MÜZELERDEKİ TARİHİ ESERLER ÇALINIYOR, DEĞİŞTİRİLİYOR * KAYBOLDUĞU İDDİA EDİLEN KAŞIKÇI ELMASI KONUSU

Naci Kaptan / 28 Ağustos 2022

Değerli okur,
Ülkemizin sadece fabrikaları, tersaneleri, rafinerileri, telekomünikasyon, ulaşım sistemleri, yolları, köprüleri, hastahaneleri, limanları, dereleri, ormanları, değerli hazine arazileri, Sümerbank’ı, Seka’sı, şeker fabrikaları, Tekel’i, Hazinesi, 128 milyarı, soyulmadı, peş-keş çekilmedi, satılmadı.
Bunlara ek olarak tarihi eserlerimizin sözde korunduğu müzeler de bu talandan, hırsızlıktan, sahteleri ile değiştirilmesinden nasibini aldı. Tarihi eserler bir ülkenin geçmişidir, kültürüdür, geçmiş ile bağıdır.   Bir ülkeyi geçmişinden, kökünden kopartırsanız millet olmak vasfını kaybeder, kabile olur…
Son günlerde Topkapı Sarayı’nda sergilenen en büyük elmas olan 86 karatlık Kaşıkçı Elması’nın çalındığı öne sürüldü. Bu önemli  iddia, sosyal medyada gündemin ilk sıralarına oturdu.
Bu haberin gerçekliğini ve bu konuda Topkapı Sarayı Daire Başkanının açıklamasını okumadan önce bilinen kayıp eserler listesine yansıyan olayları özet olarak gözden geçirmek gerek;
Sayıştay’ın Ankara Üniversitesi raporu, Dil ve Tarih Coğrafya Fakültesi’nde bulunan yaklaşık 15 bin yazma eserin Kamu Harcama ve Muhasebe Bilişim Sistemi’nde taşınır kayıtlarına alma işlemlerinin tamamlanmadığını, bu eserlerin 440’ına fakülte kütüphanesinde yapılan sayımda ulaşılamadığı gerekçesiyle kayıtlarının düşüldüğünü ortaya koyuyor.
Sayıştay raporunda, Mimar Sinan Güzel Sanatlar Üniversitesi’ne bağlı Resim Heykel Müzesi’nde ise 404 adet resim ve tablonun müzede bulunmadığı, bu müzede bulunmayan eserlerin 42’si hakkında “kayıp”, “çalınan” ya da “sahte” şeklinde açıklama yapıldığı belirtiliyor.
Sayıştay raporları, ülkenin iki büyük kentinin sanat, dil, tarih gibi temel alanlarda öne çıkan iki üniversitesinin ismini anıyor. İstanbul’da Mimar Sinan Güzel Sanatlar Üniversitesi Resim ve Heykel Müzesi’nde tarihi değeri olan 404 eserin kayıp, 42 eserin ise çalıntı veya sahte olduğunu saptayan Sayıştay müfettişleri, Ankara Dil ve Tarih Coğrafya Fakültesi Yazma Eserler Kütüphanesi’nde de 440 eserin kayıp olduğunu kayıtlarına geçti.
Raporların yanı sıra Kültür ve Turizm Bakanlığı’nın internet sitesinde yayınlanan ve neredeyse bütün ülkenin bir kayıp eserler haritasına dönüştüğünü gösteren “Bakanlığımıza Bağlı Müzeler/ Birimlerden Çalınan/Kaybolan Kültür Varlıkları” başlıklı bir de liste bulunuyor. İstanbul’dan Van’a, Mardin’den Amasya’ya Isparta’dan Kocaeli’ne uzanan korkutucu bir kayıplar haritası… Bu haber, belge ve bilgiler üst üste konulduğunda “Türkiye tarihi eser kaçakçılığı bakımından bir kevgirdir” diyenlerin haklı olduklarını düşünmek işten değil.
