KÜRESEL EMPERYALİZM DÜNYA SAVAŞ TARİHİ * Amerikan savaş mühendisliği * Bölüm 1/2/3/4/5

Amerikan savaş mühendisliği

Prof.Dr. Sait Yılmaz – 14 Kasım 2021


“Eninde sonunda artık şimdi..”

BÖLÜM 1

İnsanlık sömürgeciliği ve ırkçılığı büyük ölçüde yendi. Şimdi ki soru ise, “Savaşları ortadan kaldırabilir miyiz?” Üstelik hemen her gün savaşların yeni modelleri ortaya çıkarken ve yapay zekâ gibi yeni teknolojiler ile gittikçe daha fazla öldürmeye odaklanmış, drone saldırıları gibi etik dışı uygulamaların tüm dünyayı sardığı bir dönemdeyiz.

Rus yazar Leo Tolstoy’un ümidi savaşı hiç olmazsa daha medeni yapmaktı. İnsan doğasındaki barbarlık iki dünya savaşında da milyonlarca can aldı. Immanuel Kant gibi ba
zı düşünürler için ise doğru çözüm, savaşların nasıl yapılacağını düzenlemek değil, sonsuz barışa giden yolu açmak. 19. ve20. Yüzyıl insan hakları aktivistleri bunun için kurumları insani hale getirmeyi öngörmüşlerdi. Siyasi teorisyen Michael Walzer ise “Haklı ve Haksız Savaşlar” doktrini ile savaş kurallarını insanileştirerek, barışa doğru bir adım atılacağını düşündü1

Walzer’e göre sorun 1990’larda Bosna- Hersek’de yaşanan katliamlar gibi yönetilmeyen şiddettir. . Samuel Moyn’a göre, uluslararası insani hukuki savaşları insani hale getirmekten çok Afganistan ve Irak’ta olduğu gibi daha ve daha fazla illegal savaşa neden yol açmaktadır2.

Belki de doğru çözüm için , insani savaş modelleri hazırlanmalıdır. Son 20 yılda bitmeyen savaşlar uzun savaş, açık-uçlu savaş, melez savaş, vekilli savaş gibi yeni savaş kavramları ortaya çıkardı. Modern orduların barış, demokrasi ve özgürlük getireceğine olan inanç tamamen ortadan kalktı. Gelinen aşama “eninde sonunda değil hemen şimdi” bir şeyler yapma zamanı. Bu makalede, savaşların ölümcül yüzünü ve Amerikan savaş mühendisliğinin geldiği aşamayı sorgulamaya çalışacağız.

Savaşlar neden var?

Savaşların değişimi Savaş, bir toplumun üyelerinin başka bir toplumun üyelerine karşı ölümcül şiddet uygulaması ve öldürmenin rasyonel sona ulaşmak için yasal bir araç olduğu süreçtir. Aslında insanlık tarihi, bir yerde savaş tarihidir. Tarih boyunca ülkeler
ne zaman değerli bir şey bulsalar onun için savaştılar. Avrupalılar, 1500’lerde yeni dünyada buldukları altın ve gümüş için,1800’lerin sonuna doğru da Afrika altını ve elması için yarıştılar. 20 ve 21. Yüzyılın başında doğal enerji kaynakları için savaşlar yapılıyor.

Tarih kitapları genellikle yazıldığı ülkenin savaşları ve kahramanlıkları, ‘öteki’ olan düşmanın ise ne kadar kalleş ve korkak olduğu üzerine kuruludur. Savaş filmleri de galiplerin kahramanlığı, yenilenlerin ne kadar aşağılık olduğu üzerine kurgulanmıştır. Ancak savaş kaybedilmişse, o zaman düşman kutsallaştırılır, ne kadar güçlü olduğu kutsanır. Her savaşta ölmeye ve kendinden vazgeçmeye ve öldürmeye hazır olmak başarının tek ve en önemli etkenini temsil eder.

Çatışmalar, bazı insanlar başkalarının hayatlarını alırlarken kendi hayatlarını riske attıkları noktadan devam eder. Savaşan kişi her şeyini riske attığından ne için mücadele ediyor olursa olsun o şey kendi kanından daha değerli görünür. Tanrı, ülke, ulus, ırk, sınıf, adalet, şeref, bağımsızlık, eşitlik, kardeşlik, insanların canlarını vermek için hazır oldukları konulardır. Savaştaki insanlar ve birlikler yavaş yavaş değil yüksek olasılıkla aniden ve feci bir ölüm tehlikesi ile karşı karşıyadır. Savaşı şehit olarak değil, daha çok insan öldürerek kazanabilirsiniz.

