığa düşecek Türk milletini, Mustafa Kemal Atatürk önderliğindeki Kurtuluş Savaşı kurtardı.

Mavi Vatan’dan Açık Denizlere

CEM GURDENİZ – 25.08.2025


Denizlerle çevrili Anadolu’yu yurt edinmiş atalarımız,
gelecek nesilleri böyle bir vatan seçmekle ödüllendirmiştir.

Osmanlı üç kıtada bir imparatorluk kurmuş olmasına ve siyasi coğrafyasının gereksinimlerine rağmen, yaşamsal önem taşıyan deniz gücünü 16. yüzyıl dışında kuramsal anlamda bile kavrayamadı. Böylece sadece jeopolitik olarak denizlerden uzaklaşmadı, aynı zamanda denizcileşemedi. Denizde ve denizcilikte geri kalışımızda, bilim ve teknolojide geri kalma kadar, en güçlü dönemde denizci ülkelere verilen kapitülasyonlar da önemli rol oynadı. Kapitülasyonları dayatanlar, okyanuslara yayılıp, yeni sömürgelerle zenginleşirken, bu yeni rekabet ortamına, başka oyuncuların çıkmasını engellediler. Türklerin denizcileşmesi ve denizde güçlenmesini önlemek için her şeyi yaptılar. Deniz tarihimiz denizci devletlerin Çeşme, Navarin, Sinop gibi kalleşçe baskınlarıyla doludur. Maalesef bu baskını yapanların çoğunluğu, bugün müttefikimizdir. Benzer bir baskını 2003-2016 arasında FETÖ üzerinden uyguladılar.

Donanmasızlık ve Vatansızlık Denizlerdeki gerileme ve donanmasızlık, imparatorluğun duraksaması ve çökmesi ile ardı ardına toprak ve can kayıplarına ve sonunda Anadolu’nun işgali ile neredeyse Türklerin tarihte ilk kez vatansız kalması aşamasına gelmesine sebep olmuştur. Sevr geçekleşseydi kızgın çöllerde çobanlığa düşecek Türk milletini, Mustafa Kemal Atatürk önderliğindeki Kurtuluş Savaşı kurtardı. Türkleri Anadolu’da bir küçük cebe sıkıştıran ve Karadeniz’de 600 km kıyı veren Sevr Anlaşmasının Osmanlı Hükümeti tarafından imzalanmasından birkaç ay önce İngiliz Başbakanı Lloyd George anlaşma maddelerinin Parlamento’daki tartışması sırasında Osmanlı Deniz Kuvvetleri için şu konuşmayı yapar:

(Gaston Gaillard, Turks and Europe) ‘‘Türkiye’nin bir donanmaya sahip olmasına izin verilmeyecektir. Türkler bir donanmadan ne bekleyebilirler ki? Bugüne kadar sahip olduklarında bile en küçük bir kullanma becerisi göstermediler. Hiçbir zaman yönetemediler.’’

Aslında bu sene 102. Yılını idrak ettiğimiz Lozan Barış Anlaşmasıyla yırtılıp çöpe atılan Sevr Haritası, emperyalizmin 18. Yüzyıldan itibaren Türklere biçtiği vizyonun bir yansımasıydı. Yunanistan’ın kurulması; 93 Harbi sonrası Kıbrıs’ın, Balkan Savaşlarında Ege Adalarının kaybı; İkinci Dünya Savaşı sonunda 12 Adaların Yunanistan’a bırakılması hepsi Türkiye’nin denizlerden koparılmasına yönelikti. Sevr haritası, açık deniz ve okyanuslardan koparılmış, her taraftan kuşatılmış, bir daha hegemonyaya asla tehdit olamayacak şekilde Türkleri karaya gömen bir haritaydı. Bu haritaya Türkiye önce Kurtuluş Savaşı ve Lozan Anlaşması ile daha sonra Montreux Sözleşmesi ve Hatay’ın Anadolu’ya katılmasıyla, 1974’te Kıbrıs Barış Harekâtı ve 2006 sonrası Mavi Vatan Doktrini ile gereken cevabı verdi. Ancak emperyalizm asla vaz geçmediğini Atatürk’ün vefatından sonra defaten yaşanan hamleler ile hatırlattı. Bugün de emperyalizmin inatçı tutarlılığını Suriye’den Libya’ya; Irak’tan Azerbaycan’a, Karadeniz’den Ege ve Doğu Akdeniz’e ABD, İngiltere, AB ve İsrail’in her türlü kışkırtma ve tehditi ile yaşıyoruz.

NATO ve Hegemonya. Türkiye’nin 1946 sonrası küresel finans kapitali kontrol eden Avrupa-Atlantik blokta yer alması ve 1952 sonrası NATO üyeliği Anadolu coğrafyasını emperyalizm emrine sundu. Türkiye, kara cephesinde ucuza mal edilen askeriyle Sovyet tümenlerini durduracak; havada da gerekirse nükleer silahlar başta olmak üzere Washington planlarına göre verilen görevleri yerine getirecekti. Denizde Türkiye’nin görevi Karadeniz ile sınırlandırılmıştı. Emperyalizm, denizlerde ve okyanuslarda ilerde kendine rakip olabilecek yeni oyunculara tahammül etmez. Türk deniz gücü kıyılarda kalmalıydı. Bu durum içimizdeki karacı yönetici elitin de işine geldi. Örneğin, çevre denizlerde NATO sorumluluk sahaları tahsis edilirken, Ege ve Doğu Akdeniz’i Yunanistan’a bırakacak kadar aymazlık içinde kaldık. Eğer 1963 Kıbrıs krizi ortaya çıkmasaydı, NATO’nun ışıltısıyla büyülenmiş Türkiye yöneticileri, Akdeniz ve Ege’de deniz tatbikatı yapmayı bile düşünemeyecek duruma gelmişlerdi. Deniz Kuvvetlerinin uyanışı Kıbrıs’ta 1963 kanlı Noel’i ile başladı ve 11 yıl sonra Türkiye, 20 Temmuz 1974 günü emperyalizm karşısında Kurtuluş Savaşından sonra ikinci zaferini elde etti. O gün emperyalizmin Türkiye’yi güneyden kuşatmasına son verildi. Artık Deniz Kuvvetleri için Ege ve Akdeniz’deki hayati hak ve çıkarların korunması ve geliştirilmesi gereken en önemli ve öncelikli değerlerdi. Diğer yandan Anadolu 1000 yıldır maalesef denizcileşememiştir. Atatürk dönemi hariç devlet, hiçbir zaman denizci olamamıştır. Bu nedenle devlet aygıtımız hariciye kurumumuz dahil denizci düşünememektedir. Burada iç ve dış dinamikler rol oynamaktadır. Dış dinamikler içinde NATO baş rolü oynamaktadır. Mavi Vatan kavramı her yönü ile NATO’nun Türkiye’ye biçtiği rolün çok önündedir. Zira tamamen ulusal çıkarlara odaklıdır. Bu yönü ile finans kapital ve Amerikan neocon ekolün bir hizmetkarı olan NATO Türkiye’nin Akdeniz ve Ege’de kendi çıkarları hilafına hareket etmesine asla destek olmaz. O nedenle NATO üyeliğimiz devam ettiği sürece Ege ve Doğu Akdeniz sorunları çözülemez.

