YEDİKLERİ YETMEDİ, KENDİLERİNE ZİYAFET ÇEKİYORLAR, PARAYI YOKSUL HALK ÖDÜYOR * TÜGVA iftar yemeği faturasını belediyeye ödetti

TÜGVA iftar yemeği faturasını belediyeye ödetti

BİANET- 23 Mart 2024

TÜGVA’nın kentteki temsilcileri ve ailelerine verilen iftar yemeği ve ulaşım bedeli imzalanan protokol gereği kayyımla yönetilen Van Büyükşehir Belediyesi tarafından ödendi.

AKP’li Cumhurbaşkanı Tayyip Erdoğan’ın oğlu Bilal Erdoğan’ın kurduğu Türkiye Gençlik Vakfı (TÜGVA) Van Büyükşehir Belediyesi ile imzaladığı protokol gereği düzenledikleri tüm etkinlikleri belediyeye fatura ediyor.
Mezopotamya Ajansı’nın haberine göre, TÜGVA verdiği iftar yemeği ve ulaşım faturası aralarında imzalanan protokol gereği kayyımla yönetilen Van Büyükşehir Belediyesi tarafından ödendi. TÜGVA ile kayyım tarafından imzalanan protokol ile vakfın tüm giderleri belediyeye fatura ediliyor.
17 Mart’ta Uygulama Oteli’nde düzenlenen iftar yemeği bedelinin ödenmesi talebiyle 14 Mart’ta TÜGVA tarafından belediyeye bir yazı gönderildi. Yazıda “Türkiye Gençlik Vakfı (TÜGVA) ile Van Büyükşehir Belediyesi arasında 08.08.2023 tarihli meclis kararıyla imzalanan ‘Van ilinde sosyal, kültürel, sportif faaliyetlerinin desteklenmesi işbirliği protokolünün 6.1.2 maddesi gereği büyükşehir belediyesinin bütçesi dahilinde sosyal alanda hizmet alanların verimliliklerini artırmak için gezi, yemek, konferans vb. organizasyonların mali kısmını karşılayacaktır’ maddesi ışığında 17.03.2024 tarihinde Evliye Çelebi Uygulama Oteli’nde yapacağımız iftar programının ulaşım, yemek ve giderlerinin karşılanması hususunu bilgilerinize arz ederim” denildi.
Tüm AKP kadrosu yemekte
Bunun üzerine kayyımla yönetilen Van Büyükşehir Belediyesi, ailelerin otele taşınması, yemek ve diğer tüm giderlerin ödenmesi kararı aldı. Ne kadar ödendiği bilinmeyen yemeğe ise TÜGVA Genel Başkan Yardımcısı Selim Özaltun, Van Büyükşehir Belediyesi kayyımı Ozan Balcı, AKP İl Başkanı Emre Güray, AKP Van Milletvekili Burhan Kayatürk, AKP Van Büyükşehir Belediye Başkan adayı Abdulahat Arvas da katıldı. Yemeğe ise TÜGVA’nın 13 temsilcisinin aileleri katıldı.
5 yıllık protokol
Van Büyükşehir Belediyesi’nin kayyım yönetimi 8 Ağustos 2023 tarihinde atanmış meclis kararıyla TÜGVA ile 5 yıllık protokol imzalamış ve TÜGVA’nın tüm taleplerinin belediye tarafından karşılanması işbirliği protokolü imzalanmıştı. (AD)
Posted in Uncategorized | Leave a comment

BELLEK DÜRTÜCÜ * “Dünya Ölçeğinde Soygun: Tekel’in Özelleştirilmesi” * SİZİ BÖYLE SOYDULAR, UNUTMAYIN, UNUTTURMAYIN

“Dünya Ölçeğinde Soygun:
Tekel’in Özelleştirilmesi”


Şubat 2004’te LimakÖzaltın-Nurol Konsorsiyumu, Özelleştirme İdaresi’nin açtığı ihalede Tekel’in Alkollü İçecek Bölümü’nü 292 milyon dolara satın aldı. Haziran 2006’da Limak-Özaltın-Nurol Konsorsiyumu, 292 milyon dolara satın aldıkları Mey İçki’yi yaklaşık üç katı fiyatı olan 810 milyon dolara ABD’li özel girişim sermayesi şirketi Texas Pacific Group’a sattı. Şubat 2011’de bu ABD’li grup, Mey Şirketi’ni 2.1 milyar dolara Johnny Walker Viski’nin sahibi olan Draego Şirketi’ne sattı.
Görülüyor ki Tekel İçki’nin değeri yedi yıl içinde yedi kat fazla artmıştı ve Coşkun’un da vurguladığı gibi, “Halktan toplanan vergilerle ve yılların çalışması ve gayreti ile yaratılan yatırım adeta peşkeş çekilmişti…”
Gazeteci-yazar Dr. Mehmet Alev Coşkun
Posted in Uncategorized | Leave a comment

“Ah Müjgan…

“Ah Müjgan…


Çok arada kaldık biz,
Kendimiz olamadık.
Tespih elimize,
Malboro ağzımıza yakışmadı.
Fes kafamızda,
501 kot pantolon kıçımızda
O Amerikalı kızdaki gibi durmadı.
Western filmlerinde
Ezilen kızılderililere ağlayıp,
Mavi ceketlileri tuttuk.
Ne solcu olabildik,
Ne sağcı,
Das kapital, okumak için çok uzundu,
Zaten okumayı hiç sevmedik.
Devrim türkülerinin ezgisini tutturamadık,
Bıyığı aşağı bırakmakla olmadı,
Mafyalaştık,
Milliyetimizi araplaştırdık…
Dinimizi Arapça okuduk
Ayetleri anlamadık.
Dünyada anlamadığı bir dilde dua eden başka bir millet var mı bilmiyorum.
Hoş millet miyiz?
Onu da bilmiyorum.
Teknoloji çağına yetişemedik,
Bırak matbaayı,
Bilgisayarın tuşuna da,
Yirmi yaşımıza da
Aynı gün bastık.
Cep telefonunu kemerlerimize astık,
Kazağı pantolonun içine.
Çok aralarda kaldık biz.
Toprak ağalarını demokrat,
Kapitalistleri yatırımcı sandık.
En büyük yalanı söyleyene daha çok inandık,
Camide iken ‘’Uydum hafız olan imama’’ derken, Her yerde imama uyduk.
Laikliğin ne demek olduğunu
Bizi okumanın, eğitimin kurtaracağını anlamadık.
Parayı kazanmak kolay sandık
Bankerlere, Jet Fadıla,
Çiftlik banklara,
En son kriptocuya kaptırdık.
Çok arada kaldık biz.
Kural koyduk, bozduk,
Anayasa yaptık, uymadık
Üniversiteleri haşat, Liyakatı madara,
Bakara’yı makara ettik.
Nihat Hatipoğlu’nu YÖK’e
Milli güreşçiyi bankaya atadık,
Okul yaptık, eğitim yapmadık,
Yol yaptık çöktü
Köprü yaptık geçmedik
Yine de parasını ödedik.
Devletin elektriğini,
Tekelini,
Limanlarını,
Barajlarını,
Fabrikalarını,
Kaz dağlarını bir güzel sattık.
Devletin malı denizdi,
Dezenfektan satmayan kerizdi.
Zaten ortada kaldıydık,
Bir kanal eksikti arada,
Onun da Projesini hazırladık
Yakında yüzeriz kanalda.
Leblebi tozu vardı bir zamanlar,
pudra şekerine nasıl geçtik?
Hiç anlamadık,
Ve Hiç sormadık,
Acaba bu hayatı,
Kendimiz mi seçtik?
Ümit etmek güzel,
Beklentisi var herkesin…de
Biz küçükken,
Sapanla kuş avlayan arkadaşımıza,
‘dur’ diyemediysek eğer,
Şimdi o arkadaş
Devletin gücünü,
Medyanın sözünü,
Paranın tadını,
Yandaşın hırsını,
Cahilin gönlünü,
Eline avucuna almışken ‘dur’ dememizi
Kimse beklemesin.
… …
Diyeceğim ama diyemiyorum.
Biri söylemiş işte;
“Muhtaç olduğun kudret
Damarlarındaki, asil kanda mevcuttur “ diye..
Bence uyan artık,
Yoksa geç kalacaksın
Kendini kurtaracak kimse arama,
Seni yine,
Sen kurtaracaksın…”

Fatih Ergin
Posted in Uncategorized | Leave a comment

MUSTAFA KEMAL’İ ANLAMAK * YA İSTİKLAL YA ÖLÜM…

Posted in Uncategorized | Leave a comment

BELLEK DÜRTÜCÜ * ORGANİZE İŞLER * GEÇMİŞTEN GÜNÜMÜZE İSTANBUL BELEDİYESİNDE NELER OLDU? Bölüm 1 / 2 / 3

Bir hafta sonra 31 Mart tarihinde yerel seçimler yapılacak. AKP iktidarı ki bunu Cumhurbaşkanı Erdoğan olarak tanımlamak daha doğru olur. Erdoğan devletin tüm gücü ile, 17 bakan, valiler, kaymakamlar, emniyet ve jandarma güçleri, TSK’nın komutanları, yargı mensupları, diyaneti ve cami imamlarını, tarikatları, cemaatleri , islami sermayeyi kullanarak İstanbul seçimini  alabilmek için çabalıyor. MHP, İYİPARTİ, DEM siyaseten açıktan veya örtülü olarak Erdoğan’ı destekliyor.
CHP’nin adayı İmamoğlu ise devletin bunca gücü karşısında erdemi, liyakatı, bilgi ve kültürü, yaptığı hizmetleri ile TEK TABANCA direniyor ve çalışıyor.  İmamoğlu döneminde İBB’nin tüm hesapları kamuya açık ve denetlenebilir, şeffaf bir yönetim ile yapıldı.  İBB maliyeciler tarafından defalarca denetlendi, eksiğini bulamadılar. Tarikatlara, cemaatlere, Erdoğan’ın çocuklarının kurduğu cumhuriyet karşıtı vakıflara giden tüm musluklar kesildi ve İMAMOĞLU DÖNEMİNDE vergilerimiz topluma hizmet için kullanıldı.
Önümüzdeki seçimde vergilerinin yine yolsuzluklara, cemaatlere, tarikatlara, ABD’ye para transfer ederek kendilerine gök delenler yapan Türgev ve benzerlerine gitmemeşi, sayısı 1500 civarında arabanın kiralanarak yandaşlara tahsis edilmemesi, yolsuzlukların olmaması için Ekrem İmamoğlu’nun seçilmesi gerektiği gerçeği önümüzdedir.
YA DEVLET BAŞA, YA KUZGUN LEŞE…
Naci Kaptan / 23 mart 2024

BELLEK DÜRTÜCÜ:  ORGANİZE İŞLER
GEÇMİŞTEN GÜNÜMÜZE İSTANBUL BELEDİYESİNDE NELER OLDU?