Geçtiğimiz günlerde CHP’li Mahmut Tanal, Dolmabahçe Sarayı’nda muhafaza edilen, Osmanlı Padişahı Sultan Abdülmecid’den kalma, her biri ağırlığı 46 kilogram olan som altından 2 vazonun kaybolduğunu iddia ederek akıbetini sormuştu. Ardından da Milli Saraylar Başkanlığı, kayıplara karıştığı iddia edilen vazoların hiçbir zaman var olmadığını belirtmişti. Bir milletvekili araştırmadan böyle bir soru sormaz. O halde buharlaşan 2 adet toplamda 92 kilo altın olan vazoların Milli Saraylar Başkanlığınca YOK sayılmasının açıklanması kaybolan vazolar konusunu örtmek için daha kolay bir yol olduğu düşüncesi akla geliyor.
2016’da Ankara Resim ve Heykel Müzesi’nden de 302 tablo çalınmıştı. Yapılan operasyonda da 58 eser ele geçirilmişti.
Kültür ve Turizm Bakanlığı’na bağlı yaklaşık 90 müze ve 140 kazı alanı ile 17 özel müzeden binlerce tarihi eserin çalındığı ortaya çıktı. Çalınan eserler arasında avize, silah, mezar taşı, lahit, tablolar, top ve çiniler de yer alıyor.
DW Türkçe’nin ulaştığı rapora göre, Zeugma Müzesi’nde devir teslime konu olan 9 bin 211 eserin 6 bin 518’inin envanterli, 2 bin 461’inin envantersiz olduğunu, 110 eserin ise kayıp olduğunu gösteriyor.
Temmuz 2015 kayıtlarına göre, Türkiye’de, müzelerde yer alan eserler güvenlik görevlilerine ve kameralara rağmen esrarengiz bir şekilde kayboluyor. İzmir’deki Atatürk Müzesi’nden çalınan tarihi Uşak halısı ile beraber son 10 yılda Türkiye’de kaybolan eserlerin sayısı 1745’e çıktı.
Sadece Ege Bölgesi’nde ise kaybolan eserlerin sayısı 697. Habertürk’ün haberine göre, kaybolan eserlerin arasında altın kolye, yüzük, iğne, sikke, haç, tabanca, tablo, kandil, mermer, halı ve kilimler bulunuyor. Bu eserlerin bazılarına ise değer bile biçilemiyor.
Zaman zaman müzelerdeki, saraylardaki tabloların, eski değerli eşyaların ülkeyi yöneten üst düzey siyasetçilerin konutlarına götürüldüğü yazılıyor, çiziliyor!!!
SIRA KAŞIKÇI ELMASINA MI GELDİ?
Kaşıkçı elması kayıp mı oldu, çalındı mı, yerine sahtesi mi kondu? Dünyanın en değerli mücevherlerinden Kaşıkçı Elması, Topkapı Sarayı’nın Dış Hazine Bölümü’nde sergileniyor. “Tarihi elmasların en büyüğü ve en meşhuru” olarak bilenen Kaşıkçı Elması’nın kaybolduğu iddia edildi. Bu gelişmelerin ardınan Kaşıkçı Elması hakkında bazı sorular gündeme geldi. Peki, Kaşıkçı Elması çalındı mı, sahtesi ile mi değiştirildi, büyük yöneticinin! kasasına mı gitti? İnsanın aklına soyulan müzelere bakılınca bir çok soru geliyor.
İddialara ilişkin açıklama yapan Topkapı Sarayı Daire Başkanı İlhan Kocaman, “Müzeciliğin gerektirdiği her türlü güvenlik tedbirleri altında bunları muhafaza ediyoruz. Bu konu daha önce de speküle edilmişti. Sahtecilikle ilgili bir durum asla söz konusu değildir. Eser, 32 aydır bu salonda sergileniyor” dedi.
O halde, Kaşıkçı elmasının kaybolduğu iddiası nereden ve neden çıktı? Ateş olmayan yerden duman çıkar mı? Müzelerden kaybolmuş veya aslı ile değiştirilmiş binlerce tarihi eser varken İlhan Kocaman’ın bu açıklamasının gerçekliği kabul edilebilir mi?
Soralım; Müzede sergilendiği iddia edilen KAŞIKÇI ELMASI gerçek midir?
Naci Kaptan / 28 Ağustos 2022