Son beş yüzyılda, ateşli silahlar savaşlara hâkim oldu. Ateşli silahlar icat edilmeseydi, Avrupalılar dünyayı fethedemezdi. Avrupa’nın savaşlarında çok sayıda insanın çeşitli silah kullanmak zorunda kalması, silah fabrikalarının kurulmasına neden oldu. Birinci Dünya Savaşı başlamadan önce büyük güçlerin hiçbiri savaşa hazır değildi. 1914’ün orduları 1814’ün ordularına benziyordu. Ama aynı silahlarla savaşamazlardı. İngilizler, koloni çatışmalarında makineli tüfeklerle katliam yaparak bol bol tadını çıkarmıştı. Modern dünya Avrupa savaş alanlarında özellikle makineli tüfeklerin döktüğü kan üzerine kuruldu3.

Savaş başladığında yeni ve öldürücü topçu savaş alanında yerini almıştı. 1850’ler ile Birinci Dünya Savaşı’nın sonu arasında üç temel savaş aracı ortaya çıktı; savaş gemisi, tank ve bombardıman uçağı. Bu üç savaş aracı 1914-1941 yıllar arasında silahlı kuvvetlere hâkim oldular ve savaş gemisinin yerini uçak gemisi alsa da günümüzde de aynı konumlarını sürdürüyorlar. İkinci Dünya Savaşı’ndan sonra yeni küresel güç olan ABD, tek hedefe isabet kaydetmek için çok silah ve insan kullanmaktan kurtulmanın yollarını aramaya başladı. Yüksek isabet oranı ve bunu sağlayacak, teknoloji, Amerikan askeri kültürünü geliştiren motivasyon oldu. Artık savaşları Amerikan askeri değil, silah ve teknolojisi kazanacaktı yani savaştan gerçek bir kahraman çıkmayacaktı.

Yeni teknolojiler savaş alanlarını değiştirdi. Kara savaşları önce denizlere 20. yüz yılda havaya taşındı. 21. Yüzyılda ise uzaya taşınmasından endişe ediyoruz. Askeri sistemde bir
devrim dönemindeyiz. Savaşlar devam edecek ama önceki savaşlar gibi olmayacaktır.
Dijital çağ, savaşın karakterini yeniden tanımlıyor. Her şey bilgisayarlardan takip edildiği için, savaşlar artık video oyunu gibi olmaya başladı. Ancak, asker hastanelerini ziyaret ederseniz bunun video oyunu olmadığını anlarsınız.

Uçak gemileri ve tankların yerine başka silah sistemleri gelecek ama henüz ortada yoklar. Sensörler, güdüm sistemleri ve uydu haberleşmesi ile konvansiyonel silah kullanmadan binlerce mil uzaktaki hedefleri vurabilen teknoloji üstünlüğünü yakalayan ülkeler var. Artık, konvansiyonel savaş yapacak arazi kalmadı. Büyük ordular, klasik devlet gücü anlayışı ve topyekûn savaş tam isabetli güdümlü silahlar dünyasında pek anlam taşımıyor

Ancak, henüz eski silah sistemlerin tamamen ortadan kaybolması için birkaç kuşak daha zaman var. Özetle normal askerin yerini zamanla “süper asker” alacak. Katil robotlar, otonom ölümcül silah sistemleri, hipersonik füzeler, uçan akıllı tanklar, insansız deniz
araçları henüz fabrikalarda test aşamasındalar. Ölümcül otonom sistemler, makine
-insanlar, III. Dünya Savaşı’nda rol almaya hızla hazırlanıyorlar.

BÖLÜM 2

Savaş ve ölüm

Tarihte pek çok kanlı savaş oldu. Son yüzyıllarda ölüm sayısı oldukça arttı. Bunun en büyük nedeni silahların öldürücülüğünün artmasıydı. 5. Yüzyıldaki 50 yıl süren Kadim Yunan-Pers savaşlarında 80 bin kadar kişinin öldüğü sanılıyor. Yüzyıl kadar süren Roma -Kartaca savaşlarında ise ölü sayısının 1.8 milyon kişiye ulaştığı iddia ediliyor. Roma İmparatorluğu’nun M.Ö. 1. Yüzyıldaki sekiz yıl süren Galya savaşlarında milyonlarca kişi öldü. M.S. 1.Yüzyıldaki Yahudi-Roma savaşlarında ölü sayısı 2 milyona ulaştı. Ancak, Çin’de M.S. 184-280 arasında yaşanan Üç Krallık Savaşı bu rakamların çok üstüne çıktı. Han hanedanı ve Wu Devleti arasındaki mücadele geride savaş, kıtlık ve hastalık nedeni ile 40 milyon ölü bıraktı.