Naci Kaptan 29.07.2023

2002 yılında Recep Tayyip Erdoğan ve Abdullah Gül’ün ABD ve İsrail’in desteği ile Erbakan hocayı tasfiye edip yeni bir parti kurarak iktidara gelmesiyle emperyal ülkelerin senelerdir rüyaları olan Türkiye’yi çökertme hayallerinin ilk basamağı gerçekleşti. Küresel baronlar ilk kez böylesine kendilerine uygun bir iktidar gücünü şekillendirme olanağına kavuşmuştu. Baronlarla Erdoğan / Gül arasında gizli ve kirli anlaşmalar yapılmaya başlandı. 
Türkiye’den ilk istenen anayasasını değiştirerek GÜÇLER BİRLİĞİNİ işlevsiz kılmak oldu. Bu arada, vakıflar yasası Türkiye’nin gizli işgaline olanak verecek şekilde değiştirildi. AKP, AB ve ABD ile birlik olarak Türk ordusunu   çökertme operasyonu ve bu arada yüksek yargı kurumlarının da siyasi erke boyun eğecek gibi yeniden şekillendirme operasyonları da başlatılmıştı.
Devletin kamu kurumları bir bir tasfiye edildi.  Kamunun harcamalarını izleyen, araştıran, bilirkişi olan denetçi müfettişlik kurumları da kapatıldı. Böylece iktidara istediği amaçla ve istediği kadar hazinenin parasını harcama olanağı sağlandı. Yargının yönetim kadrolarına AKP ile işbirliği yapacak olan hukukçular getirildi. Ülkemizin saygın diplomatları tasfiye edildi. Dış politikanın kontrol ve yönetimi liyakatsiz ve din eğitimi almış  veya dış politikayla ilgisi olmayan biat’çı yandaşlara verildi. ULUSALCILIK yani diğer deyişle MİLLİYETÇİLİK terör gruplarıyla ilişkilendirildi.
Tüm bu yapılanlar yetmez idi!!! Türkiye EKONOMİK olarak çökertilmeliydi. Ekonomik gücü olmayan ülkeler BAĞIMSIZ  da olamazdı. Borç alan emir de alırdı…
Dünyada kendisine yeten 7 ülkeden birisi olan Türkiye’nin ekonomik olarak da çökertilmesi gerek idi. Bu nedenle TARIM ve HAYVANCILIK politikaları değiştirildi. Çiftçi ve hayvan besicilerine Devlet destekleri kesildi. Zirai ilaç, gübre ve mazot pahalandı, üretici desteklenmedi. Türkiye’de yetişen tüm ürünlerin ithaline başlandı ve böylece çiftçi ve hayvancılar yok edilerek tarımdan uzaklaştırıldı.
Türkiye’de üretim ve istihdam sağlayan tüm kamu kurumları değerlerinin “onda birine” bazen “yüzde birine” öncelikle AKP yandaşı olan, yönetime yakın ve kanka, akraba olanlara ve yabancılara ÖZELLEŞTİRME masalıyla peş-keş çekildi.  Bu milli yatırımlar bir bir elden çıktıkça işsizlik, yoksulluk ve dışa bağımlılık da arttı… Günümüz Türkiye’sinin ekonomisi har vurup harman savuran “Müflis” tüccar gibi iflas etmiş ve kasasında parası kalmamıştır. Erdoğan’ın deyişiyle TULUMBANIN SUYU BİTMİŞTİR!!!
Elbet günü gelecek bu suyu bitirenler ve en alta kadar tüm AKP’li siyasetçiler, AKP’nin emri kumandasına giren kamu görevlileri, Valiler, kaymakamlar, genel müdürler, yandaş komutanlar bağımsız yüksek yargı önünde hesap vereceklerdir.
Devletin hafızası olanları ve devletine ihanet edenleri, anayasayı çiğneyen ve ilga edenleri, yasa tanımazları, çalanları, talan edenleri hiç bir zaman unutmayacaktır. 
Günümüz Türkiye’si SİYASİ – POLİTİK – SOSYAL – EKONOMİK bir işgal altındadır.
Ülkemizin ekonomik olarak nasıl çökertildiğini ve bu yolsuzlukların sahiplerini tekrar hatırlatmak için aşağıdaki yazı dizisini okumanıza sunuyorum
Naci Kaptan

BÖLÜM 1

1. BILBOARD YOLSUZLUĞU
İstanbul’un ana arterlerinde yer alan, büyük reklam ajanslarının gözdesi reklam panolarının kiralanması sırasında yapılan yolsuzluktur.
Recep Tayyip Erdoğan’ın en büyük taktiği, ihalelerin önce belediye şirketlerine (BİT’lere) verilmesi, oradan da kendi yandaşı kişi ya da firmalara aktarılmasıydı. Bilboard ihalesinde de aynı şeyi yaptı. Ulusal ve uluslararası reklam ajanslarının gözdesi ‘bilboard’lar (caddelere konulan büyük reklam panoları) önce belediye şirketi KÜLTÜR AŞ’ye kiralandı. Oradan da Nakşibendi tarikatı mensuplarının yönetimindeki İNTERPAN firmasına yıllık 30 milyar TL gibi komik bir fiyatla devredildi.
Bilboard ihalelerinde yolsuzluk yapıldığı gerekçesiyle Temmuz 2002’de İstanbul Ağır Ceza Mahkemesi’nde dava açıldı. Burada Recep Tayyip Erdoğan, Ali Müfit Gürtuna ve 25 belediye yöneticisi (bunlardan bir kısmı da AKP miletvekili adayı) yolsuzluk sanığı olarak yargılanıyorlar. Sanıklardan belediyenin zararı 100 milyon doları karşılamaları da isteniyor. İlk duruşma önümüzdeki günlerde yapılacak.
2. AĞAÇ YOLSUZLUĞU
İstanbul’a dikilen ağaçların alımından dikimine kadar yapılan ihalelerdeki yolsuzluklardır. ‘İki milyon ağaç’ kampanyası Tayyip’in en iddialı projelerinden biriydi. Ama her projesindeki gibi bunda da BİT’ler kullanılarak İstanbul halkı soyulmuştur.
Ağaç alım, dikim ve bakım işleri önce belediye şirketi İSTAÇ’a verilmişti. İSTAÇ da bir başka belediye şirketi AĞAÇ AŞ’ye taşeron olarak devretmiş, AĞAÇ AŞ de siyasi yandaşları, kişi ve firmaları taşeron olarak kullanmıştı.Türkiye’den ucuz fiyatla sağlanması mümkün olan ağaçlar İtalya’dan birkaç misli fiyatla ithal edilmiş, trilyonlarca liralık döviz kaybına yol açılmıştı. Ayrıca İstanbul’un iklim koşullarına uygun olmadığı biline biline binlerce ağaç ithal edilmiş, bu ağaçlar kuruyunca da Tayyip Erdoğan’ın emriyle gece yarıları yerinden söktürülmüştü. Ağaç işleri ile ilgili yapılan soruşturmalar sonucunda ‘görevde yetkisini kötüye kullandığı’ tespit edildiyse de Recep Tayyip Erdoğan, beş yıllık zaman aşımı nedeniyle yargılanıp ceza almaktan kurtuldu.
3. PERSONEL TAŞIMA YOLSUZLUĞU
Belediye ve bağlı şirketlerinin personelinin işe gidiş gelişlerini sağlamak için yapılan personel servisi ihalelerindeki yolsuzluktur.
İstanbul Belediyesi ve bağlı kuruluşlarının personelinin taşınma işleri Tayyip’in yakın arkadaşı Albayraklar şirketine verilmişti. Burada da akıl almaz yolsuzluk olayları yaşanmıştı. Danışıklı dövüş şeklinde yapılan bu ihalelere birkaç akraba şirket, bazılarına da sadece Albayraklar davet edilmişti.
Sahte araba ruhsatlarının düzenlendiği müfettiş raporları ve savcılık iddianamelerine konu olan bu ihaleler % 2-3 gibi komik tenzilatlarla Albayraklar firmasına verilmişti. Tayyip Erdoğan bu yolsuzların önemli bölümünden yakasını beş yıllık zaman aşımı nedeniyle kurtardıysa da, 1998’de yapılan iki ihale nedeniyle İstanbul 7. Asliye Ceza Mahkemesi’nde “ihaleye fesat karıştırmak”tan yargılanıyor. Hazır söz ALBAYRAKLAR’dan açılmışken, bu ilişkilere ışık tutmaya yarayacak, Cumhuriyet gazetesinde çıkan iki haberi de yorumsuz olarak sunalım.