Açık Denizlere Doğru. Türkiye’nin jeopolitiği Soğuk Savaş sonrası köklü bir zihinsel dönüşüm geçirdi. Ancak 2000’lerin başında Türkiye hâlâ kara ağırlıklı bir güvenlik anlayışına sahipti. Ege’deki ABD ve AB himayesindeki Yunanistan’ın bitmeyen emrivakileri, Doğu Akdeniz’de Türkiye’nin ve KKTC’nin haklarının gasp edilme girişimleri, enerji rekabeti ve Karadeniz’de değişen dengeler paralelinde Montrö Sözleşmesine saldırılar özellikle deniz jeopolitiğinde yeni bir stratejik bakış açısını zorunlu kıldı. Bu değişim sayesinde akan yıllar içinde Türkiye, sadece donanma alanında pek çok yönden deniz uygarlığına sahip ülkeler arasına girebilecek gelişme ve kazanımları elde etti. Bu dönem 1994 sonrası Oramiral Güven Erkaya ile birlikte ‘’Açık Denizlere Doğru’’ doktrini üzerinden donanmanın gelişimini her yönde tetikledi. Bu başarı grafiği Cumhuriyet Donanmasının gerek Ege ve Akdeniz’de ganbot diplomasisi; Karadeniz’de ise donanma diplomasisi üzerinden etkin kullanımı ile kuantum sıçraması düzeyinde yükseldi. 2009 yılından itibaren donanmanın Hint Okyanusunda sürekli varlık göstermesi bu süreci hızlandırdı. 2011 yılında merhum Oramiral Özden Örnek sayesinde kendi dizaynımız olan TCG Heybeliada korvetini %70 ulusal katkı ile İstanbul Pendik Tersanesinde gerçekleştirmesi başarı grafiğine son noktayı koydu. Bu başarıların ödülü maalesef hükümet, parlamento, muhalefet ve yüksek komuta heyetinin gözleri önünde Ergenekon, Kafes, Poyrazköy, Balyoz, Askeri Casusluk gibi isimli tertip davalar ile alındı. Türk Deniz Kuvvetleri hizaya sokulmalıydı. Milletinin kuvvet ve komuta yapısı ile gurur duyabileceği bu üstün donanmanın en az gemileri kadar kıymetli 40 amiral ve 400 denizcisi CIA, MI6, MOSSAD ve BND ile iş birliği içinde olan dinci FETÖ yapılanması ve içerdeki iş birlikçilerinin marifeti üzerinden sahte delil ve iftiralarla tasfiye edildi. Hapse atıldı. Türk deniz tarihinin bu en karanlık dönemi sonucunda FETÖ militanları hükümetin gözü önünde silahlı kuvvetlerin kritik kadrolarını ele geçirdi. Daha da ileri giderek 15 Temmuz 2016’da FETÖ militanları hegemonya adına ülkemizde darbe girişiminde bulundu. Darbe girişiminin 2016 Mart ayında Türk Silahlı Kuvvetlerinin güneydoğu Anadolu’da Hendek savaşlarını kazanmasından 4 ay sonra gelmesi tesadüf değildi. 15 Temmuz 2016 sonrası Türkiye’nin jeopolitik ve dolayısı ile ulusal çıkarlarını savunma refleksinde önemli değişim yaşandı. Bu değişimde zengin hidrokarbon kaynaklarına sahip Doğu Akdeniz’in deniz yetki alanları paylaşım mücadelesi en önemli rolü oynadı. Bu sürecin adı 2006 yılında tanımladığım Mavi Vatan sembolü ile öne çıktı.

Neden Mavi Vatan? 2006 yılında Mavi Vatan ortaya çıkmasının koşulları 2003 sonrası yaşanan karanlık dönemde hegemonyanın Kıbrıs’ta Annan Planını devreye soktuğu; Güney Kıbrıs’ın Seville Haritası üzerinden MEB ilan ettiği; NATO’nun Akdeniz’deki Etkin Çaba Harekâtını Karadeniz’e genişletme kararını verdiği zor bir dönemde oluştu. Mavi Vatanın terim olarak ilk kullanımı işte bu kuşatmaya karşı bir manifestoydu. Bu dönemde 2004 yılında Karadeniz Uyumu Harekâtı üzerinden Etkin Çaba’nın Karadeniz’e genişlemesi durduruldu. Daha sonra 2006 yılında Akdeniz Kalkanı Harekâtı ile Güney Kıbrıs ve Yunanistan’a ciddi mesaj verildi. Ancak Kardak benzeri ada, adacık ve kayalıklar için (EGAYDAAK) herhangi bir kazanım bu konuda hariciyede ve hükümet ile muhalefette bir irade olmadığı için söz konusu olamadı. İlerleyen yıllarda Türk halkı Mavi Vatanı sevdi. Mavi Vatan kutuplaşmaya rağmen her iki ucu da birleştirmeye çalışan bir sembole dönüştü. Halkımızın donanmaya olan ilgisi katlanarak arttı. Kumpas davalarda deniz kuvvetlerinin hedef alınması ve çok büyük yaralar almasına rağmen Ege ve Akdeniz’de üstün başarılar sağlaması; ulusal savunma sanayinin gelişiminde lokomotif rol oynaması bu süreci ivmelendirdi. Bu ivme, jeopolitik bir deniz çıkar kavgasının zamanın ruhuna sunduğu bir ortamda, sosyal medya başta olmak üzere bilginin çok hızla yayılmasının oluşturduğu koşullarda yükseldi. Mavi Vatan bu ilginin somut bir sembolü oldu.

