Köy Enstitüleri

Köy Enstitüleri

Hatice Eroğlu Akdoğan

Ortada ayaklar altında çiğnenen bir eğitim sistemi olunca insan ister istemez idealde kalanı saygıyla anıp ve hakkını yâd etmeden yapamıyor. Sözü 17 Nisan 1940 tarihinde kurulan Köy Enstitüleri’ne getirmek istiyorum. İçinde yaşadığımız sürecin eğitim anlayışı ve eğitim politikası ne kadar berbat ve iç karartıcı ise Köy Enstitüleri’ni oluşturma anlayışı da o denli iç açıcı bir içeriğe sahipti.
Yoksulluk, acı ve hastalıkların hüküm sürdüğü savaşlardan geçip yeni bir yönetim şekli olan cumhuriyet kurulmuştur. 1935 yılında 16 milyonluk nüfusun yüzde sekseni köylerde yaşıyor ve ilkel tarım yöntemlerini kullanıyordu. Elektrik yok, yol yok, yoksulluk ve hastalık çok… Okulu ve sağlık görevlisi yok. Kızamık, çiçek, dizanteri gibi salgın hastalıklar özellikle çocukları hayattan kopartıp, götürüyor. Dolayısıyla genel durum iç karartıcı.
Yukarıda yenileşme doğrultusunda yapılan birtakım reformlar geneli köylü olan bir toplumun kalkınması ve ilerlemesi açısından asla yeterli şeyler değil. O yüzden köylüyü eğiterek aydınlatmak, ayağa kaldırmak çok önemli bir sorun. Dönemin İlköğretim Genel Müdürü İsmail Hakkı Tonguç “Eğitim Seferberliği” denilen bir kampanyanın içindedir. Yolu, okulu, ışığı olmayan köylerden okumak için dışarıya ya biraz hali vakti yerinde olanın ya da ağa ve beylerin çocukları çıkabilmektedir. Durum böyle giderse toplumsal ilerleme bakımından bir adım öteye geçilemeyecek gibidir. Eğitimde seferberlik başlatan anlayışın asıl temeli burada yatmaktadır.