Kaşıkçı Elmasının Hikayesi

Kaşıkçı Elması, adını kaşık benzeri oval formundan alan ve Topkapı Sarayı Müzesi’nde sergilenen en önemi mücehver olup, çevresi çift sıra olacak şekilde eski Mazarin kesimli 49 tane elmas ile süslenmiş, tek yüzü düz gül kesimli 86 karat ağırlığında bir elmastır. Tarihî elmasların en büyüğü ve en meşhuru olarak bilinen elmas Topkapı Sarayı’nın silah koleksiyonunun sergilendiği Dış Hazine Bölümü’nde görülebilir durumdadır.
Kristal berraklığında rengi için asırlardır övülen elmas, dolunay ışığı benzeri ışıltısı ve parlaklığıyla gizemli bir kaliteye sahip olmanın yanı sıra dünyanın en ünlü 22 elmasından birisi Kabul edilmektedir. Nasıl kendimizi gökyüzündeki parlak yıldızlara bakmaktan alıkoyamıyorsak benzer şekilde anlaşılmaz gizemi yüzünden Kaşıkçı elmasına bir kez bakanın bakışlarını kaçırması kolay olmayacaktır. Dünyanın en büyük dördüncü elmasının hikayesi yani tarihi İstanbul’un merkezine nasıl olup da geldiği veya kimler tarafından getirildiği tam olarak bilinmemektedir.

