TARİHİN TOZLU SAYFALARINDAN * KÜLTÜR, BİLGİ YAZILARI * İSKİTLER VE ATLARI

Naci Kaptan – 02.03.2025


İskit Kraliyet Atlıları

Eğer bir İskit’in dizleri arasında bir at ve yumruğunda bir süvari mızrağı varsa, muzaffer olacaktır!

Basit ve bilgisiz barbarlardan çok farklı olarak, bozkırlardaki çeşitli kabilelerin zengin bir kültürleri vardı. Hazar Denizi’nden kuzeydeki Karadeniz kıyılarına kadar uzanan topraklarda yaşayan ve Yunanların “İskitler”, Perslerin ise “Saka” dedikleri bu batılı topluluk, Sarmatyalılar olarak bilinirlerdi.

Uzun ve sivri uçlu başlıkları ve esmer tenli olmaları göz önünde bulundurulmadan dahi pantolon giymeleri, onları Yunanların gözünde barbar yapmıştır. Fakat bunun aksine hepsi fevkalade at kullanıcılarıydı, birleşik-eğimli yay konusunda çok yeteneklilerdi ve yakın menzilde ölümcül birer savaşçılardı. Mezarlarında bulunan eşyaların gösterdiğine göre İskit kadınları, erkekleri kadar savaşa yatkındı ve muhtemelen savaşlarda yer almışlardı. Yunan efsaneleri olan Amazon kadın savaşçılarının kökenini oluşturuyor olmaları da muhtemeldir. (1)


İskitlere ve Türk-Moğol Halklarına Ait Aynı
Gelenekler,
Kültler ve Psikolojik Özellikler (Özet)

Zaur Hasanov, Bağdagül Musa * Azerbaycan Ulusal Bilimler Akademisi, Arkeoloji ve Etnografya Enstitüsü / Ürdün Üniversitesi, Yabancı Diller Fakültesi, Asya Dilleri Türkçe-İngilizce Bölümü


Daha önce “Kraliyet (Hükümdar, Çar) İskitleri”nin dilleriyle ilgili yaptığımız araştırmada onların dillerinin Türk dilleriyle akraba olduğu ispatlanmıştır.

İskitler, Avrasya’nın medenî, kültürel ve askerî gelişmesine önemli katkı sağlayan en eski Avrasya halklarından biridir. Orta Asya ve Sibirya kökenlidirler. M.Ö. VII. yüzyıla doğru Doğu Avrupa’da ve Ortadoğu’da görülmeye başlarlar. İskitlerin bu bölgelere gelmesiyle, atın binek hayvanı olarak kullanılmaya başlaması ve arkasından da tabii olarak birbirlerinden uzak olan bölgelerin idaresi ve kontrolünü sağlayan hareketliliğin (mobilitenin) artması sayesinde mümkün olan dünyanın siyasî bütünleşmesini öngören eşsiz süreç başlar.

“Kraliyet İskitleri” ve Moğolların geleneklerinin, hükümdarlarını nerede vefat ederse etsin atalarının defnedildiği özel mekâna defnetmeleri hususunda da aynı olması dikkat çekicidir. İskitlerde bu özel mekân, Gerrhi iken; Moğollarda Altay’dır. Moğolların defin törenlerini anlatan Marco Polo, Cengiz Han’ın yadigârlarının ve bütün büyük kağanların, nerede vefat ederlerse etsinler, defnedilmek üzere Altay’a getirildiğini belirtmektedir. Daha sonra da çok garip bulduğu bir hususa dikkatleri çeker: “Altay’a giden yolda Kağan’ın naaşına eşlik eden kervan, definden önce kırk gün boyunca karşılarına çıkan her kimseyi “Git, öbür dünyada Kağanımıza hizmet et” diyerek öldürürler. Bunun yanı sıra Kağan’a öbür dünyada lâzım olur düşüncesinden hareketle Kağan’ın en güzel atlarını da öldürürler”. Aynı bilgiye Reşidüddin’in eserinde de rastlanmaktadır.

Buna benzer bilgiler, Jordanes’in eserlerinde de vardır: “Atilla’nın defninden sonra bu vazifeyi üstlenen herkes öldürülür”.