Nedir Mavi Vatan? Mavi Vatan bir kavram, bir sembol ve aynı zamanda doktrindir. Kavram olarak Türkiye’nin ilan edilmiş veya edilmemiş tüm deniz yetki alanları (iç sular, karasuları, kıta sahanlığı, Münhasır ekonomik Bölge) akarsu ve göllerini kapsamına alır. Mavi Vatan, tam anlamıyla, 26-45 Doğu Boylamları ve 36-42 Kuzey enlemleri arasındaki ana vatanımız üzerindeki stratejik egemenliğimizin denizler ve deniz diplerindeki uzantısıdır. Mavi Vatan, 25-45 Doğu Boylamları ve 33-43 Kuzey enlemleri arasında kalan tatlı ve tuzlu su kitlesi üzerindeki yetki ve ilgi alanlarımızın adıdır. Sembol olarak Türkiye’nin 21. Yüzyılda yüksek stratejik hedefi olması gereken devleti ve halkı ile denizcileşmesinin sembolüdür. Türkiye’de yüzyıllardır hâkim karacı devlet anlayışını denize ve denizciliğe yönlendirmeyi ve bu şekilde halkın denizcileşmesini sağlamayı sembolize etmektedir. Doktrin olarak halkımız ve devletimizle nasıl denizcileşmemiz gerektiğinin denizcilik gücüne hayat veren tüm alanlarda cevabını veren; Anadolu’yu çevreleyen denizlerle, Anadolu periferisindeki diğer okyanus ve denizlerdeki hak ve çıkarlarını korumaya ve geliştirmeye yönelen jeopolitik bir yol haritasıdır. Mavi Vatan bir bütün olarak sadece deniz yetki alanı iddiası değil ülkenin jeopolitik bağımsızlığını enerji güvenliğini ve askeri caydırıcılığını deniz boyutuna taşıyan bütünsel bir doktrindir. Böylece kendine özgü özellikler taşıyan, denize ve denizciliğe ait ilke ve düşünceler, jeopolitik bir bütünlük içinde yol gösterici öğretiye dönüşerek, geleceğimizi etki alanları ve savunma eksenleri perspektifinden tarif edebilecektir. Mavi Vatan 21. Yüzyılda denizcileşmemizi hedefler. Sürekliliği olan bir süreçtir. Sona ermez. Jeopolitik, jeoekonomik ve jeokültürel sonuçları vardır. Ne salt deniz hukuku alanına ne de kuvvet yapısı veya muharebe doktrini gibi alt seviyelere indirgenemez. Tek kutuplu dünya düzeninden çok kutuplu düzene; Atlantik Çağından Asya Çağına geri dönülmez geçiş döneminin yaşandığı bugünkü küresel süreç içinde, Doğu Akdeniz, Ege, Karadeniz ve Boğazlar üzerinde Türkiye’nin jeopolitik kontrolünü güçlendiren yeni fırsatlar sunar. Türkiye’nin küresel, kıtasal ve bölgesel ilişkiler manzumesinde yepyeni fırsat ve değişim pencereleri açabilir. Doğal olarak bu doktrin, Türkiye’nin uluslararası hukuktan meşruiyetini alan deniz yetki alanlarına hakimiyet ile bu alanları jeopolitik, siyasi, diplomatik, askeri ve ekonomik boyutlarda etkileyecek karadaki ve havadaki oluşumları tetikleyecek yetenek ve irade sahipliğini gerekli kılar.

Mavi Vatan siyaset ve zaman üstüdür. Mavi Vatan, Büyük Stratejiyi (Grand Strategy) ilgilendirir. Dönemsel değildir. Yani zamanın ruhunu sürekli temsil eder. Bağımsız dış ve güvenlik politikasını savunur. AB ve ABD’nin saldırgan realist siyasetine karşı, savunmacı realist bir çerçeve sunar. Kalıcı ittifak ve bloklaşmalara uzaktır. Ancak ‘’devletlerin sürekli düşmanı ve dostu yok, çıkarları vardır’’ prensibinden hareketle deniz hak ve çıkarlarımızın korunmasına yönelik konjonktürel geçici ittifaklara ve iş birliğine açıktır. Atatürk çizgisindeki iç ve dış barışın tesis ve idamesini esas alır. Çevrecidir. Bu nedenle deniz-okyanus ekolojisinin gezegendeki doğal döngünün ana belirleyicisi olduğu hakikatine sadıktır. Tartışmalı alanlarda gücünü uluslararası hukuk, hak ve nısfetten alan adil ve hakça paylaşımı savunur. Ancak karşısına çıkarılan Seville Haritası gibi maksimalist haritaları tüm gücü ile reddeder. Haklılığını güç ve her an harbe hazır olma üzerinden yüksek caydırıcılık içinde ispat edebilecek yetenek ve kararlılığa sahip olmayı hedefler.

Mavi Vatan Denizdeki Sevr’i Reddeder. Mavi Vatan, Türkiye’de hangi siyasi iktidar yönetimde olursa olsun, uygulanması gereken bir devlet paradigmasıdır. Bu yaklaşım, Mustafa Kemal Atatürk’ün attığı adımlarla başlamış bir sürecin devamıdır. Atatürk’ün Montrö Sözleşmesi ile Türk Boğazları üzerinde tam egemenliği geri kazanması bu sürecin ilk dönüm noktasıdır. Ardından 1974 Kıbrıs Barış Harekâtı, Ege kıta sahanlığı ve karasuları mücadelesi, Kardak krizi ve 2019-2020 arasında Akdeniz ve Ege’de askeri ve deniz hukuku alanında başarıyla uygulanan Mavi Vatan doktrini bu paradigmanın etkili aşamalarını oluşturmuştur. Bugün ise karşı karşıya olduğumuz temel tehditler güneyimizde denize çıkışı olan ABD, AB ve İsrail desteğinde kukla bir Kürt devleti; KKTC’nin ve adadaki askeri varlığımızın sonlandırılmasına yönelik gayretler ile Ege ve Doğu Akdeniz’de, Yunanistan ve GKRY üzerinden yaklaşık 200 bin km²’lik bir deniz alanını Türkiye’nin egemenliğinden koparmaya çalışan Seville haritasının yürürlükte kalmaya devam etmesidir. Bu haritada ABD, İngiltere ve AB’nin desteğini arkasına alan Yunanistan ve GKRY ikilisine artık İsrail de eklenmiştir. Bu durum, tarihteki Sevr dayatmasının bir benzeri olarak “İkinci Sevr” nitelemesini hak etmektedir. Bu nedenle jeopolitik farkındalık ve toplumsal bilinç oluşturmak bir zorunluluktur. Zira Türkiye’nin yaklaşık 462 bin km²’lik deniz yetki alanı yalnızca mavi ekonomi ve kaynaklar açısından değil, aynı zamanda savunma ve stratejik derinlik bakımından da vazgeçilmezdir. Mavi Vatan, Atatürk’ün 1 Eylül 1922’de ordularına verdiği “İlk hedefiniz Akdeniz’dir” emrinin 21. yüzyıldaki yansımasıdır. Bugün Mavi Vatan bir doktrin olarak hazırdır, ancak kalıcı başarı için askeri, diplomatik ve ekonomik stratejilerle desteklenmesi ve uzun vadeli bir devlet politikası haline getirilmesi gerekir.