BÖLÜM 2
ÖZELLEŞTİRMENİN GÖZDESİ ALBAYRAKLAR 
Başbakan Recep Tayip Erdoğan’ın İstanbul Büyükşehir Belediye Başkanlığı döneminde aldığı ihalelerle adını duyuran Albayraklar, AKP’nin iktidara gelmesiyle de özelleştirmenin vazgeçilmez şirketi oldu. Sümerbank Ereğli Tekstil, Balıkesir SEKA ve Trabzon Limanı’nı alan Albayraklar Yönetim Kurulu Başkanı Mustafa Albayrak ve kardeşlerinin de aralarında bulunduğu 11 kişi Büyükşehir Belediyesi’nden alınan ihalelere fesat karıştırmaktan mahkum oldu. Albayraklar’a da 1 yıl süre ile ihaleye girme yasağı getirildi. Ancak bu cezalar ertelendi. Albayrak kardeşler, Mustafa Albayrak öncülüğünde 1980 yılında işe İstanbul’da minibüsçülük ve otobüsçülük yapmakla başladı. 1994 yılına dek yalnızca otobüsçülükle geçinen Albayraklar’ın işleri, İstanbul Büyükşehir Belediye Başkanlığı’nı Recep Tayyip Erdoğan’ın kazanmasıyla açıldı. İlk önce belediyenin personel taşıma ihalesini alan Albayraklar’a daha sonra belediyenin çöp, inşaat ve metro ihaleleri de verilmeye başladı.
Temiz Şehir Operasyonu Albayraklar’a verilen bu ihalelerdeki usulsüzlük iddiaları üzerine İçişleri Bakanlığı, mülkiye başmüfettişlerini görevlendirdi. Aylar süren incelemeler sonucu, bu ihalelerde usulsüzlük tespit eden müfettişlerin raporu üzerine İstanbul Devlet Güvenlik Mahkemesi Başsavcılığı soruşturma başlattı. İstanbul DGM, 2001 yılında Organize ve Mali Şube Müdürlüklerine Albayraklar’a yönelik operasyon talimatı verdi.
Albayrak şirketinin Yönetim Kurulu Başkanı Mustafa Albayrak, Tayip Erdoğan’ın danışmanları ve şu anda AKP sıralarında Mecliste olan bazı milletvekilinin de aralarında bulunduğu yaklaşık 100 kişi gözaltına alındı. Bu kişilerden Mustafa Albayrak, Alican Balcı ve Nuran Erdoğan 19 Eylül 2001 tarihinde “çete kurmak”, “zimmet” ve “dolandırıcılık” suçlarından tutuklandı. Soruşturma devam ederken DGM Yasası’nda değişiklik yapıldı. Yasa değişikliği ile “çete” davaları DGM kapsamından alınarak ağır ceza mahkemelerine verildi. Albayraklar dosyası da İstanbul 4. Ağır Ceza Mahkemesi’ne gönderildi. Albayraklar soruşturmasını tamamlayan İstanbul Cumhuriyet Savcıları Erolcan Özkan, Rasim Işıkaltın ve Hüseyin Yıldız, Mustafa Albayrak, dönemin İSKİ Genel Müdürü Veysel Eroğlu ve Erdoğan’ın danışmanı Necmi Kadıoğlu’nunda aralarında bulunduğu 70 sanık hakkında “çete” “zimmet” ve “dolandırıcılık” suçlarından dava açtı.
Sanıkların 3 ile 75 yıl arasında değişen ağır hapis cezalarına çarptırılmasının istendiği iddianamede, Erdoğan’ı “geleceğin başbakanı” yapmak amacıyla çete oluşturulduğu ifade edildi. Organize olarak ihalelere fesat karıştırıldığı ve şartnamelerin Albayraklar’ın menfaatleri doğrultusunda hazırlandığı iddia edilen iddianamede, “Siyasal ve sosyal görüşten kaynaklanan bir amaçla, cürüm işlemek için devasa bir teşekkül oluşturuldu” denildi. Daha sonra Yargıtay’ın Erdoğan ve Ali Müfit Gürtuna hakkındaki dosyayı yerel mahkemeye göndermesi üzerine belediyenin eski yeni başkanları hakkında da dava açıldı. Bu dava bir süre sonra Albayraklar davası ile birleştirildi. Dosyanın İstanbul Ağır Ceza Mahkemesi’ne gönderilmesinin hemen ardından yapılan ilk duruşmada tutuklu sanıklar tahliye edildi. Gıyabi tutuklu sanıkların ifadeleri alınmaya gerek duyulmadan tutukluluklarının kaldırılması ise dikkat çekici idi. Bir süre sonra davada sanık olarak yargılanan Erdoğan’ın partisi iktidara geldi. AKP’nin iktidar olmasının hemen ardından yapılan duruşmada mahkeme karar verdi.
Ceza aldılar
Mahkeme heyeti, Mustafa Albayrak, kardeşleri Kazım ve Muzaffer Albayrak ile şirketin ihale bölümünde çalışan Hüseyin Yılmaz, Mehmet Sami Polat, Tamer Öztürk ve Osman Temur’un “ihaleye fesat karıştırmak” suçundan, Belediye’nin İhale Komisyonu’nda yer alan Basri Saygı, Mustafa Döner, Ömer Gaziler ve Beytullah Ateş’in de “görevi ihmal” suçundan 2 ay 27’şergün hapis cezasına çarptırılmalarını kararlaştırdı. Daha sonra bu cezaları paraya çeviren mahkeme, sanıkların bir daha suç işlemeyeceklerine kanaat getirerek cezalarını erteledi.
Mahkeme Gürtuna’nın da aralarında bulunduğu 54 kişinin ise delil yetersizliğinden beraatına karar verdi. DGM’ce yapılan ve daha sonra yasa değişikliğiyle ağır ceza mahkemelerine gelen davaların hemen hepsi hâlâ sürüyor. Erdoğan ve Gürtuna’nın yargılandığı bu yolsuzluk davası ise jet hızı ile sonuçlandı. Albayraklar davasında Erdoğan döneminde İstanbul Belediyesi’nde görev yapan ve daha sonra AKP sıralarında Meclis’e giren 6 milletvekilli de yargılanıyordu. Ancak dokunulmazlık kazanan Mustafa Açıkalın, Adem Baştürk, İdris Naim Şahin, Zülfü Demirbağ, Selami Uzun ve Mustafa Ilıcalı’nın dosyaları ayrıldı.

BÖLÜM 3
Kiralık Otomobil olayı
İstanbul Belediyesi Tayyip ’le birlikte yeni bir uygulama başlatıyordu. Hem mevcut otomobiller eskimiş, kendi kadrolarını motorize hale getirmek istekleri nedeniyle de yeni ihtiyaçlar doğmuştu. Büyüyen otomobil ihtiyacı İstanbul Belediyesi ’nde ilk kez kiralama yoluyla giderilecekti. İlk uygulama beş binek otosu için 29 Aralık 1994 ’te yapılan ihale ile gerçekleştirildi. İstanbul Belediyesi ’nin kiralayacağı otomobiller için “Milli Gazete “nin İzmir baskısına ihale ilanı verildi.
İhale kapalı zarf usulüyle yapıldı ve sadece Albayrak Turizm Seyahat ve İnşaat ile Avrupa Turizm Ticaret AŞ firmaları ihaleye katıldı. %6 indirimle teklif veren Avrupa Turizm Ticaret AŞ işi aldı.
Sözleşme 3 Ocak 1995’te imzalandı. 1995 model Opel Vectra, Renault Concorde, Ford Escort, Renault Spring ve Ford Minibüs’ten oluşan 5 arabalık ilk parti için yıllık kira bedeli olarak yaklaşık 20 milyar TL (16 milyar 248 milyon TL + %23 KDV) ödendi.
Araba fiyatına kiralama…
Belediye Genel Sekreter Yardımcısı Adem BAŞTÜRK’e makam aracı olarak kiralanan Opel Vectra’ya yıllık kira bedeli olarak 504 milyon TL ödenmişti. O tarihte sıfır kilometre Opel Vectra’nın fiyatı 850 milyon TL idi. Yani İstanbul Belediyesi 1.5 yıllık kira bedeliyle o arabaya sahip olabilirdi. Renault Spring’de ise durum daha da vahimdi. Sıfır kilometre Spring fiyatı 330 milyon TL olmasına karşın, bir yıllık kira bedeli olarak 312 milyon TL ödenmişti.
Avrupa Turizm…
Avrupa Turizm Ticaret AŞ bir Ankara firmasıydı ve sahibi eski MSP Milletvekili ve Devlet Bakanı Haşan AKSAY’m oğlu Mehmet Emin AKSAY’dı. Milli Nizam Partisi’nden beri ERBAKAN’ın yanında yer alan AKSAY, MSP ve RP’nin de kurucuları arasındaydı. İstanbul’da yapılan ihalenin, Milli Gazete’nin İzmir baskısında yayınlanmasından sonra ihaleyi bir Ankara firmasının almasının kerameti işte buradaydı. İstanbul Belediyesi yine hortumlanmış, para yabancıya gitmemişti.
Sayıştay’dan izin…
İlk araç kiralama ihalesinden sonra, İstanbul Belediyesi 9 Ocak 1995’te Sayıştay Başkanlığı’na bir yazı yazarak araç kiralamak için izin istedi. Sayıştay gerekli izini verdi. Ancak kendisinden izin alınmadan yapılan ilk ihaleyi inceleyince izni geri aldı. Yapılan inceleme sonunda hazırlanan raporda ihale işleminde birçok usulsüzlük tespit edildi. Sayıştay denetçilerinin tesbit ettikleri usulsüzlükler şunlardı:
– 237 Sayılı Taşıt Kanunu’nun 10’uncu maddesinin 3’üncü fıkrasına göre taşıt alım ve kiralanması Bakanlar Kurulu’nun müsaadesine tabidir. Belediyelerin kullanım amacıyla edinecekleri taşıtların edinim prosedürü böyle belirlenmiştir. Dosyada böyle bir izin olmadığı görülmüştür.
– Kiralanacak araçların kimlere tahsis edileceği ve ne amaçla kullanılacağı hakkında dosya içerisinde herhangi bir belgeye, bilgiye rastlanmamıştır. Gerekli açıklamanın yapılması yanında, belediye muhasebe yönetmeliğinin 33/12’inci maddesinde belirtilen cetvelin tasdikli bir suretinin gönderilmesi, muhammen bedel tesbit tutanağı incelendiğinde, fiyat tesbiti için özel şirketlere başvurulurken, ticaret odasından fiyat istenmediği görülmüştür.
– Ayrıca ilgili araçların yıllık birim kira bedellerinin neredeyse araçların satış bedellerine yaklaştığı tesbit edilmiştir.
Yandaş belediyelere araba…
Recep Tayyip ERDOĞAN bir yandan fahiş fiyatlarla araba kiralarken, öte yandan da siyasi geleceğine katkı amacıyla, yandaş belediyelere sembolik fiyatlarla araba kiraya veriyordu. Örneğin Renault Spring’e bir yıllığına 312 milyon TL kira ödeyen İstanbul Belediyesi, 34 AAS 01 Plakalı binek aracını yıllık 1 milyon TL bedelle Rize Belediyesine kiraya veriyordu. Araba kiralama işi İçişleri Bakanlığı soruşturmalarına da konu oldu. Mülkiye Başmüfettişleri’nin hazırladıkları raporda da araba kiralama işleminin sakıncalarına değinildi:
“Büyükşehir Belediyesi’nin ihtiyaç fazlası olmayan imkan ve araçlarını sembolik bedellerle, kendisine bağlı olmayan başka belediye veya kuruluşlara kiraya vererek, kendisinin daha yüksek bedellerle araç kiralamasını, hizmet alanları ile sınırlı olan kamu hizmet ve görevlerinin gereği olarak kabul etmek ve hemşerilik hukuku ile bağdaştırmak mümkün olmadığı gibi, belediye bütçesinden karşılanan 35.342.400.000. TL bedelle bir defada 76 binek oto kiralanması da, 237 sayılı kanunun binek oto satın alma ve kullanımlarındaki kısıtlayıcı hükümleri ile amaçlanan bu konudaki tasarruf ilke ve tedbirleriyle bağdaşır nitelikte değildir.
Büyükşehir Belediye Encümeni ihale kararlarını alırken, öncelikle İstanbul ve İstanbullu hemşehrilerinin ihtiyaçlarını karşılayacak nitelikte kamu hizmeti sunulmasını amaçlamalı, kanunlarla Büyükşehir Belediyesi’ne verilen görev ve hizmetlerle bağdaşmayan, tasarruf ilke ve tedbirleriyle amaçlanan hedeflere de ters düşen uygulamalara son verilmelidir.”
Uygulamaya devam…
Araç kiralama işleminin yasalara aykırı olduğu hem Sayıştay Denetçileri, hem de İçişleri Bakanlığı Mülkiye Başmüfettişleri raporlarıyla saptandı diye İstanbul Belediyesi bu işten tabii ki vazgeçmeyecekti. BİT’ler yine kanuna karşı hile aracı olarak kullanıldı. Önceleri sadece İSBAK üzerinden araba kiralandı, belediye arabaları kullandı. Sonraları tüm BÎT’ler ve İSKİ yüzlerce hatta sayıları bini geçen araba kiraladı. Araba kiralama işinde de lider firma Albayrak Turizm oldu. Yeni Şafak gazetesinin sahibi olan Albayrak’ların bugünlerde İmamoğlu’na ve İBB’ye karşı olan saldırılarının ardında kaybettikleri ihaleler vardır.