Orta Çağ, insanlığın hastalık ve bitmeyen savaşlar nedeni ile yüz milyonlarca kişinin öldüğü karanlık dönemi olarak kabul edilir. M.S. 6. Yüzyılda Bizanslılarla Kuzey Afrikalılarla arasında 14 yıl süren savaşlarda 5 milyon kişi öldü. İspanyolların Müslümanlarla savaşları (M.S. 722-1492) geride 7 milyon ölü bıraktı. Avrupa’daki meşhur Yüz Yıl Savaşları (1337-1453), 3.3 milyon kişinin ölümüne neden oldu.3

Orta Çağ’ın Doğu’daki savaşları çok daha ölümcüldü. Çin’deki Tang Hanedanı ve Yan Devletinin arasındaki Lushan İsyanı’nda (755-763), 36 milyon kişi öldü. Timur’un fetihleri
(1370-1405) ise geride 20 milyon ölü bıraktı. Yüzlerce yıl süren Haçlı Seferleri (1095
-1291) 3 milyon kişinin ölümüne neden olmuştu ama bu Moğol saldırıları (1206- 1368) yanında pek bir şey değildi. Moğollar, sadece Pers kenti Nişabur’da 1.7 milyon kişiyi
katlettiler . Moğolların fetihleri toplam olarak 40 milyon kişinin ölüme neden oldu.

Orta Çağ savaşlarında Hıristiyan  Müslüman savaşlarında Müslümanlar çok daha fazla sayıda kayıp vermişti ama 16. Yüzyıldan başlayarak Hıristiyanlar kendi aralarındaki savaşlarda birbirlerini katletmeye doymadılar. 16. Yüzyıldaki Fransız Din Savaşlarında 4 milyon kişi ölürken, Katolik ve Protestan devletler arasındaki 30 Yıl Savaşlarında (1618
-1648) ise 11.5milyon kişi öldü. İspanyolların Amerika kıtasında başlattığı barbarlık; 1.5 milyonu Aztek, 8milyonu İnka olmak üzere toplam 24.3 milyon ölüme neden oldu.

Avrupa’daki Napolyon Savaşları (1803-1815) geride 6 milyon ölü bıraktı. Amerikan İç Savaşı’nın ise bir milyon kişinin ölümüne neden olduğu sanılıyor. Çin’de King Hanedanı’na karşı başlayan Tayping İsyanı (1850-1864), 20-30 milyon ölümüne neden oldu. Tayping İsyanı daha bitmeden Çin’deki Müslümanlar ve Kaşgarlılar ayaklandı (Dungan İsyanı) ve bu isyan, İngilizler ve Osmanlılar tarafından desteklendi. İsyan esnasında çoğu kıtlık ve göç nedeni ile 20 milyon kişinin öldüğü düşünülüyor5.

Modern savaşlara gelecek olursak, Birinci Dünya Savaşı 40 milyon kişinin ölümüne neden olurken, bu rakama İspanyol gribinin kurbanları da dâhil edilmiştir. İkinci Dünya Savaşı’nın (1939-1945) 40-60 milyon kişinin ölümüne neden olduğu düşünülüyor.

Rus Sivil Savaşı’nda (1917-1922) 9 milyon kişi, Çin İç Savaşı’nda (1927-1949) ise 11.7
milyon kişi öldü. İkinci Sino-Japon Savaşı’nda (İkinci Dünya Savaşı’nın bir bölümü olarak) 20 milyon kadar kişinin öldüğü hesaplandı. Kore Savaşı’nda 4.5 milyon, Vietnam Savaş’ında 4.3milyon insan öldü. Afrika kıtasında Nijerya Sivil Savaşı’nda 3 milyon kişi ölürken, Kongo Sivil Savaşı’nda (1998-2003) ise 5.4 milyon kişi soykırım neticesi öldü. Açlık ve kıtlık ölü sayısının artmasının en büyük nedeni idi.