Osmanlı döneminde Eğrikapı semti
Topkapı Sarayı Hazinesi’nin en değerli objelerinden biri olan 86 karatlık Kaşıkçı Elması’nın (TSM H2/7610; 7×6 cm) XVII. yüzyılda, Sultan IV. Mehmed döneminde saray hazinesine alındığı kabul edilir. Defterdar Sarı Mehmed Paşa’nın XVIII. yüzyıl başında kaleme aldığı “Zübde-i Vekaiyât”ta ayrıntıları ile aktarılan öyküye göre; İstanbul’un Eğrikapı semtindeki mezbelelikte yuvarlakça bir taş bulunur.
Kaşıkçı Elması Nereden geldi?
Kaşıklı elmasının bulunmasına dair en ünlü öykü, Osmanlı sarayının resmi tarihçisi Raşid tarafından elle yazılmış olup özetle şöyledir:
1669 yılında, İstanbul’da Suriçi’nin en batı tarafında bulunan Eğrikapı semtinde bir çöp yığınını karıştıran tembel tembel tarayan bir balıkçı, alışılmadık derecede parlak ve çok büyük bir taşla karşılaştı. Güzel olduğunu düşünerek ama ne olduğu hakkında hiçbir fikri olmayan mücevheri cebine koyduysa da taşı kuyumcular pazarına uğrayana kadar birkaç gün cebinde saklamıştı. Balıkçı taşı ilk gösterdiği kuyumcu elmasın gerçek değerini anlamış ancak ama durumu belli etmeden balıkçıyı kandırmayı başarmıştı.
Osmanlı sarayının resmi tarihçisi Raşid’in aktardığına göre kuyumcu adama, “Bu bir cam parçası, istersen onu geri götür ya da bırak ama karşılığında istersen sana üç kaşık veririm. Buraya kadar getirdin, en azından zahmetine değsin”. Bu teklifi zamanına göre adil bir ödeme olarak kabul eden adam elinde üç kaşıkla yola çıkarken kuyumcu dünyanın dördüncü büyük elmasını ele geçirmişti. Kuyumcu ile alışveriş sırasında elması gören bir arkadaşı arasında bir kavga çıktığında kuyumcubaşı, kavga eden kuyumculara bir kese altın vererek taşı onlardan almış sonrasında Sadrazam Köprülü Fazıl Ahmed Paşa ve IV. Mehmed tarafından saraya alınarak devlet hazinesine alınmıştır. İstanbul’da Osmanlı hanedanının elmas traşçısı tarafından gül kesimi yapılan mücevherin adının bir ihtimal şekli yüzünden değil de elması işleyen sanatkarın lakabının Kaşıkçı olmasıyla ilişkili olabileceği de akla gelmektedir.
Son zamanlarda tarihçiler arasında Pigot adında bir Fransız subayın 1774’te Hindistan’ın Madras Maharajah’ından elmas satın aldığına dair daha yeni bir ikinci hikaye yayılmaya başlamıştır. Bir kaç kez el değiştiren mücevher Paris‘te açık artırmaya çıkarıldığında Napolyon’un annesi mücevheri satın almayı başarmıştır. Reticia Ramolino Bonaparte’ın, oğlu Elbe Adası‘na sürgüne gönderildiğinde, onun kurtuluşu için sevgili elmasını Elmas’ı 1798 veya 1799’da satılığa çıkardığı sanılmaktadır.
Sonunda parçayı satın alan adam Tepedelenli Ali Paşa’nın hizmetindeki bir Türk olmuş, Paşa, 1822’de II. Mahmut tarafından vatana ihanet iddiasıyla idam edildiğinde, Kaşıkçı elması dahil tüm mücevherleri Osmanlı Hazinesi tarafından ele geçirilmişti. Sultan 1825 yılında II. Mahmut 86 Kratlık bu elmasın etrafını iki sıra halinde 49 küçük Elmas ile dekore ettirmiş ayrıca birisi elması başındaki kavuğa taktırmak için, biri de yüzük yuvası olarak kullanmak için iki gümüş yuva yaptırmıştır.
Elmasın Kökeni
Hangi hikayeye inanırsanız inanın, Kaşıkçı Elması’nın adıyla ilk bahsi 1800’lere tarihlenmekte olup, padişahın elmasın inanılmaz boyutundan etkilenip, karşı konulmaz çekiciliğine kapılmasına karşın o zamana dek kaydının tutulmamış olması ilk öykünün zayıf noktasıdır. Bununla birlikte ikinci öyküde Fransız/Hint köken bir şekilde geçerliliğini kanıtlarsa Pigot Elması adıyla bilinen ve 1820’lerden beri kayıp olan elmasın Kaşıkçı elmasıyla aynı mücevher olabileceğini akla getirmiştir. Bununla birlikte Pigot elmasının ağırlığı 47.38 karat olup, Kaşıkçı elması olma ihtimali yoktur. 1728’de Brezilya’da ki elmas madenleri bulunana dek Hindistan, Borneo, Sri Lanka ile bazı Endonezya ve Malezya adaları dışında elmas kaynağı yoktu ki Güney Afrika’da ilk elmas 1866’da bulunmuştu. Elmasın Osmanlı hazinesine ham olarak mı yoksa Avrupa’da işlendikten sonra mı getirildiği de kesin olmayıp balıkçı söylencesine göre ham Fransa teorisine göre işlenmiş olarak gelmiştir.
Kaşıkçının Elması 1965 yılında Kavala ve İstanbul’da çekilen ve başrollerini Melina Mercouri ve Peter Ustinov’un paylaştığı “Topkapı” filminde konu edilmiştir. Bununla birlikte, filmdeki soyguncular, esas olarak, önceki Sultan I. Mahmud’un zümrüt kaplı hançeri olan başka bir Topkapı hazinesini çalmaya çalışmaktaydı.
Aralık 8, 2021 – Özhan Öztürk

Daha Fazla Bilgi İçin
Murat Hatipoglu. Kaşıkçı Elmasının Bulunuş Hikâyesi ve Gemolojik Özellikleri. International Journal of Scientific and Technological Research ISSN 2422-8702 (Online) Vol 5, No.1, 2019