Devam edecek
Posted in ORGANİZE İŞLER, ÖZELLEŞTİRMELER, YOLSUZLUKLAR, YOZLAŞMA - AHLAKSIZLIK | 1 Comment

VATAN HAİNLERİ HER DÖNEMDE VAR OLMUŞTUR * İHANET ÇEMBERİ! * “Keşke Yunan kazansa” diye neler yapmadılar ki!

İHANET ÇEMBERİ!

Tayfun Çavuşoğlu * Gazeteci-Yazar

“Keşke Yunan kazansa” diye neler yapmadılar ki!

Bugün bazı kesimlerin hiç de hoşuna gitmeyecek gerçek şu ki: Milli Mücadele’de Osmanlı Hükümeti, Padişah Vahdettin ve Sadrazam Damat Ferit; Kuvayı Milliye ve Türk ordularına değil, Venizelos’a ve Yunan ordularına yardım etti. Sadece Yunan yardım etmekle de kalmadılar, Ankara’nın elini kolunu bağlamaya çalıştılar, milli mücadele yanlısı asker-sivil yurtseverleri de görevden aldılar.
Nisan 1920’den itibaren Osmanlı yönetimi; padişahından sadrazamına, içişleri bakanından şeyhülislamına kadar bütün unsurlarıyla Mustafa Kemal Paşa’ya ve Milli Mücadele’ye açıkça düşman oldu.
Yazar Tayfun Çavuşoğlu, belgelere dayanarak madde madde aktardı. Burada sözü edilen ihanet örneklerinden daha fazlasını videoda bulabilirsiniz.
10 Nisan 1920’de Şeyhülislam Dürrizade Abdullah, Milli Mücadele’ye katılanları öldürmenin “din gereği” olduğunu belirten bir fetva yayımladı. Halife/Padişah Vahdettin’in onayladığı bu fetva İngiliz uçaklarıyla Anadolu’ya atıldı.
18 Nisan 1920’de Padişah Vahdettin’in onayı, İngilizlerin desteği ve 1.250.000 lira ödenekle, Sadrazam Damat Ferit tarafından Kuvayı Milliye’ye karşı Kuvayı İnzibatiye kuruldu. Vahdettin’in “paşa” yaptığı Ahmet Anzavur, Kuvayı Milliye’yi dağıtma göreviyle İzmit’ten Adapazarı’na yola çıktı.
13 Mayıs 1920’de Padişah Vahdettin, Kuvayı Milliye’ye kurşun sıkan 13 Kuvayı İnzibatiye mensubunu Mecidiye Nişanı’yla ödüllendirdi.
30 Ağustos 1920’de padişah yanlısı Teali İslam Cemiyeti, Milli Mücadele karşıtı ihanet bildirileri yayımladı. Bildirilerde Mustafa Kemal Paşa ve silah arkadaşlarının öldürülmeleri isteniyordu.
23 Mart 1921’de Padişah Vahdettin, İngiliz Yüksek Komiseri Rumbold’la yaptığı bir gizli görüşmede Atatürk’e ve Kuvayı Milliyecilere ağır hakaretler etti: “Bir avuç haydut Anadolu’da erki ele geçirmiştir” dedi. Ayrıca şunları söyledi: “Mustafa Kemal, kökeni bilinmeyen Makedonyalı bir asidir. Onun kanı Bulgar, Yunan veya Sırp kanı olabilir. (…) Onlar arasında tek bir gerçek Türk yoktur.”
10 Nisan 1921’de Padişah Vahdettin’in has adamı Ahmet Anzavur şöyle bir açıklama yaptı:
“Padişah, Yunanlılara karşı harp edilmesine razı değildir. Yunanlar bizim dostumuzdur. Padişahın emir ve rızasına aykırı olarak onlara silah çekmek küfürdür, isyandır.”
14 Mayıs 1920’de Beyazıt Meydanı’nda, Bekir Sıtkı Bey komutasındaki İkinci Kuvayı İnzibatiye Alayı’nı irşad amacıyla bir dini tören düzenlendi. Törende ünlü İzmirli vaiz Hafız İsmail Efendi, Halifenin ordusu durumundaki Kuvayı İnzibatiye’nin “asileri” yani Kuvayı Milliyecileri yok etmesi için dua etti. Dinleyiciler “âmin” diyerek duaya eşlik ettiler.
Hafız İsmail Efendi, Kuvayı Milliye’ye karşı en ufak bir merhamet gösterilmemesini istedi. Bu imam efendinin ve “Amin!” diyerek duaya iştirak edenlerin, kardeş kanı dökülmesinden en küçük bir rahatsızlıkları yoktu.
12 Ağustos 1920’de Yunan Başbakanı Venizolos’a bir suikast girişiminde bulunuldu. Venizelos hafif yaralarla kurtuldu. Bunun üzerine aynı gün, Yunan işgali altındaki Edirne’de Metropolithane Kilisesi’nde Venizelos için bir “şükran ayini” düzenlendi. Ayine Edirne Müftüsü Hilmi Efendi de katıldı. Öğleden sonra Rum Vali, General Zimbrakakis, General Leonardapulos, Metropolit Efendi ve yanındakiler Selimiye Camisi’ne geldiler. Müftü Hilmi Efendi Selimiye Camisi’nde Venizelos’un sağlığı için dua etti. Hilmi Efendi okuduğu duada Venizelos’u “özgürlük ve adaletin temsilcisi” olarak andı. Yunan Heyeti, Müftü Efendi’nin duasından pek memnun kaldı.
Yunan’ın galibiyeti için seferber olanlar dün kaybettiler…
Tarihi yeniden kurgulayarak işlerine geldiği gibi yazmak için hainlerden kahraman çıkarmaya çalışanlar da elbette kaybedecekler. Çünkü “Keşke Yunan galip gelseydi” diyen zihniyetin bu ülkeye vereceği hiçbir şey yoktur.

Posted in Uncategorized | Leave a comment

DİN/ İNANÇ/ BİLİM/ ÇAĞDAŞLIK/ AYDINLANMA

KISSADAN HİSSE HİKÂYE ŞÖYLEDİR;

Şeytan çocuğuna dünyayı öğretmek için anlatmaktadır;

Bunlar ağaç, şu kedi ve köpek, şunlar araba, dallarına kuşların konduğu ağaç derken oğul şeytan uzaktan gelmekte olan sarıklı cübbeli birisini gösterir; “Bu ne?” Baba şeytan “Oğlum o yobazdır, Allah’ın adını kullanarak durmadan yalan söyler, fırsat bulduğunda küçük çocuklara tecavüz eder. Ulusların atasına ihanet eder, düşmanlarla işbirliği yapar, sahiplerinin hırsızlıkları onaylar, 6-7 yaşlarında olan küçücük bebelerle utanmadan evlenir. Her türlü kötülüğü yapar ve kabahati bizim üzerimize atar. Ondan uzak dur!” (Aydın, çağdaş, iyi ahlâklı din adamlarını tenzih ederim) (N.K.)

KORKMİREM

Ay balam / Şafak vakti düşirem men
Çöllere bala, çöllere bala, çöllere
Kükremiş aslan görirem / Cin görirem, can görirem
Mezerde hortlak görirem / Bin türlü tufan görirem
Kum gibi yaban görirem / Korkmirem
Kormirem bala korkmirem
Ay balam / Tek başına çıkırem ben
Dağlara bala, dağlara bala, dağlara
Yangın-ı volkan görirem / Dalgalı duman görirem
Bin türlü tufan görirem / Kükremiş aslan görirem
Kan yiyen sırtlan görirem / Mezerde hortlak görirem
Kum gibi yaban görirem / Korkmirem
Korkmirem bala korkmirem
Ay balam / Bu korkmamazlığım ile
Vallahi bala, billahi bala, tillahi bala
Harda bir yobaz görirem / Harda bir softa görirem
Harda bir adi görirem / Korkirem / Korkirem bala korkirem
Dalgalı fikirlerinden / Riyakar zikirlerinden / Korkirem
Mirze Elekber Sabir

Bir din nasıl uygulanıyorsa, örneğin müslüman toplumların bilim, sanat, teknoloji, akılcılık alanlarında ilerlemesini ve çağımızın şartlarına uyarak uygarlaşmasını ne ölçüde engelliyorsa, islamiyetin gerçek değeri de o şekilde belirlenmelidir (yani bana göre dinimizin değeri epeyi düşüktür). K.R.