BÖLÜM 3

Ülkeler nasıl savaşır?

Savaş, zorlayıcı (güç kullanan) bir yapılanma ve belirli bir liderlik altında teşkilatlanan grupların yaptığı organize askeri çatışma olarak tanımlanmaktadır6.

Savaş bir belirsizlik trendi içinde gelişir ve mücadelenin sonucunun kesin olduğu bir yerde bir tarafın savaşmaktan vaz geçmesi ya da karşı koyamaması ile durma noktasına gelir. Uluslar kendilerine özgü yöntemlerle savaşırlar. Tarihte, Roma lejyonerleri karmaşık yollar ve kaleler inşa ettiler, Türkler at üzerinde saldırdılar, Japon Samurayı yakın dövüş teknikleri geliştirdi.

Sanat gibi savaş da bir ulusun ruhundan çıkar. Birçok ulus anılmaya değecek tarzda savaşır. Bazen tarih ve coğrafyanın kavşaklarında yenilik yapmak, savaş yöntemlerini değiştirmek zorunda kalır, bazen de daha özgün ülkeleri taklit ederler. Bugün, Amerikalılar için silahlar, cesaret ve komutanlık yeteneğinden önce gelir7.

İngilizlerin donanma tecrübeleri, Almanların kurmayları, İsviçre ve İsrail’in yedek asker sistemleri, Vietnam’ın hafif piyade gücüne dayanması, onlar ve düşmanları için önemlidir ama taklit edilecek modeller değildir. Körfez Savaşı ile birlikte ‘potansiyel yüksek teknolojili savaş alanı’ tanımı yapılmaya başlandı.

Silahların isabetsizliği nedeni ile modern savaş, topyekûn savaşa dönüşmüştü. Şimdi topyekûn savaş çağı kapanıyor, daha kısıtlı savaş türü ortaya çıkıyor. Savaş, olağandışı bir hal olmaktan ziyade, uluslararası sistemin düzenli ve sık yaşanan bir parçası oldu. Bugün artık savaş ve barış arasındaki çizgi, askeri olmayan ve yarı askeri yöntemler nedeni ile belirsiz hale geldi. Yeni teknolojiler, yeni tip düşmanlar ve yeni ideolojiler ile her şeyi karmaşık hale getiriyor. Konvansiyonel savaş anlayışımızda önemli kırılmalar var. Terörle küresel savaş ile birlikte lokal çatışmaların birbirine ilişkilendirildiği küresel bir çatışma dönemi başladı8.

Batının çağdaş savaşları artık büyük ordular ile yapılmayacak, temsilci olarak az sayıda profesyonel temsilciler gönderiliyor. Askerler savaş meydanında beka yani hayatta kalmak için bulunmayacak, zayiatlar azalacak. Konvansiyonel savaşta düşmanı bulmak kolay, öldürmek zordur, düzensiz savaşta ise düşmanı bulmak zor, öldürmek kolaydır. Savaş artık halk, ayaklanmacılar ve patlayıcılar içinde geçtiğinden askerler için taarruz, savunma ve istikrar harekâtı kapsamlı yeni görevler belirlenmeye başladı9.

Ancak, bunların hepsi modern ya da sanayi devletleri ordularının son dönemini temsil ediyor. 2045’den sonra başka bir dünyada, Post-Güvenlik yani devletsiz bir dünyada yaşamayı bekliyoruz. Umarım bu geçiş savaşsız olur ve Küresel Yönetişimi başarırız. Bizi ümitsiz kılan gittikçe dünyayı saran hırs, aç gözlülük, fanatizm ve hukuksuzluk. Savaş, etik ve hukuk.

Savaşlar gittikçe insanlık dışı olmaya başlıyor, bahsettiğimiz savaşların gittikçe daha etik dışı ve hukuka aykırı hale gelmesi. Amerikalıların 1973’de sivil halkın üzerine napalm (yangın) bombaları atmaları, 1998’de Rusların Çeçenistan’da sivil halka silahlı helikopterlerle saldırmaları gibi örneklerin yerini şimdi daha hukuksuz ve insanlık dışı yöntemler alıyor. Daha da açıkçası savaşlar görünmez şekilde sivil halkın soykırımına dönüşüyor. 1949’da Cenevre’de üzerinde çalışılan insani savaş anlaşmaları işe yaramadı. Uygulamalar gittikçe daha da insanlık dışı hale geldi, yani ütopya distopyaya dönüştü. 18. Yüzyılın sonunda İngiltere’de başlayan kölecilik karşıtı hareket Kızıl Haç’ın doğmasına yol açmıştı10.

