KÜLTÜR, BİLGİ * Dünyada Bilim Neden Ege Kıyılarında Başladı / 1

Dünyada Bilim Neden Ege Kıyılarında Başladı


Dünya üzerindeki ilk önemli gelişme bundan yaklaşık 10 bin önce hayvanların evcilleşmesi ve bitkilerin tarlalarda yetiştirilmesi ile başlamıştır. Tarım devrimi olarak kabul edilen bu olayların birbirlerinden bağımsız olarak Orta Doğu’da, Doğu Akdeniz’de ve Amerika’da gerçekleştiği kabul edilmektedir.

Beşbin Yıl Önce Bilinen Dünya

Beşbin yıl önce bilinen dünya küçüktü. Köylerde ürünler birlikte kaldırılır, hakça paylaşılırdı. Sonradan özel mülkiyet kavramının gelişimi ile topraklar zenginlerin ve soylu kişilerin ellerine geçti. Soylularda aslında eski bir liderin yada komutanın torunlarıydı. Yönetimde geçen yılların ardından halktan kopup soylu olmuşlardı.

 O döneme kadar savaşlarda elde edilen esirler öldürülürdü. Zaten ancak kendilerine yetecek kadar yiyecek üretebilen toplumların bir de esirleri besleyecek durumları yoktu. Mısır’da ve Mezopotamya’da insanlar daha fazla buğday üretmek için kanallar açtılar, su bentleri oluşturdular. Zamanla bereketli Nil vadisi ve Mezopotamya çok ürün vermeye başladı. Tarlada çalışacak insana gereksinim arttı. Artık esirleri öldürmemeye, tarlalarında çalıştırmaya başladılar. Böylece kölelik toplumda kendisine yer buldu. Esirlere köle değil öldürülmüş canlılar deniliyordu.


Mısır’a daha fazla üretim için esir gerekliydi. Esirde o zaman kadar ancak savaş ile elde edilebiliyordu.  Mısır ekonomisinde yarattığı artı değerle, savaşla elde edemediği esir ve malları, satın almaya başladı. Böylece esir ticareti dünyada yerini aldı. Mısır’da artan üretim  diğer toplumlarla yapılan değiş tokuşu hızlandırdı. Fenikeliler denizciydi. Doğu Akdeniz’in her limanına uğruyor ve mal alıp satıyorlardı. Mısır’ın buğdayı, Fenike’nin Sedir ağaçları, Miiletos’un yünü, Kıbrıs’ın bakırı, Toros dağlarının gümüşü en çok rağbet edilen  mallardı.

Herkülün sütunları

HERKÜL SÜTUNLARI Cebelitarık Boğazı, Akdeniz ile Atlas Okyanusu’nu birleştiren, Avrupa ile Afrika kıtalarını ayıran boğazdır. Antik çağda Herkül’ün Sütunları olarak da bilinirdi.

Fenikeliler Akdeniz’in tümüne yayılarak Cebelitarık kayalarına kadar gelmişler ve bu kayalara Melkart’ın sütunları demişlerdi.  Melkart Fenikelilerin tanrısıydı ve kimse daha ileriye gitmesin diye taşları buraya onun diktiğine inanılırdı. Daha sonra Yunanlılar bu sütunlara Herakles’in taşları, Romalılar’da Herkülün sütunları adını verdiler.

İnsanlar sınırlarını zorluyor

2,800 yıl önce Akdeniz’de ticaret ve toplumsal etkileşim çok artmıştı. Kızıldeniz yoluyla Hindistan’a ulaşılmış ve oradan saraylar için altın, gümüş, fildişi getirilmeye başlanmıştı. Denizde gidilen mesafe artmıştı ama hala kıyıya paralel gidiliyordu. Karanın izleri görülmez ise kaybolmak kaçınılmazdı. Denizde ve çölde her yer aynıydı. İnsan bu çıkmazdan havaya bakarak kurtuldu. Yıldızlar arasında yolunun işaretlerini aramaya başladı. Öğleye kadar güneş denizciyi güneye götürür, geceleri de Küçük Ayı takım yıldızları kuzey yolunu gösterirdi.