Herodot’a (Heradotos/Herodotus) göre İskit İmparatorluğu, değişik İskit kabilelerinden oluşuyordu. Herodot, bunlardan sayıca daha fazla ve güçlü olanının, diğer bütün İskit kabilelerini kendilerinin tebaası (astları) sayan “Kraliyet (Hükümdar, Çar) İskitleri” olduğunu söylemektedir. Herodot’un, İskitlerin tarihi, efsaneleri, mitleri ve geleneklerini anlatırken öncelikle İskit İmparatorluğu’nun iktidar klanıyla, başka bir ifadeyle, “Kraliyet İskitleri”yle ilgili belgelere yer verdiğini belirtmek gerekir.

Görüldüğü üzere, Avrupa Hunlarının bu defin törenleri, Herodot’un anlattığı gibi, hükümdarlarının yasını tutarken kulaklarını çizen, saçlarını kazıyan, ellerini kesen, alın ve burunlarını yırtan, sol kollarını okla delen “Kraliyet İskitleri”nin defin geleneklerinin aynısıdır.

Türkler ve “Kraliyet İskitleri”nin defin törenlerindeki bu benzerlik, Göktürk İmparatorluğu için de söz konusudur. Göktürklerin hükümdarı Bilge Kağan’a ithaf edilen Orhun-Yenisey yazıtlarında, Li-Sun Tay-Sengun’un 500 erkeğin başında Kağan’ın defin törenine geldiğine dair bilgiler var. Onlar, bu defin merasimi için altın, gümüş ve güzel kokulu tütsüler getirirler. Sonra da defin sırasında bu 500 kişinin hepsi saçlarını keser, kulaklarını ve yanaklarını çizer ve kendi güzel atlarını vefat etmiş Kağan’a kurban ederler.

XIV. yüzyılın ortasında Çin’de seyahat eden İbn-i Battuta şahit olduğu, savaşta şehit düşen Türk-Moğol hükümdarının defin merasimini “El-Hansa” (Al-Khansa) adlı kitabında anlatmaktadır:

“Hükümdarı bütün eşyalarıyla birlikte yerde kazılmış olan büyük bir kabre yerleştirdiler. Kabre ona ait bütün altın ve gümüş eşyaları, dört cariyesini, en sevdiği altı kulunu ve içecek dolu birkaç kabı beraberinde gömdüler. Sonra kabir, büyük bir tepe (kurgan) yüksekliğinde toprakla gömülerek kapatıldı. Ondan sonra da defin sürecine katılanlar, mızrak saplanmış dört at getirdiler. At öldürüldükten sonra gövdesine saplanan mızrak, boynundan delip çıkacak şekilde omurgalarından geçirildi. Sonra kazıkları tepenin üstünde bir yere yerleştirip, atları orada bıraktılar”.

Görüldüğü üzere, Türklerde vefat eden hükümdarların hürmetine öldürülmüş atların kazığa yerleştirilmesi usulü ile Herodot’un anlattığı “Kraliyet İskitleri”nin merasimleri aynıdır. İbn-i Battuta’da hükümdarın altı kulunun vazifelerine dair bir bilgi yok. Herodot’ta ise bunlardan beşi, vazifelerine göre sâki (hükümdarın elinden içki içtiği kimse), aşçı, seyis, silah taşıyıcı ve habercidir.

Herodot’un da zikrettiği, İskitlerdeki tahnit veya mumyalama uygulaması, “Köroğlu”nun Türkmen nüshasında da geçmektedir. T. Tarhan, Orhun yazıtlarına göre Kül-Tigin’in mumyalandığına dikkat çekmektedir. Tarhan, ilâveten İslâm’ı kabul ettikten sonra bile Türklerde mumyalama uygulamalarına devam edildiğine dair deliller getirir. Meselâ, II. Kılıç Arslan, III. Kılıç Arslan ve II. Süleyman Şah mumyalanmıştır.