19. Yüzyıl boyunca pek çok silahsızlanma görüşmeleri ile orduların sınırlandırılmasını hedeflemişti. 1948 yılındaki BM İnsan Hakları Beyannamesi ise sadece sömürgeciliğin kaldırılmasını değil insani savaş ütopyasını da yaratmıştı. “İnsan hakları” hala liberal kapitalist dünyanın ideal doktrini olmaya devam ediyor.

Ancak, neo-liberal dönem ile birlikte dünya gittikçe daha az insani ve daha az eşit hale gelmeye devam ediyor. Aç gözlülük, kibir, köktencilik ve fanatizm dünyayı sarmış durumda ve bunların hepsinin meşrulaştırıcı konsepti ise “ulusal çıkarlar”. Aklımıza Rosa Luxemburg’un sözleri geliyor; “… önümüzdeki seçenek sosyalizm ile barbarizm arasında, şimdi küresel bir projeye başlama zamanı..”

Hiçbir uluslararası hukuka dayanmadan ülkelerin içinde iç savaşlar başlatılıyor, devletlerin egemenliği ve toprak bütünlüğüne saygı gibi Birleşmiş Milletler’in (BM) temel
prensipleri yok sayılıyor. BM’nin buna ilgisi sadece haksız savaşı çıkaran güçlü devletin
istediği göstermelik insani yardım kararları oluyor. Terörle mücadele 20 yıl öncesine göre dünyada çok daha fazla cihatçı terörist üretti. Bunların pek çoğunu ABD, eğit-donat programları ile yetiştirdi. Cihatçı teröristler bir savaş alanından diğerine taşınırken, Ruslar da kendi melez savaş doktrinlerini yarattılar. Orduların özel kuvvetleri, özel askeri şirketler ve devlet destekli terörist örgütler yan yana savaşmaya başladılar. Bir yandan da hukuksuz ve insanlık dışı drone, füze ve hava saldırıları ile insan avı yürütülüyor. İstihbarat örgütlerinin ve özel kuvvetlerin alandaki infazlarını ve darbe girişimlerini saymıyoruz bile.

Amerika Birleşik Devletleri (ABD) hala pek çok ülkede sözde yerel güçleri eğiterek, terörle mücadele ediyor görüntüsü altında terör madalyonunun iki yüzünde de oynamaya devam ediyor. Suriye, Libya ve Yemen gibi ülkelerin on yıl öncesi ile bugünü kıyaslarsanız, savaşların ne kadar acımasız ve insanlık dışı olduğunu açık bir biçimde görürsünüz. Üstelik bu savaşlara giderken hiçbir uluslararası hukuk dayanağı yoktu. ABD’nin kendi içinde bile yazılı ya da Kongre’den onaylı bir hukuki gerekçe bulamazsınız. Westfalia sisteminin en azından nominal olarak üç temel direği bulunmaktadır. Bu temeller aynı zamanda bugünkü BM Şartnamesinin ruhunu temsil etmektedir;

-Egemen devletler arasında hukuki eşitlik,
-Devletlerin toprak bütünlüğüne saygı,
-Diğer devletlerin iç işlerine karışmamak.

Bunların hepsi de Afganistan, Irak, Suriye, Yemen ve Libya’da yok sayıldı. Afrika’nın büyük çoğunluğunda söz konusu bile değil. Bunları yok sayan Batılı ülkelerin karşısında
BM prensiplerini savunmak, Batı’nın otoriter diye etiketlediği Rusya ve Çin gibi ülkelere kaldı. O yüzden çok kutuplu dünya istiyorlar.

ABD yönetimlerinin 2002 yılından beri göz ardı ettiği uluslararası düzenlemeler şu şekilde sıralanabilir11. ;

(1) 1949 Cenevre Anlaşmasına rağmen Afganistan’da savaşın tarafı olan kişilere harp
esiri muamelesi yapmayarak  Guantanamo’da tutmaya devam etmesi.

(2) 1972 Anti-balistik Füze Anlaşması (ABM) anlaşmasını tek taraflı bir şekilde göz ardı ederek füze sistemlerini tekrar yerleştirmesi.

(3) Küresel ısınma konusunda Kyoto Protokolünü yerine ciddi bir öneri getirmeyerek tek taraflı reddetmesi.