İnsanlar bir defa kendi toplumlarından çıkıp diğer ülkeleri gördükçe dünyada başla şeylerin de olduğuna şaşırıp kalmışlardı. Mısırlılar, Fırat nehrinin kuzeyden güneye doğru aktığını gördüklerinde şaşkınlıklarını bir anıt dikerek bu nehir kuzeyden güneye akar diye edebileştirmişlerdi. Çünkü tek bildikleri nehir Nil güneyden kuzeye akıyordu.  Doğal olayların dışında her toplumun farklı inanışları ve tanrıları olması da insanları şaşırtmıştı.

Resimyazı Mısır’dan Fenike’ye, Fenike’den Yunanistan’a geçti. Ve geçişte harflere dönüştü. MÖ 8. yüzyılda Fenike gemileriyle artık Avrupa’ya şarabın, buğdayın yanında alfabe de gidiyordu. Fenikeli tüccarlar Mısır’ın ve Mezopotamya’nın kültürü ve uygarlığını her yere taşıyorlardı.

Bu devirde Akdeniz’de dolaşan başka bir toplumda Yunanlılardı. Onlarda İyonya ve İtalya kıyılarındaki koloni şehirleri arasında başlattıkları ticaret faaliyetlerini diğer toplumlara da yaymışlardı. Yunan şehirlerinde zanaatkarlar arasında uzmanlaşma başlamıştı. Birisi çömlek yapıyor, diğeri boyuyor, öbürüsü de süslüyordu. Miletos yünlü kumaşlarıyla, Atina vazolarıyla ünlüydü. Yunanlılar buğday, üzüm yetiştirmek yerine dokudukları kumaşı, ürettikleri şarabı satmanın daha karlı olduğunu keşfetmişti. İnsanlar küçük dünyalarını genişletmişler, kafalarındaki sınırları aşmışlardı. Ama karşılarında büyük dünyaya tam geçişi engelleyen  bir engel vardı. Bu da ruhani dünya.

Bilim Sümerlerden, Babillilere ve Mısırlılara onlardan da Yunanlılara geçmişti. Babilliler sayıların karelerini, küplerini ve karekköklerini almayı bilirlerdi. Dairenin çevresini piramidin hacmini hesaplamayı da öğrenmişlerdi. Pi sayısını 3 olarak kabul etmişlerdi (yaklaşık 3.14). Daireyi 360 dereceye yılı 12 aya bölerlerdi. Ay 30 günden oluşuyordu. Babilliler yedi gezegen bildikleri için (güneş ve ay dahil) haftanın günlerine onların isimlerini vermişlerdi. Sonradan batı dünyası da bu adları kendi dillerine taşıyacaktır. Günün 12 saat olması bir saatin 60 dakika olması da Babillilerden kalan bilgilerdi. Babil de öğrenim gören gençler kahin olurdu. Kahinler aynı zamanda bilgin ve din adamıydı. Mısırlı kahinlerin en önemli işi ise Nil’in taşma zamanını tahmin etmekti.

Bilim ve din birbirinden ayrılmazdı ve iç içe geçmişti. Nasıl ve niçin sorularının doğadaki yanıtları henüz bulunmamıştı. O nedenle doğadaki her şeyin bir atası olduğu gibi herşeyin bir anası babası aranıyordu. Her doğal olaya bir tanrı adayarak onları da bir ailenin fertleri haline getirmişlerdi. İnsanlar kara üzerindeki coğrafi sınırlamaların olmadığı denizlerde daha uzaklara gitmeye başladıkça farklı insanlar ve onların tanrılarıyla karşılaştılar. İnsanlar ve tanrılar birbirlerine karıştılar.


https://informadik.blogspot.com/2014/07/antik-iyon-ve-yunanda-bilimin-gelisimi.html

This entry was posted in KÜLTÜR - EĞİTİM - ÇAĞDAŞLIK, Sanat Edebiyat ve Kultur. Bookmark the permalink.

Leave a Reply

Your email address will not be published. Required fields are marked *