Mavi Vatan Vizyonu. Mavi Vatan vizyonu, 21. Yüzyılın geri kalanında yüzünü tamamen denizlere dönmüş, deniz yetki alanlarındaki hak ve çıkarlarını garantilemiş ve Akdeniz dışına çıkmaya odaklanmış, 100 milyon nüfuslu, dünyada ilk on ekonomi içinde yerini alan, savunma sanayinde kendine tamamen yeterli demokratik, laik ve hukuk devleti Türkiye vizyonuna hizmet eder. Uzun vadelidir. Emperyalime karşı duruşu ile Kemalist bir doktrindir. Bir nevi dünya görüşüdür. Bu doktrin günlük siyasi tartışmalara indirgenmemeli, milli güvenlik siyaset belgesi niteliğinde kurumsal bir rehberle uygulanmalıdır. Ne yazık ki bazı kesimler Mavi Vatan’ı yanlış yorumlamakta; onu yeni Osmanlıcılık, genişleme siyaseti veya bir kuvvet milliyetçiliği aracı olarak tanımlamaktadır. Bu durumun oluşmasında iktidarın donanmayı seçim propaganda malzemesi olarak kullanmasının da önemli rolü vardır. Oysa Mavi Vatan Türkiye’nin denizden kıtaya itilmesini reddeden, emperyal dayatmalara karşı bir bağımsızlık manifestosudur. Bugün güneyimizde denize açılması planlanan yapay bir Kürt devleti girişiminden, KKTC’nin güvenliğine; Seville Haritasına itirazdan, Montrö’nün ve Karadeniz’deki denge rejiminin korunmasına kadar geniş bir jeopolitik alan Mavi Vatan’ın ilgi sahasına girer. Bu alanlar, 21. yüzyıl Türk jeopolitiğinin temel ağırlık merkezleridir. Diğer yandan Türkiye, ancak denizcileşerek 21. yüzyılın meydan okumalarını karşılayabilir. Deniz gücünün kara, hava, siber ve uzay unsurlarıyla bütünleşmesi; Akdeniz’in ötesine, okyanuslara uzanması; küresel müştereklerde etkin bir aktör haline gelmesi bu doktrinin nihai hedefidir. Diğer yandan Türk devletleri Teşkilatı çerçevesinde gelişen Türk dünyasını denizlerde temsil edebilecek tek güç, Türkiye Cumhuriyeti’nin donanması olacaktır. Mavi Vatan bu nedenle 21. yüzyıl deniz jeopolitiğimizde, sadece kıyılarımıza ve deniz yetki alanlarımıza yönelik değil, okyanuslarda da görünür olmamızı gerekli kılmaktadır. Türk dünyası adına yaşanacak bu evrim, Türkiye’nin geleceğini belirleyecek en kritik stratejik tercih olacaktır.

Denizcilik Gücünün Geliştirilmesi Mavi Vatan bir doktrin olarak halkımız ve devletimizle denizcileşme sürecini başarabilmemiz için denizcilik gücümüzün geliştirilmesini gerekli görür. Denizcilik gücümüze katkı sağlayan her alt unsur (Donanma, sahil güvenlik, tersanecilik, limanlar, deniz ticaret filosu, deniz turizmi, balıkçılık, deniz bilimleri, deniz çevreciliği, deniz eğitim ve öğretimi, deniz sporları, amatör denizcilik, deniz hukuku, deniz bilimleri, denizcilik destek sektörleri, vd.) bütüncül bir bakışla geliştirilmeli ve mutlak surette gelecek planlaması tek bir bakanlık veya kurumun kontrolünde olmalıdır. Denizcilik gücümüzün amiral gemisi donanmadır. Zira donanmanın gelişimi denizcilik gücünün diğer alanlarındaki gelişmeleri tetikler. Donanmanın fiziki gelişimi mutlak surette dışa bağımlı olmadan milli savunma sanayi sayesinde olmalıdır. Donanmamız özellikle Kıbrıs Barış Harekâtı sonrası yaptığı öncü çalışmalar ile Türk Savunma Sanayiinin uzun yürüyüşünü başlatmıştır. Merhum Oramiral Özden Örnek sayesinde başarılan MİLGEM ile savunma sanayimizin diğer alanlarında moral üstünlüğü yakalanmış ve Türkiye bugün hak ettiği yere gelmiştir. Bu gidişat FETÖ kumpasları ile engellenmeye çalışılmışsa da donanma rotasına devam etmiştir. FETÖ kumpasları ve iktidarın zamanında FETÖ’ye sağladığı iklimde donanmadan kumpaslarla veya mobbinglerle ayrılan subaylarımızın çoğu bugün deniz savunma sanayiinin en önemli kitlesini oluşturmuşlardır. Diğer bir deyişle Cumhuriyet Donanması savunma sanayinde de en az kendisi kadar güçlü kalmaya devam etmektedir. Bundan daha önemlisi donanmanın personel gücü de mutlak surette Atatürk ve ilkelerine sadakat temelinde bilinç ve vizyon birliği sağlamış, denizi aklı ve kalbi ile seven personelden oluşmalıdır. Tekrar hatırlatalım Deniz Kuvvetlerimiz ve silahlı kuvvetlerimizin tek ideolojisi olmalıdır. O da Atatürk çizgisidir. Aksi düşünülemez. Diğer taraftan milli savunma sanayinde kendine yeterlilik, kriz ve savaş durumlarında hayatta kalabilme ve kısa sürede toparlanabilme, hammadde ve ara madde ithalatında tedarikçi seçeneklerini artırma dikkate alınmalıdır. NATO müttefiklerimizin olası Türk- Yunan savaşında Türkiye’yi en kısa sürede şeytanlaştıracakları ve binlerce yaptırım ve ablukaya boğacakları unutulmamalıdır. Diğer yandan Türk mavi vatan savunması her türlü olasılığa göre önceliklendirilmelidir. Bu kapsamda anavatanda ve dış ülkelerde yeni üslenme olanaklarının geliştirilmesi öncelikli gereksinime dönüşmektedir.

Deniz Kuvvetleri Stratejisi Devletin denizlerdeki çıkarlarını nasıl koruyacağını ve geliştireceğini belirleyen, rotayı Deniz Kuvvetleri Stratejisi çizer. Milli güç unsurlarının sentezi olarak ortaya çıkan deniz gücümüzün Mavi Vatan ve ötesi açık deniz alanlarında nasıl kullanılacağını belirler. Hangi kuvvet yapısına sahip olacağımızı; Gerginlik, barış ve savaş dönemlerinde öncelik sırasına göre hangi görevleri icra edeceğini; gücün dinamik kullanımında temel konvansiyonel deniz harp ve asimetrik harp doktrinlerinden hangisini kullanacağını belirler.

Mavi Vatan ve Deniz Kuvvetleri Stratejimiz Deniz gücümüz yani donanma ve sahil güvenlik unsurlarımız (Savaşta) diğer kuvvetlerle müşterek ve gerekirse birleşik harekatın gerekli kıldığı harekât ihtiyaçlarını lojistik, istihbarat, harekât eğitim ve nitelikli personel katkısı ile karşılayabilmelidir. Son tahlilde bu gücün barış, kriz ve savaş dönemlerinde en uygun şekilde kullanımını sağlayacak deniz kuvvetleri stratejisinin dinamik ve esnek şekilde belirlenmesi, planlanması ve barış zamanında denenmesi gerekir.