İNANÇLI ÜLKELER LİSTESİ
Yemen
Dünyanın en inançlı ülkeleri listesinde  Yemen yer almakta.
Ülkede kendisini inançlı olarak tanımlayanların oranı %99

Sri Lanka
Asya’nın ada ülkesi Sri Lanka inançlı insanların oranın en yüksek olduğu
bir diğer yer. Ülkedeki en büyük dini grubu Budistler oluşturuyor.

Malavi
Afrika ülkesi Malavi’de kendisini inançlı tanımlayanların oranı nüfusun %99.

Nijer
Bir diğer Afrika ülkesi olan Nijer, inanç oranının en yüksek olduğu ülkelerden

Etiyopya
Doğu Afrika ülkesi Etiyopya kendisini inançlı olarak görenlerin en fazla olduğu ülke. Oran %99’dan da fazla.

Yapılan son araştırmalara göre kendini güvencede hisseden en huzurlu, mutlu, çevresiyle barışık insanlar İskandinav ülkelerinde yaşayanlarmış, ki onların büyük çoğunluğunu inançsızlar teşkil etmektedir.

İNANÇSIZ ÜLKELER LİSTESİ
Norveç
İskandinavya ülkesi Norveç, kendisini inançlı sayanların oranının en düşük ülkelerden biri. Ülkede kendisini inançlı olarak tanımlayanların oranı %21.

İsveç
Norveç’in doğu komşusu İsveç’te durum pek farklı değil. Kendisini inançlı kabul edenlerin oranı %19.

Estonya
Baltık ülkesi Estonya’da toplumun %16’sı kendisini inançlı görüyor.

Japonya
Japonya’da kendisini inançlı kabul edenler nüfusun %13’üne tekabül ediyor.

Çin
Dünyanın en kalabalık ülkesi olan Çin’de kendisini inançlı kabul edenlerin nüfusa oranı %7.

Yukarda bulunan İNANÇLI/ İNANÇSIZ sıralamasında başlarda olan ilk BEŞ ülkenin BİLİM/ ÇAĞDAŞLIK/ KÜLTÜR/ SANAT/ GELİŞMİŞLİK sıralamasına bakıldığında karşımıza çıkan gerçek; inancın yüksek olduğu islam ülkelerinin evrensel sıralamalarda neden en diplerde olduğu sorgulanmalıdır.
Tutucu, bağnaz, irticanın hüküm sürdüğü, laikliğin kabul görmediği tüm ülkelerde DİNİ YAŞAM tarzı dayatılmaktadır. İslam dininde halen geçerli olan 1400 yıl öncenin yaşam tarzını dayatan dini kuralları ve kuran’ın değişmezliği bu ülkeleri ve toplumu aydınlanma ve çağdaşlıktan, akıl ve bilimden uzaklaştırmaktadır.(N.K.)
“Kuranı Kerimi anlamadan okuyanlar dindar, neler yazdığını anlayanların büyük kısmı ise ateist oluyormuş. Ben ise kutsal sayılan hiç bir kitabı okumadan, sadece bilimi önemseyip kafamı kullanarak ve yersiz korkularımı yenerek ateist olmayı başardım, fakat istediğim sayıda inançlı (yani dinle, imanla kandırılan) vatandaşa o konuda hizmet sağlayıp örnek olamadım; hayatta en çok ona yanarım ! (K.R.)”

Değerli büyüğüm, aydın insan Kemal Rastgeldi’nin yazısına katkıdır. (N.K.)
Posted in Uncategorized | Leave a comment

ORTAYA KARIŞIK * DEVENİN BAŞI….

Bugün geçti güzellerin kervanı / Gönül sevdi önde giden sarvanı
(Erzurumlu Emrah). Kubbealtı Lûgatı’ ndan alınma.


Deve zor koşullara uyum sağlayabilen bir hayvandır. Bir insan, vücudundaki suyun %12’sini kaybettiğinde ölürken, deve, vücudundaki suyun %40’ını kaybettiği halde yaşayabiliyormuş. Dayanıklılığının bir başka nedeni de gündüzleri vücut sıcaklığını 41 santigrada kadar çıkartabilmeleriymiş. Develer hörgüçlerinde biriktirdikleri yağları eriterek uzun süre yaşamları için gerekli olan enerjiyi sağlamaktadırlar.
Devenin yavrusuna potuk, deve aygırına Arapça buhûr veya buğra adı verilir. Arapça Ebubekir adı da, deve yavrusunun babası anlamına gelmektedir. Çocuklarına Buğra ve Ebubekir adı vereceklerin bu sözcüklerin anlamlarını bilmelerinde yarar vardır.
Güreş meydanına çıkacak develerin bazı özellikleri taşıması gerekiyor. Yalnızca, “yoz” denilen tek hörgüçlü dişi develer ile “buhur” adı verilen çift hörgüçlü erkek develerin yavrusu olan ve “tülü” olarak adlandırılan erkek develer güreş için en uygun develerdir. Bunlar “savran” adı verilen bakıcılar tarafından hazırlanıyorlar.
Melez deve, tek ve çift hörgüçlü develerin melezlenmesi ile elde edilir. En önemli melezlerden biri tüylü veya tülü devedir. Tüylü devenin erkeğine besrek/ beserek, dişisine maya denir. Halk arasında İğdiş edilmiş, çift hörgüçlü deveye atan-atgan, tek hörgüçlü boz, dişi deveye arvana ve iki yaşındaki deveye de taylak adı verilmektedir.
Eskiden Türkiye’de ulaştırma ve özellikle ordu hizmetinde kullanılan devenin işlevi giderek azalmıştır. 1937’de 120 bine yaklaşan deve sayısı 1980’de 12 bine, 1984’te 3 bine kadar düşmüştür. Bugün deve özellikle Yörükler arasında göç zamanlarında eşya taşımakta, zeytincilik bölgelerinde ulaşımı güç yerlerde devşirilen ürünlerin taşınmasında, Güneyde ve Doğu Anadolu Bölgesi’ndeki sıcak, kurak ve yolu yetersiz bölgelerde yük hayvanı olarak kullanılmaktadır.
Sözünü ettiğimiz ve bizim yabancısı olmadığımız tek hörgüçlü deve evcil- domestique bir türdür. Tüm develer yük çeki ve binek hayvanı olarak kullanıldığı gibi, yünü, sütü, derisi ve eti için de beslenirler. Yalnızca evcil türleriyle tanınan bu hayvanların yabanıl atalarından bu yana pek az değişikliğe uğradığı sanılmaktadır.
Yetişkin bir devenin ağırlığı 300 – 1.000 kg. Yaşam süreleri 40-50 yıl kadardır. Hızları yarış halinde 65 km.’ ye kadar çıkmaktadır. Yetişkin bir devenin yüksekliği omuzdan yere kadar 1,8 metre kadardır. Devenin sırtına binmek öyle sanıldığı gibi kolay değildir. Öncelikle hayvanın evcilleştirilmiş olması gerekmektedir.
Deve, Ortadoğu ve Afrika kıtasının büyük bir bölümünde sıcağa, susuzluğa çöl yaşamının zor koşullarına ve açlığa dayanıklı oluşu nedeniyle bölge insanları için yaşamsal bir önem taşımaktadır. Bir veya daha çok devesi olmak bu insanlar için bir varsıllık göstergesi sayılmaktadır. Çölde göçerek, bedevi yaşamda insanlara çok yararı dokunmaktadır. Ayrıca sütü ile de önemli bir besin kaynağıdır. Eti de İslam ve Yahudi inancına göre helal/ koşer gıdalardan sayılmaktadır. Devenin kurban edilmesi ise çok önemli bir olaydır.
İslam tarihinde önemli bir olay da devenin adıyla anılmaktadır. 8. Aralık. 656 tarihinde Halife Ali bin Ebu Tâlib ile İslam Peygamberi Muhammed’in dul eşi Aişe/ Ayşe’nin taraftarları arasında, Basra’da yapılan savaşın adı Cemel Muharebesi veya Cemel Vakası’ dır. Bu savaşın önemi Müslümanlar arasındaki yapılmış olan ilk savaş oluşudur. Müslümanların ilk iç savaşıdır. Savaş Ali ve taraftarlarının üstünlüğü ile sona ermiştir. Savaşta her iki taraftan yaklaşık yirmi bin kişi ölmüştür. Savaş sonrasında Aişe’nin adamlarından öne çıkanları da öldürülmüş Aişe ise gözetim altına alınarak Medine’ye gönderilmiştir. Bu savaşa Cemel Vaka’ sı adı verilmesinin nedeni savaşın Aişe’nin devesi etrafında geçmiş olmasıdır.
Konuya uzak olanlar için Hz. Muhammed’in eşi ile damadı arasındaki bu savaş şaşırtıcı gelebilir. Savaşın nedenlerinden biri Gerdanlık Olayı adıyla bilinen bir başka olaydır. Gerdanlık olayına İfk (İftira) Olayı da denmektedir. 627 yılının ilk günlerinde İslam peygamberi Muhammed’in eşlerinden Aişe’nin, bir sefer dönüşünde Muhammed’i genç bir Müslüman asker olan Safvan bin Muattal ile aldattığı iddiası ve sonrasında yaşanan gelişmeleri içerir.
(TDV İslam Ansiklopedisi) Resûl-i Ekrem Benî Mustaliḳ (Müreysî‘) Gazvesi’nden dönerken beraberinde götürdüğü eşi Âişe, konakladıkları bir yerde sabaha karşı tekrar hareket emri verildiğinde tabii ihtiyacını gidermek üzere ordugâhtan uzaklaşır. Geri gelirken boynundaki Yemen (Zafâr) akiği gerdanlığın düşmüş olduğunu fark eder ve kendisini bekleyecekleri düşüncesiyle dönüp aramaya koyulur; ancak karanlıkta onu bulup el yordamıyla tanelerini toplayıncaya kadar çok vakit kaybeder. Konak yerine geldiğinde diğerlerinin hareket ettiğini görür ve yokluğunu anlayınca aramaya çıkacakları inancıyla orada beklemeye başlar; bu arada uyuyakalır. Ordunun artçılarından Safvân b. Muattal es-Sülemî görevi gereği kamp yerini kontrol ederken onu bulur ve devesine bindirip hayvanı hızlıca sürerek orduya yetiştirir; fakat hızlı yürümekle birlikte kendisi yaya olduğu için kafileye ancak kuşluk sıcağında mola verdikleri zaman ulaşabilir.
Olay hakkında ayet de inmiştir. Kur’an’daki (en-Nûr 24/11-22) ayetlerinde ve (el-Furkān 25/4; Sebe’ 34/43)’ de bu konuya iki kez değinilmiştir.
Hz. Ali Gerdanlık Olayı nedeniyle Hz. Aişe’ nin karşısında yer almıştır. Bu nedenle ikisinin arası iyi değildir. Basra’da yapılan savaşın nedenlerinden birinin de bu olduğu söylenmektedir.
Kültürümüzde deve ile ilgili deyimler bir hayli çok.
İşte onlardan derleyebildiklerim:
Deveye neren eğri diye sormuşlar, o da nerem doğru diye cevap vermiş
Deve bir akçe deve bin akçe: Bir şeye sahip olmak eldeki olanağa bağlıdır.
Deveyi hamutuyla yutmak: Hakkı olan olmayan her şeyi silip süpürmek
Deveye hendek atlatmak: Bir kişiye bir şeyi zorla belletmek, yaptırmak
Deveye hendeği atlatan bir tutam ot: Gönül alıcı, özendirici sözlere böyle denir.
Devekuşu ben deveyim uçamam der, ben kuşum yük taşıyamam der.
Deve gibi: İri, hantal ve uzun boylu (erkek) insan için söylenir.
Deve nalbanda bakar gibi: Hiç bilmediği, görmediği bir şeye yadırgayarak ters ters bakmak
Deve bağırtan: Dik ve taşlık yokuş, naldöken.
Devekuşu: Sıcak iklimlerde yaşayan ve kanatları iyi gelişmemiş bir kuş türü
Deve güreşi: Develerin güreştirilmesi
Deve dişi: İri taneli nar, mısır, buğday vb. ları için kullanılan söz
Devenin başı, pabucu: Anlatılanlar çok abartılı bulununca itiraz için söylenen söz
Deveci: Savran, devenin bakımını yapan
Deveran: Dolaşım, kan dolaşımı.
Devede kulak: Söz konusu olana göre pek küçük olanı anlatmada kullanılan söz
Deveboynu: Tesisatçılarca kullanılan S veya U biçimindeki boru
Devetüyü: Devenin tüyü veya devetüyünden yapılmış eşya
Devetabanı: Yaprakları parçalı, geniş ve çiçekli bir tür bitki
Deve kini: Hiç geçmeyen kin, kindarlık.
Deve inadı: İstemediğini yapmama hali
Deve dikeni: Baklagiller familyasından çiçekleri ve meyvesi dikenli bir bitki
Deve hamuru: Tıkız ve yutulması zor yiyecek
Deve döşlü: Çökük karınlı olan atlar için bir niteleme
Deve yürekli: Çok korkak kimse (TDK)
Deve tımarı işi: Üstünkörü, özensiz yapılan iş.
Deve yapmak, deve olmak: Birinin parasına veya malına çökmek, iç etmek, yutmak.
Deve elması: Bir tür diken
Deveye binmek: Esrar çekmek, sarhoş gibi sallanarak yürümek
Deve yürüyüşü, deve gibi yürümek
Deveden büyük fil var: Büyük şeylerin göreceli olduğu.
Devesi hacı, kendisi… Devesi hacı olmuş ama kendisi hacı gibi davranmayan kişi
Devesini sağlam kazığa bağlamak: İşini sağlam tutmak
Deveyi düze çıkarmak: Güçlükleri aşmak, yola devam etmek