Herodot’ta şu bilgiler geçmektedir:

“İskitlerde yeminle kutsallaştırılan bütün dostluk anlaşmaları şöyle yapılır: büyük toprak bir kupanın içerisine anlaşmanın taraflarının kanları ile karıştırılmış şarap doldurulur. (Bunun için de yemin edecek olanlar biz veya bıçakla derilerini çizerler). Sonra bu kaba kılıç, oklar, balta ve mızrak daldırırlar. Bu merasimden sonra uzun dualar okunup, yemin edenler ve orada bulunan ileri gelenler bu kaptaki kan karıştırılmış şaraptan içerler”.

Çin kaynaklarında geçen bilgiler ise şu niteliktedir:

“Han Çang ve Çang Meng, Şan-Yu [Hunların hükümdarı] ve ileri gelen komutanlarıyla birlikte No Nehri’nin doğusunda bulunan dağa çıktılar. Orada beyaz bir atı boğazladılar. Şan-Yu Çing Lu kaması ve metal kaşığını çıkarıp, [atın kanını] şarapla karıştırdı. Sonra Lao-Şang Şan-yu (Lao-shang Shan-yu) tarafından öldürülmüş Yüeçi kabilesinin hükümdarının kafatasını kap olarak kullanıp, birlikte kan yemini şerefine şarap içtiler.”


İskitlerin ve Hunların Dinlerinde Kılıca Tapma

Herodot, İskitlerin Ares’e tapma sürecini şöyle tasvir etmektedir:
“İskitlerin her bölgesinde Ares için, açık bir mekânda çalı çırpıdan dağlar şeklinde birbirlerinin üzerine yığılmış üç aşamalı ve uzunluğu ile genişliği hemen hemen aynı, ama yüksekliği uzunluğuna ve genişliğine nispeten daha az olan mabetler dikilir. En üstte üç tarafı düz olan, dördüncü tarafında da girişi olan dikdörtgen şeklinde bir alan oluşturulur. Kötü hava durumlarında bu inşaat daima çöker. Dolayısıyla her yıl buraya yüz elli yük çalı çırpı getirilir. Her tepenin başına eski demir kılıç yerleştirilir. İşte bu kılıç, Ares putudur. Bu kılıca her yıl diğer Tanrılara olduğundan daha fazla at ve büyükbaş hayvan getirilip kurban kesilir.

Kao Chu-hsun’a göre Sima Qian, eski Hunların dokuz kat Gök’e (gökyüzünün dokuz tabakasına) taptıklarına işaret etmektedir. Bu dokuz tanrıdan sadece bir tanesine, kutsal Ching-Lu kılıcına sunaklar dikmişlerdir. İskitler de sadece kılıç tanrısı olan Ares’e sunaklar dikmişlerdir. Hunlarda ve İskitlerde ching-lu kılıcı, insan biçimindeki Savaşçı Tanrı kültüyle özdeşleştirilmektedir.

Priskos’a (Romalı Priscus’a) atıfta bulunan Jordanes’in örnek verdiği Avrupa Hunlarının efsanesine göre, savaş tanrısı Mars’ın kılıcına hâkim olan Atilla kendini dünyanın hükümdarı olarak ilân eder.

“Zaten kendinden emin olma özelliğine sahip Atilla’nın kendine güveni, İskit hükümdarları arasında her zaman kutsal olarak saygı duyulan Mars’ın kılıcını bulduktan sonra daha da artar. Tarihçi Priskos kılıcın hangi şartlarda ve nasıl bulunduğunu şöyle anlatır: Çoban, sürüsünden bir düvenin topalladığını fark eder ancak yarasının sebebinin ne olduğunu anlayamaz. Endişeli çoban kan izini takip eder ve otlarken yanlışlıkla düvenin ayakları altında çiğnenmiş kılıca rast gelir. Çoban, kılıcı toprak altından kazıyıp çıkartır ve Atilla’ya götürür. Atilla, buna çok sevinir. Bundan kendisinin dünyaya hâkim olacağı anlamını çıkartarak kılıcı memnuniyetle kabul eder. Atilla, Mars’ın kılıcının bütün savaşlarda ona zafer kazandıracağından emindi.

İskitlerin düşmanlarına karşı stratejik üstünlük elde etmelerini sağlayan ihlâl edilemez göçebe hayat tarzıdır.