Planlama yapılırken Ege-Doğu Akdeniz-Karadeniz harekât sahalarındaki kısa ikmal rotaları ile KKTC’nin varlığı Türkiye’ye hızlı reaksiyon ve sürdürülebilir harekât temposu avantajı sağlamaktadır. SİHA/SİDA (Silahlı İnsansız Hava Aracı) /Silahlı İnsansız Deniz Aracı) teknolojilerindeki üstünlüğümüz, çevre denizlerde düşük maliyetli sürekli varlık yaratma yeteneği sunarken, Ege gibi kıyı sularda karada konuşlu hareketli veya sabit gemi karşı füzeleri ile kamikaze dronlar veya SİHA’larla çok etkili i engelleme (A2) ve deniz alanı yasaklama (AD) operasyonları yapılabilir. Bu kapsamda savaşın ilk gün ve haftalarında yüksek değerli savaş gemilerimizi korumamız ve düşmana kolay hedef olacak fırsatlardan uzak tutmamız gerekir.

Görevler. Deniz Kuvvetlerimiz konvansiyonel ve asimetrik araç ve taktikleri kullanarak; diğer kuvvetler ve kurumlar ile gerek konvansiyonel gerekse hibrid savaşın gerektirdiği kapsam ve ölçekte olmak üzere: 1.Hem kıyı sularda hem de açık denizde savaşacak şekilde donatılmalıdır. 2.Ege ve Akdeniz ile mücavir denizlerdeki stratejik çıkar ve ilgi alanlarına sadece taktik sonuç değil stratejik sonuç da alabilecek şekilde denizden güç intikal ettirebilmelidir. 3.Belirli alanlarda kesin deniz kontrolü tesis edebilmelidir. 4.Seçilmiş alanlarda erişimi engelleme (A2) ve alan yasaklaması (AD) yapabilecek yeteneklere sahip olmalıdır. 5. Deniz ticaretimizi koruyabilmelidir.

Türkiye’nin ticaret yolları ve enerji güvenliği ile dış Türklerin emniyeti ve jeopolitik etki için sadece Akdeniz’de değil, Kızıldeniz-Hint Okyanusu hattında da var olması gerekir. Küresel ticaret ağlarına bağlanabilmek, Akdeniz’e sıkıştırılmış bölgesel güçten, okyanus erişimli orta ölçekli kıtasal aktöre dönüşümü düşünmemiz gerekir. Söz konusu Deniz Kuvvetleri görevlerinin bazıları Türk Dünyasının çıkarlarını korumak ve uzak alanlardaki dost ve müttefik ülkelere gerektiğinde destek sağlamayı gerektirir. Bu nedenle Mavi Vatandan Açık denizlere yöneliş kaçınılmaz ve yakın bir gelecektir. Böylece açık denizlerde sürekli varlık gösterecek Türk deniz gücü kıtasal açılım ve gereken yerlerde caydırıcılık sağlayacaktır. Bu kapsamda Türkiye’nin gelişen deniz stratejisi, küresel doktrinlerin en etkili araç ve stratejilerini kendi coğrafi ve jeopolitik gerçeklerimize harmanlayan hibrit bir model oluşturmalıdır. Böylece Mavi Vatan’dan açık denizlere yöneliş “yetki alanı merkezli savunma” anlayışından “ileri üslenme ve sürekli caydırıcılık” vizyonuna doğru evrimsel dönüşümü başarmamız gerekir. Bu dönüşümün başarısı, denizin altına hakimiyet, milli savunma sanayiinde yüksek tempo ve üretim kalitesi ve komuta kontrol ve karar süreçlerinde dayanıklılık esas olmalıdır.

Değişen Deniz Savaş Paradigması. Deniz stratejimizi belirlerken özellikle 24 Şubat 2022’de başlayan Rusya Ukrayna (dolaylı NATO) hibrid ve sıcak savaşının tüm özelliklerini içeren çatışmasının Karadeniz’de deniz ortamına yansımaları göz önüne alınmalıdır. Benzer şekilde Aralık 2023’ten itibaren donanması olmayan Yemenli HusilerinBab El Mandeb Boğazının kontrolünü ele geçirmesi ve her şeye rağmen sürdürmesi tarihte örneği zor bulunacak asimetrik bir başarıdır. Ders almak gerekir. 2012 sonrası Güney ve Doğu Çin Denizlerinde Çin Donanmasının (PLAN), Sahil Güvenlik ve Milis Balıkçı filolarının uyguladığı taktikler, klasik paradigmaları değiştirmiştir. Son yıllarda insansız, silahlı/silahsız hava, suüstü ve sualtı araçlarıyla, hipersonik gemiye karşı (ASM) füzelerin, akıllı mayınların, yapay zekâ uygulamalarının ortaya çıkması, deniz harekatının bilinen pek çok prensip ve usullerini alt üst etmiştir. Geleneksel taktik ve stratejiler bugün yerini yeni hibrit stratejilere bırakmıştır. Artık kıyı sulara giren 1 milyar dolarlık bir firkateynin, 1 milyon dolarlık gemiye karşı füze/ insanız silahlı hava / su üstü aracının sürpriz bir baskını ile ciddi hasar alması, harekattan sakıt kalması ve hatta batırılması söz konusudur. Denizaltıların ve su altı araçlarının tespitinin günümüz teknolojik koşullarına rağmen hala gizliliğini koruması ve tespit edilebilirliğinin çok zor olması su altını deniz harbi başladığında asıl belirleyici ortam durumuna sokmuştur. Örneğin Akdeniz’e giren Amerikan uçak gemilerinin NATO tatbikatları sırasında dahi tatbikat denizaltıları tarafından uzaktan tanziri hücuma uğramaları vakayı adiyenedir.

Değişen Tehdit Ortamı. 2020’li yıllarda ortaya çıkan jeopolitik dinamikler Türkiye’yi Mavi Vatan yani yetki alanları merkezli savunma refleksinden öteye taşıdı. Özellikle 7 Ekim 2023 İsrail Hamas çatışması sonrası Türkiye için en önemli jeopolitik değişim İsrail’in Gazze’de giriştiği soykırım ve paralelinde Türkiye ile KKTC’ye açık tehditlerinin ortaya çıkmasıdır. İsrail’in Türkiye düşmanlığı sadece iktidar partisinin 2009 sonrasında iç siyasette dinci oyların konsolidasyonuna yönelik dinsel karşıt söylemi ile ortaya çıkan bir olgu değildir. Aksine ağırlıkla dincileşen İsrail’in jeopolitik vizyonunun sonucudur. Bu kapsamda İsrail’in başta ABD, İngiltere ve Almanya olmak üzere Yunanistan ve GKRY ile stratejik ittifak ilişkileri içinde olduğu dikkate alınırsa Deniz Kuvvetlerimiz, Doğu Akdeniz’de sıfır toplamlı jeopolitik çıkar çatışmalarında karşısında ABD ve AB desteğinde Yunan ve İsrail deniz ve hava gücü ile karşı karşıya gelecektir. Kısacası iki ayrı rakip ve deniz cephesinde bir çatışma söz konusu olacaktır. Ancak her iki ülkenin Cebelitarık, Bab El Mandeb ve Süveyş Kanalı çıkışlı deniz ticaret rotalarına bağımlı oldukları dikkate alınırsa gerçekte böylesi bir senaryoda tüm Akdeniz ve Kızıldeniz Türk Deniz Kuvvetlerinin harp sahası olacaktır. Bu durum Mavi Vatan’dan Açık Denizlere Doğru Yönelişimizi şimdiden ivmelendirmelidir.