ÖZET * https://kavrammutfagi.com/makale/deve
Posted in Uncategorized | Leave a comment

İRTİCA TSK’DA NASIL YAPILANDI * Pilotların taşıdığı risalelerden 15 Temmuz’a nasıl gelindi?

Pilotların taşıdığı risalelerden
15 Temmuz’a nasıl gelindi?

Behlül Özkan / 13 Temmuz 2022

15 Temmuz 2016 darbe girişiminde Hava Kuvvetleri özellikle öne çıktı. TBMM dahi bombalandı. Fethullahçılığın içinden doğduğu Nurculuğun orduyla, hava kuvvetleriyle ilgisi 15 Temmuz’dan çok eskiye dayanıyor. Geçmişte, yakalanma tehlikesine karşı Saidi Nursi risalelerini cemaate bağlı hava kuvvetleri pilotları valizlerinde taşırdı.
30 Haziran 2018 günü gazete, televizyon ve ajanslarda ilk bakışta sıradan görünen bir haber vardı. 83 yaşındaki Selahattin Angıner Manisa’daki evinin bir kısmını 20 bin kitap ve dergiden oluşan kütüphaneye çevirmişti. Angıner gençlerin okumamalarından şikâyet ederken elinde kitaplarla objektiflere tonton pozlar veriyordu. Haberde 15 Temmuz darbe girişimiyle bir ilgi yoktu gerçi ama Angıner’in 1960’larda Türkiye’de pilotken askeriyeden ayrıldığı, ABD’ye giderek uzun yıllar orada yaşadıktan sonra memlekete döndüğüne de değinilmişti.
Angıner’i Manisa’da bırakalım ve filmi 60 yıl geriye saralım. 15 Aralık 1962’de İstanbul’dan Edirne’ye giden yolcu treni Osmanlı döneminden kalan demiryolu hattını kullandığı için Uzunköprü’den sonra sınırı geçiyor ve hiç durmadan bir süre Yunanistan içinde seyrettikten sonra tekrar Türkiye’ye girerek Edirne’ye ulaşıyordu. Tren o gece Uzunköprü’den hareket edip Yunanistan’ın Pityon kasabasından geçerken olağanüstü bir olay yaşandı. Yolculardan biri Yunan tarafında trenden atlamak istedi. Trenin gümrük muhafaza memuru kendisini engellemek isteyince kaçmak isteyen yolcu Kırıkkale marka tabancasını çekti. Boğuşma sonrasında trenden atlamayı başararak Yunan istasyonuna girdi.Yunanistan’a sığınan yolcu bir Türk subayıydı: Hava Üsteğmen pilot Selahattin Angıner. Trenin makinisti, emniyet ve gümrük memurları Angıner’in trene geri gelmesini talep etmelerine rağmen Yunan görevliler buna izin vermedi. Angıner Yunanistan’a iltica etti. Kıbrıs’ta kriz yaşanırken bir Türk askeri pilotunun Yunanistan’a kaçması Ankara’yı telaşlandırmıştı. Millî Savunma Bakanlığı apar topar yaptığı açıklamayla Angıner’in “akıl muvazenesinin yerinde olmadığını” duyurdu. Bakanlık açıklamasında Angıner’in önceki yıllarda ABD’ye askeri eğitim almak için gittiği de vurgulanıyordu.