(4) 1998’de onayladığı Uluslararası Ceza Mahkemesi’ni ABD personelinin istisna tutulması için reddetmesi.

(5) BMGK onayı ve ABD’ye doğrudan bir tehdit ile ilgili kanıt olmaksızın Irak’ın işgali.

(6) Uyguladığı önleyici doktrin ile herhangi bir tehdit olmadan tek taraflı saldırma hakkını kendine vermesi.

(7) BM İşkence Sözleşmesi ve Cenevre Sözleşmesi’ne uymayarak Afganistan, Irak ve Guantanamo’da esirlere kötü muamele ve işkence edilmesine yetki vermesi.

(8) Hafif silahlar sivillere en çok zarar veren silahların başında gelmesine rağmen BM’de hafif silahların çatışma bölgeleri dışına çıkarılmasına karşı çıkması.

BÖLÜM 4

Clausewitz ve Sun- Tzu’dan modern savaşlarda yararlanmak

Günümüzün düşünürleri Clausewitz’in “düşman seni vurmadan sen acımasızca vur
12. ”Konseptini eksik ya da yetersiz buluyor ve Sun-Tzu gibi düşünmek istiyorlar. 18. Yüzyılda yaşamış Prusyalı general Clausewitz’in tümden gelimci yaklaşımı yerine M.Ö. 500’lerde yaşamış Çinli Sun-Tzu’nun tüme varımcı yaklaşımı daha mantıklı ve doğru bulunuyor. Muhtemelen Clausewitz’in yaklaşımı savaşta istihbarata duyulan şüphe ile ilgili idi. Sun-Tzu ise savaşta zaferin istihbarat, aldatma ve manipülasyonun sistematik kullanımı ile geleceğine inanıyordu.

Clausewitz gibi Sun-Tzu da düşmanın yerleşmesi, pozisyonu, niyetleri ve kabiliyetlerinin bilinmesinin zaferin kazanılmasındaki önemi hakkında aynı düşünüyordu. Ancak, Sun-
Tzu bu bilgilerin casuslar (insan istihbaratı) ile sağlanabileceğini öngörüyordu. İnatla hep anı şeyi söylüyordu; “Kurnaz ol! Kurnaz ol! Ve her türlü iş için casuslarını kullan”

Bu anlayış Batılıların IŞİD ile mücadelesine esas oldu, yoğun ve sistemli bir istihbarat operasyonu kurgulandı. Ancak, uygulamada istihbarat örgütleri IŞİD’in özellikle Suriye dışındaki eylemlerinde bir krizden diğerine genellikle işlevsiz kaldı ve istenen sonuçları alamadı13.

Özetle, modern teknoloji kullanan istihbarat örgütleri etkin olamadı. Hava keşfi ile elde edilen hedef listelerinin hikâyesi yoktu yani her hedefteki kişilerin niyetleri ve yerleşmesi
bilinmiyordu. Bunun için, Sun-Tzu’nun önerdiği sahada insan istihbaratı gerekliydi. Sun-
Tzu’ya göre başarı casusların farklı şekillerde kullanımına bağlıydı; çifte ajanlar, iliştirilmiş ajanlar uzun dönemli başarının ilk adımıydı.

Sun-Tzu savaş felsefesinin merkezinde aldatma vardı ama Clausewitz’in tersine bu askeri güçle aldatma değildi. Savaş Sanatı adlı kitabında “kuvvet kullanımı” sadece dokuz kez
geçer. Ona göre zafer, düşmanı imha ederek değil, psikolojik üstünlükle kazanılırdı14.  Sun-Tzu’ya göre, “Bütün savaş aldatmaya dayalıdır.”

İşte bu da IŞİD ile savaşa uygulandı. Bu amaçla, Flight radar24 (FR24) adlı bir açık kaynak uçuş takip sistemi ile gerçek zamanlı olarak uçuşların ve askeri operasyonların yerleri bilinir hale getirildi. FR24 sayesinde lap-topunuzdan KC-135 uçaklarının Kıbrıs üzerinde gördüğünüzde yakında bir hava saldırısı olacağın anlayabilirdiniz. ABD Hava Kuvvetleri de benzer şekilde sosyaL medyadan bilgiler yaydı. Pentagon sözcüsü baharda Musul’a harekât yapılacağını söyledi. Ama bunların hepsi Sun-Tzu’dan ilham alınmış, işleri karanlıkta bırakmak için uydurulmuş haberler idi.