Deniz Kuvvetlerimizin harekât temposu ve harekât çapının artışı paralelinde son yıllarda sürekli gelişme gösteren savunma sanayimizin yeni ürünleri stratejimize süratle entegre edilmelidir. Örneğin Havadan Bağımsız Tahrikli (HBT) denizaltılarımız, gemiye konuşlu gemiye konuşlu TB3 gibi silahlı insansız hava araçları (SİHA) Tayfun -4 yarı hipersonik füzeler, Gezgin seyir füzeleri, Atmaca Gemiye Karşı füze sistemi, SİDA (Suüstü İnsansız Deniz Araçları) ve SİDA sürü sistemleri, insansız sualtı araçları gibi yerli silah ve savaş sistemlerinin konvansiyonel deniz harbi dışında asimetrik etki yaratacak şekilde diğer kuvvetler ve kurumlarla eşgüdüm içinde sadece Mavi Vatan içinde değil Akdeniz’in, Kızıldeniz’in belirli bölgelerini de kapsayacak şekilde kullanılması dikkate alınmalıdır. Bu kapsamda Çin Donanmasının batı Pasifik’te birinci ve ikinci adalar zincirleri içinde erişimi engelleme (A2) ve alan yasaklama (AD) stratejileri denizaltılar, uzun menzilli balistik ve gezgin füzeler ve son aşamada su üstü unsurlarının ateş gücü ile uygulanmaktadır. Türkiye aynı örneği Anadolu ve Trakya yarımadaları ile KKTC sahilleri ve yetki alanlarındaki konuşlandırmalar ile uygulamalıdır.

Değişen Kuvvet Yapısı. Kuvvet yapımızın geliştirilmesinde donanma gücümüzün özellikle Reis sınıfı havadan bağımsız tahrikli denizaltılar ve gelecekte sırasıyla MİLDEN ve nükleer takatli denizaltılar ile Doğu Akdeniz ve ötesinde denizaltı harbinde üstün konumda bulunması hayati önemdedir. Bu kapsamda denizaltılarımızın devam eden milli AKYA Torpidosu ve Atmaca füzeleri yanında Gezgin seyir füzeleri ile donatılması ve savaş zamanı çoklu bütünleme ikmal sistemi ile desteklenmeleri en kısa zamanda başarılmalıdır. Unutulamamalıdır ki Ege ve Akdeniz’de konvansiyonel savaşın kaderini denizaltılarımız belirleyecektir. Satıh güçlerinin harbin ilk günlerinde büyük hasar alacağı göz önüne alınırsa sualtındaki gerek denizaltılarımız ve gerekse insansız deniz araçlarımızın ateş gücü intikali, keşif gözetleme ve istihbarat faaliyetlerinde kullanılmaları savaş boyunca devam edebilecektir. Diğer yandan TCG Anadolu ve gelecekteki kardeş gemileri Türkiye’nin özellikle Ege’de gerginlik zamanı en önemli kriz yönetim aracı olacaktır. Bu gemide ileride mevcut TB3- STOL SİHA dışında Kızılelma ve Kaan’ın VSTOL versiyonunun konuşlandırılması kuvvet çarpanı etkisi yaratacaktır. Ancak bu geminin Ege ve Doğu Akdeniz’de savaş başladığı andan itibaren derinliğine katmanlı hava savunması sağlayacak silahlı hava devriyesi (CAP), korvet, firkateyn ve TF 2000 muhripleri ile korunması ve eğer hava üstünlüğü sağlanmamışsa kısa sürede düşman hava tehdidinin dışına çıkarılması gerekecektir. Bu süreçte savaş gemilerimizde hava savunmamızın milli korvet ve firkateynlerde Hisar Dve TF 2000 muhriplerinde Siper D milli hava savunma sistemleri ile sağlanması çok doğru bir karardır. Ancak füze stokları çok önceden en kötü senaryoya göre hazırlanmalıdır. 12 günlük İsrail İran savaşında Netanyahu’nun savaşın son 4 gününde çok zor duruma düşmesinin ve zafer vadettiği Trump’a ateşkes için arabuluculuk talebinde bulunmasının temel nedeni dışa bağımlı olduğu Arrow füzelerinin ve kendi üretimi Davud’un Sapanı ve Demir Kubbe silah sistemlerinin cephanesinin azalmasıydı. Aynı sorun Yemenli Husilerle Kızıldeniz’de mücadele eden Amerikan savaş gemilerinin hava savunma SM serisi (SM2/3/6) füze stoklarında yaşandı. Diğer yandan deniz gücümüzün kriz ve savaş dönemi görevlerini başarmada sadece donanma ve sahil güvenlik unsurlarımız değil özellikle kriz zamanında donanmaya ve sahil güvenliğe destek olmak üzere balıkçı milis kuvvetleri de kurulmalıdır. Günümüzün hibrid savaş koşullarında özellikle Kardak benzeri ada, adacık ve kayalıkların olduğu bölgelerde egemenlik ve devlet uygulamalarının bir aracı olarak kullanılabilecek bu unsurlar balıkçılık faaliyetlerini bir nevi stratejik bir kalkan olarak kullanabilirler. Bu kapsamda Çin’in sivil görünümlü ama devlet güdümlü balıkçı gemileri, Güney Çin Denizi’nde çarpma, blokaj ve sürü taktiği uygulayarak rakiplerini “savaş ilan etmeden” yıpratıyor ve devlet uygulaması gerçekleştiriyor. Türkiye bu örneği kullanmalıdır.

Siber Ortam Millileşmelidir. Komuta ve Kontrol sistemimiz dayanıklı ve güçlü olmalıdır. Spektrum baskısı, link kesilmesi, GPS aldatma karşısında yedekli komuta mimarisi en kısa zamanda başarılmalıdır. Dağıtık Komuta Kontrol Sistemi merkezi bir komuta yerine birden fazla yedekli komuta düğümü ile sistemin bir parçası vurulsa bile diğer kısımların çalışmaya devam etmesini sağladığından dikkate alınmalıdır. Böylece düşmanın siber saldırı, elektronik karıştırma veya fiziksel saldırılarla komuta zincirini felç etmesi zorlaşır. Amaç, milli kıyı radarları, Elektronik İstihbarat/Sinyal İstihbaratı, İHA, denizaltı keşif gözetlemesi, hedef akustik istihbaratı ve en önemlisi milli veri linki ile karar döngüsünü dakikalara en kısa sürelere indirgemek olmalıdır.