Cehaleti sarsacak bir eğitim modeli
Kampanya çerçevesinde ilk önce askerde okuma yazma öğrenenleri kısa bir eğitmen kursundan geçirerek köylere gönderirler. Derme çatma yapılar derslik haline getirilir. Üç yıllık eğitimin başlangıcı böyledir. Altyapısı daha iyi olup öğretmen gönderilebilen köylerde zorunlu eğitim beş yıla kadar da çıkarılır. Kimi köylerde üçten çıkış, kiminde beşten çıkış diploması vardır. Köyde okuma yazma öğrenip çıkış belgesini alan çocukların bundan ötesinde yapacağı başka bir şeyi yoktur. O yıllar ülkemizde ortaokulu olan ilçeler bile çok azdır. Olsa bile köy çocuklarını ortaokula taşıyacak ne yol ne de ceplerinde beş kuruş para vardır. Yeni kuşaklar da bir avuç toprak parçasında aileleri gibi karasabanın başına geçerek yoluna devam edecektir.
Savaşların can bedeli de dahil maddi ve manevi her türlü yükünü çektikten sonra kendi kaderine terk edilen köylüler bihaberdir ama İ.Hakkı Tonguç toplumun yüzde seksenini oluşturan köylülüğü cehaletten kurtarıp, kalkınmasına zemin hazırlayacak çok önemli bir projesinin peşindedir. O yüzden projenin adı “Köy Enstitüsü”dür. Politika kuru ya da kuramsal bir bilgi aktarım, öğretim programı değil; üretim içinde eğitim, eğitim içinde çocuğun yeteneklerinin özgürce dışa vurulduğu, geliştirildiği büyük bir modeldir. Köy çocukları okuma yazma öğrenmekle kalmayıp daha fazlasını isteyecek. Toprağını, ağacını akılcı ve verimli hale getirmeyi öğrenecek. Onlardan da yeni meslek sahipleri, yazar ve sanatçılar çakacak.
1940’ta çıkarılan yasaya göre kurulan 21 enstitü için “köy ışığı” denmesi boşuna değildir. Köylerde beş yılın sonunda diploma alan başarılı öğrenciler, kendileri için yakılmış olan bu ışığa doğru yol alırlar. Öğrenci alımında her köyden en az bir ila üç arasında öğrenci alımına özen gösterilir. Enstitüden mezun olan öğrenci öncelikle kendi köyüne öğretmen olarak dönecek; köyünde açık yoksa yakın köylerden birine gidecektir. Amaç bütün köylere enstitüde yetişmiş öğretmenlerden göndererek süreç içinde öğretmensiz ve okulsuz köy bırakmamaktır. Yeni yetişen öğretmenler enstitüden aldıkları kültürle köy okulundaki eksiklikleri köy halkı ve öğrencilerle birlikte giderecektir. Yani köye gelen öğretmen hazıra konmaktan öte yapıcı ve hazırlayıcı bir rol üstlenecektir.
Eğitimin cenneti: Okuma, tartışma, uygulama, yaratıcılık…
Enstitüler yokluklar içinden çıkıp gelmiş köy çocukları için cennetin kendisidir. Hatta bugünkü eğitim anlayışının, eğitim yöntemlerinin karşısında bile 78 yıl öncesinin enstitü ortamı ulaşılmaz görünen bir niteliğe sahiptir. Zamanın Milli Eğitim Bakanı Hasan Ali Yücel ile İ.Hakkı Tonguç enstitü açılacak yerleri iyi belirlemek için ülkeyi bir baştan bir başa dolaşır, eğitim için mevcut binalar tespit ederler. Enstitü açıldıktan sonraki süreçte hem fiziki olarak hem de öğrenci sayısı bakımından büyümeye devam edecektir. Bina gereksinimini de mevcut öğretmen ve öğrencilerin emeği ve becerisiyle tamamlayacaktır. Yani enstitülüler yeni derslik, yatakhane, yemekhane, revir, toplantı salonu, lojman vb. ihtiyaçlarını kendisi giderecektir.
Yörenin iklim ve bitki örtüsüne uygun tarım ve hayvancılık yapacaktır. Kimi enstitülerin arpa, buğday, pamuk, gül tarlaları, kiminin üzüm bağları, meyve sebze bahçeleri vardır. Ekim, hasat, çapalama, aşılama, budama gibi tarımsal faaliyetleri yetkili bir öğretmen ve okul idaresinin rehberliğinde yapılırdı. Enstitü ahırlarında keçi, koyun, öküz, inek at ve kümes hayvanı yetiştirilirdi. Bal üretimi için arıcılık yapan enstitüler de vardı. Bakanlığın enstitüler için ayırdığı belli bir bütçe vardır. Bunun dışındaki parayı öğrenci ve öğretmenlerden oluşan enstitü idaresi ürettiği mahsulden karşılayacaktır. Eğitim üretim, üretim de eğitim amaçlıdır.
Enstitü öğrencileri Türkçe, Matematik, Yurt Bilgisi, Doğa Bilgisi, Fizik, Kimya gibi teorik dersler yanında uygulamalı derslerden birini de seçerek hem kendilerini o alanda yetiştirmiş hem de enstitünün varlık koşuluna ilişkin sorumluluğunu yerine getirmiş olurdu. 44 saatlik haftalık çalışmanın 22 saati teorik derslere, 22 saati de tarım ve teknik derslere ayrılmıştı. Tarım ve hayvancılık faaliyeti dışındaki teknik işler içine marangozluk, yapıcılık ve demircilik giriyordu. Öğrenciler her sene pratik derslerin birinde görev alarak, her alanda bilgi ve deneyim kazanmış olurlardı. Bu derslere ek olarak kız öğrenciler için bir de dikiş atölyesi vardı. Enstitünün kıyafeti atölyelerde dikilirdi.