KAŞIKÇI ELMASINA AİT İLGİNÇ BİR ÖYKÜ

Hazine Dairesi içinde büyükçe bir ahşap vitrin içinde çok sayıdaki mücevher ile birlikte teşhir edilen Kaşıkçı Elması gerektiği kadar fark edilmiyor, onca mücevher neredeyse tuğla büyüklüğündeki zümrütler arasında kayboluyordu. İlban Ağabey ve bize öğrettikleri ve çelebi davranışlarıyla herkesin gönlünü fetheden Elektrik Mühendisi rahmetli Erol Çığırgan ile baş başa verip yeni bir sergileme vitrini düşündük.
Düşüncemiz gerek Hayrullah Örs gerekse dönemin müdürü Kemal Çığ tarafından memnuniyetle karşılandı, bizi teşvik ettiler ve “Haydi yapın, bakalım!” dediler ama ne yazık ki düşüncemizi gerçekleştirecek paramız yoktu. Sakın aklınıza büyük işler gelmesin! Altı üstü mekândaki bir nişin içine yapılacak basit bir vitrin. Uzun aramalar sonrası saray deposunda eski bir kalorifer sirkülasyon motoru bulduk, ağır devirli bu motoru tamir ettirdik, bir soba borusunun ucunu daraltarak, arkasına yüz mumluk bir ampul koyduk. Daraltılan borudan gelen ışığı elmasa yönelttik, mekanik bir kolu motora bağladık ve elmasın hafifçe sağa sola dönmesini sağladık.
Sarayda görevli asistanlar vitrinin içini siyah kadife kumaş ile kapladılar, hemen hemen hiç harcama yapmadan yeni bir sunum gerçekleştirmiş olduk. Yavaşça sağa sola dönen ve üzerinden yansıyan ışıkla çevresine parıltılar saçan Kaşıkçı Elması büyük bir ilgi odağı oldu ve önünde uzunca kuyruklar oluşmaya başladı. Hemen herkes mutlu ve gururluydu. Farkına varılamayan, çokluk içinde seçilemeyen oldukça değerli bir obje, küçük bir dokunuşla tek başına büyük ilgi odağı olmuştu.
ELMAS ERİR Mİ?
Her zaman olduğu gibi bu yenileme de bazı kişilerin haset duygusunu kabarttı. Aklı evvel bir saray mensubu Ankara’ya mektup yazarak; “Kaşıkçı Elması’na ışık tutuyorlar, elmas eriyecek” diye şikâyette bulunmuş. Genel Müdürlük, “Bu nasıl iştir, neler oluyor, elmas erir mi?” diye düşünmeden hemen olayı soruşturmak üzere bir müfettiş yolladı. İlban Öz, Erol Çığırgan ve beni karşısına alan müfettiş, “Durup dururken başımıza iş açıyorsunuz!” gibisinden birkaç soru sormaya başladı. Soruşturmadan haberdar olan Hayrullah Bey, karşılıklı konuştuğumuz odaya girdi ve müfettişin karşısına oturdu. Hayrullah Bey’in değişik bir aurası vardı, bulunduğu ortamda hemen ilgi çeker, konuşmalarıyla dikkatleri üzerinde toplar, ilgi odağı olurdu. Söze nasıl başladığını hatırlamıyorum ama konuşmanın nasıl sürdüğünü bugün gibi hatırlıyorum;
“Bak genç arkadaş bunca yol kat edip, ‘Ne oluyor, nasıl olmuş?’ demeden Ankara’dan kalkıp İstanbul’a geldin, hoş geldin. Önce birkaç gün sarayı gez dolaş, görevli arkadaşlarla konuş, kimin, hangi zorluklarla ne iş yaptığını ne sıkıntılar çektiğini gör, öğren. Bir daha böyle bir ihbar alırsan olayın gerçek nedeninin ‘haset’ olduğunu anlayıp boş yere uğraşmamış, zaman kaybetmemiş olursun.
Sen elmas nedir bilir misin? Elmas dünyanın en sert madenidir, az bulunduğu için değerlidir, kolay kolay çizilmez, ona şekil vermek için uzman olmak gerekir. Isıdan kolayca etkilenmez, karbon bazlı olduğu için elbette ateşe atarsan yanar ama bunun için en az 3.500 derece hararet gerekir. Öyle ışığa maruz kalmakla bir şey olmaz, merak etme biz bu mirasın farkındayız ve onu ülkemizin iftihar vesilelerinden biri olarak kabul etmekteyiz. Ne kadar tanınır ve bilinir olursa ülkemizin bir değeri olarak bizi mutlu eder.” (MİLLİYET – Sinan Genim – 14 Mayıs 2022)
This entry was posted in KÜLTÜR - EĞİTİM - ÇAĞDAŞLIK, Tarih, YOLSUZLUKLAR, YOZLAŞMA - AHLAKSIZLIK. Bookmark the permalink.

Leave a Reply

Your email address will not be published. Required fields are marked *