Sun-Tzu, aldatmaya önem verse de savaşacak kuvvet konusunu göz ardı etmemişti ama savaşları kazanmak için üstünlük sağlayan şeyin savaşmak ve fethetmek değil, düşmanın savaşmadan direncini kırmakta olduğunu söylüyordu. Savaşmak, para ve insan hayatı bakımından çok pahalıydı. Asgari kuvvetle, kilit bir noktaya kararlı bir angajman peşindeydi. Bu yüzden, Musul’a operasyonu asla onaylamazdı ve ABD’de de böyle yaptı. Sun-Tzu, savaş sonrası yeniden inşayı çok pahalı bulurdu, ABD de Afganistan ve Irak için yaklaşık 1.5 trilyon dolar yeniden inşa parasını harcamak istemedi.

Sun-Tzu, doğrudan saldırmak yerine, önce yem uzatmayı, düşmanı tuzağa çekmeyi ve ona hazırlanmadığı bir yer ve zamanda, ummadığı bir şekilde saldırmayı savunuyordu. ABD de IŞİD’a saldırırken onun kontrolündeki ve ayda 1.7-5.1 milyon dolar para getiren Omar petrol alanını seçti. Patlayıcı sistemleri ile korunmuş şehirleri temizlemek yerine lojistik kaynaklarını hedef aldı. Sonuç olarak, Sun-Tzu’nun savaş anlayışı özellikle aldatma ve manipülasyon bölümleri endüstri toplumlarının orduları için yazılmamış olsa da önemli ipuçları sağlamaya devam ediyor.

Clausewitz’in Napolyon Savaşları tecrübesi ise mutlak savaşın gerekleri ve sınırlı savaşın doğası konusunda literatüre katkı yapıyor. Nükleer savaşlara ve büyük savaşlara iyi bakılmadığı dönemde Sun-Tzu’nun anlattıklarından yeni yöntemler ve vasıtalar bulmak için yararlanmak mümkün. Bunun içinde stratejinin belirlenmesinde yaratıcılık için çok seslilik önemli hale geliyor. Çünkü hala savaş sanatı, ölmek ve yaşamak, güvenlik ve imha olmak arasındaki yerinizi belirliyor.


General Carl Von Clausewitz On War

BÖLÜM 5

Stratejik Hikâye Yazmak

Clausewitz, On War,  adlı kitabında silahlı kuvvetlerin siyasi amaçları sağlamak için kullanılmasını öngörmüştü. Silahlı kuvvetler, siyasi çözümü sağlayacak şartları sağlamak için savaşırdı. Günümüzün savaşlarında ise silahlı kuvvetler savaş alanına, askeri sonuçları aksineolsa da doğrudan siyasi sonuçları sağlamak için gönderiliyor15.

21. Yüzyılda bütün savaşların Bir siyasi amaca yönelik olmadığını, sadece silahlı kuvvetlerin gerçek savaş ihtiyacı, belirgin askeri hedefleri için de savaşıldığını görüyoruz. Afganistan’daki ISAF operasyonları bu kapsamda görülüyor. Bu tür görevlerde daha iyi bir doktrin ve planlama süreci, askeri olmayan vasıtalar arayışı siyasi sonuçlardan daha önemli görüldü. Bu Taliban sonrası döneme hazırlık için bir örtülü askeri ve askeri olmayan faaliyetler dizisi idi.

1980’lerden beri mesele, anlattığınız yani sizi meşru kılan stratejik hikâyenin yazılması ile ilgili; demokrasi, özgürlükler ve şimdi de diktatörün kovulması. Dışarıdaki seyircileri yanınıza çekmek ya da susturmak için medyada yapılacak algı yönetiminin ana malzemesi. Çünkü bu bir yandan bilgi savaşı ve siyasi ya da askeri amaçlarınız için daha iyi bir hikâyenizin olması lazım. Bir süredir ABD Eğitim ve Doktrin Komutanlığı, savaşları nasıl planlayıp, organize edecekleri, stratejik anlatının konseptsel süreci ile ilgili yeniden düşünecekleri bir çalışma yürütüyor16.