“Tanıdığımız bütün halklar arasında sadece İskitler, insan hayatı için en önemli sanata sahiptirler. Bu sanat, kendine saldıran hiçbir düşmanın kurtulmasına imkân bırakmamalarından ileri gelmektedir. Ayrıca kendileri buna izin vermedikçe onları geçmek, onların üstesinden gelmek de mümkün değildir. Zira İskitlerin ne şehirleri, ne de kaleleri vardır, evlerini yanlarında taşırlar. İskitlerin hepsi güzel at biner ve ok atarlar; tarımla değil hayvancılıkla uğraşırlar; evleri, çadırlardır. Böyle bir halkın ele geçirilmesi ve yenilmesi hiç mümkün mü? İskitlerin bu özelliklerinde tabii olarak onların topraklarının ve nehirlerinin de payı vardır”.

İkincisi, İskitlerin, atalarından devam ede gelen örf-adetlerine sımsıkı bağlı olmalarıyla ve diğer yabancı halkların geleneklerini benimseyen kendi kandaşlarını ağır bir şekilde cezalandırmalarıyla ilgilidir. Bunun ne anlama geldiğini açıklamaya çalışacağız.

İskit hükümdarlarından Anaharsis (Anacharsis) ve Skil (Scyles, Skyles) diğer halkların hayat tarzı ve geleneklerini uyguladıkları için kendi kabileleri tarafından öldürülmüşlerdir. Herodot’un anlattığına göre Anaharsis çok seyahat eden ve farklı halkların bilgelik sırlarına erişmeye çalışan birisidir. Anaharsis seyahati sırasında, yabancı bir ülkedeki Tanrıça’ya ülkesine sağ salim döndüğü takdirde kendisi için ayin yapacağına dair yeminde bulunur. İskitya’ya dönünce “Ağaçlar Mekânı” olarak bilinen Giley adlı bir yere saklanır. Ayini orada yapar. Ancak onu gören İskitler hükümdar Savliy’e haber verirler. Savliy bu haberi duyar duymaz olay yerine varır ve yabancı örf-adetlere uyduğu için kendi elleriyle kardeşini öldürür.

Herodot daha sonra aradan yıllar geçtikten sonra İskit hükümdârı Skil’in başına da aynı şeylerin geldiğini yazar. Skil’in babası İskit hükümdârı Ariapites (Ariapeithes); annesi ise Yunanlı birisidir. Annesi, Skil’e Yunancayı ve yazmayı öğretir; bunun yanı sıra Yunanca olan her şeye karşı sevgi beslemesine vesile olur. Skil, hükümdâr olduğu zaman sık sık Boristen’e gider. Şehre girerken Yunan kıyafetini giyer. Skil, Boristen’de evlenip kendine bir ev yapar. Orada bazen bir ay bazen de daha fazla kaldıktan sonra şehirden ayrılır. Tekrar İskit kıyafetlerini giyerek bozkırdaki topraklarına döner. Tabii olarak İskitler, deliliğe yol açan Tanrı’ya tapmanın ahmaklık olduğu düşüncesiyle Yunanlıları, Bacchanalia ayinine olan tutkularından dolayı kınarlar.

Bir keresinde Skil, Bacchanalia ayinine katılır. Bunu gören Boristen ahalisinden birisi, İskitlerin dalga geçtikleri Yunan geleneklerini kendi hükümdarlarının benimsediğini İskitlere haber verir. Haberi ulaştıran adam İskitleri gizlice Bacchanalia’nın yapıldığı yere götürür. İskitler orada Yunan kıyafetini giyip, Yunan müzik aletini çalan kendi hükümdarlarını görünce hemen şehri terk ederler. Bu haberi bütün orduya yayarlar. Bundan sonra halk ayaklanır, Skil’in baba tarafından kardeşi olan Oktamasad’ı (Octamasadas) hükümdar olarak seçer. Skil, İskitlerin elinden kurtulamaz. Oktamasad onun kellesini alır. Bu olayı özetleyen Herodot: “İskitler geleneklerine o kadar sıkı bağlılar ki, başka kültürlere ait bir geleneği benimseyenleri en ağır cezaya tâbi tutarlar” diye yazmaktadır.