Yıllar önce pilot üsteğmenken Nurculuk soruşturması nedeniyle Yunanistan’a kaçıp iltica etmiş olan Selahattin Agıner, şimdi Manisa’da kitaplarıyla görülüyor.
Yunanistan üzerinden Kanada ve ABD
Kaçak pilot Yunanistan’dan Kanada’ya giderek Toronto şehrine yerleşti. 1966 yılında Kanada’da “Nurculuk faaliyetleri” içinde olduğu, orada yaşayan Türkler arasında sorunlar çıkardığı için Türk derneğinden atıldığı haberleri gazetelere yansıdı. 17 Ağustos 1968’de Milliyet gazetesinde çıkan bir haberde Angıner’in “Toronto ve çevresindeki Türkler arasında Atatürk ve Cumhuriyet düşmanlığı propagandası” yaptığı yazıyordu.
Angıner 1970’li yıllarda ABD’nin New Jersey eyaletinde Türklerin yoğun yaşadığı Paterson şehrinde İslami Eğitim Topluluğunun başkanlığına geldi. New York’ta CIA destekli “Esir Milletler Komitesi” içinde Balkanlar temsilciliğine seçildi. 1976 yılında Cumhuriyetçi Partinin kongresine sunduğu bildiride ABD ve Sovyetler Birliği arasında yaşanan yumuşamayı eleştiriyor, Sovyetler’deki Müslümanların gördüğü baskıya dikkat çekiyordu.
Angıner’in Türk hava kuvvetlerinde pilotken neden Yunanistan’a iltica ettiği, Kanada’ya hangi ilişkiler sayesinde gittiği ve Nurcuları örgütlediği, oradan da ABD’ye göç ederek Soğuk Savaş’ın karanlık güç odaklarıyla nasıl bağlantılar kurduğu daha fazla araştırılmayı hak ediyor. Angıner’in yıllar sonra memleketi Manisa’ya nasıl ve ne zaman döndüğü, dönüşünde sorgulanıp sorgulanmadığı da tam bir muamma.
15 Temmuz darbe girişimi
15 Temmuz 2016’da Fethullahçı darbecilerin en güçlü olduğu kurum Hava Kuvvetleriydi. Fethullahçı pilotlar Türkiye Büyük Millet Meclisini bombaladılar. O gece Türkiye semalarında terör estirdiler. Darbe sırasında ve sonrasında hava kuvvetleri içinde bulunan çok sayıda Fethullahçı subay Yunanistan’a kaçtı. Tıpkı 60 yıl önce Selahattin Angıner gibi.
Ordudaki Fethullahçı örgütlenmeye dair o zamana kadar sümenaltı edilen çok sayıda resmî belge ortalığa saçıldı. Bunlar içinde en çarpıcı olanı, 24 Ağustos 2004’te TSK ve MİT tarafından hazırlanarak MGK’ya sunulan, “Nurculuk” ve Fethullahçıların yurtiçi ve yurtdışı faaliyetleri hakkında yazılmış raporlardı. AKP iktidarı 15 Temmuz darbe girişiminin hemen öncesinden itibaren Fethullahçılığı terör örgütü ilan edip FETÖ olarak tanımlamaya başladı. Ancak çok değil darbe girişiminden sadece üç yıl önce Kasım 2013’te Başbakan Erdoğan’ın siyasi başdanışmanı Yalçın Akdoğan, 2004’teki MGK’da Fethullahçılıkla mücadele edilmesine yönelik kararların AKP hükümeti tarafından “yok hükmünde” kabul edildiğini ve “hiçbir işlem yapılmamış” olduğunu duyurmuştu.
İslami cenahta keskin dönüşler
250 kişinin öldürüldüğü 15 Temmuz darbe girişimi sonrasında İslamcı cenahta darbenin faili Fethullahçılık; diğer tüm cemaat yapılanmalarından farklı ve aykırı bir oluşum olarak değerlendirildi. O zamana dek Fethullah Gülen’i örnek ve model olarak gösteren yazar ve gazeteciler yazıp çizdiklerini bir kenara bırakarak, darbe girişimi sonrasında Fethullahçılığın Türkiye’deki diğer cemaatlerle hiçbir ilgisi olmadığını öne sürüp yurtdışından ithal bir terör örgütü olduğunu tekrarladılar.
Oysa Fethullahçılığın içinden çıktığı Nurculuk ve lideri Said Nursi, ordunun başta Hava Kuvvetleri ve pilotlar olmak üzere tüm kademelerinde örgütlenmeye hep önem vermişti. Yazının başında bahsedilen askeri pilot Selahattin Angıner’in yaşam öyküsü, 15 Temmuz darbe girişiminde Hava Kuvvetlerinin konumu ve sonrasında Yunanistan’a kaçan Fethullahçı subaylarla birlikte düşünüldüğünde bir devamlılığa işaret etmektedir. Dolayısıyla 15 Temmuz darbe girişimi olağandışı ve beklenmedik şekilde gerçekleşen bir olgudan çok, Nurculuğun ordu içindeki etkisinin 1950’lerden itibaren giderek arttığı tarihsel bağlam içine oturmaktadır.
Nurculuk, askeriye, hava kuvvetleri
19. yüzyılda Osmanlı İmparatorluğunda siyasi ve iktisadi açıdan güçlenen çok sayıda Nakşibendi şeyhi ve dervişi sürgüne tabii tutulmuştu. Nakşibendi cemaatlerinin kitlesel güçlerinin artmasının isyanlara yol açabileceğini fark eden merkezi iktidar onların bir güvenlik meselesine dönüşebileceğinin farkındaydı. Nitekim İstanbul’da 1859 yılında padişahı devirmek için örgütlenen Kuleli Vakası nedeniyle sorgulanan 41 sanığın 15’i Nakşibendi’ydi. (1)
Osmanlı dönemini bir kenara bırakarak bu yazıda 15 Temmuz darbe girişiminin tarihsel arka planını anlamak amacıyla Fethullahçılığın içinden çıktığı Nurculuğun 1930’lu yıllardan itibaren ordu ve subaylarla ilişkilerine bakacağız. Nurculuk üzerine en kapsamlı çalışmalardan birini yazan olan Şerif Mardin, Said Nursi’nin ordu içindeki müntesiplerine (bağlılarına), Nurculuğun orduya ve militarizme olan ilgisine hiç değinmez. Mardin’e göre “Nurculuğun doğup yükselişinde demokratlaşmış bir yön bulunmaktadır.” (2) Oysa gerçekte yaşanan bunun tam da zıddıydı.
Ordudaki ilk Nurcular
Ordu içindeki ilk Nurculardan biri olan Hulusi Yahyagil 1929’da resmi subay üniformasıyla Said-i Nursi’yi Eğridir’de ziyaret etti. 1950’de albaylıktan emekli olana kadar Nursi ile düzenli olarak görüşüp mektuplaştı. Aralarındaki yakınlık o kadar ileri seviyedeydi ki Nursi, Barla Lahikasında Yahyagil’i “manevi evladı” olarak tanımlıyordu.
1930’lu yıllarda Nursi’nin müritleri arasında emekli subaylardan Topçu Binbaşı Asım (Önerdem) Bey ve Yüzbaşı Refet Barutçu da vardı. Emekli Binbaşı Asım Bey 1935 Nurculuk soruşturması sırasında tutuklandığı Burdur’da sorgulama sırasında kalp krizi geçirerek hayatını kaybetti. 1948 yılında Emniyet Genel Müdürlüğü, “Nurcuların faaliyetlerini Ordu mensupları arasına da sirayet ettirdikleri” tespitini yapıyordu.
Harp Okulunda askeri yargıç öğrencilerinden Mehmet Atak ile Hava Okulunda pilot öğrenci Karahan Sanatar arasındaki mektuplaşmanın ele geçirilmesi sonrasında Atak, Afyonkarahisar’da yapılan Nurculuk soruşturmasına dâhil edilerek tutuklandı.
Pilotların bavullarında taşıdığı risaleler
DP’nin iktidara gelmesi sonrasında Nurculuğun özellikle de Hava Kuvvetlerindeki etkisi artmaya başladı. 1952 yılında Eskişehir’de askeri jet pilotu eğitimi alan Ali Demirel ve Ömer Halıcı yanlarında Yüzbaşı Ekrem Hanyalı ve Binbaşı Reşat Bey olduğu halde Nursi’yi ziyaret ettiler. O dönemde Nurculuğun askeri pilotlar nezdinde etkisini anlamak için şu örnek yeterli olsa gerektir: farklı şehirlerde yazılan Risaleyi Nurlar tashih için Nursi’ye gönderiliyordu. Yasak olan Risaleyi Nurların polis tarafından yakalanmaması için bunları askeri pilotlar bavullarında taşıyarak Nursi’ye teslim ediyorlardı.
Nurcu askeri pilotlardan Nureddin Karakaya 1956 yılında tayininin İncirlik üssüne çıkmasıyla Risaleyi Nur için yaptığı faaliyetleri Adana’da devam ettirdi. Nurculuğun Adana’da yayılmasında bir askeri pilot ön plandaydı. Nursi’ye bağlı başka bir askeri pilot Ömer Halıcı’nın kullandığı askeri uçak 1954 yılında düştü ve Halıcı hayatını kaybetti. “Ömer benim yerime şehit oldu” diyen Nursi, askeri pilotun her bahsi geçtiğinde kendisini “Ben Ömer’i yirmi evliyaya değişmem” sözleriyle anardı. Aynı dönemde Nursi’nin Eskişehir semalarında oldukça yüksek ses çıkartarak uçan askeri jet uçaklarına bakarak; “İnşallah bunlar İslamiyete büyük hizmetler edecekler” demesi de manidardır.
MAH’ın istihbarat raporları
1950’li yıllar boyunca özellikle de Hava Kuvvetlerinden subay ve astsubaylar düzenli olarak Nursi’yi Emirdağ ve Eskişehir’de ziyaret ettiler. Bu ziyaretler sırasında zaman zaman subay üniformaları da üzerlerindeydi. Nursi kendisini resmi üniformalarıyla ziyaret edip elini öpenlere “Kardeşim ben elli senedir ordu ile alakadarım” diyordu.
1950’lerin sonlarına doğru ordu içinde Said Nursi’nin müntesiplerinin yayılmasına karşı tedbirlerin alınması Nurcuları rahatsız etmeye başladı. 1959’da Ankara’da Mustafa Sungur, eski DP milletvekili Tahsin Tola gibi önde gelen Nurcuların da bir araya geldiği toplantıya bir Milli Emniyet (MAH) ajanı da sızmıştı. MİT’in önceki ismi olan MAH ajanının verdiği malumata göre Mustafa Sungur “ordunun ele geçirilmesi lüzumunu” vurgulamıştı. Yine aynı dönemde İçişleri Bakanlığı ordu mensuplarından Nurculukla ilişkisi olan yaklaşık 30 kişilik bir listeyi 29 Aralık 1959 tarihinde Milli Savunma Bakanlığına bildiriyordu

MİT’in öncülü MAH’ın Nurculuk faaliyeti konusundaki istihbarat raporu.

Savunma Bakanının yazdığı Nurculuk raporu
DP iktidarının son döneminde Milli Savunma Bakanı Ethem Menderes Nurculuk üzerine emniyet ve istihbarat belgelerine dayanarak oldukça uzun ve kapsamlı bir rapor kaleme aldı. Buna göre Nurcular ordu içinde emir komuta zincirini bozmakta, bazı komutanlarının dinsiz olduğunu iddia ederek Nursi’nin direktiflerini her şeyin önüne koymaktaydı. Savunma Bakanı Menderes 21 Kasım 1959’da Ankara’da Nurcu ordu mensuplarıyla Maraşlı Nurcuların bir araya geldiğini yazmaktaydı. Maraşlılar görüşmede “Maşallah. Ordu gittikçe bizim oluyor. Maraş’ta iki binbaşı, bir yüzbaşı ve birçok da Astsubay var. Adalet de bizden, Ağır Ceza Hâkimi de bizden” demişti. Görüşmeye katılan Said Nursi’nin en yakınlarından Mustafa Sungur da Nurculuğun orduya yönelik hedef ve stratejisini açıkça ortaya koymaktan imtina etmiyordu:
“Orduyu elde etmek için subay ve astsubayları elde etmek lazımdır. Onlar elde edildi mi asker kendiliğinden elde edilir. Subayları, tek tek bulmaktan ziyade, genç ve bir arada toplu bulunan talebeleri daha mektebde iken aşılamak lazımdır. Çünkü ağaç, fide iken istendiği şekli alır. Mesela Harb Okulunu elde ettik mi bizden bahtiyarı yok.”
Raporun sonunda Milli Savunma Bakanı “Nurculuğun, her sınıf ordu mensubları arasında bir hayli taraftar bulduğu” sonucuna varıyor ve buna karşı “devletin iktisadi ve içtimai nizamını ve Türk Ordusunun disiplinini” korumak için acil tedbirler alınmasını gerekli görüyordu.
Cemaatlerin etkisi arttıkça
1950’lerden itibaren başta Hava Kuvvetleri ve askeri pilotlar arasında olmak üzere ordu içinde etkisini artıran Nurculukla, 15 Temmuz 2016 darbe girişimi sırasında yaşananlar arasındaki tarihsel ve ideolojik rabıta çarpıcıdır. Ordu ve cemaatler arasındaki ilişkinin sadece Nurculukla sınırlı olmadığının da altını çizmek gerekir. Işıkçılar cemaatinin kurucusu Hüseyin Hilmi Işık 1930’larda şeyhi Abdülhakim Arvasi’yi subay üniformasıyla Kaşgari dergâhında ziyaret etmekten çekinmiyordu. Ordu mensubu bir subay olan Işık için Şeyhi Arvasi devreye giriyor, yine kendine yakın olan Kara Kuvvetleri Personel Daire Başkanı Hayri Aytepe’ye “Hilmi ne isterse yap” yazılı bir mektup gönderiyordu. Mektubu alan Hayri Paşa Işık’a sarılarak “Sen öyle bir yerden geliyorsun ki, ne istesen olur” demişti. (3)
Tek parti döneminde ve 1950’lerde cemaatlerin ordu içinde etkili olduğu, emir komuta düzenini bozduğu, ordu içindeki tayinleri etkilediğine dair çok sayıda rapor, mahkeme kaydı ve hatırat var. O dönemden bugüne bu etkinin katlanarak arttığını tahmin etmek zor değil.
Cemaatler bu coğrafyada yüzyıllardır varlar. Dolayısıyla “cemaatler yasaklansın,” “tarikatlar kapatılsın” tavrı toplumsal gerçeklikle uyuşmuyor. Ancak günümüzde kanarya sevenler derneğinin bile bir mevzuata tabii olduğu ve üyelerinin kayıt altına alındığı düşünülürse, binlerce insanın içinde yer aldığı cemaatler hiçbir denetim ve kanuna tabii olmadan faaliyetlerini sürdürüyor. 19. Yüzyılın ikinci yarısında Osmanlı sistemi içinde bile cemaatlerin denetimi için Meclisi Meşayih isimli bir kurumun kurulduğu hatırlanırsa, bugünkü kontrolsüz ve denetimsiz durumun sürdürülemez olduğu aşikârdır.