Akdeniz ve Ege’deki Konjonktür. Türkiye kendi iradesiyle yaptığı jeopolitik hatalar nedeni ile Suriye’de saldırgan İsrail rejimi ile aramızda tampon görevini yapan Esad rejiminin ortadan kalkmasına katkı sağlamıştır. Bugün İsrail istediği zaman Türkiye’nin koruması altında olduğu iddia edilen Colani rejimine ve Şam’a hava saldırıları düzenleyebiliyor. İsrail siyasetçileri Türkiye’nin güneyinde denize çıkışı olan Kürdistan’ın İsrail jeopolitiği için kaçınılmaz olduğunu açıkça ilan ederken Suriye’deki Kürt gruplar Türkiye aleyhinde silahlanmaya ve özerk Kürt Bölgesi kurma hedefinden vaz geçmiyor. Tam da bu konjonktürde Türkiye’de kutuplaşmayı ve milli birliği zedeleyecek tarzda Açılım Süreci 2. Versiyonu devreye sokuluyor. İsrail stratejistleri KKTC’yi düşman olarak ilan edip Kuzey Kıbrıs’ın Türklerden kurtarılmasını dile getirip, makaleler yazabiliyor. Aynı dönemde Türk Dünyası ile Nahcivan’ı doğrudan buluşturacak Ermenistan sınırları içinde kalan Zengezur koridorunun 99 yıllığına Amerikan kontrolüne girişine onay verilebiliyor ve buna bazı çevreler sevinç çığlıkları atabiliyor. Azerbaycan İsrail ilişkilerinin eriştiği seviyenin ne derece gelişmiş olduğu izahtan varestedir. Güney Kafkasya’ya ABD’nin ve dolaylı olarak İsrail’in yerleşmesi sadece Rusya için değil İran ve Türkiye için son derece riskli sonuçlara gebedir. Diğer yandan 18 Mart 2020 tarihinde Doğu Akdeniz kıta sahanlığı ve MEB koordinatlarını BM’ye deklere etmemize rağmen 22 Kasım 2020 tarihinde Türk bayraklı Ticaret gemisi La Rosalie A gemisine Akdeniz’in açık deniz sularında AB’nin Irini Deniz Operasyonu kapsamında Alman Savaş Gemisi Hamburg’un deniz komandolarının devlet izni olmadan çıkması sonrasında hızlı bir geri çekilme yaşanmıştır. AB ve ABD Türkiye’ye mafya usulü mesaj vermiştir. O günden sonra Türkiye Doğu Akdeniz’de sismik ve sondaj faaliyetleri icra etmemiştir. Yunanistan ile Ege Denizinde yaşanan sorunlardan hiçbirinin Türkiye lehinde sonuçlanmamasına rağmen 2023 sonunda Atina Deklarasyonu adı altında Yunanistan ile Yumuşama dönemi ve ortak eylem planı uygulamasına geçilmiş ancak Yunan tarafı gerek 2025 yılında ilan ettiği Deniz Parkları ve gerekse Türkiye’yi kıtaya iten Sevilla haritasını esas alan deniz mekânsal planlama haritası ile kışkırtıcı ve hasmane tutumunu sürdürmüştür. Benzer şekilde Türk kıta sahanlığından geçen deniz dibi kablo projesini GKRY ve İsrail ile ortak şekilde Türkiye’ye emrivaki yapacak bir unsur olarak kullanmaya yeltenmiştir. Türkiye’nin Libya ile imzaladığı deniz sınırlandırma anlaşması hilafına Libya Deniz Yetki alanlarını gasp edecek şekilde Amerikan petrol firmalarına Girit Güneybatısında lisans sahaları vermiştir. GKRY, AB ülkeleri bir yana ABD ve İsrail ile KKTC ve Türkiye aleyhinde adada askeri hazırlıklarını tehdit seviyesini ve Türk karşıtlığını yükseltecek her türlü kışkırtıcı uygulamaya ve devlet pratiğine devam etmektedir. 7 Ekim 2023 sonrası son derece kötüleşen Türkiye İsrail ilişkileri artık İsrail’in açıkça deklare ettiği KKTC ve Türkiye düşmanlığı aşamasına gelmiştir. Küresel çapta işlediği soykırım ve işgal politikası ile her geçen gün parya durumuna düşen ve halen İran, Yemen, Lübnan, Suriye, Gazze ve Batı Şeria’da 6 ayrı cephede askeri hazırlığını yüksek tutan ve yıkıcı faaliyetlerine devam eden İsrail ABD’den aldığı güçle bölgede 19.yüzyılın sömürgeci emperyalist devlet kimliği ile hareket etmektedir. İsrail medyasında yer alan ve ABD’li neoconlar tarafından da desteklenen yazılı ve sözlü Türkiye tehditleri her geçen gün artarak devam etmektedir. Türkiye bu koşullar altında Akdeniz’de kıta sahanlığımızın; Ege’de Bern Mutabakatına aykırı ihlallerin önlenmesi dışında hamle yapmamaktadır. Kardak benzeri egemenliği anlaşmalarla Yunanistan’a devredilmemiş ada adacık ve kayalıklar konusunda 1996 sonrası Dışişleri Bakanlığı tarafından hemen hemen hiçbir eylemin yürürlüğe konulmamış olması ayrı bir sorun alanıdır. Türkiye bu yakıcı konjonktüre rağmen KKTC’de deniz ve hava üssü (Geçitkale SİHA meydanı dışında) kurmamıştır. Karadeniz’de Rusya Ukrayna Savaşında Montrö Sözleşmesi sayesinde tarafsızlığını koruyabilmiş olsa da bölgede NATO adına her türlü kışkırtıcılığı yapan Romanya’da hava devriyelerine ve tatbikatlarına katılarak Montrö ruhuna zarar vermiştir. Benzer şekilde Ukrayna’ya SİHA ve savaş gemisi satışı (her ne kadar savaş gemilerinin Karadeniz’e çıkışına izin verilememiş olsa da) aktif tarafsızlık ruhuna zarar verici olmuştur. Kısacası hükümet başta finansal baskı olmak üzere değişik baskılar altında bugün ABD ve AB karşısında (daha doğrusu neocon ve finans kapital yapı) net bir duruş sergilemekten uzaktadır. Güney Kafkasya ve Suriye’de İsrail ve ABD’nin sınırlarımıza komşu olması gelecekte söz konusu baskıları artırmayı teşvik edecektir. Gerek ABD gerekse AB’nin çoğunlukla temsil ettiği finans kapital dünya Türkiye’yi coğrafyası ve kaynakları her zaman sömürülmeye hazır bir devlet, iktidar ve muhalefeti her zaman kolektif batı çizgisinde kalmış olarak görmek ister. Her geçen gün etkinliğini kaybeden 32 üyeli NATO teşkilatı ise Türkiye’nin özellikle Karadeniz’de Rusya karşıtlığını hatta düşmanlığını teşvik etmek için her türlü kışkırtmaya devam edecektir. Kısacası dış konjonktür lehimizde değildir. Çevrelenme devam etmektedir. İç siyasette kutuplaşma had safhadadır. Ancak bu kutuplaşma iktidar ve muhalefet arasında jeopolitik yaklaşım ve konjonktür değerlendirmesi için söz konusu değildir. Gerek iktidar gerekse muhalefet ABD ve AB ve özellikle finans kapital ile uyum içindedir. Ana muhalefetin dış işlerinden sorumlu emekli büyükelçisi Trump karşısında süt dökmüş kedi gibi oturan Zelensky ile 5 Avrupa devleti liderinin arasında neden Türkiye’nin olmadığı soracak kadar finans kapital hegemonyaya teslim olmuş pusulası bozuk bir düşünce yapısı içindedir.