Enstitü öğrencilerinin resim, müzik, folklor gibi alanlardaki yeteneklerini keşfedip geliştirme için önlerinde hiçbir engel yoktu. Her enstitü öncelikle kendi yörelerinin halk türküleri ve oyunlarını öğrenirdi. Özgür okuma saatleri genellikle ders dışında seçilen kitabı okuma zamanına denirdi. Enstitülerde öğrenci ve öğretmenlerin sorumluluğunda tıkır tıkır çalışan kütüphaneler vardı. Enstitüye yeni gelen öğrenciler kendilerinden önce gelen öğrencilerden kitap tavsiyesi alırdı. Aralarında tatlı bir okuma yarışı vardı.
Belirli günlerde enstitülerin sorunlarını tartışma toplantısı yapılırdı. Bu toplantılarda öğrenciler sorunları görme duyarlılığı yanında, yapıcı eleştiri anlayışı edinmeyi de öğrenirlerdi. Her hafta sonu enstitüde toplantı alanlarında türkülü, halk oyunlu şenlikler yapılır; şiir yazan öğrenciler şiir okurdu. Enstitü içinde sık sık şiir yarışmaları vb. özendirme etkinlikleri düzenlenirdi. İsteyen öğrenci idareden izin almadan duvar gazetesi çıkarabilirdi. Sanat atölyeleri Resim, müzik, fotoğrafçılık gibi alanlarda kendini geliştirmek isteyenler için sanat atölyeleri de vardı.
Enstitüdeki öğrencileri eğitecek öğretmen için de Yüksek Köy Enstitüsü açılmıştı. Her köy enstitüsünden mezun olup, yetenekli ve akademik başarısı yüksek öğrenciler arasından seçilen beş kişi Ankara’daki Yüksek Köy Enstitüsü’nde belirlenen branşlarda okumaya hak kazanmış olurdu.
Köy Enstitüleri, Tonguç görevden alınmadan önce bizzat onun tarafından denetlenir; eksiklikleri, sorunları yerinde tespit edilirdi. Tonguç bir enstitüden edindiği olumlu izlenim ve başarı örneklerini bir başka enstitüye taşıyarak öğretmen ve öğrencilere aktarırdı. Ayrıca bir enstitüde ekip oluşturan öğrenciler diğer enstitüleri gezmeye çıkardı. Bu geziler hem ziyaret eden hem de edilen öğrenciler açısından eğitici ve zevkli geçerdi. Birbirlerine yörelerinin folklorunu, türkülerini öğretir; hazırlamış oldukları piyesleri sergilerlerdi.
Enstitü bünyesinde köyler için salt öğretmen değil, düzenlenen kurslarla acil ihtiyaçları bir an önce giderebilmek açısından ebe ve eğitmenler de yetiştirildi.
Enstitüleri karalama kampanyası karanlıkta beslenenlerden
Çok değil, enstitüler dokuz yıl yaşayabildi. Önce kız ve erkek öğrenciler birbirinden ayrıldı. Eğitim programı değiştirildi ve Köy Öğretmen Okuluna dönüştürüldü. Tek parti döneminin CHP hükümeti açmış, çok parti döneminin CHP hükümeti kapatmıştı. Parti içinde ve partiye etki eden gerici güçler başından beri enstitü karşıtı kampanya yürütmekteydi. Karalama kampanyasının temelinde ise komünizm propagandası yaygarası ile kız ve erkeklerin aynı okulda yatılı olarak kalıyor olması vardı. Günümüzün gerici yaklaşımlarının bir benzeri de o zaman yapılıyordu. Kaba dedikodular Meclis kürsüsüne taşınıyordu. Yok kız öğrencilerin tuvaletlerde düşük yaptığı, okulun duvarlarına orak çekiç resmi çizildiği, kitapları yasak yazarların kitaplarının kütüphanelere sokulduğu şeklinde bitmeyen karalama kampanyası ile enstitüler yıpratılıyordu.
Meselenin altında ise ağa ve beylerle sırtını onlara yaslayarak iktidar olanların köyün ve köylünün aydınlanmasına karşı oluşları yatıyordu. Aydınlanıp bilinçlenmiş bir köylü toplumu toprak ağaları da kendisini kıskaca alan iktidara da boyun eğmeyecektir. Hasan Ali Yücel, Meclis’te yeri geldiğinde enstitüler hakkında ileri geri konuşanlara karşı köylüyü okutmanın yararlarını anlatır durur ve sonunda “Peki zararları nedir?” diye sorar. Toprak ağası bir milletvekili “Ben üçü beşi bilmem, bindiğim eşek benden akıllı olmayacak. Olursa düşürür, okuyan köylü zapt olmaz”der. Mesele işte budur!
Dün köylünün, bugün genel olarak halkın akılcı ve demokratik bir eğitim ortamında yetişmesini istemeyenler aynı düzenin parçasıdırlar. Eşitlikçi, bilimsel bir eğitime tabi olan birey sorgulayan, gerektiğinde karşı duran bir bireydir. Dokuz yıllık köy enstitüsü süreci ülkemizin üstündeki karanlığa karşı çok çaba sarf etti. Yoksul köy çocuklarından yazarlar, şairler, müzisyenler, ressamlar yarattı. Enstitüde yetişen öğretmenler aracılığıyla TÖS ve TÖB-DER gibi güçlü öğretmen örgütleri ortaya çıktı. Kısacası enstitüden atılan bir avuç tohumun meyveleri genel olarak tüm toplumun hem maddi hem de manevi yönden besleyici gıdasını oluşturdu. Günümüzde ağırlığı olan bir köy ve köylü gerçeğimiz elbet yok. Ancak sorunlarıyla iç karartan, yerlerde sürüklenen eğitimin enstitülerde olduğu gibi öğrenciyi ve öğretmeni ayağa kaldıracak bir programa mutlak ihtiyacı var. O yüzden bugünden bakıldığında enstitüler öz itibarıyla öğretici bir model olmayı hala sürdürebiliyor.
This entry was posted in CUMHURİYET - DEMOKRASİ - ÇAĞDAŞLIK, EĞİTİM, KÖY ENSTİTÜLERİ, KÜLTÜR - EĞİTİM - ÇAĞDAŞLIK, TARİHE - AYDINLANMAYA - CUMHURİYETE NOT DÜŞENLER. Bookmark the permalink.

Leave a Reply

Your email address will not be published. Required fields are marked *