Çin tarihçisi Sima Qian, M.Ö. 174 ve 161 yılları arasında Hunların hükümdarı Lao-Şang Şan-yu ile danışmanı Çung-Hang Yueh arasında geçen şu diyaloga yer verir:

“Han (Çin) imparatorluğunun ipeği ve yemeği Hunların hoşuna giderdi. Danışmanı Çung-Hang Yueh, Hun hükümdârı Şan-yu’ya dönüp şöyle dedi: “Hunlar, Han imparatorluğu hâkimiyeti altındaki her hangi bir halktan nüfusça daha azdır. Ancak Hunlar, kendi yemekleri ve kıyafetlerine sahip olmaları sayesinde çok güçlüdürler ve hiçbir şeyden dolayı Han İmparatorluğu’na bağlı değildirler. Şan-yu, Çin yemeklerini benimsemeye ve Hunların geleneklerine değişiklik getirmeye çalışıyor. Bu sebeple, Han buraya kendi mallarının beşte birinden daha az bir kısmını gönderse bile neticede amacına ulaşır ve bütün Hun halkını köleleştirmeyi başarır”. “Bugünden itibaren, yani Han’ın ipeğini elde ettiğiniz günden itibaren üzerinize giyip çalılar ve dikenler arasında at üstünde koşturun. Pantolonlarınızın ve kaftanlarınızın ne kadar çabuk paramparça yırtıldığını herkes görür ve ipekten yapılmış giyimin keçe ve deriden yapılmış giyimle kıyaslanamayacağını anlar. Aynı şekilde Han’ın yemeğini aldığınız zaman da onu atın ki, halk Han yemeğinin süt ve kımız kadar kullanışlı ve lezzetli olmadığını anlasın”.

Bu diyalogdan da anlaşılacağı üzere, Türk halklarının yabancı kültüre ait hayat tarzını reddedişi, aslında bir nevi bağımsızlıklarını koruma mekanizmasıdır. Asya Hunları bağımsızlıklarını, ihtiyaçlarını kendi iktisadî imkânlarıyla karşılamaları sayesinde koruyabilmişlerdir. Hunlar, Çin İmparatorluğu’na bağlı değillerdi. Türk halklarında yabancı kültüre ait örf-adetleri ve töreleri inkâr etme prensibi, Hunların millî ideolojisinin olmazsa olmaz unsurlarından biri olmuştur. Daha sonraki döneme ait Orhun-Yenisey yazıtlarında buna dair örnekler mevcuttur.

“…altını, gümüşü, ipeği, ipekliyi sıkıntısız öylece veriyor. Çin milletinin sözü tatlı, ipek kumaşı yumuşak imiş. Tatlı sözle, ipek kumaşla aldatıp uzak milleti öyle yaklaştırırmış. Yaklaştırıp, konduktan sonra, kötülüğü o zaman düşünürmüş. İyi bilgili insanı, iyi cesur insanı yürütmezmiş. Bir insan yanılsa, kabilesi, milleti, akrabasına kadar barındırmazmış. Tatlı sözüne, yumuşak ipek kumaşına aldanıp çok çok, Türk milleti, öldün; Türk milleti, öleceksin! Güneyde Çogay ormanına, Tögültün ovasına konayım dersen, Türk milleti, öleceksin! Orada kötü kişi öyle öğretiyormuş: Uzak ise kötü mal verir, yakın ise iyi mal verir diyip öyle öğretiyormuş. Bilgi bilmez kişi o sözü alıp, yakına gidip, çok insan öldün! O yere doğru gidersen, Türk milleti, öleceksin! Ötüken yerinde oturup kervan, kafile gönderirsen hiçbir sıkıntın yoktur. Ötüken yerinde oturursan ebediyen il tutarak oturacaksın.

Türklerin yabancı kültürlere ait her şeyi reddedişinin sebebi vardır: atalarından devam ede gelen hayat tarzlarını kaybetme ve hem askerî hem de kültürel olarak zayıf düşme tehlikesidir. Askerî olarak zayıf düşmekten kasıt, ordunun ve askerlerin mücadeleci niteliklerini kaybetmesi ise; kültürel olarak zayıf düşmekten kasıt, sayıca çok az olmalarından kaynaklanan asimilasyon (erime) korkusudur.