İdeal Şartlarda Ne Yapmalı? Tüm bu olumsuzluklara rağmen bu makalede yazılan tedbirler ve teklifler ekonomik bağımsızlığını küresel finans kapital düzenden kurtarabilmiş, yolsuzluk, usulsüzlük batağından sıyrılarak, Kemalist çizgide bağımsız davranacak gelecek siyasi yapılar için ideal şartlar altında tavsiye niteliğinde kaleme alınmıştır. Türkiye, her koşulda bu makalede önerilen Mavi Vatan’dan Açık Denizlere çıkışını benimsemelidir. Bu vizyona erişimi sağlayacak kuvvet yapısına, deniz harp silah ve araçlarına milli olanaklarla sahip olmalıdır. Savaşın materyaline ve stratejisine yönelik bu tedbirler dışında en kısa sürede Yüksek Askeri Şura’nın yapısını eski dönem yapısına getirmeli; askeri hastaneleri yeniden tesis etmeli, Harp Okullarını tekrar Kuvvet Komutanlıklarına bağlamalı, Askeri okullarda laik demokratik, sosyal hukuk devleti olarak geleceğe ilerleyecek cumhuriyete Atatürk ilkeleri paralelinde sadık kalacak personel yetiştirilmelidir. Mavi Vatan’dan Açık Denizlere Yöneliş ileri seviyede üslenme ve dost ve müttefik ülkelerde konuşlanma, lojistik destek temin edebilme ve üslenme ile mümkün olur. Bu nedenle öncelikle Doğu Akdeniz’de mutlaka büyük tonajlı ticaret gemilerini, havuzlayabilecek ve onarabilecek tersane kurulmalıdır. Türkiye ayrıca KKTC’de hava ve deniz üssü kurarak coğrafi merkezlenme ve lojistik derinlik kazanmak zorundadır. Akdeniz ve Ege’de fiilî devlet uygulamaları ile reaktif diplomasiden proaktif varlık stratejisine geçilmelidir. Libya ile enerji, denizcilik ve deniz kuvvetleri alanında iş birliği önemlidir ve devam ettirilmelidir. Türkiye, Arnavutluk ile 1997’den bu yana Adriyatik kıyısındaki Avlonya (Vlore) yakınlarındaki Paşalimanı Deniz Üssüüzerindeki kullanım hakkına sahiptir. Bu üssün Arnavutluk’un yoğun şekilde ABD ve İtalya etki alanına girmesine rağmen donanmamız tarafından daha sık kullanılması için olanaklar zorlanmalıdır. Somali ile 8 Şubat 2024’te imzalanan Savunma ve Ekonomik İş birliği Çerçeve Anlaşması gereğince deniz kuvvetleri ve enerji alanında iş birliği devam ettirilmelidir. Maldivler Deniz Kuvvetleri ile gemi bağışı üzerinden ilişki kurulması değerlidir. Bu ilişki daha değişik iş birlikleri ile geleceğe taşınmalıdır. Sudan’ın Kızıldeniz’deki Sevakin Adasında Türk savaş gemilerinin üslenme konusu her ne kadar iç savaş nedeni ile dondurulmuş bir proje olsa da orta ve uzun vadede takibi yapılmalı ve gerçekleştirilmelidir. Katar ile 19 Mart 2015’te imzalanan askeri iş birliği anlaşması ile Körfez’de sağlanan ileri üslenme olanağı sürdürülmelidir. Aralarında savunma sanayi iş birliği anlaşması bulunan Türkiye ve Cibuti arasında söz konusu ülke ile deniz kuvvetleri arasında lojistik iş birliği sağlanması hedef alınmalıdır.

İyimser bir Kapanış. Çok kutuplu yeni dünya düzeninin kurulma sancılarının son aşamalarında içinde bulunduğumuz zor şartlara rağmen geleceğin Türkiye’nin lehinde olacağını söylemeliyim. Türkiye en güzel sularda her türlü olanağa sahip ancak bu olanaklarını 1938 sonrası Kemalist çizgiden uzaklaşarak kullanmasını unutan ve bu olanakları kolektif batıya teslim etmiş adeta römorkörler tarafından yedeklenen gemi durumundadır. Bu gemi artık zincirlerini kesmek ve kendi rotasına devam etmek zorundadır. Mavi Vatan bu zincirleri kırmanın en önemli sembolüdür. Mavi Vatan yalnızca bir kavram değil, Türk milletinin denizlerdeki varlık yemini ve bağımsızlık manifestosudur. Mavi Vatan asla iç politikada gerek iktidar gerekse muhalefet için bir nevi oy devşirme aracı da olmamalıdır. Mavi Vatan’ın doğuşunun 2006’nin iç karartıcı konjonktüründe gerçekleştiği ve Hasdal/Silivri duvarları arasından kamuoyu ile buluştuğu asla unutulmamalıdır. Mavi Vatan için büyük bedeller ödenmiştir. Büyük çoğunluğu bugünkü güçlü donanmanın alt yapısını hazırlayan 40 Amiral ve 400’e yakın seçkin deniz subayı kumpas davalarla tasfiye edilmiştir. Suçları denizdeki Sevr dayatmasına Atatürk vizyonu ile karşı çıkmalarıydı. Bunu asla unutamayız. Hiçbir Sevr haritası, hiçbir Sevilla dayatması bu milleti kıyılara zincirleyemez. Denizlerden koparılmak, geleceğimizden koparılmaktır. Silahlı Kuvvetlerimiz, savunma sanayiimiz ve Türk gençliği diri kaldığı sürece bu zincirleri hiçbir güç asla boynumuza geçiremeyecektir. Mavi Vatan, Misak-ı Millî’nin denizdeki karşılığıdır ve geri adımı yoktur. Artık yakın gelecekteki hedef yalnızca kıyılarımız ve deniz yetki alanlarımız değil, açık denizlerdir; çünkü güç, caydırıcılık ve gelecek oradadır. Bu hedefi başarmak için Türkiye denizcileşmek zorundadır, çünkü denizcileşmek var olmaktır. Bu bir tercih değil, tarih ve coğrafyanın bize yüklediği ezelî ve ebedî görevdir. Gelecek kuşaklar, bugün attığımız adımlarla denizlere ve okyanuslara mühür vuracaktır. Ve bu mühür, Türk milletinin sonsuza dek hür ve bağımsız kalacağının en büyük teminatı olacaktır.

This entry was posted in DENİZ VE DENİZCİLİK, SAVUNMA, TSK. Bookmark the permalink.

Leave a Reply

Your email address will not be published. Required fields are marked *