NOTLAR
[1] Burak Onaran, Padişahı Devirmek (İstanbul: İletişim, 2018).
[2] Şerif Mardin, Bediüzzaman Said Nursi Olayı (İstanbul: İletişim, 2017), 349.
[3] Ekrem Buğra Ekinci, Hüseyin Hilmi Işık (İstanbul: İhlas, 2018), 112-3.
Posted in Uncategorized | Leave a comment

Sümerlerin yıkılış hikayesinden bugüne dersler var mı?

Sümerlerin yıkılış hikayesinden
bugüne dersler var mı?

Mehmet Öğütçü / 22 Mart 2024, Cuma

Hani derler ya “tarih tekerrürden ibarettir, ders almak lazım” diye, şimdi anlatacağım hikaye bu minvalde bizlere ışık tutacak, ilham verecek cinsten.

Tarihçi Yusuf Halaçoğlu’na göre, Atatürk, 1922’de İzmir’e giderken üzerinde 20 yıldız olan Cumhurbaşkanlığı forsunu kullandı. 1959’dan sonra forstaki yıldız sayısı 16’ya düşürüldü. Şah İsmail’in başında olduğu Safevi, Memluk, Karakoyunlular ile Uzun Hasan’ın başında olduğu Akkoyunlular devletlerinin de forsta olması gerektiği savunuluyor.
Atatürk’ün, İzmir’e girerken kaç yıldızlı bir fors kullandığını bilemiyorum. Tarihi kronolojide bir sorun var: Türk Ordusu 9 Eylül 1922’de İzmir’e girdiğinde henüz ortada bir Cumhuriyet yok ve Mustafa Kemal de henüz Atatürk ve Cumhurbaşkanı değil. O yüzden havada kalan bir söylem bu.
Ama şurası bir gerçek ki Cumhurbaşkanlığı Forsunda yer verilmemekle birlikte, tarihimizde kurulmuş ve çağlara damgalarını vurmuş 16’dan fazla Türk Devleti vardı. İrili ufaklı beylikleri saymıyoruz bile.
Kuruluş, yıkılış: 16 devlet
Öte yandan, forstakileri doğru kabul etsek bile kendi kendimize 16 devlet kurup 16’sini da çökertmenin, kendi devletlerimizi çoğu zaman birbirleriyle çatıştırarak tarihin derinliklerine gömdüğümüzü itiraf anlamına gelmiyor mu bu? Ve de 17incisi olan Türkiye Cumhuriyeti’ni 21inci yüzyılda hassasiyetle korumak için çok çaba göstermemiz gerektiğini de unutmamalı.
Efesli Heraklitos’a göre: “Her şey değişir. Değişmeyen tek şey, değişimin kendisidir.” Değişim, devlet için de geçerlidir. Devletlerin yıkılma, tarih sahnesinden silinmelerinin nedenleri çok değişik. Genel olarak; değişime ayak uydurmamak, hukuktan, eşitlikten, adaletten, kültüründen, ananelerden, ilimden ve doğayla dost teknolojiden uzaklaşılması.
Ayrıca, dünyanın geri kalanındaki ilerleme ve gelişmelere ayak uyduramama, kendisine karşı kurulan ittifaklar karşısında güçsüz kalmanın da sonucu.
Uygarlıkta ilklere imza atan Sümerler
Tarihte kurulan, tek Tanrılı dinlere esin kaynağı olan ve uygarlık geliştiren ilk uluslardan birisidir Sümerler. Uygarlık yolunda birçok ilke imza atmışlar. Sözgelimi, çivi yazısını bulmuş. Matematikte ondalık sistemi geliştirmiş, 24 saatten oluşan günü kullanmışlar, ticari alanda sözleşmeler yapmışlar. Eğitim kurumlarının önemini kavramışlar.
Uygarlık kuran bir devlet, adil, bilgili, yetenekli, değişime açık, yasaları eşit, tarafsız uygulayan bir lidere ve kadrolara sahip olmalı. Hatırlayalım, Bilge Kağan Orhun yazıtlarında da “Kağan odur ki, adaleti üstün tutsun, töreyi yaşatsın. Töre yok olursa İl (Devlet) yok olur. İl olmazsa budun (ulus) kul olur” öğüdüyle hukukun ve adaletin önemini anlatılıyordu.
M.Ö. 2.000’de, yani günümüzden yaklaşık 4000 yıl önce, Mezopotamya’da yaşamış, Sümerli öğretmen Ludingirra 23 kil tablet üzerine yaşam öyküsünü ve ulusunun başından geçenleri yazmış. Günümüzde de bu eserin her daim tekrar tekrar okunması ve üzerinde düşünülmesi, dersler çıkarılması gerekiyor.
Sümerlerin yıkılış hikayesi
Ludingirra, kitabında “Güzel ve uygar ülkemize göz diktiler. Göklere uzanan kulelerin, görkemli tapınakların, arı gibi işleyen çarşıların, her tarafa ulaşan kervanların, dümdüz uzanan yolların, bol ürün veren tarlaların, nehirlerde ve açtığımız kanallarda salına salına yüzen teknelerin, dolup taşan iskeleler, her tür bilgiyi veren okullarımız vardı. İlkel ülkeler kıskandı, sınırlarımızdan içeri göç ettiler. Kentlerimizi yakıp yıktılar. Halkımız, kralımız tutsak oldu” diye yazıyor.
Ve şöyle devam ediyor: “Ne yazıdan, ne tarımdan, ne sanattan, ne dilden, ne okuldan, ne attan, ne arabadan, ne aydan, ne yıldan haberleri vardı. Hepsini bizden öğrendiler. Sonra da ‘biz yaptık, biz bulduk’ diye övündüler.”
Yazar, Sümer devletinin yıkılış sebebini kendi penceresinden anlatmış.
Söyledikleri doğru olmasına rağmen eksik bence. Sümer inancına göre: “İktidar yozlaşıp ahlaken çökerse felaketler birbirini takip eder. Önce doğal afetler, ardında dış saldırılarla devlet yıkılır. Bu alametler, tanrısal bir lanet olarak kabul edilir.”
Ludingirra, Sümer kralının kendi rahatını sağlamak için “her şeyden vergi aldığından” ve halkını sömürmesinden hiç bahsetmemiş. Oysa, diğer nedenlerin yanısıra, Krallarının aymazlığı da halkı küstürmüş. Krala küsen Sümer halkı; vatanlarını, kültürlerini, hukuklarını, dinlerini, dillerini koruyamadıkları için devletin yıkılmasını önleyememiş.
Devletleri yaşatma becerisi
Ludingirra’nın bahsettiği istilacılar MÖ 2350 ve 2150 arasında Mezopotamya’da varlık göstermiş -günümüz haritasında Irak, İran, Türkiye, Suriye, Kuveyt, Suudi Arabistan ve Ürdün topraklarında varlık göstermekte olan- Akadlar idi.
Sümer topraklarında o zamanlar işçi olarak çalışan Akadlar, sonradan kralları olacak Sargon komutası altında isyan ederek Umma, Ürük, Ür ve Lagaş kentlerini ele geçirdiler. Ev sahibi Sümerlerin ileri medeniyetine böylece bir süre sonra son verdiler.
Sargon, Mezopotamya’da siyasi birliği sağladı, kendisini Dünya Kralı, yani “Sarkissati”, ilan etti. Yıkılan medeniyetin yerine daha iyisini kuramadı. Üstelik, hiçbir muzaffer sarsılmaz değildi o zaman da.
Nitekim, Mezopotamya’nın ardından Orta Babil bölgesinde bir toprak parçası olarak varlığını sürdüren Akadlar’ı, milattan önce 2154’de Gutiler ortadan kaldırdı.
Kıssadan hisse, önemli olan devletler, medeniyetler kurmak değil onları korumak, yaşatma, geliştirme becerisini gösterebilmektir. Bizlerin bu hususta çok başarılı olmadığımızı tarih gösteriyor.
Bu yüzden son Türk devletine sıkı sıkıya sarılmalı, çöküşü hızlandıran hastalık ve beceriksizliklerimizi geçmiş deneyimlerden ders alarak süratle tedavi etmeli, Atatürk’ün vasiyeti olan “ilelebet payidar” kılmayı hedef edinmeliyiz.
Yoksa böylesine değerli ama o ölçüde keşmekeş ve karışıklık içindeki bir coğrafyada yeniden bir devlet kurmamız hiç kolay olmayacaktır.
Geçmiş, geleceğin aynasıdır, unutmayalım.

https://yetkinreport.com/2024/03/22/sumerlerin-yikilis-hikayesinden-bugune-dersler-var-mi/
Posted in Uncategorized | Leave a comment