TARİHİN İÇİNDEN SAVAŞ YILLARI

TARİHİN İÇİNDEN SAVAŞ YILLARI


Savaş süreçinde biz çok ağır bedeller ödedik. 1911’den 1923’e kadar devam eden savaş içerisinde nüfusumuzun yarıya yakın kısmını ve her şeyden önce vatanımızın önemli bir bölümünü kaybettik. Balkanlar bizim vatanımızdı ve oradan da beş milyon zayiatla ancak Anadolu’ya sığınabildik.

Bahsettiğim tarihi hesaplaşmayı yıllar önce okuduğum İngiliz zabıtlarından özetle size aktarayım: Savaş sonrası galip devletler Osmanlı Devleti’nden neler talep edeceklerini kararlaştırmak için görüşmeler yapıyorlar. Görüşmelerde pek çok konu konuşuluyor ama bir tanesi var ki adeta can damarımıza dokunuyor. Şöyle ki;

“Bu Türkler bizim tarihimizin son beş yüz yılına karabasan gibi çökmüşler. Tarihimizde ilk defa bu tehditle hesaplaşma fırsatını ele geçiriyoruz. Elimizde böyle bir fırsat varken hem geçmiş beş yüz yılın *hesabını görelim, hem de gelecekte torunlarımızın, nesillerimizin aynı tehditle karşılaşmaması için alınması gereken tedbirleri alalım.”

Savaşın ve savaş sonrası gelişmelerin bundan daha anlamlı bir özetini başka hiçbir yerde okuyamayız. O günden bu güne kadar dünya huzur görmedi ve biz bir ateş denizinde yüzen ada gibiyiz. Eğer tarihten ders almazsak bu ateş eninde sonunda bu adayı da yakacaktır. 1990’da 20. yüzyılın düzeni yıkılmaya başladığı zaman, dünyanın egemenleri yeni düzenlerini kurarken muhtemel aktörlerden biri olan Türkiye’yi bağlayabilmek için Türk tarihinin biriktirdiği bütün kadim meseleleri önümüze koydular.

Dünya yeniden kurulurken, biz faili meçhuller, terör olayları, ekonomik krizler, 28 Şubatlar ve diğer olaylarla uğraşırken 2000’de gözümüzü bir açtık ki Balkanlar ve Kafkasya paylaşılmış, Türkistan kaybedilmiş. Şimdi Ortadoğu ve Afrika yeniden dizayn ediliyor. Bir kez daha kaybetmek istemiyorsak bu kader anında kendi içimize ait bütün hesapları bir kenara koymak ve akılcı çözümler üretmek zorundayız. Bu yüzden tekrar tekrar I. Dünya Savaşı’nı sorgulamalı ve anlamaya çalışmalıyız.

1918 yılına gelindiğinde ise ilk zamanların umut ve heyecanı yerini derin bir üzüntüye bırakmıştır. Çünkü savaş çok uzun sürmüş, savaşın acı ve kanlı yüzü ortaya çıkmış, giden geri gelmemiş, gelenler de yorgun ve sakat dönmüştür. Kemal Tahir “Esir şehrin insanları” adlı romanında bu durumu roman kahramanlarının birinin ağzından şöyle vurgular.

―Bir yedeksubay arkadaş anlattı:

“Mütarekeden sonra Halep‟ten dönüyormuş. Bozgunu taşıyan trenler görmedinizse gözünüzün önüne getiremezsiniz. Lokomotifi lokomotife, vagonları vagona, yolcuları yolcuya benzemez. Çuh çuh soluyan bir acayip, bir korkunç yaratıktır ki, tekerlekler üzerine alınmış bir müthiş yılan ölüsünü andırır. Tam ölü bile değil, hafif canlı, üstüne bir haşerat üşüşmüş. işte bu trenlerden birisiyle dönüyormuş. Bir arkadaş seferberliğin başından beri bütün cephelerde döğüşmüş, yuvarlak hesap on dört yara almış bir sahici kahramandır. Küçük istasyonlardan birinde bir köylü kadına rastlamış. Bu kadın, yanından geçen üniformalıları durdurur, „Nerde benim Ahmet‟im” diye sorarmış.”

Bilmez ki, biz Ahmet’i kumarda kaybettik…

This entry was posted in Tarih. Bookmark the permalink.

Leave a Reply

Your email address will not be published. Required fields are marked *