Hikâye yazmak, artık askeri planlamaların merkezinde yer alıyor. Hikâye, sizi istediğiniz gerçeklere götürmeli. Örneğin Obama döneminde uydurulan üç hikâye gerçekleri karartmak için yazılmıştı; Irak ve Afganistan’da savaşlara son vermek, Libya’da geriden
liderlik yapmak. Putin de stratejik anlatı işine çok yatırım yaptı. Doğrudan eylem ve dezenformasyon ile Ukrayna’da faşizm ve Suriye’de terörizm ile mücadele ettiği hikayesi sürekli dolaşımda. Ama Putin için önemli olan hikâye değil, sahada askeri zaferi kazanmak. Siyasi alanda ise gönülsüz saygı ve meşruiyet kazanmak ancak güçle sağlanıyor. Stratejik hikâyeniz harekât planlamanız için problemler yaratabilir. Askerlerin yaptığı işler siyasi hikâyeniz ile uyumlu olmalıdır.

ABD güvenliği

Amerika Birleşik Devletleri, kurulurken iki büyük avantajı vardı. Öncelikle Avrupalı emperyal güçler için ikinci derecede önemli idi. Diğer yandan, ülke kurulurken ciddi bir coğrafi zorluk yoktu, tarım kolaydı. İki büyük okyanus ABD’yi Avrupalı ve Asyalı güçlerden izole etmesi güvenliğini kolaylaştırmaktadır. Kuzeydeki göller ve ormanlar, Kanada ile doğal sınır oluşturmaktadır. Atlantik sahillerinde dünyanın geri kalanına açılan iki büyük liman vardır. Kuzey Amerika’nın en önemli özelliği nehir şebekesidir. Bu şebekede altı ayrı nehir sistemi vardır; Missouri, Arkansas, Red, Ohio, Tennesse ve Mississippi. Bol su ve verimli topraklar nüfusu yerinde tutan ve siyasi entegrasyonu sağlayan bir unsur olmuştur. ABD’nin stratejik zorunlulukları şunlardı 17 ;

(1) Mississippi düzlüğüne hâkim olmak.

(2) Mississippi düzlüğüne yönelik tüm karadan tehditleri (Meksika) önlemek.

(3) Kuzey Amerika’ya gelen Okyanus istikametlerini kontrol etmek.

(4) Dünya okyanuslarını kontrol etmek.

(5) Herhangi bir potansiyel rakibin büyümesini önlemek


DİP NOTLAR
1 Michael Walzer, Just and Unjust Wars, Oxford Handooks, (2015).
2 Samuel Moyn, Humane: How the United States Abandoned Peace and Reinvented War
(New York, NY: Farrar,Straus and Giroux), 235
3 Matthew Gault, Nothing Deadlier, How the Machine Gun Invented Modern War (And Millions Died), War IsBoring, (April 2, 2019).
4 George ve Meredith Friedman, Savaşın Geleceği 21. Yüzyılda Güç, Teknoloji ve Amerikan Egemenliği, (Çev.)Enver Gürsel, Pegasus Yayınları, (İstanbul, 2015), s.488
5 Peter Suciu, The Most Destructive Conflicts in Human History, (March 30, 2021).
 6 Patrick M. Morgan, International Security Problems and Solutions , CQ Press, (Washington D.C., 2006), 17.
7 Friedman, ibid, (2015), 34
8 Lawrence Freedman, The Third World War, Survival, 53(4), 2001/02, 61-68.
9 William Wallace, Iraq War Changes U.S. Army Doctrine , Defense News, (April 7, 2008), 46.
10 David Rieff, How Humane Wars are Inhumane , National Interest, (October 16, 2021
11 David P. Forsythe, The U.S. and Transatlantic Relations: On the Difference Between Dominance and Hegemony, Danish Institute for International Studies, DIIS Working Paper No.2005/16, (Copenhagen, 2005), 4-5.
12 Carl VonClausewitz, On War, CreateSpace Independent Publishing, (2010), 26
13 Sebastian J. Bae, Sun Tzu vs. ISIS: The Art of War on Terror, The Bridge, (April 19, 2016).
14 Sun-Tzu  The Art of War, Special Edition Books, (2009).
15 Emile Simpson, War From The Ground Up: Twenty-First Century Combat as Politics, Oxford University Press,(2012), 17.
16 James Jay Carafona, How to Get War Wrong in the 21st Century, Herritage Foundation, (February 29, 2016).

17 Stratfor, The Geopolitics of the United States, Inevitable Empire , (July 4, 2016)


Naci Kaptan / Devam edecek

This entry was posted in ABD - AB - EMPERYALIZM. Bookmark the permalink.

Leave a Reply

Your email address will not be published. Required fields are marked *