Güney Sibirya, Orta Asya ve Kuzey Karadeniz bozkırlarında M.Ö 800 ila 300 yılları arasında hüküm süren İskitler, sadece korkutucu savaşçıları ve geniş coğrafyada göçebe yaşamları ile değil, aynı zamanda olağanüstü el işçiliği ve altın işleme becerileriyle de tanınıyorlardı. Özellikle atlar, bu göçebe halkın kültüründe merkezi bir yere sahipti.

İskitler, Avrasya’nın medenî, kültürel ve askerî gelişmesine önemli katkı sağlayan en eski Avrasya halklarından biridir. Orta Asya ve Sibirya kökenlidirler. M.Ö. VII. yüzyıla doğru Doğu Avrupa’da ve Ortadoğu’da görülmeye başlarlar. İskitlerin bu bölgelere gelmesiyle, atın binek hayvanı olarak kullanılmaya başlaması ve arkasından da tabii olarak birbirlerinden uzak olan bölgelerin idaresi ve kontrolünü sağlayan hareketliliğin (mobilitenin) artması sayesinde mümkün olan dünyanın siyasî bütünleşmesini öngören eşsiz süreç başlar.

Herodot’a (Heradotos/Herodotus) göre İskit İmparatorluğu, değişik İskit kabilelerinden oluşuyordu. Herodot, bunlardan sayıca daha fazla ve güçlü olanının, diğer bütün İskit kabilelerini kendilerinin tebaası (astları) sayan “Kraliyet (Hükümdar, Çar) İskitleri” olduğunu söylemektedir. Herodot’un, İskitlerin tarihi, efsaneleri, mitleri ve geleneklerini anlatırken öncelikle İskit İmparatorluğu’nun iktidar klanıyla, başka bir ifadeyle, “Kraliyet İskitleri”yle ilgili belgelere yer verdiğini belirtmek gerekir. (2)


İskit Kraliyet Atlıları

Orta Asya’nın tarih sahnesinde önemli bir rol oynayan İskitler, güçlü atlı savaşçıları ve antik göçebe kültürleriyle dikkat çekiyor. Bu gizemli halk, Asya bozkırlarında yüzyıllar boyunca varlığını sürdürmüş ve bölgenin siyasi dengelerini etkilemiştir. İskitler’in izlerini araştırırken, şaşırtıcı gerçeklerle karşılaşacak ve bu esrarengiz toplumun derinliklerine yolculuk edeceksiniz.

İskitler’in en tanınan özelliği, savaş becerileri ve binicilik yetenekleridir. Atlarıyla uyum içinde olan İskit savaşçıları, yay ve ok kullanarak düşmanlarını etkili bir şekilde avlamıştır. Atlı okçuluk, onların stratejik üstünlük sağladığı bir taktik olmuştur. İskitler aynı zamanda kılıç, mızrak ve zırh gibi silahları da ustalıkla kullanmıştır. Bu savaşçı kültürü, İskitler’i komşu bölgelerdeki krallıklar ve imparatorluklarla rekabet halinde tutmuş ve nüfuzlarını genişletmelerini sağlamıştır.

Ancak İskitler sadece bir savaşçı toplumu değildir; aynı zamanda karmaşık bir göçebe kültürünün temsilcileridir. Göçebe yaşam tarzları, geniş bozkırlarda hareket ederek hayvancılıkla geçimlerini sağlamalarını mümkün kılmıştır. İskitler, özellikle at yetiştiriciliğinde uzmandırlar ve atlara derin bir saygı duyarlar. Atlar hem hayatta kalma hem de savaşta üstünlük sağlamada onlar için hayati öneme sahiptir. (3)


(1) https://www.honga.net/totalwar/rome2/unit.php

(2) https://belleten.gov.tr/tam-metin/272/tur

(3) https://mitoloji.org.tr/iskitler-orta-asyanin-atli-savascilari/

This entry was posted in Tarih. Bookmark the permalink.

Leave a Reply

Your email address will not be published. Required fields are marked *